endüstri – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 16 Apr 2019 20:48:12 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Elektronik Spor Endüstrisi – Selahattin Hantal https://meydan1.org/2019/04/16/elektronik-spor-endustrisi-selahattin-hantal/ https://meydan1.org/2019/04/16/elektronik-spor-endustrisi-selahattin-hantal/#respond Tue, 16 Apr 2019 20:48:12 +0000 https://test.meydan.org/2019/04/16/elektronik-spor-endustrisi-selahattin-hantal/ Teknolojinin ilerlemesiyle beraber gelişen elektronik oyun yapımcılığı oyun piyasasını bambaşka bir hale çevirdi. Elektronik spor ya da kısaca e-spor olgusunu hayatımıza soktu. Nihayetinde oyunun anlamını da değiştirdi. Artık bireysel oynanabilen oyunların yanında çoklu oyunculu oyunların, oyuncu takımlarının; bu takımların sahiplerinin, sponsorlarının ve taraftarlarının olduğu yeni bir evredeyiz. Binlerce kişilik salonlarda oyun şampiyonalarının düzenlendiğini görüyoruz. İnsanlar […]

The post Elektronik Spor Endüstrisi – Selahattin Hantal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Teknolojinin ilerlemesiyle beraber gelişen elektronik oyun yapımcılığı oyun piyasasını bambaşka bir hale çevirdi. Elektronik spor ya da kısaca e-spor olgusunu hayatımıza soktu. Nihayetinde oyunun anlamını da değiştirdi. Artık bireysel oynanabilen oyunların yanında çoklu oyunculu oyunların, oyuncu takımlarının; bu takımların sahiplerinin, sponsorlarının ve taraftarlarının olduğu yeni bir evredeyiz. Binlerce kişilik salonlarda oyun şampiyonalarının düzenlendiğini görüyoruz. İnsanlar elektronik spor organizasyonlarına merak ve heyecanla ilgi gösteriyorlar. Fakat oyun gibi yalnızca eğlence odaklı bir amacın evrimiyle ortaya çıkan bu sektör görüldüğü kadar masum değil. Arka planında yüksek gelirli kapitalist şirketlerin varlıklarını ve pastadan pay kapma yarışlarını görüyoruz. Bu şirketler oyunu sistemin kâr odaklı çeperine dahil etmelerinin dışında, var olan diğer faaliyetleriyle “toplumsal serveti” gasp etmeye devam ediyorlar.

Oyunun Evrimi: Kazananlar ve Kaybedenler

Oyun insan hayatının ayrılmaz bir parçası. Çocuklardan yetişkinlere, her yaştaki insanın oyun oynadığını yahut gündelik işlerini oyunlaştırdığını görmekteyiz. Oyun oynanan ya da oyunlaşan her an, insana sadece içinde bulunduğu anın tadını yaşatır. Böylece oyun oynarken kendini farklı bir evrenin içinde bulan insan, eğlencesini gündelik yaşamın sıkıcı tekdüzeliğine karşı bir yalıtkan olarak kullanabilir. Burada karşılıklı olarak sürdürülen yardımlaşma kurgularından ve oyun bittiğinde tekli yada çoklu oyunlara bağlı olarak kişi ya da kişilerin eğlenmiş halde oldukları bir durumdan bahsetmek gerekiyor. Eğlenme durumu içinde yarış olgusunu gördüğümüz oyun türlerinde de mevcut olduğunda oyunun saf anlamının karşılandığını görüyoruz. Aksi hallerdeyse rekabetin körüklediği hırs duygusu, oyuncuları oyunun mantığına aykırı noktalara sürükleyebiliyor. Yarış hali oyunun kendi içerisinde bir telaş yaratıyor ve nihayetinde net olarak kaybeden bir taraf çıkarıyor. “Kazananlar ve kaybedenler” meselesinin eğlencenin önüne geçtiği bu tür oyunlardaysa karşılıklı haz alma halinin yok olduğu görüyoruz. Bu noktada kazanma isteği ve hırs gibi kavramlarla karşılaşıyoruz. Bu kavramlar oyunu saf anlamından koparıyorlar.  

Bugün kapitalizmin yeni sektörü olan elektronik spor endüstrisi de bahsettiğimiz dönüşen oyun anlamının üzerinde yükselmektedir. Rekabet, hırs, kazanma isteği gibi kavramlarla beslenen kapitalizm, teknolojinin ilerlemesi ile gelişen oyun endüstrisine de bu kavramları doğrudan enjekte etmiştir. Nihayetinde sektörü kâr odaklı mekanizmasına dahil etmiştir.

Oyunun Kurallarını Belirleyen Kapitalizm

Genel tanıma göre oyun, yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlencedir. Burada kural meselesine dikkat çekmek gerekiyor. Zira kurallılık durumu her oyun için geçerli değildir. Kimi oyunlarda oyuncular karşılıklı keyif durumunun sürmesi için kendi kazanımlarından feragat ederek oyunun devamlılığını sağlamaya yönelik hamleler yapabilirler. Bu hamleler tüm oyuncuların keyif alması maksadı ile yapılır. Kurallar oyun maksadının iyileştirilmesi için tekrar gözden geçirilebilir, esnetilebilir bazen de yok edilebilir. Bu yüzden iki takımın yarıştığı bir oyunda güçsüz kalan takıma güçlü takımdan takviye yapılır. Yine bu yüzden çocuk oyunculara “Sen fasulyesin!” denir. Yetişkinlerle oynadığı oyunda bazı yetenekler açısından eksik olan ve yüksek ihtimalle başarısız olacak olan çocuk oyun dışı bırakılmak yerine oyuna dahil edilir ve ona özel bir kurgu yaratılır. Oyunun saf anlamının yaşatıldığı oyunlarda çocuklar bazı kurallardan muaf olabilirler. Bu herkesin karşılıklı olarak eğlendiği oyun tanımının dahilinde olan bir durumdur.

Peki kapitalizm bu oyun tanımını bünyesinde barındırıyor mu? Elbette hayır. Özellikle elektronik oyun dünyasında görülen tam tersi durum bu fikrimizi doğruluyor. Kapitalizm oyunun kurallarını kendi koyuyor. Bu kurallar da oyuncuların keyif durumlarına göre değil, kapitalizmin para çarkının dönmesi üzerine koyuluyor. Böylece oyuncuların aktif oldukları, oyuna müdahale edebildikleri kurgu yok oluyor ve oyunun güncel hali kapitalizme hizmet eden bir araç haline dönüşüyor.

Elektronik Sporun Tarihsel Seyri

Elektronik spor dünyasında genel olarak bir tabire rastlıyoruz: Rekabetçilik! Oyunlar içinde görece olarak işbirliği olsa da genellikle takımlar halinde olup rakiplerini alt etmeye yönelik senaryolar görüyoruz. Bu elbette rekabetin ve kazanma arzusunun teşvik ettiği ve hırs duygusuyla birleşen bir hali normalleştiriyor. Kapitalizmin temel değerleri ile yükselen bu durum oyun endüstrisinin bel kemiğini oluşturuyor. Sektör, kazanma/ilerleme arzusunun kol gezdiği oyunlarda oyun içi ve oyun dışı birçok satışı gerçekleştirebiliyor. Bazı ek paketlerle kendinize oyunculuk açısından avantaj sağlayabiliyorsunuz. Yahut bazı ek paketleri almadığınız takdirde satın almış olduğunuz oyunun belli bölümlerini oynayamıyorsunuz.

Burada elbette klasik oyun tanımı çöküyor. Oyun, para ekonomisinin döngüsünde kapitalizmin bir oyuncağı haline geliyor. Artık günümüzün oyun dünyasında bu kurgunun tek elemanı oyun sahibi ve oyuncular değil. Şimdilerde oyun sahipleri/üreticileri, oyuncu takımları, takım sahipleri, seyirciler, menajerler, organizatörler, sponsorlar, dağıtımcılar, yayıncılar ve yayıncılık şirketleri gibi yeni aktörler görüyoruz. Pasta bu aktörler tarafından paylaşılıyor. Oyunculuk profesyonelleşiyor ve oyun federasyonları kuruluyor. Pasta gitgide büyüyor. Birçok spor kulübü ve şirket elektronik spor takımları kurarak/satın alarak pastadan pay kapma yarışına dahil oluyorlar.

Veriler ve Şirketler

Şirketlerin pastadan aldıkları paylara ayrıca odaklanmak gerekiyor. 2017’de yapılan tüm elektronik spor etkinliklerinin toplam ödül tutarı ilk defa 100 milyon doları aşarak 112 milyon dolar düzeyine ulaştı. Yine 2017’de The League of Legends (LoL) dünya şampiyonası, 49,5 milyon saatle Twitch’te en çok izlenen etkinlik oldu. Aynı zamanda 5,5 milyon dolarlık bilet geliri elde edildi. 2018 yılında gerçekleşen League of Legends oyunun dünya şampiyonası finalini yaklaşık 100 milyon insan izledi. Canlı yayın dışında izleyenlerle beraber bu sayının bir milyara yaklaştığı söyleniyor. Bu kadar fazla potansiyeli olan bir alan elbette ki dikkat çekiyor ve bu noktada değeri 1 trilyon doları aşan ve Apple’dan sonra dünyanın en büyük şirketi olan Amazon’u görüyoruz. Bir yayın platformu olan Twitch, 2014 yılında Amazon tarafından 970 milyon dolara satın alınıyor. Amazon’un açıklamasına göre aynı senenin temmuz ayında Twitch’te 55 milyondan fazla tekil ziyaretçi oluyor ve 15 milyar dakikalık içerik görüntüleniyor.

Yayıncılık sektörü de kendi içerisinde kâr getiren girift ilişkiler ağına sahip. Twitch’te oyun yayıncılığı yapan kişilere izleyiciler tarafından abonman olunan bir döngü var. Böylece yayınları izleyenler abone oldukları kanallara aylık düzenli olarak para veriyorlar. Fakat burada sadece izleyici/izleyen ve firma sahibinin kâr ettiği bir alan yok. Yayınlarda bilgisayar ve oyun ekipmanları aldırmaya teşvik etme usulünde reklamlar yapılıyor. Yine aynı şekilde bu platformlar yeni çıkan bir oyunun yükseltilebildiği bir manevra alanına sahipler. Öyle ki oyun şirketleri para karşılığında anlaştıkları yayıncılara yeni çıkarttıkları oyunlarını oynattırıyorlar. Bu da oyunlarının popülerleşmesini sağlıyor ve izleyiciler ister istemez kendilerini o oyunun içinde, daha sonra da satın alır halde buluyorlar. Özetle, bu platformlar büyük oyun organizasyonlarının yayıncılık faaliyetlerinin dışında, bilgisayar ve oyun satışlarının körüklendiği alanlar olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Ek olarak oyun dışı yayınların da yapıldığını belirtmek gerekir. Haliyle bu özellikleri bu ve benzeri yayın platformlarını televizyonun günden güne popülerliğini kaybettiği bir dünyada geleceğin yayın alternatifleri haline getiriyor. Çünkü yeni neslin devamlılığı bu alanda sürüyor. Son dönemde Türkiye’ye de yatırım yapan DLive isimli bir yayın platformunun Blockchain teknolojiisini kullanarak hem yayıncılara hem de izleyicilere para kazandırdığını görüyoruz. Kayıt olduğunuz platformda açtığınız sanal para cüzdanı hesabınızla aniden bir kazıcı (miner) oluyorsunuz. İzlediğiniz yayın boyunca sanal para kazanıyorsunuz ve bunu gerçek paraya dönüştürebiliyorsunuz.

Elektronik spora yatırım yapan bir diğer şirket ise, 13 milyar dolara yakın serveti olan Alişer Usmanov’un sahibi olduğu USM Holding. Şirketin 100 milyon dolarlık bir yatırımı söz konusu. Forbes dergisinin 2015 yılında verdiği verilere göre Usmanov; Rusya’nın üçüncü, dünyanın ise 71. en zengin insanı.

 Ayrıca son dönemde çok popüler bir oyun olan Playerunknown’s Battlegrounds’tan da bahsetmek gerekiyor. 2017 senesinin mart ayında çıkan oyun, mart 2017 ile aralık 2017 arasında 712 milyon dolarlık bir kazanç elde etti. 2018 yılının ortalarında 50 milyon kopyadan fazla satışının olduğunu biliyoruz. Anlık oyuncu rekorunu 3 milyon rakamını aşarak elde eden oyun, ücretsiz olan mobil versiyonunun erişime açılmasının ardından 400 milyonu aşan kayıtlı kullanıcıya ulaşıyor. Bu versiyon ücretsiz olsa da hem oyunun yayılması için büyük katkı sağlıyor hem de oyun içi satışlardan gelirler elde ediliyor. Ayrıca bahsettiğimiz yayın platformlarından ve yapılan turnuva organizasyonlarından elde edilen gelirler de mevcut.

Güney Koreli Bluehole Studio’nun geliştiricisi olduğu PUBG’nin mobil versiyonunu dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Tencent geliştirdi. Tencent oyunun 400 milyonluk kayıtlı kullanıcıya ulaşmasında büyük pay sahibi.

Çin merkezli bir bilişim şirketi olan Tencent’e ayrı bir paragraf açmak gerekiyor. 500 milyar dolarlık piyasa değerinin üstüne çıkan ilk Asya şirketi olan bu şirket; Apple, Alphabet, Microsoft, Amazon ve Alibaba gibi şirketlerle beraber dünyanın en büyük on şirketi arasında.

League of Legends oyunuyla tanınan Riot Games’in, Çinli dev internet şirketi Tencent tarafından önce bir kısım hissesi alındı, 2015 yılında ise tamamen satın alındı. Şirket 2016 yılında Clash of Clans oyununun yapımcısı Finlandiyalı Supercell’in çoğunluk hissesine 8,6 milyar dolar karşılığında sahip oldu. Ayrıca şirket, bir milyarı aşkın kullanıcısı olan anlık konuşma programı WeChat uygulamasının da sahibi. Bir bilişim şirketi olarak dünyanın en zengin on şirketi arasında olan Tencent’in oyun piyasasındaki hakimiyeti oldukça güçlü.

Öngörüler

Elektronik sporun geleceğine dair bazı öngörüler mevcut. Gelirlere yönelik tespitler şu şekilde: 2017 ve 2018 yıllarındaki elektronik spor organizasyonu gelirlerini kıyasladığımızda 200 milyon doları aşan bir artışa rastlıyoruz. 2017 yılındaki gelirler bir önceki yıldan %41 daha fazla olarak 696 milyon dolara kadar yükseliyor. 2018 yılında ise %38,2’lik bir artışla 906 milyon dolarlık bir kazanç görüyoruz. 2021 yılı için yüksek bir toplam gelir artışı beklenilen elektronik spor sektörünün para hacminin 1 milyar 650 milyon dolar olması bekleniyor.

