The post Halklar için Devlet Düşman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Devlet; Amed’de ve Suruç’ta olduğu gibi bu kez de Ankara’da 10 Ekim günü art arda iki bomba birden patlattı. Barış ve özgürlük taleplerini yükseltmek için toplanan binlerce kişinin arasında patlayan bombalar, yüzden fazla kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin de yaralanmasına neden oldu. Alana ambulanslardan önce ulaşan, gaz bombaları ve coplarıyla yaralılara saldıran polis katliama imza atmış oldu: Devlet.
Devletin bir sürü biriminin bir sürü listesinde isimleri olan, sözde sürekli takip edilen bu IŞİD üyesi “canlı bomba”ların, rahat rahat bu patlamayı gerçekleştirmiş olması, devletin IŞİD’le ve İŞID’in bombayla ilişkisi böylesine belirginken hiç de şaşırtmadı.
Terör, devletin varoluşuna içkin bir özelliğidir. Devletin var olmak için itaate, itaat içinse korkuya ihtiyacı vardır. Önce bombalı saldırılarla estirilen terörün de, patlamalar gerekçe gösterilerek yaratılan terör dalgasının da amacı halkta korku ve panik yaratmaktır. Korkan, korktuğu için panikleyen halkların itaatkarlaşması olağandır.
Devlete itaat, devletin hükümetine itaattir. Hükümetler seçimlerle gelir ve giderler. Ancak muhalefet hükümet olduğunda da değişen hiçbir şey olmaz. Hükümette olanlar hükmetme statüsünü korumak ve kaybetmemek içinse seçimlerde; yalan dolan, hile hırsızlık ve zorbalıktan kaçınmazlar.
Suruç’ta, Amed’de, Ankara’da patlayan bombalar hükümette olan siyasi partinin hükümeti kaybetmeme, çoğunluğun itaatini yeniden kazanma çabasıdır.
Devlet ve IŞİD’in işbirliğiyle Suriye’de Kürt halkına uygulanan teröre, patlayan bombalara karşı koyan gençlerin üzerinden toplumun korkutulması ve sindirilmesi amaçlandı. Bir grup gencin cesaretini aşamayan devlet, bombalarla korku yaratarak cesareti kırabileceğini hesapladı ve Suruç’ta otuz dört genci bombayla katletti.
Suruç patlaması sonrasında ise devlet, patlamayı bahane ederek muhalefet üzerindeki baskılarını daha da arttırdı. Baskınlar, gözaltılar ve tutuklamalarla kendisini deşifre edenleri susturmayı ve korku ortamını kesintisiz sürdürmeyi amaçladı. Sokaklarda, mahallelerde, liselerde, üniversitelerde, meydanlarda bir araya gelen herkese; copuyla, gazıyla, saldıran kolluk kuvvetleri, hükümete itaat için yaratılan bu terörün dozunu artırıyordu.
Devlet bir yandan da Kürdistan’da terör estirmeye devam etti. Devletin operasyonlarla, sokağa çıkma yasaklarıyla yarattığı bu teröre karşı koymak için binler, on binler, milyonlar Ankara’da buluşmayı kararlaştırdılar. Amed’de Suruç’ta patlayan bombalar, Kürdistan’da sürdürülen savaş ve katliamlar, devlet ne yaparsa yapsın halkı korkutamıyor, halkın üzüntüsü öfkeye dönüşerek kuvvetleniyor ve cesaretleniyordu. Devlet için çark tam tersine dönmeye başlamış, korkması gerekenler cesaretlenmiş, kendisi ise korkaklaşmıştı. Devlet Ankara’da da bekleneni yaptı. Patlayan bomba ile 106 kişi yaşamını yitirdi.
Devletin, halkla savaşı son beş ayda binlerce kişinin yaşamını yitirmesiyle sürdürüldü. Süren bu savaşta devletin düşmanı olan bizler şunu unutmamalıyız: Halklar için düşman devlettir. Şimdi Cizre’de Hasan Nerse ve Varto’da Ekin Wan, Şırnak’ta Lokman Birlik, dalgalı denizlerde boğulan Alan Kurdi, doğumundan bir ay sonra ölen Muhammed, taciz ve tecavüzle tehdit edilen kadınlar, çalıştırılmayan ambulanslar, kapatılan hastaneler, basılan gazeteler, taranan evler, bombalanan mahalleler ve meydanlar, devletin varoluşunu gerçekleştirmesidir. Çünkü devlet; halk için terör, halk için savaştır.
