The post “Savunma” Öyle Değil, Böyle Olur! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İngiltere Premier Ligi takımlarından Manchester City, takımın savunma hattı için tam 225 milyon sterlinlik transfer yaptı. Benjamin Mendy’ye 52 milyon sterlin, Kyle Walker’a 54 milyon sterlin, Danilo’ya 27 milyon sterlin, kaleci Ederson’a 35 milyon sterlin ve son olarak Athletic Bilbao’dan Aymeric Laporte için 57 milyon ödeyen City, böylece savunma hattını 225 milyon sterline çıkardı.
Manchester City’nin savunmaya harcadığı bu astronomik rakam ise tam 52 ülkenin savunma bütçesini aştı. Dünyanın birçok coğrafyasında savaşlar ve gerilimler sürerken, devletlerin füze ve uçak saldırılarına karşı yaptıkları savunma harcamaları da sık sık gündeme geliyor. Manchester City’nin de “savunmasına” yaptığı 225 milyon sterlinlik harcama, devletlerin savunma adı altındaki militarizasyonu kadar, endüstriyel futbolun da, neredeyse devletlerin ve şirketlerin silah pazarıyla boy ölçüşecek hale geldiğini gözler önüne serdi.
The post “Savunma” Öyle Değil, Böyle Olur! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İktidarların Tribün Korkusu – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>On bin insan. Gözlerini dikmiş sahaya bakıyor, sahadakiler de birbirlerine. Koluna girdiğin kişinin adını bilmiyorsun. Yaşını belki tahmin edebilirsin ama nerede oturur, işi nedir, cebinde parası var mıdır? Aç mıdır, tok mudur? Annesinden azar yiyip mi gelmiştir buraya, arkadaşlarının yanından kaçıp mı? Bilemezsin. Gördüğün seninle aynı renk atkıyı boynuna doladığı. Hep bildiğin gol kaçınca bağrını sıktığı, gol atınca sımsıkı sarıldığı. Hele ki hakem hata mı yaptı? Başka hangi konuda böylesine hemfikir olabilirdiniz ki zaten?
90 dakika bitti mi, bazen inanılmaz mutlu bazen hayatın anlamını sorgularcasına çıkış kapısına yürürken 90 dakika boyunca sımsıkı sarıldığın bu insanı kaybedersin. Belki üzüntünün sebebi de budur…
Futbol çok keyifli bir oyundur. Ama oyun sadece sahada oynanmaz. Tribün de oyunun içinde bir parçadır. Futbol kulüpleri şirketleşmeye başladığından bu yana tribünün etkisiyle sahaya, sahanın etkisiyle tribüne müdahale başlamıştır. Yani oyun olan futbolun kalabalıklar tarafından izlenmesi, futbol kulüplerinin de bu kalabalığı kar elde edebilmek için kullanması, hem futbolu hem de tribünü bir endüstriye dönüştürmüştür. Artık futbol kulüplerinin tek amacı tribünlerin istedikleri “hiza”ya gelmesidir. Endüstriyel futbol var olduğundan beri bu böyle olmuştur…
Şimdilerde bir fabrika veya ağır sanayi işçisini futbolla çok bağdaştıramasak da bildiğimiz tanıdığımız birçok futbol takımı, işçilerin bu oyunu oynama “arzusuyla” kurulmuştur. Mesela Arjantin’de demiryolu işçilerinin kurduğu Boca Juniors, Türkiye’de 500 işçiden fazla işçi çalıştıranlara spor kulübü kurma zorunluluğu gelmesiyle kurulan demiryolu işçilerinin takımı Adana Demirspor… İngiltere’de West Ham-Millwall rekabetinin nedeni ne sanıyorsunuz? Green Street Hooligans filmindeki gibi bireysel bir kin değil. İki liman işçilerinin kurduğu takımın bir grev sürecinde anlaşamaması, futbol takımlarının birbirine “düşman” olmasına neden olmuştur. Almanya’da zengin Hamburg’un köşede kalmış mahallesinde kurulan St.Pauli de işçi takımı olmasa da duruşuyla zenginlik karşıtı bir tavırdadır. Liverpool, Arsenal, Livorno, Schalke, Karabükspor, Zonguldakspor… diye listeyi uzatabiliriz.