Dünya nüfusunun 3,9 milyarının çevrimiçi nüfus olduğu ve bu sayının 1,5 milyarının elektronik spora yönelik farkındalık sahibi olduğu ifade ediliyor. Bu nüfus istatistikleri bize, elbette nihayette tüm dünya nüfusuna yönelik olsa da şimdilik tekno endüstriyel sistemin yakın potansiyel hedeflerini gösteriyorlar.

Sonuç

Hayatımızın önemli bir parçası olan oyunun günümüzdeki evresi elektronik spor, potansiyeli oldukça yüksek olan bir alan olarak görünmektedir. Bilgisayar teknolojisinin var olduğu her anda da bu potansiyelini koruyacak hatta arttıracaktır. Fakat elektronik spordaki oyun mantalitesi ile klasik oyun tanımında kastettiğimiz karşılıklı yardımlaşma ve herkesin eğleniyor olduğu hallerin karıştırılmaması gerekir. İfade ettiğimiz üzere elektronik spor, temellerini kapitalizmle aynı doğrultuda yükselten bir dinamikle hareket etmektedir. Teknolojinin ilerlemesi oyun endüstrisini dönüştürmüş ve kâr odaklı anlayışın hakim olduğu alanda oyunculuk profesyonelleşerek oyun federasyonlarının kurulduğu bir dünya önümüze gelmiştir. Toplumsal serveti gasp eden kapitalist şirketler giderek büyümekte olan bu sektörde pastadan pay kapma yarışına girmişlerdir.

Selahattin Hantal

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.

The post Elektronik Spor Endüstrisi – Selahattin Hantal appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/04/16/elektronik-spor-endustrisi-selahattin-hantal/feed/ 0
Değişen Tek Şey Futbol Değil – Oğuz Arıcan https://meydan1.org/2018/04/28/degisen-tek-sey-futbol-degil-oguz-arican/ https://meydan1.org/2018/04/28/degisen-tek-sey-futbol-degil-oguz-arican/#respond Sat, 28 Apr 2018 09:01:35 +0000 https://test.meydan.org/2018/04/28/degisen-tek-sey-futbol-degil-oguz-arican/ 20 sene öncesine kadar oynanan maçlarda, derbi bile olsa, iki rakip takımın taraftarları yarı yarıya doldururdu tribünleri. Hatta yan yana, omuz omuza izlenirdi maçlar. Şimdilerde ise futbol otoritelerinin (bu otoritelerin aynı zamanda büyük holding sahipleri ve siyasal iktidardan kimseler olduğunu ekleyelim) yaratmış olduğu bir kültürün ortasında dönüyor tüm oyun. Futbola artık oyun denebilirse… Rakip takımın […]

The post Değişen Tek Şey Futbol Değil – Oğuz Arıcan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

20 sene öncesine kadar oynanan maçlarda, derbi bile olsa, iki rakip takımın taraftarları yarı yarıya doldururdu tribünleri. Hatta yan yana, omuz omuza izlenirdi maçlar. Şimdilerde ise futbol otoritelerinin (bu otoritelerin aynı zamanda büyük holding sahipleri ve siyasal iktidardan kimseler olduğunu ekleyelim) yaratmış olduğu bir kültürün ortasında dönüyor tüm oyun. Futbola artık oyun denebilirse… Rakip takımın taraftarlarına %5’lik kota konuşuluyor şimdilerde, bahsettiğim otoritelerin kontrolündeki medya mecralarında.

Kavga, yaralama ve hatta cinayet gibi taraftarlar arasındaki fanatizm ve holigan kültürün sonuçlarından dem vurularak %5’lik kota haklılaştırılmaya çalışılıyor. Futbol oyununda geldiğimiz pozisyon bu.

İngiltere’de, Middlesbrough ve Sunderland gibi takımlarda oynamış eski futbolcu Brian Clough’a, holiganizm hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorduklarında verdiği yanıt: “Holiganlar mı? Öncelikle 92 kulübün başkanı var.” Bu kültürün kimlerin eliyle yaygınlaştırılmaya çalışıldığının en güzel ifadesi bu.

Evet, artık bu “oyunu” izleyenler, futbolu sadece kendi tuttuğu takımdan ibaret görerek sahadaki milyon dolar koşturucuların rekabet, hırs ve bencillik kültüründen etkileniyor. Ve evet, fanatizmi sadece buna benzer nedenlerle açıklamak yeterli değil. Tribündekilerin psikolojisinden ekonomik durumlarına, içinde bulunulan siyasal sürecin yansımalarına varıncaya birçok neden var.

Ancak kenara atılmayacak şey ise, izlenilen şeyin ne olduğuyla ilgili. İnsanlar sahada, ne Metin Oktay’ı, ne Can Bartu’yu ne de Baba Hakkı’yı izliyor. İnsanlar, ceplerine sığamayacak kadar, harcayamayacakları kadar çok para kazananları ve onları koşturanları izliyor. Hepsinin “aşık olduğu” renk aynı, paranın yeşili.

Bunu bilen ve futboldan gram anlamayan ya da zevk almayan, tek amaçları kazandıkları kirli paraları devlet nezdinde, milyonlarca taraftarın gönül verdiği renklerin gölgesinde aklamak olan ve hatta yönettikleri kulüplerin kasasından milyonlar çalanlar belki çoğumuzun hayatı boyunca göremeyeceği kadar büyük paralarla satın alıyor bu futbolcuları.

Ortada böyle bir oyun var işte.

90’ların meşhur muhabbetlerinden biridir; “milli takım” oynadığı bir maçta ya da turnuvada kazandıysa “ekmeğe, mazota veya elektriğe zam geliyor, hazırlıklı olun” denirdi. Şimdi ise, bir Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi öyle bir oturuyor ki gündeme; savaşlar, işgaller, kurulması planlanan ölümcül nükleer santraller veya binlerce taşeron işçinin politik nedenlerden dolayı işten çıkarılması gibi gündemler birden siliniyor hafızalardan.

Bu da oyunun diğer parçası…

%5’lik deplasman kotası tartışmalarında gözden kaçırılanlardan bahsedeyim dedim. Futbolun son 20 yıldaki değişimi var bu güncel tartışmanın içinde. Kombine kart alabilmek için kredi çeken ve bu krediye neredeyse yarı oranında faiz ödemek için önüne koyulan sözleşmeyi imzalayan taraftarın değişimi ve önüne koyulan kontrata imza atmak için milyonlar isteyen futbolcular ve yöneticilerin değişimi var.

Oğuz Arıcan

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.

The post Değişen Tek Şey Futbol Değil – Oğuz Arıcan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/04/28/degisen-tek-sey-futbol-degil-oguz-arican/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (15): Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür -Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 3 https://meydan1.org/2015/04/22/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-15-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-3/ https://meydan1.org/2015/04/22/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-15-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-3/#respond Wed, 22 Apr 2015 14:23:41 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-15-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-3/   Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (3) Scott Nappalos Özgürlükçü Komünist Toplum Böyle bir komünist toplumda üretim iki faaliyet üzerine kurulur: insanların neyi ne kadar istediğini ölçmek ve bunları hem kolektif olarak, hem de sorumluluğu belli olacak biçimde üretmek. Katılımcı ekonomi, bilinçli tahminler yoluyla insanların hangi ürünleri ne kadar arzuladıklarını ölçmeyi önerir. Fakat bu […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (15): Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür -Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 3 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Meydan gazetesinin Anarşist Ekonomi Tartışmaları dizisine, Kuzey Amerika IWW üyesi, Scott Nappalos’un yazısının üçüncü bölümüyle devam ediyoruz. Yazının odağında güncelliğini koruyan bir tartışma olan teorinin pratikte somutlaşması ve teorinin pratikten üretilmesi yer alıyor. Yazının bu son bölümünde, devrimci durumların ekonomik pratiklere etkisi ve anarşist komünist ekonomi teorisinin ücret sistemi eleştirisi yer alıyor. Libcom’un dışında birçok uluslararası anarşist sitede de yayınlanmış olan yazı, daha önceki yazı dizilerimizde içerisinden yazılarına yer verdiğimiz The Accumulation of Freedom: Writings on Anarchist Economics kitabındaki bölümlerden biri olma niteliğini de taşıyor.

 

Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (3)

Scott Nappalos

Meydan Gazetesi- Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları

Özgürlükçü Komünist Toplum

Böyle bir komünist toplumda üretim iki faaliyet üzerine kurulur: insanların neyi ne kadar istediğini ölçmek ve bunları hem kolektif olarak, hem de sorumluluğu belli olacak biçimde üretmek. Katılımcı ekonomi, bilinçli tahminler yoluyla insanların hangi ürünleri ne kadar arzuladıklarını ölçmeyi önerir. Fakat bu öneri, mevcut ürünlerin güncel kullanımını ve gelişimi birlikte ele alarak ekonominin hangi yöne gideceği konusunda karar alan kolektif yapılarda gerçekleşen diyaloğa dayanır.

Mutlak ve değişmez biçimde kıt bulunan bazı ürünler için, gerçek ihtiyaçlara dayalı, adil bir sistem bulmamız gerekir. Bu gerçekten acil bir sorundur ama yine birçok ekonomist bunu yok sayıyor çünkü mevcut durumdan devrimci topluma ve sonra devrim-sonrası topluma nasıl gideceğimizi ele almayan, gerçek pratiğe dayanmayan taslaklar yaratıyorlar. Mevcut üretimden toplumsal üretime geçiş süreci kısa vadede kıtlıklar yaratacaktır. Uzun vadede, kolektif bilgimizi kullanmak, en kötü işlerin makineleşmesi ve kapitalist ekonominin devasa parçası olan gereksiz üretimi (finans, ordu, hapishane, zengin eğlenceleri, vb.) ortadan kaldırmak, bütün dünyaya fazlasıyla yetecek kadar imkan sunacaktır. Aslında zaten bütün dünyayı fazlasıyla doyuracak kadar yiyecek üretiyoruz ama fiyatları yüksek tutmak için çoğunu yakıyoruz. Birçok anarşist komünist düşünür böyle gıdalar için karne kavramını öne sürer. Böyle bir pratik savaş zamanında kabul görmüştür ve bugün de organ nakli için kullanılan paylaşım yöntemidir.

Toplumsal devrim herkese yetecek kadar üretebildiği aşamaya geldiğinde, o zaman “herkese ihtiyacı kadar” ilkesi uygulanabilir ve endüstrisi daha gelişmiş ve verimli bölgeler doğal olarak bu aşamaya diğerlerine göre daha erken ulaşacaktır. Fakat toplamda bu aşamaya ulaşılana kadar eşit paylaşım sistemi, yani kişi başına eşit dağılım, sadece adil değil, zorunludur. Hastaların, yaşlıların, hamile ve yeni doğum yapmış kadınların ayrıca düşünülmesi gerektiğini söylemeye bile gerek yok…[xix]

Bu karne sistemi tabii ki aslan payının ve en iyi dilimlerin parti elitine gittiği, örneğin Sovyetler Birliği’ndeki karne sisteminden farklıdır. Mesela günümüzde organlarla ilgili, en çok ihtiyacı olan ve en uygun kişileri belirleyip sıraya koyan bir uluslararası kurum vardır. Organ naklinde organı kimin alacağı, fiyata, mesleğe ya da kişinin algılanan değerine göre değil, ihtiyaç ve uygunluğa göre belirlenmesi açısından komünist temelde gerçekleşir. Karne sisteminden kaçınmak için her şey yapılmalıdır ama yokluk zamanlarında adil tek çözümün bu olduğunu görmemiz gerekir.

Öte yandan, Berkman’ın komünist alternatifi olan “fazlalığın açık kullanımına” bakarsak, kirlilik ya da aynı malzemenin çelişki yaratan kullanımları gibi karar verilmesi gereken meselelerde toplumun nasıl tartışıp düzenleme yapacağı konusunu ele almadığını görürüz. Küresel kapitalist ekonominin herhangi bir yapı-sökümüne girişenler, dev boyutlardaki küresel eşitsizlik ve dünyanın büyük kesiminin engellenmiş gelişimi sorunlarıyla uğraşmayı göze almalıdır. Dünyanın bütün toplumlarının kapasitelerini bilinçli ve kolektif olarak geliştirecek ve (kapitalizmin, pazarlarını genişletmek ve karlarını artırmak için yarattığı sürdürülemez olan) mevcut yapıların yaratacağı ekolojik felaketlere çözüm bulacak bir yönteme ihtiyacımız var.

Bu kararları sadece halk meclisleri yoluyla alabiliriz. Fakat çözüm teknik değildir. Kirlilik konusundaki kavgaları çözümlemek için sadece ekonomik bir tasarım bulamayız. Yukarıdaki tartışmada çeşitli önerileri gündeme getirmek için bir öneri zaten var, ama  politik meseleler için sadece toplulukların konseyleri içinde, politik süreçler olabilir. Herhangi bir değer belirlemek, keyfi olacağı gibi, sorunu da çözmez. Bunun yerine, topluluklar bir araya gelmeli, tartışmalı, anlaşmaya varmalı ve herkes için en iyi çözümü oluşturmalıdır. Yapılar, güç mücadelelerinde ve gücü ilgilendiren mücadelelerde arabuluculuk yapabilir ama bu yapılar çözümün sadece dış yüzüdür. Hiçbir garanti sağlamazlar ve böyle sorunlar nihayetinde durumun maddi, toplumsal ve tarihsel analizini gerektirir. Malumun ilanının, muğlak genellemelerin, boş şekilciliğin ötesinde bir değerlendirme için kaçınılmaz olarak daha çok deneyime, pratiğe ve denemeye ihtiyacımız var.

Bununla beraber kapitalizmden farklı olarak, “her zaman, ne istersek onu” yapabileceğimizin bir garantisi yoktur. Çeşitli planlama inisiyatifleri boyunca herhangi bir topluluk diğeriyle eşit konumda olacağı için, ilkeli olunması yönünde yapısal baskılar olacaktır. İleride bizi yakabilecek durumda olanları yakmak istemeyiz. Bugünden farklı olarak, bunu yapmak için finansal ya da politik bir çıkar olmayacaktır. Gerçek anlaşmazlıklar çıktığında, ve bunlar olacaktır, toplumsal mücadele bizim modellerimizin ve formüllerimizin ötesine geçecektir.

