The post “Halkın Enflasyonu”: Yüzde 36,9 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Birleşik Kamu İş görenleri Sendikaları Konfederasyonu (Birleşik Kamu-İş) tarafından gerçekleştirilen ve en fazla tüketilen 77 gıda maddesindeki artışı esas alarak hazırlanan “halkın enflasyonu” araştırmasına göre gıda harcamalarında bir önceki yılın aynı ayına oranla yüzde 36.9 artış yaşandı.
Araştırmaya göre yaşadığımız topraklarda ailelerin gıda için harcadıkları her 100 liranın 17,9 lirasını pirinç, ekmek, bulgur, buğday unu, makarna ve şehriye gibi ürünlere gidiyor. Süt, peynir, tereyağı ve diğer süt ürünleri ile yumurtanın gıda harcamaları içerisindeki payı ise yüzde 13,4.
Son bir yılda ekmek, un, bulgur, makarna ve benzerlerinin fiyatlarında yüzde 16,2; süt ve süt ürünleri ile yumurta fiyatlarında yüzde 33,4; katı ve sıvı yağ fiyatları yüzde 15; meyve fiyatları yüzde 78,7; sebze fiyatları ise yüzde 68,2; bakliyat fiyatları yüzde 10,4; diğer gıda fiyatları ise yüzde 41,3 oranında arttı.
The post “Halkın Enflasyonu”: Yüzde 36,9 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 31 Mart Seçimleri Üzerine appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>AKP ve MHP tarafından 24 Haziran 2018 seçimleri öncesi oluşturulan ve “Cumhur İttifakı” adı verilen milliyetçi-muhafazakar koalisyonun “beka mücadelesi” haline getirdiği 31 Mart yerel seçimleri dün gerçekleştirildi. Söz konusu ittifakın 24 Haziran’da aldığı yüzdelik oy oranını aşağı yukarı koruduğu (%51 civarı) seçimlerde, bazı büyük şehir ve taşra belediyeleri, CHP ve İyi Parti’nin oluşturduğu, HDP’nin de belirli bölgelerde, aday göstermeyerek destek verdiği “Millet İttifakı’na” geçti. Bakur’da 2015-2016’da yaşanan “Hendek Savaşları” sonrası devletin kayyum atayarak gasp ettiği belediyeler ise beklendiği üzere HDP tarafından geri alındı.
AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın öncekilere oranla gayet coşkusuz bir şeklide yaptığı “geleneksel” balkon konuşmasında ise, sonuçlar ortalama bir üslüpla ve son derece temkinli bir dille değerlendirildi. Erdoğan’ın konuşmasında dikkat çeken nokta ise, seçim propagandası boyunca ana söylemine oturttuğu “beka mücadelesi” vurgusunun sürdürülmesi oldu. Menbiç ve Fırat’ın doğusuna saldırı sinyali veren Erdoğan, bu söylemleriyle Cumhur İttifakı’ndaki ortağı MHP’ye de mesaj göndererek, ittifakın kendi tabiriyle “pazara kadar değil, mezara kadar olduğunu” teyit etti. Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik, tekrar gündeme getirdiği Menbiç ve Fırat’ın Doğusu açıklamaları aynı zamanda Astana Süreci’ndeki ortağı Rusya’ya yönelik İdlip göndermesi olarak da değerlendirilebilir. Zira İdlip’e yönelik operasyonu sürekli erteleyen ve Erdoğan’ın iktidarını istikrarsızlaştırmamak adına 31 Mart öncesi gündeme getirmeyen Rusya’ya karşı Menbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelik saldırı sinyalleri daha önce de bir kart olarak masaya konmuştu.
Katılımın, yaklaşık %86’lık bir oranın ölçüldüğü 24 Haziran’a göre kısmen düştüğü (%80 civarı) 31 Mart Seçimleri, Cumhur İttifakı’nın büyük bileşeni AKP açısından, 1994’teki yerel seçimlerde kazanılarak, fiilen iktidar yürüyüşünün başlatıldığı İstanbul ve Ankara’nın kaybedilmesi bağlamında, bir yenilgi olarak değerlendiriliyor. Bu kentlerin yanı sıra, her seçimde CHP’nin kazandığı İzmir’de de sonuç 31 Mart’ta değişmedi. Türkiye’nin nüfusunun, yıl içinde gerçekleşen iş göçleri nedeniyle yaklaşık yarısının yaşadığı 3+3 büyük kentinde ise (İstanbul,Ankara,İzmir+Bursa,Adana,Antalya)Bursa hariç, iktidar bloku aleyhine çıkan sonuç, bu kentlerdeki ezilen ağırlıklı nüfus göz önünde bulundurulduğunda dikkat çekici. 6 Büyük şehir özelinde ortaya çıkan bu lokal sonuç aynı zamanda, AKP-MHP koalisyonunun, gün geçtikçe ağırlaşan ve hissedilirliği artan ekonomik krizi görünmez kılmak amacıyla da sürüme soktuğu “beka” söyleminin, ezilenler nezdinde ciddi bir karşılığının olmadığını gösteriyor. Ayrıca bu kentlerde ortaya çıkan bu sonuçta, ekonomik krize yönelik tepkinin yanı sıra, seçim öncesi iktidar blokunun ayrımcı ve saldırgan üslubuna muhatap olan Kürt seçmenin de belirleyici olduğunun altı çizilmeli.
Büyük şehirler dışında kalan bazı şehirlerde de muhalefet lehine bazı sonuçlar alındı. Bu şehirler arasında, Demokrat Parti döneminde, muhalefet lehine milletvekili çıkardığı için ilçe yapılarak “cezalandırılan” ve o dönemden sonra geleneksel olarak sağ partilerin seçim kazandığı Kırşehir’in yer alması dikkat çekti. Kırşehir’in dışında, önceki seçimlerde milliyetçi-muhafazakar partilerin seçildiği Burdur,Bolu ve Bilecik gibi şehirlerde de sonucu ulusalcı-seküler seçmenin belirlediği söylenebilir.
Merkez ve dışında kalan şehirler haricinde, Giresun’un Eynesil ilçesinde ortaya çıkan sonuç ise, gözlerden uzak kalan ama iktidarın adaletsizliklerine verilen yanıt açısından diğerleri arasında en ayırt edici olandı. Geçtiğimiz yıl nisan ayında evinin önünde “şüpheli bir şekilde” yaralanan ve daha sonra yaşamını yitiren 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan’ın yaşadığı Eynesil’de AKP aleyhine sonuç ortaya çıktı. Eynesil’deki seçim sonucu, toplumsal vicdan açısından, önceki yıllarda Reyhanlı’da ya da Soma’da “karşılanmayan beklentilere de” kısmi bir yanıt olarak değerlendirildi.
7 Haziran 2015 seçimleri öncesi ana slogan olarak belirlediği “seni başkan yaptırmayacağız” stratejisinin bir benzerini 31 Mart’ta “Bakur’da kazanma, batıda AKP”ye kaybettirme”şeklinde benimseyen HDP’nin ise bu stratejisinde her şeye rağmen başarılı olduğu söylenebilir. Seçim öncesi AKP tarafından azami bir biçimde “kriminalize edilen” HDP, Amed,Van, Mardin gibi büyük şehirleri geri alırken, oy kullanmak için binlerce kolluk kuvvetinin kaydırıldığı ve esasen 2015-2016’daki devlet saldırılarında insansızlaştırılan Şırnak’ta, devletin seçim yoluyla zor kullanımına örnek teşkil edecek biçimde seçimi kaybetti. MHP yönetiminden alınan Kars ise, Şırnak sonucu özelinde telafi edici bir anlam ifade etti.
31 Mart Seçimleri dünya basınının da gündemindeydi. İngiltere’de yayınlanan Guardian gazetesi, 31 Mart Seçimleri’nin bizzat Erdoğan tarafından 16 yıllık iktidarı için bir referanduma dönüştürüldüğünü belirtti. Guardian yorumunda ayrıca, “…ülkedeki ekonomik durum Erdoğan’a olan halk desteğini azaltmaya başladı” denildi. Seçimde alınan ilk sonuçları, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana aldığı ilk önemli yenilginin işaretleri olarak değerlendiren gazete, HDP’nin de kayyum atanan bazı belediyeleri geri aldığına dikkat çekti. Yaşanan ekonomik krize de vurgu yapan Guardian, “…yüzde 20’ye yakın seyreden enflasyonun ve hayat pahalılığının bedelini de AKP’li işçi sınıfı seçmeni ödüyor.” ifadelerini kullandı. BBC News ise AKP’nin İstanbul ve Ankara’yı kaybettiğini, bunun da 16 yıllık iktidarına bir sekte olarak görülebileceğini yazdı. Sonuçlara ekonomik anlamda mercek tutan Financial Times gazetesi de “İstanbul ve Ankara’nın kaybı ve Adana ,Antalya gibi ekonomik anlamda güçlü illerdeki kayıplar AKP’nin liderliğindeki siyasi ittifaka açık bir mesaj gönderdi” yorumunu yaparken, “Seçim geride kaldığında neler olacağına yönelik soru işaretleri giderilmiş değil. Türk Lirası kaçınılmaz sonu bekliyor” diyerek TL’de devalüasyon yaşanacağını öngördü. Yunan basını da, seçim öncesi Ayasofya’yı camiye dönüştürme sinyalleri veren Erdoğan’a bu söylem üzerinden yanıt verdi. Zougla haber sitesi, “Ayasofya’nın gazabı Erdoğan’a oy kaybettirdi” yorumu yaparken, Ta Nea gazetesi de sonuçları ekonomide çekilen sıkıntılar çerçevesinde siyasi bir mesaj olarak değerlendirdi. Alman medyası da sonuçları, ekonomik kriz üzerinden okudu. Stuttgarter Nachrichten gazetesi “…Zafere alışkın olan Erdoğan’ın partisi AKP bugüne kadar Türkiye’de artan refah ile eş tutuluyordu. Ancak Pazar günü hükümeti ekonomik durgunluk, işsizlik ve paranın değer kaybetmesinden sorumlu tutan seçmenlerinin çoğu evde kalmayı veya rakip partilere oy vermeyi tercih etti.” yorumu yaparken, AKP ve Erdoğan’ın ekonomik krizin gerçek boyutlarını örtbas etmeye çalıştığını, kaybetmeyi engellemek istiyorsa, bunun aksi şekilde hareket etmesi gerektiğini vurguladı.
2014’ten bu yana tekrar, erken, baskın, referandum, başkanlık ve yerel olmak üzere, 31 Mart ile yedinci seçimi geride bıraktık. İktidar sahiplerinin savına göre en az 4.5 yıl seçim olmayacağı söylense de, geride bıraktığımız pratikler ve her ne kadar zor kullanma yöntemleri artsa da, seçim yoluyla rıza üretme yönteminin terk edilmemesi nedeniyle, önümüzdeki süreçte toplumun önüne yeni bir seçim sandığı konulması şaşırtıcı olmaz. Ancak “demokrasi” kılıfında birbirinin ardı sıra dizilen seçimlerden ve bu seçimlerde elde edilen “yavaş” ve yanıltıcı olmaya son derece açık “kazanımlardan” ziyade, önümüzdeki süreçte, mevcut ekonomik krizin ezilenlerde yaratacağı politik sonuçlarına yoğunlaşmak, devrimci muhalefetin iktidarın seçim illüzyonunda kaybolmamasını, dolayısıyla devletin gündemine angaje olmamasını sağlayabilir. Seçimler yoluyla elde ettiği ekonomik ve politik çıkarları kaybetme korkusuyla toplumun her kesimine saldırma potansiyeli taşıyan ve bunu pek çok kez hayata geçiren iktidarın yalanlarla inşa ettiği kendi dünyasını ortadan kaldırmak bu şekilde mümkün olacaktır. Parlamenter demokrasilerin “en demokratik” olanlarında bile, kendi azınlıklarının çıkarlarını, TC’nin mevcut iktidarının söylemiyle “bekasını” , seçimler yoluyla toplumun çıkarlarıymışçasına dayatan zorbalığı 1924’te gündeme getiren Errico Malatesta yoldaşın bu öngörüleri bugün, belki de her zamankinden daha güncel bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.
The post 31 Mart Seçimleri Üzerine appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Venezuela: Darbe Ama Kime- Deniz Gölbaş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yine bir devletlerarası kriz ve yine kamuoyuna servis edilen yüzlerce, binlerce yalan içinde kaybolan gerçekler. Ve kaybolan bu gerçekler içinde kaybolmaya devam edecek olan yaşamlar. Mevzu bahis Venezuela.
