The post AFED – Anarşist Federasyon Berlin İşgal Evi Direnişçileri İçin Dayanışma Metni Yayınladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Berlin’de 1990’dan beri faaliyet gösteren Kopi İşgal Evi başlangıçta yaşanmaz bir haldeydi. Ancak anarşistler, sanatçılar ve müzisyenlerle birlikte bir yaşam alanına dönüştürülen Kopi bir çok insana ev sahipliği yapıyor.
Perşembe günü erken saatlerde Köpenicker Sokağı kapatıldı. Ardından Berlin’in Kreuzberg semtinde tahliyelere karşı isyanlar patlak verdi. İşgal evleri ve işgal evleri ile dayanışma gösteren gruplar 9 Ekim Cumartesi günü yapılan bir eylemde Berlin’deki son özerk alanlardan birini savunma konusundaki kararlılıklarını dile getirdiler.
Bu eylemden soo-nra 3500 polis Berlin’e konuşlandırıldı. Polisler, sokaktaki insanlara ve barikatlarda saldırdı. Wagenplatz’da yaklaşık 40 kişi gözaltına alındı.
Ancak yaklaşık 10.000 kişinin katılımıyla “X. Gün – Berlin’de Artık Tahliye Yok” dayanışma eylemi başladı. Mahalleyi ablukaya alan çok sayıda polis ve TOMA’ya karşı binlerce insan “Berlin polisten nefret ediyor.” diyerek slogan attı. Polisler halka saldırdı ve barları işgal etti.
Kaynak: AFED
The post AFED – Anarşist Federasyon Berlin İşgal Evi Direnişçileri İçin Dayanışma Metni Yayınladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ‘Barınamıyoruz Hareketi’ Nöbetinin İkinci Gününde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yüksek kira ücretlerine karşı parklarda sabahlayarak banklarda yatan öğrenciler bugün İstanbul Beşiktaş Şairler Parkı, İzmir Bornova Aşık Veysel Parkı ve Kocaeli İzmit Cumhuriyet Parkı’nda sabahlayacak.
Öğrencilerin talepleri bursların ve yurt kapasitelerinin arttırılması ve kiraların düşürülmesi şeklinde.
Dün gece nöbetlerinin ilk gününde Yoğurtçu Parkı’nda sabahlayan öğrenciler polis tarafından engellenmek istenirken mahalle sakinleri sıcak çay ve çorba getirerek dayanışma göstermişti.
The post ‘Barınamıyoruz Hareketi’ Nöbetinin İkinci Gününde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kolektif 26A Dayanışmaya Çağırıyor: Yeni Bir Yıla Umutla appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>*Ağustos 2009’da ilk kafesini Taksim’de açan Kolektif 26A, Kadıköy’deki kafesini ise 2011 yılında açtı. 2019’da Taksim’de başlayan rantsal dönüşüm ve bu sene başlayan korona krizi sebebiyle Taksim 26A kapansa da “Vazgeçmeyenler oldukça,her bitiş bir başlangıçtır” diyen Kolektif 26A Kadıköy’deki kafesiyle ve atölyeleriyle varlığını sürdürmeye devam ediyor.
—
The post Kolektif 26A Dayanışmaya Çağırıyor: Yeni Bir Yıla Umutla appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yunanistan’da Anarşistlerin Göçmenlerle Dayanışması Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yunanistan’ın Patras şehrinde bulunan, eski fabrika Ladopoulos’ta barınan mülteci ve göçmenlerle dayanışmak için Anarşist Politik Örgütlenme (A.P.O.) bir kampanya gerçekleştirdi. Birçok anarşistin dayanışma gösterdiği kampanyayla göçmen ve mültecilerin gıda ve temel ihtiyaç mazemeleri toparlanıp paketlenerek ihtiyacı olanlara ulaştırılmak üzere gönüllülere teslim edildi.
The post Yunanistan’da Anarşistlerin Göçmenlerle Dayanışması Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Depremzede miyiz? Devletzede mi? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İzmir’de 30 Ekim tarihinde gerçekleşen deprem nedeniyle, devlet kurumlarının verilerine göre 114 kişi yaşamını yitirdi, 1035 kişi yaralandı.
Veya…
İzmir’de 30 Ekim tarihinde gerçekleşen devlet nedeniyle, deprem kurumlarının verilerine göre 114 kişi yaşamını yitirdi, 1035 kişi yaralandı.
Hangi cümlede daha çok anlam düşüklüğü var? Birçoğumuza göre şüphesiz ikinci cümlede. Neden? Çünkü birçoğumuzun bilinci, ikinci cümlenin öznesince oluşturulmuş da ondan. Neden? Çünkü ikinci cümlenin öznesi, birçoğumuzun doğru bildiğini yanlış, yanlış bildiğini doğru yapmış da ondan.
Deprem Doğaldır, Kriz Devlettir
Deprem, herkes tarafından bir kriz anı olarak tariflenir. Gerçekleştiği an, bir kriz anıdır. Ve hiç şüphesiz, devletli toplumlarda kriz anlarında ilk önce gerçekler ölür. Devletlerce bir kriz anı haline getirilen depremlerde de bu böyledir, depremde ilk önce gerçekler ölür. İzmir depremi gerçekleştiği andan itibaren böyle oldu. Depremin ilk saatlerinde büyüklüğü bile farklı kurumlar tarafından farklı rakamlarla açıklandı. Bugün 1000 kişiye İzmir depreminin büyüklüğünü sorsak en çok 6.6, 6.7, 6.9, 7.0 olmak üzere birçok farklı cevap alırız. Bunun nedeni de elbette bu 1000 kişinin dikkatsizliği, ilgisizliği, unutkanlığı, cahilliği olmaz; devletin farklı farklı kurumları tarafından, hiçbirimizin anlamak bile istemeyeceği farklı bürokratik gerekçelerle gerçeğin bile isteye öldürülmesi olur.