Bu saydığım işçi kulüpleri de dahil olmak üzere futbolun oyun olarak ilgi görmesiyle tüm kulüpler ticari hamleler yapmışlardır. Yoğun ilgi “para kaynağı” olarak görülmüş, eski yüzyıllardan kalan gladyatör arenaları yerini devasa stadyumlara bırakmaya başlamıştır. 40, 60, 80 hatta 100 bin kişilik stadyumlar kulüplere yüksek gelir sağlarken kapitalizmin tüketim çılgınlığından da nasibini almıştır.
Bu dönüşüm için pilot bölge olarak İngiltere Premier Ligi seçilmiş, tüm ülke liglerinde İngiltere ligi örnek gösterilerek olası dönüşümler meşrulaştırılmıştır. Türkiye’deki e-bilet uygulaması da yine Avrupa’da seneler önce kendisini “Endüstriyel Futbol”un beşiği haline getiren ligler örnek alınarak devreye konulmuştur. Tabi Türkiye’deki bu dönüşüm belki de 5-10 sene sonra olacakken, hızla devreye konulmasının belki de başlıca nedeni 2013 yılında Taksim’de başlayan Gezi İsyanı, sonraki süreçte bu isyanın tribünlerde yer bulmasıdır.
Hatırlarsanız 2013 Mayıs ayında başlayan Gezi İsyanı sonraki sene tribünlerde 34. dakikada “Her yer Taksim Her yer direniş” sloganıyla yer bulmuştu. Bu slogan takımın renklerinin ne olduğu fark etmeksizin her tribünde aynı coşkuyla söylenmişti. Gezi isyanını sokakta “kontrol altına” alan iktidar, tribünlerde alamayınca 2014 yılında Passolig uygulamasını devreye koyma kararı almış ve hızla bu sisteme geçmeyi zorunlu hale getirmişti. İktidar tribünlerin kontrolsüz bir yer olmasından o kadar rahatsızdı ki “Çarşı” grubunu darbe teşebbüsü ile yargılaması da bunun en açık göstergesiydi.
Passolig’in futboldaki şiddet olaylarını önleme bahanesi kısa bir zamanda çökmüş, şiddet ve holiganlık devam etmiş, tribünler muhalif ses olmayı sürdürünce de tüm taraftarlara “6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlemesine Dair Kanun uyarınca” passoligleri iptal edilerek, para cezaları verilmiştir. Passoligle tribünlerde geliştirilen gözetleme sistemleri iktidarın her koltuğa ulaşmasını sağlamış, böylelikle tribünün sesinin kesilmesi beklenmiştir.
Bazı durumlarda para cezası vermek ve passolig iptali de yeterli görülmemiştir. Gözdağı vermesi açısından “Nuriye Semih Yaşasın” pankartı açan Beşiktaşlılar tutuklanmış, hukuki bir karşılığı olmadığından itirazlar sonrası kısa sürede serbest bırakılmıştır.
Bu durum sadece Türkiye’de değil Türkiye futbol liginin örnek aldığı liglerde de görülmektedir. İskoçya ligindeki Celtic taraftarları İrlanda’nın bağımsızlığını savunan İRA (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) yanlısı bayrak ve pankartlar açması nedeniyle tespit edilip defalarca kez tribünlerden uzaklaştırılmıştır. Bu gibi tepkisel pankartların Şampiyonlar Ligi gibi UEFA’yı ilgilendiren maçlarda açılması durumunda da UEFA kulübe baskı yapan bir kurum rolünü fazlasıyla yerine getirmiş ve kulübün bu “zararlı” taraftarları uzaklaştırması için her türlü yaptırımı uygulamıştır.
Geçtiğimiz senelerde Avrupa’daki anarşist hareketin, sokak eylemlerinin yükselmesiyle UEFA anarşizmin sembolüne benzerliğinden dolayı Şampiyonlar Ligi maçlarında Beşiktaş tribünlerinde “çarşı” yazılı veya “A” harfi yuvarlak içine alınmış pankartları maç öncesinde toplatmıştı. Bu da korkunun UEFA’yı paranoyaklaştırması gibi görülebilir.