Halklar için devletle savaş şimdi başlamadı, şimdi bitmeyecek de. Savaş devletsiz bir dünya olana dek sürecek. Bu savaş bizim, düşmanımızsa devlettir.
Devrimci Anarşist Faaliyet’in Ankara Katliamı’yla ilgili yayınladığı bildiri.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Halklar için Devlet Düşman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir korku yaratmaya çalışır. Böyle dönemlerde, kendi hukukunu dahi yok sayıp “olağanüstü hal”lerle gündelik yaşamı terörize etmesi, devletin ana politikası olur. Dolayısıyla terörün ne, teröristin kim olduğunu biraz daha ayrıntılı irdelemek gerekiyor.
Devletin Terörist Dedikleri
1793’te yani Fransız Devrimi’nin hemen sonrasında ilan edilen Convention adlı bildiri ile terör kelimesi ilk siyasal anlamına kavuşur: “Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, terörü başlatın.” Aslında bu ilk kullanım, devlet ve terör arasındaki doğrudan ilişkiyi anlamak açısından önemli.
Devletin “terör” iddiasıyla toplumu baskı altına alıp sindirmek istemesinin, kendisine karşı mücadele edenleri terörist ilan edip katletmesinin çokça örneği var.
Sene 1886… 8 saatlik iş günü için, ABD’deki işçiler, greve giderler. Günlerden 1 Mayıstır. Ayın dördünde devletin ve şirketlerin greve giden işçilere yönelik uyguladığı baskıyı ve şiddeti protesto etmek isteyen işçiler bu kez Haymarket Meydanı’na giderler. Günlerden katliamdır. Çünkü Meydanda düzenlenen mitinge polis saldırır, çok sayıda işçi yaşamını yitirir. Olaydan sonra “terörist” yaftalamasıyla birçok işçi tutuklanır ve idam edilir. Devlet aslında emeği için mücadele eden, hizaya sokamadığı işçileri katlederek en çok da ayakta kalanları ve mücadeleye tutunanları korkutarak yıldırmaya çalışmak istemiştir. Ancak yılgınlık değil, direniş örgütlenir. Böylece 1 Mayıs’lar devlet terörüne karşı her yerde direniş olmuştur.
İki İtalyan işçi olan Sacco ve Vanzetti, örgütlü mücadele eden anarşistlerdi. Haymarket işçilerinin yaşadıklarına benzer şekilde, devlet, bu iki işçiyi de, “haklı bir gerekçe sunarak” terörist ilan etti ve ardından katletti.
Devletin bu sıfatı en çok yakıştırdıklarından biri, anarşizmin en ateşli savunucularından, tüm yaşamını devlete karşı mücadeleye adamış Emma Goldman’dı. Sadece Goldman değil Errico Malatesta, Mihail Bakunin ve daha birçok anarşist devlet tarafından terörist olarak yaftalanmış, dört duvar arasına kapatılarak mücadeleden yalıtılmaya çalışılmıştı.
Anarşist hareketin tarihinde terörist diye yaftalananlar sadece bireyler değildi. İşçi örgütlenmelerinden sendikalara, kooperatiflerden federasyonlara kadar farklı birçok anarşist yapı da bu yaftalamadan kurtulamamıştır. Faşist Franco döneminde CNT’den Arjantin’deki anarşist sendika FORA’ya, 19. Yüzyılda ABD’de IWW’den Bakunin’in örgütlediği İşçi Kardeşliklerine kadar öz-örgütlenmelerin büyük çoğunluğu devlet ve kapitalizmin işlerliğinin dışında bir toplumsal işleyişe giriştiklerinden dolayı terörist oldukları iddiasıyla baskılara maruz kalmışlardır.
Devletlerin terör yaftalamalarına maruz kalanlar, muhakkak ki sadece anarşistler olmamıştır. İberya’da Bask halkının özgürlük mücadelesini veren ETA’dan, Kuzey İrlanda halkının özgürlük mücadelesini veren IRA’ya, 1960’larda kadın mücadelesini veren örgütlerden siyahların mücadelesini veren örgütlenmelere kadar, mücadele eden tüm kesimler, devlet tarafından tehdit olarak görülmeye başladığı an terörist diye yaftalamış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş ve katledilmiştir.
Birkaç ay öncesinde İspanya‘da anarşistlere yönelik girişilmiş Pandora ve Pinata operasyonlarıyla da aynı senaryo oynanmaya çalışılmıştır. Devlet “terör operasyonları” aracılığıyla sadece anarşistleri tutuklamamıştır. Aynı zamanda mücadele eden insanları kriminalize etmek ve toplumda bir korku havası estirmek istemiştir.