Venezuela’da Yeni Enflasyon: Devlet Başkanı Enflasyonu
Venezuela’daki durumu kısa bir şekilde özetlemek gerekirse yıllardan beri devam eden krizleri vurgulamakla yazıya başlamalı. Devam eden bu krizleri dünya gündemine iyice sokansa 10 Ocak’ta halihazırdaki devlet başkanı Nicolas Maduro’nun ikinci 6 yıllık devlet başkanlığı dönemine başlamak için yemin etmesi ve ardından en büyük muhalif grubun lideri Juan Guaidó’nun kendisini bir mitingde geçici devlet başkanı ilan etmesi oluşturuyor. Bu gelişmelerin ardından Amerika, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi devletlerarası arenanın önemli birçok oyuncusu Guaidó’yu devlet başkanı olarak tanıdıklarını açıkladı. O tarihten beri gerek Maduro’yu gerekse Guaidó’yu destekleyen birçok miting düzenlendi. Venezuela’daki bu durum Venezuela’yla sınırlı kalmadı ve devlet başkanlarının kamuoyuna açıklamalarıyla açık açık gözler önünde cereyan etti ve etmeye devam ediyor.
Kapitalizme Emperyalist Darbe (!)
“ABD’de neden hiç askeri darbe olmaz?” sorusuna verilen bir cevap vardır: “Çünkü bir tek ABD’de ABD Elçiliği yoktur!”: Venezuela’daki tartışmaların bir boyutunu da Maduro’nun, ABD Başkanı Trump’ı sık sık darbe yapmaya çalışmakla suçlaması oluşturuyor.
Trump da yaptığı açıklamalarla Maduro’nun kendisini içerde ve dünya kamuoyunda darbeye karşı durduğunu savunmasına çanak tutuyor denilebilir. ABD Başkanı Donald Trump son olarak çoğunlukla Venezuela ve Küba’dan gelen göçmenlerin yer aldığı kalabalık bir kitleye seslendiği bir mitingde Maduro rejimini destekleyen askerlerin yaşamlarını ve geleceklerini riske attıklarını söylemekten geri durmadı. “Venezuela demokrasisini restore etmek” istediğini (!) açıkça söyleyen Trump, “Biz inanıyoruz ki Venezuela ordusu ve liderliği bu süreçte hayati bir rol oynayacak.” diyerek açıkça Venezuela ordusuna çağrısını yineledi. Venezuela’daki yönetimin “barışçıl yollarla” değişmesi gerektiğini söylediği bir açıklamasında da buna rağmen askeri bir girişim olabileceğini ima ederek orduyu “Güvenli bir liman, kolay bir çıkış ya da bir çıkış yolu bulamayacaksınız. Her şeyi kaybedeceksiniz!” sözleriyle etkileme çalışmalarına devam etti. Venezuela ordusu ise henüz Maduro karşıtı bir konum almış değil.
Yukarıda sayılan devletlere ek olarak Güney Amerika devletlerinin önemli bir kısmı da Maduro karşısında pozisyon almış durumda. Rusya, Çin, İran ve TC ise Maduro’yu destekleyen devletler arasında. Hatta Rusya, BM Güvenlik Konseyi toplantısında ABD’yi darbe planı yapmakla dahi eleştirmiş durumda: “Anti-emperyalist kamp” Maduro’nun yanında(!)
Sıcak Çatışma İhtimali
Maduro’nun Trump’ı petrol rezervlerine göz dikmekle suçladığını vurgulamaya gerek yok. Kanıtlanmış petrol rezervlerinde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan Venezuela’daki bu kriz dünya ekonomisini pek etkilemedi. Bunun en büyük sebebi de ekonomik krizden siyasi krize dönen bu durumun zaten yıllardan beri devam ediyor oluşu. Üstelik bu krizin artık insani kriz olarak adlandırılmaya başlandığını belirtmek gerekir. Venezuela’nın güllük gülistanlık olduğunu iddia edenlerin varlığına rağmen Venezuela’daki krizlerden biri de Venezuela’ya ABD’den gönderilen “insani yardımların” ülkeye girişine izin verilmemesi. İnsani yardım gönderimine karşın Maduro tarafından sınırlara asker sevkiyatı gerçekleştirildiği kamuoyuna servis edilen haberlerden. Çin yaptığı bir açıklamayla “zorla insani yardım gönderimi”nin çatışmalara neden olabileceğini belirterek askeri müdahaleye karşı olduklarını belirtti. Rusya da insani yardım tartışmalarına bu hamlenin büyük ve tehlikeli bir provokasyon olduğunu belirterek ABD ve NATO’daki müttefiklerinin, Venezuela muhalefetini silahlandırmayı görüştüklerini iddia etti. ABD’nin insani yardım malzemelerini kendi politikalarına “malzeme” etmek istediği açıkça ortada. Onun için ABD’nin karşıtı olan grupta yer alan -başta Rusya olmak üzere- devletler bu durumu kendilerine “malzeme” ediyor. Filler tepişirken çimenler ezilmeye devam ediyor. İnsanların yaşamları yine devletlerin, liderlerin politikalarının elinde birer teferruat haline geliyor.
Anti-Emperyalizm Pelerininin Saklayamadıkları
Venezuela’da bir darbeden söz edilebilir mi? Evet. “Sosyalizmin Maduro dilemması” devam ettiği sürece özellikle bu topraklarda insanlar görmek istemese de hiçbir şekilde yönetime katılmayan insanların yaşamlarına yapılmış bir darbe var. Devletlerarası arenada güncel sorun, bu darbenin kim tarafından hangi devletlerle yapılacağı sorunu. Maduro döneminde artık iyiden iyiye görünür olan durum, insanların hayatları ve gelecekleri için endişelenmelerinin terörist olarak tutuklanmaları için yeterli olması. Anti-emperyalizm çuvalına artık mızrak sığmıyor.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında Yayınlanmıştır.
The post Venezuela: Darbe Ama Kime- Deniz Gölbaş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletin Görünmez Eli: Tanzim Satış appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Enflasyonla mücadele” kapsamında, piyasalara müdahale iki ay öncesinden başlamış; market zincirleri de dahil olmak üzere birçok işletme ürünlerinde indirime gitmiş ve “dış destekli ekonomik saldırı”lara karşı milli tavrın bir parçası olmuştu! Ama yetmedi. Marketlerdeki, pazarlardaki ürünlerin fiyatlarını denetlemek için ekipler oluşturuldu. Açığından gizlisine zam çeşitleri hakkında kamuoyu bilgilendirmeleri, zam yapan şirketlere yönelik lanetler eşliğinde devlet iktidarının koruyuculuğundaki tüm medya kanallarında servis edildi.
Polisiye tedbirler alınacağı uyarıları, hem Tayyip Erdoğan hem de damadı tarafından dillendirildi. Hemen uygulamaya geçirildi. Soğan stoklama nedeniyle, soğan depoları baskınları gerçekleştirildi. Patlıcan ve biberin aşırı pahalı olması sebebiyle marketlerde artık satılmayacağının konuşulduğu bir zamanda, market zincirlerine yönelen tehditlerle “milli seferberlik” yeni bir boyut kazandı.
5 Şubat’taki grup konuşmasında Tayyip Erdoğan, “Pazardaki fiyatlar için gerekirse ayar çekeceğiz. Belediyelerimiz vasıtasıyla ‘tanzim satış’ yapabiliriz. Devlet nasıl teröristlerin Cudi’de, Gabar’da, Tendürek’te mağaraların içinde işini bitirdiyse; halde terör estirenlerin işini de bitiririz.” diyerek, ekonomide de saldırgan bir politika izleneceğini müjdeliyordu! Ertesi gün, Hazine Bakanı Berat Albayrak, bu açıklamaya uyumlu bir açıklama da bulundu: “Bu konuda adımlar atılacak. Belediyelerimiz hızlı bir kurulumla uygun fiyatta tanzim satış yerleri imkanı sağlayacak. Tarladan sofraya profesyonel bir adım. Sera konusunda stratejik bir yatırım planlıyoruz. Güçlü bir ekosistem kuracağız”. Ekosistemin anlamını zorlayan açıklamalarıyla Albayrak sadece tüketim değil, üretim alanlarının da devlet eliyle yapılandırıldığı bir modelden bahsediyordu. İşsizliğin gün be gün arttığı; alım gücünün giderek azaldığı ve “asgari yaşama koşulları”nın düştüğü bu uzun süreçte, Berat Albayrak durumu yeni farketmiş olacak ki, sebze fiyatlarındaki artışı beklenmedik, marjinal, olağanüstü diye tarifliyor ve çözüm noktasında hızlı olacaklarından bahsediyordu.
Devlet hiyerarşisinin farklı pozisyonlarında bulunanlar tarafından destekleyici açıklamalar gelmeye başladı. Tanzimin sadece sebzeyle sınırlı kalmayacağını; temizlik malzemelerinin de benzer şekilde tanzim satış alanlarında satışa sunulacağından bahsediliyordu. Fiyat artışlarını engellemek için bunun yapıldığı ısrarla vurgulanıyordu. İstanbul ve Ankara’da belirlenen noktalardan tanzim satışları gerçekleşecekti.
“Stratejik alanda, devlet olmak zorunda”
Berat Albayrak, tanzim satış uygulamasını bu zorundalıkla ilişkilendiriyordu. Devlet müdahil olacak ve sorunu çözecekti. Tanzim satış noktalarında İBB şirketi Beltur işçileri çalışacaktı, tanzim satışın internetten satışı PTT’nin online mağazası ePttAVM ile gerçekleşecekti. Dışişleri Bakanı, ilaç, gübre ve tohumda da tanzim satışının olacağını; Ulaştırma Bakanı da, 2019 içinde tanzim satışları için kargo aracı olarak droneların bile kullanılacağını söylemişti.
Yapılan açıklamaların bir hafta sonrasında, planlanan noktalarda tanzim satışları başladı. Tüm ürünlerde 2kg kota olarak belirlenmişti. 14 Şubat’ta başlayan e-tanzim’de stoklar ilk günden tükenmişti. Belediyeler, Tarım Kredi Kooperatifleri aracılığıyla satılacak ürünleri çiftçilerden aldı. Tarım Kredi Kooperatifi Genel Müdürü, özel sektör mantığıyla düşünülmediğini, karsız bir satış olduğunu, aslında aracıların fiyatları yükselttiğini üreticiden tüketiciye aracısız bir model olması gerektiğini vurgulayarak “gıda” meselesinin politik bir şey olduğunun anlaşıldığı şu günlerde herkesi şaşırttı.
Şaşırttı çünkü iktidarda olduğu süre içerisinde, aralarında Paşabahçe Cam, Anadolu Cam, ERDEMİR, ETİ Alüminyum, SÜTAŞ, HEKTAŞ, Kristal Tuz Rafine, İnegöl Kibrit, Sümer Holding, BUMAS, Merinos, Yozgat Şeker, PETKİM, TÜPRAŞ, Soma Termik, AYEDAŞ, OYAKBANK, HALKBANKASI, ETİ Holding, KARADENİZ Bakır İşletmesi, Başak Sigorta, SEKA, TCDD Limanları, Denizcilik Limanları İşletmeleri, THY, Türktelekom gibi işletmelerin olduğu; 27 Tekel işletmesi, 22 Sümer Holding işletmesi, 5 Eti Holding işletmesi, 5 Karadeniz Bakır İşletmesi, 11 SEKA İşletmesi, 6 TCDD işletmesi, 4 THY işletmesi, 7 Emekli Sandığı İşletmesi, cam ve çimento sanayinden 5 işletme, metal sanayiinden 12 işletme, 3 tarımsal işletme, 9 gübre sanayii işletmesi, 17 şeker fabrikası, 4 et ve balık işletmesi, 5 enerji sektörü işletmesi, 57 elektrik üretim işletmesi, 10 termik santral, 18 elektrik dağıtım işletmesi, 5 banka, 7 maden işletmesi, 2 sigorta işletmesi, 15 denizcilik işletmesi, 7 turizm tesisi, 2 iletişim işletmesi, 12 farklı devlet kuruluşu daha özelleştirildi.
Özelleştirmenin devlet politikası haline gelmesi yeni değildi ama başkanından bakanına; vekilinden genel müdürüne serbest piyasanın hükümlerini kutsalmışçasına uygulamaktan kaçınmayanlar; şirket kayyumları, kamulaştırmalardan sonra devlet pazarı işine girdi!
Rusya ve periferisiyle yakınlaşmalar, Maduro üzerinden Venezuela’yla geliştirilen ilişkiler, ABD ve AB politikalarının hem de “emperyalizm” kavramını kullanarak karşı çıkış ve sonrasında “kamulaştırma” ve “kamusal” hamleler…
“Bu ülkeye komünizm gelecekse…”
Onu da biz getiririz demişti bir zamanlar Ankara Valisi Nevzat Tandoğan. ‘Halkın neye ihtiyacı var neye ihtiyacı yok biz biliriz’ diyordu yani. Hatta “Öküz Anadolulu, sizin iki vazifeniz var; birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi askere çağırdığımızda askere gelmek” diyordu. Devlet büyük bir vücutsa, kafa rolünü üstlenmek sıradan vatandaşa işçiye, çiftçiye düşmezdi tabi!