Gelinen noktada tribünlerdeki birçok çatlak, futbol yöneticileri ve gözetleyicileri tarafından kapatılmıştır. Yeni çatlaklar patlak verse de, tribünlerden kısık da olsa muhalif sesler duysak da, futbol endüstrisinin daha da kötü bir noktaya gideceği ve tüm sesleri kısacağı aşikardır. Tribünlerin yaşanan bir haksızlığa, adaletsizliğe karşı kendi renkleriyle yorumlayıp ürettikleri sloganları, ıslıkları, pankartları, koreografileri yasaklayarak futbolu sadece izleyip tüketebileceğimiz, Umberto Eco’nun dediği gibi “Pazar günü maç varsa devrim yapamazsın” sözü gibi karalamak ve bir oyun olmaktan çıkarmak istiyorlar. Ancak gün gelir, sessizlik bozulur, herkesin alışık olduğu üçlünün ardından bir ıslık sesi duyulur; korkuyla kapatılmaya çalışılan çatlaklar derinleşir ve oyun yeniden kurulur.
Furkan Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.
The post İktidarların Tribün Korkusu – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Homofobiye Kırmızı Kart” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Merhaba, hakemlik yaparken eşcinsel olduğunun ortaya çıkmasının ardından TFF’ye karşı açtığın dava 2010 yılından bu yana sürüyor. Son duruşmada, yine, bilirkişi raporunun gelmediği söylendi ve bir sonraki duruşma 10 Mart 2015 tarihine ertelendi. Bu mahkeme sürecinden biraz söz eder misin?
Askerlik durum bilgisinde benim eşcinsel olduğumdan ötürü askerlik yapmadığımın ortaya çıkmasıyla beraber süreç başladı. Merkez Hakem Kurulu, bir yönetmelikte bulunan “Sağlık problemleri nedeniyle askerlikten muaf tutulanlar hakemlik yapamazlar” hükmü nedeniyle, maçlarda bana görev verilemeyeceğine dair bir karar verdi. Bunun üzerine TFF’ye yazdığım ve haklarımın iadesini talep eden dilekçem basına servis yapıldı. Sonrasında ben de Futbol Federasyonu’na karşı dava açtım.
Aslında bir önceki bilirkişi, beni haklı buldu. “Cinsel yönelim” nedeniyle ayrımcılık yapılamayacağını belirten raporunda “günümüz spor endüstrisinde, profesyonel olarak spor yapan ‘eşcinsel’ sporcular ile hakemlere sıkça rastlanılmaktadır” denildi. Bu, TFF’nin homofobik olduğunun göstergesiydi. Ayrıca İstanbul Valiliği İnsan Hakları Komisyonu da beni haklı buldu. TFF hakkında suç duyurusunda bulundu. Bunlar benim ne kadar haklı bir mücadele verdiğimi gösteriyor.
Kazanılmış bitmiş bir dava aslında. Davayı uzatmak için ellerinden geleni yapıyorlar ama nafile. Bu son duruşmada da bilirkişi rahatsızmış falan deyip uzattılar ama 10 yıl da sürse bu dava bırakılmayacak, sonuna kadar devam edeceğim.
Hakemlik yaparken eşcinsel olduğunun ortaya çıkmasında askerlikle ilgili kağıtlar rol oynadı. Eşcinsellik, askerlik kurumuna göre “çürüklük” sayılıyor, bu zaten belli. Ama sen federasyonun da böyle bir tepki vereceğini düşünüyor muydun?
Trabzon’da 14 yıl hakemlik yaptım ve benim özel hayatımı kimse bilmiyordu. Ayrıca 17 yıl radyo TV programcılığı yaptım. Bunları yaparken eşcinsel olduğum bilinmiyordu. Ve çok sevilen, beğenilen, işini başarı ile yapan biriydim. Askerlik yapmadığım için yaşanan sorun, hakemlik yaptırılmaması ve sonrasında eşcinsel olduğumun öğrenilmesi ile süreç başladı.
Askeriye eşcinselliği hastalık olarak görüyor. TFF de bunu hastalık olarak görüyor ki bana hakemlik yaptırmadı. Bu süreç 5 yıldır devam ediyor. Futbolda homofobi dünyanın her yerinde var.
Düşünsenize, futbolcuya “ne o kız gibi oynuyorsun” demek bile bir ayrımcılık. Çünkü futbol hep erkek uğraşı olarak düşünülür, öyle kabullenilir. Ve maalesef hep cinsel uzuvlar öne çıkarılır.
