Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 02 Mar 2019 17:57:32 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Devletin Görünmez Eli: Tanzim Satış https://meydan1.org/2019/03/02/devletin-gorunmez-eli-tanzim-satis/ https://meydan1.org/2019/03/02/devletin-gorunmez-eli-tanzim-satis/#respond Sat, 02 Mar 2019 17:57:32 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/02/devletin-gorunmez-eli-tanzim-satis/ “Enflasyonla mücadele” kapsamında, piyasalara müdahale iki ay öncesinden başlamış; market zincirleri de dahil olmak üzere birçok işletme ürünlerinde indirime gitmiş ve “dış destekli ekonomik saldırı”lara karşı milli tavrın bir parçası olmuştu! Ama yetmedi. Marketlerdeki, pazarlardaki ürünlerin fiyatlarını denetlemek için ekipler oluşturuldu. Açığından gizlisine zam çeşitleri hakkında kamuoyu bilgilendirmeleri, zam yapan şirketlere yönelik lanetler eşliğinde devlet […]

The post Devletin Görünmez Eli: Tanzim Satış appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Enflasyonla mücadele” kapsamında, piyasalara müdahale iki ay öncesinden başlamış; market zincirleri de dahil olmak üzere birçok işletme ürünlerinde indirime gitmiş ve “dış destekli ekonomik saldırı”lara karşı milli tavrın bir parçası olmuştu! Ama yetmedi. Marketlerdeki, pazarlardaki ürünlerin fiyatlarını denetlemek için ekipler oluşturuldu. Açığından gizlisine zam çeşitleri hakkında kamuoyu bilgilendirmeleri, zam yapan şirketlere yönelik lanetler eşliğinde devlet iktidarının koruyuculuğundaki tüm medya kanallarında servis edildi.

Polisiye tedbirler alınacağı uyarıları, hem Tayyip Erdoğan hem de damadı tarafından dillendirildi. Hemen uygulamaya geçirildi. Soğan stoklama nedeniyle, soğan depoları baskınları gerçekleştirildi. Patlıcan ve biberin aşırı pahalı olması sebebiyle marketlerde artık satılmayacağının konuşulduğu bir zamanda, market zincirlerine yönelen tehditlerle “milli seferberlik” yeni bir boyut kazandı.

5 Şubat’taki grup konuşmasında Tayyip Erdoğan, “Pazardaki fiyatlar için gerekirse ayar çekeceğiz. Belediyelerimiz vasıtasıyla ‘tanzim satış’ yapabiliriz. Devlet nasıl teröristlerin Cudi’de, Gabar’da, Tendürek’te mağaraların içinde işini bitirdiyse; halde terör estirenlerin işini de bitiririz.” diyerek, ekonomide de saldırgan bir politika izleneceğini müjdeliyordu! Ertesi gün, Hazine Bakanı Berat Albayrak, bu açıklamaya uyumlu bir açıklama da bulundu: “Bu konuda adımlar atılacak. Belediyelerimiz hızlı bir kurulumla uygun fiyatta tanzim satış yerleri imkanı sağlayacak. Tarladan sofraya profesyonel bir adım. Sera konusunda stratejik bir yatırım planlıyoruz. Güçlü bir ekosistem kuracağız”. Ekosistemin anlamını zorlayan açıklamalarıyla Albayrak sadece tüketim değil, üretim alanlarının da devlet eliyle yapılandırıldığı bir modelden bahsediyordu. İşsizliğin gün be gün arttığı; alım gücünün giderek azaldığı ve “asgari yaşama koşulları”nın düştüğü bu uzun süreçte, Berat Albayrak durumu yeni farketmiş olacak ki, sebze fiyatlarındaki artışı beklenmedik, marjinal, olağanüstü diye tarifliyor ve çözüm noktasında hızlı olacaklarından bahsediyordu.

Devlet hiyerarşisinin farklı pozisyonlarında bulunanlar tarafından destekleyici açıklamalar gelmeye başladı. Tanzimin sadece sebzeyle sınırlı kalmayacağını; temizlik malzemelerinin de benzer şekilde tanzim satış alanlarında satışa sunulacağından bahsediliyordu. Fiyat artışlarını engellemek için bunun yapıldığı ısrarla vurgulanıyordu. İstanbul ve Ankara’da belirlenen noktalardan tanzim satışları gerçekleşecekti.

“Stratejik alanda, devlet olmak zorunda”

Berat Albayrak, tanzim satış uygulamasını bu zorundalıkla ilişkilendiriyordu. Devlet müdahil olacak ve sorunu çözecekti. Tanzim satış noktalarında İBB şirketi Beltur işçileri çalışacaktı, tanzim satışın internetten satışı PTT’nin online mağazası ePttAVM ile gerçekleşecekti. Dışişleri Bakanı, ilaç, gübre ve tohumda da tanzim satışının olacağını; Ulaştırma Bakanı da, 2019 içinde tanzim satışları için kargo aracı olarak droneların bile kullanılacağını söylemişti.

Yapılan açıklamaların bir hafta sonrasında, planlanan noktalarda tanzim satışları başladı. Tüm ürünlerde 2kg kota olarak belirlenmişti. 14 Şubat’ta başlayan e-tanzim’de stoklar ilk günden tükenmişti. Belediyeler, Tarım Kredi Kooperatifleri aracılığıyla satılacak ürünleri çiftçilerden aldı. Tarım Kredi Kooperatifi Genel Müdürü, özel sektör mantığıyla düşünülmediğini, karsız bir satış olduğunu, aslında aracıların fiyatları yükselttiğini üreticiden tüketiciye aracısız bir model olması gerektiğini vurgulayarak “gıda” meselesinin politik bir şey olduğunun anlaşıldığı şu günlerde herkesi şaşırttı.