Terör Operasyonları
Özellikle toplumsal mücadelenin yükselişe geçtiği, devlet iktidarının kendini yalnızca şiddet kullanarak yeniden üretebildiği bir atmosferde, devletlerin en çok başvurduğu strateji, terör operasyonlarıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi operasyonların hedefi toplumda bir korku durumu yaratarak, bireyleri devletin belirlediği ve sınırlarını çizdiği siyasal alanın içinde kalmalarını sağlamaktır. Yani basitçe, devlet vatandaşlarından kendisine biat etmesini beklerken, belirlediği alanın dışına çıkanları “ibretlik olsun” diye cezalandırır.
Operasyon süreçlerinde, kolluk güçleriyle diyalog halinde çalışan medyanın da desteğiyle, operasyon gerçekleştirilen organizasyon ve bireyler hedef alınır. Operasyonlarla terör diye yaftalanan, iktidar sahiplerinin çıkarına olmayan eylemlerdir. Terörist dedikleri, aynı iktidar sahiplerinin tahakkümüne karşı direnen ve bu tahakkümü ortadan kaldırmak için mücadele edenlerdir.
Bir yandan Kürt siyasetine yönelik terör operasyonları cadı avı niteliğinde sürerken, diğer yandan Kürdistan’da askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları, 90’ları aratmadı. Sabaha karşı yapılan ev baskınlarının ve gözaltıların, devrimcileri ve halkı yıldırmaya yönelik hamleler olduğu aşikardı. Bu koşullarda sokaklar daha kızgınlaştı ve çatışmalar arttı. Bu eksende devletin koyduğu yasaklara bir de kent giriş-çıkışların kapatılması ve basının çatışma bölgelerine girişlerinin engellenmesi eklendi. 144 toplantı ve gösteriye asker-polis saldırısı yaşandı. Son 40 günde 2 bin 544 kişi gözaltına alınırken, 338 kişi tutuklandı. Yapılan çatışmalarda 24 kişi yaralandı. 7 gün içinde 45 kişi yaşamını yitirdi. Yapılan operasyonlar sonucunda devlet Bağcılar’da Günay Özarslan adında bir devrimciyi infaz etti. Şırnak’ta 7 yaşında Baran Çağlı, Diyarbakır’da 11 yaşındaki Beytullah Aydın, Ağrı Diyadin’de 15 yaşındaki Orhan Aslan, 16 yaşındaki Emrah Aydemir, Mardin’ de 16 yaşındaki Mazlum Turan devlet tarafından katledildi. Asker Silopi’de evleri basıp 3 genci yataklarında infaz etti.
Gözaltına alınanlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, sabaha karşı yapılan ev baskınları, gösteri ve toplantılara saldırı, sokağa çıkma yasağı, kent giriş çıkış yasakları, köy boşaltmalar, kasten başlatılan orman yangınları, askeri operasyonlar, saldırılarda, operasyonlarda yaralananlar, katledilenler, infaz edilenler, infaz edilenlerin cansız bedenlerine yönelik şiddet ve bu şiddetin teşhiri…
Bütün bunlardan sonra tekrar düşünelim terör kelimesinin anlamını. Ve teröristin kim olduğunu…
Merve Demir
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” İhbar Et, Para Kazan ‘Muhbir Vatandaş’ ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devlet terörünün had safhaya ulaştığı günlerden geçerken, 31 ağustos 2015 tarihli resmi gazetede yayınlanan yönetmelik ile yürürlüğe yeni bir uygulama girdi. Kısaca “ihbar et, para kazan” olarak özetleyebileceğimiz “Muhbir Vatandaş” uygulaması, devlet iktidarlarının özellikle baskısını arttırdığı dönemlerde başvurduğu bir yöntem olarak karşımıza çıkar.
ABD Tipi Terörle Mücadele
Western filmleri denilen kovboy filmlerini düşündüğümüzde, gözümüzün önüne sallanan bar kapısı, çift tabancalı atlı kovboylardan sonra, üzerinde “Wanted”(Aranıyor) yazan ve kellesine ödül konulmuş haydut fotoğrafları gelir. Kasaba halkından biri bu hayduta rastladığında, halkın iyiliği için hemen şerife bildirip ödülü kapmalıdır. Elbette bu uygulama ABD’de, Teksas ve kovboy filmleriyle sınırlı değildir.