Burada da futbol federasyonu, benim durumumu basına servis etti. Habertürk gazetesinde Fatih Altaylı’nın köşe yazısında H.İ.D. kısaltmasıyla yer aldım ve bunun ben olduğum çok belliydi. Tabii ki benim isim olarak basın anlamında deşifre edilmemin sebebidir bu yazı. Bu anlamda, benim bilerek teşhir edildiğimi söyleyebiliriz.
Hakemliğin yanında yaptığın radyo programına da elveda demek durumunda kaldın. Ama şimdi Gazoz Ligi gibi alternatif liglerde seni hakem olarak görüyoruz. Buralarda sana ilgi nasıl?
Evet, 17 yıl yapmış olduğun radyo programcılığını da yapamıyorum. Şu anda İstanbul’da Efendi Lig ve Gazoz Ligi’nde maçlar yönetiyorum. Bu iki lig de, endüstriyel futbola karşı kurulmuş liglerdir. İlgi ve alaka çok iyi, çünkü oradakiler cinsel uzuvları ile değil beyinleri ile düşünüyorlar.
Geçtiğimiz günlerde Almanya’daydın ve orada çok anlamlı bir de ödül aldın. Burada eşcinsel olduğun için yaşadığın sorunları düşündüğünde, yürütülen mücadeleleri nasıl değerlendiriyorsun?
Evet, Berlin’de homofobi ile mücadelede “Saygı Ödülü” aldım. Üstelik ödülü eşcinsel olduğunu yıllar önce deklare eden Berlin Eyalet Başbakanı Klaus Wowereit verdi. Bu ödül, bu mücadelenin taçlandırılmasıdır. Bana manevi olarak daha da güç verdi. Almanya’da bu davanın benimsenmesi ve aşırı ilginin olması çok önemli. Ama burada ilgi ve alaka maalesef yok denecek kadar az. Homofobi yalnızca futbolda değil, yalnızca askerlikte değil, hayatın her alanında olduğu için; evde, okulda, sokakta, işyerinde hatta mecliste bile homofobi olduğu için, buna karşı hep birlikte bir mücadele yürütülmesi gerekiyor. Bu anlamda mücadeleleri ortaklaştırmaktan başka şansımız da yok.
Ben bu davamın kazanımla sonuçlanacağını düşünüyorum. Elbette ligleri de özlüyorum. Ama sonrasında, artık eşcinsel olduğum biliniyorken onların tutumunun daha da farklı olacağı ortada.
İnsanların korkmaması gerekir. Çünkü neyden korkarsanız, o korkunuz bir gün gelir esir alır; kaçarsanız sizin peşinizi asla bırakmaz. Ama üzerine güçlü bir şekilde giderseniz ve neyin mücadelesini verdiğinizi bilirseniz, korkunuzu yenersiniz. Ve mücadele uzun da sürse sonunda insanlığın, onurun kazanacağından emin olursunuz.
Röportaj : Gürşat Özdamar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Homofobiye Kırmızı Kart” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Passo Sömürü Passo Fişlme” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Taraftar Zorunlu Olarak Banka Müşterisi
Mayıs ayında başlayan e-bilet uygulaması, yeni sezonun açılmasıyla zorunlu hale getirildi. Artık eskisi gibi kağıt bileti alanlar statlara giremiyor; ilk önce fotoğraflarının, kimlik numaralarının ve adlarının yazılı olduğu “PASSOLİG Kart”larını almaları gerekiyor. Biletleri de Passolig online sisteminden alarak, kartlarına yükletmesi gerekiyor. Aldığımız Passolig kartı ile 3 seçenek sunuluyor gibi gözükse de, her durumda Aktifbank müşterisi oluyoruz. Hiç müşterisi bulunmayan Aktifbank da, binlerce taraftarı böylece bankasının müşterisi haline getiriyor.
