erk’ek – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 04 May 2020 06:19:36 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Trafikte Kadınlara Eli Sopalı Erkek Saldırısı https://meydan1.org/2020/05/04/trafikte-kadinlara-eli-sopali-erkek-saldirisi/ https://meydan1.org/2020/05/04/trafikte-kadinlara-eli-sopali-erkek-saldirisi/#respond Mon, 04 May 2020 06:17:37 +0000 https://meydan.org/?p=57923 Mersin’in merkez Mezitli ilçesinde bir erkek, trafikte tartıştığı 3 kadına sopayla saldırdı. Arabadan inip, 3 kadına sopayla vuran saldırgan erkek, saldırının ardından yakalanmamak için kaçtı.

The post Trafikte Kadınlara Eli Sopalı Erkek Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Mersin’in merkez Mezitli ilçesinde bir erkek, trafikte tartıştığı 3 kadına sopayla saldırdı. Arabadan inip, 3 kadına sopayla vuran saldırgan erkek, saldırının ardından yakalanmamak için kaçtı.

The post Trafikte Kadınlara Eli Sopalı Erkek Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/05/04/trafikte-kadinlara-eli-sopali-erkek-saldirisi/feed/ 0
Eskişehir’de Kadın Cinayeti https://meydan1.org/2020/02/16/eskisehirde-kadin-cinayeti/ https://meydan1.org/2020/02/16/eskisehirde-kadin-cinayeti/#respond Sun, 16 Feb 2020 19:41:22 +0000 https://meydan.org/?p=54731 Eskişehir’in Odunpazarı ilçesinde yaşayan 35 yaşındaki Hafize, 26 yaşındaki Ferhat isimli erkek tarafından bıçaklandı. Aralarında “kıskançlık” sebebiyle çıkan tartışma sonucunda evli olduğu erkek tarafından bıçaklanan Hafize, kaldırıldığı Eskişehir Şehir Hastanesi’nde yaşamını yitirdi.

The post Eskişehir’de Kadın Cinayeti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Eskişehir’in Odunpazarı ilçesinde yaşayan 35 yaşındaki Hafize, 26 yaşındaki Ferhat isimli erkek tarafından bıçaklandı.

Aralarında “kıskançlık” sebebiyle çıkan tartışma sonucunda evli olduğu erkek tarafından bıçaklanan Hafize, kaldırıldığı Eskişehir Şehir Hastanesi’nde yaşamını yitirdi.

The post Eskişehir’de Kadın Cinayeti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/02/16/eskisehirde-kadin-cinayeti/feed/ 0
Ankara’da Kadın Cinayeti https://meydan1.org/2019/08/03/ankarada-kadin-cinayeti/ https://meydan1.org/2019/08/03/ankarada-kadin-cinayeti/#respond Sat, 03 Aug 2019 14:21:49 +0000 https://seninmedyan.org/?p=47486 Ankara’da, İranlı 42 yaşındaki Feher Alipoor, gelini ve torununun yanında eski eşinin bıçaklı saldırısına uğradı. Alipoor, boğazından ve karnından aldığı bıçak darbeleriyle hayatını kaybetti. Cinayet, saat 22.00 dolaylarında Etimesgut ilçesi 30 Ağustos Mahallesi 1051. Sokak’ta meydana geldi. Saldırgan erkek, geldiği otomobile binip uzaklaştı ancak daha sonra yakalandı. Bölgedeki bir apartmanın güvenlik kamerasına yansıyan görüntülere göre katil […]

The post Ankara’da Kadın Cinayeti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Ankara’da, İranlı 42 yaşındaki Feher Alipoor, gelini ve torununun yanında eski eşinin bıçaklı saldırısına uğradı. Alipoor, boğazından ve karnından aldığı bıçak darbeleriyle hayatını kaybetti. Cinayet, saat 22.00 dolaylarında Etimesgut ilçesi 30 Ağustos Mahallesi 1051. Sokak’ta meydana geldi.

Saldırgan erkek, geldiği otomobile binip uzaklaştı ancak daha sonra yakalandı.

Bölgedeki bir apartmanın güvenlik kamerasına yansıyan görüntülere göre katil erkeğin beyaz bir otomobille gelişi, arka sokakta bekleyişi ve olayı gerçekleştirdikten sonra kaçtığı görülüyor.

The post Ankara’da Kadın Cinayeti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/08/03/ankarada-kadin-cinayeti/feed/ 0
Paylaşma ve Dayanışmanın Büyülü Dünyası Çocuk Kitapları- İrem Gülser https://meydan1.org/2019/03/05/paylasma-ve-dayanismanin-buyulu-dunyasi-cocuk-kitaplari-irem-gulser/ https://meydan1.org/2019/03/05/paylasma-ve-dayanismanin-buyulu-dunyasi-cocuk-kitaplari-irem-gulser/#respond Tue, 05 Mar 2019 09:50:36 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/05/paylasma-ve-dayanismanin-buyulu-dunyasi-cocuk-kitaplari-irem-gulser/ Uslu durmadığında azarlanan, hanımefendiliği beyefendiliği elden bırakmaması gereken çocukların sürüldüğü alan AVM’lerdeki yapay çim halılarla plastik kaydıraklar. Hem içerde hem dışarda aşılmaması hedeflenen çitler çocukları bekliyor. Keşif eylemi her zaman büyüleyicidir. İnsanın kendi özünü inşa etme keşfi ise şüphesiz en cezbedici olandır her zaman. Günlük yaşamda kapitalizmin sıkıştırdığı her alandan bir şekilde sıyrılmak isteyen her […]