İzmir depreminde yine devletin bir kurumunun verilerine göre 58 bina yıkıldı. Herhalde öldürülemeyen gerçeklerden biri bu. Öyle değilse –bu konuda bile yanıltılabiliyorsak- vay halimize…
Yıkılan binaları incelediğimiz zaman hepsinin aşağı yukarı aynı iki ilçede olduğunu görüyoruz. Ama bu inceleme üstü örtülemeyecek bir gerçeği daha gösteriyor bize. 58 binanın neredeyse her biri farklı sokak, semt veya mahallede karşımıza çıkıyor. Neredeyse bir tane bile yan yana iki bina yıkılmamış. Kilometrelerce alanı etkileyen bir deprem farklı 400-500 metrekarelik alanları –bir binanın alanının ortalama 400-500 metrekare olduğunu varsayarsak- farklı şiddetlerde etkilemiyor olsa gerek. Bu bize neyi gösterir? 58 ayrı çürüğü! Eksik malzemeyi, deniz kumunu, paslı demiri, ucuz yaşamı, kesik kolonu, rantı, talanı, rüşveti, birkaç bin lira uğruna binlerce insanın yaşamının çalındığını…
Enkaz Üzerinde Bir Bakan
Arama kurtarma çalışmalarının ilk saatlerinde ekranlarda devletin bir bakanını gördük. Onlarca kamera, mikrofon ve ışık bakanın karşısına birikmişti. Ne kadar da iyi bir bakandı bu bakan, depremin haberini alır almaz tüm programını iptal etmiş, anında olay yerine gelmişti. Acaba bakan hazretleri ne yapacaktı? Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, enkaz altındaki bir çocukla canlı yayında telefonla konuşuyordu. Enkaz altından gelen telefondaki ses imdat diye bağırıyordu. Pek yardımseverdi bakan, canını dişine takmış, o enkaz senin bu enkaz benim geziyordu. Kameralar da onunla geziyordu tabii…
Öyle fedakar bir bakandı ki, yıkıntıların üzerinde dolaşırken bir arama kurtarma görevlisinin, muhtemelen enkaz altındaki biriyle canhıraş telefonla konuştuğunu gördü. Görevliye doğru yöneldi, koronavirüs nedeniyle taktığı maskesini çıkarıverdi. Bir çırpıda telefonu görevlinin elinden aldı, enkaz altındaki kişiyle konuşmaya başladı. Yüzünü, o ana kadar arkasına aldığı kameralara doğru döndü. Sol işaret parmağını kaldırmış telaşlı ama mümkün olduğu kadar ne yaptığını bilen bir yüz ifadesiyle bir şeyler söylüyordu. Olur da gazeteciler bu anları kaçırır diye takım elbiseli bir kişi de telefonla kaydediyordu bu anları.
Televizyondaki ses maç anlatır gibi anlatıyordu: “Sayın bakan telefonu aldı. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli şu anda telefonla konuşuyor. Az önce ekranlarınıza getirmiştik, havadan incelemelerde bulunmuştu, şu anda Bayraklı’da bizzat enkazın başında kendisi…”
Bir depremde enkaz altındaki kişiyle temas kurulabilmişse, hem ne durumda olduğunu anlayabilmek hem de sakin kalabilmesi ve sağlıklı bir şekilde enkaz altından çıkabilmesi için gündelik şeylerin konuşulması, sohbet edilmesi gerektiği biliniyor. Bakanın bu konudaki bilgisi veya deneyiminin görevliden daha fazla olup olmadığını bilmiyoruz, biz bakanı sadece telefonun mikrofonuna sakin ol diye bağırırken gördük o kadar.
Bir Başka Enkaz
Günler ilerledikçe enkazlar kaldırıldı, her enkazın altından ezilenlerin yaşamları çıkarılıyor, aynı televizyonlarda “72 saat sonra gelen mucize” diye servis ediliyordu. Kriz anlarında gerçeğin öldüğünü söylemiştik. Kriz anlarında bazı kavramların anlamları da değişebilir. Örneğin mucize, “devletin rant uğruna işlenmiş bu kadar büyük bir cinayetin üzerini örtmek için ihtiyaç duyduğu şey” anlamını alıverir hemen.
Devletin suçunu örtecek mucizeye dönüşemeyenler, bir rakama dönüşüverir. 13, 58, 76, 102, 114…
Enkazlar kaldırıldıkça yeni enkazlar altında kalmaya başladık. 91 saat sonra enkazdan çıkarılan 4 yaşındaki Ayda Gezgin’in durumu iyiydi. Öyle iyiydi ki, canı köfte ayran istiyordu. Bunu da bir başka bakandan, korona krizinden tanıdığımız Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan öğrendik. Depremde annesi yaşamını yitirmişti Ayda’nın. Bunu bakan söylemedi bize, bunu biz öğrendik.
Milyonlarca Ayda’nın çocukluğunu, gençliğini, yaşamını çalan yüzlerce şirket hemen açıklamalar yayınladı. Biri ömür boyu eğitim masrafını karşılayacaktı, biri kıyafet. Bir zincir restoran Ayda’ya köfte ayran gönderiyoruz diye paylaşım yaptı sosyal medya hesabından. Gazeteler sayfa sayfa mucizeyi yazdı, canlı yayınlar yapıldı. O kadar gürültüden sonra, sessiz sakin babasının kucağında dün taburcu oldu Ayda. Trendyol isimli alışveriş sitesinde hediyelik ürün satışı yapan bir şirket hemencecik bir kupa bardak tasarlamış, üzerine Ayda’nın enkazdan çıkarılırken çekilmiş bir fotoğrafını iliştirivermişti. Arama kurtarma görevlisinin kocaman parmağını tutan Ayda’nın küçücük elinin yanında “Umudunu Asla Kaybetme” yazıyordu. Satılık Umut! Üstelik kargo bedava, kapıda ödeme ve iade garantisi!
Bu sıralarda envai çeşit devlet yöneticisi açıklama üstüne açıklama yapıyordu. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum Türkiye’ye sesleniyor, riskli binalarda oturmayalım diye salık veriyordu. Sıreti isminde gizli Devlet Bahçeli hiç geri kalmadı, “keşke birkaç metrekare fazla pay alma uğruna riskli binalarda oturmak tercih edilmeseydi” diye konuştu. Tercih, hani şu ipotekli, kefilli, 10 yıl geri ödemeli, %40 faizli tercih.