Muhbir Vatandaşlık uygulaması, ABD’de 1950’lerde Wisconsin’in sağcı senatörü Joseph McCarthy döneminde yoğunlaşmıştır ve günümüzde de sürmektedir. Şu an uygulamada olan Dışişleri Bakanlığı’nın Diplomatik Güvenlik Bürosu’nun başlattığı “Uluslararası Terörizm ile Savaşma Yasası” kapsamında, muhbirlere 1 ile 25 milyon dolar arasında değişen para ödülleri verilir.
1984 yılından bugüne kadar ABD hükümeti, 60 muhbire toplamda 100 milyon dolar ödül vermiştir.
İstibdat Döneminin “Jurnalci”sinden Darbelerin “Sayın Muhbir Vatandaşlar”ına
Muhbirliğin tarihi, dünyanın dört bir yanında olduğu gibi bu topraklarda da oldukça eskilere dayanır. Resmi tarih yazıcılarının kaynaklarına göre, yasaklarıyla ünlü IV. Murat, muhbir kullanan ilk padişahtır. Ancak II. Abdülhamit’in 1877-1908 yılları arasında I. Meşruiyet’e son vererek uyguladığı baskıcı dönem denilen İstibdat döneminde, Balkanlar’da bulunan ittihatçiler başta olmak üzere tüm muhalif kesimlerin gammazlanmasıyla dilimizde ve aklımızda yer etmiştir jurnalcilik (muhbirlik).
TC’de ise özellikle 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 dönemlerinde başvurulan bir yöntem olmuştur. Bu dönemlerde sıkıyönetim komutanları halkı, postayla gönderdikleri “Sayın Muhbir Vatandaşlar” diye başlayan bildirilerle muhbirliğe teşvik etmiştir.
Erdoğan’ın Muhbirlik Çağrıları
Erdoğan’ın, 2013 Temmuzu’nda Taksim Direnişi ve sonrasında gerçekleştirilen tencere tava çalma eylemlerini işaret ederek komşuyu rahatsız etmenin suç olduğunu söylediğini hepimiz hatırlarız. Tencere tava çalanın, esasında kendisine biat etmeyenlerin, dava edilmesi gerektiğini halka salık vermişti Erdoğan.
2013’ün Kasım ayında ise, yine devlet iktidarının başlattığı “kızlı-erkekli ev” tartışmaları doruk noktasına ulaşmış; duyarlı insanların kızlı-erkekli kalan komşularını polise ihbar etmesi gerektiği konuşulmuştu. Polis de bu gençlerin ailelerine haber verecekti.
Aradan bir yıl geçip 2014 Kasımı’na gelindiğinde “Esnaf gerektiğinde askerdir, alperendir, kahramandır, polistir, hakimdir” sözleriyle esnaflara yaptığı çağrının ardından, 2015 Ağustosu’nda yaptığı Muhtarlar Toplantısı’nda Erdoğan, muhtarlara bu süreçte çok iş(!) düştüğünü söylemişti. “Benim muhtarım, hangi evde kim var? Gelecek, gayet uygun ve sakin bir şekilde kaymakamına, emniyet müdürüne bildirecek” demişti.
Devlet İktidarının Yeni Nesil Muhbirleri
Son olarak yürürlüğe giren bir uygulamayla, önceki açıklamaların kapsamı genişletilmiş ve detaylandırılmıştır denilebilir. Öncelikle ödüllendirilecek muhbirin sivil olması ve “teröristler” hakkında verdikleri bilgiyi istihbarattan, emniyetten, ordudan almamış olması gerekiyor. Ve herhangi bir şekilde, söz konusu suça katılmamış olması. Ödül miktarını, ihbar edilen bilginin niteliğine göre “Ödül Komisyonu” belirleyecek ve üst limit 200.000 tl olarak belirlenmiş durumda. Ancak “terör” örgütlerinin üst düzey yöneticileri yakalatıldığında bu ödül içişleri bakanının da onayıyla 20 kata kadar arttırılıp 4 milyon tl’yi bulabilir. Birden fazla kişiyi yakalatan, her biri için ayrı ödül alabilir.
Herkesin birbirine yöneltebileceği “terörist” suçlamasının önünü açan bu yönetmelik, devletin, toplumu genleriyle oynamaya yönelik bir politikasıdır. Devletin bu uygulamasıyla, baskısını arttırıp iktidarını güçlendirmeye çalışırken kendisine sorun yaratan -toplumda var olan- dayanışma genini değiştirerek paranoya ve düşmanlığa dönüştürmeye çalıştığını söyleyebiliriz.