Komünizm ya da sosyalizm tartışmaları bir kenarda duracak olursa, (keza devletin ekonomideki rolü, kamulaştırma politikaları, antiemperyalizmin bürünebileceği milliyetçilik, devlet aracılığıyla mevcut siyasal konumunu otoriter bir şekilde elde tutma gibi tartışmaların sosyalistler tarafından içinde bulunduğumuz süreçte tekrar tekrar yapılması gerekiyor. Yoksa şimdiden bazı sol kesimlerin yaptığı gibi AKP’nin antiemperyalist dış politikaları olumlanabilir, gerici dedikleri siyasal özne “antiemperyalist mücadelenin taşıyıcısı konumuyla ilerici bir pozisyona gelebilir”!) devletin yeni ekonomik karakterine ilişkin tespiti iyi yapmak gerekiyor.
Devletin Ekonomiye Müdahalesi
Devlet, ortaya çıktığı zamandan bu yana toplumsal alana olduğu kadar ekonomik alana da müdahil olmuştur. Sanayi devrimi sonrası, devletin bu müdahilliğinin boyutu bir ölçü haline gelmiş ve bu ölçü noktasında ekonomik sistemler tanımlanmıştır. Ekonomik kararların alınmasının kontrolünün tamamen özel sektöre bırakılması yerine, devlette olması gerekliliği “kamu yararı” ile ilişkilendirilmiştir.
Kapitalist sistemde, serbest piyasa ekonomisi modeli en ağırlıklı uygulanan modeldir. Dünyada ilk kez İngiltere’de Thatcher hükümetiyle birlikte başlayan özelleştirme uygulamaları sonucu devletin ekonomideki rolü sınırlanmaya başlamıştır. Dünya çapında benimsenen/dayatılan serbest piyasa ekonomisinin bir sonucu olarak, önceden sadece devletin üretip sattığı çeşitli mal ve hizmetlerin, özel teşebbüsler tarafından da üretilip satılmaya başlanmasıyla birlikte devlet, ilgili piyasalardan çekilme eğilimi göstermiştir. Böylece işletmeci devletten düzenleyici devlet modeline geçilmiştir. Ekonomiye müdahale devlet kaynaklı değil piyasa kaynaklı gerçekleştirilmiştir. Devlet, bu modelde işletmeci olmak yerine düzenleyicidir. Bu tarz bir ekonomik sistem ve devlet rolüne, içinde bulunduğumuz coğrafyada 1980’li yıllarda geçilmişti. Öncesinde saydığımız devlet işletmelerinin özelleştirilmesini aynı politikaların devamcısı olarak görmek yanlış olmayacaktır.
Küresel kapitalist sistemin, sermayenin hızlı dolaşımını sağlamak için bu tarz bir devlete yani çok müdahil olmayan devlete ihtiyacı olduğu açıktır. Ulus-devletlerin yok olduğu, sınırların ortadan kalktığı, ekonomik birlikteliklerin sınırlarının küreselleştiği bir kapitalizmin “kriz” içerisine girdiği bir süredir konuşuluyordu. Küreselleşme-sonrası gibi farklı şekillerde isimlendirilen yeni kapitalist ekonomik süreçte, ortadan kaldırılamayan devletin ekonomideki rolü açık bir şekilde beliriyor. İçinde bulunulan krizden (daha öncelerde olduğu gibi) devletin ekonomiye müdahalesiyle kurtarılmaya çalışılıyor. Bunu yaparken ortaya çıkan otoriter başkanlar, hükümetler ve OHALvari devlet uygulamaları bir gereklilik olarak görülüyor.
Yaşadığımız topraklardaki devletin de ekonomiye müdahilliğini bundan bağımsız düşünmemek gerek. Anayasanın 48, 167 ve 168 gibi maddeleri devletin ekonomik alanı denetleme, gözetleme yetkilerinin yanında müdahaleler yoluyla da düzenleme yetkisi veriyor. Gerçi yeni sistemde, siyasal iktidarın anayasaya dayanarak iş yapmasına gerek yok. Her ne kadar bu ekonomik müdahaleler “bağımsız idari otoriteler” ya da “düzenleyici kurullar” tarafından gerçekleştirileceği iddia edilse de (Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu vs.) bu kurulların bağımsızlığından bahsetmek gerçekçi olmaz.
Korporatizm
Bir yandan siyasal iktidara yakın ekonomik gruplara çekilen peşkeşin devlet politikası haline gelmesi ve ne olursa olsun bundan vazgeçilmemesi; öte yanda ekonomiye devlet müdahaleleri… Yani kapitalist sistemin korunduğu ancak, siyasal iktidarın hoşuna gitmeyen sermaye gruplarının yeri geldiğinde zor yoluyla etkinliklerinin engellendiği bir sistem.
Yani ekonomik sınıflar var; bu sınıfların bağlı oldukları yapılar var (sendikalar ve dernekler vs.) ve bu yapıların stratejisi devlet eliyle oluşturuluyor. Devlet istemediği takdirde, serbest piyasanın eline vurabiliyor.
Fransız devriminden sonra Orta Avrupa’da düşünce olarak ortaya çıkan, daha sonra yeni korporatizm adını alan, ilk kez İtalya’da Mussolini’nin iktidara gelmesiyle uygulanan ve ardından Almanya ve İspanya’daki Franco Diktatörlüğünce de benimsenen bir sistem var. Sınıfların loncalar biçiminde tanımlandığı ve devletin tüm bu loncaların temsilcisi olduğu, iktisadi hayata sınırsız bir biçimde müdahale ettiği, sermaye ve sendikalar arasındaki sınıf çatışmasını dengelenmeye çalıştığı ve özünde kapitalist sistemin korunduğu bir sistem.
Sistemde işçiler de vardır; patronlar da. Ancak herşey (haklar, ücretler, vergiler) devlet tarafından belirlenir, kontrol edilir. Özel mülkiyet yasak değildir; ancak devletin ekonomideki ağırlığı hissedilir. Sistemde hedef birey ya da sınıf çıkarları değil, devlet çıkarlarının korunmasıdır.
Mevcut siyasal süreci diktatörlük ya da faşizm diye okuyanların; devletin ekonomik hareketlerine bir de bu gözle bakması gerekir.
Devlet müdahalesini, otoriter devlet uygulamalarıyla beraber düşünmenin, en önemli kısmı geleceğe ilişkin öngörülerde bulunmak olacaktır. Bu öngörüden tanzim uygulamasına geri dönersek…
Peki, Pazarda Sebze-Meyve Neden Pahalı?
Hükümetin, Tanzim Satış uygulamasını uzunca bir zaman sonra tekrar çözüm olarak uygulamasına neden olan fiyatlardaki artışın sebebini iyi anlamak gerekiyor.
2014’te %8.2; 2015’te %8.8; 2016’da %8.5; 2017’de %11.9; 2018’de %20.3… Ekonomide son 5 yılda tırmanan enflasyon oranları. Son 10 yılda Dolar 1.31’den 7.20’ye yükseldi. Tanzim satışlarının temel sebebi gıda fiyatlarındaki artış. Bu da “olmayan” ekonomik krizle ilintili. Artan fiyatlarla ilgili suçluları sadece marketler ve hal toptancıları diye belirlemek; meseleyi ekonomik krizden uzaklaştırıyor.
Ocak ayında, enflasyonda yıllık en yüksek artış %30,97 ile gıdaydı. Yazın ortasından bu yana yoğunlaşan ekonomik kriz verilerinin sayısal göstergeler dışında da bir şeylere tekabül ettiğini deneyimlemekteyiz. Ekonomideki hareketliliklerin etkisinin uzun vadede hissedileceğini bilmek için iktisatçı olmaya gerek yok.
Artan fiyatlara ilişkin “enflasyonla mücadele” kampanyaları, depo baskınları ve saldırgan ekonomi politikaları işe yaramayınca, belediyeler aracılığıyla tanzim satış noktaları kuruldu. Kuruldu kurulmasına ancak 2,5 aylığına! Tanzim satış noktalarının geçiciliği, ekonominin geleceğine ilişkin soru işaretleri yarattığı gibi, tüm bu kurgunun yerel seçimlere yönelik olduğu tartışmalarına yol açtı. Tartışılan bunun seçim kampanyası olduğundan çok, alenen yapılan bu “seçim şov”unun başarıya ulaşabileceğiydi.
Seçim için Tanzim Şovu
Bir yandan spekülatif hareketlerin yatıştırması öte yandan da pazar ve marketlerdeki fiyatların düşmesi… Tanzim satışlarla kısa süre içerisinde planlanan şey işte tam da bu. Piyasanın dengeleyici elinin ortalarda görünmediği bir anda devletin eli giriyor devreye.
Aslında bu tarz bir ekonomik müdahalenin uzun vadede daha derin bir krizi besleyeceği tahmin ediliyor. Ve daha serbest piyasacı yorumlarla bu tarz müdahalelerle piyasanın dengesinin bozulacağını öngörenler de var.
“Yine karneli ve kuyruklu günler” eleştirileri, muhalefetin ana gündemini oluşturuyor. Ekonomik olarak kötüleşme ve refahın azalmasının bir sonucu olarak tanzim satışları ve satış noktalarındaki kuyrukları yorumlayanlar bunun sandığa yansıyacağı kanaatindeler.
Tabi bir de bu kuyrukların, devletin hizmetine yönelik ilginin yansıması olduğunu düşünenler var. AKP, fiyatlara yönelik gereken hamleyi tam zamanında yapıyor ve bir zoruluğu daha alt ediyor! Zorluklarla mücadele edebilme; durdurulamayan enflasyona karşı savaş açma imajının, sandıkta AKP lehine bir duruma evrileceği de muhalif yazarların konuştukları arasında. İçerde ve dışarıda savaş ve güç üzerinden çizilen AKP imajının önceki seçimlerdeki etkisini hesaba katmak önemli.
Önemli olmasına önemli ancak, mevcut ekonomik krize ilişkin tek somut çözümü iktidar değişikliği olan muhalefetin çözümünün ne kadar gerçekçi olduğu tam bir muamma. Aslında ekonomik kriz, seçim odaklı muhalefetin de seçim kampanyası.
Biz hemen söyleyelim; seçimler sadece ekonomik krize değil, siyasal krizlere de çözüm olmayacak. Ve ekleyelim, üretim-tüketim-dağıtım, devlet ve kapitalizm dışında örgütlenmediğinde gerçekliği olmayan muhalefet düzen siyaseti içerisinde kendine biçilen rolü oynamayı sürdürecek!
Migros’tan Tansaş’a Tanzim
Tanzim satışlar, bu topraklarda daha önce hiç uygulanmamış değildi.
Belediyelerin, tanzim satışları sadece kurulan devlet iştiraklarıyla olmadı. 1954’te İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay, İsviçre’de ucuzluğun kralı olarak tanınan Migros’la anlaştı. Koç ailesi ortaklığıyla pazara giriş yapan Migros, tartılmış ve ambalajlanmış ürünleri önceleri kamyonlarda tüketiciye sundu. Belediyenin 20 seyyar kamyonuyla İstanbul’da satışlara başlayan Migros’la fiyatların yükselmesinin önlenmesi hedefleniyordu. Fiyat düşürme işini, kamusal kuruluşlar yerine Migros yapacaktı. Rekabet şartları içinde, üreticiden malı büyük miktarlarda alıp ucuza satacaktı.
Migros ilerleyen zaman içinde mağazalarının artması, ürünlerini çeşitlendirmesi ve üst düzey mağazalarının açılmasıyla dünyadaki süpermarket furyasının içindeki yerini alacaktı.
Aslında, belediyelerin özel teşebbüslerle ortaklaşmadan gerçekleştirdiği tanzim satışları Migros’tan sonra kurulan Tanzim Satışlar Müdürlüğü’nün ilk mağazasıyla gerçekleşti. Çok değil 2005 yılındaki satılışına kadar, Tansaş ucuz ürünlerin satıldığı bir market olarak bilinirdi. Hatta 2005 yılında Koç’lar Tansaş’ı Migros’a dahil ettiğinde, İzmir’deki tüketim alışkanlığını birden değiştirmemek için isim değişikliğini oldukça sarkıtmıştı.
1973’te İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak’ın kurduğu Tanzim Satış, ucuz et, sebze-meyve temin etmek için ilk mağazasını İzmir-Konak’ta açmıştı. Sonradan halka açılarak Tansaş adını aldı. İzmir’in ardından coğrafyanın birçok bölgesinde açıldı. Amaç, satıcı fiyatlarının yükselmesini önlemek ve tüketiciye daha uygun fiyatla ulaşmasını sağlamaktı. Belediye ve kamu kuruluşları tarafından yönetilmekteydi.
1976’da Tanzim Satış İstanbul’da, belediye başkanı Ahmet İsvan tarafından kuruldu (aynı şekilde 1977’de fırıncıların fiyat tekelini kırmak için Halk Ekmek kurulmuştu).