Enkaz Devlettir
Kaldır kaldır bitmedi enkaz. İlerleyen günlerde tamamen yerle bir olmamış bir binadaki dairesinden eşyalarını almak isteyen insanlardan asansör ücreti talep edildiğini öğrendik. Bunu bakanları gösteren televizyonlar söylemedi. Bunu bir cep telefonu kamerasının karşısında “Ben bu devlete yıllardır vergi ödüyorum. Hani nerede bu devlet? Eşyalarımı alamayacak mıyım? Vali, kaymakam, bakan neredesiniz? 65 sene yemedim içmedim vergi verdim, bir kuruş çalmadım. Nerede bu devlet? Yaşamak istemiyorum artık. Artık yeter. Ölmek istiyorum ben. Çıkıp o balkondan atlamak istiyorum.” diye isyan eden bir devletzededen öğrendik. Evet devletzededen, bize günlerdir depremzede diye anlatıp duruyorlar ama biz onun devletzede olduğunu biliyoruz. Söylediklerinden anlaşıldığı üzere o da biliyor.
Devlet nerede diye soruyordu devletzede. Devlet tam da oradaydı aslında. Kameraların karşısında, enkazın üzerindeydi. Bize çimento hisselerinin arttığını gösteren karmaşık grafiklerin; Bayraklı bölgesinde kira fiyatlarını yarı yarıya arttıran, deprem sırasında işyerini terk eden işçilerin maaşlarından kesinti yapan karanlığın içindeydi. Yarattığı enkazın tepesine çıkıp poz veren bakanın ta kendisiydi. Deprem olurken bir mağazada kıyafet deneyen bir kadının, üzerinde kıyafetle mağazadan çıkmasına izin vermeyen güvenlik görevlisine, o kadını durdurtan dürtüydü. Tepemize çöken kolonlar, vücudumuza giren kirişler, ağzımıza doluşan toz duman, ayağımızı sıkıştıran beton, tümüyle enkazın ta kendisiydi devlet. Deprem olur olmaz, gölgesini hiç eksik etmedi İzmir’in üzerinden.
Depremin Devası, Devletin Derdi: Dayanışma
Depremden sonra İzmir’in belli noktalarında dayanışma çadırları kuruldu. İzmir’de yüzlerce gönüllü, evi yıkılan devletzedelerin ihtiyaçlarını paylaşmak için stantlar kurdular. Battaniye, gıda malzemeleri, çorba, yemek, kitap, kimin elinde ne varsa, olmayanla paylaşıyordu. Aşık Veysel rekreasyon alanında depremde yaşamını yitiren Arda Baran Demir’in anısına, onun adı verilen bir kitaplık kurulmuştu. Devlet hemen dikildi kitaplığın tepesine. Polis amiri “savcıya anlatırsın bandrolsüz kitap dağıtmak nasılmış” diyerek insanları tehdit ediyordu. Polisler kitapların hepsini toplayıp kitaplığı dağıttılar.
Devlet Manavkuyu’da açılan dayanışma standlarına da uğradı tabii ki. Dayanışma malzemelerini dağıtarak toplamda 9 gönüllüyü gözaltına aldılar. Akıl alır gibi değil evet. Depremden sonra evsiz kalan insanların ihtiyaçlarını paylaşmak için gönüllülerin kurduğu dayanışma standına saldırdı devlet.
Bu kadar şeyin üzerine gerçekten insan düşünmeden edemiyor değil mi? Depremzede miyiz, devletzede mi?
The post Depremzede miyiz? Devletzede mi? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İtalya Napoli’de 1884’deki Kolera Karantinası ve Malatesta ile Anarşist Yoldaşlarının Dayanışması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1884 sonbaharının başlarında aralarında Malatesta’nın da olduğu anarşistler, koleranın başladığı Napoli’ye gittiler. Üç yıl hapis cezası olduğu halde İtalya’dan ayrılmayan Malatesta kolera salgınının olduğu karantinadaki Napoli’ye gitti. Malatesta’nın amacı Napoli’deki dayanışmalara katılmaktı. Anarşistler Napoli’deki hastanelerde hastalarla dayanışma gösterdiler.
Bu süreçte anarşist gazete Proximus Tuns’tan Antonio Valdre ve Rocco Lombardo, koleraya yakalanarak yaşamlarını yitirdiler. Dayanışmaların örgütlenmesinde hemşire Florentine Lombard’ın pozisyonu önemliydi. Malatesta ve arkadaşları fedakarlıkları ve enerjileri ile alakalı, tanınmış anarşist Galileo Palla tarafından ziyaret edildiler. Bir tıp öğrencisi olan Malatesta’nın ilgiyle tedavi ettiği birçok hasta iyileşti. Malatesta ve birçok anarşist gönüllünün Kolera karantinası ile ilgili yorumları şöyleydi: “Kolera salgınının nedenleri içinde sefillik var. Sefil yaşamlar salgının yayılmasını hızlandırdı, bu bir adalet sorunudur.”
Tüm gönüllülerin ödüllendirildiği Napoli’de kolera karantinasının azalmaya başladığı günlerde cezalarından dolayı Malatesta ve arkadaşları Güney Amerika’ya kaçtılar.
The post İtalya Napoli’de 1884’deki Kolera Karantinası ve Malatesta ile Anarşist Yoldaşlarının Dayanışması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post DAF: “Korona Krizine Dikkat! Paylaşma ve Dayanışmayla Beraberce!” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devrimci Anarşist Faaliyet, dünyada ve yaşadığımız coğrafyada giderek yayılan KoronaVirüs salgınının devletlerin ve kapitalizmin yanlış politikaları sonucu bir kriz haline gelmesine ve salgının etkilerinin giderek artmasına karşı toplumsal dayanışmanın örgütlenmesine yönelik bir çağrı yayınladı. İstanbul’un genelinde afişleme çalışmalarına bugün başlandı.
Çağrının tam metni:
Korona Krizine Dikkat! Paylaşma ve Dayanışmayla Beraberce!
Bir krizle daha karşı karşıyayız. Krizin adı Korona. Korona salgını bölge bölge, gün gün ilerliyor. Virüs elden ele, nefesten nefese bulaşıyor; camda, kumaşta, metalde, plastikte yaşıyor.
Virüsün belirtileri belli. Kuluçka süresini, hastalığın nasıl başladığını ve nasıl sonlandığını her gün dinliyor ve izliyoruz. Virüsü tanıyoruz, o da bizi tanıyor; yani yeni yeni tanışıyoruz. Yarın ne yapıp ne yapmayacağını bilmiyoruz. Değişecek mi? Değişmiş halleriyle insanlığı yenecek mi? Ya da insanlık virüsü durduracak mı? Virüsü yenecek mi? Bunlar şimdilik bilinmezler.