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” İhbar Et, Para Kazan ‘Muhbir Vatandaş’ ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Faşizme Geçit Yok appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>4 Kasım 1936’da, faşistler Madrid girişinde bulunan Leganes, Alcorcon ve Getafe’yi almışlardı. Buraya kadar antifaşist milisler geri çekilmişti. Almanya ve İtalya destekli Franco’nun faşist orduları, ilerleyebildiklerini görünce Madrid’i kolayca alabileceklerini düşünmüşlerdi. Faşistler Madrid’i ele geçirmeden, kimleri kurşuna dizeceklerinin listesini bile çıkarmışlardı. Madrid’e kadar çekilen antifaşist milisler durdu. Madrid’de çocuk yaşlı demeden herkes, faşistlerin ilerlemesini durdurmak, Madrid’i savunmak için barikatlar kurmaya başlamışlardı. Direnmek, tek çözüm buydu.
Madrid hükümeti’nin başındaki Caballero, Valencia’ya çekilmeyi tavsiye ettiğinde, CNT’liler yanıt verdi; herkes Madrid’de kalmalı, barikatlarda savaşmalıdır. Hükümet üyelerinin bir kısmı Valencia’ya “özel görev” nedeniyle kaçıyorlardı. Ortada görev falan yoktu aslında.
Her geçen gün baskısını arttıran faşistler, 7’si gecesinde Madrid halkının görkemli direnişiyle karşılaştı. Hoparlörlerden CNT’nin sesi yankılanıyordu; Madrid faşizme mezar olacak. Madrid, korkak bakanlardan ve hükümet yetkilerinden temizlenmiştir. Madrid’i halk savunacaktır. Madrid faşizme mezar olacak. Yaşasın hükümetsiz Madrid, yaşasın toplumsal devrim!
Halk, Madrid’i savunuyordu. Gittikçe yoğunlaşan bombardımana ve silahların sınırlılığna rağmen… Sınırsız olan halkın cesaretiydi. Faşistler şehri yoketmek için uğraşıyordu. Antifaşist milislerin yoğunluktan bitap düştüğü 14 Kasım’da, Vallecas’ta bulunan ilk barikattan bir haber geldi, Durruti Birliği Madrid’deydi. İberya’daki devrim sürecinin bu efsane ismi, cesarete cesaret, güce güç katıyordu. 19 Kasım’da faşistler tarafından katledilene kadar, Madrid’de direnenlerle beraber, Madrid Direnişi’ni faşistlerin aklına mıh gibi kazıdı.
İktidarların kendisini güçlü ve daimi bir şekilde beslediği faşizm, hüküm sürdüğü tüm topraklarda ölümün, katliamın, soykırımın ve tüm bunların karşısında öfkenin adı oldu yıllar boyu. Var olduğu her coğrafyada, milliyetçilikten, etnik-dini-kültürel birlikten yararlanan iktidarların, kendinden olmayan her şeyi-herkesi ötelediği, yok saydığı, kimi zaman katlettiği bir düzenin adı oldu. İnandığından vazgeçmeyen, kimliğini savunup var olma mücadelesi veren, iktidarların karşısında pes etmeyip, söylediğinden vazgeçmeyen herkese bir tehdit oldu faşizm yıllar boyu. Tehdide boyun eğmeyenlerinse dillerindeki tek slogan: “Faşizme geçit yok!”
Henüz 12’sinde bir polisin mermisiyle, 16’sında askerin namlusunun ucunda katledilmek oldu faşizm. Sokakta, “nereden geldiği tespit edilemeyen bir merminin” kafatasına saplanması oldu, gizlenen otopsi raporları, aklanan katiller oldu dikildi karşımıza faşizm. 14 yaşındayken Kürdistan’da sokak ortasında, 8 yaşındayken Qamişlo sınırında savaştan kaçarken dikildi faşizm karşımıza, ölüm oldu.
Patronun daha fazla kar hırsı uğruna ölüme sürüklediği her bir işçi için, ölümün adı oldu faşizm. Yerin metrelerce üstünde bir gökdelenin çatısında, yerin metrelerce altında bir madenin karanlığında, bir filikanın ağırlığında, bir atölyede, fabrikada, bitmek bilmeyen bir sömürü oldu. Güvencesizlik, taşeron, “kaza” adı altında işlenen her bir cinayet giderek normalleştirilirken; faşizm, bu “normalleşme”nin kendisi oldu.
