The post Senin de Sabah Uyandığında Aksanın Değişti mi? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Michelle Myer, rahatsızlığı nedeniyle birçok hastane ve uzman gezdiğini ve farklı bir insan gibi hissettiğini söyledi.
The post Senin de Sabah Uyandığında Aksanın Değişti mi? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ağzımızdan Çıkanlar, Kalemimizden Yazılanlar: Hırsız – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Yaşam içerisinde, günün herhangi bir anındaki, herhangi bir etkinliğimize düşünsel ya da eylemsel anlamda en çok etki eden şeyler nelerdir?” diye sorsalar cevaplamakta biraz zorlanacağımız aşikar. Ancak muhtemelen bu soruya vereceğimiz cevaplardan birisi ya da birkaçı konuşma, yazma, dil ya da bunların kökenini oluşturan simgesel kültüre ait argümanlarla ilişkili olacak.
Dil ve dilin araçları tarih boyunca bazen doğrudan, bazen de dolaylı olarak yaşamın her alanına etki eden buradaki dönüşümü güçlendiren ya da bu dönüşüme ket vuran en önemli mekanizmalardan biri olmuştur. Toplumsal dönüşüm mücadelesinde ağzımızdan çıkanlar ve kalemimizden dökülenler özgürlüğe inanan ve yaşadığı her yerde onu yaratmaya çalışan bizleri ideallerimize en çok yaklaştıran yöntem oldu. Konuşmanın ve yazmanın gücü yalnızca ikna etmenin değil, bazen de birlikte yaşamın, paylaşmanın, dayanışmanın itici gücü haline geldi.
Gazetemizin ilerleyen bölümlerinde kelimeler ve kökenleri üzerine araştırmalar yapacak, toplumsal dönüşümün önemli bir mücadele alanı olarak gördüğümüz sözlü kültürün bu alanı üzerine yorumlarda bulunacağız. Bu bölümde yazacağımız kelimeler bazen hepimizin gündemini işgal eden, bazen de bizim kullanılışına ilişkin itirazlarımızı kapsayan yazılara konu olacak. Gazetemizdeki bu bölümde ilk olarak “hırsız” sözcüğünün tanımına ve kökenine yer veriyoruz.
Hırsızın Etimolojisi
Hırsız; TDK’ye göre “Başkasının malını çalan kimse” demektir. Türkçe’ye yaklaşık 600 yıl önce girdiği düşünülen bu sözcük üzerine bu alanda birçok çalışma olduğu gibi farklı yorumlar mevcut. “Hır” sözcüğünün kök olarak kabul edildiği ve kavga, muaraza, dalaş anlamına gelen sözcüğe göre hırsız, sessiz, usulca işini halleden anlamı üzerinden bugünkü haline kavuşmuş olabilir. “Hır çıkarmak”, “hır gür”, “hırıltı” gibi buradan türediği söylenen sözcüklerle de bu düşünce desteklenir. Bu düşünceye göre karşıtı olarak kullanılan “hırlı” sözcüğü de aslında olumsuz anlamdadır. “Hırlı mı hırsız mı” kullanımında, olumsuz anlatımı güçlendirmek için iki olumsuz örnekle anlatımın pekiştirildiği söylenir.
Bir diğer yoruma göre ise Arapça’daki “xayr” yani hayır sözcüğüne kökenlenen kelime; hayırsız, uğursuz anlamına gelmektedir. Tersi olan hırlı ise bu örnekte hayırlı, uğurlu demektir. Aynı anlama gelen farklı sözcüklerde ise yine Arapça “haram” sözcüğünden türeyen “harami” sözcüğü karşımıza çıkıyor.
Pek çok dile kaynaklık eden Latince’de hırsız için en bilindik sözcük “clepta’’, yani günümüzde çalma “hastalığı” olarak bilinen kleptomaniye adını veren sözcük.