Passolig Fişlemedir
Passolig’in devlet tarafından savunulmasındaki en belirgin sebep tribünlerdeki kavga vb. olayların bitirilmesi olsa da, asıl amaç; tribünleri dönüştürüp devlet politikalarına karşı daha uysal ve kapitalizm için daha tüketici hale getirmektir. Futbolu sadece izlemekle yetinmeyen, iki takımın maçında kendisini de oyunda üçünü özne olarak gören, oyunu tribünde oynayan taraftar; kapitalizm için çok iyi bir model değildir. Transfer borsalarıyla, sponsorlarla, reklamlarla, bilet fiyatlarıyla zaten endüstriyelleştirilen futbolda, şimdi yine bir dönüşüm gerçekleştirilmek isteniyor. Sıvası dökülmüş statların yepyeni olması, stat büfelerinin markalaşması, stat içerisine kafeler, restoranların açılması, kar yağarken bile sıcak koltuklarda maç izlenmesi; taraftarı iyice müşterileştirip daha fazla tüketime yönlendirilmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda güvenlik kameralarının sözde güvenlik için her noktaya konmasıyla, e-biletle stada giren herkesin bilgilerinin alınıp fişlenmesiyle devlet; kendisi için uysallaşan bir tribün yaratmaya çalışıyor. Uysallaşmayanı da fişliyor, cezalandırıyor, yasaklıyor.
Bu Passolig’ten önce futbolun endüstriyel olmadığı anlamına gelmez. Ancak kapitalizmin açık bıraktığı kanattan sokabilirdi yaşama dair şeyleri taraftar. Hasankeyf’te katledilen yaşamı, Soma’da ya da Gezi Direnişi’nde katledilenleri unutmazdı, haykırırdı tribünlerde. Ama şimdi devletin daha rahat kontrol edebileceği bir hal aldırılmaya çalışılıyor tribünler.
Passolig’e Karşı Boykot
TFF’nin ve devletin e-bilet pohpohlaması, bir yanılsama yaratırken; her hafta oynanan maçlarda tribünlerin bomboş oluşu, gerçekleri gözler önüne seriyor. Passolig boykotu ilk olarak, geçen sene Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında oynanan maçta, çağrı ile derbi maçında gerçekleşmişti. 80 bin kişilik Olimpiyat stadında, 8 bin 123 bilet satılmıştı. Bu sezonla beraber, Süper Lig’de taraftar ortalaması düşerken, asıl tepki 1. ligdeki şehir takımlarından geldi. Sene başından itibaren kombine kart almayarak Passolig’i boykot eden taraftarlar, 1. ligdeki maçların taraftar sayısını %70 oranında düşürdü.
Passolig’e karşı tavır bu kadar net olup tribünleri bomboş bırakınca, hemen karşı atak geldi. Passolig yanlısı açıklamalar, yalan yanlış haberler kamuoyuna sunulmaya başlandı. Antalya’da birçok okulda öğrencilere ücretsiz Passolig dağıtıldığı duyuldu önce, birçok şirketin işçilerine dağıttığı Passolig kartlarıyla, satışlarına yoğun ilgi varmış havası estirilmeye çalışıldı. Bazı taraftar gruplarının amigoları, endüstriyel futbolun yarattığı “fanatizm” duyguları ile “Passolig kart alın, takımımızı yalnız bırakmayın!” çağrıları yaptı. Kulüp yöneticileri Passolig’in takımlarına ne kadar gelir kattığı nidaları attı. Bakanlar, tribünlerde kavgaların ve olayların azaldığı palavralarından attılar. Passolig satışları patladı denilse de, her hafta tribünlerdeki manzara, en azından şuan için Passolig’in kabul görmediğinin göstergesi.
Futbola yönelik devletçi ve kapitalist hamlelere karşı; toprak sahalardan bir kontra gelecektir. Her geçen gün sayısı artan taraftarların kendilerinin oluşturduğu ligler, futbolun seyreden-izleyen ikiliğini ortadan kaldırırken, iktidarların kirletmeye çalıştığı futbola kolektif ruhunu geri kazandıracaktır.
Furkan Çelik
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Passo Sömürü Passo Fişlme” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Devletsiz Halklar Dünya Kupasında” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>CONIFA(Bağımsız Futbol Dernekleri Konfederasyonu)’nın düzenlediği Dünya Kupası, bu sene İsveç’in Östersund kentinde gerçekleşti. Turnuvaya, devletsiz ve özgürlük mücadelesi veren halkları temsil eden futbol takımları katıldı. Turnuvada Güney Fransa’dan gelen Nice takımı şampiyon olurken, geçen yılın şampiyonu Suriye, Irak, İran ve Türkiye Kürtleri’ni temsil eden Kürdistan takımı 6. oldu.
FIFA’nın düzenlemiş olduğu Dünya Kupası; reklamlarıyla, hareketli müzikleriyle, renkli maskotlarıyla, her dört yılda bir farklı bir ülkenin talanına kapı açıyor. 2000 senesinden beri düzenli olarak yapılan halkların dünya kupası ise, FİFA’nın politikalarına bir karşı duruş olarak ortaya çıkmış durumda.