Aşı, Covid-19, hastalık, pandemik, salgın, tedavi gibi sağlıksal tanımları içeren bir terminoloji bir anda katıldı günlük konuşmalarımıza ve gündelik yaşantımıza. Bu sağlıksal sorun yavaş yavaş aştı kendisini ve yaşamsal bir krize dönüştü. Ekonomik ve sosyal tüm yaşamımız alt üst oldu.
Virüsü durdurmak için geçici uygulamalarla, genelgelerle tüm dünyada yeni bir yaşam yaratılıyor. Bencilliğin, rekabetin ve ihtirasın yani iktidarın dünyası perçinleniyor. Yalnızlık artıyor. Toplumsal dayanışma, bu yalnızlık yüzünden mahallelerde komşudan komşuya yapılamıyor. Toplumda yalnızlaşan birey, devletin-hükümetin kurumlarının ve kapitalizmin şirketlerinin adaletine kalıyor. Yani adaletsizliğe!
Korona artık bir kriz. Bir virüs salgını olarak başlayan bu sağlıksal gündem, ekonomik ve sosyal bir adalet gündemine dönüşmüştür. Tarih, yüzlerce salgının kendini krize dönüştürmesini yazar. Her salgın, ilahi ve ilahi olmayan iktidarı kuvvetlendirir; bireyi hiçleştirir, hasta sayısı ya da yaşamını yitirmiş ölü sayısı olarak istatiksel bir sayıya indirger. Hiçleşen birey hiçleşen toplum demektir. Başta şaşıran ve saçmalayan iktidar da bir iktidarsızlık süreci yaşar. Önce ortadan kaybolurlar çünkü korkarlar. Yavaş yavaş bu süreç atlatılır ve sonra her şey kontrollerindeymiş gibi davranarak iktidarlarını perçinlemek isterler. Şimdi Korona krizinin hangi evresindeyiz bu bilinmez ama hükümet standart salgın sürecindeki iktidar davranışlarını yapıyor.
Korona tehlikeli mi? Tabi ki tehlikeli ve biz kazandığıyla yaşayan, katı yatı olmayanlar için daha da tehlikeli. Çünkü bizim için kriz arttıkça ekonomide olumsuz etkileşimler de artacak. Gündelik yaşamı idame ettirmeye çalışırken ihtiyaçlar karşılanamayacak. Sosyal yalnızlaşma, kaygı ve korkuyla artacak. Paranoyaklık ve umursamazlık paralel bir yükselişteyken toplumsal iletişim azalacak. Bunlar, salgın süreçlerinde örgütsüz toplumların yaşadığı gerçekler. Salgın süreçlerinde her şeyden daha çok ihtiyacımız olan şey örgütlülüktür.
Korona krizine örgütlü bir şekilde karşı koymalıyız. Adaletine inanmadığımız devletin ve kapitalist şirketlerin şefkatinde değil toplumsal paylaşma, dayanışma ilişkilerini kuvvetlendirerek yaşamımızı kazanabiliriz.
Öncelikle ödemediğimiz-ödeyemediğimiz için faturalarımız kesilmeden tüm arkadaş dostları aramak ve hal hatır sormakla başlayabiliriz. Buna ihtiyacımız yok mu? Var. Sonrasında tanıdığımız tanımadığımız tüm komşularımıza selamımızı vermeliyiz. Dikkatli davranarak belli mesafeleri koruyarak komşularımıza bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sormalıyız. Sorunlara beraber cevaplar aramalıyız. Bireysel ekonomimize ve enerjimize paralel paylaşma dayanışma iletişimimizi planlamalıyız. Planlarımıza çevremizdeki arkadaş ve dostlarımızı çağırmalıyız. Korona krizi bilgilerini verileştirerek bireysel yorumlarımızı kuvvetlendirmeliyiz. Paranoyaklık ve umursamazlık hastalıklarına kapılmamalı, çevremizde kapılanları da uyarmalıyız. Bu iki hastalığın, salgını arttıran iki unsur olduğunu unutmamalıyız. Ekonomik sorunları çözemeyeceğimizi düşünmeden, kişiler arası ekonomik olandan olmayana köprüler kurmaya çalışmalıyız. Faturalardan dolayı elektrik, gaz, su gibi ihtiyaçların kapatılmasını veya kesilmesini beraberce engellemeliyiz (Şimdilik Ankara, İstanbul gibi bir kaç belediye gaz ve su kesilmeyeceğini açıkladı).
Bu özörgütlenme çabalarımız çalışmalarımız sonrasında toplumsal muhalefetin örgütlü topluluklarıyla ilişkilenmeliyiz. Biz Devrimci Anarşist Faaliyet olarak bu paylaşma dayanışma sürecinin örgütlenmesinin bir kuvveti olarak davranacağız. Biz birbirimize lazımız.
Kurtuluş yok tek başına! Ya hep beraber ya hiç birimiz!
Paylaşma Dayanışma için: 05531340334
DEVRİMCİ ANARŞİST FAALİYET
https://anarsistfaaliyet.org/sokak/korona-krizine-dikkat-paylasma-ve-dayanismayla-beraberce/
The post DAF: “Korona Krizine Dikkat! Paylaşma ve Dayanışmayla Beraberce!” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post HDK İstanbul Meclisi’nden Eylem: “İntiharlar Politiktir, Dayanışma Yaşatır” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>HDK İstanbul 1. Bölge Eşsözcüsü Şengül Erdoğan’ın okuduğu basın açıklamasında, intiharlardan iktidarın sorumlu olduğunu vurgulandı.
Akla, mantığa, bilime uymayan sırf rant uğruna doğayı insanı hayvanı bütün yaşamı tehdit eden projeler üretildiği belirtildi ve “Yaşam hakkımızdan ellerinizi çekin. Aciz başarısız ve saldırgan savaş politikalarınızın faturasını biz canımızla ödemeyeceğiz” denildi.
The post HDK İstanbul Meclisi’nden Eylem: “İntiharlar Politiktir, Dayanışma Yaşatır” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dev-Güç’ten Filistin’le Dayanışma Eylemi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Gençliğin Devrimci Güçleri (Dev-Güç) üyeleri, Trump’ın dalga geçer gibi “Yüzyılın Planı” dediği planını, Galata Köprüsü’ne pankart asarak protesto etti.
Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Beyaz Saray’da geçtiğimiz günlerde düzenlediği ortak basın toplantısında Kudüs’ün “İsrail’in bölünmez başkenti” olarak kabul edileceğini söylemişti.