The post Paylaşma ve Dayanışmanın Büyülü Dünyası Çocuk Kitapları- İrem Gülser appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Uslu durmadığında azarlanan, hanımefendiliği beyefendiliği elden bırakmaması gereken çocukların sürüldüğü alan AVM’lerdeki yapay çim halılarla plastik kaydıraklar. Hem içerde hem dışarda aşılmaması hedeflenen çitler çocukları bekliyor.

Keşif eylemi her zaman büyüleyicidir. İnsanın kendi özünü inşa etme keşfi ise şüphesiz en cezbedici olandır her zaman. Günlük yaşamda kapitalizmin sıkıştırdığı her alandan bir şekilde sıyrılmak isteyen her insan, karşısına çıkan bir kitapta bulur kim olacağını yahut olduğunu; çıkış yollarından biridir bu. Bir yazarın kurgusuyla her ay başka bir kitabın rehberliğinde yaşamak, o kitapla yoldaş olmaktır.

Hal yetişkin için böyleyken kafasındaki bembeyaz sayfaya binbir türlü rengi yerleştirmeye hemen hazır ve hevesli çocuk için kitap okumanın yaratacağı gücün büyüklüğü tahmin edilemese gerek. Hele -anne karnını saymazsak- bir çocuğun en hızlı ve verimli yaş aldığı dönem ilk yıllarıdır. Dolayısıyla çocuğun ilk oyuncağı olan onu yetiştirenler kadar, kitaplar aracılığıyla kafasında üreyecek öğretiler de oldukça kritiktir.

Doğumumuzdan itibaren gerek aile kurumu gerekse eğitim sürecinde kendini meşrulaştıran; bencil, rekabetçi, hazcı bireyler yetiştirmek isteyen devlet için toplumsal rolleri belirlemek açısından edebiyat, bilhassa çocuk edebiyatı kullanışlı bir kanal görevi görür.

Toplumsal aidiyetlerin nerede, nasıl, kimin tarafından yapılacağı doğduğumuz andan itibaren kafamıza bir şapka doğallığıyla takılıverirken bireyciliğe teşvik edilip her şeyi tek yapmaya özendirilen çocuk, ancak otoritenin izin verdiği alanlar içinde kalıyor, kendine güvenli alanlar oluşturmayı edimliyor. Bir yandan elinde olanı paylaşmaktansa saklayıp karşılıksız hiçbir şey yapmamayı/vermemeyi huy edinirken öteki yandan dışarısının her daim tehlikeli olduğu tembihleniyor, kendi biricik alanına hapsoluyor. Zaten halihazırdaki kapitalizm iştahıyla binaların dışında kendilerine yer bulamayan, dışarısı dediğimiz “kamusal” alana kendi başına çıkamayan çocukların ellerine bir de sorunlu kitaplar verdiğimizde, onları çıkmaza kendimiz itiyoruz. Uslu durmadığında azarlanan, hanımefendiliği beyefendiliği elden bırakmaması gereken çocukların sürüldüğü alan AVM’lerdeki yapay çim halılarla plastik kaydıraklar. Hem içerde hem dışarda aşılmaması hedeflenen çitler çocukları bekliyor.

Şu an hâlihazırda yayımlanan metinlerin çoğu ince eleyip sık dokunacak cinsten. Öncelikle erkek kitap karakterleri güçlü, kahraman, atik, inşa eden-oluşturan, tamir eden rollerinde çizilirken kadın karakterler tedirgin, korkak, uslu; eve dair her türlü işte uzmanlaşmış yahut buna teşvik edilen; ev dışındaki işlerde yardıma muhtaç olan rollere uygun görülüyor. Aynı sıkıntılı yapı hayvan karakterleri üzerinden yazılan metinlerde de mevcut. Dişi olan hayvanlar daha korkak betimlenirken dişi olmayan hayvanlar daha vahşi, cesur çiziliyor.

Halihazırda kendi anne babasında bu yerleşikleri görüyorsa hele, düşünecek aksi şeyler; üzerine gidilebilecek yeni sorular vermeyen kitaplar okuyan çocuk, bu ‘doğallığa’ inanıyor. Dolayısıyla anne dediğinde gözünde ilk canlananlar bulaşık sesi, baba dediğinde direksiyon çeviren bir çift el.

