The post Döviz TL Karşısında Rekor Kırmaya Devam Ediyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın “Çok olağanüstü bir durum olmazsa döviz kuruna müdahale edilmeyecek” demesinin üzerinden 2 gün geçmişken Dolar ve Euro’dan yeni rekorlar gelmeye devam ediyor.
Bugün itibariyle Euro: 10,12 TL’den işlem görürken Dolar ise 8,52 TL’den işlem görüyor.
The post Döviz TL Karşısında Rekor Kırmaya Devam Ediyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dolar, TL Karşısında Rekor Kırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Küresel piyasalarda korona krizi etkisiyle yükselmeye devam eden dolar, TL karşısında tarihi günlerini bir kez daha yaşıyor. Ağustos 2018’de 7,24 seviyesiyle rekor kıran dolar, bugün 7.2690 ile tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktı.
Lira böylece yıl başından bu yana dolar karşısında yüzde 18 değer kaybetti. Haftaya 7 liranın hemen üzerinde başladıktan sonra dolar, Merkez Bankası’nın hamleleri sonucu lira karşısında 7.26 seviyelerini görmüş oldu.
Bugün Resmi Gazete’de yayınlanan ceza yönetmeliğinin de bu rekorda oldukça etkili bir payı olduğu değerlendiriliyor. Yönetmelik, şubat ayında çıkan kanunun doğal bir sonucu olmasına rağmen piyasalardaki hareketliliğe denk gelmesi nedeniyle etkisini büyüttü. Bu yılın şubat ayında sermaye piyasası ve bankacılık yasalarında yapılan değişikliklerle, piyasada “manipülatif işlemler ve piyasayı bozucu hareketlere” ağır cezalar getirilmişti. Kanuni değişikliklerin oldukça muğlak olması korkuyu büyütüyor.
The post Dolar, TL Karşısında Rekor Kırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dolar, Aylar Sonra Yeniden 6 Liranın Üzerinde Seyrediyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçen hafta en son Mayıs 2019’da görülen 6,0650’ye kadar yükselen dolar kuru, yeni haftaya da 6,05’in üzerinde başladı.
Doların bu seviyelerde seyretmesinde başlıca nedenin TC’nin Suriye politikası olduğu ifade edilirken küresel piyasalarda koronavirüs salgınının etkilerinin olduğu ifade ediliyor.
Koronavirüs salgınına yönelik gelişmelerden daha çok etkilenen Asya piyasalarında Japonya ekonomisinin son 5 yılın en kötü performansını sergilemesi küresel piyasaları olumsuz etkiliyor. Başkanlar Günü nedeniyle ABD piyasaları bugün kapalı olacak.
The post Dolar, Aylar Sonra Yeniden 6 Liranın Üzerinde Seyrediyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Encamımız Kıyam – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>*Encam: (Farsça) işin sonu, gelecek. Kıyam: (Arapça) başkaldırı, isyan.
Döviz aldı başını gidiyor, TC’de son bir yılda %100’e yakın kur artışı oldu. Bu durum yaşamın her alanına yansıdı elbette, ama en çok -basın yayın gibi- dövizle çalışan sektörleri etkiledi. Üstüne bir de kağıdın hammaddesi olan selülozun fiyatının tüm dünyada %50’ye varan artışı… Bir de yeni gümrük vergisi eklendi. Hal böyleyken, bütün basın kuruluşları kağıt sıkıntısıyla karşı karşıya. Devlet, büyük ve “sahibinin sesi” basın kuruluşlarına verdiği teşvikler ve sildiği vergi borçlarıyla artan maliyetleri ve vergi yükünü hafifletiyor. Herhangi bir sermaye grubuna dahil olmayan, reklam bile almayan, hele de “sahibi olmayan” basınsa ciddi maddi zorluklar çekiyor.
Özgür düşünceyi yansıtan, gerçekleri anlatan kitaplara, gazetelere ve onların yazarlarına düşmanlık, faşizmin en belirgin davranışlarındandır. Tehlikeli görülen yayınları toplayarak meydanlarda ateşe vermek, yayınevlerini yakmak, yayınları sansürlemek-yasaklamak ve toplamak sık kullanılan “açık” yöntemlerdendir. Bugün bu açık yöntemlerin yanında, “örtük” bir yöntemle de karşı karşıyayız aslında; kağıt sıkıntısı…
Gazetta Gazetta Olalı…
Bilinen ilk gazetenin Antik Roma’da taş üzerine oyulup halka açık yerlere konularak yayınlanan Acta Diurna veya hükümet ilanı bültenleri olduğu iddia edilir. Bugünkü anlamıyla gazetenin ortaya çıkışının ise 1447 yılında hareketli parçalar ile yazı baskısını icat eden Johannes Gutenberg’in matbaasına dayandığı söylenir.
Gutenberg’in matbaasının ardından Avrupa’nın birçok kentinde, basımevi sahipleri duydukları ilginç olayları “haber sayfaları” olarak yayınlamaya başlamıştı. Bunlardan Venedik’te basılanları, halka “1 gazetta”ya satılıyordu. Bu paranın adı, zamanla okuduğumuz gazetenin adı haline geldi. O gün bugündür sansür ve maddi dayatmalar gibi devlet politikaları, başta gazeteler olmak üzere kitaptan dergiye tüm basılı araçların tepesinde bekleyen giyotin olmayı sürdürüyor.