Dev-Güç üyeleri, Haliç’ten geçen Galata Köprüsü’ne, “Ezilenlerin öfkesinde boğulacaksınız. Direnen Filistin halkı kazanacak” pankartı astı. Bir süre köprüde asılı kalan pankart, daha sonra kolluk kuvvetleri tarafından indirildi.
The post Dev-Güç’ten Filistin’le Dayanışma Eylemi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dayanışmanın Evrimi Üzerine: İnsan Ahlakının Doğal Tarihi – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’li gelişimsel psikolog Michael Tomasello, Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nde yaptığı çalışmalar neticesinde şekillendirdiği yazılarıyla konuya dair derinleştirilmiş bir bakış açısı geliştirmeye çabalıyor. “İnsan Ahlakının Doğal Tarihi” insanın evrimsel gelişim sürecinin çekirdeğinde, toplumsal yaşamın dinamiğini oluşturan ahlaki ilkeleri nasıl belirlediğine dair sorulara tatmin edici cevaplar veriyor, daha öncesinde verilmiş bazı cevapları ise genişletiyor.
Sen’in ve Ben’in Ötesinde; Herkes ile Herkes İçin Yardım
“Ahlak olarak bilinen insana özgü işbirliği türüne doğada iki biçimde rastlanır. Bir yanda, bir birey bir başkasına yardım etmek için şefkat, ilgi ve iyilik gibi güdülerle fedakarlıkta bulunabilir; diğer yanda, etkileşim halindeki bireyler hakkaniyet, eşitlik ve adalet gibi tarafsız güdülerle herkesin dengeli bir şekilde fayda görmesini sağlamaya çalışabilir.”
İnsan evriminin gelişimi sürecine dair yorum yaparken uzun yıllar rekabetin, bencilliğin ve “güçlü olan hayatta kalır” ilkesinin geçerli olduğu düşüncesinin savunusu artık büyük oranda geçerliliğini kaybetmiş durumda. Bugün tür olarak geçmişimize bakınca gördüğümüz, evrimin en büyük katalizörünün karşılıklı yardımlaşma, paylaşma ve dayanışmayla şekillenen ve içsel bir eğilim olarak duygudaşlıkta, şimdimize ve geleceğimize ışık tutan bir değerler sistemi olarak da etikte karşılık bulan adalet ve özgürlük düşüncesinin gelişiminde olduğu yalnız biz anarşistler tarafından değil pek çok bilim insanı ve araştırmacı için de tartışılmaz bir gerçeklik olarak kabul ediliyor.
Etik değerleri geliştirmek için kullandığımız yöntemler ve bu alana dair tartışmaları şimdilik bir kenara bırakırsak, işin doğa bilimleri, antropoloji ve felsefeyle ilişkili olan “doğal” sürecine dair “bilimsel” yorumlar Tomasello’nun sözünü güçlü kılan en büyük etmen. Bir gelişim psikoloğu olarak yaptığı araştırmalarda vardığı sonuçlar, insan türünün doğuştan getirdiği eğilimlerle yaşamını devam ettirmesindeki en büyük araç olan işbirliğine ve yardımlaşmaya olan doğal eğilimini ispatlıyor. Bunun yanı sıra Michael Tomasello yalnızca işbirliğinin öneminden bahsetmiyor, doğadaki işbirliğinin ahlakın ortaya çıktığı koşulu yarattığı iddiasında da bulunuyor. Büyük maymunlar ve insan yavrusu üzerinde yaptığı çalışmalarda davranışlarımızın doğduğumuz andan itibaren bir başkasına yardım etmek üzere şekillendiğini söylüyor.
Kitabında referans verdiği ve iddialarının uyumlu olduğunu ileri sürdüğü Kropotkin’in çalışmaları, Tomasello’nun en büyük ilham kaynaklarından biri olmuş. Bunu en çok hissettiğimiz yerlerden biri karşılıklı yardımlaşmanın, fiziksel yaralanmalar gibi koşullarda ortaya çıkardığı ısrarlı ilişkide gözlemlenebiliyor. Örneğin fiziksel bir sıkıntı içerisinde olduğunu doğrudan gözlemlediğimiz insana yaklaşımımızdaki yardım etme isteğini, kişi istemese dahi yaptığımız ısrarlı yardım etme davranışını hatırlarsak, bu davranışın çok küçük yaşlardan itibaren insanlarda görülen ve hatta varoluşumuza içkin bir etmen olduğunu anlatıyor. Tıpkı yıllar önce Kropotkin’in “Anarşist Ahlak”ta bahsettiği zor durumdaki kişiye yardım etme isteği gibi, bu kez yalnızca bu isteğin kaynağını bulmaya ilişkin değil nasıl davranışlar ürettiğine ilişkin de düşünmemizi sağlıyor. Karşılıklı Yardımlaşma’nın cevap verdiği soruların bir adım ötesine geçerek türümüzde ortaya çıkma koşullarını ve yarattığı yeni davranış kalıplarını açıklayarak düşünceyi büyütecek önemli bir çabanın altına imzasını atıyor.
Michael Tomasello “Karşılıklı Yardımlaşma” ve bunun çevresinde gelişen toplumsallık içgüdüsü, duygudaşlık etiği, karşılıklı anlamama gibi pek çok kavramın yanına ortak maksatlılık, olumlu sosyallik, ahlaki özyönetim gibi yeni kavramlar ekleyerek Kropotkin’in Karşılıklı Yardımlaşma düşüncesini açıklamak için bize yeni ve kullanışlı araçlar hediye ediyor. 107 yıl önce başlayan tartışma bugün hiç olmadığı kadar güçlü bir sesle, insanlığın adalet ve özgürlük arayışında doğal bir özlemin ifadesi olmaya devam ediyor. Ekonomik ve sosyal adaletin devletsiz, iktidarsız bir temelde yeniden kurulması amacıyla yürüttüğümüz tartışmaya tekrar dönmemiz için iyi bir bahane.
Emircan Kunuk
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.