Bizim kuşak mesela, kardeşi Arda denizde gemi yüzdürürken kurabiye yapıp oyuncak bebek arabası süren “Ayşegül Küçük Anne”yi kafamızdan nasıl atacak? Öğrenirken zorlandığımız, zorlandıkça reddettiğimiz rol bütünlerini kafamızdan atmamak, aksine ayırdına çabuk varıp ayıklayabilmek belki de en doğrusu. Ayıkladıkça da cesaretlenmek, yılmadan her türlü rengin yüz tuttuğu kitapları arayıp bulmak.

Bugün bu rollerin dışında tanımlanan kitap karakterlerini düşündüğümüzde aklımıza gelen en güzel çizilmiş örneklerden biri Özgür. Özgür ormanda doğup büyümüş bir kız çocuğu. Nasıl ormanda olduğunu bilmiyoruz. Kitabı okurken Özgür gibi hissediyoruz; doğadan kopmayı, ehlileşmeyi hiç istemiyoruz. Yaşamsal ihtiyaçlarını hayvanlardan, ormandan öğrenmiş Özgür’ü günün birinde insanlar buluyor ve hemen şehre getiriyorlar. Ona evde yaşamayı, giyinmeyi, temizlenmeyi, yemek yemeyi öğretmeye çalışıyorlar. Özgür’e göre ise bunların hepsi manasız ve saçma işler. O da kısa zamanda bunları reddedip özgür olduğu yere geri dönüyor. Özgür kitabında dikkatimizi en çok çeken şey Özgür’ü büyüten bir yol gösterici olmaması. Yani ailesiz, kendi kendini yetiştiriyor olması.

Biraz eskilere gidersek bize en umut verici karakterlerden biri elbette Pippi Uzunçorap. 1945 yılında yazılmasına karşın halen bizi etkileyebilecek en güzel kitaplardan biri olması, şüphesiz kafamıza çizilen her şeyi çok sağlam bir şekilde yıkabilmesi. Keza Pippi gerçek anlamda da sağlam olan her şeyi yıkabiliyor çünkü dünyanın en güçlü insanı. Yukarda sözünü ettiğimiz kitapların çoğunda çizilen uslu, oturaklı ve güçsüz kız çocuk karakterlerine muazzam bir karşı duruş niteliği sağlayan Pippi, Özgür ile benzer özelliklere sahip olarak ailesiz, her türlü otoriteye kafa tutuyor. Kendine özgü giyimi kuşamı, kendi yaşadığı ama istediği zaman sevdiği insanların girip çıkabildiği bir evi olan Pippi, kitabın içinde bize daima şunu söylüyor: Ben başımın çaresine bakabilirim!

Periler Dayanışmayı Anlatıyor kitabında ise karşılık beklemeden verdiğimiz ve ihtiyacımız kadarını aldığımız kolektif bir yaşama kollarımızı açıyoruz. Her perinin yapabildiği bir işin ucundan tuttuğu ve gün sonunda her şeyin dayanışmayla sürdürüldüğü bir dünya var karşımızda. Bu tür kitapların ayrıca bir öneme sahip olmasının nedeni, yazının başında bahsettiğimiz herkesin ‘görevinin’ baştan belli olduğu bir dünya çerçevesini çocuğun kafasında yıkabilecek olması. Aile dediğimiz şeyin herkesçe aynı insanlardan oluşmayacağına, olmaması ihtimaline; yaşamın kategorize edilemeyeceğine dair bir kitap.

“Papağan dumanı tüten kazana düştü. / Kazana tünemişti, başı döndü düştü. / Meraktan düştü, kazanın içinde boğuldu gitti.” diyor kitabın başlarında Eduardo Galeano. Kitaba ismini veren Papağan, kitabın başında ölüyor, böylece kitap Papağan’ı geri getirme mücadelesine dönüyor. İlk önce ölüm ile baş etmeye çalışan karakterler, daha sonra Papağan’ı diriltmek için kendilerinden bir şeyler feda ediyorlar. Yitip giden Papağan, temsil ettiği birçok şeyle; geri dönerken de etrafındaki her şeyin dayanışmasıyla diriliyor. Galeano’nun kitabını devrimci kılan da budur.

Bugün yarın ve her daim; perilerin dayanışmayı anlattığı, karıncaların bir salyangoz kabuğunu paylaştığı, içinde bulunduğu duvarları yıkan iki karşı kıyıdaki hayvanların yıktığı tuğlaları birbirlerine köprü yaptığı bir dünyayı o bembeyaz sayfaya yerleştirmenin güzelliği değil midir yalnız çocukları değil bizi de büyüleyebilecek olan?

Sıkıştırıldığımız zamanı aşan en keyifli şey değil midir okurken düşlemek, düşlerken eylemek, eylerken özgürleşmek?

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.

