The post Kötü Kötüdür – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Düşünce dünyasında, tarihin belki de en eski sorunlarından birini, kötülük üzerine yürütülen ve halihazırda yürütülmekte olan tartışmalar oluşturuyor. Bir kötünün ya da kötülüğün varlığından bahsedebilir miyiz, bahsedebilirsek bu kötü nedir, kötünün ve kötülüğün kaynağı nerededir gibi felsefi sorulara ilişkin; siyaset, sosyoloji, psikoloji ve hatta biyoloji gibi alanlarda tartışmaların yapıldığını görüyor; farklı ideolojileri, eğilimleri benimsemiş insanlar tarafından bu meseleye dair yapılan yorumları bir süredir okuyor, tartışıyoruz.
Etrafımızı sarıp sarmalayan, günden güne etkisini daha da artıran bu “kötülük” sarmalından çıkmanın yöntemini bulmak, bu tartışmaya başlarken temel amaçlarımızdan biriydi. Bunun yanında, kötünün ve kötülüğün adını koyabilmek, tarifini yapabilmek, karşısında mücadele ettiğimiz bu olguyu anlama ve yorumlama sürecinin de önemli bir parçasını oluşturuyor. Metinler, özgürlük, adalet, etik, erdem gibi kötülük konusuyla dolaylı bir etkileşim içerisine girebilecek, yine farklı alanlarda tartışılan kavramlara dair de yorumlarda bulunabileceğimiz bir zemin yaratıyor.
Bu sayıda başlattığımız “Kötülük Tartışmaları”nın ilk bölümünde felsefi, sosyolojik, psikolojik ve biyolojik bakış açılarıyla ele aldığımız, kötülük sorununa anarşist bir yorum geliştirmeye çalıştığımız metinleri
okuyabileceksiniz.
Platon’un Euthyphron diyaloğunda “Tanrıların olmadığı yerde bile birini öldürmüyorsam, bunun nedeni nedir?” diye sorar Sokrates. Sorunun cevabını diyaloğun devamında verir: “Eve gittiğimde bir katille beraber yaşamak istemem.” Bu cevap, bireysel bir vicdanın veya iradenin göstergesi olarak yorumlanır. Diyalog, kötülüğün tercih edilebilir bir şey olup olmadığına dair ilk arayışlardan biridir.
Platon’un bu sorusundan yüzyıllar sonra kötülüğün kaynağına dair bu tartışma psikolojinin de konusu olmuştur. Tartışmanın bir tarafı bireye diğeri topluma dairdir. İlkinde dış faktörler, kültür, eğitim, gelenek vb. sosyal durumlar bireyi şekillendirir. Diğerinde bastırılmış duyguların bilinçaltına yerleşmesiyle bireyin tercihleri sorgulanır.
Başta verilen örneklerden yola çıkacak olursak, toplumda “kötü” olarak tanımlanan düşünceler ve eylemler, toplumdaki bireylerde olduğundan çok iktidarın kurumsallaştığı alanlarda daha belirgin olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mesleki Deformasyon
İktidarın kurumsallaştığı alanlara dair, yazının başlangıcında verilen örneklerdeki mesleklerin hepsi kötüdür. Polis olmanın getirisi, pratik uygulamaları ve ideolojisi ele alındığında, bu mesleği yapan kişinin psikolojisinde büyük tahribata neden olur. Yani, kötü olan bir mesleğe sahip olanın kötü olması kaçınılmazdır. Bu kötülüğün bireyin karakterinde yarattığı deformasyon görmezden gelinemez. Ancak bu örneklerde kötülüğün bireyin karakterinde yarattığı deformasyonun ötesinde, bireyin kötülüğü içselleştirmesi ve ortaya çıkan “kötülüğün” sürdürücüsü olması söz konusudur.
Örneklerden yalnız birini ele alacak olursak; gardiyanlık kötüdür. Mesleğin getirisiyle yasal olarak veya olmayarak “mahkumlara kötü davranmak” gardiyanlığın belirlenen kuralı olabilir. Ancak bir gardiyanın, ona yüklenen kötülük tanımının üzerine çıkarak açlık eyleminin 150. gününde olan iki tutsağa “öldünüz mü lan demesi”, bu kötülüğün içselleştirilmesi, mesleğin yarattığı kötülüğün ötesinde bireyin karakterinde bir kötülüğün var olduğu anlamına gelir.