Devlet Politikaları Yüzünden Değişmek Zorunda Kalan Biçim
Matbaanın icadının ardından çıkmaya başlayan gazeteler, günümüzün dergileri boyutundaydı. 1712’de Britanya devleti gazetelerden sayfa başına vergi almaya karar verince, yayımcılar da çareyi dönemin matbaalarının basabileceği en büyük sayfa boyutunu kullanmakta bulmuştu. Dünyanın dört bir yanında hala sıklıkla kullanılan 55×35 cm boyutlarındaki gazeteler, böylece ortaya çıkmıştı. Devletlerin politikaları yüzünden yaşanan ekonomik sıkıntılara tarih boyunca farklı çözümler üretildi.
Şimdilerde de son bir yılda, özellikle son bir ayda yaşadığımız topraklarda katbekat artan kağıt fiyatlarına çare aranır oldu. Çeşitli basın yayın kuruluşları kendilerince çözümler üretti yaşanan sıkıntılara. Kimi dergiler cep boyu basıldı, kimi gazeteler puntolarını küçülttü, kimileri sayfa sayısını ya da kağıt kalitesini düşürdü.
Sorunun Kaynağı İthal Kağıt mı?
Sorunun kaynağını kağıt üretmeyip ithal etmeye indirgeyen bir kesim var. Bu yerlici-millici ama anti-AKP’ci kesimin savları şöyle: “TC, 1936 yılında kağıt üretimine başlamıştı. Ancak ‘yerli’ SEKA (SElüloz-KAğıt) fabrikaları, kağıt üretiminin ithal kağıttan daha pahalı olduğu ileri sürülerek Özal döneminde özelleştirilmeye başlanmıştı ve Erdoğan döneminde son fabrikalar da satılmıştı. İthal kağıt da dövizle alındığı için maliyet arttı.”
Bu bilgiler doğru, ama oldukça eksik. Kağıt TC’de üretilseydi bile kağıdın hammaddesi olan selüloz da, kalıp malzemeleri de, mürekkep de, matbaa makineleri de bu makinelerin yedek parçaları ve bütün teknik malzemeler de dövizle alınıyordu. Yani kağıt üretimi “yerli” olsaydı bile basın yayın sektörü kur artışından oldukça fazla etkilenecekti. SEKA’nın var olduğu ancak yayıncılığın zora girdiği Menderes Dönemi başta olmak üzere birçok dönemde benzer sebeplerle özellikle muhalif yayınlar kağıt sıkıntısı çekmişti.
Menderes Döneminde Kağıt “Yerli” Ama Kullanabilenler “Menderesçi”
“Basın özgürlüğü” Adnan Menderes’in öne çıkan seçim vaatlerindendi. Kazandığı seçimin ardından gelen ilk yıllarda basınla geliştirdiği “ılımlı” ilişkiler kısa sürmüştü. Ekonomik istikrarsızlık ve Kore’ye asker gönderilmesinin eleştirilerinin yer aldığı basınla ilgili düzenlemeler gündeme gelmiş ve 1954 yılından itibaren kanunlar değişmeye başlamıştı. 1955’te, 6-7 Eylül Pogromu’nun ardından ilan edilen sıkıyönetimle birlikte gelen yasaklar, baskıyı iyice yükseltmişti: “6-7 Eylül olaylarıyla ilgili haber ve resimler yasaktır. Hükümeti tenkid etmek yasaktır.” Bunun dışında da devletin haberleştirilmesini hatta konuşulmasını istemediği pek çok şey yasaklanmıştı: “Darlık, kıtlık ve yokluk haberleri yazılmayacaktır. NATO devletleriyle ilgili haber yapmak yasaktır. Kıbrıs’taki olaylarla ilgili haber yapmak yasaktır. Öğrenci birlikleri ya da başka dernekler hakkında yapılan kovuşturmalarla ilgili haberler basılamaz…” Yayını yasaklanmış haberlerin yerleri gazetelerde boş bırakılır, bu nedenle belirli yerleri bembeyaz gazeteler çıkardı. 10 yılda 800’den fazla gazeteci yasaklara uymadıkları için hapishanelere kapatılmış, yine aynı gerekçeyle onlarca gazetenin yayınına son verilmişti.
Böyle bir dönemde devlete ve politikalarına karşı yazmak zaten zorlaşmışken devlet tarafından gazetelere dağıtılan kağıt da iktidarı övmeyenlerden kısılarak iktidarı övenlere verilmekteydi, elde kalan kağıtsa piyasadaki alıcılara. Alıcıların kim olacağına devlet karar verdiği için o döneme kadar kapatılmayan muhalif yayınlar da kağıt sıkıntısı çekmekteydi. Kağıt karaborsaya düşmüş, birçok yayın varlığını sürdüremeyerek kapanmıştı. Öncesinde bütün gazetelere verilen devlet ilanları ise 1959’dan itibaren sadece pohpohçu yayınlara verilmeye başlanmıştı. Bu yayınların patronları ilan gelirlerinin yanı sıra peşin alım desteği, kamu kurumu abonelikleri ve makine hibeleri gibi fırsatlardan yararlanarak zenginliklerine zenginlik katıyordu. Kağıt “yerli”ydi ama o kağıtla yayın çıkarabilmek “Menderesçi” olmayanlar için imkansıza yakındı.
Özal Döneminde İki Buçuk Gazete Yeterliydi, Gerisi Fazlalık
Gazete kağıdına devlet desteğinin kaldırılmasının ve yayınların çoğunun darbeyle susturulmasının ardından kapitalizmin yaşadığımız coğrafyada palazlandığı dönem, geride magazin gazeteciliği dışında yayıncılık ya da gazetecilik namına pek bir şey bırakmamıştı. Özal da iki buçuk gazetenin TC için yeterli olduğunu söyleyerek diğer gazete ve yayınlara ne olacağının mesajını vermişti (iki buçuk: Hürriyet, Sabah ve diğerlerinin toplamı). Medya patronları Özal’ın tüm dış gezilerinde hazırkıta yanında bulunuyordu; faili devlet olan cinayetler, infazlar, köy boşaltmalar, çete-devlet ilişkilerini araştırıp yazmak yasaklanmıştı.
