The post Çukurlara Gömülmek – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Adalet, ellerini kollarını sallayarak, üstelik güpegündüz silahlarla mekan basan Yamaç ya da Cio’lar tarafından sağlanır olmuş. Devrimci şarkılar Netflix dizilerinde ya da popçu şarkıcıların kliplerinde söylenir olmuş.
Metin Oktay’ın Deniz Gezmiş’in idamını engellemek için imza topladığı günlerden Arda Turan’ın popçu Berkay ile yumruklaşmasıyla gündeme geldiği bu günlere arada uzun bir dönem var. Vakti zamanında “kula kul edene yazıklar olsun” diyen Orhan Gencebay, kula kulluk etmeye başladı. Toplumsal gerçekçi sinemanın başyapıtlarından olan Düğün, Gelin, Diyet üçlemesinin oyuncusu Hülya Koçyiğit, şimdilerde gözleri kör olmuşcasına bu topraklarda herhangi bir baskı olmadığını söyler hale geldi.
Toplumsal muhalefetin canlı olduğu, işçilerin İzmit’ten Tekirdağ’a fabrikaları kapatıp sokağa çıktığı, öğrencilerin üniversiteleri boykot ve sonradan da işgal ettiği, 1 Mayıs’larda 500 bin kişiyle buluşulduğu günler geride kaldı. Sıkıyönetimler, darbeler, OHAL’ler, 24 Ocak’lar, 12 Eylül’ler, 15 Temmuz’lar derken sokak suskun kaldı. Sokakla birlikte bütün bir sosyal yaşam da, kültür ve sanat da köşeyi dönmek isteyenlerin eline kaldı.
Suskunluğun Yerini Popüler Kültür Aldı Ya Da “Herkes Kanguru Sanki”
Bir nevi Godfather uyarlaması sayılabilecek Çukur, iddialı kadrosuyla başladığı birinci sezonun ardından yeni sezonda da çok izlenen dizilerin başında. Bir mahalledeki güç ve iktidar savaşları ekseninde süren öyküsü ve karakterlerin diyalogları zaman zaman izleyenlerin yüreğine su serpiyor. Polisin giremediği ve adaletin kendi usulünce sağlandığı bir kurtarılmış mahalle görüntüsü çizen Çukur, tüm değindiği kavramların, -adının anlamında olduğu gibi- içini boşalttıkça büyüyor.
Çukur’un daha illegal ve taşra hali olarak adlandırabileceğimiz 01 dizisi de ellerinde otomatik silahlarla mahalle aralarında gezinen kabadayıların boy gösterdiği bir arka sokak hikayesi.
Okunan kitap veya gazetelerin bile delil sayılarak suçlama konusu yapıldığı; uzun yıllar iddianame bile olmadan hapisanede yatırılan gençlerin olduğu bir coğrafyadayız. Ama aynı coğrafyada ellerini kollarını sallayarak, üstelik güpegündüz silahlarla mekan basıp insan cezalandıran, kendilerince adaleti sağlayan ve mahallelerini (ve mahallenin namusunu) koruyan Yamaç ya da Cio olmaya özendiriliyoruz.
“Bireysel Herkes, Değil Organize”
Yine Çukur’da da şarkılarını duyduğumuz Gazapizm’in yayınlanan son klibi ise hep Miami’de, Alpler’de olanlara, jet ve helikopterlere binenlere “öfke”sini doğrudan silah doğrultarak çıkarıyor ve soruyor: “kafanıza silah dayalı, bakalım ne yapabileceksiniz!”. Bu sözler elbette evine bir lokma ekmek götürme derdi yüzünden patronların ağız kokularını çekmek zorunda kalan ezilenlerin hoşuna gidiyor. Kim düşünmemiştir ki bu zengin züppelerine hadlerini bildirmeyi? Ama sesini çıkaramazsın, şikayetçi olamazsın. Hele sendikalı, örgütlü hiç olamazsın. Çünkü işinden de olursun, durduk yere!
Ama şimdi Gazapizm çıkmış içimizden geçenleri söylüyor. Ne iyi! Eşlik edersin ona, sıkarmış gibi yaparsın silahı klibi izlerken, hem de örgütlenmene gerek olmadan. Çünkü “bireysel herkes, değil organize!” Sonra… Sonra klip biter, işinin başına dönersin! Rahatlamış olarak!
Berlin, Tokyo, Helsinki ve Cebeci
İşte böylesi bir ortamda söylediği “Bella Ciao” şarkısına bir hafta arayla iki farklı klip hazırlayan Hilal Cebeci bile babasının devrimciliği üzerinden kendisini savunmaya çalışıyor. Yüzyıllar önce İtalya’nın kuzeyinde Po Ovası’ndaki tarlalarda zor koşullarda pirinç toplayanların çalışırken mırıldandıkları ve zamanla bir direniş ve isyan şarkısı haline gelen Bella Ciao’ın Cebeci tarafından söylenmesi tartışmalara yol açıyor.
