The post 12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşadığımız coğrafyada toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal olarak değişimine neden olan 12 Eylül Darbesi’nin üzerinden 40 yıl geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi, 1970’lerin özellikle ikinci yarısından itibaren yükselişe geçen devrimci sokak muhalefetini bastırmak ve ekonomik olarak da devletin kapitalist karakterini küresel anlamda esen neo-liberalizm rüzgarına entegre etmek gibi bir “işlevsellik” taşıyordu. Bu bağlamda 12 Eylül’ü, aynı yılın 24 Ocak tarihinde ilan edilen, ekonomik anlamda yapısal dönüşüm sağlayan kararlardan ve o kararın “mimarlarından” Turgut Özal ile onun temsil ettiği, şu anda da iktidarda bulunan, kendilerini de devamcısı addettikleri siyasi gelenekten ayrı düşünemeyiz. Dolayısıyla 12 Eylül, sadece askeri bir kliğin iktidarı ele geçirmesi değil, “sivil siyasette de” uzantıları olan ve toplumu siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda “dönüştürmeye” odaklı bir darbedir.
12 Eylül’ün bu askeri ve “sivil” bileşenlerinin dışında, mevcut muhafazakar iktidarın güç tahkimini ve “yol temizliğini” kolaylaştıran, dış politika bağlamında bir başka faktörün de -bir başka söylemle fırsatın- altı çizilmeli. Dönemin Soğuk Savaş koşulları içinde düşünülmesi gereken bu “fırsatın” dinamiklerinden biri, ABD’nin SSCB ve komünizm tehdidine karşı devletlerin muhafazakar yapılarını güçlendirmeyi hedefleyen ve “Yeşil Kuşak Doktrini” olarak adlandırılan projesiydi. 1979’daki SSCB işgali sonrası ABD’nin ilk olarak Afganistan’da hayata geçirdiği bu proje, 12 Eylül Darbecileri için son derece kullanışlı oldu, askeri yönetim dönemi sonrası da istisnasız tüm iktidarlar için geçerliydi.
Bölgesel iktidar değişiklikleri bağlamında ise 12 Eylül’ü “çağıran” bir diğer gelişme 1979’da İran’da ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki olan Şah Rejimi’nin devrilmesiydi. Afganistan ve İran’dan sonra bölgede bir diğer önemli müttefiki kaybetme kaygısı yerini, 1974’teki Kıbrıs işgali ile başlayan ambargonun sessiz sedasız bitirilmesi ve nihayetinde 12 Eylül’ün ilk saatlerinde darbenin Washington’a “our boys did it- bizim çocuklar başardı” şeklinde müjdelenmesine bıraktı.
12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbe, 24 Ocak 1980’de ilan edilen yol haritasını eksiksiz bir biçimde uygulamak gibi bir hedefe sahipti. Ancak bu “hedefi” gerçekleştirmek için yaşanan grevleri, direnişleri, fabrika işgallerini ve bütün bu devrimci dinamiği harekete geçiren toplumsal örgütlenmeyi ortadan kaldırmak gerekiyordu. Darbenin, devrimcilere yönelik idamlar, hapis cezaları, işkenceler şeklinde tezahür eden bilindik “rakamsal” sonuçlarının dışındaki asıl bakiyesi ise -günümüzde x,y,z kuşağı gibi tanımlamalarla da karşılanan ve dönemsel olarak başarılı olduğu söylenebilecek- toplumun depolitizasyonu oldu. Ancak 12 Eylül’ün murad ettiği depolitizasyonun 1987-88 öğrenci direnişleri, işçilerin sokaklara çıktığı ve 1990’daki Zonguldak Madenci Grevi-Ankara Yürüyüşü ile devamını getirdikleri 1989 Bahar Eylemleri, 1980’lerin ikinci yarısında yükselişe geçen Kürt Özgürlük Mücadelesi, devletin yasakladığı her 1 Mayıs ve Newroz’da alanlara çıkılarak, günümüze gelindiğinde de Gezi Direnişi gibi toplumsal ve tarihsel kesitlerde tıkandığı görüldü.