Toplumun yönlendirmeleri ve dayatmaları bireysel sorumluluk duygusunun ortadan kalktığı anlamına gelmez.
Bireyin tercihlerinde, tercihler doğrultusunda şekillendirdiği eylemlerinde şüphesiz ki toplumun payı büyüktür. Toplumun değer yargıları, iyi-kötü, doğru-yanlış anlayışı bireyin düşüncelerine ve eylemlerine etki etmekte ve bireyi toplumsal olarak etkilemektedir. Ancak bireyin tüm eylemleri yalnız toplumsal etki olarak değerlendirilemeyeceği gibi, yalnız iradi olarak da değerlendirilemez. Bireyin tüm davranışlarında, toplumsal olanın etkisinin ve bireyin iradesine bağlı olanın etkisinin bir oranı vardır.
Kötülüğü öğreten ve örgütleyeni toplumsallık olarak ele aldığımızda, burada devreye giren, bireyin kötülük karşısında gösterdiği dirençtir. “Kötülüğü tercih etmeme” işte bu direncin eylemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer, bireyin eylem ve davranışlarının belirleyicisi yalnızca toplum olsaydı, “kötülüğü tercih etmeyen”den söz etmemiz mümkün olamazdı.
Faşist bir toplumda doğmuş/yetişmiş bir bireyin, faşizmin ne olduğunun farkına varması ve bu farkındalıkla “kötü”den yana olmaması, ait olduğu değer ve kültür yargılarının karşısında durması; bu toplumsal kötünün haricinde bireyin tercihlerinin olduğunun büyük bir göstergesidir.
Şayet polis, ona tanımlanan kötülüğün dışında, direnenleri öldüresiye dövüyorsa, karakolda işkence ediyorsa, onlarla dayanışmak için eylem yapanlara hayati zararlarına rağmen yakın mesafeden, üstelik gülerek biber gazı sıkıyorsa ve tüm bunları keyif alarak yapıyorsa bu durum için söylenecek tek şey var:
Kötü, kötüdür!
The post Kötü Kötüdür – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dost Cam İşçisi Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sendikalaşma çalışması nedeniyle bir arkadaşlarının işten atılmasına karşı üretimi durduran Dost Cam işçileri, fabrika önündeki direnişlerini sürdürüyor.
İzmir Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde DİSK’e bağlı Cam Keramik-İş’te örgütlenme çalışması yürüten bir arkadaşlarının işten atılmasına tepki gösteren işçiler, üretimi durdurmuş; polis saldırısı tehditlerine karşın gece yarısına kadar fabrikada sürdürdükleri direnişi, sonrasında fabrika kapısı önüne taşımışlardı. İşten atılan arkadaşlarının geri alınmasını isteyen ve sendikal örgütlenme haklarına sahip çıkan işçiler; bu direnişi kazanana kadar nöbetlerini sürdüreceklerini belirttiler.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.
The post Dost Cam İşçisi Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Adore Oyuncak İşçileri Direnişle Kazandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Adore Oyuncak mağazasının Tuzla’daki deposunda çalışırken sendikalı oldukları için işten çıkarılan Adore işçileri, 39 günlük direnişlerini Adore patronlarına geri adım attırarak sonlandırdı. Mağazanın farklı şubeleri önünde bildiri dağıtımı, açlık grevi, blokaj gibi eylemleriyle Adore patronlarına korku dolu 39 gün yaşatan Adore İşçileri’nden Ertan Tekin ve Limter-İş Sendikası’ndan Kamber Saygılı ile 39 günlük direniş sürecini konuştuk.
Meydan Gazetesi: Merhabalar, öncelikle Adore Oyuncak şirketindeki çalışma koşullarını anlatabilir misiniz? Adore işçileri hangi koşullarda sendikalılaştı?