Dönemin gazetelerinden birinin “basının desteğiyle iktidar olup sonra da basını bozguncu ilan ettiler” haberinin ardından kendisini övmeyen basınla ipleri tamamen koparan Özal, 90 yılının Nisan ayında Çankaya’da, basının “teröre” alet olduğunu söylediği bir basın toplantısı düzenlemişti. Gazetelerin haber politikaları ve dillerinin nasıl olması gerektiğini detaylıca anlatıp nasıl manşetler atılabileceğine kadar örnekler vererek gazeteciliğin sınırlarını açıklamıştı. Ardından çıkarılan “SS Kararnamesi” olarak bilinen Sansür ve Sürgün Kararnamesi ile OHAL valisi köy boşaltma ve sürgün yetkilerine sahip olmanın yanı sıra istediği yayını toplatabilir, yayınlanmasını durdurabilir, basıldığı matbaaları kapatabilir hale gelmişti. Bu kararnamenin ardından iki yıl içerisinde 100’den fazla gazeteci doğrudan kolluk kuvvetlerinin fiziki saldırısına mağruz kalmış, pek çokları tutsak edilmiş, yine yüzlerce gazete ve dergi toplatılmış, yasaklanmış ve kapatılmıştı.
Bu açık baskıların yanında Özal da (Menderes gibi) kağıt temini vasıtasıyla gazeteler üzerinde baskı oluşturmaktaydı. Basınla ilişkileri ne zaman gerilse tüm gazetelerin kağıtlarını temin eden SEKA’ya zam talimatı veriyordu.
Bugün: Baskı, Yine Her Biçimiyle Baskı
Yıl 2018’e geldiğindeyse devletin kullandığı “açık” baskı yöntemlerini teker teker yazmaya ihtiyaç duymuyoruz, herkes biliyor. Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP)’nin verilerine göre, yaşadığımız coğrafyada 21 Eylül 2018 tarihi itibariyle 217 gazeteci hapishanelerde tutsak bulunuyor. Yazdıkları sebebiyle açılan davalarla baskılanan binlerce kişi, yazılanlar sebebiyle kapatılan yüzlerce gazete- dergi olduğunu da bilmeyen yok.
Bütün bunların üzerine, döviz kurlarındaki akılalmaz yükselişten en çok hangi yayınların etkilendiği apaçık ortada. Yine Basın İlan Kurumu tarafından sağlanan gelirlerden sadece “sahibinin sesi” basın kuruluşlarının patronlarının nasiplendiği de herkesin adı gibi emin olduğu gerçeklerden. Basına yönelik sansürcülüğü ve yasaklarıyla ünlü olan padişah II. Abdülhamid gibi “suikast, anarşi, dinamit, dinamo ve padişahın büyük burnunu akla getireceği için ‘burun’ vb.” kelimeleri henüz yasaklamamış olsalar da, yasaklamaları muhtemel; bu kadar yalan söyleyen politikacı ve medya patronları varken onların uzayan burunlarını akla getirebileceği gerekçesiyle.
Ve bu büyük medya kuruluşlarının gazetelerinin hepsi ortak manşetlerle çıkmayı sürdürürken kendi fikrini, inandığını yazanların yaşadıkları bugüne özgü değil; aksine basın tarihi benzer sıkıntılarla dolu. Ve her şeye rağmen yayınını sürdürenlerle. 47. sayımızda yeniden buluşmak üzere…
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Encamımız Kıyam – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Battığımız için Dolar Yükseliyor” Paylaşımına Tutuklama appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Siirt’te 25 Eylül’de yapılan ev baskınlarında HDP İl Genel Meclis Üyesi İdris İlhan, sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek gözaltına alındı. Siirt Emniyet Müdürlüğü’ndeki işlemlerin ardından İlhan, 26 Eylül günü Siirt Adliyesi’ne sevk edildi. Sosyal medya hesabında “Dolar çıktığı için batmıyoruz, battığımız için dolar yükseliyor. Dolar 7.15” diye yazan İlhan, Sermaye Piyasası Kanunu’na muhalefet ettiği iddiasıyla savcılık tarafından tutuklanma talebiyle Sulh Ceza Hakimliği’ne gönderildi.
İlhan ifadesinde, sosyal medya hesabındaki paylaşımın, 80 milyon insanı ilgilendiren ekonomik bir değerlendirme olduğunu belirterek, paylaşımla her hangi bir manipüle amacının olmadığını söyledi.
Sulh Ceza Hakimliği, suçun niteliği, mevcut delil durumu ve şüpheli savunmaları incelediğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğunu ileri sürerek, şüphelinin kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunduğu, bu nedenle adli kontrol şartının yetersiz kalacağına hükmederek tutuklanmasına karar verdi. İlhan, Siirt E Tipi Hapishanesi’ne gönderildi.
The post “Battığımız için Dolar Yükseliyor” Paylaşımına Tutuklama appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yeni Ekonomi Modeli Açıklanıyor, Rekorlar Kırılmaya Devam Ediyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bugün saat 14:30’da başlayan açıklama televizyondan canlı olarak yayınlanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Büyük bir tesadüfün eseri olarak Bayburt’ta miting düzenliyor ve sarf ettiği sözler, Albayrak’ın konuşması sırasında altyazı olarak geçiyor; “Yastık altında doları, altını olan varsa bozdursun.”