Şaşırttı çünkü iktidarda olduğu süre içerisinde, aralarında Paşabahçe Cam, Anadolu Cam, ERDEMİR, ETİ Alüminyum, SÜTAŞ, HEKTAŞ, Kristal Tuz Rafine, İnegöl Kibrit, Sümer Holding, BUMAS, Merinos, Yozgat Şeker, PETKİM, TÜPRAŞ, Soma Termik, AYEDAŞ, OYAKBANK, HALKBANKASI, ETİ Holding, KARADENİZ Bakır İşletmesi, Başak Sigorta, SEKA, TCDD Limanları, Denizcilik Limanları İşletmeleri, THY, Türktelekom gibi işletmelerin olduğu; 27 Tekel işletmesi, 22 Sümer Holding işletmesi, 5 Eti Holding işletmesi, 5 Karadeniz Bakır İşletmesi, 11 SEKA İşletmesi, 6 TCDD işletmesi, 4 THY işletmesi, 7 Emekli Sandığı İşletmesi, cam ve çimento sanayinden 5 işletme, metal sanayiinden 12 işletme, 3 tarımsal işletme, 9 gübre sanayii işletmesi, 17 şeker fabrikası, 4 et ve balık işletmesi, 5 enerji sektörü işletmesi, 57 elektrik üretim işletmesi, 10 termik santral, 18 elektrik dağıtım işletmesi, 5 banka, 7 maden işletmesi, 2 sigorta işletmesi, 15 denizcilik işletmesi, 7 turizm tesisi, 2 iletişim işletmesi, 12 farklı devlet kuruluşu daha özelleştirildi.

Özelleştirmenin devlet politikası haline gelmesi yeni değildi ama başkanından bakanına; vekilinden genel müdürüne serbest piyasanın hükümlerini kutsalmışçasına uygulamaktan kaçınmayanlar; şirket kayyumları, kamulaştırmalardan sonra devlet pazarı işine girdi!

Rusya ve periferisiyle yakınlaşmalar, Maduro üzerinden Venezuela’yla geliştirilen ilişkiler, ABD ve AB politikalarının hem de “emperyalizm” kavramını kullanarak karşı çıkış ve sonrasında “kamulaştırma” ve “kamusal” hamleler…

“Bu ülkeye komünizm gelecekse…”

Onu da biz getiririz demişti bir zamanlar Ankara Valisi Nevzat Tandoğan. ‘Halkın neye ihtiyacı var neye ihtiyacı yok biz biliriz’ diyordu yani. Hatta “Öküz Anadolulu, sizin iki vazifeniz var; birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi askere çağırdığımızda askere gelmek” diyordu. Devlet büyük bir vücutsa, kafa rolünü üstlenmek sıradan vatandaşa işçiye, çiftçiye düşmezdi tabi!

Komünizm ya da sosyalizm tartışmaları bir kenarda duracak olursa, (keza devletin ekonomideki rolü, kamulaştırma politikaları, antiemperyalizmin bürünebileceği milliyetçilik, devlet aracılığıyla mevcut siyasal konumunu otoriter bir şekilde elde tutma gibi tartışmaların sosyalistler tarafından içinde bulunduğumuz süreçte tekrar tekrar yapılması gerekiyor. Yoksa şimdiden bazı sol kesimlerin yaptığı gibi AKP’nin antiemperyalist dış politikaları olumlanabilir, gerici dedikleri siyasal özne “antiemperyalist mücadelenin taşıyıcısı konumuyla ilerici bir pozisyona gelebilir”!) devletin yeni ekonomik karakterine ilişkin tespiti iyi yapmak gerekiyor.

Devletin Ekonomiye Müdahalesi

Devlet, ortaya çıktığı zamandan bu yana toplumsal alana olduğu kadar ekonomik alana da müdahil olmuştur. Sanayi devrimi sonrası, devletin bu müdahilliğinin boyutu bir ölçü haline gelmiş ve bu ölçü noktasında ekonomik sistemler tanımlanmıştır. Ekonomik kararların alınmasının kontrolünün tamamen özel sektöre bırakılması yerine, devlette olması gerekliliği “kamu yararı” ile ilişkilendirilmiştir.

Kapitalist sistemde, serbest piyasa ekonomisi modeli en ağırlıklı uygulanan modeldir. Dünyada ilk kez İngiltere’de Thatcher hükümetiyle birlikte başlayan özelleştirme uygulamaları sonucu devletin ekonomideki rolü sınırlanmaya başlamıştır. Dünya çapında benimsenen/dayatılan serbest piyasa ekonomisinin bir sonucu olarak, önceden sadece devletin üretip sattığı çeşitli mal ve hizmetlerin, özel teşebbüsler tarafından da üretilip satılmaya başlanmasıyla birlikte devlet, ilgili piyasalardan çekilme eğilimi göstermiştir. Böylece işletmeci devletten düzenleyici devlet modeline geçilmiştir. Ekonomiye müdahale devlet kaynaklı değil piyasa kaynaklı gerçekleştirilmiştir. Devlet, bu modelde işletmeci olmak yerine düzenleyicidir. Bu tarz bir ekonomik sistem ve devlet rolüne, içinde bulunduğumuz coğrafyada 1980’li yıllarda geçilmişti. Öncesinde saydığımız devlet işletmelerinin özelleştirilmesini aynı politikaların devamcısı olarak görmek yanlış olmayacaktır.

Küresel kapitalist sistemin, sermayenin hızlı dolaşımını sağlamak için bu tarz bir devlete yani çok müdahil olmayan devlete ihtiyacı olduğu açıktır. Ulus-devletlerin yok olduğu, sınırların ortadan kalktığı, ekonomik birlikteliklerin sınırlarının küreselleştiği bir kapitalizmin “kriz” içerisine girdiği bir süredir konuşuluyordu. Küreselleşme-sonrası gibi farklı şekillerde isimlendirilen yeni kapitalist ekonomik süreçte, ortadan kaldırılamayan devletin ekonomideki rolü açık bir şekilde beliriyor. İçinde bulunulan krizden (daha öncelerde olduğu gibi) devletin ekonomiye müdahalesiyle kurtarılmaya çalışılıyor. Bunu yaparken ortaya çıkan otoriter başkanlar, hükümetler ve OHALvari devlet uygulamaları bir gereklilik olarak görülüyor.