1986’da mağaza sayısı 12’ye ulaştı. Aynı tarihte, Tansaş İzmir Büyükşehir Belediyesi İç ve Dış Ticaret A.Ş. kuruldu. 1999’da hisseleri Doğuş Grubu aldı. 2005’te Migros’a satıldı. 2008’de mağaza sayısı 270’ti. Tanzim Satış noktası, süpermarkete dönüşmüştü.
Bu yazı Meydan Gaztesi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.
The post Devletin Görünmez Eli: Tanzim Satış appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Enflasyon Krizinde Kaçıncı Raund – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Rocky filmlerinde önce Apollo Creed’in antrenörü olarak karşımıza çıkan, üçüncü filmin ardından ise Rocky Balboa’nın antrenörü olan Duke Evers’ın dördüncü filmdeki “Acı yok” repliği hepimizin hafızasına kazınmıştır. Rocky ringe çıktığında defalarca tekrarlar Duke: “Acı yok, acı yok, acı yok Rocky…”
Yaşadığımız coğrafyada son süreçte başka bir replik var hafızalarımıza kazınan: “Kriz yok, bizde kriz mriz yok, kriz yok Berat…” Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı bu repliğe rağmen zam üstüne zam, her şeye zam derken enflasyon tavan yaptı. AKP döneminde Aralık 2003’te açıklanan %25,3’lük enflasyondan sonraki en yüksek enflasyon oranı, 2018’in eylül ayında %24,52 olarak açıklandı. Ekonomide hızla durgunluk sürecine giren Türkiye’de kriz olmadığına artık “çocuklar bile” inanmaz hale gelince, yok sayılsa da var olan krizden kurtulmanın yolları aranmaya başlandı.
Yıllardır kendilerinden önce %130 olan enflasyonu tek haneye düşürmekle övünenler enflasyonu düşük, ekonomik gidişatı olumlu göstermek için TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) hesaplama yöntemlerini revizyon adı altında değiştirmiş olmalarına rağmen açıklanan rakamlardan hoşnut değildi. 15 yılın rekorunu kıran Eylül ayı enflasyonunun ekim başında açıklanmasından hemen sonra, TÜİK’in başkan yardımcısı Enver Taştı görevinden alındı, yerine Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Enerji Bakanlığı döneminde birlikte çalıştığı Yinal Yağan getirildi. Enflasyonu, işsizliği ve yoksulluğu düşüremeyenler, TÜİK’in enflasyon rakamlarını açıklayan biriminin başkan yardımcısını “indirdi”. Ancak bu yeterli bir indirim değildi.
Ve Berat Çıktı Ringe
Berat Albayrak, merakla beklenen “Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı”nı 9 Ekim’de açıkladı. Ekonomi çevrelerinin bu programdan beklentisi yüksekti. Bu programda vergilerle ilgili düzenlemeler, ana maliyet girdisini oluşturan dövize dair stratejiler, üretimi artırmaya dönük tedbirler, konkordato furyasını durdurmaya yönelik önlemler vardı. Ama beklenenler olmadı.
2018 sonuna kadar elektriğe ve doğalgaza zam yapılmayacağını, kredi faizlerinde %10 indirim uygulanacağını müjdeleyen ve “mücadeleye katılan” şirketlerin iki ay süreyle asgari yüzde 10 indirim yapacaklarını belirten Albayrak, “Bugün burada büyük bir katılımla başlatacağımız bu topyekün mücadeleye katılacak tüm firmalarımız, belirlenen logo ile birlikte asgari yüzde 10 kampanyasını uygulayacaklarını taahhüt ettiler” dedi. Enflasyon canavarı bu maçta açıklanan taktikle yenilecekti, bekledikleri indirim buydu.
Enflasyonu düşürme maçının en şaibeli kısmı, açıklanan programda öngörülen “kredi faizlerinde yüzde 10 indirim uygulaması”nın nasıl gerçekleştirileceğiydi. Belli ki bankalar bir süreliğine karlarının ufak bir kısmından vazgeçecekler ama bunu hangi yöntemle yapacakları tamamen belirsiz.
Maçlar İçin Bahisler Açıldı
Kimi ekonomistler bu kampanyayla ekim enflasyonunun gerçekten negatif geleceğini, bu yılın ise böylece %20 oranında enflasyonla bağlanacağını iddia ediyorlar. ÜFE %45’e, TÜFE %24’e dayanmışken, neye dayanarak 50 üründe %10 indirimle bunun gerçekleşebileceği iddiasında bulundukları bir merak konusuyken bu iddialar, aymazlıktan ziyade sahibinin sesi olmanın getirisidir. Çünkü Albayrak’ın indirim çağrısı yaptığı ürünlerin çoğu, TÜİK’in enflasyon hesabında kullandığı sepetteki ürünlerdir.
Kimi ekonomistlerin “üstü örtük fiyat kontrolüne geçiş” olarak değerlendirdiği program, Türkiye ekonomisini dışa açık bir ekonomi olmaktan uzaklaştıran bir adım olarak algılandı. Bugün indirim yapan şirketlerin iki ay sonra halktan bunun acısını çıkaracağı da açıkken enflasyonun -kısa süreliğine düşürülse de- yeni yılla birlikte yeniden yükseleceği ve bu yükselişin uzun süreceği bildiriliyor.
Esnafa “Knock Down”*
Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı, şirketlerin nakit akışını bir ölçüde rahatlatıp likidite krizine de engel olma çabası sayılabilir. Başta gıda olmak üzere temel ihtiyaçlara da gelen yüksek zamların ardından bu programla pazarcı ve diğer esnaflara zabıtalar yollanıyor. Zabıtalar bakkal, market, pazar gezip fiyat denetimi yapıyor, zam yapana ceza kesiyor, zam yapmayanı indirime “teşvik” adı altında zorluyor.
En çok zam yapan ve en zengin olan patronlar enflasyonla mücadele toplantılarında boy gösterip %10 indirim şovunun ardından Albayrak’la pozlar verirken esnaf -zamların sorumlusu sadece esnafmış gibi- günden güne zora giriyor. Daha çok zabıta, zamları şikayet etmek için yeni telefon hatları, haftalık pazar ve market denetimleri… Esnafın aldığı bu darbeden sonra ayağa kalkıp kalkamayacağını ise yeni yılda göreceğiz.
İşçi ve Memurlara İlk Raundda “Knock Out”**
Son iki ayda yapılan ve oranları %100’e varan zamların ardından iki ay sürecek %10’luk indirimle enflasyonu düşürme kampanyasının örtük bir hedefi de var. Yıl sonuna kadar enflasyon düşük gösterilecek ki maaş zamlarına, yeniden değerleme oranlarına ve alım garantili işlere fazla artış gelmesin.
İşçi ve memurların yeni yıldaki maaş zamlarının açıklanmasının ardından iki aylık indirim süresi sona erecek ve indirimli fiyatlar sebebiyle maaşlarına cüzi miktarlarda zam alanlar, yeniden zamlanan ürünleri satın alabilmek için iyice darboğaza girecek. Her bir işçi ya da memur özelinde değerlendirildiğinde rakamlar cüzi görünse de maaşla çalışan herkesten elde edilecek kar göz önünde bulundurulduğunda, devletin küçük hesaplar peşinde olmadığı ortaya çıkıyor. Yeni yılla birlikte yoksullar daha da yoksullaşacak; ilk raundda nakavt!
Yoksulsan Maçta “Sakatlanacağına Öl!” Çünkü Sağlık Giderlerini SGK Karşılamayabilir
Enflasyonla Mücadele Programı’ndan hemen önce Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP) kemer sıkma bedelinin altıda birinin sosyal güvenlik alanından yapılacağı açıklanmıştı; 2019’daki 60 milyar liralık kemer sıkma kalemlerinin 10,1 milyar lirasına tekabül eden bu oranla birlikte emekli maaşında düşme, sağlık ve ilaç yardımında kısıtlama gündemleşmişti.
Sağlıkta sıkılan kemer, elbette SGK’yı da güvenli/etkin olan uygulama ve tıbbi malzeme yerine, ucuz ve kârlı olana itecektir. Bunun yanı sıra Genel Sağlık Sigortası olanların bile sağlık hizmeti alabilmek için tamamlayıcı ve destekleyici sağlık sigortası için ek prim ödemesi, katılım payı ve ilave ücretlerin artırılması, yani sağlığın halk için pahalılaşması konuşulanlar arasında. Birçok ilacın ödeme kapsamından çıkarılması, özellikle ithal edilen ve yaşamsal öneme sahip ilaçlara ulaşılamaması kapıdaki sorunlardan. Halihazırda sağlık alanındaki “tasarruflar” kapsamında doktorlara “hayati olmayan ameliyatların ertelenmesi” bildirimleri gönderilmeye başlandı bile.
Türkiye Ekonomisine Doping Üstüne Doping
Dünya Bankası Grubu kuruluşu IFC, 2018 mali yılına ilişkin verileri yayınladı. Bu verilere göre en fazla yatırımını (1.1 milyar dolar) Türkiye’ye yapmıştı. IFC ayrıca Türkiye’de 938 milyon dolar tutarında kısa vadeli ticaret finansmanı temin etmişti. Bu en çok övünülen dopinglerdendi.
ABD ile rahip Brunson krizi ve diğer problemler neticesinde başlayan maçta ise yine çeşitli dopingler aldı Türkiye ekonomisi. Avrupa ile Türkiye arasında göçmen krizinden ekonomik işbirliğine kadar birçok anlaşma olduğu için Avrupa’daki bazı devletlerin yanı sıra Türkiye’yi ABD karşısında müttefik gören kimi Ortadoğu devletlerinden de destek dopingleri yağdı.
Türkiye’nin kendi ekonomisine yaptığı dopinglerin başını ise açıklanan Yeni Ekonomi Programı ile ihracat dopingi, Enflasyonla Mücadele Programı ile piyasaya KDV iadesi dopingi çekiyordu.
Enflasyonla alım gücü eriyen, ekmeği küçülen ve genellikle yetersiz beslenmek zorunda kalan yoksulların bu maçlarda sakatlanma riski oldukça artmıştı. Kemer sıkma politikalarının 2019 yılının başlamasıyla birlikte dayatacağı ise sakatlanmak yerine ölmek; çünkü sakatlananın sağlık giderlerini SGK karşılamayabilir.
Albayrak ve tüm devlet erkanının maçlardan önce doping aldığı ve maçlarda faul üstüne faul yaptığı da, bütün yaptıklarına rağmen diskalifiye olmayacağı da ortada. Ekonomik gidişatın da ezilenlerin durumunun da olumlu bir yanı yok. Ancak yine de umutsuzluğa kapılmamak gerek. Bütün bunlardan kurtulmak aşağıdan yukarıya doğru güçlü bir aparkata*** bakar. Aşağıdakilerin yukarıdakilere savurduğu güçlü bir aparkata. Enflasyon düşürme müsabakaları da indirim maçları da ancak o zaman sona erecek.
*Knock Down: Yumruk ya da yumruk kombinasyonlarıyla yere inen rakibin hakemin 8’e kadar saymasıyla ayağa kalkıp maça devam etmesidir.
**Knock Out (Nakavt): Bir boksörün aldığı darbelerden sonra yere düşmesi ve hakemin 10 saniye saymasına rağmen ayağa kalkamaması durumunda yenilmiş ilan edilmesidir.
***Aparkat: Özellikle rakibin hücumda olduğu sırada uygulanan aşağıdan yukarı doğru vuruş şeklidir.
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.
The post Enflasyon Krizinde Kaçıncı Raund – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Açık, Gizli, Stratejik Zam! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Krizin tavan yaptığı sürece yönelik “bir rahibin etkisinin bu denli olacağı öngörülemezdi” tarzı değerlendirmeler yapılıyor. Söz konusu piyasa küresel kapitalizmle bu kadar ilişkiliyken bunun olacağını öngörmemek neredeyse imkansız. Mesele bir rahibin tutuklanması ve sonradan ev hapsine çevrilen cezasının etkisini tartmak değil; bunun uluslararası siyasi bir denklemde bir etmen olduğunun akılda bulundurulması. Ve evet, herkesin bildiği üzere bu ABD ve TC arasındaki bir siyasi krizin somuta bürünmüş hali. Bu siyasi kriz bir kişinin (belki de çok önemli bir kişinin) tutuklanmasıyla ilişkili değil, gerilme eğiliminde olan ABD-TC ilişkilerinde farklı bir aşamanın başlangıcıyla ilişkili. Özellikle Suriye politikalarında, ABD ve TC stratejilerindeki kopuş bu gerilme eğilimini yaratan etmenlerden.