Cermen kökenli eski İngilizce’ye baktığımızda hırsızın karşılığı olarak “þeof” sözcüğüyle karşılaşırız. Hırsızlık eylemini yapan kişi ise, yani günümüz İngilizce’sinde “thief’’ anlamına gelir. Eylemin kendisi ise “þīfþ” yani modern karşılığı “theft’’ olarak türemiştir. Ancak bu sözcük genelde şiddet kullanılmadan gerçekleştirilen hırsızlık için kullanılır. Şiddet kullanılarak gerçekleştirilen hırsızlık için ise Orta İngilizce’de “robben”, Eski Fransızca’da “rober” olan “rob” kelimesi köken olarak gösterilir. Bir eylem ya da pratik olarak ise Orta İngilizce ve Eski Fransızca’da “roberie” kelimesi “robbery”e dönüşmüş ve eylemi yapan kişi ise “robber” olarak adlandırılmıştır. Kimbilir, belki de İngiliz halk hikâyelerinde Kral John’a karşı çıkarak zenginlerden çalıp yoksullara veren Robin Hood’un adı bu sözcükle ilişkidedir.
“Başkasının malını gizlice almak, aşırmak” anlamında hırsızlık, üretilen literatürle aslında sistemin çelişkileri içinde sözlük anlamının ötesinde anlaşılmakta. Bürokratlar, memurlar ya da mülk sahiplerinin “hırsızlığı” için kullanılan “yolsuzluk, hortum” gibi kavramlar bir yanda dururken, gündelik kullanımında “hırsız” daha çok yoksulluktan dolayı çalanların, kriminalize edilmesi üzerine kurulmuş bir adlandırma olarak karşılık bulmaya devam ediyor.
Emircan Kunuk
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.
The post Ağzımızdan Çıkanlar, Kalemimizden Yazılanlar: Hırsız – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bilginin, Paylaşma ve Dayanışmayla Özgürce Öğrenimi Mümkün! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin resmi ideolojisini kabul ettirmek ve kapitalizmin kendi çarkını döndürmek için manipüle ettiği bilgi, aslında yaşamın içinden çıkmıştır. Dolayısıyla bilgiyi arayacağımız yer de yaşamın kendisidir. Edindiğimiz “yaşamın bilgisi”ni elden ele, dilden dile yaymaya…
İktidarın Araç Olarak Kullandığı Bilgiye Karşı:
Bilgiyi hapseden kapitalizm ve devletler; bütün iktidarlar, kurdukları her türlü eğitim merkeziyle sisteme uyumlu köle yetiştirme alanları açıyor. Her an gözetlenen ve denetlenen, dört bir yanını sivil ya da üniformalı polislerin, özel güvenlik görevlilerinin sardığı bu alanları, özgürlük alanları olarak göstermeye çalışıyor. Tek bir kesimin tekelinde toplanan bilgi, bu özgürlük alanı olarak gösterilen üniversitelere hapsedilerek bir anlamda elitize ediliyor. Herkesin ulaşamayacağı kampüs duvarlarının ardına saklanıyor. Öğreten ve öğrenen ayrımının keskinliğiyle, hiyerarşi ve itaati içselleştirmemiz sağlanıyor.
İktidarların değiştirdiği, manipüle ettiği ya da ortadan kaldırarak yerine yenisini koyduğu bilgiyle, gerçekle yalanı ayırt edemez hale geliyoruz. Beyinlerimiz, ezberci eğitimle öyle bir hal alıyor ki, farklılık ve yaratımdan gittikçe uzaklaşıyoruz. Böylece bilgi birey için ulaşılamaz bir iktidar aracına dönüşüyor.
Yaşamın Bilgisi İçin:
Yaşamın bilgisini aramak, var olanın tüm ayrıntılarıyla yeniden keşfine yapılan keyifli bir yolculuk gibidir. Bilgiyi edinen, bilmeyene aktarır. Diller, kültürler aktarılır. Farklılıkların zenginliğiyle bilgi paylaştıkça yayılır. Bütün bunlar, aktarılmayınca, bilinmeyince kaybolur.
