The post Bir İktidar Yöntemi Olarak: Politikasızlığın Politikası – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşadığımız coğrafyanın günlük siyaset dilinin en çok kullanılan kalıplarından biridir; “bu konuda siyaset yapmayın”. Söz konusu kalıp, bahse konu meselenin “siyasete alet edilmemesi” hassasiyeti temelinde gelişir ve politika yapmanın sınırları bu “hassasiyet” çerçevesinde şekillenir. Geçmişte bu kalıp “din” öznesi merkezinde çokça kullanıldı. Dönemin, “merkezdeki” muktedirlerinin, “çevreden” iktidar hamleleri yapan muhafazakarlarını, bu hamlelerini boşa çıkarmaya dönük bir karşı hamleyle kullandıkları bir argümandı: “Dini siyasete alet etmeyin”. Böylelikle dönemin iktidar sahipleri, rakiplerinin altını “politikasızlık” hamlesiyle boşaltırken kendilerine de bu politikasızlık durumundan politika yapma alanı açıyordu.
Bugüne gelindiğinde, politik sahnedeki öznelerin yer değiştirdiğini ve bu sahnenin öznelerinin de çeşitlendiğini görüyoruz. Geçmişin iktidar sahiplerinin ve bu gücü eline geçiren her muktedir için kullanışlılık arz eden “politikasızlık politikasının” da argümanları zenginleştirilerek el değiştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik bugün iktidarı domine etmiş görünen AKP, politikasızlık politikası sopasını sadece eski iktidar sahibi “hasımlarına” karşı kullanmıyor. Bu sopa, parlamentodaki ana muhalefet partisinden kadın hareketine, ekonomik kriz nedenli intiharlara karşı söz söyleyen üniversitelilerden devletin savaş politikalarına itiraz edenlere kadar geniş bir skalayı hedef alıyor.
Geçtiğimiz yılın sonlarında İstanbul Fatih’te dört kardeşin yaşamını sonlandırmasıyla başlayan intiharlar, hemen her gün yenileri eklenerek sürüyor. Söz konusu intiharların, devlet iktidarının ekonomik-siyasi icraatlarının apaçık bir sonucu olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. İktidarı elinde bulunduranlar hariç! Ocak ayında, üniversite öğrencisi Sibel Ünli’nin geçim sıkıntısı nedeniyle yaşamını sonlandırmasının ardından bunu açıkça yaşadık. Sibel Ünli’nin intiharı sonrası sokağa çıkarak eylem yapan arkadaşları, iktidarın sosyal medya aparatları tarafından hedef alındı. “Üniversite öğrencisinin ölümünü bile siyasete alet ettiler!” söylemiyle intiharların politik olduğu gerçeği gizlenmek istendi.
Yine geçtiğimiz Ocak ayında meydana gelen Elazığ Depremi ve Sabiha Gökçen Havalimanı’ndaki pist “kazası”, politikasızlık politikasının -deprem ve “kazanın” siyasete alet edilmemesi gerektiği sözleriyle- devreye sokulduğu başka örneklerdi. Oysa herhangi bir şiddetli depremde ilk yıkılacakların ezilenlerin yaşadıkları binalar olması, iktidarın ranta dayalı ekonomisi, Elazığ Depremi sonrası ortaya çıkan Kızılay yolsuzluğu gibi başlıklar bile meselenin, tam da politikanın orta yerinde durduğunu gösteriyor. Tıpkı Sabiha Gökçen’de yaşanan “kazanın” iktidarla kazan-kazan ilişkisi içindeki şirketlere rant sağlama amacıyla yapılmış 3. Havalimanı ile bağlantısındaki politik nedensellik gibi…
Devlet iktidarının politikasızlık politikasını kullandığı başlıklardan biri de savaş. Son üç yıldır “hikayesini” savaş politikaları üzerinden anlatmaya çalışan iktidar, bu süre zarfında sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirdi. Politikasızlık politikası sopasının daha bir sert sallandığı savaş başlığında, “muhalefetin” de iktidarı yalnız bırakmadığını gördük. Afrin ve Rojava’ya yönelik operasyonlarda “milli bir duruş” sergileyerek hizaya gelen CHP ve türevi “muhalifler” böylece sınırlarını iktidarın belirlediği alanda, bile isteye politika yapma hakkından feragat etti. Bu feragat aynı zamanda neyin politik, neyin politika-üstü olacağı konusunda inisiyatifi iktidara verme, dolayısıyla kategorik olarak pozisyonundan da vazgeçme anlamı taşıyor.
İktidar sahiplerinin elindeki politikasızlık politikası sopasının boşa düşürülmesi ise tam da bu “feragat etme” durumunun anti-tezi ile mümkün olabilir. Devletin savaş politikaları nedeniyle bugün Suriye’yi köy isimlerine varana dek biliyorsak bu tamamen politik bir durumun sonucudur. Ranta ve yolsuzluğa dayalı ekonomi icraatları sonrası yaşanan ekonomik krizde gözler, dövizdeki hareketlenmeye çevriliyorsa bu, “ekonomiyi çökertmek isteyen dış güçlere” karşı politikayı bir kenara bırakma değil, politika üretme alanı yaratmak demektir. Depremden intihara, savaştan ekonomiye dek her şeyin, “siyaset-üstü” değil, politik anlamda söyleme ve eyleme potansiyelini fazlasıyla barındırdığının altı çizilmeli. Aksi halde, şu sıralar gündemin ilk konusu olan koronavirüs salgınında olduğu gibi iktidar, virüse “hızlı müdahalenin” başkanlık sistemi sayesinde gerçekleştiğini söyleyerek “politikasızlık politikası”nın kendi çizdiği sınırlarını, yine kendi lehine genişletecektir.