Yaşadığımız topraklardaki devletin de ekonomiye müdahilliğini bundan bağımsız düşünmemek gerek. Anayasanın 48, 167 ve 168 gibi maddeleri devletin ekonomik alanı denetleme, gözetleme yetkilerinin yanında müdahaleler yoluyla da düzenleme yetkisi veriyor. Gerçi yeni sistemde, siyasal iktidarın anayasaya dayanarak iş yapmasına gerek yok. Her ne kadar bu ekonomik müdahaleler “bağımsız idari otoriteler” ya da “düzenleyici kurullar” tarafından gerçekleştirileceği iddia edilse de (Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu vs.) bu kurulların bağımsızlığından bahsetmek gerçekçi olmaz.

Korporatizm

Bir yandan siyasal iktidara yakın ekonomik gruplara çekilen peşkeşin devlet politikası haline gelmesi ve ne olursa olsun bundan vazgeçilmemesi; öte yanda ekonomiye devlet müdahaleleri… Yani kapitalist sistemin korunduğu ancak, siyasal iktidarın hoşuna gitmeyen sermaye gruplarının yeri geldiğinde zor yoluyla etkinliklerinin engellendiği bir sistem.

Yani ekonomik sınıflar var; bu sınıfların bağlı oldukları yapılar var (sendikalar ve dernekler vs.) ve bu yapıların stratejisi devlet eliyle oluşturuluyor. Devlet istemediği takdirde, serbest piyasanın eline vurabiliyor.

Fransız devriminden sonra Orta Avrupa’da düşünce olarak ortaya çıkan, daha sonra yeni korporatizm adını alan, ilk kez İtalya’da Mussolini’nin iktidara gelmesiyle uygulanan ve ardından Almanya ve İspanya’daki Franco Diktatörlüğünce de benimsenen bir sistem var. Sınıfların loncalar biçiminde tanımlandığı ve devletin tüm bu loncaların temsilcisi olduğu, iktisadi hayata sınırsız bir biçimde müdahale ettiği, sermaye ve sendikalar arasındaki sınıf çatışmasını dengelenmeye çalıştığı ve özünde kapitalist sistemin korunduğu bir sistem.

Sistemde işçiler de vardır; patronlar da. Ancak herşey (haklar, ücretler, vergiler) devlet tarafından belirlenir, kontrol edilir. Özel mülkiyet yasak değildir; ancak devletin ekonomideki ağırlığı hissedilir. Sistemde hedef birey ya da sınıf çıkarları değil, devlet çıkarlarının korunmasıdır.

Mevcut siyasal süreci diktatörlük ya da faşizm diye okuyanların; devletin ekonomik hareketlerine bir de bu gözle bakması gerekir.

Devlet müdahalesini, otoriter devlet uygulamalarıyla beraber düşünmenin, en önemli kısmı geleceğe ilişkin öngörülerde bulunmak olacaktır. Bu öngörüden tanzim uygulamasına geri dönersek…

Peki, Pazarda Sebze-Meyve Neden Pahalı?

Hükümetin, Tanzim Satış uygulamasını uzunca bir zaman sonra tekrar çözüm olarak uygulamasına neden olan fiyatlardaki artışın sebebini iyi anlamak gerekiyor.

2014’te %8.2; 2015’te %8.8; 2016’da %8.5; 2017’de %11.9; 2018’de %20.3… Ekonomide son 5 yılda tırmanan enflasyon oranları. Son 10 yılda Dolar 1.31’den 7.20’ye yükseldi. Tanzim satışlarının temel sebebi gıda fiyatlarındaki artış. Bu da “olmayan” ekonomik krizle ilintili. Artan fiyatlarla ilgili suçluları sadece marketler ve hal toptancıları diye belirlemek; meseleyi ekonomik krizden uzaklaştırıyor.

Ocak ayında, enflasyonda yıllık en yüksek artış %30,97 ile gıdaydı. Yazın ortasından bu yana yoğunlaşan ekonomik kriz verilerinin sayısal göstergeler dışında da bir şeylere tekabül ettiğini deneyimlemekteyiz. Ekonomideki hareketliliklerin etkisinin uzun vadede hissedileceğini bilmek için iktisatçı olmaya gerek yok.

Artan fiyatlara ilişkin “enflasyonla mücadele” kampanyaları, depo baskınları ve saldırgan ekonomi politikaları işe yaramayınca, belediyeler aracılığıyla tanzim satış noktaları kuruldu. Kuruldu kurulmasına ancak 2,5 aylığına! Tanzim satış noktalarının geçiciliği, ekonominin geleceğine ilişkin soru işaretleri yarattığı gibi, tüm bu kurgunun yerel seçimlere yönelik olduğu tartışmalarına yol açtı. Tartışılan bunun seçim kampanyası olduğundan çok, alenen yapılan bu “seçim şov”unun başarıya ulaşabileceğiydi.

Seçim için Tanzim Şovu

Bir yandan spekülatif hareketlerin yatıştırması öte yandan da pazar ve marketlerdeki fiyatların düşmesi… Tanzim satışlarla kısa süre içerisinde planlanan şey işte tam da bu. Piyasanın dengeleyici elinin ortalarda görünmediği bir anda devletin eli giriyor devreye.

Aslında bu tarz bir ekonomik müdahalenin uzun vadede daha derin bir krizi besleyeceği tahmin ediliyor. Ve daha serbest piyasacı yorumlarla bu tarz müdahalelerle piyasanın dengesinin bozulacağını öngörenler de var.

“Yine karneli ve kuyruklu günler” eleştirileri, muhalefetin ana gündemini oluşturuyor. Ekonomik olarak kötüleşme ve refahın azalmasının bir sonucu olarak tanzim satışları ve satış noktalarındaki kuyrukları yorumlayanlar bunun sandığa yansıyacağı kanaatindeler.