Cebeci’nin bu şarkıyı La Casa De Papel isimli dizide işitip beğenmesi ve sonra kendisinin söylemeye ve klip yapmaya karar vermesi kuvvetle muhtemel. Öyle ya, yıllarca birçok eylemde, direnişte, grevde çalınan ve söylenen Bella Ciao da sokaktan koparıldı, dizilerin katkı malzemesi yapıldı! Gerçekten de, Bella Ciao şarkısı, bir darphane soygunu planlayan 8 kişi ve bir “profesör”ün öyküsünün anlatıldığı La Casa De Papel’de sıkça işitildi. Bu durum, dizinin izleyicilerinin de hoşuna gitmiş, hatta şarkı, dizinin muhalifler tarafından da beğenilerek izlenmesini sağlayan bir etki yaratmıştı. Öyle ki, dizide bu büyük soyguna girişenlerin devrimci oldukları düşünülür olmuştu.
Gününün 8-10 saatini hatta daha fazlasını kapitalist şirketlerde geçirmek zorunda kalan mavi yakalılar, beyaz yakalılar, bu dizi sayesinde sistemin en büyük para merkezini ele geçirdiklerini, sisteme büyük zarar verdiklerini düşüne dursun; dizinin haklarını satın alan ve dünya çapında dağıtımını yapan Netflix, diziler ne kadar çok izlenirse, ne kadar çok kişi Netflix bağımlısı olursa, o kadar daha kazancına kazanç ekliyordu. Asıl soygun buradaydı.
Kapat, Kapat!
Bu sayılan örnekler yalnızca birkaçı. Sokaklar boş, meydanlar sessiz kaldıkça; kültürel ve sanatsal anlamda sistemden bağımsız alternatifler yeterince üretilmedikçe, yaygınlaştırılmadıkça; var olan isyanımızı, öfkemizi katarak mırıldandığımız ezgilerimizin de elimizden alınma tehlikesi var. Farkındalığımızı artırmazsak, adaletsizliklere karşı mücadele etmezsek, yaşamın her alanında var olup üretmezsek, bir dizi karakterinin gelip bizi kurtarmasını beklemeye devam ederiz. Oysa dizilerin, medyanın, popüler kültürün amacı bizi kurtarmak değil, içerisine itildiğimiz tutsaklığın sürekli olmasını sağlamak. Çünkü onlar ancak böyle varolabiliyorlar. Yarattıkları sanal, gerçek olmayan dünyadan uzaklaşmak kolay olmasa da, kumandanın kapat tuşuna basmak bunun ilk adımı olabilir.
Gürşat Özdamar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.
The post Çukurlara Gömülmek – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Erkeğin Dizinin Dibindeki Diziler- Özge Baltacı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Akşam olur. Yorgun argın eve döndüğümüzde ya da gün boyu evin içinde dönüp durduktan sonra “mola saatimiz” geldiğinde, azıcık kafa dağıtmak için açarız televizyonu. Şimdi dizi zamanıdır.
Başlar bir dizi, ardından bir dizi daha, üstelik her gün bir yenisi. Elbette hepsinde de kendisine yüklenen toplumsal cinsiyet rolleriyle dikkat çeken kadınlar…
Cefakar anne rolünde görürüz bir dizide kadını. Kaybettiği eşinin yasını tutan, yaşamını tek başına büyütmek zorunda kaldığı çocuklarına adayan… Yemek, temizlik, çocuk, iş ve ek işlerle geçer günleri. Sonunda hastalığına yenik düşerek hiç sevmediği annesinin evine sığınmak durumunda kalır. Çaresiz bir kadın…
Kadınlar için “cadı” derler ya hep, dizilerde mutlaka bu kadınlardan en az bir tane olmalıdır. Tüm kötü özellikleri karakterinde barındıran kadın, yetiştirme yurdunun müdiresi olarak çıkar karşımıza. Bu yetiştirme yurdunda büyüyen kırgın çiçekler, müdürün acımasız entrikalarına maruz kalırlar. Üstüne üstlük tüm bu kötülüklere kılıflar uydurulmaktadır.
Sözde onu çok seven erkeğin türlü işkence sahneleriyle doludur başka bir dizi; kırılan kemikler, dökülen kanlar… Katlanır kadın bunlara, ne de olsa tek çocuğuyla ortada kalmamalıdır. Sonra karşısına başka bir erkek çıkar, kadın ilk erkekten kurtulmak için ona sığınır. Bu koşullarda elbette sen anlat karadeniz yerine “yaşadıklarını sen anlat kadın” demezler.