Bu tarz bir nedenlendirme, iç siyaset-dış siyaset ayrımının her geçen gün ortadan kalktığı bir siyasi konjonktürde her şeyi devlet siyasetine indirgemek gibi görünebilir. Ancak Suriye’ye ilişkin tüm stratejiler ne kadar siyasetle ilgiliyse ekonomiyle de o denli ilgili. ABD-TC geriliminin aynı zamanda, uyuşmayan enerji politikalarıyla da ilgili olduğu açık.
Bu dış dinamikleri böyle ortaya koyduktan sonra şunu vurgulayalım; özellikle Suriye Savaşı öncesi ekonomik durumun olumsuza gittiği düşünüldüğünde, ekonomik kriz savaş politikasıyla ertelenebildi. Her geçen gün narinleşen dengelerde, kriz herhangi bir nedenle belirebilirdi. Küresel kapitalist bir piyasada bu denli yoğun ekonomik faaliyette bulunmakla, dönemin sertleşen dış politik konjonktürü birleştiğinde narin dengelerde cambazlık yapmak sadece maharet gerektirmez; aynı zamanda güçlü bir ekonomik ve siyasal konum gerektirir. TC’nin konumu bu durumu karşılamaya yetmedi. Rahip Brunson üstünden yaşananlar, gerilimin kopma noktası oldu.
Bunun sonucunda, geçtiğimiz yıl başında 3,78 liradan işlem gören dolar Ağustos ayının ilk günlerinde 4,90’lı rakamlara ulaştı. Brunson Vakası’yla 6 lirayı aştı. 13 Ağustos’ta en yüksek seviyeye yani 7,23’e ulaştı. 2018’in başından bu yana TL %45 değer kaybetti. Sonuç, ekonomik krizin belirgin bir hale bürünmesi…
Ekonomik kriz söz konusu olunca enflasyonun adını anmamak olmaz. Enflasyon tüm fiyatlarda yaşanan yükseliş anlamına gelmektedir. Hemen hemen her ürünün zamlandığı düşünüldüğünde enflasyon da hiç olmadığı kadar gündeme geliyor.
Bu, şu demek; her şey pahalılaşıyor.
Açık açık yapılanlardan sanki hiç yapılmamış gibi gizliden, o ürünün gramajını düşürerek yapılana değin artık birçok zammın hayatımıza sokulduğunu biliyoruz. Zam haberlerinin gündemin ilk sırasını aldığı bugünlerde, açıklanmadan yapılan zamlara gizli zam denildiği de görülmekte. Bu tür haberler daha çok yüksek gelen fatura bedellerinin açıklanamadığı, herhangi bir zam haberinin de bilinmediği durumlar için söz konusu olmaktadır. Belirtmek gerekir ki zam yapılması için ekonomik kriz olması da gerekmez, iktidar gerektiğinde ekonomik olmayan nedenlerden de zam yapabilir.
Açık Zam
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan rakamlara göre tüketici enflasyonu, Ağustos ayında %17,90 ile son 14 yılın zirvesini gördü. Aylık olarak ele alındığında en çok yükseliş yiyecek sektöründe yaşanırken tek düşüş yakın zamanlarda konkordato ve iflas haberleriyle gündeme gelen giyim ve ayakkabı sektöründe yaşandı. Sonuç olarak tüm ürünlerde genel yükseliş oldukça artmış durumda ve enflasyon önümüzdeki sürece damgasını vuracak.
2018 içerisinde, farklı kalemlerde ürünlere birkaç kez zam yapıldı. Özellikle konut kullanımı, doğalgaz ve elektrik bu tarz ürünlerden. İkisi birbiriyle iç içe, çünkü Türkiye’de elektrik üretiminin %37’si doğalgazdan yapılıyor. 2018 nisanında doğalgaza %9,7 lik zam yapılmışken rahip krizi sonrası ağustos ayında %9 ve eylül ayında da yine %9’luk bir zam gerçekleşti. Sene başında %8 zam yapılmasına karşın elektrik de doğalgaz zamlarından etkilendi ve aynı aylarda önce %2,89, sonra %9 ve en son %9-14 oranında zamlandı.
Doğalgaz ve elektrikten sonra fiyat artışına en çok bakılan ürün akaryakıt. Üçü de farklı sektörel üretimlerin en önemli girdilerinden. Akaryakıta zam en belirgin haliyle ağustos ayında yaşandı; 30 ila 50 kuruş arasında bir zam yapıldı. Aslında ağustosa kadar da birçok zam yapılmış olmasına rağmen, vergi oranları düşürülerek pompa fiyatlarında dengeleme yapılıyordu. Krizin en belirgin hale geldiği ağustos ayında, bu dengeleme yetmemiş olacak ki akaryakıtta ek zamma gidildi.
Ekmek fiyatlarına yönelik zam, temmuz ayından bu yana gündemde. %15’lik zam, “devlet büyüklerinin” telkinleriyle bir anda uygulanmasa da, farklı şehirlerde ekmek zammı yürürlüğe konulmuş vaziyette. İlaçlara %2,5 zam, sadece doğrudan ilaç alımını değil hastane masraflarını etkiledi. Alkollü ürünlere yapılan, yıl içerisinde 3 seferde olmak üzere toplam %25’lik zamla, en çok zam yapılan ürün alkollü ürünler gibi gözükse de; Karayolları Genel Müdürlüğü’nün otoyol ve köprü ücretlerine %10 ila %25 arasında ağustos ayında yaptığı tek seferlik zam, diğer zamlar arasında kendini görünmez kılmayı başardı.
Yıl boyunca 3 kez zam yapılan yem fiyatları da, ithal ette şarbon gündeminde fırsatçılık olarak değerlendirilen yerli ete yönelik zam da açık zamların bir başka boyutunu anlamak açısından önemli: stokçuluk.
Ürünü ucuz haliyle stoklayıp piyasadaki fiyat artışlarıyla paralel bir şekilde pahalıya satmak özellikle böyle kriz anlarında sık rastlanan durumlardan. Böylelikle ucuza almış olsa dahi, genel fiyat arttırma eğiliminde, yapılan zammı görünmez kılmaya çalışmak tam bir fırsatçılık. Büyük şirket, küçük şirket farketmeden kriz dönemlerinde başvurulan bu stokçuluk yöntemi krizi fırsata çevirmeye çalışan tam bir kapitalist refleksi.
Gizli Zam
Ana gündem ekonomik kriz olduğunda, sokaktaki gündem de kriz oluyor. Krizle ilgili konuşulan ekonomik ayrıntılar gündelik jargonumuza girmiş durumda. Girmesi gayet doğal, çünkü bu zamların doğrudan muhatabı ezilenler.
Jargonumuza girmiş zam çeşitlerinden bir başkası, gizli zam. Stokçulukta olduğu gibi süreci fırsata çevirmek için, tüketiciye hissettirilmeden yapılan zamlardan. Zam yapılmasının herhangi bir şekilde tepki alabileceği düşünüldüğünde uygulanan bu yöntemde, tüketici dikkatli birisi olmadığı takdirde zammın fark edilmesi zordur. Bir ürünün fiyatını değiştirmeden, gramaj oynamalarıyla, tüketicinin daha az miktara aynı parayı vermesini sağlayan gizli zam, özellikle market raflarında gıdadan temizliğe farklı sektör ürünlerinde başvurulan bir yöntem.
Gizli zammın ne kadar kullanıldığıyla ilişkili yakıcı bir örnek yakın zamanda Ankara’da ASKİ tarafından başlatılan yeni bir uygulamayla kendini gösterdi. Hane su tüketimi hesaplanırken 1 aylık zaman dilimi değil de 39 günlük bir zaman dilimi üstünden hesabın yapılmaya başlandığı açığa çıktı.
Durum o kadar vahim ki Ticaret Bakanlığı şikayetlerden dolayı denetleme birimleri kurmak zorunda kalıyor. Denetimler sonucu ortaya çıkan tabloda 680 ürünün gramajıyla oynandığı ve 1296 üründe haksız zam yapıldığı görülüyor.
Örneğin, 1 liraya satılan ay çekirdeği daha önce 75 gramken şimdilerde 40 gram olarak satılıyor. 1 litrelik salça hem 830 grama düşmüş hem de fiyatı artmış durumda. 1000 gramlık beyaz peynir paketleri aynıymış gibi görünen 900 gramlık paketlerde satılıyor. 5 litrelik sular artık 4 litre; 300 gramlık bisküviler 240 gram; 800 gramlık sabunlar 600 gram ve fiyatları yüzde yüz artmış vaziyette, 6 kg’lık bulaşık deterjanları artık 4 kg olarak satılıyor. Bunlar gizli zam yapılan ürünlerin ufak bir kısmı.
Stratejik Zam
Ekonomik kriz, enflasyon, zam… Tüm bu hengame içinde yaşamlarımızı idame etmeye çabalarken konuşmayı atladığımız bir kısmı göz önünde bulundurmaya açık bir şekilde ihtiyacımız var. Yazının başında da zamlara ilişkin ayrımları ortaya koyarken şunu açık bir şekilde belirttik. İktidarların zam yapmak için ekonomik krize ihtiyacı yoktur. Bunun anlamı nedir? Zam denilen şeyin sadece ekonomik bir denklem içerisinde düşünülemeyeceğidir.
Mevcut krizin kendini yoğunluklu hissettirdiği dönemde, kağıdın pahalılaşmasıyla orantılı olarak birçok yayınevinin ve gazetenin yayınlarını basamıyor oluşu gündeme gelmişti. Doların lira üstündeki değerinin artması ve kağıdın ithal edilmesiyle ilişkilendirilen durum, arkasında devletin yayıncılık stratejilerine ilişkin uzun bir tarih saklıyor. Devletlerin böyle dönemlerde muhalefetin “yıpratıcı” etkisinden kurtulmak üzere gözden çıkardıkları bu sektör aracılığıyla -ekonomik kriz yaşansın ya da yaşanmasın- stratejik olarak yayınların iktidara uyumlulaştırılması hedefleniyor.
Alkol ürünlerine sene içerisinde yapılan 3 ayrı zammı diğer zamlardan ayıran stratejik yan ise, bunun “makbul” olmayan bir yaşam tarzıyla ilişkili oluşu. Özellikle iktidarın dinsel değerleriyle uyumlu olmayan buna benzer ürünler üzerindeki fiyat politikasıyla terbiye edilmeye çalışılanlar, dolaylı olarak dayatılan hakim kültürün bir parçası olmaya zorlanıyor.
Ekonomik bir denklemin belki de dolaylı birer parçası konumunda bulunan bu iki örnek, zamların devletin işine başka şekillerde de yaradığını görmek açısında önemli.
Zamlar arttığından beri böyle süreçlerin toplumsal kırılmalara yol açabilecek zamanlar olduğunu söyleyenler, iktidarı devirmek için elverişli olduğunu yazanlar bir noktayı gözden kaçırıyor. Zam halinin toplumda yaratacağı etki, öngörüldüğünün aksine her zaman toplumsal bir isyana yol açmayabilir. Bu durumlarda toplumsal reaksiyonlara baskın siyasal kültür ya da popülist açıklamalar yön verebilir. İçinde bulunduğumuz dönemde devletin OHAL gibi baskı, medya gibi manipülasyon ve gündem belirleme aygıtlarına sahip olduğunu düşündüğümüzde, toplumsal reaksiyonun değil iktidara karşı bir isyana dönüşmesi; tam tersi bir mobilizasyona açık olduğunu görmek gerek. Zammın stratejik kısmı yoğunluklu olarak burayla ilişkili. Kriz döneminde işinden atılma korkusu yaşayan bir işçinin daha yoğun ya da daha az ücrete çalışmayı kabul etmedeki psikolojisi ne ise, toplumsal anlamda içinde bulunulan konumu muhafaza etmek adına katlanabilirlik kapasitesinin artması da bu durumla ilişkilidir. Hatta böyle durumlarda manipülatif nedenlendirmelerle milliyetçilik, ırkçılık, dincilik körüklenebilir. Ekonominin kötüye gittiği zamanda işsizliğin temel nedeni olarak gösterilen Suriyeli göçmenler ve onlara karşı girişilen linç, işte bu tarz bir stratejinin sonucu olarak işlemişti. İktidara karşı ses çıkaran farklı kesimlerin bir şekilde ABD-AB ile ilişkilendirilmesi ve bunun üstünden vatan hainliği kampanyalarının başlatılması, yerli ve milli ekonomiye yönelik komplo girişimleri olarak “kriz söylemi”nin yükseltiliyor olduğu iddiası bile sadece krizden kurtulmanın yollarını ararken bir oyalama taktiği olarak görülemez. “Böyle bir süreçte muhalifleri de aradan çıkaralım.” anlayışının bir parçasıdır bu.