 

 

The post Paylaşma ve Dayanışmanın Büyülü Dünyası Çocuk Kitapları- İrem Gülser appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/05/paylasma-ve-dayanismanin-buyulu-dunyasi-cocuk-kitaplari-irem-gulser/feed/ 0
Queer? https://meydan1.org/2019/03/04/queer/ https://meydan1.org/2019/03/04/queer/#respond Mon, 04 Mar 2019 08:16:21 +0000 https://test.meydan.org/2019/03/04/queer/ Eğer beden bir varlık değil de değişken bir sınırsa, geçirgenliği siyasi düzenlemeye tabi olan bir yüzeyse, toplumsal cinsiyet hiyerarşisine ve zorunlu heteroseksüelliğe ait kültürel sahada bir imleme pratiğiyse, toplumsal cinsiyet denen ve bedenin iç imlemini bedenin yüzeyinde kuran bu bedensel icrayı kavramamız için geriye hangi dil kalıyor? Judith Butler İngilizce queer kelimesinin Türkçe’deki karşılığı garip, […]

The post Queer? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Eğer beden bir varlık değil de değişken bir sınırsa, geçirgenliği siyasi düzenlemeye tabi olan bir yüzeyse, toplumsal cinsiyet hiyerarşisine ve zorunlu heteroseksüelliğe ait kültürel sahada bir imleme pratiğiyse, toplumsal cinsiyet denen ve bedenin iç imlemini bedenin yüzeyinde kuran bu bedensel icrayı kavramamız için geriye hangi dil kalıyor?

Judith Butler

İngilizce queer kelimesinin Türkçe’deki karşılığı garip, tuhaf, yamuktur; argoda ise ibne anlamına gelir. İngilizceye Almanca çapraz kesen, transversal anlamına gelen “quer”den geçmiştir. Queer teoride acayip, garip, tuhaf, yamuk, anormal olana; “normal”in dışında kalana ve bırakılana; normu ihlal edene bir gönderme vardır ve bu “anormali” yeniden anlamlandırma imkanı yaratma iddiası taşır.

1970-80 arasında akademide yükselen postyapısalcılıkta kendisine temeller bulan kavram, 1990’lardan itibaren toplumsal cinsiyet konusuna yoğunlaşan bireylerin dikkatini çekmeye başlayan bir teori haline geldi. Türkçe’de ise queer metinlerle 2000’li yıllardan itibaren çeviriler aracılığıyla karşılaştık.

Teori, öncelikle ABD’deki eşcinsel harekete ve LGBTİ’ler için korkunç yıllar olan 80’lere dayanıyor. AIDS salgınıyla (o dönemki adıyla GRID: Geylere Özgü Bağışıklık Yetersizliği) bir LGBTİ kırımı yaşanırken ABD, AIDS’in bir eşcinsel hastalığı olduğunu söylemiş, tedavi ücretlerini yüksek tutmuş, insanların ölümüne kayıtsız kalmıştı. Ölümleri görünür kılmak ve devletin yaydığı nefreti ayyuka çıkarmak amacıyla eylemler düzenleyen ACT-UP’ın içinden bir grup tarafından 1990’da Queer Nation isimli bir örgüt kurulmuştu. 90’lı yıllara kadar LGBTİ’leri aşağılamak için bir hakaret olarak kullanılan queer kelimesini sahiplenen ilk örgüt olan Queer Nation, o yıl düzenlenen New York Onur Haftası’nda “Queer’ler Bunu Okuyun!” başlıklı bildiriler dağıtmıştı.

Queer teori ise ilk defa Theresa de Lauretis tarafından -yine 1990’da- Kaliforniya Üniversitesi’nde düzenlenen bir konferansın başlığı olarak kullanılmıştı. Queer teorinin temel metinlerinden olan Judith Butler’ın Cinsiyet Belası da bu yılda yayınlanmıştı. Butler zamanla teorinin en bilinen isimlerinden biri haline geldi.

1001 Çeşit Bakış Açısı

En temelde cinsiyet ve cinsellikle ilgili normatif olanın nasıl düzenlendiği ve sapkınlık kategorilerinin nasıl oluşturulduğunu sorgulayarak yola çıkmıştır queer teori; normalliği kuran normların kuruluş ve işleyiş yapısını sorgularken amacının kenarda kalanın merkezi kazanması değil, merkezin yok edilmesi olduğu söylenir. Heteroseksüel kadınlık ve erkeklik kimliklerini olduğu kadar lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel, interseks ya da aseksüellik gibi kimlikleri de sorgular yani sorunu sadece heteronormativiteyle değildir; homonormativite ya da transnormativiteyle de mesafelidir. Butler’ın anlatımıyla queer “meşrulaştırılmış normların yanlış, gerçekdışı ve idrak edilemez addedilmiş bedenleri de kapsayacak şekilde genişletilmesinde ısrar etmek”tir.

Bugünse bu teoriyi LGBTİ’lere özgü bir kimlik politikası olarak okuyan da var, kimliksizleşme önerisi olarak savunan ve cinselliği özsel, benliğin içkin bir parçası olarak bir kimlik politikası olarak eşcinsel hareketine karşı bir duruş olarak gören de. Bu özcülüğü tamamen reddeden de vardır, stratejik özcülüğü savunan da, bunu cinsiyet kategorizasyonunun kabulü ve sürdürülmesi olarak gören de. Kimileri bir kimlik olarak queeri sahiplenirken kimi queer kuramcıları bu kavramın kimliği niteleyen bir terim olarak kullanılmasını sorunlu bulmaktadır.