Ücret Sisteminin Eleştirisi

Fakat paylaşım net çizgiler çeker. Paylaşımda komünist ekonomiyi tanımlarken, ücretli iş sisteminin olmadığını, bireysel emeğin algılanan değeri yerine insani ihtiyaçlar ve maddi olanaklara dayalı olduğunu ve kapital birikiminin yerini insan ihtiyacı için üretimin aldığını gördük. Katılımcı Ekonomi’nin tüm özellikleriyle ortak olan kolektivist ekonomi ise, aslında insanları çeşitli ücret-düzenleri için çalışmaya zorlayan bir sistemdir. Kolektivist paylaşımın temelinde ücret olarak biriktirilen gelir vardır ve bu gelirin bireyin yaptığı işin algılanan değerine dayalıdır. Kolektivistler sosyalizm altında emeğin değerini çeşitli şekillerde tanımlamışlardır: üretim miktarı, çalışma saati, işin zorluğu ve çalışırken sarf edilen güç (katılımcı ekonomi), emeğin toplumsal değeri, vb.

Komünist ekonomi, kısmen devrimci toplumların deneyimlerine dayanarak, ücret sistemini reddeder. Rusya, Çin, Küba, Macaristan, Almanya, vb. deki devrimci deneyimler içinde tek bir şey görebiliyorsak, o da kapitalizmin, düşmanının içinden tekrar ortaya çıkabileceğidir. Sınıf ayrımları ve sınıf eşitsizlikleri, olası yönetici sınıfları için bir rampa görevi görür. Ücret sistemleri, “Proleter” devlet önerisi kadar olmasa da, kapital ve maddi güç birikimiyle yeni yönetici sınıfların oluşmasına ve ekonomik eşitsizliklere zemin sağlar. Bu temelde olumsuz bir itirazdır. Olumlu tarafında ise, komünist ekonomi, adaletsizliğin ve ücretli emeğin sürdürüldüğü ekonomilerde olmayan ek seçenekler ve imkanlar sunar. Komünizm, hem yapılan işlerde hem alınan karşılıkta ayrımları ortadan kaldırması sayesinde üretimde ve insanlar arasında tümüyle yeni ve temelden farklı toplumsal ilişkilerin kurulmasına yol açar. Temelde komünist olan bir paylaşım, toplumsal üretimin çıktılarını ve yapısını, bu üretimden faydalanan toplumun gerçek ve hayati ihtiyaçlarına doğru yönelmeye zorlar. Komünizm, emek ve tüketim arasındaki bağları parçalayarak, toplumsal ihtiyaçlara ve insan arzularına dayalı alternatif bir yaşama ve çalışma şekli sunar.

Üstelik adil bir ücretin neye dayanarak yapılabileceğini sorgulamak yerinde olacaktır. Kapitalizm altında ücretler adil değildir. Ücret pazara bağlıdır, o kadar. Ama sosyalist ücretler emeğin belli bir değer algısına dayalıdır. Katılımcı ekonomide bu ücret “…toplumsal ürüne katılımda sarf edilen gayret ya da fedakarlıktır”.[xx] Kaç saat çalıştığınız, ne kadar ürettiğiniz, üretime kattığınız değer gibi çeşitli kolektivist ücretler önerilmiştir. Fakat bunların hepsinde temel bir problem vardır; bunlar keyfi ve adaletsizdir.

Zamanımızda üretim büyük ölçüde toplumsaldır. Bireyin katkısını, o işin yapılmasını sağlayan diğer binlerce bireyin katkılarından ayırmak çok zordur. Basitçe, günümüz toplumunda toplumsal emek ve kapital o kadar iç içe geçmiştir ki, çoğu durumda bireyin katkısını diğerlerinin emeğinden ve o bireyin üretmesini sağlayan toplumsal kapitalden ayrı ölçmek imkansızdır. Kapitalizm bunu zaten denemez; sadece insanlara zorla kabul ettirilen miktarı öder. Sadece saatlere bakarsak, hepimiz biliyoruz ki bir kişinin çalıştığı saatler diğerinden farklı olabilir; ama aynı ücreti alırlar. Bazı insanlar doğalında yetersiz oldukları için onların yaptığı işin değeri adaletsiz olur. Diğerleri, fazla çaba sarf etmeden, sadece yeteneklerine dayanarak zengin olamamalılar. Çaba ve fedakarlığa göre değerlendirme yaparsak, böyle bir sistem yine rastgele ve keyfi değerlendirmelere açık olur. Çalışma arkadaşlarının birbirlerinin işlerini değerlendirmesi ise iş yerindeki dedikodu ve iç çekişmeleri bugünkü rahatsızlık seviyesinin çok üstüne, ücretler üzerinde bir güç sistemine dönüştürür. Bir şeye değer biçmek tarafsız olamaz; güç yüklüdür ve bir baskı aracıdır. Ücret, kapitalizm tarafından gerçek toplumsal emeği gizemlileştirmek için kullanılan bir baskı aracıdır. Katılımcı ekonomi ve kolektivistler, bu aracın kar-sistemiyle ilişkisi kesildiğinde bir adalet aracı olabileceğini düşünüyorlar.

Emeğe değer biçmenin zorluğu daha temel bir şeye işaret ediyor: Algılanan değere dayalı, zorunlu emeğe öncelik veren ve ödüllendiren bir ekonomi istemiyoruz. Hem zenginlikteki eşitsizliklerin tehlikesi, hem değer biçmenin yarattığı yıkıcı toplumsal baskı, emeğin değerinin tüketimden ayrı olduğu, daha özgürlükçü bir ekonomiye işaret eder. Geleneksel olarak bu düşünce “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” [xxi] şeklinde özetlenmiştir.

Komünizme Doğru

Biz, bir hareket olarak, bir ahlaki bellek ya da günümüzün kitle mücadelelerinde model oluşturma rolünün ötesine geçmeliyiz. Özgürlükçü alternatif, pratiği doğrudan, içinde bulunduğumuz hareketlerin içinde inşa etmeye girişmeli, teorimiz pratiğimizle birlikte evrilmelidir. Kropotkin’le birlikte, günümüz toplumunda bazı komünist öğelerin zaten bulunduğunu gördük. Gilles Dauve da, komünist ekonomiye doğru bu dinamik ve tarihsel yaklaşıma, komünleştirme kavramıyla katkıda bulunmuştur.

Komünizm, iktidarı ele geçirdikten sonra pratiğe konulacak bir dizi önlem değildir. Bütün eski komünist hareketler toplumu durdurabildiler ama bu kitlesel duraklamadan bir şey çıkmasını beklediler. Komünleştirme, tam tersine, malların dolaşımını karşılıksız yapar… tüm ayrımları ortadan kaldırmaya kalkışır.[xxii]

Günümüzde var olan komünizm, işlevsel olarak var olan komünizm anlamına gelmez. İşimiz komünizm adaları oluşturmak (ki bu mutlaka kapitalist ilişkileri yeniden oluşturur), ya da mevcut mücadelelerde komünizm örnekleri yaratmak değildir. Kapitalizm sadece zenginliklerden değil, insanların arasındaki ilişkilerden oluşur. Komünist bir ekonominin geliştirilmesindeki asıl mesele kitlesel mücadele içinde işçi sınıfının devrimci farkındalığını, komünleştirmeyi ve pratiklerini geliştirmesidir. Kapitalizmi yenmek, bir teori değil, mücadelelerimizin içinde tarihsel bir andır. Ve bunun için toplumsal ilişkiler, örgütlenme ve mücadele içindeki işçilerin farkındalığı gerekir.

Dipnotlar:
[xix] Alexander Berkman, ABC of Anarchism, chapter 12, 1929, http://www.lucyparsonsproject.org/anarchism/berkman_abc_of_anarchism.html (28 Mayıs 2010’da ulaşıldı).

[xx] Michael Albert, Life After Capitalism, http://www.zcommunications.org/zparecon/pareconlac.html (30 Mayıs, 2010’da ulaşıldı).

[xxi] “Herkesten” ifadesinin nasıl yorumlanacağı konusu tartışmalıdır. Bazı teorisyenler herhangi biçimde çalışmaya zorlanmadan herkesin toplumsal üretimden yararlanacağını savunurken, diğerleri buna erişmenin koşulunu toplumsal olarak gerekli görülen asgari emek olarak koyarlar (yapabildiğini varsayarak). İkincisi, İspanya Debrimi sırasında CNT içinde baskın olan geleneksel cevaptır. Bertrand Russell, Chomsky gibi ünlü teorisyenlerin savunduğu bu görüşe meylediyorum ve bu makalede bunu varsayıyorum.

[xxii] Gilles Dauve, Eclipse and Re-Emergence of the Communist Movement, http://libcom.org/library/eclipse-re-emergence-communist-movement (18 HAziran 2010’da ulaşıldı).

Çeviri : Özgür Oktay

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (15): Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür -Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 3 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-15-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-3/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/ https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/#respond Sun, 15 Mar 2015 20:21:25 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/ Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (2) Ekonominin iki ana alanı vardır: nasıl üretildiği ve nasıl paylaşıldığı. Komünist paylaşımın nasıl işleyebileceği konusunda birkaç farklı alternatif önerildi. İnsanların genelde kabul ettiği yaklaşım, atölyelerden fabrikalara kadar meclis demokrasisi ile, bölgesel ve küresel düzeyde ise meclislerin federasyonu ile örgütlenmektir. Doğrudan demokratik meclisler, kimsenin kimseyi temsil etmediği demokratik organlardır. […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 14

Meydan gazetesinin Anarşist Ekonomi Tartışmaları dizisine, Kuzey Amerika IWW üyesi, Scott Nappalos’un yazısının ikinci bölümüyle devam ediyoruz. Yazının odağında güncelliğini koruyan bir tartışma olan teorinin pratikte somutlaşması ve teorinin pratikten üretilmesi yer alıyor. Yazının bu bölümünde, anarşist komünist ekonomi teorisi içindeki iki ana akım, planlı ve plansız modeller, günümüzde popüler olan Katılımcı Ekonomi ile karşılaştırılarak inceleniyor ve önceki bölümde verilen pratikler, teorik tartışma içinde değerlendiriliyor. Uzunluğu nedeniyle üç bölümde yayınlayacağımız yazı, libcom’un dışında birçok uluslararası anarşist sitede yayınlanmış olma ve daha önceki yazı dizilerimizde içerisinden yazılarına yer verdiğimiz The Accumulation of Freedom: Writings on Anarchist Economics kitabındaki bölümlerden biri olma niteliği taşıyor.

Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (2)

Ekonominin iki ana alanı vardır: nasıl üretildiği ve nasıl paylaşıldığı. Komünist paylaşımın nasıl işleyebileceği konusunda birkaç farklı alternatif önerildi. İnsanların genelde kabul ettiği yaklaşım, atölyelerden fabrikalara kadar meclis demokrasisi ile, bölgesel ve küresel düzeyde ise meclislerin federasyonu ile örgütlenmektir. Doğrudan demokratik meclisler, kimsenin kimseyi temsil etmediği demokratik organlardır. İşçiler ve toplum üyeleri bütün kararlarını doğrudan, açık toplantılarda alırlar. Halk meclislerinin ötesinde, işyerleri ve mahalleler arasındaki koordinasyonu komiteler ve temsilci heyetleri sağlar. Meclis, temsilcilere talimatlar verir ve temsilcinin meclisin iradesini uygulamasını bekler. Benzer şekilde, sınırlarını aşan temsilcilerin yetkileri anında geri alınabilir ve kararları meclisin onayına bağlıdır. Bunun tam olarak nasıl çalışacağı, temsilcilerin görevleri, vb. bence politik kararlardır ve en iyisini pratik belirler.

Neyin ne kadar üretileceğine karar vermek için mahalle meclisleri benzer şekilde yukarı doğru federe edilir. İşçiler nasıl çalışacaklarına karar verirken ilgili topluluklar atık ve kirlilik gibi konuları ele alarak en güvenli ve en adil nasıl üretileceğine karar verirler. Mevcut ekonominin içinde birçok değersiz endüstri ve ürün olmasının yanı sıra bazılarının nükleer silahlar gibi yok edici potansiyelleri olduğu için bu endüstrileri kolektifleştirmek yetmez, tasfiye edilmeleri gerekir. Ani yükselişler ve düşüşlerle örgütlenen, kar etmeye dayalı bir ekonomiyi, toplumun ihtiyaçlarını kullanıma dayalı olarak karşılayan bir ekonomiye dönüştürme süreci zaman alacaktır. İş sınıflarını yok etmek ve kötü işleri yeniden örgütleyerek adil paylaşmak gerekir. Toplumun ürettiklerinden faydalanmak için engeli olmayanlar en azından asgari miktarda emekle katkıda bulunmalıdır.[xi]

Paylaşımı ele alırsak, komünist ekonomik pratik ve düşünce içinde toplumun zenginliklerini paylaşmak için birkaç örgütlenme stratejisi önerilmiştir. Komünist ekonomik gelenek içerisinde iki ana çerçeve vardır: Planlı strateji ve kendiliğinden ortaya çıkan denilebilecek strateji. Teorilerin sayısı, mevcut düşüncedeki kutuplaşmaların sayısından azdır.

Planlı komünist ekonomi, genel olarak, paylaşımın halk meclislerinin federasyonu ile oluşturulan konseylerde yapılan üretim planına göre yapılmasını savunur. Bölgenin halkı düzenli olarak bir araya gelip hazırdaki malzeme ve emek miktarına göre ne üretileceğine karar verirken üretilenlerin paylaşılmasını bireylerin ve ailelerin ihtiyaçlarına göre düzenler (ücrete göre değil). Böyle bir komünist toplumda üretim iki faaliyet üzerine kurulur: insanların neyi ne kadar istediğini ölçmek ve bunları hem kolektif olarak, hem de sorumluluğu belli olacak biçimde üretmek.

Teknolojinin bugün geldiği seviye düşünüldüğünde insanların günlük tüketimini ölçmek çok basittir. Komünist bir toplumda, hem tüketim hem de üretim istatistiklerini otomatik olarak kaydetmek kolay olacaktır. Böylece neyin ne kadar gerektiğini tahmin edebilmek için tüketim örüntüleri (dönemsel ya da belli durumlarda gerçekleşen azalmalar ve çoğalmalar) hakkında anlık veri üretilebilir ve toplum, insanların istekleri için gereken kaynakları tahsis edebilir. Bu yolla kaynaklar durmadan değişen üreticilere demokratik olarak tahsis edilebilir.