RTE’den Nostalji Rüzgarı: “Yastık Altındaki Dövizleri Bozdurun”
Geçtiğimiz hafta da yastık altındaki dövizlerin bozdurulmasını isteyen Erdoğan,nostalji üzerine nostalji yaşamaya devam ediyor.
“Dolar molar bizim yollarımızı kesmez. Buradan yeniden söylüyorum; yastığının altında doları, altını, eurosu varsa, gitsin bozdursun. Bu bir yerli milli mücadeledir. Bize karşı ekonomik savaş ilan edenlere benim milletimin cevabı olacaktır. Bugün için değil de ne zaman? Yerli paramızla bunlara cevabı verelim.”
Bu haber yayımlanırken Dolar 6,16; Euro 7,05
Altyazı geçilerek ekonomi düzelmeye devam ediyor…
The post Yeni Ekonomi Modeli Açıklanıyor, Rekorlar Kırılmaya Devam Ediyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Doların Artışı Rektörü İlgilendirmiyormuş! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Selçuklu Üniversitesi rektörü Mustafa Şahin Twitter üzerinden kendisine yöneltilen bir soruya çok ilginç şekilde cevap verdi.
Doların 5 lirayı aşması konusunda ne düşündüğü üzerine gelen soruya ” Gündelik hayatımda hiç yer işgal etmiyor. Bir yana dünyadaki tüm dolarları koysunlar, öbür tarafa da Türkiye’yi. İsteyenler dolar tepelerine koşabilir. Bir zamanlar diyorlardı ya; mesele ağaç değil sen hala anlamadın mı? Ben de mesele dolar değil, hala anlamadın mı? ” şeklinde bir cevap verdi.
Verdiği cevaba yönelik oluşan tepkilere ise ” Tekrar söylüyorum, hayatımdaki öncelikler içerisinde ülkeye diz çöktürme amaçlı dolar kurundaki artışların hiç yeri yok. ” diyerek söyleminin arkasında durdu.
The post Doların Artışı Rektörü İlgilendirmiyormuş! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dolar ve Euro’ dan Rekor Üstüne Rekor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’de oynak gıda ve enerji fiyatlarının yansıtılmadığı “çekirdek enflasyon”un nisan ayında aylık yüzde 0,1 ve yıllık yüzde 2,1 ile beklentilerin altında kalması, ABD Merkez Bankası’nın (FED) da faiz artışını hızlandırmak yerine “kademeli artış” sinyalleri vermesi piyasalardaki avro/dolar paritesini ve Tc’deki döviz kurunu da etkiledi.
Sabahın erken saatlerinde dolar kuru 4,35 TL’nin üzerine çıkarken, avro ise 5,20 seviyesini görerek kendi rekorunu kırdı.
The post Dolar ve Euro’ dan Rekor Üstüne Rekor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “KRİZE 10 KALA” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Vergi affı, sigorta affı, ÖTV indirimi, AVM kiralarında toplu indirim, ekmeğe ve şekere zammın engellenmesi, ihracat ve KOBİ teşviklerinin arttırılması, ithalata ek vergi, istihdam seferberliği… Ekonomik kriz geliyor, hatta geldi bile! İşte ekonomik krizde olduğumuzun sadece 10 göstergesi:
1- TL’nin Değer Kaybı/Döviz Kurlarında Artış
2015’te TL karşısındaki en düşük değeri 2.27, en yüksek değeri ise 3.05 olan dolar; 2015 Mart ayından itibaren sürekli bir yükseliş göstermiştir. 2016’da ise en düşük 2.79, en yüksek 3.53 iken; Temmuz ayı ortasında ilk büyük yükselişini yaşamıştır. Ardından Eylül ayı itibariyle sürekli yükselişe geçmiştir.
2016 Kasım ayından itibaren TL’nin değer kaybı sürekli hale gelmiştir. Ocak sonu itibariyle doların TL karşısındaki en yüksek değeri 3.94’ü bulmuştur.
Doların değer kazanması, ekonomisini büyük ölçüde ithalat ve ihracatla döndüren TC’nin ekonomisi için gerilemeye yol açmaktadır. Doların değer kazanması, kişi başına düşen milli gelirin azalmasına neden olmuştur.
2- TC’nin Kredi Notunun Düşürülmesi
15 Aralık’ta FED (Amerikan Merkez Bankası)’in 2008 ekonomik krizinden beri ilk kez 25 barlık faiz arttırdı ve 2017’de üç faiz artırımının olacağını duyurdu. FED’in faiz arttırımı yapmasının TC ekonomisine yansıması ise enflasyonda yükselme ve bankaların karlarının düşmesi olacak. FED’in faiz artırımından sonra önemli bir gelişme, uluslararası kredi derecelendirme şirketi Standard&Poor’s’un Türkiye’nin yatırım yapılabilirlik seviyesini durağandan negatife çekmesi oldu. Hemen ardından TC için kötü haberler gelmeye devam etti. S&P, İş Bankası, Vakıfbank, Garanti Bankası ve Yapı Kredi Bankası’nın da kredi notunu düşürerek durağandan negatife çekti. TC’nin en büyük şirketlerinden olan Koç Holding’in de görünümü yine S&P tarafından durağandan negatife çekildi.
Başka bir derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings ise 27 Ocak’ta piyasalar kapandıktan sonra TC’nin kredi notunu “yatırım yapılabilir” seviyenin altına düşürdü. Kredi notlarının düşmesi, küresel anlamda yatırım yapan birey ve kurumlar için TC’nin uygun olmadığını söylemekte ve yatırıma kapatmakta; böylece ekonomide gerçekleşecek düşüşün önünü açmaktadır.