İçinden geçtiğimiz süreçte ise 12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştiren ya da darbeyi zımnen destekleyen kimi aktörleri hoşnut edecek gelişmeler gündemden düşmüyor. Korona Krizi’nin başında, devletin en tepesindeki ismin patronlara yönelik “yüzünüz gülüyor” komplimanları, dönemin patron örgütü TİSK Başkanı Halit Narin’in 12 Eylül’ü selamladığı “şimdi gülme sırası bizde” şeklindeki coşkusunun 40 yıl sonraki güncellenmiş hali. Benzer şekilde aynı “tepe ismin” patronlara, OHAL sayesinde grevleri engelleme icraatlarını duyurması da zihinlerdeki tazeliğini koruyor. Diğer taraftan darbenin “mağdurları” arasında gösterilen MHP’lilerin o dönem 12 Eylül’ü “fikri iktidarda kendisi zindanda” şeklinde tanımladığını hatırladığımızda, aradan geçen 40 yılın MHP’ye fikren ve bedenen bir iktidar bahşettiğini görüyoruz.
Aradan geçen 40 yılda Kürtler açısından devlet baskısı anlamında değişen çok fazla bir şeyin olmadığı ise sembolik anlatımı güçlü bir cümlede özetlenebilir: “Kamber Ateş nasılsın?”. Dönemin Kürt siyasi tutsağı Kamber Ateş’in hapishane görüşüne gelen annesinin ezberleyebildiği tek Türkçe cümle olan ve görüş boyunca defalarca tekrarlanan “Kamber Ateş nasılsın?” sözleriyle 12 Eylül, Kürtlere sadece ve sadece Türkçe konuşmayı dayatmıştı. Aradan geçen 40 yılda, kayyum atanan belediyelerdeki Kürtçe tabelaların, park ve meydan adlarının değiştirilmesi, mahkeme tutanaklarına geçen “bilinmeyen bir dil” ibareleri aslında 40 yıl öncesi ile sınırlı olmayan inkar politikasının bugün de devam ettiğini gösteriyor.
Ancak tüm baskılarına rağmen darbeler, ezilenlerin örgütlenme ve mücadelelerini tamamen bitiremiyor. Gerçekleşen her darbe sonrası, orta ya da uzak bir zaman diliminde yükselişe geçen mücadeleler, toplumdaki mücadele dinamiklerinin darbelerle tümden ortadan kaldırılamayacağını gösterdi. İçinden geçtiğimiz süreçte de bu genel doğrunun altını çizmek gerek. 12 Eylül mirasçısı mevcut iktidar, ilan edilmiş ya da fiili OHAL’ler ile bu dinamikleri ve bu dinamiklerin harekete geçme potansiyelini ortadan kaldırdığını düşünedursun, devletin ortadan kaldıramadığı bu toplumsal dinamikler çatlakları derinleştiriyor ve iktidarın içinde bulunduğu krizi perçinliyor.
Emrah Tekin
The post 12 Eylül Devlettir, 12 Eylül Kapitalizmdir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bir Darbe, İki “Teferruat” :Erdal Eren- Ercan Koca appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bugün 13 Aralık. 12 Eylül Askeri Darbesi sonrası devlet tarafından katledilen devrimciler arasında simgeleşen isimlerden biri olan Erdal Eren’in, yaşı büyütülerek idam edilmesinin 38. yıldönümü. 13 Aralık 1980 günü Erdal Eren, idam sehpasında katledilirken, yoldaşı Ercan Koca da devletin kolluk güçleri tarafından işkence edilerek yaşamını yitirmişti.
Her ikisi de 17 yaşında genç birer devrimci olan Erdal Eren ve Ercan Koca’yı ölüme götüren süreç,30 Ocak 1980’de ODTÜ’lü devrimci Sinan Suner’in MHP’li bakan Cengiz Gökçek’in koruması tarafından katledilmesiyle başladı.Erdal Eren, Suner’in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen eylemde gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Eylem sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, olay tarihinde 17 yaşından küçük olmasına rağmen yaşı büyütülerek dönemin sıkıyönetim mahkemelerince jet hızıyla “yargılandı” ve 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi.12 Eylül darbesi sonrası, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980’de sabaha karşı infaz edildi.
Erdal Eren’in idamının ardından aynı gün saat 17:00 sıralarında, pankart asarak yoldaşı Erdal’ın devlet tarafından katledilmesine tepkisini dile getirmek isteyen Ercan Koca, 13 Aralık 1980 günü gözaltına alındı. Aynı gün işkence edilerek öldürüldü. O da, yoldaşı Erdal gibi, henüz 17’sindeydi.