Açığı, gizlisi ya da stratejiği fark etmeksizin zamlar, ezilenleri ekonomik ya da siyasi açıdan baskı altında tutmaya yarayan uygulamalardır. Bu süreçler muhakkak ki önemli süreçlerdir. Bu durumu bir fırsata dönüştürüp popülist söylemlerle geçici değişiklikler yaratabilmek için değil. Bu durumlarda açığa çıkan toplumsal ya da ekonomik ihtiyaçlara çözüm yaratmaya yönelik çabaları daha hızlı ortaya koymak adına önemlidir. Bu yaşamsal örgütlenme gerçekleşmeksizin girilecek bir politik macera bizi en fazla yerel seçimlerde kullanılmak üzere bekletilecek bir politizasyona sürükleyecektir.
Kriz anlarında bir toplumsal devrim fikri, ancak ve ancak o ana gelene kadar toplumda örgütlenerek, yeni siyasal ve ekonomik yapılar oluşturarak gerçekleşebilir.
The post Açık, Gizli, Stratejik Zam! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ekonomide “Karar Anı” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Metaforlar kullanmak anlatımı kolaylaştırır, etkileyici olur. Bu nedenledir ki devlet yöneticileri de metaforları sıkça kullanmaktadır. Yöneticiler, güçlü olduklarında “ayaklar baş olamaz” gibi meydan okuyucu; kriz dönemlerinde ise “hepimiz aynı gemideyiz” gibi popülist, beylik cümlelere başvurur. Şimdi hep birlikte, yöneticilerin bu metaforlardan ikincisini kullandığı, güçlü olduğunu söyleyip tedirgin olduğu bir dönemi, “ekonomik kriz” dönemini yaşıyoruz.
Döviz kurlarının oranı, enflasyonun- işsizliğin yükselip yükselmeyeceği, hangi ürünlere ne kadar zam geldiği, hangi ürünlere gelebileceği… Bugünlerde sıkça sorulan ve belirsizliğini koruyan meseleleri oluşturuyor. İç ve dış siyasi gelişmelere, ekonomik politikalara ve piyasa hareketlerine bağlı bu belirsizlikler günler geçtikçe yeni soru ve sorunlarla büyüyor.
Adı Konulmamış Kriz
Kriz, teknik olarak, iki veya daha fazla çeyrek periyotlarda (6 ay ve üzeri) üst üste yaşanan ekonomik daralma şeklinde tanımlansa da TC ekonomisinde yaşanan kötü gidişatın bir kriz olarak sınıflandırılmamasında TÜİK’in ekonomik verilere ilişkin istatistiklerde hesaplama değişikliğine gitmesi ve borçlanmayla birlikte gelişen balon büyüme rakamları etkili. Her ne kadar inkar edilse de var olan ancak adı konulmayan (kabullenilmeyen) bu kriz, gün geçtikçe gözle görünür hale geliyor.
2013’ten bu yana yaşanan, Taksim Gezi Direnişi’nden 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına, şehir savaşlarından darbe girişimine, Suriye topraklarında yapılan saldırılardan ABD ile yaşanan Halk Bankası, S-400 füzeleri ve papaz krizlerine kadar pek çok gelişme, siyaset ve ekonomi arasındaki ilişkinin girift bir hal aldığı günümüzde, TC’nin ekonomik gidişatının siyasi temellerini oluşturuyor. Üretimin ithalata bağımlılığı, ABD’nin 2013’te faizleri arttırmasına rağmen TC’nin (enflasyonu ve işsizliği düşük seviyede tutarak popülist politikalar yürütebilmek için) düşük faizde diretmesi, şirketlerin dövizle borçlanması, alınan borcun ağırlıklı olarak inşaat sektörüne yönlendirilmesi ve global fonların TC’den çekilmesi ise krizin ekonomik temellerini kuruyor.
Uzun bir dönemde pek çok siyasi ve ekonomik nedene bağlı bir biçimde temellenen, fakat kısa bir sürede etkisini oldukça fazla hissettirmeye başlayan krizin, nasıl ve ne kadar süreceği belirsizliğini koruyor. Ekonomik krizler -farklı coğrafyalarda ve zamanlarda da deneyimlendiği üzere- ekonomik ve siyasi büyük değişimlere neden olabildiği için krizin etkilerinin ortaya çıktığı ilk dönemi iyi gözlemlemek gerekiyor.
Kriz Büyüyor Endişe Sürüyor
Papaz kaynaklı dolar krizi ya da sadece ekonomik nedenlerle gelişen bir belirsizlik hali olarak tanımlanamayacak krizin etkilerini hep birlikte yaşıyoruz. Kriz, Ağustos ayında aniden yükselen döviz kurları ve TL’de %24.6’lık değer kaybı ile ciddi bir gündeme dönüşerek konuşulmaya başlanmıştı. Şimdi ise tuvalet kağıdından şalçaya kadar pek çok farklı ürüne, elektrik ve doğalgaz fiyatlarına gelen büyük zamlar, Ağustos ayına ait açıklanan %17.9’luk enflasyon oranı* ve son olarak %6.25 oranında gerçekleştirilen faiz arttırımı, krizin özellikle yoksulların yaşamlarını etkileyecek şekilde büyüyeceğinin sinyallerini veriyor.
Siyasi iktidar, “kriz, mıriz yok” söylemleriyle kriz yokmuş gibi davransa ve yaşananları son dönemde ABD ile yaşanan gerilimlere, dış güçlere bağlasa da aynı zamanda krizin ciddi olduğunun farkında olarak önlemlerini almaya çalışıyor. Hiçbir derde deva olmayacak Yeni Ekonomi Programı açıklanırken bakanlıklar tarafından sanayicilere destek ve önlem paketleri hazırlanıyor. Devletin önlemleri, krizin nedenlerini ortadan kaldırmak yerine krizi kabullenilebilir bir seviyede tutmaya odaklanıyor.
Kriz: “Karar Anı”
Kriz kelimesinin kökenine baktığımızda, kelime Eski Yunanca’da karar verme filinden türeyerek “karar anı”nı tanımlıyor. Şimdi devlet de bir kararın eşiğinde. Vereceği kararla piyasaların gidişatını etkileyecek ama köklü bir değişiklik sağlamayacak olan hükümet, ekonominin gidişatını iktidarını kaybetmeyeceği bir zeminde tutma niyetinde.
Bu amaçla, toplumun büyük bir çoğunluğu geçimini sağlama derdinde iken patronların ve şirketlerin yöneticilerinin de kar oranlarının düşmesi, zarar etme ya da iflas etme tedirginliğini yaşadıkları gündem ediliyor, şirketlerin art arda konkordato (iflas anlaşması) açıklaması üzerinde duruluyor. Gemi metaforu tam da bu sebepten, “ekonomik gidişat her kesimi etkileyecek” söylemi üzerinden kullanılıyor. Fakat patronlar, büyük zararlar etseler de hükümet tarafından kollanacaklarını ve kayırılacaklarını biliyorlar ya da kayırılabilmek için gidişata yönelik tartışma açmıyorlar. Bu sebeple de koca koca şirketlerin sahipleri “üniversitede bir ara (ekonomi) dersini almış” bir bakana (damada) güvendiklerini açıklıyor.
Kısacası, devletin kurumları krizin maliyetini çıkarmanın kısa, orta, uzun vadede ekonomide kim zararlı çıksın kim çıkmasın, kimi bu krizden kurtaralım kimi kurtarmayalım hesaplarını yapıyor; her olumsuz duruma karşı yeni “kararlar verme”ye çalışıyor. Fakat, aslında krizi tümden çözecek kararları, bütün “zenginliğin” gerçek yaratıcıları oldukları halde kriz dönemlerinden en çok etkilenenlerin, yani biz ezilenlerin vermesi gerekiyor. Ve bizim kararımız: “Krizi yaratan tüm mekanizmaları yok etmek ve üretimde, dağıtımda, yaşamı ilgilendiren her alanda tüm kararları kendimiz vermek.”
*Gazetemizin matbaada olduğu sürede Eylül ayı enflasyonu % 24,52 olarak açıklandı.
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Ekonomide “Karar Anı” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post KRİZE KARŞl PAYLAŞMA VE DAYANlŞMA appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
1 Mayıs 2012 tarihinde, 26A Kolektifi Taksim’de bulunan işçilere 5 bin adet sandviç dağıttı.
Olmayan Kriz
Kabine üyeleri aralarında söz birliği etmiş. Kimse ağzına kriz kelimesini almıyor. Tayyip Erdoğan öyle buyurduktan sonra ters de düşmek istemiyorlar. Kişisel gelişim kitapları gibi; olumlu düşünürsen olumlu olur! Eğer kriz yok dersen kriz olmaz. Ya da söylem politikası; söyleme döküp var olmasını istemiyorlar! Medya aracılığıyla krizi oldurmamaya çalışıyorlar!
Eğer para biriminiz bir yıl içerisinde %45 değer kaybediyorsa; %17.9’luk enflasyon, %6.25 faiz artırımı, %15’e varan işsizlik oranları ortaya çıktıysa; farklı ürünlerde değil fiyat artımı yaşanması, gizli stratejik “zam sanatları” oluşturuluyorsa; başkanın damadı Hazine Bakanı ara ara çıkıp kısa, orta ve uzun vadeli programlardan bahsediyorsa; kemer sıkma politikalarının yönetilmesi için Maliyet ve Dönüşüm Ofisi kurulmuşsa; ABD kaynaklı olduğu iddia edilen krize, yine aynı kaynaklı ekonomik danışma şirketi McKinsey ile çözüm aranıyorsa; iş yeri kapatmalar, işten atılmalar, ücretlerdeki genel düşüş artmışsa; ekmekten domatese, elektrikten doğal gaza fiyat değişiklikleri sadece bizi şaşırtmakla kalmıyor ihtiyaçlarımızı karşılayamaz bir duruma geliyorsak… O zaman kriz var demektir. Termodinamiğin birinci yasası; enerji yoktan var edilemez, varsa da yok edilemez! Tüm bu somut verilerle, krizin olmadığını iddia edenler var olanı yok etmeye çalışıyorlar.
Daha geçen yıl protesto için dolarlarını yakanlar ya da iphone’larını kıranlar, bugün bu gelişmeleri sessizce izliyor. Ne oldu da ekonomimizi bir ABD şirketine devrettik diye de sormayınca kriz olmayıveriyor!
Ama gerçek ekonomik durum hiç de öyle parlak değil. Kendini ekonomide de tek güç olarak belirleyen Erdoğan, varlık fonuna da kendini başkan olarak atayarak günü kurtarmaya çalışıyor. Sıcak para gelmesi uğruna Venezuela ve Katar gibi ülkelerle ilginç ilişkiler geliştirmesi de, imar barışı bahanesiyle ev sahiplerinden gelecek paraya gözünü dikmesi de bundan.
Son seçimler öncesi her bir oyun peşine düşerek “kardeşinizi destekleyin, görün dövizin faizin halini” diyen Erdoğan, şimdi içine girdiği durumdan nasıl çıkacağını düşünüyor. Bugüne dek olduğu gibi şimdi de ekonomideki kötü gidişin kabahatini hep başkalarına yüklüyor. Böylece bir taşla iki kuş vurmanın hesabını yapıyor.
Oysa olmadığı iddia edilen kriz bırakalım teğet geçmeyi, tam da 12’den hedefini vuruyor. Çünkü bu sistem, ithalatı artırarak dış borcun daha da kabarmasına yol açan, para politikalarındaki uygulamalarıyla dövizin değerini iki katına çıkaran, rantçıya ve köşe dönücüye teşvik veren bir sistem, bu sistem kapitalizm.
Krizden ve Kapitalizmden Çıkış: Yeni Bir Ekonominin Şimdi Yaratılması
Küresel bir kapitalist sistemde, küresel ölçekte bir güce sahip olanların ve sermayeye sahip olanların ezilenlere dayattığı toplumsal bir gerçeklik olarak kriz; ezilenler için işsizlik ve yoksulluk anlamına gelir. Bu yüzden de yoksulluktan, ezilmekten ve krizden kurtuluşun yöntemi kapitalizmden kurtulmayı gerektirir.
İşte bu bağlamda, farklı farklı coğrafyalarda ve dönemlerde ekonomik krizlere karşı kolektif çabalarla gerçekleştirilen yeni ekonomik işleyişler, sadece ekonomik krizin etkilerine karşı değil, tüm bu krizlerin sebebi olan kapitalizmin var olmadığı bir dünyayı yaratmak adına da önemlidir.
Ekonomik krize, kapitalizmin sömürü, yoksulluk ve katliam sistemine karşı uygulanan, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması gereken, kolektif işleyişe sahip pek çok ekonomik çaba bulunmaktadır.
Yerel üretici birliklerinin, gıda topluluklarının, kentlerde üretim ve tüketim kolektiflerinin, kooperatiflerinin kurulması ve bu toplulukların aralarında oluşturdukları ağlarla dayanışmacı ve kolektif bir şekilde üretim ve dağıtım ilişkilerinin yeniden biçimlendirilmesi bahsedilen ekonomik çabalara en önemli örneklerdendir. Bu yollarla rekabete ve kar etmeye odaklı bir ekonomi yerine paylaşma ve dayanışmaya dayalı, ihtiyaçların giderilmesine odaklı bir ekonomik işleyişin kuruluşu sağlanabilir.