3- Ekonomik Daralma, Enflasyon ve Stagflasyon Durumu
Türkiye İstatistik Kurumu’nun Aralık ayında açıkladığı 2016 yılının 3. çeyreğine ilişkin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla verileriyle birlikte 2009 yılından beri ekonomide ilk kez istatistiksel anlamda bir daralma gerçekleştiğini duyurdu. Nihai tüketim harcamalarının %23.8 oranında arttırmasına rağmen, TC ekonomisi geçen yıla göre %1.8 oranında daraldı. Aralık sonu da, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış çeyreklik büyüme verilerinde üçüncü çeyrekte bir önceki çeyreğe göre yüzde 2,7 daraldığını açıkladı.
TÜİK verileri, 3. çeyrekte küçülmenin imalat sanayisi özelinde yüzde 3,2’yi bulduğunu, bu anlamda sanayideki gerilemenin, ekonominin bütününden daha derin olduğunu gösterdi. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verilerin ayrıntılarında, daha olumsuz bir görünüm var. Ekonominin temeli denilen imalat sanayisinde 3 çeyrektir üst üste küçülme yaşandığı açıklandı. İnşaat sektörünün de resesyona girdiği ve bir önceki çeyreğe göre yüzde 5’e yakın küçüldüğü açıklandı. Ayrıca tarım da yine 2016’nın başından beri yüzde 1 dolayında küçülme halinde ve hizmetler sektöründe de yüzde 2’yi bulan ve 2016 başından beri süren bir küçülme var. Öte yandan, 2016 yılında turizm gelirlerinde ciddi bir düşüş yaşandı. Sene itibariyle ülkeye giriş yapan turist sayısı % 30 azalırken, turizm gelirlerinde de 40 ‘lık bir erime yaşandı.
TÜİK, ayrıca fiyatlar genel seviyesinde sürekli artış anlamına gelen enflasyonun bu yıl için ilk değerini de açıkladı. Açıklanan TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) Ocak ayında yüzde 2,46 ile beklentilerin üzerinde artış kaydetti. Enflasyon aylık bazda Ekim 2011’den beri en yüksek artışını göstermiş oldu. Yıllık TÜFE ise yüzde 9,22’ye yükselerek son bir yılın zirvesine çıktı. Ekonomide daralmanın yaşandığı bu dönemde yaşanan enflasyon ise ekonominin stagflasyon durumunda olduğunu göstermektedir. Bu durumda ekonomide enflasyon artarken işsizlik de artmaktadır.
Ayrıca geçtiğimiz günlerde Ziraat Bankası, PTT, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklıkları ve Türk Hava Yolları gibi önemli kazançlar elde eden kuruluşların Varlık Fonu’na devredilmesi daralmanın yaşandığı bir ekonomide önemli bir noktaya işaret eder. Geleneksel olarak, devletlerin gelir fazlalarını bir havuzda toplayarak kazanç sağlama amacıyla kurdukları varlık fonları TC’de büyük altyapı projelerine finansman sağlanmak için kurulmuştur. Devlet ekonomik krizin büyüyeceğini beklemektedir ki, Kanal İstanbul, 3. Havalimanı gibi büyük projeleri bu devirlerle birlikte korumaya, garantiye almaya çalışmaktadır.
4- İşsizlik Artışı
TÜİK Ocak ayında, 2016 yılı ekim ayına ilişkin iş gücü istatistiklerini de açıkladı. Buna göre, 15 ve üzeri yaşlarda işsiz sayısı, Ekimde bir önceki yılın aynı dönemine göre 500 bin kişi arttı ve 3 milyon 647 bin kişiye ulaştı. İşsizlik oranı ise 1,3 puan artarak yüzde 11,8 seviyesinde gerçekleşti. Ayrıca genç işsizlerde bu oran %21,2 seviyesini göstermekte. Gerçek işsizlik rakamları, şüphesiz resmi rakamların çok üzerinde. DİSK’in açıkladığı verilere göre Ağustos 2016 döneminde geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 19,4 olarak gerçekleşti. Ağustos 2015’te 6 milyon 18 bin olan geniş tanımlı işsiz sayısı, Ağustos 2016’da 6 milyon 500 bine yükseldi.
5- TÜİK’in Hesaplamalarda Yaptığı Değişiklik
TÜİK ekonomik verilere ilişkin istatistiklerde hesaplama değişikliğine gitti. Bu değişikliğin, özellikle uluslar arası kredi ve derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu sürekli düşürdüğü bir dönemde olması, bu değişikliğe yönelik şüpheleri de beraberinde getirdi.
Yeni hesaplama yöntemine geçilmesinin ardından TÜİK tarafından yapılan ilk açıklamada, milli gelirin şimdiye kadar yaklaşık %20 eksik hesaplandığı iddia edildi. 2015’te 718 milyar dolar olarak ifade edilen Türkiye ekonomisi bir gecede 857 milyar dolar olarak güncellendi. 2015’te 9 bin 257 dolar olan kişi başı gelir, 12 Aralık günü açıklanan bu rakamlara göre 11 bin 82 dolar oldu. Açıklanan rakamlar sonucunda, cari açıktan dış borcun milli gelire oranı kadar birçok veride sanal bir iyileştirme sağlanmış oldu.