Ertan Tekin: Merhaba ben Ertan Tekin. Adore Oyuncak’ta bilgisayar operatörü olarak çalışıyordum. İşe girdikten kısa süre sonra Limter-i-İş Sendikası’na üye oldum. Sendikaya örgütlenmeye başladıktan sonra, mesai kesintileri artmaya başladı. Bunun sonucunda 8 işçi daha sendikaya üye olunca patronlar bize karşı savaş ilan etti. Biz haklarımıza sahip çıktıkça, onlar paralarından bize hakkımız olanı vermek istemediler.
Kamber Saygılı: Tamamen keyfi ve iş yasalarıyla uzaktan yakından alakası olmayan koşullar söz konusuydu. İşçiler bir taraftan mesailerin verilmemesi diğer taraftan da servislerinin kaldırılması gibi, patronların iki dudağı arasından çıkan her sözün kanun olduğu bir süreç yaşadılar. Daha sonra da sendikamıza başvurarak üye oldular. Üye olduktan sonra işçi arkadaşlarımız haklarını isteyince sendikalı olduklarından dolayı işten çıkarıldılar.
Bu süreçte kaç işçi işten çıkarıldı? Adore patronları işten çıkarmalarda ne gibi gerekçeler öne sürdü?
K.S.: 8’i sendikamıza üye olan işçilerden 1’i hariç diğerleri işten atıldılar. Gerekçe olarak hemen hemen bütün işçilerin karşısına çıkan, patronların uygulamaya soktuğu 25. maddeyi gösterdiler.
Direniş sürecini anlatabilir misiniz? Direniş çadırı kurmaya nasıl karar verdiniz?
E.T.: İlk olarak 17 Şubat’ta beni işten çıkardılar. 19 Şubat’ta, Limter-İş Sendikası ile birlikte, deponun önüne direniş çadırı açtık. İçeride çalışmakta olan işçilerin direniş çadırına gelerek bizlerle dayanışma gösterdiğini gören patronlar durumu hazmedemeyip 5 işçiyi daha işten çıkardılar. 12 gün boyunca Tuzla Adore oyuncak deposunun önündeydik. Direnişin 13. gününde Maslak’a giderek, orada bir direniş çadırı kurduk. Adore mağazalarından AVM içinde olmaması sebebiyle direniş çadırı açmak için en uygun olan yer, Caddebostan’daki şubenin önüne çadırımızı taşıdık. Burada 2 gün açlık grevi yaptık. Yaptığımız açlık grevi sonucunda kamuoyundan çok fazla tepki alan Adore patronu, bize 18 bin lira teklif etti. Biz tabi ki kabul etmedik. Çünkü teklif ettiği miktar haklarımızı karşılamıyordu. Daha sonraki süreçte nihai amaca daha çabuk ulaşmak için tekrar açlık grevi yapma kararı aldık. Sendika başkanımız süresiz dönüşümsüz, bizler de süreli dönüşümlü açlık grevine başladık. Sonrasında bir görüşme daha oldu. Bu seferde 24 bin lira teklif ettiler. Ancak bu da haklarımızı karşılamıyordu. Biz de eylemliliklerimizi arttırmaya karar verdik.
Daha sonra İstinye AVM’de bir blokaj eylemi yaptınız değil mi?
E.T.: İlk olarak işçi arkadaşlar ve sendikamızla beraber İstinye Park AVM’de basın açıklaması yapmaya karar verdik. Ama aslında mağaza içine girip orada bir kamuoyu oluşturma düşüncemiz vardı. İçeriye girdikten sonra İstinye genel müdürünün ve polislerin bütün baskılarına rağmen blokaj eylemimizi gerçekleştirdik.
Sizin de bildiğiniz gibi dayanışmaya gelenlerle birlikte mağaza içinde kalabalıktık. 4 saatlik blokaj eylemi, patronlarla görüşme yapmamızı sağladı. Haklarımızı almadan oradan ayrılmayacağımızı söyleyince, Adore patronu tüm taleplerimizi kabul etti ve bir protokol imzaladık. İstinye Park önünde basın açıklamamızı yaparak eylemimizi sonlandırdık. Daha önceki görüşmelerde önce 18 bin lira, daha sonra 24 bin lira vereceklerini söyleyen patronlar, blokaj eyleminden sonraki görüşmelerde sendikal tazminat, mesailer, ücretler, çadırda kaldığımız süre için ihbar ve kıdem tazminatları olmak üzere toplamda hakkımız olan 126 bin lirayı verdiler.