Queer teori temelde cinsellik hiyerarşisini yeniden üreten asimilasyoncu hareketlere meydan okuma iddiasındadır. Ancak onun ezilen cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimlere sahip bireylerin kimliklerinin asimile edilmesinden ibaret olduğunu söyleyen eleştiriler de vardır.

Queer teori sabit değildir, akış halinde olduğu söylenir. Nasıl ortaya çıktığına dair bile pek çok farklı hikâye vardır. Kimileri kavramı sabit bir hale getirmeye çalışırken diğerleri bu sabitleme çabasına direnir. Bu akışkanlığı tutarsızlık olarak gören ve eleştirenler de vardır. Hal böyleyken, bunca tartışma varken toplumun büyük kısmı için queer daha da zor anlaşılır hale gelir, anlayanların da çoğu -maalesef- yanlış anlamıştır.

Gazetemizin bu sayısında başlattığımız Queer Teori Tartışmaları yazı dizisiyle var olan tartışmaları aktarmayı ve açıklık getirmeyi; kendi yorum ve eleştirilerimizi katmayı; queeri ya da queerleri tartışmayı ve tartıştırmayı planlıyoruz.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.

The post Queer? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/03/04/queer/feed/ 0
1 Kadın, 40 Erkek: “Kadınların #Yanındayız” – Pelin Derici https://meydan1.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/ https://meydan1.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/#respond Thu, 04 Oct 2018 09:56:48 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/ “Bir örgüte üye yazıldım, hatta kurucusuyum; yardım ve yataklık da edeceğim. Bu örgüt, 40 erkek ve 1 ‘elebaşı’ kadından oluşuyor. Bu 40 erkek, 1 kadının arkasına saklanmış da değil. Yanındalar. 40 erkeğin derdi şu: Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliğini azaltmak. Örgüt: YANINDAYIZ Derneği” Kurucu üyelerinden gazeteci Uğur Gürses bu sözlerle anlatıyor Yanındayız Derneği’ni; “toplumsal cinsiyet eşitliği” savunusu […]

The post 1 Kadın, 40 Erkek: “Kadınların #Yanındayız” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Bir örgüte üye yazıldım, hatta kurucusuyum; yardım ve yataklık da edeceğim. Bu örgüt, 40 erkek ve 1 ‘elebaşı’ kadından oluşuyor. Bu 40 erkek, 1 kadının arkasına saklanmış da değil. Yanındalar. 40 erkeğin derdi şu: Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliğini azaltmak. Örgüt: YANINDAYIZ Derneği”

Kurucu üyelerinden gazeteci Uğur Gürses bu sözlerle anlatıyor Yanındayız Derneği’ni; “toplumsal cinsiyet eşitliği” savunusu yapmak üzere yola çıkan ve neredeyse sadece erkeklerden oluşan ilk STK’yı. Kurucu başkanı kadın, kurucu üyelerinin tamamı erkek olan dernek, Türkiye’de “tam eşitlik” sağlanması için erkekleri hedef alan çalışmalar yaparak toplumsal cinsiyet eşitliğindeki dönüşümü hızlandırmayı amaçlıyormuş.

Kim O Kadın?

Gazetemizin 6. sayısında “21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri” bölümünde deşifre ettiğimiz TESEV’in (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı), girişimcilik yoluyla kadının iktidara ortak olmasını hedefleyen KAGİDER’in (Kadın Girişimcileri Derneği), seçimle ve atamayla belirlenen tüm karar organlarındaki kadın temsil oranlarını yükselterek kadınların özgürleşebileceğini sanan KADER’in (Kadın Adayları Destekleme Derneği) kurucu üyesi olan Nur Ger, Yanındayız Derneği’nin de kurucu başkanı. Nur Ger, aynı zamanda TÜSİAD’da Kadın-Erkek Eşitliği Çalışma Grubu’na da başkanlık ediyor. TÜSİAD’ın açılımı “Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği” iken Ocak 2018’de “Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği” olarak değiştirilmişti; bu kararda Nur Ger’in ve çalışma grubunun büyük etkisi vardı. Ancak şunu da hatırlatalım; marka değerini korumak için TÜSİAD kısaltması değiştirilmedi. Adamın A’sı, TÜSİAD’ın adam egemen yapısı gibi, aynı kalmıştı. Liberalizmin ekonomik serbestliği özgürlüğün yerini tutar mı, erkek dünyasına kadın eli değdirmek ne kadar özgürleştirir kadınları? Asıl sorular bunlar.

O Erkekler Kimler?

Hepsi alanının ünlü ve önemli isimlerinden oluşan kurucu üyeler, yönetim kurulu, tanıdık isimler ve onlar, erkekler: Agah Uğur, Ahmet Dördüncü, Ahmet Ümit, Arda Batu, Ata Selçuk, Bekir Ağırdır, Bernard Arkas, Burhan Karaçam, Bülent Gürcan, Cevdet Mercan, Cüneyt Yavuz, Can Ger, Alper Hasanoğlu, Bahadır Kaleağası, Bülent Atuk, Erkan Tozluyurt, Güven Sak, Ferhat Boratav, Gökhan Öğüt, Gönenç Gürkaynak, Görgün Taner, Hakan Güldağ, Laki Vingas, Mehmet Nane, Mert Fırat, Murat Yeşildere, Murat Yetkin, Necati Özkan, Okan Yılmazer, Bülent Bayraktar, Sami Kariyo, Selçuk Pehlivanoğlu, Sinan Altun, Soli Özel, Şükrü Ünlütürk, Tamer Saka, Tolga Egemen, Uğur Gürses, Yekta Kopan, Yetik Kadri Mert.