6- Ekonomik Teşvikler, Vergi İndirimleri
Devlet ekonominin bozulan yapısına yapılacak müdahalelerle ekonominin yenilen düzenlenmesini planlar. Piyasa ve şirketleri rahatlatmaya çalışır; bu bağlamda vergi indirimleri yapar, şirketleri yatırımlara teşvik eder, şirketlerin kredi hacmi arttırır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun haftalık bültenine göre, sektörün kredi hacmi 6 Ocak ile biten haftada yaklaşık 15 milyar lira arttı. Erdoğan, döviz kurları üzerinden oyunlar oynandığını düşünerek ekonomik seferberlik ilan etti. Geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu kararıyla 3 önemli sektörde vergi indiriminin yapılması ve mevcut indirimlerin uzatılması da ekonomik seferlik ve kredi hacminin arttırılması gibi devletin “ekonomiyi canlandırma” amacıyla uyguladığı hamleler arasındadır. Devlet, 3 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayınlanan kararla bazı beyaz eşyalardan alınan ÖTV’yi 30 Nisan’a kadar sıfırlamış ve konut teslimlerinde aldığı KDV’yi yüzde 18’den yüzde 8’e düşürdüğü dönemi Mart sonundan Eylül sonuna uzatmıştır. Bu düzenlemelerle tüketimi arttırmayı, ekonomideki durgunluğu aşmayı ve ekonomiyi hareketlendirmeyi amaçlamaktadır.
7- Ekonomiye Canlılık Kampanyaları
Devletler kriz dönemlerinde faiz, para, vergi değer ve oranlarında düzenlemeler yapıp ekonomiye müdahale ederek ekonomideki hareketlenmeyi sağlamayı amaçladığı gibi tüketimin arttırılması için propaganda ve kampanyalar düzenler ya da bu kampanyaları destekler.
2009’daki krizde Türkiye Reklam Konseyi’nin yürüttüğü, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın hamisi olduğu “Alın Verin Ekonomiye Can Verin” kampanyası başlatılmıştı. Kampanya dahilinde ünlülerin oynadığı reklamlarda bir sakız veya çiçek almanın bile ekonominin çarklarını döndüreceği anlatılmış, tüketim teşvik edilmişti.
Bugünlerde ise ekonomik krizin etkilerinin artışıyla ilişkili olarak günümüz siyasileri benzer refleksi göstermektedir. Dolar’da yaşanan artışlardan sonra Erdoğan’ın elinde dövizi olanları vatan haini ilan edip herkesi dolarları bozdurmaya çağırması ekonominin canlanması için halka doğrudan yapılan bir yönlendirmedir. Son aylarda patlayan bombalardan sonra dillendirilen “terörizme karşı” düzenlenen “sokağa çıkın” kampanyasının da aslında “sokağa çıkın, alışveriş yapın kampanyası” olduğu ortadadır.
8- Dış ilişkilerde Yeni Dönem
TC, Rus uçağının düşürülmesinin ardından Rusya’yla, Başika kampı nedeniyle Irak’la, idam ve vize serbestisi meseleleri nedenleriyle AB ile gergin ilişkilere girmişti. TC, öncelikle, turizmde yaşanan büyük düşüşün ardından uçağın düşürülmesiyle ilgili olarak özrünü dilemiş ve Rusya’yla ilişkilerini düzeltmişti. Ardından Binali Yıldırım, ekonomi, gümrük ve ticaret, enerji ve tabi kaynaklar bakanlarıyla birlikte Irak’ı ziyaret etti. Son olarak da Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Davos’ta AB’nin TC ekonomisi için öneminden bahsetti ve AB’nin TC için vazgeçilmez olduğunu göstermiş oldu.
İç politikalarında oya tahvil ettiği ve bu sayede giderek arttırdığı popülist söylemlerinin ve savaş siyasetinin dış politikalara yansımalarını ekonomide yaşanan durgunluklara çare olmak için terk etmek durumunda kalmıştır.
9- Merkez Bankası’nın Faize ve Dolara Müdahaleleri
Piyasa’daki durgunluk ve döviz kurlarındaki hareketlilik Merkez Bankası’nın ekonomiye sık sık müdahalesine neden oldu. 2015 yılında faiz indirimi yapmadıkları için Erdoğan tarafından sık sık eleştirilen Merkez Bankası, 2016 yılında 7 kez faiz indirimi yapmıştı. Fakat Merkez Bankası, Kasım ayında döviz kurlarındaki yükselişin enflasyon üzerindeki etkilerini sınırlamak için 3 yıl aradan sonra ilk kez faiz arttırdı.
Merkez Bankası 2017’nin ilk ayında da yükselişine devam eden dolara karşı bankaların borç alabilme limitlerini (22 milyar TL’ye) düşürdü. Böylece finansal sisteme yaklaşık 1,5 milyar ABD doları ilave likidite sağlanmış oldu. Bu müdahaleden sonra dolar 3.69’a kadar düştü.
10- Borçlanma Artıyor
2001’den sonra ortaya çıkan küresel likidite bolluğunda borçlanma oldukça arttı. 2002’de 123 milyar dolar brüt dış borç stoku, bugün 416 milyar dolar seviyesinde. Bu borcun da dörtte üçü özel kesimin. Yeni milli gelir serileriyle açıklanırsa: Brüt dış borçlar özellikle 2011’den sonra hızla artarak yüzde 34 düzeyinden, bugün yüzde 50’nin üzerine çıktı.
Bugün özel kesimin 300 milyar dolarlık dış borcunun yanı sıra 400 milyar dolarlık da iç borcu bulunmakta. 2002’de kişi başına dış borç 1900 doların altındayken, bugün 5300 doların üstünde. Tüketici borçları da aynı dönemde dolar bazında tam 40 kat artmış durumda.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.