İstanbullu gelinin en yakın arkadaşı çıkar sonra ekrana; başlangıçta “normal” bir evliliği olan, zamanla erkek şiddetiyle karşı karşıya kalan bir kadın. Ancak erkek öylesine zor bir hayat yaşamış, çocukluğu öylesine travmalı geçmiştir ki davranışları meşru görülür. Hasta olduğu için terapi görür. Ve kadın, erkeğin iyiliği için yaşanan her şeyi unutur.
Gerçekten uzak yaşamlar, lüks arabalar, milyarlık villalar, evlerinin içinde ince topuklu ayakkabılarıyla yürüyen ve asla makyajsız görünmeyen kadınlar vardır bir de. Birbirleriyle yarışırcasına sürekli kötülük yapmaktadırlar. Çok yakın arkadaş olan ama her an ufak tefek cinayetler işleyecekmiş gibi görünen “düşman kadınları” izleriz.
Dizinin başlarında rock yıldızıyken abisinin ölümüyle mahallenin gelecekteki çete liderine dönüşen bir erkekle evlenen bir kadın vardır dizide. Mafyatik romantik bu erkek, kadını “kendi yaşantısından korumak” için terk eder, “gerektiğinde” kapısına iki koruma diker, kadın boşanma davası açtığındaysa kadının avukatını tehdit dahi eder ve kadın sonunda pes eder. Yani kadını yeterince taciz ve tehdit eden erkek kazanır erkeklik çukurunda.
Mafya dizileri bitmek bilmez. Kaba hareketleri olan, etrafa hakaretler yağdıran, yanında çalışan erkekleri küçümsemek için “hanımlar” diyerek seslenen bir erkek, karşımıza dünyanın en büyük kahramanıymış gibi çıkar… Birden fazla kadına “sahiptir” ve kadınlara bu durum kabullendirilmiştir. Bu dizideki eşkiya dünyaya hükümdar olmaz, kadınlara hükümdar olmuştur adeta.
Yaşamın her alanında kadına yönelik şiddetin bin bir görünümüyle karşı karşıyayız. Bu dizilerde kadınlık rolleri kurgulanırken de toplumda zaten var olan cinsiyetçi kabullerden yola çıkılıyor. Ve dizi sektörü öyle enteresan bir pazar ki karakterler ve roller değişiyor görünse de her hafta benzer hikayeler iş yapıyor.
Diziler, günbegün büyümekte olan şiddeti toplumsal cinsiyet sorunu değil de kadınlık sorunu gibi göstermeye çalışıyor. Yaşamlarımızı çalarken bizlere toplumsal cinsiyet rollerini böylesine dayatan devlet, erkektir. Devletlerin adaletinin katili-tecavüzcüyü mahkemelerde akladığı gibi devletin medyası da dizilerle onları koruyup meşrulaştırmaktadır. Biz kadınları mutfak robotu yerine koyan, evlenip anne olmayı zorunluluk gibi gösteren, kadınların birbirine düşman ve erkeğe muhtaç olduğu algısını bizlere dayatan medya da erkektir. Dolayısıyla erkeğin dizinin dibinde olan sadece dizilerdeki kadınlar değil, dizilerin kendisidir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.
The post Erkeğin Dizinin Dibindeki Diziler- Özge Baltacı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Çukur’da NUSE Yazılaması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Açlık Eyleminin 291. gününde Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için dayanışma için yapılan #yaşaNUSE(NuriyeSemihYaşayacak) yazılamasının yanına Çukur dizisinde kullanılan dövme yapıldı.
Dizide kullanılan dövme mahallede yaşayan birçok kişide bulunuyor ve Çukur’dan olanların birbirlerini tanımasalar da birbirlerini bilmelerini sağlıyor.
The post Çukur’da NUSE Yazılaması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Çukur Değil, Devlet Tehlikeli appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devlet, Mayıs ayının sonunda da bu kez Gezi Parkı’nı ve yine Taksim Meydanı’nı yasakladı ve direnişçilere yine saldırdı. Evet, bu saldırıda da yüzlerce insan yaralandı. Ama yaralananlardan hiçbiri, 1 Mayıs’ta da olduğu gibi, ne çukura düşüp ayağını kırdı ne de çukura düşüp kolunu incitti. Yaralanan yüzlerce insan, polisin hedef gözeterek attığı biber gazı fişekleriyle yaralandı. Polisin kullandığı plastik mermiyle, biber gazıyla yaralanan direnişçilerden kiminin kafatası çatladı kimi görme yetisini kaybetti. Yani devlet, “sağlığından endişe ettiği” vatandaşlarını çukurlara düşürmedi ama “çukur” diyerek yasakladığı meydanlarda yaraladı, sakat bıraktı, kör etti.
The post Çukur Değil, Devlet Tehlikeli appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>