Tabi bir de bu kuyrukların, devletin hizmetine yönelik ilginin yansıması olduğunu düşünenler var. AKP, fiyatlara yönelik gereken hamleyi tam zamanında yapıyor ve bir zoruluğu daha alt ediyor! Zorluklarla mücadele edebilme; durdurulamayan enflasyona karşı savaş açma imajının, sandıkta AKP lehine bir duruma evrileceği de muhalif yazarların konuştukları arasında. İçerde ve dışarıda savaş ve güç üzerinden çizilen AKP imajının önceki seçimlerdeki etkisini hesaba katmak önemli.

Önemli olmasına önemli ancak, mevcut ekonomik krize ilişkin tek somut çözümü iktidar değişikliği olan muhalefetin çözümünün ne kadar gerçekçi olduğu tam bir muamma. Aslında ekonomik kriz, seçim odaklı muhalefetin de seçim kampanyası.

Biz hemen söyleyelim; seçimler sadece ekonomik krize değil, siyasal krizlere de çözüm olmayacak. Ve ekleyelim, üretim-tüketim-dağıtım, devlet ve kapitalizm dışında örgütlenmediğinde gerçekliği olmayan muhalefet düzen siyaseti içerisinde kendine biçilen rolü oynamayı sürdürecek!

Migros’tan Tansaş’a Tanzim

Tanzim satışlar, bu topraklarda daha önce hiç uygulanmamış değildi.

Belediyelerin, tanzim satışları sadece kurulan devlet iştiraklarıyla olmadı. 1954’te İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay, İsviçre’de ucuzluğun kralı olarak tanınan Migros’la anlaştı. Koç ailesi ortaklığıyla pazara giriş yapan Migros, tartılmış ve ambalajlanmış ürünleri önceleri kamyonlarda tüketiciye sundu. Belediyenin 20 seyyar kamyonuyla İstanbul’da satışlara başlayan Migros’la fiyatların yükselmesinin önlenmesi hedefleniyordu. Fiyat düşürme işini, kamusal kuruluşlar yerine Migros yapacaktı. Rekabet şartları içinde, üreticiden malı büyük miktarlarda alıp ucuza satacaktı.

Migros ilerleyen zaman içinde mağazalarının artması, ürünlerini çeşitlendirmesi ve üst düzey mağazalarının açılmasıyla dünyadaki süpermarket furyasının içindeki yerini alacaktı.

Aslında, belediyelerin özel teşebbüslerle ortaklaşmadan gerçekleştirdiği tanzim satışları Migros’tan sonra kurulan Tanzim Satışlar Müdürlüğü’nün ilk mağazasıyla gerçekleşti. Çok değil 2005 yılındaki satılışına kadar, Tansaş ucuz ürünlerin satıldığı bir market olarak bilinirdi. Hatta 2005 yılında Koç’lar Tansaş’ı Migros’a dahil ettiğinde, İzmir’deki tüketim alışkanlığını birden değiştirmemek için isim değişikliğini oldukça sarkıtmıştı.

1973’te İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak’ın kurduğu Tanzim Satış, ucuz et, sebze-meyve temin etmek için ilk mağazasını İzmir-Konak’ta açmıştı. Sonradan halka açılarak Tansaş adını aldı. İzmir’in ardından coğrafyanın birçok bölgesinde açıldı. Amaç, satıcı fiyatlarının yükselmesini önlemek ve tüketiciye daha uygun fiyatla ulaşmasını sağlamaktı. Belediye ve kamu kuruluşları tarafından yönetilmekteydi.

1976’da Tanzim Satış İstanbul’da, belediye başkanı Ahmet İsvan tarafından kuruldu (aynı şekilde 1977’de fırıncıların fiyat tekelini kırmak için Halk Ekmek kurulmuştu).

1986’da mağaza sayısı 12’ye ulaştı. Aynı tarihte, Tansaş İzmir Büyükşehir Belediyesi İç ve Dış Ticaret A.Ş. kuruldu. 1999’da hisseleri Doğuş Grubu aldı. 2005’te Migros’a satıldı. 2008’de mağaza sayısı 270’ti. Tanzim Satış noktası, süpermarkete dönüşmüştü.

 

Bu yazı Meydan Gaztesi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.

The post Devletin Görünmez Eli: Tanzim Satış appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/02/devletin-gorunmez-eli-tanzim-satis/feed/ 0
” 7 Haziran’dan 1 Kasım’a Seçimlerde Değişen Yöntem ZORBALlK” – Emrah Tekin Sehat Budak https://meydan1.org/2015/10/24/7-hazirandan-1-kasima-secimlerde-degisen-yontem-zorballk-emrah-tekin-sehat-budak/ https://meydan1.org/2015/10/24/7-hazirandan-1-kasima-secimlerde-degisen-yontem-zorballk-emrah-tekin-sehat-budak/#respond Sat, 24 Oct 2015 15:32:40 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/24/7-hazirandan-1-kasima-secimlerde-degisen-yontem-zorballk-emrah-tekin-sehat-budak/   Haziran seçimleri sonrası yaşanan sürecin, bir önceki dönem hükümet yetkisini tek başına elinde bulunduran AKP açısından, siyaseten tam bir kilitlenme olduğu açıktı. Bu kilitlenme ilk etkisini, uzun süre açıklama yapmayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’da ve 7 Haziran öncesi hükümetin başbakanı Davutoğlu’nda gösterdi. “Başkanlık” projesi beklenilen kolaylıkla gerçekleşemeyecek olan siyasi iktidar, ilk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra, […]

The post ” 7 Haziran’dan 1 Kasım’a Seçimlerde Değişen Yöntem ZORBALlK” – Emrah Tekin Sehat Budak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
CIZRE'DE EVLER, ISYERLERI CATISMALAR NEDENIYLE BUYUK HASAR GORMUS VE KULLANILAMAZ HALDE. FOTO: RAMAZAN IMRAG:DHA CIZRE’DE EVLER, ISYERLERI CATISMALAR NEDENIYLE BUYUK HASAR GORMUS VE KULLANILAMAZ HALDE. FOTO: RAMAZAN IMRAG:DHA