The post “KRİZE 10 KALA” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Jeopolitiğin kurucusu Friedrich Ratzel , “Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur” sözüyle, devletin doğasındaki yayılmacılık arzusunu açıkça ortaya koymuştu. Ratzel her ne kadar bu sözü olumsuz bir yerden kurmuyorsa da, devletin varlığını sürdürebilmesini genişlemekle sağlayabileceği tespitini iyi yapıyor. Nasyonal-sosyalist düşünceye armağanı olan Lebensraum- yaşama alanı kavramını da bu düşünceyle şekillendiriyor.
Jeopolitik, özellikle uluslararası siyaset analiz edilirken en çok başvurulan yaklaşımlardan biri. Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinden Huntington’ın Medeniyetler Çatışması’na; Büyük Ortadoğu Projesi’nden Brezezinski’nin Büyük Satranç Tahtası’na, jeopolitik yaklaşım güncel uluslararası siyasetin nabzını tutmaktadır. Bu bakış açısından yapılacak bir devletler tarihi okumasında, 19. yüzyılda Almanya’nın, 20. yüzyılda ABD’nin uluslararası siyasetteki yükselişlerinin, öncekinin kömürü, sonrakinin petrolü kontrolü ile ilgili olduğu iddia edilebilir.
Ancak 20. yüzyılda, uluslararası siyasete yeni bir paradigma damga vurdu: Yenilenebilir enerji fikri… Devletlerin dış politikalarını belirlemesinde, hatta devlet dışı ekonomik ve siyasi aktörlerin bu politikaları etkilemesinde en büyük olgu, yenilenebilir enerjiydi.
Bu fikirle birlikte sadece dış politikalar değil, yeni kapitalizm tanımları, küresel şirketlerin dünya siyasetine etkileri konuşulur oldu. Jeopolitikçi yaklaşımların büyük bir çoğunluğu, bu süreç sonunda komplo teorileriyle ilişkilendirildi.
Siyaset biliminde, jeopolitikçi yaklaşımların nesnelliği tartışmalıdır. Örneğin Brezezinski, ABD Başkanı Carter’ın danışmanıdır. Dolayısıyla, uluslararası siyaseti okumasının tarafsız olması beklenemez.
Jeopolotikçi yaklaşım bu haklı ya da haksız itibarsızlaştırmaya karşı yeni bir argüman üretmiş durumda. TC devletinin son aylardaki uluslararası siyasette üzerinde yoğunlaştığı meselenin ne olduğu düşünüldüğünde bu durum daha kolay anlaşılacaktır. Devletlerin enerji politikaları dengeleri, her geçen gün değişmektedir. Bu dengeler güncel siyaseti etkileyebilmekte, devletlerin uluslararası siyasetteki konumunu belirleyebilmektedir.
Bu durum jeopolitikçileri, uluslararası sistemdeki aktörlerin yeni enerji düzeninde rol almalarına ve dış politikalarını buna göre belirlemeleriyle yeni bir kavram ortaya atmaya itmiştir: Enerjeopolitik.
Bu yaklaşıma göre yenilenebilir enerjiye geçiş bir süreçtir ve bu süreçte petrol ve doğalgaz önemini koruyacaktır. Hatta bu süreçte, daha önce petrol ve doğalgaz konusunda tekel durumunda olanların (ABD ve AB gibi) karşısına yeni aktörler (Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan gibi) çıkacaktır. Küresel siyaset yapılandırılırken petrol hala öncelikli bir role sahiptir ve doğalgaz kullanımı hızla artmaktadır. Hal böyle olunca Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar, Hazar Havzası ve Orta Asya coğrafyalarındaki küresel siyasi ve ekonomik çekişmelerin asıl dayanağı enerji olarak ortada durmaktadır.
Erdoğan’ın Enerjeopolitik Arka Planı
Barış Süreci ile ilgili gelişmelerin hızlandığı bir dönemden geçerken, Tayyip Erdoğan, 17 Mart günü, TANAP’ın yani Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı’nın, Kars ayağının açılışında yaptığı bir konuşmada, “Kürt sorunu diye bir şey yoktur” dedi. Ancak buna benzer her konuşmada olduğu gibi yine, devlet erkanının konuşmalarını gerçekleştirdiği “arka planlar” üzerinde çok durulmadı. Fakat Erdoğan’ın Türkiye’nin enerji ve ulaşım koridoru olmasını vurguladığı bu konuşma esnasında kurduğu cümlelerin, hangi ruh haliyle kurgulandığını anlamak ve bunun, konuşmanın “arka planı” ile olan ilgisini düşünmekte fayda olabilir.
Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, son süreçte, Romanya’dan Azerbaycan’a, Rusya’dan İran’a dek, hummalı bir çalışma içerisinde. Bu çalışmaların sürdüğü her bir yeni yer ise, siyasi konjonktüre ilişkin soruların cevaplandığı, devlet meselelerine ilişkin konuşmaların yapıldığı yerler olma niteliğinde. Gidilen her bir mekanın, devletlilerin demeç verdiği mekanlara dönüşmesi durumu söz konusuyken, bunun nedenini tartışmak, mekanlar üzerinde şekillenen politikaları anlamak açısından da önem taşıyor.
TANAP nedir?
