The post Kullan-at Kılavuz : “Durdurma ve Üst Araması” – Av. Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Yüzlerce kişinin katledildiği patlamalardan sonra, kamusal herhangi bir yerde herhangi bir sebep yokken, devletin kolluk kuvvetleri tarafından, eskisinden çok daha fazla üstünüzün veya çantanızın aranmasıyla karşılaşmışsınızdır. İçinde olduğumuz şiddet ortamı dolayısıyla “güvenlik kuvvetleri”nin yaptığı neredeyse her eylem meşru gibi gösterilmeye çalışılsa da, en basitini düşünürsek, üstünüzün aranması dahi o kadar kolay değildir. Bu yazıda mekânsal veya zamansal olarak birçok çeşidi olan arama türlerinden, durdurma sonrası arama ve önleme araması konu edilmiştir.
Öncelikle söylemek gerekir ki, yolda yürürken polis sizi kafasına göre durduramaz. “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu”na göre, ancak bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek amacıyla durdurma yapılabilir. Durdurma yetkisini kullanabilmesi için, kolluk görevlisinin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime göre, durdurulacak kişinin suç işlediği veya işleyeceği yönünde makul bir şüphenin bulunması gerekir. Her ne kadar bu ifadeler hukuken yetersiz ve muğlak ifadeler olsa da durdurma işleminin keyfi olarak uygulanamayacağı düzenlenmiştir.
Durdurma durumunda, polis size durdurma sebebini bildirmelidir; eğer kendiliğinden bildirmezse, neden durdurulduğunuzu polise sorabilirsiniz. Polis sizden kimliğinizi göstermenizi isteyebilir, ama ondan önce siz de polisten kimliğini göstermesini isteyebilirsiniz. Kimliğiniz yanınızda değilse, polis size, kimliğinizi ispatlamanız için gerekli kolaylığı sağlamak zorundadır.
Durdurma işleminden sonra, arama yapılabilmesi için, üzerinizde silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı gerekir. Eğer böyle bir şüphe varsa (örneğin ceketinizin altında bel kısmında silah kabzasına benzer bir şişlik varsa) bu halde polis sizi el ile dıştan arayabilir. Buna üst yoklaması veya sıvazlama araması denir. Bu arama, kişinin cinsiyetinde bulunan görevli tarafından yapılır ve kabaca kişinin üstünü yoklamaktan öteye geçemez. Bu aşamada sizden üstünüzdekileri çıkarmanız veya eşyalarınızın aranması istenemez. Üst aramasında ancak, kişinin kanunlara göre izin verilmeyecek bir şeyi taşıdığına ilişkin makul şüphenin bulunması ve aramanın amacına başka türlü ulaşılamaması hâlinde, üstünüzdekileri çıkarmanız istenebilir.
El ile dıştan kontrol hariç, kişinin üstü ve eşyasının aranması ancak yetkili kolluk amirinin emriyle yapılır ve bu karar 24 saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Yani üstünüzün kaba olmayan detaylı araması düşündüğünüzden çok daha ciddi bir durumdur. Önemle belirtmek gerekir ki eşyanız mümkünse elektromanyetik cihazlarla, değilse “beş duyu organı aracılığıyla” aranır. Örneğin polis çanta gibi kapalı bulunan eşyalarınızı açamaz. Polis kimi zaman sizden çantanızı açmanız istese de; bu durumda çantanızı açmak zorunda değilsinizdir. Herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın yapılan “yoklama araması”nda polis çantanızı ancak eliyle kontrol edebilir, açamaz. Arama yapmak isteyen polis sizi çantanızı açmaya zorlarsa, bununla ilgili herhangi bir mahkeme kararı olup olmadığını sorabilir, karar yoksa aramaya ilişkin tutanak tutulmasını isteyebilirsiniz.
Ancak unutmamak gerekir ki, bu yazının konusu durdurma sonrası aramalardır. Mahkeme kararıyla yapılan önleme aramalarındaysa hukuksal durum daha farklıdır.
Av. Gökhan Soysal
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kullan-at Kılavuz : “Durdurma ve Üst Araması” – Av. Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Devletin Şiddet Sarmalı”- Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kasım 1967’de devletin siyasal şiddetinin tartışıldığı ve panelistlerin arasında Hannah Arendt ve Susan Sontag’ın da bulunduğu bir panelde, Noam Chomsky, rasyonel bir devletin, şiddet eyleminin sonunda daha kötü olan yok edilmediği sürece, şiddetin meşru olmadığını savunacağını söyler.
Burada Chomsky’nin vurguladığı, eylemin meşru olmayacağı koşullardan ziyade, bu meşruluk için kötünün yaratılmasıdır. “Meşru” şiddet tekeli konumundaki devletin siyasal şiddeti kullanmasındaki en önemli neden de budur; kötü olarak adlandırdığını yok etmek.
TC devleti, “meşru” iktidarının şüpheye düştüğü zamandan bu yana, meşruluğunun kaynaklarını arttırma niyetiyle “dâhili ve harici bedhahlar” yaratmaya başlamıştır.
Doğrudan Şiddet
Devletin üst düzey kademelerinde yer alanların açıklamalarındaki şiddetle sokakta yaşanan arasında o kadar büyük bir uyum var ki. Devlet, “ürettiği şiddeti” sadece Kobanê sınırındaki sınır köylerinde, sınır dışında kullanmak üzere yaptığı provalarla hissettirmiyor. Bu şiddetin benzer biçimleri TC sınırları dâhilinde kendini belli etmekte.