Görünen o ki yapılan blokaj eylemi doğrudan sonuca götürdü. Yasal zorunluluklara sıkışmadan doğrudan eylem ile sonuca ulaştınız.
K.S.: Bu çift taraflı mücadele bizim kafamıza göre aldığımız kararlarla, keyfimize göre işlettiğimiz bir durum değil elbette. Bu bir zorunluluk. İşçilerin lehine gibi görünen yasaların hiçbiri uygulanmıyorken, patron ve taşeronların ağzından çıkan her kelime kanun sayılıyorken, sadece yasal yollarla hiçbir kazanım elde edilemeyeceğini biliyoruz. Örneğin, Adore işçileri sadece yasal yollara başvurmuş olsalardı en az üç-üç buçuk yıl haklarını alamayacaklardı. Ama görüyoruz ki fiili doğrudan eylemle işçiler 40 gün içerisinde haklarını aldılar.
Direniş sürecini gazetemiz okurlarına aktardığınız için teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
K.S.: Adore’de olsun, bundan önceki tersane direnişimizde olsun, hep yanımızda oldunuz. Ben de Limter-İş Sendikası adına sizlere teşekkür ediyorum.
E.T.: Direniş boyunca yanımızda olan Caddebostan halkı, Göztepe Dayanışması, Kozyatağı Dayanışması ve tüm devrimci kurumlara teşekkür ederim.
Röportaj : Serhat Yaşar/Dilan Yaman
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Adore Oyuncak İşçileri Direnişle Kazandı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Maltepe’de Direniş Blokaj Eylemleriyle Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Maltepe Üniversitesi Hastanesinde, sendikalı oldukları için işten çıkarılan işçilerin direnişi 4 ayı aşkın bir süredir devam ediyor. Ertelenen mahkemelere, hastane yönetiminin ve polisin tüm baskılarına rağmen geceli gündüzlü çadır nöbetini sürdüren direnişçiler, her gün saat 16.00’da hastane girşinde blokaj eylemi gerçekleştirerek kararlı duruşlarını göstermeye devam ediyor.
The post Maltepe’de Direniş Blokaj Eylemleriyle Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Gücümüzün Farkına Varıp Mücadele Etmeliyiz – Şehriban Kaya (Maltepe Üniversitesi Hastanesi Direnişçisi) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düşüncelerimi Meydan okurlarıyla paylaşmaktan sevinç duyuyorum. Ben Maltepe Üniversitesi Hastanesi’nde sendikalı olduğu için işten atılan 98 sağlık işçisinden biriyim.
Bizler sendikalı olmadan önce işverenle defalarca yaptığımız görüşmelerde, çalışma şartlarımızın düzeltilmesi konusunda taleplerde bulunduk. Türkiye’de şartların böyle olduğunu, yapabilecekleri bir şeyin olmadığını, sonuçta buranın ticaret yapan bir kurum olduğunu söylediler. Hatta “Şükredin bir işiniz olduğuna, beğenmiyorsanız neden başka işlere gitmiyorsunuz?” deyip resmen dalga geçtiler bizimle.
Oysa bizler ağırlaşan hayat şartları karşısında eziliyoruz. Temel ihtiyaçlarımızı dahi karşılamamız mümkün olmuyor. Çoğu arkadaşımız ek işlere gidiyor. Bizler insanız, insanca yaşam, güvenceli iş, onurlu bir gelecek istiyoruz. Bunun yolu da örgütlü mücadele etmekten, birlik olmaktan yani sendikalı olmaktan geçiyor.