İki genç devrimci olan Erdal ve Ercan 12 Eylül darbecilerinin kanlı diktatörlüklerini kurmak için katlettiği iki teferruattı.
Kaynak: Teferruatlar
The post Bir Darbe, İki “Teferruat” :Erdal Eren- Ercan Koca appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bolivya’da Faşist Darbe appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bolivya’da faşistlerin gerçekleştirdiği darbe sonrasında devlet Başkanı Evo Morales istifa etti. İstifa sonrasında faşist grupların sokak eylemlerindeki şiddetin dozu arttı. Yerli bir kadın boğularak katledildi. Bolivya’nın yerli halklarını simgeleyen whipala denilen bayrakları yakılırken polisler de armalarında bulunan whipala’ları kesti. Morales’e yönelik tutuklama kararı çıkarıldı.
The post Bolivya’da Faşist Darbe appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Venezuela’da Darbe Tartışmaları Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Venezuela’ da muhalefetin lideri konumundaki Juan Guaido ülke yönetimine el koyduğunu ilan etti. ABD ve Kanada, Juan Guaido yönetimini anında tanıdı. Trump Venezuela darbe tartışmalarıyla ilgili “Juan Guaido bizim için meşru başkandır” dedi.
Maduro Mayıs 2018’de düzenlenen seçimleri kazanmış, seçim süreci şaibeli olduğu iddiasıyla birçok tartışma yaşanmış ve ikinci bir dönem için yemin etmesinin ardından oylamayı kabul etmeyen muhalefet dün sokaklara dökülmüştü. Bu eylemler sırasında Guaido kendini geçici devlet başkanı ilan etti. Maduro, “darbe” yapmakla suçladığı ABD’yle diplomatik ilişkilerini kestiğini açıkladı.
The post Venezuela’da Darbe Tartışmaları Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 28 Şubat Davası’nda Karar Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>28 Şubat darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 103 sanık hakkında açılan davanın 105. celsesi görüldü ve mahkeme kararlarını açıklamaya başladı.
Mahkeme aralarında emekli korgeneral Engin Alan’ın da bulunduğu 68 sanığın beraatına karar verirken İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Çetin Doğan ve Kemal Gürüz’ün de aralarında bulunduğu 21 kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi.
Müebbet hapis cezasına çarptırılan İ.Hakkı Karadayı, Çevik Bir ve Çetin Doğan hakkında, yaşları ve sağlık durumları nedeniyle tutuklama kararı verilmedi. Müebbet hapis cezası alan sanıklar için adli kontrol şartı ve yurt dışı çıkış yasağı getirildi.
The post 28 Şubat Davası’nda Karar Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletin Askeri Darbeler Tarihinde Bugün: 12 Mart 1971 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>50 yıl önce bugün, 12 Mart 1971’de TSK’nin üç kuvvet komutanı ve Genelkurmay Başkanı tarafından “muhtıra” adı altında bir askeri darbe gerçekleştirildi. Generallerin TRT haber bültenlerinden okunan muhtırası sonrası, Süleyman Demirel başbakanlığındaki Adalet Partisi(AP) hükümeti düşürüldü. 12 Mart darbesi, üç gün öncesinde, 9 Mart’ta TSK içindeki bir başka klik tarafından tasarlanmış, ancak “emir-komuta zinciri” içinde olmadığı için teşebbüs aşamasında kalmış bir başka cuntaya karşı gerçekleştirilmiştir. 9 Mart darbe girişiminin başarısız olmasını ise, darbecilerin içine sızan MİT’çiler Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür’ün Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve İstanbul 1. Ordu Komutanı Faik Türün’e verdikleri rapor sağlamıştı.
12 Mart darbesi sonrası devlet tarafından, parlamento ve siyasi partiler kapatılmadı ancak, devrimcilere yönelik olarak, idam cezaları ve infazlara uzanan bir baskı oluşturuldu. 26 Nisan’da ilan edilen sıkıyönetim ile birlikte, ilerleyen yıllarda artacak sivil faşist saldırılar, yine devlet desteğinde örgütlenmeye başladı. Sıkıyönetim ilanının bahanesini ise, İstanbul’da Vezneciler’de faşistlerin üniversiteyi işgal girişiminin devrimciler tarafından önlenmesi, 29 Mart’ta Ankara’da Kurtuluş Lisesi önündeki faşist saldırıda üç devrimcinin yaralanması, 31 Mart’ta İTÜ’nün, 1 Nisan’da Robert Kolej’in “işgal edilecekleri” gerekçesiyle kapatılmaları gibi olaylar oluşturdu.