Taner Yıldız Kandil’de petrol aramaya niyetlenmiş; Tayyip Erdoğan’la birlikte Türkiye’ye biçtikleri geleceğin, büyük bir enerji dağıtım şirketi olduğunun sinyallerini verir ve bunu da yaptığı her açıklamaya, her çalışmaya yansıtırken son zamanlarda kulağımıza çokça çalınan bir proje var. ABD’nin dolara müdahalesi iddialarının karşısında, 10 milyar dolarlık bir anlaşma olma niteliği taşıyan; bu yönüyle de II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ve AB’nin kökeni sayılan “Kömür-Çelik Topluluğu”na benzetilen TANAP’a dair ilk anlaşma, 2012 yılında imzalandı.
1850 km uzunluğunda, Kars’tan Çanakkale’ye toplamda yirmi ilden geçecek olan Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı, BOTAŞ ve Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR arasındaki anlaşmayla oluşturuldu. Projeyle hedeflenen Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’ndan çıkacak gazı Avrupa’yla buluşturmak. %30’luk hissesiyle BOTAŞ, %58’lik hissesiyle SOCAR’ın çok da konuşulmayan bir ortakları daha var, projedeki %12’lik hissesiyle, kendi krizini şimdi de Avrasya’da yürüteceği politikalarla aşmaya çalışan BP.
BP Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye Bölge Başkanı Gordon Birell, projede Türkiye ile birlikte yer almanın öneminden “Türkiye son 5-10 yılda önemli bir enerji merkezi oldu. TANAP’ta partner olmamız bizim için önemli bir adım. TANAP, Türkiye’nin enerji güvenliği için önemli bir fırsat” diyerek planlanan projeyi övgüler dizmeye şimdiden başlamışken; projenin asıl büyük ayağı ise dikkat çekiyor.
Projenin bütününde planlanan şey, esas olarak şu: Güney Kafkasya Boru Hattı (SCP) ile Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’nda ve diğer sahalarda üretilen doğalgaz öncelikle Türkiye’ye, yani TANAP’a, ardından Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ile Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacak. Taner Yıldız’ın “siyasi engeller çıkarılmaya çalışıldı ama bu projenin önünde siyasi bir engel olmayacaktır” açıklamaları da, TANAP’ın daha şimdiden nasıl bir “namus meselesi”ne dönüştüğünü anlatır nitelikte.
Yeni Enerji Düzeni
Jeopolitiğin önemi noktasında ısrarlı duranların altını çizdiği duruma göz atmak gerekirse; Rusya, Ukrayna’daki gelişmelerden kaynaklı olarak iptal ettiği Güney Akım Projesi’ni, Türkiye-Yunanistan’dan geçecek yeni bir doğalgaz projesiyle ikame edecek. Putin’in yakın bir zamanda gerçekleştirdiği Erdoğan görüşmesi ve Çipras’ın Rusya ziyaretini buradan okumak doğru olacaktır.
Peki, İran’ın ABD ile nükleer müzakereleri sonrasında, İran tarafından yapılan eleştirilere rağmen Erdoğan’ın İran’a gidiyor oluşunu nasıl anlamak gerekecek? Yeni jeopolitikçilerin cevabı, Yeni İpek Yolu projesi. Çin’in ticari kaygılarla hazırladığı bu projenin yolları, karadan ve denizden Türkiye ile kesişiyor. Ancak yolların bir tanesinin üzerinde Yemen bulunuyor. Dolayısıyla Yemen’deki hareketliliği bir de buradan okumak gerekiyor! Öte yandan çok gündemde olmasa da, İpek Yolu’nun bir ayağının geçtiği Kenya’da ise 150 kişi radikal İslamcı Eş-Şebab tarafından katledildi.
Bu tarz bir okumayla, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, petrolü Kandil’de aramasını da anlamlandırabiliriz.
Enerji, Rant ve Savaş Üçgeni
Doğalgaz projeleri, yeni ticaret anlaşmaları.. Küresel ekonomik ve siyasi gelişmelerin hız kazandığı ortamda, bu hızdan kimlerin kar edeceğini görebilmek için strateji uzmanı olmaya gerek yok. Petrol ve doğalgaz gibi enerjilerin siyasette ve ekonomide hala daha ne kadar önemli olabildiğini anlamak için de… ABD ordusunun bir günlük ihtiyacının, Yunanistan Devleti’nin günlük ihtiyacından daha fazla olduğunun bilinmesi bile bunu anlamak için yeterli bir örnek.
Ancak bu, bizim küresel şirketlerin dünya siyasetindeki ve ekonomik sistemindeki rolünü önemsizleştirmemize yol açmıyor. 20. yüzyılın yarısında, Dünya Savaşı sonrası küresel şirketlerin, ABD güdümlü bir ekonomik ve siyasi hegemonyanın bir parçası olarak görüldüğü dönemde değiliz. Bugün bu küresel şirketlerin ekonomik amaçları ile devletlerin güvenlik politikaları uyuşmayabilir. Dünya üzerinde nükleer, doğalgaz ya da petrol enerjileri ile ilgili hatırı sayılır miktarda küresel organizasyon var ve bunlar dünya siyasetinde söz sahibi.
Biz ezilenlerin, meseleyi değerlendirmedeki ölçütünü nereye koyacağı önemli. TANAP projesi ve benzeri projeleri değerlendirmemizdeki kriter ne bu projelerin zenginliklerine zenginlik katacağı kapitalistler, ne de küresel siyasette gücünü arttıran mevcut sınırlara hükmeden devletlerdir. Zaten ortadaki enerji ihtiyacı da ne halkındır, ne de kazanılacağı iddia edilen milyonlar halka dağıtılacaktır.
Küresel siyasetin ve kapitalist ekonominin böyle hız kazandığı dönemlerde ortaya çıkan tek tablo savaştır. Masa başlarında imzalanan kağıtlar bazen bir bomba olarak bazen de kriz olarak karşımıza çıkacaktır.
The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>