Yalnızca ten rengi farklı olduğu için, bir polis tarafından, sokak ortasında kimi zaman kurşunlanarak, kimi zaman boğazı sıkılarak katledilmek oldu faşizm. Yıllar boyu köleleştirilmenin, işkence görmenin, katledilmenin sesi bugünlere taşındı; faşizm 19. yüzyıldan bugüne soykırımın kendisi oldu. Daha iyi bir yaşam hayaliyle terk edilen topraklardan göç edilen her yeni coğrafyada kölelik, sömürü, zulüm oldu. “Avrupalılaşmaya” çalışan her bir göçmen için, inkar, tehdit, sınır dışı edilmek oldu.
Devletlerin yağdırdığı her bir bombayla, IŞİD gibi her bir çete ile gerçekleştirdiği katliamlarının adı oldu. Ortadoğu coğrafyasında yıllardır bitmeyen zulmün sürdürücüsü özgürlükleri için direnenlere durmaksızın saldırsa da, “faşizme geçit yok” diyenlerin çığlıkları bertaraf etti her bir saldırıyı, soykırımı, katliamı. Bu kez yeni bir yaşam dirildi faşizmin karşısında, umut oldu coğrafyanın dört bir yanına.
Erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü her coğrafyada, kadın için ölümün adı oldu faşizm. Kimi zaman maruz kaldığı tacizin, yalnızca kadın olduğu için karşı karşıya bırakıldığı yok sayılmanın, kimliksizleştirmenin, kişiliksizleştirmenin adı oldu. “Erk”eğin iktidarına karşı pes etmeyen her bir kadına yönelik bir tehditte; baskıyla, şiddetle, işkenceyle çıktı kadının karşısına. “Ahlak” tanımına uymayanı, hissettiği gibi var olan herkesi yok saydı, “hasta/çürük” ilan etti. Yaşam alanlarını gasp ettiği her bir eşcinsel için, trans için, “intihar” denilen toplumsal soykırımların, nefret cinayetlerinin, ölümlerin adı oldu. Ezilenin ezilene iktidarı oldu çıktı karşımıza faşizm; şehir ortasında taşlanan-avlanan domuzun “kader”i oldu.
Faşizm, saldırsa da yaşamın dirildiği her yerde, 1936’dan bu yana durmuyor “Geçit Yok” diyenler. Sokaklara çıkıp hesap sorarak, “buradayız” diyerek, direnmeye devam ediyorlar faşizmin karşısında. Yasaklanan her greve inat patronlardan hesap sormayı sürdürüyor, katledilen her bir kardeşinin hesabını sordukça özgürleşiyor…
1936’nın İberyası’dan (İspanya-Portekiz-Fransa’nın güneyi) Kobane’nin özgürleşen topraklarına, İstanbul’un meydanlarına yankılanıyor bugün aynı slogan: “Faşizme Geçit Yok!” Yaşamları çalanlara, bizleri köleleştirenlere, yok sayanlara, katledenlere karşı öfkemiz büyüyor ve yaşam buluyor anarşizme olan inançla çarpan yüreklerimizde.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post Faşizme Geçit Yok appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Halk Birliği Dünya Kupası’nı Anlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Meydan: Son durum hakkında ne söyleyebilirsiniz?
UNIPA: 2013’ten beridir Brezilya, burjuva hegemonyasının sosyo-ekonomik ve politik koşullarına karşı bir kriz yaşamaktadır. Krizi yaratan üç önemli faktör söz konusudur:
2. Yeni sınıfsal fraksiyonların oluşmasıyla birlikte, sömürü düzenin yükselmesi ve neo-liberal reformların ortaya çıkması.
Bu sebeple; grevler, kuvvetli ayaklanmalar ve sokak çatışmaları gibi farklı karakterlerdeki spesifik durumlar sayesinde, sınıf mücadelesinde yeni döngülerin başladığından bahsedebiliriz. 2013 Haziranında, Brezilya tarihinin en büyük halk ayaklanmalarından sonra; kamu hizmetlerinde (Rio de Janeiro’daki halk okullarında), toplu ulaşımda (Başta Rio Grande do Sul, Rio de Janeiro ve diğer kentlerdeki otobüs şoförleri), bankaların güvenlik sistemlerinde (yabancı/mülteci işçiler) ve şehir temizlik servislerinde (Rio de Janeiro’da) birçok önemli grevin ortaya çıkışına şahitlik ettik. Bu son ayaklanmalar Brezilya işçi örgütlenmeleri için hem devletin baskılarına direnebilmek hem de sendikalist bürokrasiye karşı durmak açısından çok önemlidir. Temizlik işçilerinin “Karnaval” sırasındaki eylemleri şehirde ciddi bir kirliliğin oluşmasına sebep oldu, böylece hükümet işçilerin haklarına daha fazla dikkatini verdi.