The post Dayanışmanın Evrimi Üzerine: İnsan Ahlakının Doğal Tarihi – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Travma Sonrası Büyüme: Acının Dönüştürücü Gücü-Esra Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kökleri evrensel ataerkil kültüre dayanan, kadın ve erkek arası eşit olmayan hiyerarşik ilişkilerin bir yansıması olan kadına yönelik şiddet, medeni olduğu iddia edilen toplumların bile ortaklaştığı tarihsel öğelerden biridir (Ertürk, 2007). Şiddet hangi formda gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin erkekler tarafından kadına yönelik korkutma, sindirme, kontrol etme yoluyla yaptırım aracı olarak kullanılmaktadır. (Yllö, 2005). Birleşmiş Milletler’in 2015 yılı raporlarına göre yaşam boyu en az bir kez partnerleri tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakılan kadınlar Türkiye’de kadın nüfusun %38’ini oluşturmaktadır.
Şiddet örseleyici bir yaşam olayıdır ve bu duruma maruz bırakılan kadınlarda pek çok psikolojik belirti görülebilmektedir. Golding (1999) tarafından yapılan bir çalışmada şiddete maruz bırakılan kadınların %64’ünde travma sonrası stres bozukluğu, %48’inde depresyon belirtileri görülmüştür. Alkol ve madde kullanımı, intihar eğilimi, migren atakları, fobiler, kaygı bozukluğu da partner şiddetinin diğer psikolojik sonuçları olarak gösterilmektedir (Mechanic, Weaver ve Resick, 2008). Ana akım psikolojide, psikolojik bozuklukları odak alan yaklaşımların çokluğuna rağmen, bazı araştırmacılar travmatik yaşam olaylarının ardından tanısal olarak travma sonrası stres belirtilerinin yanı sıra, bazı olumlu gelişmelerin de ortaya çıkabileceğini vurgulamışlardır.
Tedeschi ve Calhoun (1995), travmatik olaylardan sonra, travmanın neden olduğu acıyla başa çıkma girişimlerinden kaynaklanan bilişsel ve davranışsal olumlu değişimleri travma sonrası büyüme terimi ile ifade etmişlerdir. Bu değişim travmatik yaşantının doğal bir sonucu olarak değil, kişinin olay sonrası bu stresle baş etme sürecinde, stresle eş zamanlı olarak ortaya çıkmaktadır. Büyümenin derecesi kişiden kişiye değişmektedir. Travma sonrası büyüme, travmatik olay öncesi iyi oluş haline dönüşü değil, psikolojik işlevselliğin, hayata dair farkındalığın gelişimini ifade eder. Young (2007) tarafından şiddete maruz bırakılan kadınlarla yürütülen bir çalışmada, kendilerini daha güçlü hisseden ve kişiler arası ilişkilerinde düzelme belirten kadınların oranı %71.6 olarak bulunmuştur.
Bu süreçte stresli yaşam olaylarına maruz kalan kişilerin psikolojik sağlıkları açısından sosyal desteğe dair algıları ve başa çıkma tarzları da önemli faktörlerdir. Sosyal destek, kişilerin travmatik olay sonrası kendilerini açmalarına yardım ederek travmatik olayı anlamlandırmaya yardımcı olabilir. Partner şiddetine maruz bırakılan kadınlarla yürütülen araştırmalar sonucunda, çevrelerinden sosyal destek algılayan ve başa çıkma çabaları da çevreleri tarafından destek gören kadınların daha az psikolojik belirti gösterdikleri bulunmuştur (Prati ve 19 Pietrantoni, 2010; Beeble, Bybee, Sullivan ve Adams, 2009; Meadows, Kaslow ve Thompson, 2005). Kujipers, Knaap ve Lodewijks’in (2011) yaptığı bir çalışmada, algılanan sosyal desteğin “tekrar mağdur olma” (revictimization) durumuna karşı koruyucu bir faktör olarak işlev gördüğü de ortaya çıkarılmıştır.
Tedeschi ve Calhoun’un modeline göre kişiler travmatik yaşantılarının ardından üç boyutta gelişim gösterebilirler. Bu alanlar, “kendilik algısında yaşanan değişim”, “kişilerarası ilişkilerde yaşanan değişim” ve “yaşam felsefesinde yaşanan değişim” olarak ifade edilir.
Travma Sonrası Büyümenin Boyutları
Travma sonrası büyüme boyutlarının her biri; acının dönüştürücü gücüne işaret eder. Kişi bu üç alandan birinde büyüme ifade ederken, diğer alanlarda bu büyüme gerçekleşmeyebilir.
Kendilik algısında yaşanan değişim; şiddete maruz bırakılan kişinin kendini mağdur ve çaresiz olarak değil zor olaylarla baş edebilen, mücadeleci, her şeye rağmen hayatta kalan (survivor) olarak nitelemesi kendilik algısında yaşanan değişim için bir adım olmaktadır. Bu mücadelenin içinde hayatta kalan kadınlarda “Bu durumdan kurtulduysam hayattaki her türlü zorlukla baş edebilirim” düşüncesi oluşmaktadır. Kendisini, yaşadığı olayların mağduru ve çaresiz olarak değil, karşılaştığı zorluklarla başa çıkabilen, ayakları üzerinde durabilen güçlü biri olarak görmektedir. Bu eksende kişinin kendine güveninin artması ve güçlü kendilik algısı oluşması, sosyal destek kaynağı edinmek için de girişimde bulunmasını kolaylaştırmaktadır (Calhoun ve Tedeschi, 1999).
Kişilerarası ilişkilerde yaşanan değişim; travma sonrası büyüme üzerine yapılan araştırmalar stresli durumlarla başa çıkabilen kişilerin, diğerleriyle daha sağlam ve anlamlı ilişkiler geliştirdiklerini ortaya koymuşlardır. Benzer zorlu deneyimleri yaşayan insanların bir araya gelerek duygularını paylaşmaları; şefkat, merhamet duygularını güçlendirmekte ve empatik yaklaşımı ortaya çıkarmayı kolaylaştırmaktadır.
Yaşam felsefesinde değişim; yaşanan travmatik olaylar, varoluşsal deneyimin derinleşmesini de sağlayabilir. Şiddet gibi büyük bir tehditle karşılaşan kişiler hayattaki önceliklerini belirleyebilir, gerçekçi bir bakış açısı geliştirerek; ulaşılabilir amaçlar ile ulaşılamayan amaçlar arasında ayrım yapabilir, hayatta anlam bulabilirler.
Yaşanan travmatik olayın ardından, içinde bulunduğu olumsuz durumla başa çıkmaya çalışan kişi bu durumu olumluya çevirmek için kendine dair düşüncelerinde, insan ilişkilerinde ve hayata bakış açısında bir dönüşüm yaşar. Bu dönüşüm bu alanlardan birinde olabileceği gibi bir domino taşı etkisi de yaratabilir.