 

Haziran seçimleri sonrası yaşanan sürecin, bir önceki dönem hükümet yetkisini tek başına elinde bulunduran AKP açısından, siyaseten tam bir kilitlenme olduğu açıktı. Bu kilitlenme ilk etkisini, uzun süre açıklama yapmayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’da ve 7 Haziran öncesi hükümetin başbakanı Davutoğlu’nda gösterdi. “Başkanlık” projesi beklenilen kolaylıkla gerçekleşemeyecek olan siyasi iktidar, ilk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra, koalisyon görüşmeleri sürecine girildi. Süreç boyunca, kuruldu kurulacak izlenimi sadece ekonomi de değil, halk düzeyinde de hareketlenme yarattı. Ancak, siyasi iktidarını paylaşmaya yanaşmayan eski hükümet, görüşmeleri sonuçsuz bıraktı.

Aslında bu durum şaşırtıcı değil. Devlet iktidarını tekelinde tutan siyasi kampın koalisyonlar aracılığıyla paylaşmak istemediği şey sadece yürütme yetkisi değil. Çünkü devlet iktidarı diye nitelenen kamp, bir siyasi partiden çok daha fazlası. Bürokrasinin önemli kademelerini ellerinde tutuanlardan, devletten sağladığı para akışıyla sermayesini büyüten inşaat ve ticaret sektörü burjuvazisine; kaynağı çevre coğrafyalardaki savaş olan kara parayla zenginleşen finans patronlarından, kısa süre içinde devlet peşkeşi ile yerellerde zenginleşen siyasi ve ekonomik rant çevrelerine; sırtını hükümete dayayıp devlet rantından düzenli olarak pay alan vakıf ve sivil toplum kuruluşlarından, ekonomik sömürünün açlığa tercih edilmesini salık veren hükümetin sendikalarına; özelleştirmelerle artık işletmeci haline gelmiş yetkili memurlardan, varlığını bütün bu ilişki ağını aklamak, gerçeği manipule etmek ve papağanlık olan medya ordusuna; IŞİD’li katillerle ortak bombalama stratejileri geliştiren istihbaratçı, emniyet ve TSK üçgenine devlet iktidarı diye tanımlanan bu kamp, zaten başlı başına büyük bir koalisyon. Bu kadar büyük bir koalisyon, elinde bulunduğu ayrıcalık ve statükodan taviz vermek istemediğinden başka bir koalisyon istememektedir. AKP’nin ve Cumhurbaşkanı’nın siyasi iktidarını kaybettiği tüm senaryolarda, bu koalisyon tüm ayrıcalıklarını kaybedecek.

Bu farklı alanlardaki statüko sahipleri tam da bu yüzden, şu anda karşımızda bir savaş koalisyonu olarak bulunmakta; yeni gelen seçim sürecinde farklı toplumsal süreçlerde zorbalık politikasının işlemesine yardımcı olmaktalar.

Seçim Değil “İcra” Hükümeti

7 Haziran seçimlerinin ardından koalisyon süreci sonuçsuz kalınca, TC tarihinde bir ilk yaşandı. Seçimlerin 1 Kasım tarihinde tekrar yapılması kararlaştırıldıktan sonra, seçime kadarki süre zarfında devletin “hükümetsiz” kalmaması için sembolik de olsa bir hükümet kurulacağı açıklandı.

Meclisteki partilerin oy oranları dağılımı esas alınarak kurulan hükümet, bu süre zarfında tamamen AKP’nin kontrolüne kalan bir organ haline dönüştü. Davutoğlu, başından itibaren hükümetin önündeki “geçici” sıfatını reddetti. Aslında ortaya yeni bir tanım koydu; “İcra Hükümeti”. Normal şartlar altında sembolik görevler üstlenip, seçimlerin tarafsız bir ortamda, tüm partilerin katılımına dayanan dengeli bir siyasi konjonktürde gerçekleşmesini sağlaması gereken bu hükümet, sadece 1 Kasım Seçimlerini değil, sonrasını da etkileyecek bir dizi karar alınıp uygulanması noktasında etkili oldu.

Yeni hükümetin bu yeni özelliği, icraatlerin ne olacağı noktasında kimse de şüphe uyandırmadı! Zaten, icra hükümetine toplumsal muhalefetin koyduğu “Savaş Hükümeti” ismi, hükümetin icraatlerini anlamlandırmak noktasında önemli bir yerde duruyordu. 7 Haziran Seçimleri ile 1 Kasım Seçimleri arasındaki en büyük fark işte bu yöntem değişikliğiydi. Devletin seçim propagandası, önceki seçimlerde olduğu gibi “demokrasi naraları atılarak”, “seçilmiş olmanın meşruiyeti”yle her yapılanı haklılaştırılarak değil; zorbalıkla, şiddetle ve savaşla gerçekleşti.

Savaş Hükümeti’nin “İcraat”ları

Kürdistan’da gerçekleşen OHALvari uygulamalar sırasında yaşanan infazlar ve cenazelere dahi uygulanan şiddet, Suruç ve Ankara’da patlatılan bombalar sonucu yaşanan katliamlar, yeni dönem seçim politikasının ulaştığı boyutun ne oluğunu açıkça gösteriyor.

Gerçekleştirilen Operasyonlar, İnfazlar ve Katliamlar:

-24 Temmuz’da, İstanbul Bağcılar’da özel harekât polislerince evi basılan Günay Özarslan infaz edildi.

-26 Temmuz’da, Amed’in Bağlar ilçesinde 11 yaşındaki Beytullah Aydın, polisler tarafından bir binanın 7’inci katından düşürülerek katledildi.

-27 Temmuz’da, Nisêbîn’de polis saldırısı sonucu 22 yaşındaki Seyithan Dede yaşamını yitirdi.