Bu isimlerden Agah Uğur, Borusan Holding İcra Kurulu Başkanı mesela. “İş Yaşamında Ayrımcılık İçeren Söz ve Davranışlardan Kaçınma Rehberi” hazırlayan, kadın-erkek eşitliği için yaptığı projeleri her yıl sonu faaliyet raporuna ekleyerek sosyal sorumluluklu kapitalist karnesine “yıldızlı pekiyi” ekleyen Borusan Holding. Doğanın ve yaşamın talanı konusunda aldığı “yıldızlı pekiyi”yi anlamak için 7 RES, 1 GES projesinde imzası olduğunu da unutmamak gerek. Bir yandan da Erzurum’un İspir ilçesi Aksu Vadisi’ne HES yapmaya çalıştığı için kapısında eylem yaptığımız holding.

Bir diğeri eski CNN TÜRK Haber Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Boratav. CNN Türk’te diğer medya kuruluşlarına göre daha fazla sayıda kadının üst düzey yönetici olduğunu söyleyerek avutuyordu panellerde kimi “kadınlara eşitlik” savunucularını.

Amacımız bu isimleri teker teker anlatmak değil, o kadar yerimiz de yok ama söyleyebileceğimiz bir kaç şey var. Çoğu “patron” bu erkeklerin. İstisnasız hepsi zengin, hepsi ünlü, hepsinin tuzu kuru…

Yine de hepsini bir tutamayız, yıl sonu faaliyet raporunu “sorumluluklu” projelerle doldurmaya çalışan kapitalistlerin yanında, meseleye samimiyetle yaklaştığını düşündüğümüz bir kaç isim de var aralarında. Ama kurunun yanında yaş da yanmaz mı? Yanar. İnsanları evsiz – hayvanları insiz bırakan, işçileri karın tokluğuna kölece koşullarda çalıştıran, derelerimizi kurutup can suyumuzu kesenler de var. Bugün bu erkeklerin hepsi, kadınların yanında olduklarını söylüyor. Yaşamın birçok alanında adaletsizliklerin bizzat faili olan bu isimlerin, kadınların özgürleşmesinde nasıl bir payının olacağına bizim aklımız ermedi pek. Ama asıl soruya dönelim.

Sorunumuz Eşitsizlik mi?

Biz kadınların sorunu, erkeklerle eşit olamamak değildir. Yaşamın her alanında saldırısına maruz kaldığımız, nefesimizi kesen iktidarın kendisidir sorun. Biz kadınların mücadelesini verdiğiyse eşitlik değil özgürlüktür. Kadının özgürlüğünün sadece eşitlikten geçtiğini iddia edenler, özgürlükten korkan kapitalistler ve liberaller ya da onlara kananlardır.

19. yy.’daki oy hakkı tartışmalarından bu yana seçme ve seçilme, temsiliyet gibi alanlarda sağlanacak eşitliğin, kadınları kendi kararlarını alan siyasi özneler haline getireceği iddia edilmiştir. Peki oy hakkı kazanıldı da ne oldu? Kadınlar özgürleşti mi bir anda? Hayır. Kadın için siyasi bir özne olabilmek seçim sandıklarına indirgendi; halbuki siyasi bir özne olabilmek erkeklerden ve erkek egemen kurumlardan siyasi, ekonomik, psikolojik ve cinsel açıdan bağımsız olmakla mümkündür. Kadının özgürlüğü, devletli politikaya dâhil olunup alınacak geçici reformlarla gerçekleşemez.

Peki ya ekonomik özgürlük dedikleri “serbestliği” elde ettik de ne oldu? Eşit işe eşit ücret verdiler de ne oldu? İşine gidip para kazanmak için çalışan, eve dönüp evin işleyişi için çalışan; yani iki kere çalışanlar olmadık mı? Kadının özgürlüğü, liberalizmin serbestlik anlayışıyla ve erkeğin bulunduğu statüye erişerek gerçekleşemez.

Ve kadınların özgürlüğü, erkeklerin onlara “yanındayız” diyerek eşitleşmeyi savunduğu kampanyalarla da değil; ancak kadınların el ele verip özgürlük için beraberce yürümesiyle gerçekleşebilir.

Erkekler Toplumsal Cinsiyet Meselesine Karışmasın mı?

Erkeklerin toplumsal cinsiyet meselesine dair söz söylemesi, bir şeyler yapmaya çalışması elbette olumludur. Ancak belirleyici olan sözün ya da eylemin var olması kadar içeriğidir de. Eleştirimiz içerikteki sıkıntılara dair, anlatalım biraz.