Üretimin gelişmesini planlamak amacıyla, bilgi merkezlerinde çalışmalar yapılarak bu veriler bir araya getirilip istatistikler düzenlenebilir. Bu tip bilgi merkezleri yerel, bölgesel ve küresel düzeylerde olabilir. En küçük yerel ölçekte, bilgi merkezleri yerel ihtiyaçları karşılamak için stok durumlarını ve üretim kapasitesini takip edebilir. Bölgesel bilgi merkezleri bu istatistikleri düzenleyerek bölge çapındaki durum tablosunu görebilir. Bunu görmenin bir yolu da bölgesel üretim birimlerinin stok durumlarını, üretim kapasitelerini ve ihtiyaçlarını anında izlemektir. Küresel bir bilgi merkezi benzer şekilde bölgesel istatistikleri düzenler. Bu küresel bilgi sistemi merkezsiz olarak birbirine bağlanabilir ve insanlara gereken her tür raporu sağlayabilir.[xii]

Bu, sadece günlük tüketim için üreteceğimiz anlamına gelmiyor. Komünizm, karı ve ekonomik eşitsizliği kaldırarak kapitalizmin aşırı-tüketici ihtiyaçları için yaratılan yapay ihtiyaçları tasfiye ederken, gelip geçici hevesler için değil, daha iyi bir dünya için arzumuzu yansıtan bir ekonomiyi ve toplumu inşa edebilmek isteriz. O zaman, toplumsal dönüşümle ilgili bu kararları ve güncel eğilimleri birbirine bağlayan bir mekanizmanın olması gerekir.

Kullanım tabloları, komün meclislerinde tartışılabilecek verileri sağlar ve meclisler bu verilere dayanarak, mevcut endüstrilere ve gelecekteki üretimi geliştirecek faaliyetle kaynakların nasıl tahsis edileceğine, yeni üretim birimlerinin kurulmasına ya da mevcut olanların büyütülmesine karar verir. Büyük olasılıkla yeni endüstriler ve ürünler yaratmak isteyen işçiler tekliflerini meclise sunarlar ve meclis eski emek ve malzeme kullanımı ile yenisi arasında karar verir. Bu kısmi planlama denebilecek süreçte, kaynaklar kolektif olarak tahsis edilirken düşünüp taşınılır, tartışılır ve kolektifin önceliklerine dayalı bir plan oluşturulur. Bu plan yukarı doğru ilerlerken meclislerin federasyonunda tartışılır ve değiştirilir. Mevcut endüstriler ve ürünlerse günlük kullanıma uyum sağlayacak esnekliğe sahip olurlar. Buna benzeyen bir sosyal bütçeleme biçiminde komünün zenginliği halkın önerilerine göre tahsis edilir. Federasyonlar bu kararları koordine etmek için verileri paylaşır, önerileri gözden geçirir ve etkilenen toplulukların gözden geçirmeleri için gönderir.[xiii]

Üretim çizelgeleri, doğrudan demokratik konseylerde belirlenen ve yukarı doğru federe edilen önceliklere dayanarak hazırlanır. Bu yolla ücretlere, fiyatlara ve sınıf eşitsizliğine dayanmayan birçok endüstrinin planları ve koordinasyonu yapılır. Neyin ne kadar üretileceğini belirleyen şey fiyat değil komünün önceliklerdir. Tüketim, ücrete değil ihtiyaca dayalıdır. Toplumsal üretimle ilgili kararlar kapitalizmin bireyci, ne-olursa-olsun-satılıyorsa-üret mantığıyla değil, bilinçli ve kolektif olacaktır. Kropotkin’in Ekmeğin Fethi ‘de bahsettiği komünist belediyeler muhtemelen böyledir. Katılımcı ekonominin önerdiği entegre, küresel bir ekonomi için planlama konseyleri teoride komünist olacak şekilde değiştirilebilir.[xiv]

Başka bir görüş, kendiliğinden ortaya çıkan ve uyum sağlayan bir ekonomiyi savunur. [xv] Komünist paylaşım hakkındaki bu görüş sezgilere güvenir ve toplumu birbirine bağımlı, yaşayan ve karmaşık bir organizma olarak görür. Bu görüşe teşvik eden iki kök sebep vardır. Birincisi burada bütün bir ekonomiyi başarılı, bilinçli ve net olarak planlama yeteneğimiz şüphelidir; ikincisi, komünist bir toplumda dinamik ve evrilen bir öz-planlama biçiminin hem savunucuları, hem de tarihsel öncülleri vardır. Macar ve İspanya devrimleri sırasında, halk ekonomiyi kendi eline alıp kar amaçlı üretimi kolektifleştirerek ortak kullanım amaçlı bir ekonomiye dönüştürmüş ve bazı durumlarda bunu çok kısa bir zamanda başarmıştır. Bu dönüşüm başlangıçta hiçbir birleşmiş planlama aygıtı olmadan gerçekleşmiştir. Bireylerin ve grupların sayısız inisiyatiflerinden evrilerek ortaya çıkan paylaşım, zamanla birlik olmuş, örgütlenmesi toplulukların ve savaşların yarattığı talepleri karşılamak için evrilmiştir. Burada söylenmek istenen, o dönemde örgütlülüğün olmadığı değil, iki modelin arasındaki farktır: biri yapısal ve tarihsel olarak açık görüşlü bir örgütlenme, yani kendiliğinden ortaya çıkan ve evrilen bir yapıyı ortaya çıkarabilecek bir örgütlenmedir; diğeri geniş çapta planlanmış, öngörülebilir ve oldukça durağan bir örgütlenmedir. Faaliyetlerini böyle programlara bağlı kalarak yönlendiren ve buna uygun koşullarda yaşayanlara sunacak çok az delil vardır. Birçok seviyede ortaya çıkan problemleri çözerken ortaya çıkan bir ekonomik faaliyeti ve dengeye ulaşabildiği anda bu faaliyetin kararlı duruma gelmesini anlayabiliyoruz. Maalesef bu tartışmalarda saklı kalan bir problem var; devrimci bir durumda dengenin nasıl sağlanacağı problemi, birçok açıdan, olası geleceklerin soyut modellerinden daha önemli bir problemdir. Elbette, sadece sağlam ve uyum sağlayan bir ekonomik biçimin ötesinde, (devrimci ve özgürlükçü) prensipler ve pratikler, çözümün bir parçasıdır.

Gelecekte ne isteyeceğimizi öngörme yeteneğimizi sorgulamanın haklı sebepler vardır.[xvi] Kapitalizm altında arzular; yaratılır, değiştirilir ve sömürülür. Kar ortadan kalktığında ihtiyaçlar kolektif ve organik hale gelir. Yine de ihtiyaçlar sabit değildir ve tahmin edilemez. Bilakis, insanların yaşamı dalgalanmalar ve öngörülemez değişimlerle doludur. Üstelik kendi tüketimimiz ve arzularımız hakkındaki algılarımızın hatasız olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz. İnsanlar genellikle kendilerini yanlış nitelerler çünkü nasıl davrandıklarına göre değil, kendilerini nasıl görmek istediklerine göre düşünürler. Durumu politize edin ve milyonlarca insana genişletin ve işte karşınızda ben-yansımalarına dayalı bir ekonomiyi yaratırken görülen ciddi yapısal zayıflıklar. Cornelius Castoriadis 1960’lar ve 1970’lerde benzer itirazlarda bulunmuştur.[xvii] Castoriadis benzer gerekçelerle sıkı planlamayı reddeder.

Bir plan, tüketim mallarının eksiksiz bir listesini ya da bunların hangi oranlarda üretilmesi gerektiğini nihai bir hedef olarak öneremez. Böylesi bir öneri iki nedenle demokratik olmaz: Birincisi bu önerini hiçbir zaman “ilgili gerçeklerin tüm bilgisine”, yani herkesin tercihlerinin tüm bilgisine dayalı olamaz. İkicisi, bu yöntem çoğunluğun azınlık üstünde gereksiz bir tiranlığına eşdeğer olacaktır. Nüfusun %40’ı belli bir maddeyi tüketmek istiyorsa, kalan %60’ın başka bir şeyi tercih etmesi bahanesiyle bundan mahrum bırakılmaları için bir gerekçe yoktur. Hiçbir tercih ya da zevk diğerinden daha mantıklı değildir. Dahası, tüketici istekleri çoğu zaman birbirleriyle uyumlu değildir. Bu konuda çoğunluk oylaması yapmak karne vermeye denk düşer ve bu problemi çözmenin en anlamsız yoludur. Bu yüzden planlama kararları belli maddelere değil, genel yaşam standardına (toplam tüketim hacmi) yöneliktir. Bu tüketimin içeriğine detaylı olarak girilmez.[xviii]

Scott Nappalos

Çeviri : Özlem Arkun

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 8 : ” İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme-I” – Deirdre Hogan https://meydan1.org/2014/05/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-8-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-i-deirdre-hogan/ https://meydan1.org/2014/05/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-8-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-i-deirdre-hogan/#respond Mon, 26 May 2014 17:09:30 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-8-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-i-deirdre-hogan/  İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme – I  Anarşizmin toplumsallaştığı alanlar yoğunluklu olarak kırsal bölgeler olsa da, şehirler ve merkezi yerleşim yerleri de bu devrimden etkilenmiştir. O zamanlar İspanya’da 24 milyon olan nüfusun 2 milyonu endüstride çalışıyordu. Bu 2 milyonluk kesimin %70’i de bir bölgede, Katalonya’da yoğunlaşmıştı. Faşist saldırının olduğu bir zamanda, işçiler 3000 işletmenin kontrolünü ele […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 8 : ” İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme-I” – Deirdre Hogan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Meydan Gazetesi’nin Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisine, “Anarşistlerin Seçim Tartışmaları’yla birlikte iki sayılık bir ara vermiştik. Bu sayımızda, Deirdre Hogan’ın “İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme” yazısının ilk bölümüyle devam ediyoruz. İspanya Devrimi anarşist hareketin en büyük deneyimlerinden biri olarak sadece anarşist tarihteki önemli yerini korumuyor, aynı zamanda ‘36 İberya’sında yarattığı ekonomik yöntem ve örgütlenmelerle, toplumsal devrimin nasıl somutlaşacağına yönelik şimdiki anarşist harekete iyi bir perspektif de oluşturuyor. Deirdre Hogan’ın theanarchistlibrary.org ve libcom.org gibi anarşist sitelerde yayınlanmış yazısını; coğrafyanın dört bir yanında direnişlerin artan bir seyirde izlediği, işçi direnişlerinin işgallere dönüştüğü, özörgütlülüklerin yaşam bulmaya başladığı içinde bulunduğumuz zaman ve coğrafyada, toplumsal devrimi, yaşamsal ve ekonomik bir bakış açısıyla da konuşabilmek adına sizlerle paylaşıyoruz.  

 

 İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme – I

 Anarşizmin toplumsallaştığı alanlar yoğunluklu olarak kırsal bölgeler olsa da, şehirler ve merkezi yerleşim yerleri de bu devrimden etkilenmiştir. O zamanlar İspanya’da 24 milyon olan nüfusun 2 milyonu endüstride çalışıyordu. Bu 2 milyonluk kesimin %70’i de bir bölgede, Katalonya’da yoğunlaşmıştı. Faşist saldırının olduğu bir zamanda, işçiler 3000 işletmenin kontrolünü ele geçirmişti. Bunlar arasında toplu taşıma araçları, nakliye, elektrik ve enerji şirketleri, gaz ve su işletmeleri, mühendislik ve otomobil tesisleri, madenler, çimento fabrikaları, tekstil atölyeleri ve kağıt fabrikaları, elektrik ve kimya şirketleri, cam şişe fabrikaları, parfüm üretim alanları, gıda tesisleri ve bira fabrikaları vardı.

Kolektifleştirmenin yaşandığı ilk alanlar, endüstriyel alanlardı. Ordunun ayaklandığı akşam, CNT genel grev çağrısı yaptı. Çatışmanın ilk evresi sona erdiğinde, sonraki önemli adımın üretimin devamını garanti altına almak olduğu açıktı. Franco taraftarı birçok burjuva, isyancı ordu güçlerinin yenilgisinden sonra kaçtı. Onların sahip olduğu birçok fabrika ve işletme ele geçirildi ve işçiler tarafından işletilmeye başlandı. Burjuvazinin diğer bölümleri fabrikalarını işletmeye çok istekli olmadı ve Franco’nun amaçları için fabrikalarını Franco’ya hibe ederek kapattı. Fabrika ve işletmelerin kapatılması, düşmanın elini güçlendiren yüksek işsizlik ve sefalet yarattı. “İşçiler içgüdüsel olarak bu durumu anlayarak tüm işletmeleri harekete geçirdi ve kontrol komitelerini kurdu. Kontrol komitelerinin amacı üretim sürecini korumak ve her bir işletme sahibinin finansal durumunu takip etmekti. Birçok örnekte yönetim hızla kontrol komitelerinden, fabrika sahibinin işçilerle birlikte çalışıp aynı ücreti aldığı öz-yönetim komitelerine geçti. Bu yöntemle, Katalonya’daki birçok fabrika ve işletme, buralarda çalışan işçilerin eline geçmiş oldu.” (1)

Gecikmeden, cephenin ihtiyacını karşılamak üzere bir savaş endüstrisinin kurulması, malzemelerin ve milislerin cepheye nakledilebilmesi için ulaşım sisteminin tekrardan harekete geçirilmesi son derece önemliydi. Dolayısıyla ilk kolektifleştirmeler, anarşist militanların durumdan faydalanarak devrimci hedefleri yükseltmesiyle birlikte faşizme karşı zafer kazanmak için gereken fabrikalar ve kamu hizmetlerinde gerçekleştirildi.

CNT’nin Rolü

Bu toplumsal devrimi anlamanın en iyi yolu, İspanya’daki işçi örgütlerinin ve mücadelelerin görece uzun tarihsel bağlamında düşünmektir. Kolektifleştirmenin en büyük yürütücüsü olarak CNT; 1910’dan beri vardı ve 1936’ya gelindiğinde üye sayısı 1,5 milyonu geçmişti. Anarşist sendikalist hareket, İspanya’da 1870’den bu yana vardı ve ilk kuruluşundan nihai amacını (kısmen) gerçekleştirebildiği toplumsal devrime uzanan süreçte, yoğun toplumsal mücadeleyle -”grevler ve genel grevler, sabotajlar, kitlesel gösteriler, mitinglerle; grev kırıcılara, cezaevlerine, davalara, ayaklanmalara, lokavtlara, suikastlere karşı mücadeleyle”(2)- iç içe geçmiş bir tarihi vardı.