Bizlere düşense hapsedilen, elitize edilen, tahakküm ve iktidar aracına dönüştürülen, bazen de yok edilmeye çalışılan bilgiyi dayanışmayla yeniden keşfederek, paylaşmayla çoğaltmaktır. Bu koşullarda ihtiyacımız olan, bilginin özgürce aktarımı sürecinin gerçekleşebileceği alanlar yaratmaktır.
Bilgiyi bir kesimin tekelinde bıraktığımız, itaatin aracı haline getirilmesine göz yumduğumuz, hapsedilmesine duyarsız kaldığımız bir durumda; bilgi ne kadar “yaşamdan” olabilir ki?
26A Atölye: Vazgeçmeyenler Oldukça!
26A Kolektifi, kurulduğu yıldan bu yana, yaşamın bilgisini esas aldı. Yaşamsal bilgiyi aradı, yeniden keşfe çıktı, birlikte üreterek ve uygulayarak yol aldı.
O günden bu güne kolektif deneyimini büyüten 26A, 2016 yılında, tam bir yıl önce, bu bilgiyi çoğaltmak ve yaygınlaştırmak için yeni bir alan daha yarattı. İçerisinde kütüphane ve kitap okuma bölümleri, kesme biçme atölyesi, bilgi paylaşımı için farklı konulardaki aktarımların gerçekleşeceği kara tahtası ile birlikte üretmek ve yeni deneyimler oluşturmak için 26A Atölye’nin kapısını açtı. Devlet ve kapitalizmin rantsal dönüşümlerinin baskısıyla sıkıştırılan Taksim’de, serüvenin ilk başladığı yerde 26A Taksim’in üst katında.
Atölyede bir yıl içerisinde farklı diller ve farklı kültürlerden anarşizmin tarihine, kadın mücadelesinden halkların özgürlük mücadelelerine ve ekolojiye, tiyatrodan sinemanın ötekilerine, şiirden türküye, spordan oyuna, ritüel ve performansa, geçmişten günümüze devlet anlayışlarından alternatif öğrenim metodlarına, felsefeden arkeolojiye hatta mitolojiye dair yüzü aşkın aktarım gerçekleştirildi.
Bilginin her yerde, yaşamın her alanında olduğu farkındalığıyla, yaşamın her alanından, en ince detaylardan seçilen konu başlıklarıyla gerçekleştirilen aktarımlar, 26A Atölye’nin “Kara Tahta” bölümünde yapıldı. Kara tahta, çoğunluğun okulundan hatırladığı bilginin otoriter biçimde zorla empoze edildiği bir araç olarak görünebilir. Ancak atölye katılımcılarına bir dersliği, bir sıkışmışlığı, bir korkuyu, bir bilememe cezasını hatırlatmıyordu artık; tüm bunlara karşı koymanın bir yolu olmuştu. Tebeşirle yazılıp silindi ve bilgi sohbetle elden ele, dilden dile yayıldı.
Aktarıcı, seçtiği konuda akademisyen, yetkili, otorite olduğu için değil; o konuyu merak ettiği, araştırdığı, deneyimlediği ve paylaşmak istediği için aktarıcıydı. Eksik bıraktığı konu, başka bir aktarımda başka bir aktarıcı tarafından tamamlandı. Aktarımlara isteyen herkes, ücretsiz bir şekilde katıldı ve katılanlar, sadece dinlemek, o alanı tüketerek terk etmek için katılmadı; aktarılan bilgiye kendi bilgilerini de kattı.
Kolektif 26A senelerdir yarattığı anlayışı “Önce pratikle ve sonra o pratikte teoriyi bul!” sözüyle oluşturmuştur. Bir yıldır yine yeni bir pratikle, bilginin paylaşma ve dayanışmayla özgürce aktarımının mümkün olduğunu gösteren 26A Atölye, kapısını aralayan herkesi birlikte düşlemeye, düşünmeye, düşündüğünü de beraberce eylemeye çağırıyor. Kasım ayı itibariyle yeniden açtığı kapısının ardında, 200’ü aşkın kitaptan oluşan anarşizm kitaplığını okumaya ve tartışmaya, kesme biçme atölyesinde birlikte üretmeye, kara tahtasında özgür bilgi paylaşımlarına çağırıyor herkesi.