Kentsel dönüşümün Dünya Kupası öncesi durumu nasıldı? Hükümetin protestolara karşı uyguladığı baskının düzeyi neydi?
Brezilya’da birçok farklı sosyal çatışmaların yaşandığını gördük. Özellikle büyük şehirlerdeki (Rio de Janeiro, São Paulo, Fortaleza, Porto Alegre) “favela” (gecekondu) sakinleri, hükümetin zorbalıklarına ve kentsel dönüşüme maruz kaldı. Binlerce insan yerlerinden oldu ve evleri yıkıldı. Ayrıca birçok insan, imha siyaseti yüzünden polis tarafından öldürüldü (Şimdi de bölgeyi “polis kontrol birimleri” ele geçirmiş durumda). Böylece kentsel dönüşüm, şehir projelerini kendi ekonomik çıkarlarına (FIFA’nın ve uluslararası turizm gibi) tabi olunması amacıyla uygulandı. Yine de, Brezilya halkı bu süreçlerden bir menfaat istemeyecek.
Şimdiye kadar bu çatışmalar hükümetçe iki yönlü idare edildi: Siyasal zulüm ve paramiliter cinayetler olarak. Bundan ötürü, milyonlarca insan protestolar sırasında tutuklandı ve polis şiddetine maruz kaldı. Geçen yıl onlarca eylemcinin esrarengiz bir şekilde öldürüldüğünü duyduk ve paramiliter güçler kaçırma, gasp etme ve tecavüz etmek gibi tehditlerle insanları korkutuyor. Eylemcilerin çektikleri sıkıntılar, işten çıkarılma veya dava edilme tehditleriyle iş yerlerinde, okullarında ve üniversitelerinde de devam ediyor. Söyleyebiliriz ki, Brezilya’da şu an polis hükümetinde yaşıyoruz.
Kim bu insanlar, kimler katılıyor bu eylemlere? Ana akım medyanın verdiği bilgilere göre, sokaklardakilerin öğrenci olduğu söyleniyor. Fakat hepimiz biliyoruz ki, oradaki insanlar, kentsel dönüşüm bölgelerinde polisin ve kapitalizmin şeri altında yaşayan sakinler, değil mi? Açıkçası kentsel dönüşüm projelerinin, kupa organizasyonundan sonra da devam edeceği ortada. Yine de protestolardan beklentileriniz nelerdir, sosyal muhalefetin sokaktaki gücünü koruyabileceğini düşünüyor musun?
Bu nokta çok önemli. Gerçeği söylemek gerekirse, 2013 ve 2014’de yeni bir işçi sınıfı profili, sokak eylemlerinin ana dinamosu oldu. Bahsettiğimiz bu kişiler; yabancı/mülteci işçiler, işsizler ve yoksul insanlar, sömürülenler, gayri resmi işçiler ve öğrenciler gibi kesimlerden oluşuyordu. Örneğin Rio de Janeiro’daki en büyük kitlesel sokak eylemleri 20 Haziran’da gerçekleşti ve 2 milyon insan bir araya geldi. Bundan ötürü burjuva kesimi ve hükümet, toplumu ikna edebilmek adına eylemcilerin “işçi” olmadığını, çünkü sokaktakilerin; “endüstriyel işçi”lerin sosyal-demokrat modeline uymadığını iddia ettiler. Bundan anlıyoruz ki bu iddialar, İşçi Partisi’nin ve sendikal bürokrasinin elindeki tekeli meşrulaştırmak için ortaya atılmış tutarsız stratejilerdir. Bu işçiler son yıllarda birbirinden farklı sömürülerle yüz yüze geldi ve kentsel dönüşüm artık son damla olmuştu.