Anarşist düşünceler 1936’da daha da yayılmaya başladı. Anarşist yayınların o dönemdeki dolaşımı buna ilişkin bize fikir verebilir; biri Barselona, diğer Madrid’de olmak üzere, iki anarşist günlük gazete vardı. İkisi de CNT’nın yayın organıydı ve her biri 30 bin ve 50 bin arası değişen miktarlarda basılıyordu. Periyodik çıkan 10 yayın ve birçok anarşist dergiyle beraber 70 bin adet yayın dolaşımdaydı. Tüm anarşist gazetelerde, bildirilerde ve kitaplarda, sendikalarda ve örgüt toplantılarında olduğu gibi, sürekli ve sistematik olarak toplumsal devrim tartışılıyordu. Böylece, İspanya işçi sınıfının radikal karakteri, mücadele ve çatışma yoluyla politikleşirken; anarşist düşüncelerin etkisi, devrim koşullarında anarşistlerin kitlesel halk desteğini alabildiğini gösterdi.

CNT, özünde güçlü bir demokratik geleneğe sahipti. Ücretler ve çalışma koşulları gibi yerel ve acil konulardaki bütün kararları, düzenli olarak toplanan yerel üyeler alıyordu. İşçiler arasında karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma güçleniyor, mücadeleleri kazanmanın tek yolu olarak görülüyordu. İşçiler CNT’de yeteneklerini ya da çalışma alanlarını ayırmadan örgütlediler. Başka bir ifadeyle işçiler bir sektörde her bir iş için farklı sendikalar kurmaktansa, her sektör için bir bölümü olan genel bir sendikada örgütlendiler. Sendikaların içinden çıkan ve onların şekillendirdiği devrimci kolektiflerin yapısı, hem sendikaların endüstriyel doğasından, hem de demokratik gelenekten büyük ölçüde etkilendi.

Meydan Gazetesi- Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları  8 -İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme1

CNT’nin devrime gücünü veren bir diğer önemli özelliği ise doğrudan eylem yöntemini kullanmasıydı. “CNT her zaman, tartışmaları çözmek için ‘işçilerin kendi yaptıkları doğrudan eylem’i savunmuştu. Bu politika, sendikada ve üyelerinde katılımı ve kendine-güveni teşvik etmişti- “bir şeyin çözümlenmesini istiyorsak, bunu kendimiz yapmalıyız” düşüncesi hakimdi. [3] Son olarak CNT’nin yerel özerkliğe dayanan federal yapısı, sağlam ama oldukça merkezsiz bir örgütlenme yaratmış, aynı zamanda özgüven ve inisiyatiflerin önünü açmıştı ki bu değerler devrimin başarısına büyük katkı sağladılar.

Gaston Leval, demiryollarının kolektifleştirilmesinde CNT’yle UGT’nin rollerini karşılaştırırken devrim koşullarında doğrudan demokrasi ve özgüvenin öneminin altını çiziyor. Demiryolu endüstrisini son derece örgütlü, etkin ve sorumlu bir şekilde yeniden harekete geçiren devrimcileri anlatırken şunları yazıyor: “Bunların hepsi sadece sendikanın ve CNT militanlarının insiyatifi sayesinde başarıldı. İdari yönetime hakim olan UGT’liler pasif kaldı, yukarıdan emir gelmesine alıştıkları için, beklediler. Ne bir emir ne de karşı emir gelmediğinde, yoldaşlarımız hızla ilerlemeye devam etti, sadece hepsini birlikte sürükleyen güçlü dalgayı takip ettiler”[4]

Bu mücadele ve örgütlenme tarihi ve anarko-sendikalizmin birleştirici yapısı, CNT militanlarına zamanı geldiğinde toplumu anarşist çizgiler içinde yeniden ve sağlam bir şekilde şekillendirmek için gerekli insiyatif ve öz örgütlenme deneyimini verdi. “Şunu açıkça söyleyebiliriz ki, yaşanan bu toplumsal devrim CNT’nin üst organlarının aldığı kararlarla çıkmadı… Aniden ve doğalında gerçekleşti… “halk” devrimci vizyon sayesinde esinlenip birden mucizeler yaratacak kabiliyete ulaştığı için değil, tekrar söylemekte yarar var, halkın arasında, aktif olan, güçlü olan ve 1. Enternasyonal ve Bakunin’in zamanında başlayıp yıllardır devam eden mücadeleyi sürdüren büyük bir azınlık vardı.” [5]

 Anarşist Demokrasi, Kolektiflerde İşbaşında

Kolektifler, işçilerin çalışma yerlerinde öz yönetim kurmasına dayanıyordu. Augustin Souchy: “İspanya İç Savaşı sırasında kurulan kolektifler işçilerin özel mülkiyet olmadan kurdukları ekonomik birliklerdi. Kolektif tesisleri burada çalışanların yönetmesi, tesisleri onların özel mülkiyeti yapmıyordu. Kolektifin içindeki bireyler, bulundukları fabrika ya da atölyeleri satamıyor ya da kiralayamıyordu, sorumlu hak sahibi CNT, yani Ulusal Emek Konfederasyonu’ydu. Ancak CNT’nin bile istediğini yapma yapma hakkı yoktu. İşçiler her şeyi konferanslar ve kongrelerde kendileri kararlaştırır ve onaylardı.” [6]

CNT’nin demokrasi geleneğini sürdüren endüstriyel kolektifler, aşağıdan yukarıya yetki verecek şekilde düzenlenmişti. Temel karar organı işçi meclisiydi, ve onlar da fabrikaların günlük işleyişinden sorumlu olacak idari komite temsilcilerini seçiyorlardı. Seçilen bu idari komiteler, toplantı kararlarını uygulamaktan, fabrikadan rapor vermekten işçi meclisine karşı sorumluydu. İdari komiteler ayrıca gözlemlerini genel idare komitesine bildirmekteydi.

Genelde her endüstri, endüstrinin içindeki iş dallarından ve işçilerden delegelerin olduğu merkezi idari komiteye sahipti. Örneğin Alcoy’daki tekstil endüstrisinde 5 temel iş dalı vardı: Dokuma, iplik yapma, örme, tarama ve işleme. Kendilerini endüstri genelindeki komitede temsil etmesi için bu alanlarda uzmanlaşmış işçiler kendi aralarından bir temsilci seçerdi. Teknik uzmanlar da içeren bu komitenin rolü işçiler birliğinden alınan direktiflere uygun bir şekilde üretimi sağlamak, çalışmalar üzerine rapor ve istatistikler derlemek ve son olarak finans ve koordinasyon meseleleriyle ilgilenmekti. Gaston Leval’in dediği gibi : “Hem işgücü dağılımı hem de birleşik endüstiriyel yapı için genel yönetim değişmeden kalıyor.” [7]

Her aşamada Sendika İşçileri Genel Meclisi en yüksek karar mekanizmasıydı. “Önemli kararlar, yüksek katılımlı ve sık sık yapılan genel meclis toplantılarında alınırdı… eğer bir idari yetkili, birliğin yetkilendirmediği bir şey yaptıysa, bir sonraki toplantıda görevinden alınması muhtemeldi.”[8] Raporlar birçok komite tarafından incelenir ve tartışılırdı ve çoğunluk yararlı olduğu kanaatine varırsa yürürlülüğe konurdu. “Burada gördüğümüz idari bir diktatörlük değil, tam tersi, meclisin çalışmaları doğrultusunda her uzmanlığın görevini yaptığı işlevsel bir demokrasi.” [9]

Deirdre Hogan

Çeviri: Esen Küçüktütüncü

Dipnotlar aynı yazının 2. Kısmı yayımlandıktan sonra konacaktır.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 18. Sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 8 : ” İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştirme-I” – Deirdre Hogan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-8-ispanya-devriminde-endustriyel-kolektiflestirme-i-deirdre-hogan/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (6) : Pratikte Anarşist Ekonomi https://meydan1.org/2013/11/16/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-6-pratikte-anarsist-ekonomi/ https://meydan1.org/2013/11/16/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-6-pratikte-anarsist-ekonomi/#respond Sat, 16 Nov 2013 16:53:43 +0000 https://test.meydan.org/2013/11/16/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-6-pratikte-anarsist-ekonomi/   Kapitalizmi eleştirmek, açıkça anarşist bakış açısıyla bile olsa yeterli olamaz. Sadece özgür ve eşit ekonomik düzenlemelerin modellerini kurmak da, ne kadar ilham verici ve gerçekçi olsa da yeterli olamaz. Bunlara ek olarak, anarşist ekonomi tartışması buradan oraya gitmenin yollarına bir bakışı da içermelidir. Diğer bir deyişle, anarşist ekonomiyi günümüzdeki pratikler açısından incelemek ve bunların […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (6) : Pratikte Anarşist Ekonomi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi’nin Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisinin bu sayıdaki yazısını, yine anarşist ekonomi üzerine yakın zamanda yapılan bir derleme kitap çalışmasından aldık. “Özgürlüğün Birikimi-Anarşist Ekonomi” adıyla AK Yayınları’ndan 2012 yılında çıkan bu kitap, küresel kapitalizmin derinleşen krizinin analizi ile yetinmeyip, anarşizmin tarihini ve günümüzdeki pratiklerini de göz önüne alıyor ve kapsamlı anarşist ekonomik bir vizyon oluşturuyor. Kitap aynı zamanda, anarşist geleneğe uygun olarak, ekonomi teorisyenlerini, farklı uzmanlıkları olan yazarlarla, tarihçilerle ve eylemcilerle buluşturuyor. Özellikle ekonomi deneyimleri barındıran bölümden çevirdiğimiz Uri Gordon’un yazısının, Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizimizle benzer kaygıları taşıyor oluşu bu sayıda yer vermemizin temel nedenleri arasında. Kitapla ilgili devam etmekte olan başka bir çalışmamızı, yakın bir zamanda sizlerle paylaşmayı hedefliyoruz.

 

Kapitalizmi eleştirmek, açıkça anarşist bakış açısıyla bile olsa yeterli olamaz. Sadece özgür ve eşit ekonomik düzenlemelerin modellerini kurmak da, ne kadar ilham verici ve gerçekçi olsa da yeterli olamaz. Bunlara ek olarak, anarşist ekonomi tartışması buradan oraya gitmenin yollarına bir bakışı da içermelidir. Diğer bir deyişle, anarşist ekonomiyi günümüzdeki pratikler açısından incelemek ve bunların daha genel bir devrimci anarşist strateji bağlamındaki rollerini değerlendirmek gerekir.

Bu bölümde anarşistlerin ve sempatizanlarının bugün uyguladıkları mevcut ekonomik pratikleri tarayıp değerlendirerek böyle bir tartışmayı başlatmaya çalışıyorum. Anarşistler, geleneksel, kar-odaklı kapitalist ekonomiden ayrılan ekonomik pratikleri faaliyete geçirmek için nasıl örgütleniyorlar? Toplumsal mücadelenin güncel durumunda anarşist ekonomilerin karşısına çıkan zorluklar ve fırsatlar nelerdir? Ve toplumun devrimci dönüşümüne ve kapitalizm yerine hiyerarşik olmayan, yabancılaşmamış üretim ve paylaşım biçimlerinin konmasına ne derece anlamlı bir katkı sunuyorlar?

Ardından, kapitalizme direnmenin bir biçimi olarak anlamlı olan, anarşistlerin günlük işlerin örgütlenmesinde sergiledikleri çeşitli ekonomik pratikleri incelemeye başlıyorum. Daha sonra bu pratikleri devrimci anarşist düşünce içindeki birkaç önemli güncel kavram çerçevesine yerleştirmeye çalışacağım: doğrudan eylem, faaliyetle propaganda ve yıkıcı politika. Kuşkusuz çoğu anarşist geleneksel ekonomiye de katılır—ücretli çalışır, satın alır, hizmet ücreti öder. Fakat burada bizi ilgilendiren şey anarşistlerin bu yaygın üretim, tüketim ve değişim biçimlerine karşı giriştikleri pratiklerdir.

Anarşistlerin uyguladıkları çeşitli ekonomik pratiklerin bir taramasına dönmeden önce seçilen örneklerin geniş yelpazesine dikkat çekmek gerekir. Bazı okurlar buradaki bazı örneklerin aslında anarşist olmadıklarını öne sürerek dahil edilmesine itiraz edebilirler. Örneğin alternatif para birimleri sembolik değişim aracı olduğu için ve işçi kooperatifleri ücret ödendiği için, anarko-komünistler tarafından eleştirilecektir. Bu yüzden bahsedilenler kapitalizmin içinde birer ada olmakla kalmayıp, ücretlerin olmadığı ve ürünlerin değişimle değil ihtiyaca göre paylaşıldığı, bir anarşist-komünist toplum öngörüsü olmak için de yeterli değildir. Benzer şekilde, uygarlığın primitivist eleştirisini kuvvetle savunan anarşistler burada verilen çoğu örneğe, evcilleşme ve akılcılık temelinde devam ettikleri için kesinlikle itiraz edecektir.

Bunlar kesinlikle temelli itirazlardır. Yine de yelpazeyi olabildiğince geniş tutmayı seçtim, çünkü en azından anarşizmle yeni tanışan ve iç tartışmalarına aşina olmayan okurlar bu alandaki pratiklerin tüm çeşitlerinin tanıtılmasını ve kararın kendilerine bırakılmasını hak ederler. Fakat daha genel olarak pratikteki anarşist ekonomi tartışmasının tamamının mükemmelliğe uzak ve deneyselliğe yakın bir mercek altında gerçekleşmek zorunda olduğunu vurgulamak isterim. Bu, Terry Leahy’nin tasfiyeci ve karma stratejiler arasında yaptığı ayırımdır, yani anarşist idealleri tümüyle içeren stratejiler ve bazı yönlerden kapitalizme dayanmaya devam edenler arasındaki ayırım.[1] Karma stratejiler her zaman toplumsal direnişin anarşist repertuarının bir parçası olmuşlardır. Ama önemli olan karma stratejilerin, arzulanan toplumsal değişimin amacını (yani kapitalist sistemin bir reformunu) zaten içeren bir strateji olarak mı, yoksa kapitalist toplumsal ilişkilerin her yere nüfuz etmiş olması karşısında zorunlu ama geçici bir ödün, daha kapsamlı toplumsal değişime doğru bir sıçrama tahtası olarak mı görüldüğüdür. Leahy’nin savunduğu gibi,

Karma stratejiler bir ölçüde kapitalizmle ortakyaşar. Kapitalizmin bazı aşırılıklarını iyileştirdiği için kapitalist sınıfın işine yarıyor gibi görülebilir. Fakat aynı zamanda bir sistem olarak kapitalizmin kültürüne ve ekonomisine karşıttırlar. Yeterli zaman ve yaygınlık sağlandığında kapitalizm yerine tamamen farklı bir şey getirirler… Anarşist ütopyanın sunduklarının en iyisinden başka bir şey istemeyenler için yapılacak şey, seyyar olmak ve karma fırsatları çıktıkça yakalamak ve tükendiklerinde tekrar yola devam etmektir.[2]

Aşağıdaki örnekleri bu kapsayıcı ve deneysel ruhla sunuyorum. Yer sınırlı olduğu için tartışma yüzeysel kalsa da, bu sergileme boyunca ilgili kaynaklara referans verdim ve okuyucuyu daha fazla bilgi ve analiz için buralara yönlendiriyorum.