-29 Temmuz’da, Cızîr’de, polisler durdurmak istedikleri araçtan inip kaçan 17 yaşındaki Hasan Nerse’yi vurduktan sonra ellerini ve ayaklarını kelepçelediler. Hasan ölene kadar sağlık görevlileri de dahil olmak üzere kimse yanına yaklaştırılmadı.

-31 Temmuz’da, Agirî’de bir eve operasyon gerçekleştiren özel harekat polisleri Sezai Yaşar ,kardeşi Ahmet Yaşar ve Mirzettin Görtürk’ü infaz etti.

-18 Ağustos’ta, İstanbul Esenler’de, Kürdistan’daki katliamlara karşı eylem yapanlara polis saldırdı. Saldırıda 17 yaşındaki Fırat Elma polislerce vurularak katledildi.

-20 Ağustos’ta, Şirnex Hezex/İdil’de Cebbar Acar akrepten açılan ateşle katledildi.

-28 Ağustos’ta, Mêrdîn Qoser/Kızıltepe’de “Dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle 28 yaşındaki Mazlum Turan keskin nişancılar tarafından ensinden vurularak katledildi. Aynı tarihte, Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde Uluyol Polis Karakolu’nun yanında bulunan 28 yaşındaki Erhan Tanrıkulu aracıyla evine giderken, karakoldan üzerinde sıkılan kurşunlar sonucu yaşamını yitirdi.

-30 Ağustos’ta, Silopî’de uzun namlulu silahlarla 20 yaşındaki Ali Ödük, 22 yaşındaki Halil Can’ı infaz etti. Aynı tarihte, Farqîn/Silvan’da henüz nedeni öğrenilmeyen bir patlama meydana geldi. Patlamada 13 yaşındaki Fırat Simpil yaşamını yitirdi.

-5 Eylül’de, Dersim’de özel harekat polisleri 26 yaşındaki Ayten Günhan’ı katlettiler.

-9 Eylül’de, Cizîr’de, 55 yaşındaki Eşref Edin ve 10 yaşındaki kızı keskin nişancılar tarafından katledildi.

-10 Eylül’de, Dicle Mahallesi’nde oturan amcasının evinden kendi evine dönen Bünyamin İrci, özel harekatçılar tarafından infaz edildikten sonra Nur Mahallesi’ndeki konteynerlerden birine atılırken, aynı gün 10 yaşındaki Selman Ağar ve Sait Nayici keskin nişancılar tarafından katledilirken; Wan’da 12 yaşındaki Rıdvan Abalı tavana asılmış bir şekilde asılı olarak bulundu.

-11 Eylül’de, Cizîr’de 75 yaşındaki Mehmet Erdoğan polislerce katledildi.

-12 Eylül’de, Amed Bağlar’da evinin önünde oturan 18 yaşındaki Ruken Demir, polis tarafından zırhlı araçtan nişan alınarak kafasından vuruldu.

-15 Eylül’de, Wan’da polisin silahla vurup sonra yanına gelip ayağıyla başını ezdiği 18 yaşındaki Vedat Balık yaşamını yitirdi.

-25 Eylül’de, Şirnex Çarşı merkezinden köylere kadar birçok yeri havan topları ve zırhlı araçlarla tarayan devlet 3 kişiyi katletti.

-28 Eylül’de, 9 Eylül’de Farqîn/Silvan’da polis kurşunuyla yaralanan 16 yaşındaki Bilal Mengil tedavi gördüğü Êlîh/Batman’da yaşamını yitirdi. Aynı tarihte, Bismîl’de Agit Yıldız ve Halil Kurtiş özel harekat timlerince katledildi.

-29 Eylül’de, sıkıyönetim kararının kalkmasına rağmen devlet terörünün durmadığı Bismîl’de Elif Şimşek’ten sonra, parkta oturan 12 yaşındaki Berat Güzel adlı bir çocuk daha polis tarafından katledildi.

-1 Ekim’de, Şirnax’ın Yeşilyurt Mahallesi’nde Abdulhamit İnal ile soyadı öğrenilemeyen Erdal isimli bir kişi polis tarafından katledildi.

-3 Ekim’de, Nisêbîn’de ilan edilen sokağa çıkma yasağında keskin nişancılar 50 yaşındaki Ahmet Sönmez’i katletti.

-4 Ekim’de, Amed’de iki ayrı noktada aynı dakikalarda öldürülen Ömer Koç (16) ile Rezan Kaya (20) isimli gençlerin her ikisi de, Kürdistan’a gönderilen JİTEM elemanlarının kullandığı Ford Ranger marka araçlardan açılan ateşler sonucu katledildi.

-5 Ekim’de, Wan Özalp’te, asker ve özel timlerin saldırısında başından vurularak ağır yaralanması sonrası 1 Ekim tarihinden bu yana tedavi altında tutulan Ömer Faruk Satılmış, yaşamını yitirdi.

-6 Ekim’de, Bismîl’de gerçekleşen saldırıda 4 kişi katledildi. Bunlardan 2’sinin polis tarafından kafası kesildi!

-8 Ekim’de, Amed’în Farqîn/Silvan’da 9 yaşındaki Hasan Yılmaz okulunun yakınındaki bir cismin patlaması üzerine yaşamını yitirirdi. Aynı tarihte, Gever’de polis 17 yaşındaki Adem Sevinç’i katletti.

-10 Ekim’de, Sûr’da evinin çatısında güvercinlerine bakan Halil Tüzülerk polislerce katledildi.

-12 Ekim’de, Mêrdîn’de 18 yaşındaki İdris Cebe, polisler tarafından kulağının arkasından tek kurşunla infaz edildi.

-15 Ekim’de, Gever’de 16 yaşındaki Diyar Ertaş, polislere ait zırhlı araçtan açılan ateşle katledildi.

-16 Ekim’de, Gever’de 12 yaşındaki Diyar Akın polis tarafından vurularak katledildi.