20 Mart 1971’de Batman’da üç bin köylü kent meydanında, yaşadıkları ekonomik sıkıntılar nedeniyle yaparken, yine aynı günlerde Grundig elektronik fabrikasının işçileri, 80 günü aşkın grev yaptılar. 25 Mart’ta Samsun Alaçam’da, tütün üreticilerinin Tekel’in tütün satmasını engelleyerek gerçekleştirdikleri direnişte 8 kişi tutuklandı.
Devlet 12 Mart 1971 ile, 20. yüzyılın başlarında başlattığı darbe geleneğinin önemli kilometre taşlarından birini döşerken, ilerleyen yıllarda bu “geleneği” 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve son olarak 15-20 Temmuz 2016’da gerçekleştirdiği, açık-örtük, başarılı-başarısız darbelerle sürdürdü.
The post Devletin Askeri Darbeler Tarihinde Bugün: 12 Mart 1971 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Zimbabwe’de Tanklar Sokağa Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bunun üzerine Zimbabwe Ordusu, Zimbabwe Bağımsızlık Savaşı Gazisi olan Mnangagwa ve destekçilerinin tasfiyesine karşı tavrını belirtmek için pazartesi günü sert bir açıklama yaptı.
Mnagagwa için ”adım atmaya” hazır olduklarını da söyleyen ordu, görgü tanıklarının ifadesine göre Başkent Harare’ye doğru dört tank yolladı. Tankların bir kısmı Harare’ye 20 km uzaklıkta ana yol kenarında beklediği söyleniyor. Yerel basında darbe iddiaları dolaşıyor.
#Zimbabwe Harare military armoured vehicles block road to presidential guard barracks Video @ali_naka pic.twitter.com/CGYwsV8Dkt
— Evelyn Tremble (@DrumChronicles) 14 Kasım 2017
#UPDATE Tank convoy seen outside #Zimbabwe capital #Harare, witnesses tell AFP, day after army warned it could intervene over purge of ruling party officials https://t.co/xB0gNkWXo7 pic.twitter.com/oQOX0n4KWt
— AFP news agency (@AFP) 14 Kasım 2017
The post Zimbabwe’de Tanklar Sokağa Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın dört bir yanında, kadınların mücadelesi, kadınların dayanışmasıyla sürüyor. Erkek egemen sistemde, kadınların yaşadıkları adaletsizliklere karşı, milyonlarca kadın sokakları doldurup öfkelerini haykırıyor.
Son yıllarda, Güney Amerika’da yükselmekte olan kadın mücadelesi, Arjantin’de kadın katliamlarına karşı oluşturulan Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) eylemleri ve kampanyası ile geniş yankı uyandırırken, Şili’de son yıllarda gerçekleştirilen kürtaj eylemleri de bu yankının devamı oldu.
Kadınların örgütlü mücadelesi ile; kadın katliamlarının, taciz ve tecavüzlere karşı Şili’de binlerce kadının sokaklara döküldüğü eylemler sokak eylemleri gerçekleştirildi. 2013 yılından bu yana yapılan eylemlerde, dünyanın en kalabalık kadın eylemlerinden birine Şili sahne oldu.
1973’te, darbe ile yönetime geçen ve 1990 yılına dek yönetimini sürdüren diktatör Pinochet, 1989 yılında çıkardığı yasayla, koşulu ne olursa olsun kürtajı yasaklamıştı. Kadınların kürtaj yasağının kaldırılması için verdiği mücadele, yıllardır sürmekteydi, son yıllarda daha da aktif hale gelmişti.
Temmuz ayında, Şili’de, meclise önerilen yasa tasarısında, kürtajın kısmen yasallaşması vardıi. Tecavüz, anne sağlığına zarar gelmesi veya doğumun başarılı gerçekleşmeyeceğinin bilinmesi durumlarında; kürtajın yapılması önerilmiş ve yasa tasarısı meclis tarafından kabul edilmişti. Yasa tasarısının kabulünün ardından, Muhafazakar parti UDİ, Anayasa Mahkemesi’ne, ret talebinde bulundu. Muhafazakar partinin kürtaj yasağının kaldırılmasının önüne koyduğu engel, Şili’de on binlerce kadının sokaklara dökülmesine neden yol açtı.