Tüketim ağlarını ve bütçelerini ortaklaştırmak, yerellerde dayanışma ilişkileri geliştirmek, bütünlüklü bir mücadele hattı kurmak ve yaşamlarımızı dönüştürmek, alternatif üretim-tüketim ilişkilerinin oluşturulması, yaşamla iç içe oluşturulacak yaşamsal bir kültür aracılığıyla kapitalist ve devletli ilişkilerin yıkıcılığından kurtulmak.
Tüm bu alternatifler, mevcut ekonomik krizlere karşı çözüm için birer ihtiyaç olduğu gibi, kapitalizmden çıkışın ve yeni bir toplumsal yaşamın örgütlenmesinde uygulamamız gereken yöntemlerdir.
Mülkiyete ve Otoriteye Dayalı Tüm Mekanizmalara Karşı Örgütlenmeliyiz!
Tabi ki kapitalizmin etkilerinden kurtulmak ya da kapitalizmden çıkış, sadece alternatif ekonomik çabalar üretmekle gerçekleştirilemez. Kapitalizm özgür bir dünyanın önünde engel olan iktidarın biçimlerinden biri olduğu için, kapitalizmden kurtulmayı istemek, diğer tüm iktidar biçimlerine karşı doğrudan politik faaliyetler yürütmeyi de gerektirir.
Bahsedilen politik faaliyetler, giderek yaklaşmakta olan, tüm toplumu -sistemin tamamına karşı çıkma konusunda- pasifize eden (yerel) seçimler değildir. Sözü edilen, sistemi doğrudan hedef alan faaliyetlerdir. Bu alternatif ekonomik işleyişleri güçlendirecek, toplumsallaştıracak, diğer tüm alanlarda gerçekleşen sosyal ve siyasal krizlere direniş gösterecek, bu krizlere çözüm olacak ve sistemin kendisine karşı verilecek bir bütünlüklü mücadeledir. Bu bütünlüklü mücadele de tüm iktidar biçimlerine karşı örgütlenerek gerçekleştirilebilir.
İçerisinde bulunduğumuz ekonomik, siyasi ve toplumsal durum oldukça belirsiz. Ekonomik krize dair konuşulanlar ya da tartışılanlar ört bas edilmek istense de; ekonominin yakın bir zamanda daha büyük sorunlarla karşılaşacağı aşikar. Hazırlıklı olunması gereken şey, devlet ve kapitalizm dışı bir ekonomiyi kolektif bir şekilde oluşturmanın koşullarını hazırlamaktır. Bu hazırlık, devletin yapay gündemleri dışında, toplumsal muhalefetin örgütlemesi gereken bir süreçtir. Paylaşma ve dayanışma ilişkilerini örgütsel düzeyde somutlaştırmak ve toplumsallaştırmak gereklidir.
Bizleri bir arada ve ayakta tutacak olan öz-örgütlülüğümüzden başka güvenebileceğimiz hiçbir şey yok. İktidarlar “kriz yok” yalanıyla bizleri bir krizin en derinine sürüklerken; patronlar krizden pay kapmaya ve daha da zengin olmaya çalışırken; yapabileceğimiz tek şey yüzümüzü birbirimize dönmektir; dayanışmayı örgütlemektir.
Devletlerin tarih boyunca yarattıkları ekonomik krizlere karşı yaşamanın ve krizden kurtulmanın yolunu yeni bir ekonomik model yaratmakta bulan farklı deneyimlerde olduğu gibi; yapmamız gereken bizleri özgürleştirecek ve kapitalist krizin sıkışmışlığından çıkartacak olan üretim-dağıtım-tüketim kolektiflerini, öz-örgütlülükle oluşturulmuş atölyeleri ve kooperatifleri, paylaşma ve dayanışma temelli ilişkilerle bugünden yaratmaktır.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post KRİZE KARŞl PAYLAŞMA VE DAYANlŞMA appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dolar ve Euro’ dan Rekor Üstüne Rekor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’de oynak gıda ve enerji fiyatlarının yansıtılmadığı “çekirdek enflasyon”un nisan ayında aylık yüzde 0,1 ve yıllık yüzde 2,1 ile beklentilerin altında kalması, ABD Merkez Bankası’nın (FED) da faiz artışını hızlandırmak yerine “kademeli artış” sinyalleri vermesi piyasalardaki avro/dolar paritesini ve Tc’deki döviz kurunu da etkiledi.
Sabahın erken saatlerinde dolar kuru 4,35 TL’nin üzerine çıkarken, avro ise 5,20 seviyesini görerek kendi rekorunu kırdı.
The post Dolar ve Euro’ dan Rekor Üstüne Rekor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ekonomi Balonu Zamlarla Patladı – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bizim bu grafiği oluşturduğumuz sürede benzine 2 kez zam yapıldı. Son iki ayda toplamda 4 kez benzine zam geldi. Benzine gelen zamlar dolaylı olarak diğer ürenlere zam olarak yavaş yavaş yansıyor. Bizler de yaşamlarımızda çok sık duyduğumuz vergileri, zamları anlaşılır bir şekilde yazmak istedik. Tabi ki karşımıza çıkan tablo çok karamsar oldu. Ne yapacağız sorusu sizler gibi bizlerin de kafasında oluştu. Ama cevap bulmak çok zor değil. Biraz bir araya gelmek, örgütlü hareket etmek gerek sadece. Ondan sonra kapitalizmin krizlerinin üstesinden gelmek kolay. En azından bunu birlikte çabalayabiliriz. Birlikte kapitalizmin sömürüsüne karşı kooperatifler, kolektifler oluşturabiliriz.
Vergi borçlarını ödemeyen ilk on patronun toplam borcu 10,4 milyar TL
Bir sinema biletinin; Eğlence Vergisi, Türk Hava Kurumu Payı, KDV ile Bilet bedelinin %17’si vergidir.
2017’nin ilk 10 ayında tahsil edilen toplam vergi geliri 431 milyar TL
Bunun 235,4 milyar TL’lik kısmı sadece ÖTV ve KDV’den oluşmakta!
Bir cep telefonu gümrük girişi 1.000TL 100TL TRT Payı – 275TL ÖTV – 248TL KDV – Telefon 1623 tl ile satışa sunuluyor.
2017’de Patlıcana %23,10, Nar’a %20,62, Salatalık’a %15,15, Yumurtaya %10, Balık’a %8 (Deniz balığı azaldı, çitlik balıkları çoğaldı)
Trafik cezaları, cep telefonu vergileri, ehliyet ve pasaportlar %14.47 oranında zamlandı.
Cep telefonundan alınan Özel İletişim Vergisi 47.7 liradan 54.6 liraya, B sınıfı ehliyet harcı 418.3 liradan 479 liraya, 1 yıllık pasaport harcı 169.5 liradan 194 liraya çıktı.
1lt benzin 5.57’dir. Bunun 0.85 TL’si KDV, 2.37 TL’si ÖTV 1 litre benzine ödenen vergi 3.22 TL
Yani satış fiyatının %58’i vergidir.
Boğaz köprülerinden otomobil geçiş ücreti 7 TL’den 8,75 liraya çıktı.
Sanayi elektriğinde TRT payı %0
Herkesin kullandığı cep telefonunda TRT payı %10
Bir asgari ücretli 1.6 motor “0” bir otomobil alabilmek için; Türkiye’de 111 ay çalışmak zorunda 58 ay araç 53 ay vergisi için
Gümrük girişi 26.500 TL olan Türkiye’deki en ucuz 1.6 otomobil;
TRT payı 106TL – ÖTV 11.972TL – KDV 6.945TL – Tescil 650TL – MTV 1.035TL – Toplam vergi 20.708TL – Bayî kârı hariç fiyat 47.208TL
Çevre Temizlik Vergisi her 1 metreküp su tüketimi için 28 kuruştan 32 kuruşa çıktı.
Emlak vergisi %7.25 zamlandı.
Motorlu Taşıtlar Vergisi yeni yılda%15 ve % 25 zamlandı.
Avrasya Tüneli’nde otomobiler 16,60 TL’den 21 TL’ye, minibüsler için ise 24,90 TL’den 31,50 TL’ye
Enflasyon: Elindeki 3,5 tl ile aldığın 2 kilo patatesi bir sonraki yıl 4 tl ye alıyorsan bu enflasyonun arttığını gösterir. Enflasyon oranı belli başlı ürünlerdeki fiyat artışlarıyla hesaplanır.
Son 10 yılın Enflasyon Oranı
-SGK bir çalışanın diş implant tedavisini karşılamaz. Ama bir vekilin ücretsiz 8 diş implant hakkı vardır.
-12kg bir mutfak tüpü satış fiyatı 92 TL
Bunun; -ÖTV’si (1,77×12) = 21,24 TL KDV’si = 6,81TL
Yani satış fiyatının %31’i (28,05TL) vergilerden oluşmaktadır.
-Bir gemi alırsanız %1 KDV öder, motorini litresi 2,89TL’den alırsınız.
Bir traktör alırsanız %8 KDV öder, motorini litresi 5,03TL’den alırsınız.
ASGARİ ÜCRET
2018 aylık kazancı 2.029TL |
-304TL Sgk primi |
-259TL gelir vergisi |
-15TL damga vergisi |
Agi hariç net asgari ücret 1.451TL |
Agi dahil 1.603TL |
2018 yılından itibaren 1 yılda işçiden kesilen |
-3.652TL Sgk |
-3.104TL Gelir Vergisi. (agi hariç) |
-185TL Damga Vergisi olmak üzere 6.941TL’si kesilecektir. |
Harcama vergileri hariç 365 günün 104 günü Vergi-Sgk için çalışılacaktır. Harcama vergileri eklendiğinde bir işçi 365 günü 194 günü vergiler ve Sgk için çalışacaktır.
Su Faturası
M3 fiyatı belediyelerin keyfine göre belirlenir.
Vergisinin belirli bir oranı yoktur.
Doğalgaz Faturası
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.
The post Ekonomi Balonu Zamlarla Patladı – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ekonomik Krize Afrin Tamponu – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>3. çeyrekte “%11 büyüme”nin gerçekleştiği 2017 yılının ardından Afrin saldırısı, erken seçim iddiaları, zamlar, düşürülemeyen işsizlik ve enflasyon gibi olay ve olgular 2018 yılında TC ekonomisi için ne anlama geliyor?
Ekonomik verilere biraz baksak yukarıdaki sorulara ve arttırabileceğimiz benzeri sorulara ilişkin birkaç öngörüde bulunabiliriz.
“2017’de Ekonomi Büyüdü!”
Ekonominin gidişatına yönelik önemli göstergelerden biri kuşkusuz GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla)’nin artışı, yani büyüme oranıdır.
2017 yılının 3. çeyreği ile ilgili olarak TÜİK tarafından açıklanan %11’lik büyüme, TC’nin ekonomi gündeminde ilk sırayı aldı. Bu oran iktidar partisine bir propaganda aracı sağlamasının yanında, başka tartışmalar da yarattı. Geçtiğimiz günlerde de (İstanbul Sanayi Odası verilerine göre) imalat sektöründe ve (Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin açıkladığı verilere göre) Ocak ayının ihracat rakamlarında artış gözlendiği haberleri yayınlandı.
Fakat AKP’lilerin abartarak kutladıkları bu “balon büyüme oranları”nın gerçekliğine de bakmak gereklidir. Çünkü bu oranın konuşulduğu dönemden bugüne açıklanan başka ekonomik veriler, büyümenin dengesizliğini ortaya koyuyor. İktidar tarafından her zeminde gündem edilen bu “büyüme”, pek çok siyasi ve ekonomik gerçeğin üzerini de örtüyor.
Yayılan “ekonominin iyiye gidiyor olduğu” yalanının siyasi bir motivasyondan daha fazla anlamının olup olmadığı da tartışılanlar arasında. İktidar partisinin aldığı oy oranlarının ekonomik büyümeyle paralel bir şekilde arttığını öne süren düşüncelere göre AKP, ekonominin tekrar büyüyeceği düşüncesi ve Afrin saldırısıyla arkasına aldığı milliyetçi dalgayla birlikte seçimleri erkene çekmek isteyebilir.
İhtimal dışı gözükmeyen erken seçimin nedeni olarak görülen “ekonominin büyüdüğü” söyleminin doğruluğunu, diğer ekonomik verilerle birlikte değerlendirmek gerekir.
Ekonomik Kriz Göstergeleri
“Avrasya Tüneli Geçiş Ücretlerinde Güncelleme” ve bunun benzeri başlıklarla ATV, Akit gibi iktidar yanlısı medyaya ait haberlerde sıkça karşılaşır olduk. Büyüme haberleri verildikten sonra ekonomiye dair olumsuzlama yapılamayacağı için zam haberlerini “güncelleme” diye sunmak, iktidar yanlısı medyayı komik duruma düşürdüğü gibi ekonomik duruma dair bir veri de sağladı.