Brezilya’daki karmaşık konjonktürler bize öngörüde bulunmak için izin vermiyor. Lakin bizim, protestoların gelecek yıllarda alacağı şekle dair bazı hipotezlerimiz var. Tahminimizce, Brezilya’da yeni bir işçi sınıfı kesimine dâhil olduk ve burjuvazi ile reformcu hegemonya çöküyor. Bu durum gerek yeni bir halk hareketinin veya devrimci örgütlenmenin hemen başa geçeceği; gerekse emperyalizmin veya kapitalizmin gücünün hemen sona ereceği anlamına gelmiyor. Öte yandan şöyle söylenebilir ki; bize, bürokratik olmayan yeni bir yetenekli işçi sınıfı, nesnel ve öznel koşulları verildi ve muhtemelen gelecek yıllardaki eylemler bu sınıfın kalitatif(niteleyici) ve kantitatif(niceleyici) karakterlerini daha da geliştirecektir.
Anarşistlerin bu eylemlerdeki rolü nedir? Sizin (UNIPA/Anarşist Birliğin) bu durumu anlamlandırmaya dair bakış açısınız ve düşünceniz nedir? Takdir edersiniz ki uluslararası dayanışma böylesi günlerde daha da önemlidir, dünya genelinde yeterli dayanışma gösterildi mi?
Anarşizmin bahsedebileceğimiz iki tür rolü vardı: 1- Yaygın olarak “bireysel” olan anarşistler ve 2- Anarşist örgütlenmeler. Gerçi halk ayaklanmaları sırasında birçok sokak eylemcisi kendisini anarşist olarak tanımlıyordu. Fakat bu özdeşleştirmenin anarşist devrimci ideolojiyi anlamaya yönelik pozitif etkisinden ziyade salt politik partilere ve sendikal bürokrasiye karşı hislerini ifade etmekte kalarak negatif bir etkisi oldu. Bilinmesi gereken mühim bir nokta, protestolarda Kara Blok taktiklerinin ve tahripkâr eylemlerin (bankalara, karakollara saldırmak gibi) kullanıldığıdır. Eylemlerin ehemmiyetine karşın tüm bunlar devrimi gerçekleştirmek için yeterli değildir. Örgütlenmelerin farklı devrimci biçimlerini birbirinden ayırt etmek mecburidir. Özellikle gecekondu sakinlerinin çabalarını ve sömürüye karşı verilen halk ayaklanmalarını.
Anarşist örgütlenmelerle ilgili söyleyebileceklerimiz, birçoğu bahsi geçen eylemlerde marjinal olarak hareket etti. Ayrıca bilerek veya bilmeyerek reformcu bürokrasi ile iş birliğine gidenler oldu. Diğer taraftan, devrimci anarşist örgütlenmeler, Brezilya’daki sokak gösterilerinde ve çatışmalarda çok önemli rolleri yerine getirdiler; devlet şiddetine karşı resmi veya gayri resmi örgütlenmeler oluşturdular, çatışma komiteleri tertiplediler, çatışmalar örgütlediler. Anlayacağınız, anarşizmin rolü pek homojen değildi fakat en büyük katkısı; anarşizmin eksiklerini anlayarak Brezilya’daki gelişimini sağlamak oldu. Bundan dolayı, son dönemde yaşanan tüm bu eylemler devrimci anarşizmin güçlenmesini sağlamış oldu.
UNIPA, eylemlerine devam edecek ve ezilen işçilerin polis devletine karşı haklarını korumaya yönelik örgütlenmelerini desteklemeye devam edecektir. Bizim için sendikalist devrimci halk örgütlenmesinin bir parçası olarak savunma örgütleri kurmak zorunludur. Sendikal ve reformist bürokrasiye karşı taban örgütlenmesi oluşturmak elzemdir. Ekonomik ve politik zorbalıklara karşı mücadelenin rolü kadar devrimci anarşizmi örgütlemenin de önemli olduğuna inanıyoruz. Aksi takdirde, yeni yeni oluşmakta olan bu sınıf mücadelesinin, yeni bir anarşist alternatif inşa etmesi mümkün olmayacaktır. Bundan dolayı dünya genelindeki devrimci anarşizm, uluslararası gelişimi ilerletmek zorundadır. Hatta uluslararası dayanışmayla birlikte mücadeleyi organize edebilecek, özellikle UİB (Uluslararası İşçi Birliği) gibi bir örgütlenmeyi oluşturmalıyız ki emperyalizm, nasyonalizm, sosyal demokrasi ile savaşabilelim. UNIPA böyle bir organizasyonun kurulması için dünya geneline yayılmış bir devrimci anarşizmi arzulamaktadır.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmaktadır.
The post Anarşist Halk Birliği Dünya Kupası’nı Anlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>