Peki bu büyümeyi etkileyen değişkenler nedir? Travma sonrası büyümeyi etkileyen eğitim düzeyi, başa çıkma stratejileri, yaş gibi değişkenler arasında en anlamlı ilişkinin gözlendiği alanlardan biri sosyal destek olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre travma yaşayan kişi sosyal izolasyona maruz bırakıldığı ölçüde daha az; sosyal destek aldığı, yalnız olmadığını ve kendisine destek olan arkadaşlarının varlığını hissettiği sürece, travma sonrası büyüme yaşamaya daha fazla eğilim gösterir. Kadına yönelik şiddete karşı mücadele içerisinde her zaman vurgu yaptığımız kadın dayanışması, yaşadığımız travmaları aşabilme noktasında da pratik ve hayati bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.
The post Travma Sonrası Büyüme: Acının Dönüştürücü Gücü-Esra Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Zapatistalardan Dünyanın Dört Bir Yanında Mücadele Eden Kadınlara appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kime: Dünyanın dört bir yanında mücadele eden kadınlara
Gönderen: Zapatist kadınlar
Kız kardeşler, yoldaşlar!
Sizi haberdar etmek istediğimiz şey biraz üzücü; Mart 2019’da Zapatista topraklarımızda, İkinci Uluslararası Mücadele Eden Kadınlar Buluşması’nı yapamayacağız.
Yeni hükümetlerin daha önce açıkça yapacaklarını söylediği büyük kapitalistlerin mega projeleri ortaya çıktı. Maya Treni’nden, Tehuantepec Kanalı planından, ahşap ve meyve ürünleri için ağaç dikiminden bahsettiler. Ayrıca madencilik şirketlerinin ve büyük gıda şirketlerinin de topraklara gireceğini söylediler. Topraklarımızı metaya dönüştürerek biz yerli halkları yok etme girişiminde bir tarım planı da var. Carlos Salinas de Gortari’nin başarıyla tamamlayamadığı şeyi tamamlamak istiyorlar çünkü biz, onu isyanımızla durdurduk.
Bu projeler felakettir. Yalanlarıyla bunu ne kadar örtbas etmek istedikleri önemli değil. Gerçek şu ki onlar yerli halklara karşı her şeyi elde etmeye çalışırlar; topluluklarını, topraklarını, dağlarını, nehirlerini, hayvanlarını, bitkilerini ve hatta taşlarını bile. Yani onlar, sadece biz Zapatistalara değil, aynı zamanda yerli olduğunu söyleyen tüm kadınlara da karşıdır. Ve sonra erkeklere de karşıdır, ancak şimdi biz kadınlardan bahsedeceğiz.
Topraklarımızın artık bizim için değil, gelip yürüyüş yapacak, büyük otelleri, harika restoranları ve bu lükslere sahip olmak için gerekli işletmeleri olan turistler için var olmasını istiyorlar. Topraklarımızın, değerli ahşaplar, meyve ve su üreten çiftlikler; altın, gümüş, uranyum ve toprakta var olan, kapitalistlerin istediği tüm mineralleri çıkarmak için madenler haline gelmesini istiyorlar. Onurumuzu ayda birkaç kuruşa satmak için onların piyonları, köleleri olmamızı istiyorlar. Bu kapitalistler ve yeni hükümetlerde onlara itaat edenler, istediğimiz şeyin para olduğunu sanıyorlar.
Onlar bizim özgürlük istediğimizi anlayamazlar; sahip olduğumuz birazcık şeyi; fotoğrafsız, röportajsız, kitapsız, danışmansız, anketsiz, oy kullanmadan, müzeler ve yalanlar olmadan mücadele ederek kazandığımızı anlamazlar.
“Kalkınma” dedikleri şeyin bir yalan olduğunu, ilerlemeci ya da gerici dünyalarında dövülmeye, tecavüze uğramaya ve öldürülmeye devam eden kadınların güvenliğini bile gözetemediklerini anlamazlar. Siz bu kelimeleri okurken, bu ilerlemeci ya da gerici dünyalarda kaç kadın öldürüldü yoldaşlar, kız kardeşler?
Belki biliyorsunuzdur ama yine de size söyleyeceğiz: Zapatista bölgesinde uzun yıllar boyunca tek bir kadın bile öldürülmedi. Ama evet, onlar bizim geri kalmış, cahil, önemsiz olduğumuzu söylüyorlar.
Belki en iyi feminizm nasıldır bilmiyoruz, belki lügatın nasıl değiştiğini veya toplumsal cinsiyet eşitliğinin ne olduğunu bilmiyoruz. “Toplumsal cinsiyet eşitliği” dedikleri şey bile adil değil, çünkü sadece kadınların ve erkeklerin eşitliğinden söz ediyorlar. Biz bile, cahil ve geri kalmış insanlar olarak, ne erkek ne kadın olan, “otroas” dediğimiz ama onların kendilerine nasıl isterlerse öyle diyebildiği ve alay edildikleri, zulmedildikleri, şiddet gördükleri ve katledildikleri için saklanmadan oldukları gibi olma hakkını kazanmanın onlar için kolay olmadığı, ne erkek ne de kadın olan insanlar olduğunu iyi biliyoruz. Onları hala erkek ya da kadın olmaya mı zorlayacağız? Biz bu insanlara saygı duymazsak, bize kadın olarak saygı duymamalarından nasıl şikayet edebiliriz? Ama hey, belki de bu, başka dünyalardan bakış attığımız şeyler hakkında konuşmamız ve bunlar hakkında pek bir şey bilmememiz yüzündendir.
Bildiğimiz şey, özgürlüğümüz için savaştığımız ve şimdi özgürlüğümüzü savunmak için savaşmamız gerektiğidir, böylece büyükannelerimizin çektiği acı, kızlarımız ve onların kızları tarafından çekilmeyecektir.
Biz savaşmak zorundayız ki tarih tekerrür etmesin ve sadece yemek yaptığımız, dünyaya getirdikten sonra utanma, aşağılanma ve ölüm içinde büyüdüklerini göreceğimiz çocuklar doğurduğumuz o dünyaya geri dönmeyelim.