Anarşist Ekonomik Pratiğin Çeşitleri

Çekilme

Belki de bir pratikten ziyade bir “pratik etmeme” olarak daha iyi tanımlanabilecek olan, “çekilme” terimi anarşistlerin çeşitli şekillerde kapitalist ekonominin merkezi kurumlarına —öncelikle de ücret sistemine ve satılan malların tüketimine— katılmaktan imtina etmesini belirtir. Böyle bir stratejinin amacı, kapitalizmin girdileri olan insan emeği ve kültürel meşruiyeti azaltmak ve enerjisini bitirerek kapitalizmi zayıflatmaktır. Kuşkusuz kapitalizm ilişkilerin yaygınlığı yüzünden çekilme seçenekleri en iyi halde bile kısmi kalıyor. Çoğumuz hayatta kalmak ve başka bir şekilde elde edilemeyen ihtiyaçları satın almak için başka birine çalışmak zorundayız. Yine de kapitalizme katılımı önemli ölçüde azaltılabileceği ya da kapitalizmin farklı nitelikteki boşluklarını bulmanın yolları vardır. Anarşistler tam zamanlı iş aramak ve hayat boyu bir kariyer peşinde olmaktansa yarı zamanlı ya da gezici işleri tercih edebilirler. Belki de zorunlu olarak ve yabancılaşmış üretimde çalışmanın kaldırılması yolunda, temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar kazanırlar ama çok gerekli olmadıkça ücretli işlere fazla zaman ayırmazlar.[3] Barınma konusunda, bir yaşam alanını kiralamak yerine işgal etmek de kapitalizme katılmaktan imtina etmektir. Gerçi bu seçenek çoğu ülkede daha kısa sürdürülebilir çünkü neredeyse kesin olarak boşaltma ile son bulur. Anarşistler ayrıca dayanıklı malları tekrar kullanarak ve geri dönüşüme sokarak, yiyecekleri marketten satın almak yerine atıkları değerlendirerek ya da kendi yetiştirerek metaların parayla dolaşımını azaltabilirler.[4] Böyle pratikler tek başlarına hiçbir zaman kapitalizmi yok edemezler çünkü son tahlilde kişisel yaşam şekli seviyesinde kalırlar ve kapitalizmin boşluklarında var olmak ve artıklarını tüketmek için onu varlığının devam etmesine bağlıdırlar. Yine de çekilme stratejileri, kapitalizmden ayrı bir alan yaratmanın yanı sıra mutluluğun yolunu işyerine ve tüketime adanmak olarak gösteren kapitalizm ideolojilerin reddini ifade ettikleri için diğer pratiklerle iyi bir bütün oluştururlar.

Anarşist sendikalar

Çoğumuz ücretli emekten kaçamıyoruz ama haklarımızı korumak ve kapitalist işyerindeki koşulların iyileştirilmesi için mücadele etmek için anarşist bir sendikaya katılmak yaralı olur. Bugün en büyük anarşist sendikalar İspanya’da (CNT, CGT) ve Fransa’dadır (CNT-AIT). İngilizce konuşulan ülkelerdekilerin en önemlisi Dünyanın Endüstri İşçileri (IWW) dir. 2000 üyesinin çoğu ABD’dedir ama Kanada, İngiltere ve Avustralya’da üyeleri vardır.[5] Yüzyıl önceki şatafatlı günlerine kıyasla çok küçülmüş olsa da IWW —çoğunlukla matbaa, geri-dönüşüm, perakende ve sosyal hizmetler sektörlerindeki— birçok küçük ve orta ölçekli firmada çok aktiftir. Son on yılda, New York şehrindeki göçmen antrepo işçilerini örgütlemenin yanı sıra örgütlü Starbucks kahve zincirinde çalışan baristaların mücadelesi ile öne çıktı. Anarşist sendikalar üyelerinin gözünde sadece kapitalist sistemde işçilerin adına mücadele eden örgütler değil, daha çok, sistemi ortadan kaldırmayı amaçlayan radikal toplumsal hareketin parçasıdır. IWW’nin anayasasının girişinde belirttiği gibi, işçi sınıfı ve işveren sınıfı arasındaki mücadele “dünyanın tüm işçileri sınıf olarak örgütlenip üretim araçlarını alıp ücret sistemini kaldırarak dünya ile uyumlu yaşayana dek sürmelidir.”[6] Bu anarko-sendikalizmin stratejisidir.[7] Bütün sektörlerde işçilerin çoğunluğunun militan işyeri örgütlerine katılmaları, örgütlü güçleriyle kapitalizmi zayıflatıp genel grev yapmaları. Bu noktada işçiler üretimi sadece daha iyi şartlarla pazarlık etmek için durdurmayacaklar, aynı işçi sendikalarının ekonomiyi komünlerle birlikte demokratik planlama ile çalıştıracakları, anarşist bir toplum kurmak için fabrikaları ve arazileri işgal edecektir.

Uri Gordon:

Loughborough Üniversitesi’nde Politik Teori konusunda öğretim üyesidir ve anarşist hareketin güncel tartışmaları üzerine araştırmaları vardır. “Anarşi Yaşıyor! Pratikten teoriye Anti-otoriter politika” (Pluto yayınları, 2007) kitabının yazarı ve “Duvara Karşı Anarşistler: Doğrudan Eylem ve Filistin Halk Mücadelesiyle Dayanışma” (AK, 2013) nın editörlerindendir. İngiltere ve İsrail başta olmak üzere Avrupa’daki birçok mücadeleye aktif katılmıştır. 

 

İşyeri ve üniversite işgalleri

Eylemin “üretim noktasında” gerçekleştirilmesi açısından sendikalizmle ilişkili başka bir taktik de işyeri işgalidir. Bu tip eylemlerde, işçiler —işten atılmalara direniş aracı olarak, grev sırasında grev kırıcıların işe alınmasını engellemek için, daha yaygın ekonomik kriz ve toplumsal ayaklanma koşullarında üretimi kendi eline alıp yönetmek için—kendilerini fabrikaya kapatırlar. Geçen yüzyıl boyunca işyeri işgaller dalga dalga gerçekleşti. En önemlileri İtalya’da 1920 “sıcak yazı”,[8] Fransa’da 1968 Mayıs olayları,[9] ve 2002 Arjantin ayaklanmasıdır.[10] Yakın zamanda, son finansal krizin ardından gelen işten çıkarmalar ve fabrika kapatmalarına tepki olarak —İngiltere’de ve Kuzey İrlanda’da Visteon otomobil fabrikaları (önceden Ford) Kanada’da yedek parça üreticisi Aradco, ve Şikago’da Republic Pencere ve Kapı fabrikası dahil olmak üzere— daha şimdiden birkaç fabrika işgali oldu. Bu işgaller sonunda yönetimle anlaşarak işçilere daha iyi tazminatlar sağlasa da, aynı zamanda dayanışmanın güçlü bir örneğini gösterdiler ve işçilerin militanlığının yükseldiğine ve bunun genişlemesinin mümkün olduğuna işaret etti.

İşyeri işgalinin mantığını “bilgi fabrikasına” genişleterek,[11] üniversite işgalleri de yüksek öğretimin şirketler tarafından işgaline karşı direnmeleri ve öz-yönetim uygulamaları ile birer anarşist ekonomik pratiği olarak görülebilir. Üniversite işgalleri, Fransa 1968 Mayısı ve 2008 kışındaki Yunan isyanlarında olduğu gibi geniş çaplı protesto dönemlerinin özelliklerindendir. 2008’de New York şehrindeki New School, yöneticisinin yeniden yapılanma politikalarını protesto etmek için işgal edildi ve İngiltere’de otuzu aşkın üniversite, İsrail ordusunun Gazze saldırısını protesto etmek için işgal edildi. En son, İngiliz öğrenciler harçlardaki artış ve eğitim bütçesindeki kesintilere tepki olarak ülke çapında işgaller gerçekleştirdiler.

Kooperatifler ve komünler

Kooperatifler üretim, tüketim ya da barınma için kurulabilen, demokratik olarak çalıştırılabilen birliklerdir. Bu şekilde işçilerin kooperatifleri, işçilerin sahip olduğu ve yönettiği işletmelerdir. Üretim, harcama ve ücret hakkındaki kararları yöneticilerin otoriter olarak verdiği ve işçilere zorla kabul ettirildiği, normal özel firmalardan farklı olarak kooperatiflerde bu kararlar demokratik olarak, her bir işçinin eşit söz hakkı olan toplantılarda alınır. Tüketici kooperatifi ise düzenli olarak toptan mal almak (çoğunlukla gıda) ve düşük fiyatla üyelerine dağıtmak için bir araya gelen bir grup insandır. Barınma kooperatifleri genellikle üyelerinin odalarda kaldığı ve komünal kaynaklarını paylaştıkları bir binaya sahiptir. Kooperatifler genellikle İngiltere’deki ilk tüketici kooperatiflerinden Rochdale Eşitlikçi Öncüler Cemiyeti’nin 1944’te kabul ettiği yedi “Rochdale Prensibi”ne benzer prensiplere bağlı kalırlar. Güncel örneklerinden birinde şöyledir: Açık ve gönüllü üyelik; üyeler arasında eşit kontrol; faiz ya da temettü olarak sınırlı yatırım getirisi; karın üyeler arasında adaletli dağılımı; ticari amaçlara ek olarak eğitim ve toplumsal amaçlar; diğer kooperatiflerle işbirliği ve toplumsallık.[13] Komünler, üç tipteki kooperatifleri tek düzende birleştiren, amaca yönelik topluluklar olarak görülebilir. Üyeler tek bir evde ya da köydeki ayrı hanelerde birlikte yaşarlar, üretken kaynakları (tarım arazisi ve atölyelerin yanı sıra kolektif işletilen hizmet ya da turistik birimleri) ortaklaşa sahiplenirler ve tüketimlerini kolektif olarak yönetirler. Komünler belki de anarşist ekonominin en iddialı çeşididir çünkü anarşist ekonominin özel bir eylem olarak değil geniş çapta, günlük hayatın her alanında uygulanabileceği ortamlardır.

Yerel para birimleri

Katılanların kar etmeden ya da standart ulusal para birimini kullanmadan mal ve hizmet değişimi yapabileceği gönüllü, öz-yönetimli ağlar, son iki onyılda dünya çapında hızla çoğaldılar. Otuz iki ülkeden böyle 152 sistem, Bütünleyici Para Birimi Bilgi Merkezi’ne kayıtlı gözüküyor ve bunların toplamda yaklaşık 338.000 üyesi ve yıllık 56 milyon doları aşan işlem hacmi bulunuyor.[14] Bu sistemler, yasal ulusal para yerine bağımsız değişim aracı olarak yerel para birimi ve kredilerin değişik biçimlerini kullanırlar. Bu krediler, kupon ya da notlar ulusal paraya denk olabilirler ya da çalışma saati gibi farklı bir standarda dayalı olabilirler. İngilizce konuşulan ülkelerde en yaygın çeşidi Yerel Takas Ticaret Sistemi’dir (LETS). Bir LETS üyelerine her yıl, her birinin becerilerini, sundukları hizmetleri ve iletişim bilgilerini bildirdiği bir rehber gönderir. Her yeni üye, normalde bir saat çalışmaya karşılık gelen “kredi”lerden bir miktar alır ve diğer üyelerden hizmet alarak bunları harcayabilir ya da hizmet vererek kazanabilir. Yerel para birimleri, yerel üretimin tüketimini teşvik eder ve zenginliğin büyük şirketler tarafından kaçırılması yerine topluluk içinde dolaşmasını sağlar. Yaratılan değişim ağı aynı zamanda topluluktaki dayanışmayı ve karşılıklı yardımlaşmayı artırmaya yarayabilir. Böyle sistemler genelde açıkça anti-kapitalist değildir ve standart ekonomin tamamen yerini almaktan ziyade tamamlayıcı olarak tanıtılırlar, ama anarşistler bir karma strateji olarak böyle sistemleri başlatıp katılırlar.

Bomba Değil Gıda

ABD’de yaygın olarak düzenlenen Bomba Değil Gıda etkinliklerinde, anarşistler besleyici vegan yemekler pişirip kamusal alanlarda parasız dağıtırlar. İlk BDG grubu, 1980’de Cambridge, Massachusetts’te nükleer ve diğer silahlara karşı kampanyaya eşlik etmek için kuruldu. Bu pratik hızla yaygınlaştı ve bugün dünyada faal 400’den fazla gruba ulaştı. BDG etkinlikleri açıkça yardımseverlikten ziyade bir protesto eylemi olarak sunulur. BDG, bir yandan ödeme gücünden bağımsız temel insan hakkı olarak gıda fikrini desteklerken, diğer yandan toplumsal ihtiyaçlar yerine ordu ve silah endüstrisine akıtılan devasa yatırımlara karşı toplumsal muhalefet yaratır. Hareketin elkitabına göre, “Bombaları durdurmaya en çok katkı sağlayan şey bizim ölüm kültürünün ekonomik ve politik yapılarından çekilmemizdir. Bireyler olarak çoğumuz savaş-vergisi direnişine katıldık; örgütlü olarak, yaygın ekonomik paradigmanın dışında çalışıyoruz. Kar için çalışmıyoruz; aslında dağıttığımız gıdanın değeriyle karşılaştırıldığında çok az parayla faaliyet gösteriyoruz.” Tümüyle şiddetsiz doğasına rağmen BDG etkinlikleri çoğu zaman, çoğu yerel yönetimin yoksullara ve evsizlere karşı düşmanlığını yansıtan, engellemelere ve gözaltılara maruz kalır. BDG grupları düzenli etkinliklere ek olarak aktivist toplaşmaları ve protesto kampları için de yiyecek sağlarlar ve San Francisco depremi ve Katrina Kasırgası gibi büyük afet bölgelerine ilk gidenlerden olmuşlar ve felaketzedelere yemek sağlamışlardır. Bu ağ aynı zamanda, aktivist gruplarda oybirliği ile karar-alma pratiğinin yaygınlaşmasına büyük katkılar sunmuştur.