Sendikayla görüşmelere başlandı. Çok kısa bir zamanda üye sayımız arttı. Bunun üzerine patron, bizi korkutmak, yıldırmak için bir arkadaşımızı, daha sonra da üç arkadaşımızı sudan sebeplerle işten attı. Bu olaydan sonra üye sayımız daha da arttı. Bunun üzerine patron sendikanın gelmesinden epey korkmuş olacak ki; 94 kişiyi işten attı. Nedenleri ise taşeron getirip sağlığa odaklanacaklarmış. Nerede görülmüş ki sağlıklı taşeron. Hastalıklı bir sistemde sağlığa odaklanmak akıllara zarar.
İşin içinde o kadar aldatmaca var ki, bir gün sonra telefonlarımıza mesajlar yollayarak isteyenin taşeronda çalışabileceğini bildirdiler. Hani performansımız düşüktü? Bunun bizi bölüp parçalamak için yapılan bir oyun olduğunu biliyorduk. Hiçbir arkadaşımız taşeronda çalışma teklifini kabul etmedi. Çünkü hepsinin taşeron deneyimi var. Arkadaşlarımızla karar aldık, basın açıklamamızı yaptık, çadırımızı kurduk ve mücadeleye başladık.
Geçici işlerde çalışan arkadaşlarımız var, işten sonra geliyorlar. Küçük çocuğu olanlar var, onlar da çocuklarıyla geliyorlar. Evde hastası olan insanlar bile var ama genelde kimse burayı aksatmıyor.
Direniş çadırımız 7/24 açık. Haftanın altı günü erkekler çadırda dönüşümlü olarak gece nöbetine kalıyor. Pazar geceleri kadınlar olarak kalıyoruz. Kadınlar bu direnişte önemli bir yere sahip. Çünkü bu mücadeleye inanıyorlar ve emeklerinin karşılığını istiyorlar. Daha önce böyle bir direniş görmeyenler açısından önemli kırılmalar ve dönüşümler oldu. Mesela, “Daha önce bir direniş, bir eylem görsem eleştirir ya da görmezdim.” diyenler, şimdi tam tersini söylüyor.
Bizler hakkımızı arayanlarız. Erkek egemen sisteme karşı direnenleriz. Bu coğrafyada kadın olmanın zorluğunu faşizan politikalar sayesinde her geçen gün biraz daha fazla hisseder olduk. Erkek egemen bir toplum, erkek egemen yasalar, erkek egemen hükümetler hayatımızı yaşanmaz hale getirdiler. Kadın-erkek eşitliğine çok değişik pencereden bakılması kadını sadece cinsel obje, et parçası, erkeğin malı, ikinci sınıf insan, eve kapatılması ve çocuk doğurması gereken bir birey olarak gösterdi bize.
Mevcut düzende çalışma hayatında kadın olmak çok zor. Misal erkeklerle aynı işi yapar daha çok emek harcarsınız fakat daha az ücret alırsınız. Çünkü kadınlar hep pasif, ezik, kendi başına karar veremeyen bireyler olarak görülür. Önce kadınlar bu algıyı değiştirmeli, toplumdaki yerini bir kadın olarak herkese fark ettirmeli. Bunun yolu ise mücadeleden geçiyor. Çünkü hiçbir iktidar ve sermaye kadınların emeğinin değerini bize vermek istemiyor. Kadının kendi ayakları üzerinde durmasını kendilerine yediremiyorlar.
Kadın yaşamın her alanında haksızlığa ve tacize uğruyor. Benim de sabah erken işe giderken bir erkeğin tacizine uğramışlığım var. Yolda giderken kıyafet yüzünden, makyaj yüzünden tacize uğrayabiliyoruz. Sırf bu yüzden yıllardır etek giymeyi unuttum. Hele son zamanlarda hükümetin kadın politikalarına ve artan kadın cinayetlerine karşı bir anne olarak üzgün ve öfkeliyim.
Biz kadınlar bütün bunların farkında olup kendimize ona göre yol çizmeliyiz. Hayatlarımızın her alanında örgütlü mücadelemizi büyütmek için çaba sarf etmeliyiz. Gücümüzün farkına varıp mücadele etmeliyiz.
Şehriban Kaya (Maltepe Üniversitesi Hastanesi Direnişçisi)
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post Gücümüzün Farkına Varıp Mücadele Etmeliyiz – Şehriban Kaya (Maltepe Üniversitesi Hastanesi Direnişçisi) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>