Anayasa Mahkemesi’nin 22 Ağustos’ta açıkladığı karar ile; kürtaj kısmen yasallaşmış oldu. Ancak bu yasallaşmadan önce, Şili’de kadınlar, kürtaj yasağına karşı pek çok alternatif klinik oluşturmuş, “legal olmayan yollarla” kürtaj yapıyor/yaptırıyorlardı. Hatta, 2010-14 yılları arasında kürtaj yaptığı ve yaptırdığı gerekçesiyle 70 doktor ve kadın tutuklu bulunuyordu.
Şili’de eylem sürecini kazanıma dönüştüren kadınlar için ise mücadele devam ediyor. Kısmen yasallaşmanın istenilen sonuç olmadığını söyleyen kadınlar; kadın katliamlarına, tacize, tecavüze karşı dayanışmayı büyütmek için sokakları doldurmaya devam ediyorlar.
Dünyanın dört bir yanında direnen kadınlara selam olsun!
Dayanışmamız kazanacak!
The post Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Referandumun Hemen Ardından OHAL Uzatılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin basını CNN Türk, bugün önce MGK, ardından da Bakanlar Kurulu’nun toplanacağını, OHAL’in bir kez daha uzatılacağı haberini servis etti.CNN Türk söz konusu haberini Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’ye dayandırdı.
The post Referandumun Hemen Ardından OHAL Uzatılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Terörün Eğitimi Eğitimin Terörü” – Şeyma Çopur, Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TERÖRÜN EĞİTİMİ
Devlet, dönemsel stratejilerini ve kendi propagandasını her alanda, türlü yollarla bizlere aşılamaya çalışır. Devletin bu propagandalarına izlediğimiz televizyonla, okuduğumuz gazetelerle, özellikle neredeyse her gün gittiğimiz okullarda öğretmenlerle, müdürlerle, disiplin kurullarıyla maruz bırakılıyoruz.
İktidarın idamı gündeme getirdiği bir dönemde, ilkokula giden arkadaşımızın karne günü yaptığı bir röportajda “Cumhurbaşkanı olup idamı getireceğim; darbecileri idam edeceğim” demesi de işte bu yüzden bizleri şaşırtmadı. Çünkü özellikle 15 Temmuz sonrası devletin hemen herkeste oluşturmak istediği düşünce buydu; her okulda dağıtılan “Teröre karşı milletiz” kitapçıkları, yapılan 15 Temmuz anmaları ve öğretmenlerin derslerde sürekli olarak bu konuyu işlemesi birer örnekti. İktidarla aynı düşüncede olan bir öğretmenin öğrencilerin eline verdiği idam ipiyle çektirdiği fotoğraflarsa, bahsettiğimiz bu propagandanın boyutunu apaçık gösteriyordu.
EĞİTİMİN TERÖRÜ
Okula girdiğimiz andan itibaren eğitimin terörüyle karşılaşırız. Okul bahçesinde girdiğimiz nizami sırada, okuduğumuz marşlarda ve yapılan törenlerde, terörün bir parçası olmak için yemin ettiriliriz. Dört duvar arasında sıkışıp kaldığımız odalarda öğretilen her bilgi, bizleri devletin terörüne entegre etmek içindir. İsteyip istemediğimiz sorulmadan bize öğretilen her bilgi, birçok şeyin algılarımızda kalıcı yerler edinmesine sebep olur.
Eğer tüm okul yaşantımız boyunca Türk olmak bizlere övülmeseydi, düşman diye öğretilenler dost olarak öğretilseydi, savaşlarda ölmenin kutsal olduğu saçmalığı söylenmeseydi; şu anda doğru bildiklerimiz tamamen bir yanlıştan ibaret olmaz mıydı?
Bu sorunun cevabı çok basit. Henüz doğru ve yanlışın ne olduğunu sorgulamadığımız yaşlardan beri bizlere öğretilen bilgiler, doğal ki algılarımıza hatta karakterlerimize kadar işler. Toplumu oluşturan her bireyin bu bilgelere maruz kalmasıyla, toplumun genelinin algısı ve ilişki biçimi iktidarın istediğince belirlenir. Dolayısıyla nefret ilk öğrenildiğinde kişinin bir başkasına hissettiği bir duyguyken; bunun yayılmasıyla toplum, kendinden olmayan herkese ve her şeye öfkeyle bakmaya, nefret duymaya başlar.