Bedava dükkanlar ve “gerçekten, gerçekten bedava pazarlar”

Bunlar giysi, kitap, alet ve ev gereçleri gibi malların —yanı sıra bisiklet tamirinden tarot falına kadar servislerin— para kullanmadan alınıp verilebildiği geçici ya da sabit mekanlardır. Bedava dükkanlar genelde işgal edilmiş mekanlarda ve kültür merkezlerinde sabit bir yerde kurulurken, “gerçekten, gerçekten bedava pazarlar” genelde her ayın son haftasonu yapılan düzenli etkinliklerdir. Bu iki inisiyatif de —Bomba Değil Gıda gibi— bir hediye ekonomisini ortaya koyar ve yayarlar. Hediye ekonomisi, antropolojide kabile ve geleneksel toplumlar bağlamında geniş olarak araştırılmıştır, ama herhangi bir aile ya da arkadaşlık ağı içerisinde de kolayca görülebilir.[16] Hediye ekonomilerinde bireyler diğerlerine bedava mal ve hizmet verirler ve karşılığında anında hiçbir şey almazlar. Fakat davranışlarında hediye verme pratiğini sürdürürken yaygın karşılıklılık kültürünün bir parçası olarak onlar da hediye alacaklarını bilirler. Bir anarşist pratik olarak hediye ekonomisi, tümüyle farklı bir değişim kültürünü başlatarak kapitalizme en uzak yerde duruyor ve onun yapılarına katılımı en aza indiriyor.

Kendin-Yap kültürüyle üretim

Anarşizmin, Dada ve soyut dışavurumculuktan beat şiiri ve bilim-kurguya kadar, sanatsal ve karşıt-kültür hareketler ile ilişkili uzun bir tarihi vardır. Daha yakın zamanlarda, anarşistlerin görsel sanatlar, tiyatro ve müzik alanlarında öne çıkan bir etkisi, kültür üretiminde kendin-yap ruhunun yükselmesi olmuştur. Bu yaklaşımda, sanat ve kültür üretimi, halka ait ve profesyonel olmayan, şirket çıkarlarından ve kapitalist kültür endüstrisinin baskılarından bağımsız bir etkinliktir. Ekonomik bir pratik olarak KY etiği, kültürel üretimde ulaşılabilirlik, kamu, özerklik ve kendine-yeterlik gibi anarşist değerleri sergiler. Politik pratik olarak çoğu zaman anarşist mesajlar ve toplumsal eleştiriye eşlik eder ve güncel anarşist aktivizmin yükselişinde başlıca ilham kaynaklarından biri olmuştur.[18] Bu yaklaşımın geliştirildiği belki de en önemli alan punk hareketiydi. Çoğu punk grubu kendi müziklerini kendi kaydedip bağımsız etiketle üreterek yola çıkar, gösterilerini ticari yerler yerine evler ve garajlarda yaparlar. KY kültürü, punk hayranları arasında albüm ve konser yorumları yanı sıra şiir, çizgi roman, makale ve tarifler içeren, fotokopi ve kolajla oluşturulan resimler, elle çiziktirilmiş ve baskı harflerin karışımı ile üretilen amatör fan dergi (fanzin ya da zin olarak bilinir) akımını yarattı. Punk müzikten bağımsız olarak KY etiği, kamusal alanlarda gösteri yapan sokak tiyatrosu topluluklarının çalışmalarında, işgal mekanlarında sergi açan anarşist sanat kolektiflerinde ve internette ortaklaşa web tasarımı yapılan projelerde açıkça görülür.

Elektronik Kolektifler

Kendi başına bir anarşist inisiyatif olmasa da, yorumcuların dikkati çektiği üzere, internetin özgürlükçü ve komüniter özellikleri vardır: “hiyerarşik olmayan bir yapı, düşük işlem giderleri, küresel arama, ölçeklenebilirlik, hızlı cevap süresi ve müdahale-atlatmaya yarayan (dolayısıyla sansürü engelleyen) alternatif bağlantılar.”[20] Madalyonun diğer bir yüzü (e-tüketimcilik, gözetleme ve sosyal yalıtım) olsa da, internetin merkezsizleşmiş yapısı “kolektife dayalı, denklerle ortak üretim” ve “gruba genelleştirilmiş değişim”e dayalı özgür bilgi ekonomisine önayak olmuştur.[21] GNU/Linux işletim sistemi ve Wikipedia projelerine katkıda bulunanlar parasal karşılık almadan bilgiyi üretip dönüştürürler. Motivasyonları “hacker etiği” ile ifade edilen itibar ve yaptığı işten aldığı keyiftir.[22] Birçok anarşist elektronik kolektifin gelişmesinde aktif katılımcıdır ve Avrupa’da ayrıca gelişmiş bir HackLab —toplama bilgisayarlar ile bedava internet erişimi ve programlama eğitimi sağlayan kamusal alanlar— ağı vardır.

Anarşist Ekonomi ve Devrimci Strateji

Günümüzde uygulandığı şekliyle anarşist ekonominin somut örneklerine baktığımıza göre, tartışmanın ikinci aşamasına geçebiliriz: Böyle örnekler daha geniş devrimci anarşist hedeflere nasıl bağlanabilir ve bu bağlamda karşılaşılabilecek fırsatlar ve zorluklar nelerdir? Bu soruları netleştirmek için bu pratikleri yorumlayabileceğimiz üç farklı stratejik bakış açısı önermek istiyorum: yapıcı doğrudan eylem, faaliyetle propaganda ve yıkıcı politika.

Anarşist politikanın ana unsurlarından doğrudan eylem ruhu çoğu zaman sadece yıkıcı ve önleyici biçimiyle tanınır. Örneğin eski bir ormanın kesilip tarla yapılmasına karşı çıkan anarşistler kendilerini ağaçlara zincirleyip buldozerleri engelleyerek ya da çalışmalarına sabotaj yaparak doğrudan eylemde bulunurlar. Bu anlamda doğrudan eylem çoğu zaman, imza toplayan politikacılar ya da mahkemeler aracılığıyla hukuki engelleme oluşturmak —adaletsizliği düzeltmeleri için anarşistlerin karşı çıktığı kurumlara başvurarak sembolik meşruiyeti aynı kurumlara genişleten bir “talep politikası”—gibi başka eylem yollarına karşı yapılır. Yine de doğrudan eylemin, anarşist ekonominin şimdiki zamanda yapılan pratiğinde görülen, yaratıcı ve yapıcı bir yönü de vardır. Yapıcı doğrudan eylem demek, farklı toplumsal ilişkilere dayalı bir dünya arayışında olan anarşistlerin bu dünyayı kendilerinin inşa etmesi demektir. Bu bağlamda, toplumsal değişimin başarılı olması için mevcut kurumlara saldırmanın yanı sıra (yerine değil) kapitalizmin, devletin, ataerkilliğin vb. yerine gelecek örgütlenme biçimlerini hazırlayıp geliştirmek gerekir. Bu yüzden, bugün anarşistlerin uyguladığı kooperatifler, Kendin-Yap kültürü ve hediye ekonomileri kapitalizmin yerine geçecek gerçekliklerin alt yapısı olarak görülebilir. Tanıdık Wobbly sloganını kullanırsak, “yeni toplumun yapısını eskisinin kabuğunda oluşturulması.”[23]

Bu bağlamda, anarşist ekonomik pratiklerin sonuçta kapitalizmin dışında değil içinde işlediği anlayışı önemlidir. Yukarıdaki taramada görüldüğü gibi, anarşist ekonomi pratik biçimlerinin çoğu hiçbir şekilde kapitalist ekonomiden tamamen kopmuş değildir. Aslında çoğu, kapitalizmin içinde olsa da farklı bir iç mantık ile işleyen ve insanlar arasında alternatif toplumsal ilişkileri yayıp çoğaltarak egemen sistemi sürekli içeriden çökertmeye çalışan adalar olarak görülebilir. Oyunun adı bulaşmadır, ama kapitalizme bulaşma girişimi, aynı zamanda karşılığında bulaşılma, dahil olma süreci, ya da Situasyonist terimi kullanmak gerekirse geri-entegrasyon tehlikesini taşır. Anarşist ekonomik pratikler, projenin finansal sürdürülebilirliği zamanla politik öneminden daha öncelikli hale geldiği ve sadece başka bir tür işletme olduğu durumu engelleyebilir mi? Bu cevaplaması kolay bir soru değil. Ama Andy Robinson’un yorumunda dediği gibi, anarşist kalmak için, anarşist işletme bir araç olarak çalışır, sistemden dışarı doğru bir akışın aracı olarak, hiçbir zaman kendinde bir amaç olarak değil. Bir anlamda sistemin içinde çalışıyor, egemen biçimleri ve araçları kullanıyor olabilir; ama niyet ve arzu seviyesinde dışarıda kalmalıdır ve hiçbir zaman bu biçimlere ve araçlara indirgenememelidir. Bunlar her zaman, bir amaç için kullanılıp amaca hizmet etmediğinde atılacak stratejik tercihler saymalıdır. Şüphesiz, geri-entegrasyon tehlikesinin gergin ipi, onu böyle ifade ederek yok olmaz… Ama bu riski az çok yaratıcı yollarla, dışarıya olan isyankar arzuyu sürdürmek konusunda az çok etkili yollarla aşmak mümkündür.[24]

Geri-entegrasyon konusundaki yapılan bu yorumlar, iki yoruma daha yol açıyor. İlk olarak; anarşist ekonomik pratikler, stratejik boyutunun yanı sıra anarşistler arasındaki daha geniş, “öncü politikaya” etik bağlı olmalıdır—yani kullanılan araçların kendileri, anarşist toplumsal geleceğin embriyo halindeki temsilleri olmalıdır. Böylelikle anarşist değerler günlük eylem ve pratikte ifade bulurlar ve eşitlikçi toplumsal ilişkilerin sadece “devrimden sonra” geçerli olmasını beklemek yerine hareketin kendi evinde gerçekleştirilmesi vurgulanır.[25] İkinci olarak; yapıcı doğrudan eylem içinde, stratejik ve etik boyutlarından çok ayrı, bireyci anarşist bir motivasyonun işbaşında olduğu görülebilir. Bireyci bakış açısıyla aktivistler anarşist pratiklere, sadece toplumu değiştirmek için değil, basitçe böyle farklı toplumsal ilişkiler içinde yaşamak ve kapitalist toplumun beklentilerine uyum sağlamaktansa yoldaşları ile eşitçe yaşamak arzusu ile katılırlar.

Fakat stratejik boyuta dönersek, hemen bir soru ortaya çıkar: Eğer yeni toplumun inşası anarşistlerin kendi işi olacaksa, katılanların sayıca az olması bunun ümitsiz bir beklenti olduğunu gösterir. Güncel anarşist ekonomik pratikler kitle hareketine dönüşmedikçe, ilham verici fakat önemiz çabalar olarak kalacaklardır. Bu aşılabilir mi?

Bu bizi, anarşist ekonomi pratiklerine bakabileceğimiz ikinci prizmaya getiriyor—faaliyetle propaganda. Bu terimin on dokuzuncu yüzyıl sonunda bombalamalar ve suikastlar ile dar açıdan ilişkilendirilmesi ile kazandığı kötü şöhretine rağmen, faaliyetle propaganda, daha geniş anlamda, anarşist eylemin olası örnek niteliğindeki doğasına işaret eder. Bu bağlamda, en etkili anarşist propaganda, anarşist toplumsal ilişkilerin gerçekten uygulanması ve sergilenmesidir. Halka görünür şekilde anarşist ekonomi pratiği, geniş bir izleyiciye alternatif ekonomik düzenlemelerin ne kadar mümkün ve arzulanır olduğunu göstermeye yarar. Kaynak ve gelir paylaşımının yaşayan pratikleri, hediye ekonomileri, vb. insanlara örnek yoluyla doğrudan ilham verebilir ve onları bu pratikleri uygulamaya teşvik edebilir. Sınırlı ölçekte de olsa, insanların patronsuz ya da lidersiz yaşayabileceğini güncel pratikte göstermek, insanları kağıt üzerinde ikna etmekten daha kolaydır. Gandi’nin de savunduğu gibi, “reformcunun işi, kendi davranışıyla imkanlı olanı açıkça göstererek, imkansızı imkanlı yapmaktır.”[26] Ya da, “gerçekten, gerçekten bedava pazarlar” pratiği konusunda yorum yapanlardan birinin sözleriyle: Bedava Dükkanlara uzun süre katılmak, insanların işe yaramaz şeylere erişimi kısıtlandığında onu şiddetle arzulamasına neden olan materyalist şartlanmayı ortadan kalkıyor, ve anarşist alternatifin ne kadar mümkün ve doyurucu olduğunu gösteriyor. Bu aynı zamanda ilerideki mücadeleler için bir başlangıç noktası sunuyor: Eğer ulaşabildiğimiz kıt kaynaklarla bunu yapabiliyorsak, toplumun tüm zenginliği ile neler yapabiliriz?[27]

Aynı zamanda, bütün bu stratejilerin doğalarından gelen bazı sınırları var gibi gözüküyor. Sonuçta bu bölümde tartışılan çeşitli anarşist ekonomik pratikler son kırk yılda Batı toplumlarında sürekli vardı. Yine de, amaçladıkları geniş çapta toplumsal dönüşümün yakınına bile yaklaşamadıkları görülüyor. Bir yandan, anarşist hareket o kadar küçük ki en kararlı ve görünür çabaları bile okyanusta bir damla gibi. Diğer yandan politik elit, gerek aktivistleri doğrudan engelleme ve öcü gibi gösterme olsun, gerek kamunun dikkatini güvenlik ve ulusalcı gündemlere kaydırmak ya da en iyi durumda bile, sistemin bütününde direncini artırırken kapitalizmin en sömürücü yanlarını düzelten ufak ödünlerle, toplumsal değişim hareketlerinin tekerine çomak sokmakta çok becerikli olduğunu kanıtladı. Görünüşe göre toplumsal adalet ve insan özgürlüğünün artırılması için etik sorumluluk, görece az sayıda insan için motivasyon sağlıyor ve nüfusun geniş kesimlerinin gerçek maddi çıkarları olmaksızın, mevcut toplumsal, ekonomik ve politik yapılardan ayrılışı müjdeleyen bir kitle hareketinin ortaya çıkması için bir umut yok.