FIFA Talan, Endüstriyel Futbol Yalan
FIFA’nın düzenlemiş olduğu Dünya Kupası organizasyonu, düzenlendiği ülkelerde şirketlerin ve devletin, talanı meşrulaştırmasında büyük önem taşıyor. Öyle ki; Dünya Kupası’nın düzenlendiği her ülke, büyük bir kentsel dönüşümden geçiriliyor. Yapılan devasa statlar, konaklama için lüks oteller, daha fazla tüketim şirketlerin iştahını kabartırken; yoksullar için mahallelerinin yıkımı, talan, sömürü anlamına geliyor.
Dünya Kupası’nın tüketimi bittiğinde bir daha asla dolmayacak devasa kapasiteli statlar, futbolun da dönüşümünde etkili oluyor. Devasa statlar futbol takımlarını da pahalı futbolcular transfer etmeye, sponsorlarla anlaşmaya, bilet fiyatlarını arttırmaya itiyor. Hem endüstriyel futbolun bir atlama noktası olması, hem de şehirlerin talan ve yıkımlarının meşrulaştırılması sebebiyle patronlar her Dünya Kupası’nda kazanan oluyor.
Brezilya’nın Dünya Kupası organizasyonuna ev sahipliği yapacağının kesinleşmesiyle birlikte gecekondularda başlayan yıkımlar ve buna karşı direnen halka kolluk kuvvetlerinin saldırıları da, bu organizasyonların amacını açıkça gün yüzüne çıkarmakta.
Brezilya’da düzenlenen FIFA’nın talanına karşı direnen halkalara devlet-polis saldırısı sürerken, CONIFA’nın düzenlediği, 12 takımın katıldığı ve “Nice”nin şampiyon olduğu turnuvanın katılımcılarına bir göz atalım:
Dağlık Karabağ Takımı; Güney Kafkasya’da Azerbaycan sınırları içerisinde bulunan Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’ni temsil etmektedir. Karabağ bölgesi için Azerbaycan ile Ermenistan devleti arasında 1990’lı yıllarda savaş başlamıştır. Karabağ bölgesinin kendi bağımsızlığını ilan etmesine, karşı hiçbir devlet bölgenin bağımsızlığını tanımamıştır. Turnuvaya katılmaları siyasi kimliklerini belirginleştirdiği için, Azerbaycan Devleti, takımın turnuvadan çıkarılması için organizasyona baskı yapmıştır.
Asuri Süryani Takımı; devletleri bulunmayan fakat Türkiye, Lübnan, Suriye, İran ve Irak’ta yaşayan Asuri Süryani halkını temsil etmektedirler.
Kürdistan Takımı; Türkiye, Irak, İran, Suriye ve Ermenistan’daki Kürt halkını temsil etmektedir. FIFA tarafından tanınmasına rağmen, CONIFA organizasyonuna katılmışlardır.
Güney Osetya Takımları; Gürcistan devletinin ÜÇ kez savaş ilan ederek, ele geçirmek istediği Osetya bölgesindeki halkları temsil etmektedir.
Abhazya Takımı; 1994 yılında bağımsızlığını ilan etse de, birkaç devlet dışında bağımsızlıkları tanınmayan Abhazya’nın takımıdır. Takım, Abhazya bölgesindeki halkları temsil etmektedirler.
Oksitanya Takımı; Güney Fransa, Andorra, İtalya ve İspanya’da tarihi ve etnik bölgede, 1290 yılından itibaren Papalığa karşı sürekli direniş göstermiş bir halkın takımıdır. Oksitanya, birçok farklı dini ve mezhebin birlikteliğinin coğrafyasıdır. Asimile olmamak için mücadele eden bölge halkı, 2010 yılında Fransa’nın Beziers kentinde 20 binden fazlaya ulaşan sayılarıyla, Oksitanya dilinin resmileşmesi için yürüyüş düzenlemişti.
Laponlar Takımı; Norveç ve İsveç’in Kuzey Kutup Dairesi içinde kalan bölgelerinde çok eski tarihlerden bu yana yaşamakta olan bir Sami ve Laponlar halkını temsil etmektedirler.
Birleşik Darfur Takımı; mülteci siyahilerden oluşmakta ve Sudan’ın batı bölgesindeki halkı temsil etmektedir.