Pek çok ürüne zam geldi, TL dolar ve avro karşısında belini doğrultamadı, cari açık büyüdü. Enflasyon ve işsizlik hala yüksek bir seyir izlerken %7,5 kredi kartı batığı ve 1,5 milyon davalı insanın bulunduğu bu dönem, ekonomik açıdan olsa olsa krediye dayalı balon bir büyüme dönemi olarak adlandırılabilir.
Ayrıca yaratacağı ekonomik sonuçlar sebebiyle değerlendirmemiz gereken bir Rıza Sarraf-Hakan Atilla davası da bulunuyor. Şimdilik gündemden düşse de davada Halkbank’ın eski genel müdür yardımcısı Hakan Atilla’ya verilecek cezanın belirlenmesiyle birlikte Halkbank’a para cezasının gelmesi ve sonrasında TC’deki bankaların kredi piyasasına erişimini zorlaştıracak önlemlerin alınması gündemde. Bu gerçekleşirse TC’nin her ay 16-18 milyar dolar borçlanmak zorunda kalabileceği tartışılıyor. Tüm bu olanların enflasyona ve resesyona neden olabileceği ve böylece yine bu ekonomik çöküşten en çok etkilenecek kesimin ezilenler olacağı çok açık.
Afrin Saldırısı ve Kriz
Tüm bu ekonomik olumsuzluklar ve risklerle birlikte düşünüldüğünde, TC ekonomisi balon büyüme rakamlarına rağmen kırılganlığını koruyor. Suriye Savaşı’nın bir enerji paylaşımı savaşı olduğu gerçeğini de göz önünde bulundurursak TC, Suriye devleti topraklarını ve özelde Afrin’i bir enerji hattı olduğu için önemsiyor.
Hiç kuşkusuz, enerji hattından pay alabilme ihtimali TC’nin bu saldırıdan başarılı çıkmasıyla alakalı. Bu saldırıdan başarısız çıkarsa ya da uzun bir müddet bu saldırıyı devam ettirmek zorunda kalırsa piyasalar ve halk buna nasıl karşılık verir tartışmak, görmek gerek. Oluşturulan milliyetçi dalga ile desteğini kazandığı kesimlerin, saldırının uzamasıyla birlikte yüklendiği ekonomik zorlukların etkisiyle bu desteği geri çekme ihtimali de mevcut. Piyasaların bu riski ne kadar kaldırabileceği bilinmez ama TC bu saldırıyı ekonomik krize karşı bir tampon, ekonomik çöküşten kurtulma manevrası olarak görüyor.
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.
The post Ekonomik Krize Afrin Tamponu – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Olağanüstü Sömürü Olağanüstü Kar – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Kredi Derecelendirme Şirketleri Objektif Değil Bunlar Faiz Lobisi
15 Temmuz’da yaşanan darbe ve ardından 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL sonrasında gelişen süreçte, TL’nin dolar karşısında sürekli değer kaybetmesi, “ekonomik kriz” söylemlerini de beraberinde getirdi.
Moody’s, Fitch, S&P gibi uluslararası kredi derecelendirme şirketleri, 2016 yılının son çeyreğinde TC’nin kredi notunu negatife çekti. Yatırım yapılabilir seviyesi negatife düşen TC’ye yabancı yatırım gerçekleşmemesi sonucu büyük oranda bir döviz çıkışı gerçekleşti. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere AKP iktidarı bu kredi derecelendirme şirketlerini objektif olmamakla suçladı, bu tutumun yükselen yeni Türkiye’nin önünü kesme çabaları olduğunu, bunların “faiz lobisinin” oyunu söyledi. Dolar karşısında TL’nin değer kaybının önüne geçebilmek için “Dolarınızı altına çevirin” çağrısı bile yaptı.
Ekonomik kriz söylemlerinin artmasının en büyük etkenlerinden biri FED (Amerikan Merkez Bankası)’in faiz artışı yapmasıydı. FED’in faiz artırımına karşılık TCMB faiz artırımı şart olmasına karşılık bu artışı yapmadı, böylelikle doların sürekli yükselişi biraz yavaşlamış oldu.
2008’den Sonra İlk Ekonomik Daralma
2016’nın üçüncü çeyreğinde açıklanan ekonomik büyüme verilerine göre, TC 2008’den beri ilk kez ekonomik daralma yaşadı. Devletin nihai tüketim harcamalarının %23.8 artmasına rağmen gerçekleşen %1.8’lik daralma, oldukça yüksek bir orandı. AKP iktidarında 2008’den beri ilk kez yaşanan bu ekonomik daralma, her ne kadar hissettirmemeye çalışsalar da motivasyon düşüklüğüne neden oldu. Bu motivasyon düşüklüğünü toparlamak uzun sürmedi, TÜİK hesaplamalarda değişiklik yaptı.
Motivasyon Düşüklüğünü Toparlama Çabası: TÜİK Revizyonu
2016 yılının ekonomik olarak en önemli gelişmelerinden biri de TÜİK’in yaptığı hesaplama değişikliği oldu. TÜİK hesaplama değişikliğinden sonra yaptığı açıklamada, milli gelirin şimdiye dek %20 eksik hesaplandığını iddia etti. Yeni hesaplamalara göre TC ekonomisi %5.3 büyüdü. Üstelik tasarruf milli gelire oranla %10 oranında artış gösterdi. Bu sonuçlar, TC’nin Avrupa devletleri kadar tasarruf ettiğini gösterir. Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)’in zorunlu kılınması, tasarruf eksikliğinden kaynaklanıyordu. Bu kadar tasarruf edildiği hale BES zorunluluğunun olması hayli ironik. Yapılan bu hesaplama değişikliğiyle yaratılan “suni büyüme”nin amacı, kredi derecelendirme şirketlerinin TC lehine not artırımı yapmalarıydı, ancak bu sonuçsuz kaldı.
Referandumun Ardından: Siz Kredi Verin, Kefil Benim
16 Nisan’da yapılan referandumun ardından, 2016’nın son çeyreğinden itibaren ekonomide krize doğru uzanan gidişat, beklendiği üzere, durağan pozisyona geçti. Aslında, 6 aylık bir süre zarfında yaşanan kriz; devletin müdahaleleriyle ertelenmiş oldu. Ocak ayında doların TL karşılığındaki rekor değeri 3.94 iken, temmuz ayının ilk haftası itibariyle 3.50-3.60 arasında seyrediyor.
Son süreçte, ekonomik krize dair konuşmalar azalmış olsa da, TC ekonomisinin bir çıkmazda olduğu ortada. Özellikle referanduma hazırlık sürecinde hükümetin kendini teminat göstererek dağıttığı krediler, bankalarda telaş uyandırmakta. Bir oy stratejisi olarak başta devlet bankaları olmak üzere pek çok bankanın bol keseden dağıttığı krediler, şu an başlarına bela olmuş durumda.
Kredi Garanti Fonu: Devlet tarafından kurulan Kredi Garanti Fonu, krizden sıyrılmak için geliştirilen bir diğer model. Küçük ve orta ölçekli işletmelere kefalet sağlayarak banka kredisi kullanmalarını sağlamaktadır.
Küçük ve orta işletmeye verilen krediler bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından teminatlandırılmıştı ve bankalara “Verebildiğiniz kadar kredi verin, kefil benim.” çağrısı yapmıştı. Ancak 2017 yılının haziran ayında gelinen nokta faizin %15 civarında olması. Hükümet ve bankalar arasındaki gerginlik ise devam ediyor. Daha önce “Faiz indirimi yapın” çağrısı yapan Başbakan, geçtiğimiz günlerde ise “Tren kalkıyor. Hareketten önce son çağrıyı yapıyorum. Ya adam gibi bir faiz oranını benimsersiniz, ya da biz bunun da tedbirini alırız. Bunu bankacılarımız tehdit olarak algılamasın. Ellerinden paralarını alacak değiliz. Elimizde araçlarımız var. Nasıl ki tedbirlerimizle sanayicilerimizi rahatlattıysak, bankacılar için de gerekeni yaparız.” diyerek gözdağı vermekten de geri durmadı. Bankaların bu denli yüksek faiz oranları vermesinin nedeni, devlet hazinesinin iç ve dış borcunun çok fazla olması. Hazine piyasaya borçlanmış bir şekilde girince, banka faizleri de iyice arttı. Hükümet ve bankalar arasındaki bu gerginlik, bir süre daha devam edecek gibi görünüyor, ancak hükümet bir atak yapıp verdiği gözdağını hayata geçirebilir.
TÜİK’in Gayri Safi Milli Hasıla hesaplamalarında yaptığı değişiklikle, büyümede gösterilen TC ekonomisinin aslında ne durumda olduğu iktidarın bankalarla süren gerginliğinden belli. Hesaplama değişikliğiyle -ne kadar gerçek olduğu tartışılır olan- veriler manipüle edildi, suni bir ekonomik büyüme yaratıldı. Hiç istihdam artışı olmadan gerçekleşmiş olan bir büyümenin ne denli “gerçek” olduğu ortada. Varlık Fonu ve Kredi Garanti Fonu gibi devlet müdahaleleri, krizin istatistiksel olarak etkilerini azaltmış olsa da, gündelik yaşama yansımaları hala sürüyor.
Varlık Fonu: Başbakanlığa bağlı, ana faaliyet konusu fonların kurulması ve yönetimi olan, sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek için kurulduğu söylenen Varlık Fonu, kriz çıkmazında olan TC’nin ilan ettiği büyük altyapı projelerine finansman sağlamak amacıyla kurulmuştur. Ziraat Bankası, PTT, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklıkları ve Türk Hava Yolları gibi kuruluşlar Varlık Fonu’na devredilmiş, böylelikle Kanal İstanbul, İstanbul’a 3. Havalimanı gibi projelere kaynak sağlanmış oldu. Son günlerde ise Varlık Fonu’na devredilen PTT’nin satılacağı konuşuluyor.
Patronlar Korunuyor, Halk Sömürülüyor
Yaşanan bir yıllık süreçte ekonomik kriz ister “teğet geçmiş” olsun, ister sürüyor olsun; krizin faturasının kimden çıktığı belli. Devlet Varlık Fonu ve Kredi Garanti Fonuyla sanayi, inşaat ve enerji sektörlerinde yaşadığı büyük kayıpları ve borçlanmaları aşmakla meşgul. Patronlara verdiği sözler nedeniyle de her tür yatırım maliyetini hazineden karşılıyor. Halktan alınan vergilerle, el konulan arazilerle hazineye “teminat” sağlayan Varlık Fonu, geleceğe teminat sağladığı yalanıyla işçilerin maaşından kesilen BES payıyla kazancına kazanç katıyor. Varlık Fonu’nu, BES’i yürürlüğe sokan KHK’lar patronları korumaya, halkı sömürmeye devam ediyor.
Geçirdiğimiz bir yıla göz gezdirecek olursak; yüksek enflasyon oranları en çok çarşı pazarı etkiledi. 2016’nın aralık ayında 1 adet yumurtanın fiyatı neredeyse 1 liraydı. Patlıcandan domatese, nohuttan pirince kadar pek çok gıda ürününde rekor zamlara ulaşıldı. 3 yıldan sonra benzin fiyatları ilk kez 5 tl’yi aştı.
BES (Bireysel Emeklilik Sistemi): 1 Ocak 2017’den itibaren zorunlu hale getirilen BES, aktif çalışanların, çalışma hayatları süresince kazançlarının bir kısmını biriktirerek emekli olmalarının ardından mevcut refah seviyesinin korunmasının amaçlandığı bir sistem olarak sunulmaktadır.
İşsizlik rekor seviyelere ulaştı. Resmi işsizlik oranı % 11.8 olarak açıklanırken, DİSK’in verdiği gerçek oran %18.9. İŞKUR’un önündeki kuyruklar her geçen gün büyüyor.
OHAL’de ekonominin gidişatı bu şekilde seyrediyor. Her geçen gün olabilecek yeni zamlar, yeni bir KHK ile kurulabilecek olan fonlar, satılabilecek şirketler, toplu işten çıkarılmalar, haftalık iznin kaldırılması… OHAL’de devletin ekonomik stratejisi hep bildiğimiz gibi: Patronları koruyacak yeni yöntemler geliştirmek, patronların kazancını da halktan çıkarmak!
Yüksek enflasyon oranları, ürünlere gelen zamlar, işsizlikte rekor oranlar, vergi indirimleri, devlet teminatlı krediler… OHAL ilan edildiğinden bugüne her alanda yaşanan “değişiklikler” ekonomiyi de kapsadı. OHAL’in birinci yılını doldurmak üzere olduğu şu günlerde, ekonominin de hali kriz oldu.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.
The post Olağanüstü Sömürü Olağanüstü Kar – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>