Kobanê’yle dayanışma eylemlerinde 30’un üzerinde insan katledildi. Gaz bombası ve polis kurşunuyla katledilenler; özellikle Taksim-Gezi İsyan’ı sonrasındaki sürecin “devletin normaline” dönüşü için kullanılan en belirgin yöntemdi. Kobanê dayanışma eylemlerinde ortaya çıkan şiddet bunun birkaç katıydı. Özellikle TC sınırından içeriye girmek zorunda bırakılanların uğradığı şiddete, jandarmanın katlettikleri eklenince, devletin öldürmek için/ siyasal şiddetini dayatmak için neden bulmada çok da sıkıntı çekmediği ortaya bir kez daha çıktı.
Katledilen 30 kişi, sadece devletin polisi, jandarması, askeri ya da Siirt’te katledilenler gibi korucular tarafından vurulmadı. Özellikle Antep’te IŞİD yanlıları ve Hizbulkontra devredeydi. Açığa çıkarılan şiddetten nemalanmaya çalışan iktidar odakları, Kobanê’de niyetlendiği şeylere, farklı şehirlerde girişmeye başlamıştı. Üniversitelerdeki saldırılarla, şiddet politikalarını yayanları; ırkçı saldırılarla özellikle İstanbul’da ve Antep’te belirginleşen kesimler takip etti. Okyanustaki köpekbalıkları gibi kan kokusunu alan, iştahla kana doğru yüzüyordu.
Şiddet Ortamının Hazırlanması
Tayyip Erdoğan’ın “Artık polisin kalkanıyla yaşanan durumun önüne geçilemeyecek, bedeli ne olursa olsun, devlet olarak herkesin anladığı dilden konuşacağız” sözleri, devlet şiddetinin nedeni değil bir parçasıdır. Tabi ki bu, devletin cumhurbaşkanıyla, başbakanıyla, iç işleri bakanıyla, valisiyle buna benzer bir ağız yaptığı açıklamaların devlet eliyle yönlendirilen şiddette etkisi olmadığı anlamına gelmez.
Şiddet, özellikle son dönemde toplumsal iletişim araçlarıyla oldukça yükseltilerek toplumsal kesimlerin bu şiddet sarmalının içerisine girmesi istendi. Bu durum tabi ki sadece TC devletinin psikolojik politikası değildi. Küresel iletişim ağlarındaki yaygın şiddet görüntüleri, şiddetin normal kılınmasında önemli rol oynadı. Özellikle sosyal ağların hızlı ve yaygın kullanımı düşünüldüğünde, şiddetin bu ağlar üzerinden salıkverilmesinin toplum-devlet ilişkisinde etkisinin ne olacağını anlayabilmek için toplum mühendisi olmaya gerek yok.
Devlet bir yandan kolluk kuvvetleriyle “meşru şiddet” tekelini kullanarak adaletsizliklere karşı tepki verilmesinin önüne geçmeye çalışırken, toplumda bir kendiliğinden devlet kontrolü gerçekleştirebilmek için, şiddet sarmalının içerisine soktuğu (ya da içine girmeye meyilli) kesimlerin yarattığı şiddeti yönlendirmeye çalışıyor. Devletin boşluk bıraktığı alanlarda, bu yönlendirilmiş şiddetin toplumsal adaletsizliklere yönelecek tepkiyi kırmasını bekliyor. Kobanê sürecinden önce de, Suriyeli mültecilere yönelik şiddet; bu durumun ön aşaması konumunda bulunuyor. Kobanê dayanışma eylemlerine yönelik şiddetin yoğunlaştığı şehrin, Suriyelilere yönelik şiddetin yoğunlaştığı şehirle aynı olması rastlantı değil.
Kendini AKP muhalifi diye adlandıran kesimlerin, bu süreçte /faşist söylemleri AKP’ye muhalefet etmek bir kenara; devlet şiddetini besliyor. Bu nedenle artan faşist şiddetin sadece hükümetle ilişkilendirilmesinin bir mantığı yok.
Irkçı/faşist şiddetin toplumun geneline yayılıyor olma durumu, tabi ki bu şiddeti yönlendireceklerin işine yarayacak. Bu toplumsal zıtlaşma üzerinden TC sınırlarının içinde ve dışında kendi politikalarını sorgusuz sualsiz işletebileceği bir zemin bulacak siyasal iktidarın da, genel anlamıyla bölgede bu tarz bir şiddet sarmalını yaratmak isteyen küresel iktidarların da bu durumdan yararlanacağı açık.
Toplumsal Devrim Kobanê’den Yayılacak
Kobanê yaklaşık bir aydır direniyor. Direnen Kobanê meşruluğunu, bir varoluş mücadelesinden alıyor; Rojava Devrimi’nin kaçınılmaz toplumsal gerçekliğinden alıyor. Üretilmiş şiddetin ayrımındayken destek alacağımız ancak böyle bir gerçekliktir.
Kobanê’deki direnişten; Rojava Devrimi’nden korkanlar bu şiddetin üreticileridir. Kobanê ve Rojava Devrimi için dayanışmanın sınırları eritiyor oluşu, devrimin yayılacak olma korkusuyla devlet şiddete sarılmıştır. İspanya’dan Ukrayna’ya tüm toplumsal devrimlerde olduğu gibi…
The post “Devletin Şiddet Sarmalı”- Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>