Bir iktidar formu olan ataerki tarafından kurgulanan erkeği tek başına suçlamak, elbette iktidarın yarattığı adaletsizliklerin çözümü olamazdı. Kadın mücadelesi, ataerkinin kadın/ezilen ve erkek/ezen diye iki cinsiyeti sürekli kurduğunu gözler önüne serdi; diğer cinsel yönelimler ise zaten yoktu iktidarın kurguladığı toplumsal cinsiyet rollerinde. “İktidarın vücut bulmuş hali sensin, sen iktidarsın.” denilen erkeğe “Erkek olmanın hakkını ver.” baskısı ve her an sistemin dışına atma tehdidi ile sürekli bir gözdağı verildi. Erkeğe, onun da sistemin mağduru olduğunu söyleyense -duyduğu bütün öfkeye rağmen- kadındı, kadın mücadelesiydi.

Hal böyleyken bir grup erkek bu rolleri yıkmak için yola çıksa anlarız. Bu rollerin yaşamlarında sebep olduğu adaletsizliklere çözüm arasa anlarız. Doğduklarında onlara verilen mavi kimlikle belirlenen karakterlerine ve kurdukları ilişki biçimlerine yoğunlaşsalar anlarız. Mesela sünnet meselesi. Bir araya gelerek sünnetin onlarda ve onların çocukluklarında nasıl bir travma yarattığını konuşabilseler, sünnetin gerekli olup olmadığını tartışsalar anlarız. Bıyıkları sakalları çıkmadı diye nasıl bunalıma girdiklerini, küpe taktıkları için nasıl aşağılandıklarını hatta mahalle baskısı yüzünden 60 yaşına kadar saçlarını uzatmak isteseler de uzatamama hallerini konuşsalar… Mesela asker olmanın erkek olmak sayıldığı, vatanın namusunun da koruyucusu olmanın ağırlığını, bu ağırlığı taşıyamayıp anti-sosyal kişilik saptamasıyla dışlanmayı tartışsalar çok ama çok güzel olurdu. Tüm bu yazdıklarımızın sebep ve sonuçlarına, en önemlisi de bu durumları ortadan kaldırma yöntemlerine yoğunlaşsalar anlarız. Baba-abi-eş rollerinden kurtulmaya kafa yorsalar; gündelik yaşamın işleyişini etraflarındaki kadınların omuzlarına bırakmak yerine birlikte yapmayı öğrenseler… Yemek yapmayı yada bebek bezi değiştirmeyi, vb. öğrenmeye niyetlenseler mesela, anlarız. Anlamakla kalmaz, her türlü dayanışmayı da gösteririz. Bunları yaparken erkekliği reddeden erkeklerin de yani eşcinsellerin de yanında olacaklarını, bu özgürlük mücadelesinde dayanışma ilişkileri kuracaklarını vaat etseler, daha da saygı duyarız.

Ama bu 40 erkek kalkmış diyor ki: Kadınların yanındayız! Olmayın. Bir fark edin önce, yürürken sizin de şakırdıyor zincirleriniz. Belki bizdeki zincirler kadar ağır değil, bükmüyor belinizi ama hareket kabiliyetinizi etkiliyor. Yani kadınları ekonomik alanda kendinizle eşitleyerek kurtarmak illüzyonu yerine siz de zincirlerinizden kurtulmaya bakın. Yanındayız demeyin, yanımızda olmayın. Bir de iktidarın adaletsizliklerinin sürdürücüsü olup sakın karşımıza çıkmayın; bu gerçekten çok önemli.

Pelin Derici

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

The post 1 Kadın, 40 Erkek: “Kadınların #Yanındayız” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/04/1-kadin-40-erkek-kadinlarin-yanindayiz-pelin-derici/feed/ 0
Mini Etek Kaza Sebebi Olarak Şikayete Uğradı! https://meydan1.org/2018/07/15/mini-etek-kaza-sebebi-olarak-sikayete-ugradi/ https://meydan1.org/2018/07/15/mini-etek-kaza-sebebi-olarak-sikayete-ugradi/#respond Sun, 15 Jul 2018 07:32:23 +0000 https://seninmedyan.org/?p=40700  Kadınlara yönelik baskının yeni bir örneği Kocaeli’de gerçekleşti. Halk otobüsüne binen bir erkek, aracın ön kısmında oturan genç bir kadının giyimi üzerine araç sürücüsüne tepkide bulundu. Kadının giymiş olduğu mini eteğin ve askılı tişörtün yanlış olduğunu söyleyen ve bu tarz giyinen kişilerin araçlara alınmaması gerektiğini iddia eden kişi, ‘ Benim gördüğümü görmüyor musun? Bu suçtur, […]

The post Mini Etek Kaza Sebebi Olarak Şikayete Uğradı! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 Kadınlara yönelik baskının yeni bir örneği Kocaeli’de gerçekleşti. Halk otobüsüne binen bir erkek, aracın ön kısmında oturan genç bir kadının giyimi üzerine araç sürücüsüne tepkide bulundu. Kadının giymiş olduğu mini eteğin ve askılı tişörtün yanlış olduğunu söyleyen ve bu tarz giyinen kişilerin araçlara alınmaması gerektiğini iddia eden kişi, ‘ Benim gördüğümü görmüyor musun? Bu suçtur, kaza sebebidir. Derhal aracı karakola çek! ‘ diyerek otobüs sürücüsü ile tartıştı.