Ve son noktaya geliyoruz: Neyse ki ya da maalesef, böyle motivasyonların koşulları hızla oluşuyor. 21. yüzyılın bileşik krizleri—iklim değişikliği, finansal erime ve petrol üretiminde yaklaşan zirve—geniş-çaplı toplumsal dönüşüm için tek umut olabilir. Kapitalizm, gittikçe azalan enerji rezervleri ve iklim dengesizliği ile gerçekten sürdürülemez hale gelirken, Batıdaki anarşist azınlığın çağırdığı halklar belki de sistemden kopmanın kendi maddi çıkarları olduğuna karar verebilirler. O zaman anarşistlerin ve destekçilerinin görevi, kademeli ve yavaş yavaş bir toplumsal değişim değil, halkların endüstriyel çöküş sürecini devrime dönüştürmesini sağlayacak inisiyatifleri yaratmasıdır. Böyle girişimlerin başarılı sonuçları, ne (belki de kapitalizmden çok feodalizmi andıran) hiyerarşik toplumsal ilişkilerin daha yerel kendine-yeterli biçimlerde devamı, ne de barbarlık ve çete savaşları ile bir Mad Max senaryosuna doğru çürümedir; bilakis, hem önemli ölçüde özerklik oluşturan, hem de bunu yaşama şeklini değiştirmek için kullanabilen insanların olduğu yerlerde farklı nitelikte toplumların ortaya çıkmasıdır. Fakat bunların hiç birinin garantisi yok. Kristal küre hala bulanık görülüyor.

Dipnotlar

            1 T. Leahy, Anarchist and Hybrid Strategies, The Gift Economy, Anarchism and Strategies for Change http://www.gifteconomy.org.au/page25.html (24 Eylül, 2011’de bakıldı).

            2 Aynı yerde.

            3 Karşılaştırma B. Black, The Abolition of Work and Other Essays (Port Townsend, WA: Loompanics, 1986).

            4 See J. Shantz, “One Person’s Garbage…Another Person’s Treasure: Dumpster Diving, Freeganism and Anarchy,” Verb 3, no. 1 (2005).

            5 F. S. Lee and J. Bekken, introduction to Radical Economics and Labor, ed. F. S. Lee and J. Bekken (London: Routledge, 2009).

            6 Bkz. Industrial Workers of the World, Preamble & Constitution of the Industrial Workers of the World (Cincinnati, OH: IWW, 2009).

            7 Bkz. R. Rocker, Anarcho-Syndicalism (London: Pluto, 1989).

            8 Bkz. P. Spriano, The Occupation of the Factories (London: Pluto, 1975).

            9 Bkz. R. Gregorie and F. Perlman, Worker-Student Action Committees: France, May ’68 (Detroit: Black & Red, 1970).

            10 Bkz. J. A. Gutiérrez, “Workers Without Bosses,” Red and Black Revolution 8 (2004) http://www.struggle.ws/wsm/rbr/rbr8/argentina.html (accessed September 24, 2011).

            11 Bkz. S. Aronowitz, The Knowledge Factory: Dismantling the Corporate University and Creating True Higher Learning (Boston: Beacon, 2001).

            12 Inoperative Committee, ed., University Occupations: France, Greece, NYC (2009) http://zinelibrary.info/files/university%20occupations.pdf. (24 Eylül, 2011’de bakıldı).

            13 Radical Routes, How to Set Up a Workers’ Co-op (2008), http://www.radicalroutes.org.uk/publicdownloads/wc.pdf. (24 Eylül, 2011’de bakıldı).

            14 CCRC, Online Database of Complementary Currencies Worldwide (2009) http://www.complementarycurrency.org/ccDatabase/ (accessed September 24, 2011).

            15 C. T. Butler and K. McHenry, Food Not Bombs: How to Feed the Hungry and Build Community (Tucson, AZ: See Sharp Press, 2000), http://www.foodnotbombs.net/bookindex.html (accessed September 24, 2011).

            16 Bkz. M. Maus, The Gift (London: Routledge, 1969), and J. Carrier, “Gifts, Commodities, and Social Relations: A Maussian View of Exchange,” Sociological Forum 6 (1991): 119–136.

            17 Bkz. A. Antliff, Anarchy and Art: From the Paris Commune to the Fall of the Berlin Wall (Vancouver: Arsenal Pulp Press, 2007); and J. MacPhee and E. Reuland, Realizing the Impossible: Art against Authority (Oakland: AK Press, 2007).

            18 Bkz. G. McKay, DiY Culture: Party & Protest in Nineties Britain (London: Verso, 1998).

            19 Bkz. T. Triggs, “Scissors and Glue: Punk Fanzines and the Creation of a DIY Aesthetic,” Journal of Design History 19 (2006):69–83; and S. Duncombe, Notes from Underground: Zines and the Politics of Alternative Culture (London: Verso, 2008).

            20 Bkz. R. Hurwitz, “Who Needs Politics? Who Needs People? The Ironies of Democracy in Cyberspace,” Contemporary Sociology 28 (1999): 655–661.

            21 Bkz. Y. Benkler, “Coase’s Penguin, or, Linux and The Nature of the Firm,” Yale Law Journal 112 (2002):369–446; and T. Yamagishi and K. Cook, “Generalized Exchange and Social Dilemmas,” Social Psychology Quarterly 56 (1993): 235–248.

            22 Bkz. P. Himanen, The Hacker Ethic and the Spirit of the Information Age (New York: Random House, 2001).

            23 Industrial Workers of the World, Preamble.

            24 A. Robinson, “Thinking from the Outside: Avoiding Recuperation,” Anarchy: A Journal of Desire Armed 64 (2007): 37–49.

            25 Karşılatırma E. Goldman, afterword to My Disillusionment in Russia (New York: Doubleday, 1923).

            26 M. K. Gandhi, “On Another’s Land,” Young India, February 5, 1925, 68.

            27 Bkz. CrimethInc, “The Really Really Free Market: Instituting the Gift Economy,” Rolling Thunder 4 (2009): 34–42.

 

 

Uri Gordon

Çeviri: Özgür Oktay

[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (6) : Pratikte Anarşist Ekonomi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/11/16/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-6-pratikte-anarsist-ekonomi/feed/ 0
Haydi Tatile! – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2013/07/21/haydi-tatile-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2013/07/21/haydi-tatile-ozgur-erdogan/#respond Sun, 21 Jul 2013 20:43:00 +0000 https://test.meydan.org/2013/07/21/haydi-tatile-ozgur-erdogan/ Thomas Cook 1841’de yaşadığı şehir Leicester’a 20 km uzaklıktaki bir festivale 571 kişilik bir kafileyi taşıyarak, tarihte bilinen ilk turistik hareketi gerçekleştirmiştir. Bu hareketin ardından bu işin çok karlı olduğunu fark eden Cook, mesleği marangozluğu bırakıp bir taşımacılık şirketi kurmuştur. Bu Şirket yani Thomas Cook, şimdi dünyanın en büyük tur operatörü haline gelmiştir. 1841’den günümüze […]

The post Haydi Tatile! – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Thomas Cook 1841’de yaşadığı şehir Leicester’a 20 km uzaklıktaki bir festivale 571 kişilik bir kafileyi taşıyarak, tarihte bilinen ilk turistik hareketi gerçekleştirmiştir. Bu hareketin ardından bu işin çok karlı olduğunu fark eden Cook, mesleği marangozluğu bırakıp bir taşımacılık şirketi kurmuştur. Bu Şirket yani Thomas Cook, şimdi dünyanın en büyük tur operatörü haline gelmiştir.

1841’den günümüze kadar bir çok şey değişmiş, iki dünya savaşı, onlarca devrim, ölüm yıkım ve zafer yaşanmış, teknoloji inanılmayacak boyutlara erişmiş;  Türkiye – Amerika arası aylarla, haftalarla ölçülürken, saatlerle hesaplanmaya başlanmış, tabii bu arada da, turizm boş durmamış Leicester’dan kalkan tren, özellikle dünyanın en ücra en yoksul köşelerine kadar ulaşıp  oraları “turizm cenneti” haline getirmiş, önceleri bir zengin uğraşı ya da “divane” işi   diye bilinen seyahati adına “tatil” diyerek  hayatımıza sokmuştur.

Öldüresiye Çalıştıranlar, Ölümüne Dinlenmek İsterler..!

Bütün bir senesini  belki de ömrünü bir bilgisayar karşısında, bir torna tezgahının başında ya da bir ütü masanın önünde  geçiren… Sabah 6’da bir otobüste tıkış tıkış,  fabrikada ustabaşının önünde eciş büçüş, kocanın gölgesi altında paramparça,  yüzlerce ders notunun arasında karmakarışık olan; bir haftalığına da olsa bütün bunlardan “kaçmak”. Başka bir “hayat” yaşamak istemez mi?

Tabi ki ister, bu yüzden çekebiliyorsa eğer maaşının iki katı kadar kredi çekip, bütün bir yıl yapmadığı yapamadığı her şeyi yapmak için yola koyulur. Gün görmemiş solgun bedeni esmerleşinceye kadar havuz kenarında uzanmak, sadece hafta sonları yapabildiği  cumartesi çılgınlıklarını bütün bir haftaya yayarak, sonsuz tane bira içebilmek, otelin  denize nazır geniş verandasında  kitap okumak. Aylar boyunca tıpkı onun gibi, müşterilerinin etrafında fır dönen kibar çalışanların onun da tüm zevklerini yerine getirmek için kendini paralamasını seyredip, bir kral kraliçe tatmini yaşamak ister.

Ey Yoksullar, “Rüya Gibi Bir Tatil”i Ancak Rüyanızda Görürsünüz!

Aslında kaçılan şey kapitalizmin ta kendisidir. Fakat kaçış, illetin başka bir duvarına çarpıp geri döner. Turizm nihayetinde bir endüstridir ve tüm endüstriler de olduğu gibi çemberine aldığı herkesin tüketmesini,  dolayısıyla turistik eyleme dahil olan herkesin tükenişini işaret eder. Sektör tabi ki karla işler; aylık 1000 lira kazananla, 6.000 lira kazanan aynı yerde tatil yapmaz, yapamaz. Bu kapitalizmin ruhuna aykırıdır!

İstanbul’dan Ankara’dan üçüncü sınıf otobüslerle, sektörün “bacasız” bir şekilde sanayileştirdiği, merkezden çevreye bir talan çiçeği gibi genişleyen sahil kasabalarına gidenler; turkuaz deniz boyunca uzanan sık ormanları ve kasabanın kahvesinde oturan sıcakkanlı güneyli insanları görmek yerine, şehirden tanıdık bir manzarayla karşılaşırlar: Deniz kenarına kurulmuş beton bloklar yığını; şehirdeki alışveriş merkezlerinin, güneydeki kuzenleri olan tüketim mabetleri: Yani devasa tatil köyleri ve otellerle…

Turizmde çalışanların, her  şey dahil sistemini uygulayan ucuz  oteller için kullandığı bir deyim vardır “Her şey dahil; ama bulursan!” Ama bunu genellikle  bu tatili satan seyahat acentelerinde pek dillendirmezler. Onlar dilediğiniz gibi tüketebileceğiniz, senenin bütün stresini atarak, yeni seneye dinlenmiş ve dinçleşmiş olarak tekrar başlayabileceğinizi  ima ederek güç bela denkleştirdiğiniz tatil parasına konma peşindedirler. Tıpkı kapitalizmin çok çalışırsan zengin olursun, biat edersen sorunsuz yaşarsın yalanını söyleyerek tüm yaşamımıza konduğu gibi.

O yüzden, o kasabaya girenler kendi otellerini göremeyeceklerdir. Çünkü onların kalacağı yer, aylık 6.000 kazananların kaldıkları yerin gölgesinde kalmıştır. Çalışanlar bitkindir. Odalardaki örümcek ağları, otelle yaşıttır. Yüzme havuzu küçüktür. Hem de o kadar küçüktür ki içindeki bakteriler, insanları “bu havuz bize dar, ya sen ya ben..” diyerek tehdit ederler.  Tuvalet sırası, Çin Seddi’ni kıskandıracak kadar uzundur. Biralar sulu, meyve suları imitasyondur. Açık büfelerin başında bekleyen çalışanlar, zalimdir ve çıkan köfte sayılıdır. İkinci köfteyi almaya kalkanlar, çalışanlar tarafından azarlanmak suretiyle savuşturulurlar.

Senaryo genelde böyle işler. Yoksulların kapitalizmin içerisinde ki kaçış arayışları hemen hemen her zaman bir duvara çapar ve geri döner. Peki, o zaman insanlar neden ısrarla tatile çıkmak isterler ya da bu saçmalıklardan keyif aldıklarını iddia ederler? Çünkü nihayetinde bir şezlong bulup, denizde güneşlenebiliyor, imitasyonda olsa o meyve suyundan içip, bir tane de olsa o köfteden yiyyebiliyor ya da Parasailing yapamasa da, onu yapan zengin adam ve sevgilisini izleyerek, izleyici konumunda olsa dahi bu gösterinin bir parçası olabiliyor.  Ve sonunda her şey bitip de evine ve işine döndüğünde şunu görüyor: Bir eşitlik; hayatı boyunca belki de hiç bir şeyinin eşit olmadığı patronu, ev sahibi ya da müdürüyle aynı şeyi yaşamanın tatmini. Çünkü güneş karşısında aynı şekilde yanan bedenler esmerlik düzeyinde olsa bile bir an için ezenle ezileni  eşitleyebiliyor!

Kaçacak Bir Kumsal  mı Arıyorsun?

Birde tatile gitmeyenler/gidemeyenler vardır: Akşamüstü, mahallenin kuytu serin bir köşesinde buluşan amcalar, kapı önlerinde toplaşan kadınlar, üzerinde “bu havuzda yüzmek yasaktır” tabelası asılı olan belediye havuzunda yüzen çocuklar… Küçüklüğünde bu manzarayı hatırlayan ya da hala “mahalle” kalabilen yerlerde bunları görenler, mahallecek toplanılıp gidilen pikniklerde yaşanan paylaşma ve dayanışmanın tadını yaşadıkları hiç bir tatilde alabilmişler midir acaba?

Ha; illaki deniz, kumsal diye tutturanlar varsa da… Onlara, kaldırım taşlarının altını işaret etmek lazım. Değil mi ki, Devletin Ankara’ya getiremediği denizi, direnişçiler Ankara’ya getirip, bu şehirde deniz gözlüğüyle dolaşmışlardır.

Asıl Kumsal Kaldırım Taşlarının altındakilerdir!

Haydi tatile!

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.

The post Haydi Tatile! – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/07/21/haydi-tatile-ozgur-erdogan/feed/ 0