Tamil İlam Takımı; Sri Lanka’nın Kuzey ve Doğu bölgelerindeki halkı temsil etmektedir. İsimlerini de Sri Lanka devletine karşı bağımsızlık mücadelesi veren “Tamil Kaplanları”ndan almışlardır. Futbol takımının sembolü de gerilla mücadelesi veren Tamil Kaplanları’yla aynıdır.
Padania Takımı; Kuzey İtalya bölgesindeki halkları temsil etmektedir. Mario Balotellli’nin kardeşi Enoch da bu takımda forma giymektedir.
Nice Takımı; Güney Fransa’da Nice bölgesindeki halkları temsil etmektedir.
Ellan Vannin Takımı; Man Adası’ndaki halkı temsil etmektedir.
The post “Devletsiz Halklar Dünya Kupasında” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dakika 34: Yüklen – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yeni sezonla birlikte başka bir kritik dakika daha geldi önümüze. Taksim Direnişi’ni sembolize etmek için bütün tribünler 34. dakikada hep bir ağızdan yükleniyorlar, tıpkı direnişte barikatlara yüklendikleri gibi.
Taksim Direnişi süresince gerek İstanbul’da gerekse İzmir, Ankara, Adana, Antakya gibi birçok farklı şehirde, taraftar grupları devlet şiddetine karşı en önde, hep birlikte direniyorlardı. Bu direnişin ardından, lig başladığında tribünlerde de aynı seslerin yükseleceği zaten aşikardı.
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç da Antartika’da yaşamadığı için, tribünlerden devlet şiddetine karşı tepkilerin yükseleceğini tahmin etmiş olsa gerek ki, lig başlamadan tüm taraftarlara göz dağı vermeye çalıştı. Kamera ve elektronik bilet uygulamalarıyla “sizi gözetliyoruz” tehdidinden sonra “Kanunun uygulanacağını herkes bilecek. Temennim can yanmaması ama yanabilir. Uyarıyorum, Burası muz cumhuriyeti değil, yapanları buluruz.” diyor. Bakan Kılıç’ın tehditlerine rağmen daha ilk haftada tribünlerde protestoların başlaması, tribünlerin sesinin kontrol altına alınamayacağının en önemli göstergesi oldu.
Sezon başlamadan önce Beşiktaş’ın Alman ikinci lig takımı St.Pauli ile yaptığı maçta Alman taraftarların tribünlerde açtığı “Her yer Taksim Her yer Direniş” pankartı bizlere uzaklardan bir göz kırpmıştı. İlk olarak Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki süper kupa finalinde iki takımın taraftarları, Taksim direnişi sloganlarını hep bir ağızdan haykırmıştı.
Ligin başlamasıyla birlikte Beşiktaş, Olimpiyat Stadı’nda Trabzonspor ile oynadığı maçın 34. dakikasında “Her yer Taksim Her yer Direniş” sloganıyla birlikte “Sık Bakalım” marşını da söylemişti. Yayıncı kuruluşun bakanın söylediği tehditlere boyun eğmesiyle, televizyonlarda bu sloganların söylendiği dakikalarda sadece spikerin sesini duyabildik. Ardından Galatasaray ile Antepspor arasında oynan maçta, Arena Taksim slognalarıyla inledi; Fenerbahçe, Konyaspor deplasman otobüslerinden sonra, kendi stadında Arsenal ile oynadığı maçta sloganları haykırmıştı. Lig maçına istinaden Fenerbahçe-Arsenal maçını yayınlayan TV kuruluşu gelen tepkilerden çekinmiş olsa gerek ki, ses ayarına hiç dokunamamıştı.
Yayıncı kuruluşların, Spor Bakanlığı’nın, futbol kulüplerinin, kısacası endüstriyel futbol sektörünün istediği tribün gençliği, tribünlerde yer bulmuyor. Zaten Taksim direnişinde yer almayan, Kaz Dağları’nı, Hasankeyf’i görmeyip, Eto’ya yapılan ırkçılık sonrasında empati kurmayan, nerede olursa olsun depremi içinde hissedip acısı sokakların tavanı kadar olmayan taraftara da taraftar denmez, müşteridir o müşteri. Ya da bakanın yaşadığı antartikanın pengueni.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post Dakika 34: Yüklen – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>