Algılarımızın ve eylemlerimizin böylesine belirlendiği ve iktidarın çıkarları doğrultusunda şekillendirildiği bir sistemde sınıfta halay çeken öğrencilerin ceza alması da, istiklal marşını okumayanların okuldan atılması da, henüz ilkokula giden bir çocuğun idamı istemesi de meşrulaşır. Bunun karşısında anadilini konuşmak isteyenler; yaşadığı adaletsizliklere tepki gösterenler; yaşamı ve özgürlüğü için bir araya gelenler de anormalleşmeye; yukarıda bahsettiğimiz nefretin odağı haline gelmeye başlar.
Ancak toplumsal tüm alanlarımızda giderek örgütlenen bu nefret ve şiddet, artık herkese değebilme potansiyeline sahip. Yaşam alanlarını savunanları görmezden gelenler artık kentsel dönüşüm bahanesiyle evlerinden bir gecede atılabilir; erkeğin kadını baskılamasına sessiz kalanlar, günün birinde bindikleri bir otobüste tacize maruz kalabilir; savaşı meşru görenler, bir gün savaş politikalarıyla yaşamlarını yitirebilir…
İktidarın baskısına, devletin terörüne karşı direnmek ve adaletsizliklere karşı mücadele etmek, bahsettiğimiz şiddetten ve nefretten kurtulabilmenin tek yoludur. Bizleri maruz kaldığımız adaletsizliklere karşı direndiğimiz için “anormal” ilan edenlere, terörün eğitimiyle tektipleştirmek isteyenlere, eğitim terörüyle sindirmeye çalışanlara karşı varolabilmek ancak direnmekle mümkündür.
Şeyma Çopur – Meltem Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.
The post “Terörün Eğitimi Eğitimin Terörü” – Şeyma Çopur, Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”5 Saatlik Darbe” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1980 darbesinden bu yana, bu topraklardaki devlet varlığının kaçınılmaz bir siyasi gerçeği olan darbe, 36 yıl sonra 15 Temmuz’unu 16’sına bağlayan gece vuku buldu. İstanbul ve Ankara merkezli gerçekleşen askeri hareketlilikte pek çok devlet binası bir süreliğine bloke edildi. Ankara’da savaş uçaklarının havalanması ve İstanbul’da köprülerin askerler tarafından trafiğe kapatılmasıyla başlayan darbe, Genelkurmay başkanının rehin alınması, sokaklarda tank ve silah seslerinin yükselmesiyle devam etti. MİT Müsteşarlığı binasından TBMM’ye birçok devlet binası F16’lar ve helikopterlerle vuruldu; pek çok yerde asker ve polis arasında silahlı çatışmalar yaşandı. Bu gelişmeleri izleyen süreçte devlet televizyonunun yayını kesilerek canlı yayında “Yurtta Sulh Konseyi” imzası taşıyan darbe bildirisi okundu. “5 saatlik darbe” sona erdiğinde yüz üzerinde asker, 80 üzerinde polis ve 80 üzerinde darbe karşıtı protestocu öldü. Aralarında çok sayıda yüksek rütbeli komutanın bulunduğu 2839 asker gözaltına alındı.
15 Temmuz akşamı TSK, İstanbul ve Ankara’daki bazı devlet binalarının bloke ederek ve stratejik olarak önemli olan Boğaziçi Köprüsü, Atatürk Havaalanı gibi bazı noktaları ve polis merkezlerini kontrol altına alarak darbe yaptı. Bu Darbeye karşı ise iktidar yanlısı gruplar Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın çağrısı üzerine gece boyu nöbetler tutarak, askerlerle karşı karşıya geldi. Tarihte yaşanmış “darbeler” günler sürerken, insanların başını bile evden sokağa çıkartamıyorken, 2016 15 Temmuz’unda gerçekleşen darbe sadece 1 gece sürmüş, 161 kişi hayatını kaybetmiş, binlerce insan yaralanmış, binlerce asker tutuklanmıştı. İşte o gece yaşananlar:
The post ”5 Saatlik Darbe” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sinema: ” Sıkıyönetim “ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Olağanüstü zamanlarda ve durumlarda ülkede güvenliğin sağlanması için ordunun yardımıyla gerçekleştirilen yönetim, örfi idare.”