Operasyonlar ve Katliamlar:

– 20 Temmuz’da, SGDF’nin çağrısıyla, Kobane’nin yeniden inşa çalışmalarına katılmak üzere farklı şehirlerden Urfa, Suruç’a giden 300 gencin, Amara Kültür Merkezi’nde düzenlediği basın açıklamasına IŞİD bombalı saldırı gerçekleştirdi. 33 kişi yaşamını yitirirken 100’den fazla kişi yaralandı.

-7 Ağustos’ta, Silopî Zap Mahallesi’ni abluka altın alan polis, halkı taradı. Polisin silahlı saldırısı sonucu 58 yaşındaki Hamdin Ulaş, 17 yaşındaki Mehmet Hıdır Tanboğa, 27 yaşındaki Kamuran Bilin yaşamını yitirdi, 7 kişi ise yaralandı. Polisin 6 evi de ateşe verdi. Mehmet Hıdır Tanboğa yaralı halde hastaneye giderken polislerin aracı taraması sonucu infaz edildi.

-13 Ağustos’ta, Agirî’nin Diyadin ilçesinde özel harekat polislerin ilçeyi rastgele taraması sonucu fırında çalışan 16 yaşındaki Orhan Aslan, 15 yaşındaki Muhammet Aydemir ve 29 yaşındaki Havzullah Doğan yaşamını yitirdi.

-17 Ağustos’ta, özyönetim ilan edilmesinin sonrasında Farqîn/Silvan’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasağın sürdüğü ilçede 18 Ağustos günü 4 kişi katledildi.

-18 Ağustos’ta sokağa çıkma yasağın devam ettiği Gimgim/Varto’da yaşanan çatışmalarda 4 kişi yaşamını yitirdi. Aynı tarihte Farqîn/Silvan’da başından vurulan 22 yaşındaki Serhat Bilen yaşamını yitirdi.

-19 Ağustos’ta, Farqîn/Silvan’da sokağa çıkma yasağı nedeniyle yaşanan çatışmalarda, 3 kişi yaşamını yitirdi.

-20 Ağustos’ta, Mêrdîn’de artan askeri operasyonlara karşı eylem gerçekleştiren halka polis saldırısı gerçekleştirdi. Gerçekleşen saldırıda 19 yaşındaki Ali Akpınar yaşamını yitirdi.

-27 Ağustos’ta, Gever’de Orman, Kışla ve Mezarlık mahallelerine polis ve askerler tarafından ağır silahlar ve havanlarla saldırı düzenlendi. Düzenlenen saldırıda 4 kişi yaşamını yitirdi. Onlarca kişi yaralandı. Cizîr’de 7 yaşındaki Baran Çağlı ve hastaneye kaldırılmasına polislerin izin vermediği Mesut Sanrı katledildi. Şirnex’ta 16 yaşındaki Adem İrtegün katledildi.

-1 Eylül’de, Colemerg/Hakkari’de özel harekat polislerinin panzerden açtığı ateş sonucu 18 yaşındaki Ali Kaval yaşamını yitirdi.

-4 Eylül’de, Mêrdîr Nisêbîn’de polisler, etrafa rastgele ateş açarak Lokman Süne’yi katlettiler.

-4-12 Eylül Cizîr Katliamı: 12 Ağustos’ta ilan edilen özyönetimlerle başlayan halk direnişine, 4 Eylül günü sokağa çıkma yasağı getirilmişti. Yasağın gerçekleştiği ilçeye giriş ve çıkışlar yasaklanmış, elektrik, su ve mobil şebeke ağları kesintiye uğramıştı. Gerçekleşen devlet saldırısında 22 kişi yaşamını yitirmişti. Bunlar arasında 35 günlük bebekten 7 çocuk annesi Meryem Süne de var: Mehmet Emin Levent (21), Hacı Ata Borçin (70), Xetban Bülbül (65), Sait Çağdavul (19), Muhammed Tahir Yaramış (35 günlük), Cemile Çağırga (13), Osman Çağlı (18), İbrahim Çiçek (80), Meryem Süre (53), Özgür Taşkın (20), Seyit Eşref Erdin (60), Zeynep Taşkın (18), Maşallah Edin (35), Sayit Nayici (17), Selman Ağar (10), Bünyamin İrci (15), Mehmet Dikmen (70), Bahattin Sevinik (50), Suphi Saral (50), Mehmet Erdoğan (75) ve Mehmet Emin Açık (70).

-27 Eylül’de, Êlîh/Batman Bismîl’de halkın üzerine ateş açan polis, Şimşek ailesine ait eve bomba attı. Bombalama sonucu 8 yaşındaki Elif Şimşek adlı çocuk yaşamını yitirdi.

-10 Ekim’de, Ankara’da KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin düzenlediği Barış Mitingi’nde meydanda gelen iki ayrı patlamada 106 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı.

-12 Ekim’de, Sûr’da polislerin mahalleyi rastgele taraması sonucu 12 yaşındaki Helin Şen isimli çocuk, başına ve vücuduna isabet eden kurşunlarla yaşamını yitirdi.

-17 Ekim’de, İstanbul Küçük Armutlu’da polisler, evini bastığı Dilek Doğan’ı vurdu.

-19 Ekim’de, Farqîn/Silvan’da 2 gündür devam eden sokağa çıkma yasağında 16 yaşındaki Fırat Gensur katledildi.

Cenazeleri Teşhir:

-10 Ağustos’ta, Gimgim/Varto’da HPG gerillaları ile TC askerleri arasından yaşanan çatışmada Ekin Wan yaşamını yitirdi. Katledilen Ekin Wan’ın soyularak sokaklarda teşhir edilen cenazesine, işkence yapıldı.

-9 Eylül’de, Colemerg/Hakkari’nin Şemzînan ilçesinde HPG’lilere ait olduğu belirtilen 7 cenaze bulundu. Parçalanmış halde bulunan cenazeler ormanlık alanda köylüler tarafından fark edildi.