Dünyada alternatif olabilecek farklı modellerin yer aldığı gazetemizin bu sayısında, özgürlüğün yaratıldığı böyle zeminlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Bizler de Meydan Gazetesi olarak, herkesi bu zeminlere davet ediyoruz.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.
The post Bilginin, Paylaşma ve Dayanışmayla Özgürce Öğrenimi Mümkün! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Soykırımı Tanımak” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildiği 1915’te, farklı devletlerin de dahil olduğu politikaları doğrultusunda hayata geçirilen Ermeni Soykırımı, içinden geçtiğimiz süreçte de devletlerin pazarlık politikalarında “önemli bir başlık” oluşturuyor. “Soykırım” sözcüğünün telaffuz edilip edilmeyeceği, haftalardır tartışma konusu olurken, yaşamını yitiren yaklaşık 1.5 milyon insanın ve geride kalanların acısı, yine bu politikalar sonucu toplumsal hafızada belirsizleştiriliyor. Devletlerin soykırımı tanımasına ve bu “tanımadan” kendilerine politik fayda devşirmelerine dair, yazarlarımızdan İlyas Seyrek’in gazetemizin 34. sayısında yer alan “Soykırımı Tanımak” başlıklı yazısını, “güncelliğini koruması” bağlamında, Ermeni Soykırımı’nın 106. yıl dönümünde tekrar paylaşıyoruz.”
Modern devlet, sahip olduğu topraklar üzerindeki hakimiyetini, kendisinin ürettiği ve biçimlendirdiği bir “ulus” üzerinden meşrulaştırır. Siyasi, kültürel, dini ve ekonomik anlamda bu ulusun egemenliği oluşturulmaya çalışılır. Bu amaç için de hakim ulusla aynı dil, kültür ve dine sahip olmayan toplumları/halkları hakim “ulus”a ve onun değerlerine entegre etmek, onları asimile etmek veya katliama/soykırıma tabi tutmak, ulus devletin başlıca uğraşlarıdır.
Devletlerin ulus devlet modeliyle yaptıkları katliam ve soykırımlar o devletlerin kanlı tarihlerinin birer parçasını oluşturur. Günümüzdeki iktidarlar ise miras aldıkları siyasi yapının coğrafyadaki meşruluğunu ve hakimiyetini koruyup koruyamadığına göre kanlı tarihi kabullenir ya da reddederler. Ayrıca devletlerin uyguladığı bu katliamlar/soykırımlar, başka ulus devletlerce iç ve dış politikalardaki çıkarlar bağlamında bir hamle olarak kullanılmak üzere kınanır, soykırım olarak kabul edilir ya da reddedilir.
İktidarların ve devletlerin kendi siyasi öncüllerinin tarihini kabullenmek ya da başka devletlerin katliamlarını kınamak gibi hamleleri kuşkusuz 2. Dünya Savaşı ile gelen yıkımın acılarını sarma maksatlı “barışçıl” politikalar yürütme -daha doğru ifadeyle, daha sessiz, görünmez sömürü ve savaş politikası yürütme- amacı da taşımaktadır.
Uluslararası Politik Hamle Olarak Soykırımı Tanımak
Devletlerin parlamentolarında başka coğrafyalarda gerçekleşen katliamları/soykırımları tanıması konusu son olarak Alman Federal Meclisi’nin 1915’de gerçekleşen Ermeni Soykırımı’nı tanımasıyla konuşulmaya devam ediyor. Açıkçası, Almanya Başbakanı Merkel TC’ye sürekli gelip gidiyorken, TC ile göçmen konusunda anlaşmaya çalışıyorken TC’nin vize serbestisi ve göçmenlerin TC’ye kabulü konusunda Avrupa’ya yönelik sert açıklamalar yapıyorken gerçekleşen bu hamle, zamanlamasıyla birlikte dikkat çekiyor.