Emrah Tekin
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.
The post Bir İktidar Yöntemi Olarak: Politikasızlığın Politikası – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Deprem Sonrası Mezhep Ayrımcılığı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Hüseyin Güzelgül, Elazığ depremi sonrası çoğu Alevi köyüne gerekli yardımların yapılmadığını ve Alevi derneklerinin bu köylere yardım yapma talebinin ise Malatya Valiliği tarafından reddedildiğini söyledi.
PirHa’nın haberine göre deprem sonrası oluşan zararların gideriminde mezhep ayrımcılığı yapıldığını söyleyen Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Hüseyin Güzelgül ” Malatya’da çoğu Alevi köyüne gerekli yardım yapılmamıştı, dertleri dinlenilmemişti. Biz de Malatya merkezde bir heyet oluşturduk. Heyetin içinde Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Şube Başkanı ve oradaki sivil toplum örgütleri vardı. Birlikte bir komisyon oluşturduk. Bizim Alevi derneklerini tüzüğünde “Savaş esnasında, doğal afet olaylarında üyelerine yardım yapabilir, dağıtabilir” maddesi var. Ancak buna rağmen Malatya Valiliği’ne verdiğimiz dilekçe reddedildi.” dedi.
The post Deprem Sonrası Mezhep Ayrımcılığı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Deprem Fırsatçılığı ve Yaşam Savunusu – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Öncelikle belirtmek gerekir ki, dün akşam saatlerinde Elazığ’da 6.7 büyüklüğünde meydana gelen depremde maddi ve manevi zarar gören herkesin acısını paylaşıyorum. Acınız acımızdır. İşte böylesi bir günde dayanışma en büyük gücümüzdür.
Üzgün olduğumuz kadar öfkeliyiz de ve pek tabi dünkü depremi konuşurken söyleyeceklerim bunlarla sınırlı kalmayacak. Çünkü daha önce de yaşadığımız gibi böylesi felaketlerde maske düşer, devletin yetersizliği, beceriksizliği ve art niyeti ortaya çıkar. Dün tanık olduklarımız da tam olarak bu türden.
Devletin bakanından, kızılay başkanına deprem öncesi ve sonrası için sözde hazır olması gereken kişi ve kurumlar tartışma yaratan ve öfkelendiren söylemlerde bulundular.
Kendi yüksek maaşları için; sınır içinde ve sınır dışında gerçekleştirilen operasyonlar için ve hiç ihtiyaç yokken, çıkar ve rant uğruna ortaya atılan büyük projeler için toplumdan çalınan paralarla, toplumun gerçek ve acil ihtiyaçlarının giderilmesinin önüne geçen bu kişi ve kurumlar şimdi de kalkmış depremle ilgili olarak devleti eleştirenleri -başka işleri yokmuşçasına- takibe almışlar, haklarında soruşturma başlatılıyormuş.
Neymiş, deprem fırsatçılığı yapılıyormuş.
Şimdi sormak gerekiyor. Fırsatçılık nedir, nasıl yapılır?
Daha önce Elazığ ve köylerinin depreme hazırlıklı olması gerektiği uyarısını yapan, bu konuda projeler hazırladıklarını ancak TÜBİTAK ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın reddettiğini dile getiren bilim insanlarını duydukça sormak gerekmiyor mu, “neden dinlemediniz?” diye.
Devletin bir kuruluşu, yıllarca “özel iletişim vergisi” adı altına aldığı -toplam en az 65 milyar lira- “deprem vergisi” kaynağı yokmuşçasına bölgeye destek götürmekle uğraşmak yerine en az 10’ar liralık bağış toplamaya kalkarsa sormak gerekmiyor mu “zorla aldığınız deprem vergisi nerede?” diye.
Yakınlarını kaybetmiş, evi yıkılmış ve soğukta dışarda kalmak zorunda olan insanların “burada devlet yok” diye yakınması ve bir bakanın gece boyunca yaşanan eksiklikleri kendisine hatırlatanlara “her şeyi de devletten beklemeyin” demesi üzerine “sizin varlığınız zarar” demek gerekmiyor mu?
Çürük binaların içinde yaşamak zorunda olanlar ve görmezden gelindiğimiz için bu binaların altında kalanlar/kalacak olanlar olarak gayet de en doğal ve en yaşamsal soruları neden soramayalım?
Şimdi tüm bunlar olurken, depremin öldürmediğini, öldürenin rant ve çıkarları uğruna kaçak katları ve kesilen kolonları görmezden gelen ve ruhsat verilmeyecek alanlara ruhsat veren kişi ve kurumlar olduğunu; devletin ve kapitalizmin kendisinin öldürdüğünü ısrarlıca niye savunmayalım ki.
Ve asıl fırsatçılığın, “Kentsel yenileme yasası” ile kentsel dönüşüme niyetlenip ceplerini düşünenler tarafından yapıldığını niye anlatmayalım. Devletin “siyasete ale etmeyin” tehditi ile depremin “milli birlik” ruhu için fırsata çevirilmeye çalışıldığını niye söylemeyelim.
Açıkça söylemek, sormak ve anlatmak gerek. Makamlarını ve sermayelerini düşünen yetkililerden böylesi sözleri daha sık sık duymak zorunda kalacağımızı düşünürsek, depremin politik olduğunu yinelemeye devam etmek gerek. Depremin öncesinde ve sonrasında yaşanacak olanlara hazırlıklı olmak için örgütlenmek, parayı değil yaşamı savunmaya devam etmek…
The post Deprem Fırsatçılığı ve Yaşam Savunusu – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>