-16 Eylül’de, Gimgim/Varto’nun Kulan bölgesindeki “Şehit İsmail ve Şehit Ronahi Şehitliği”nin çevresindeki alanları bombalandı.

-22 Eylül’de, Qers Sarıkamış’ta yaşamını yitiren bir HPG’linin kollarına ip geçiren askerler, uçurumdan aşağı sarkıttıkları cenazesi ile fotoğraf çekerek sosyal medyada paylaştı.

-2 Ekim’de, Amed Farqîn/Silvan’da, asker ve polislerin halka yönelik saldırısı sonucu aralarında 16 yaşındaki Vedat Akcan’ında olduğu 4 kişi yaşamını yitirdi. Vedat Akcanım cenazesi polislerce yerde sürüklendi.

– 2 Ekim’de, Şirnex’ta özel harekat timleri, Hacı Lokman Birlik’i katletti. Özel harekat timlerince infaz edilen Birlik’in cansız bedeni akrep tipi zırhlı araca halatla bağlanarak yerde sürüklenerek işkence edildi.

-16 Ekim’de, Dersim’de gerilla mezarlığı ve içinde bulunan cemevi bombalanarak yerle bir edildi.Dersim Katliamı’nda katledilenlerin kemiklerinin olduğu mezarlıklar bombalandı.

Meydan Gazetesi- 7 Haziran'dan 1 kasıma 2

İki seçim arası zaman diliminde, zorbalığın ulaştığı boyutu anlamak açısından yukarıda verdiğimiz tarih ve yerlerde yaşananları bir veriden çok daha fazlası olarak okumak gerek. Özellikle Ankara bombalaması sonucu iyice belirginleşen devlet- IŞİD ilişkisi, belge düzeyinde ispatlanmış durumda. Delil yetersizliğinden serbest bırakılan IŞİD çeteleri, Amed-Suruç-Ankara bombalamalarını gerçekleştirenlerin telefon kayıtları, seyahat özgürlüğü kapsamında değerlendirilen Suriye sınırından giriş-çıkışları, yaşanan katliamların, infazların ve operasyonların sorumlusu konumundakinin kim olduğunu açık bir şekilde gösteriyor.

Seçimleri Zorlaştırmak

1 Kasım Seçimleri’nin yaklaştığı süre içinde seçim propagandasını zorbalık aracılığıyla gerçekleştiren devlet, her seçim takındığı “demokratik” maskesinden uzak bir şekilde İstanbul’dan, Çorum’a HDP binalarına dönük saldırıları organize etmekle kalmadı, Kürtlere ait iş yerleri de bu saldırılardan nasibini aldı. Seçim zorbalığı bütün bunların dışında, seçimler yaklaşırken teknik açıdan da artmaya devam etmekte. Yüksek Seçim Kurulu’nun aksi yöndeki kararına rağmen özellikle Kürdistan’da seçim sandıklarının yerleri değiştirildi. Sandıklar taşındıktan sonra oluşan durumda, Cizre’de 66 bin kişi, 6 okulda, 93 sandıkta oy kullanacak. Bunun gerçek olması için, dakikada 32 oy kullanılması gerekiyor. Cudi, Silopi, Batman ve Ağrı Tutak’ta da durum benzer.

“İcra Hükümeti”, aynı süre içinde 9 ilde 18 belediye eşbaşkanı ve 2 il genel başkanı tutukladı. HDP’nin seçim beyannamesi, içerisinde “özyönetim” ibaresi geçtiğinden dolayı yasaklandı. Tüm bu teknik zorlamalar yetmezmiş gibi Davutoğlu Van Mitingi’nde “Biz olmazsak bu sokaklarda Beyaz Toroslar gezer” diye Kürt halkına alttan mesaj vererek zorbalık politikasını miting düzeyinde bile işletti. Özellikle ‘90lı yıllarda devlet tarafından bu araçlarla kaçırılıp katledilen insanlar anımsatılıp, Kürt halkı korkutulmaya çalışıldı. Sanki Kürdistan’da şu an yaşanmakta olanlar çok da farklıymış gibi…

Yakın zamanda farklı mecralarda konuşulan seçim sürecine ilişkin ihtimallerden biri de, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’nın 78. maddesine dayanarak “Savaş halinde seçimleri bir yıl erteleme yetkisi”ne başvurup, İcra Hükümeti’nin ömrünü biraz daha uzatma durumu.

Değişen Yöntem, Değişmeyen Ne?

Seçimlerde bir yöntem değişikliğine gidildiğini kabul etmek gerekiyor. Savaşla bu kadar iç içe geçmiş bir seçim süreci daha önceki dönemlerde bu kadar açıktan işledi mi bilinmez, ancak açık bir gerçek var o da değişmeyenin devletin tutumu olduğu. İçinden geçmekte olduğumuz süreci iyi analiz etmek çok önemli. Çünkü bu süreç, 1 Kasım Seçimleri sonrasında oluşabilecek bir durumun öngörülmesi noktasında yararlı olacaktır. 1 Kasım Seçimleri sonrası oluşamayan bir hükümet, devletin zorbalık uygulamalarının benzer bir şekilde devam edeceğini gösterirken; tam tersi olarak seçim sonrası ortaya çıkan güçlü bir hükümet neyin göstergesi olacaktır? Devletin 2 seçim arasındaki süreçteki gayrı meşru uygulamalarının bir meşruluğa kavuşacağının… Devlet zorbalığından bir şey kaybetmeden siyasi, ekonomik ve toplumsal baskısını “seçilmiş” olmanın kılıfıyla uygulayacaktır. Yani 7 Haziran öncesinde olduğu gibi.

Emrah Tekin – Serhat Budak

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” 7 Haziran’dan 1 Kasım’a Seçimlerde Değişen Yöntem ZORBALlK” – Emrah Tekin Sehat Budak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/24/7-hazirandan-1-kasima-secimlerde-degisen-yontem-zorballk-emrah-tekin-sehat-budak/feed/ 0