Alman Federal Meclisi’nin aldığı karar sonrası TC yetkilileri ise Ermeni Soykırımı üzerine tartışmaktan ziyade, Almanya’nın yaptığı katliamlar üzerinden tartışmalara girişiyor. Aynı tepkiyi daha önce de gösteren TC, Fransa’nın 2006 yılının Ekim ayında Ermeni Soykırımı’nın inkarını suç sayan bir yasa tasarısını görüşmesine karşı olarak Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamları hatırlatmıştı. CHP Bolu milletvekili Tanju Özcan Fransa’daki yasa tasarısına karşı hamlede bulunarak “Cezayir Soykırımı’nı inkar edenlere 1 yıl ile 5 yıl arası hapis öngören” yasa tasarısını TBMM’ye sunmuştu.
Soykırımlar konusunda uygulanan bu ve benzeri politik hamleler sadece Almanya ve TC’ye özgü değil elbette. Başka devletlerin başka katliamlarla/soykırımlarla ilgili, zamanlaması oldukça manidar, buna benzer hamlelerini de görmek mümkün.
Ukrayna Parlamentosu’nun 1944’teki Kırım Tatar sürgününü 12 Kasım 2015 tarihinde soykırım ilan etmesi, 2014’te Rusya ile Kırım konusunda yaşanan gerilimin ve Kırım’ın Rusya’ya katılmasının bir karşı hamlesi olarak sayılabilir.
Srebrenitsa kentinde yaşayan Bosnalıların Sırp Cumhuriyet Ordusu tarafından 1995 yılında katledilişi, 8 Temmuz 2015’te BM Güvenlik Konseyi’nce görüşülmüşse de Rusya’nın kararı veto etmesiyle, katliam, soykırım olarak kabul edilmemişti. Rusya’nın aldığı bu karar Sırbistan devleti ile kurduğu iyi ilişkiler ve o dönem Batılı devletlerle Kırım konusundaki giriştiği tartışmalarla birlikte düşünüldüğünde dış politikaların bir parçası olmuştu.
1915 Ermeni Soykırımı’nın 23 Nisan 2015 tarihinde Suriye Parlamentosu’nca tanınması ise 2011’den beri süregelen Suriye’deki savaşla ilgili TC’nin uyguladığı politikalar, “Kardeşim Esad” ilişkisinden “katil Esed” hitabına geçiş ve muhaliflere olan açık desteğiyle doğrudan ilişkili.
Ermeni Soykırımı’nın tanınmasıyla ilgili bir başka ilgi çeken örnekse ABD’den. 1987’de ABD’de Temsilciler Meclisi ve Senato’nun aldığı soykırım kararı, dönemin ABD Başkanı Ronald Regan tarafından veto edilmişti. Bu politik nedenler, ABD ve TC arasında gelişen ilişkiler ve Reagan’ın o dönemki TC Başbakanı Turgut Özal ile benzer neo-liberal ve muhafazakar politika ve ekonomi anlayışı oluşturmaktaydı.
Soykırımların tanınmasıyla ilgili bu olaylar, birer rastlantının çok ötesinde ve bu soykırımların tekrar yaşanmasını önlemek ve küresel anlamda barışın sağlanması için atılan adımlar olmanın aksine, devletlerin güncel çıkarları ve politikalarıyla oldukça ilintili hamleler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda, devletlerin birbirlerinin soykırımlarını karşılık verircesine tanıması; tanımaların sembolikliği ve dönemsel çıkarların güdülüyor oluşunun birer göstergesi olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.
Devletlerin birer politik araca dönüştürdüğü soykırımların tanınması ya da tanınmaması, yapılan soykırımların gerçekliğini değiştiremez. Soykırımlar devletlerin parlamentolarınca onanarak değerli hale gelecek, ya da değersizleşecek; tanınmalarla anılmaya başlanacak ya da halkların hafızalarından silinebilecek olaylar değildir.
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Soykırımı Tanımak” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>