Biz aynı şeye geri dönmek için silahlanmadık. Biz 25 yıldır, turistlere, patronlara, ustabaşılara hizmet etmek için direnmiyoruz. Biz otel ve restoranlarda birkaç peso için yabancılara hizmet eden işçiler olmak için eğitim, sağlık, kültürün yaratıcıları olmayı bırakmayacağız. Önemli olan az ya da çok peso olup olmaması değil, önemli olan onurumuzun bir bedeli olmamasıdır.
Çünkü onların istediği bu, yoldaşlar, kız kardeşler; kendi topraklarımızda, topluluğumuzu yok etmelerine müsaade etmek için sadaka alan köleler haline gelmemizi istiyorlar.
Yoldaşlar, kız kardeşler!
2018 toplantısı için bu dağlara geldiğinizde, bize saygıyla ve bazen de hayranlıkla baktığınızı gördük, her ne kadar herkes bu şekilde gelmemiş olsa da. Bizi eleştirmeye gelen insanlar da olduğunun farkındayız. Dünyanın büyük olduğunu ve orada birçok düşüncenin var olduğunu, hepimizin aynı şeyi yapamayacağını bazı insanların anladığını, bazılarınınsa anlamadığını biliyoruz.
Ve şimdi bize, iyi ya da kötü bir şekilde emir verilen hizmetçiler ya da bazen el sanatları, bazen meyve ya da sebze, bazen herhangi bir ürününün ücreti için, kapitalist kadınların yaptığı gibi, pazarlık yapılan kimseler olarak üzüntü ya da acımayla bakmanızı istemiyoruz. Oysa bu kapitalist kadınlar alışveriş merkezlerine alışverişe gittiklerinde pazarlık yapmazlar, kapitalistlerin söyledikleri ücreti öderler ve hatta bundan keyif bile alırlar.
Hayır, yoldaşlar, kız kardeşler. Biz bu megaprojelere karşı her şeyimizle ve tüm gücümüzle savaşacağız. Eğer onlar bu toprakları ele geçirirlerse, bu Zapatistaların kanı ile olacak.
Bu yeni hükümet, kadın olduğumuz için, beklediğimiz şey iyi bir işveren ve iyi ücret olduğundan, patronlara ve ustabaşlarına boyun eğeceğimizi sanıyor ya da buna inanıyor.
Ama hayır, istediğimiz şey kimsenin bize tanımadığı özgürlüktür; kanımızla bile olsa savaşarak onu kazanırız.
Yeni hükümetin güçleri, paramiliterleri, milli muhafızları geldiğinde onları hürmetle, şükranla, neşeyle mi karşılayacağımızı sanıyorsunuz? Hayır, ne olursa olsun, onları mücadeleyle karşılayacağız ve Zapatista kadınlarının satın alınmadıklarını ve pes etmediklerini öğrenip öğrenmeyeceklerini göreceğiz.
Bundan sonrası artık güvenli değil, çünkü kapitalizmin her şey için saldırdığını ve ne pahasına olursa olsun her şeyi istediğini biliyoruz. Bunu yapacaklar, pek çok insanın onları desteklediğinin, zulmedebileceklerinin ve insanların yine de onları alkışlayacaklarının bilincindeler. Bize saldıracaklar ve bizi bitirene kadar, oy sayılarının iyi olup olmadığını görmek için anketlerini kontrol edecekler.
Biz bu mektubu yazarken paramiliterlerinizin saldırıları çoktan başladı. Daha önce olduğu gibi: PRI, sonra PAN, sonra PRD, sonra PVEM ve şimdi MORENA’dan geliyorlar.
Yoldaşlar, kız kardeşler!
Mücadeleyi bırakmayın. Bu kahrolası kapitalistler ve onların yaptıkları yanlarına kar kalan yeni hükümetleri bizi yok etse bile, siz kendi dünyanızda savaşmaya devam etmelisiniz.
Çünkü biz buluşmada, dünyanın herhangi bir köşesindeki tek bir kadın, kadın olmaktan korkmasın diye mücadele edeceğimiz konusunda anlaşmıştık. Orası da sizin köşeniz yoldaşlar ve kız kardeşler, Zapatista topraklarında bizde olduğu gibi, orada da şimdi sıra sizde.
Bu yeni hükümettekiler bizi kolayca yeneceklerini, az olduğumuzu ve başka dünyalarda bizi kimsenin desteklemediğini düşünüyorlar. Ama ne olursa olsun, yoldaşlar ve kız kardeşler, bir kişi kalsak bile, o kişi özgürlüğümüzü savunmak için savaşacaktır.
Ve biz korkmuyoruz, yoldaşlar ve kız kardeşler! 25 yıldan daha evvel kimsenin bizi görmediği, sonra da bizi şu ankinden daha az gördüğünüz zamanlarda korkmadıysak şimdi de korkmuyoruz.
Yoldaşlar, kız kardeşler!
Size verdiğimiz ateşi koruyun.
Sönmesine izin vermeyin.
Bizim ateşimiz burada kanımızla sönmüş olsa bile, hatta başka yerlerde de sönmüş olsa bile, kendi ateşinizi koruyun, çünkü zor zamanlardan geçsek de biz kimsek öyle kalmak zorundayız ve biz mücadele eden kadınlarız.
Hepsi bu, yoldaşlar ve kız kardeşler. Özet şu ki biz buluşmayı yapmayacağız.
Eğer kendi dünyanızda bu buluşmayı yaparsanız ve size Zapatistaların nerede olduğunu, neden gelmediğini sorarlarsa, onlara gerçeği söyleyin, Zapatist kadınlar olarak, kendi özgürlükleri için, kendi köşelerinde savaştıklarını söyleyin.
Yoldaşlarınıza ve kız kardeşlerinize iyi bakın.
Size Zapatistalar hakkında düşünmemenizi çünkü artık bittiklerini, artık Zapatista diye bir şey olmadığını söyleyebilirler.
Bizi mağlup ettiklerini düşündüğünüz zaman, size baktığımızı göreceksiniz ve içimizden biri habersizce yaklaşıp sadece siz duyun diye kulağınıza fısıldayacak: “Size verdiğimiz küçük ateş nerede?”
Güneydoğu Meksika dağlarından.
Zapatist Kadınlar, Şubat 2019.
Çeviri: Gamze Boztepe
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.
The post Zapatistalardan Dünyanın Dört Bir Yanında Mücadele Eden Kadınlara appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>