TDK, Güncel Türkçe Sözlük
“Görünmeyen Ayaklanma” ya da “Sıkıyönetim” adlarıyla Türkçeye çevrilen “Etat de Siege”, 1972 yılında Fransa’da çekildi. Filmlerinde politik suikastlerden, faşist çeteler ve devletler arasındaki işbirliğinden bahsetmesiyle öne çıkan Costa-Gavras’ın, senarist arkadaşı Franco Solinas ile beraber yazdığı film Gavras’ın “Sıkıyönetim Üçlemesi”nin üçüncü filmi. 1963 yılında, Gregoris Lambrakis’in öldürülmesi üzerine çektiği “Z” (Ölümsüz) ve daha sonra 1952 Prag Mahkemeleri döneminde Çekoslovakya’da yaşanılanları konu eden “L’aveu” (İtiraf)’nün ardından yönetmen, serinin bu son filminde 60’lı yılların sonunda Uruguay devletinin şiddetini artırmasıyla başlayan süreci ve sonrasında yaşanılanları anlatıyor.
Film, Ağustos ayında Uruguay’a postallar, tanklar ve uzun namlulu silahlarla gelen kış mevsiminde geçiyor. Otoyollara, sokaklara, caddelere serilmiş yüzlerce kolluk kuvveti, devletin yetiştirdiği yüzlerce ölüm makinesi bütün bir halkı denetimden geçirmektedir.
Uruguay’da Askeri Darbe
Film boyunca hiç yabancı olmadığımız görüntülerle karşılaşırız. Tek suçu yolu kullanmak olan, didik didik aranan şoförler, okullarına polisi sokmadıkları için saldırılan öğrenciler… Toplumun politiğinden, apolitiğine her bireyi darbenin kanlı çizmeleri altında ezilmektedir.
Devlet nereden, ne oranda saldırırsa saldırsın, direniş her daim varlığını sürdürür. Bir yerde iktidar varsa ona karşı direniş de mutlaka oluyor çünkü. Film ilerliyor… Tupamarolar, gerçekleştirecekleri bir eylem için yolda seyahat eden arabalara el koymaya başlıyor. El koydukları arabaların sahiplerini yoksul mahallelerde bir gezintiye çıkarıyorlar. Hemen sonraki sahnede ise bu sefer bir polis şefi, trafikte durdurduğu araçların birinden içeri kafasını uzatıyor ve konuşuyor; “Polis… Özel bir durum nedeniyle arabanıza el koymak zorundayım.” Film, iki el koymanın arasındaki farkları net olarak gösteriyor.
Tupamaros (Tupamaro Gerillaları)
1936’da Uruguay’da kurulan Ulusal Kurtuluş Örgütü’nün yaygın adı. “Söz ayrıştırır, eylem birleştirir” temel sloganlarıydı. İsimlerini Peru köylü direnişinin simgesi Tupac Amaru II’den alan şehir gerillası örgütü, bankaları ve işyerlerini soyup yoksulların ihtiyacını karşıladığı eylemlerle adını duyurdu. 1975’teki askeri darbeyle birçok üyesi zindanlarda tutsak edildi, 300 kadar Tupamaro bizzat devlet tarafından katledildi. 1985 yılında Uruguay’ın sözde “demokrasi”ye dönmesiyle, yasal bir zeminde, parti olarak siyaset yürütmeye başladılar.
Daha sonra Tupamaro’ların, uzun süre takip edip kaçırdıkları kişinin kim olduğunu öğreniyoruz. Philip Michael Santore… 1970’te Tupamaro gerillalarının rehin aldığı Uluslararası Gelişme Örgütü üyesi, Amerikalı Dan Mitrione’dan esinlenilerek yaratılan bu karakter, dönemin Latin Amerika siyasetinde ABD etkisini anlatan kilit rollerden birini üstleniyor. Uruguay polisine, halka gözdağı vermek için işlenen cinayetlerin inceliklerini, işkence tekniklerini öğreten Santore, cezaevlerinde kurşuna dizilen devrimcilerin, eylem yaptıkları için katledilenlerin faili oluyor.
Devletin şiddetini en sert uyguladığı darbe dönemlerinde, devletin propagandası, tetiğe dayalı parmağın sahipleri masum birer kurban, ateş altında olanlar ise “ülkesinin kalkınmasını istemeyen, vatanına milletine saygısı olmayan düşmanlar” olarak sunuyor. Costa-Gavras ise yalın bir hikaye içerisinde bu propagandanın gerçek dışılığını ortaya koyuyor.
Gürşat Özdamar
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Sinema: ” Sıkıyönetim “ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>