Sürücünün aracı polis merkezine götürmesi sonrası, araçtaki insanlardan da gördüğü tepkiyle geri adım atan kişi, olay yerini terk etti.

The post Mini Etek Kaza Sebebi Olarak Şikayete Uğradı! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/07/15/mini-etek-kaza-sebebi-olarak-sikayete-ugradi/feed/ 0
Ha Müftü Ha Memur, Nikah Kıyımı Kadın Kıyımıdır – Ece Uzun https://meydan1.org/2017/11/03/ha-muftu-ha-memur-nikah-kiyimi-kadin-kiyimidir-ece-uzun/ https://meydan1.org/2017/11/03/ha-muftu-ha-memur-nikah-kiyimi-kadin-kiyimidir-ece-uzun/#respond Fri, 03 Nov 2017 08:33:30 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/03/ha-muftu-ha-memur-nikah-kiyimi-kadin-kiyimidir-ece-uzun/   Evliliğin Tarihsel Gelişimi Kadın ve erkek yüzyıllardır birbirini tamamlayan iki unsur olarak anlatılır. Çağlar boyunca kimi zamanlarda değişkenlik gösteren cinsiyet rollerine rağmen kadın ve erkek hep bir aradadır. İlkel topluluklarda avcılıkla uğraşan erkek ve toplayıcılık yapan kadın, yaşamın sürdürülmesinde zorunlu bir ilişki halindedir. Bu zorunlu ilişki aynı zamanda ruhsal ve bedensel birleşmelerle soyun devamlılığını […]

The post Ha Müftü Ha Memur, Nikah Kıyımı Kadın Kıyımıdır – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 


“Evlilik Devlet’i ve Kilise’yi her yönüyle besleyen bir kurumdur; hayatın insanları geliştirip incelten bir alanda tuzağa düşürmek için, hem Devlet’in hem de Kilise’nin eski çağlardan beri hiç bıkmadan peşinde kovaladığı bir av olmuştur. Aşk, ezelden beri insan ilişkilerinin en güçlü faktörüdür; aşk, insan eliyle yapılan her türlü yasadan üstün gelmiş ve kiliseyle ahlakın dayattığı demir parmaklıkları her çağda kırıp atmıştır.”

Emma Goldman

Evliliğin Tarihsel Gelişimi

Kadın ve erkek yüzyıllardır birbirini tamamlayan iki unsur olarak anlatılır. Çağlar boyunca kimi zamanlarda değişkenlik gösteren cinsiyet rollerine rağmen kadın ve erkek hep bir aradadır. İlkel topluluklarda avcılıkla uğraşan erkek ve toplayıcılık yapan kadın, yaşamın sürdürülmesinde zorunlu bir ilişki halindedir. Bu zorunlu ilişki aynı zamanda ruhsal ve bedensel birleşmelerle soyun devamlılığını sağlamak için sürdürülmüştür. İlkel toplumlardan günümüze farklılık gösteren bir çok ritüel, tören, seremoni ile kadın ve erkek birbirine bağlanmıştır. Günümüzdeki anlatımıyla evliliğin tarih, antropoloji, ve sosyoloji gibi alanlarda ne zaman ortaya çıktığına ilişkin tartışmalarsa uzun yıllardır incelenmektedir.

İlkel toplulukların yerleşik yaşama geçişiyle, devletsi yapılar beraberinde mülkiyet ilişkisini getirmiş ve hiyerarşik ilişki biçimleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Toplumsal ilişkilerin değişmesine neden olan yerleşik yaşam, kadın ve erkek arasındaki toplumsal roller üzerinden başka bir hiyerarşiyi de açığa çıkarmıştır: Erkeğin üstün konumda bulunduğu bir hiyerarşi. “Yabanıl toplumlarda toplumsal ve cinsel ilişkilerin, ortaklaşa üretim ve ortak mülkiyet uygulaması sonucu eşitlikçi bir nitelik gösterdiği görülür. Bu özellikler özel mülkiyete ve sınıf ayrımına dayanan çağdaş toplum anlayışına ters düşmekteydi. Demek ki kadınlara onurlu bir yer veren anasoylu klan dizgesi, her iki cins insanında eşitlik içinde yaşadığı, baskı ya da cins ayrıcalığı görmediği bir ortaklaşmacı (kolektivist) düzendi.” (Evelyn Redd, Kadının Evrimi)

Yerleşik yaşamda çeşitli madenlerin bulunmasıyla da birlikte, avcı olan erkek, diğer avcı olan erkeklerle yarışmaya başlamıştır. Bedensel gücü ve avlanmak için kullandığı silahlar bir başka erkeğe veya bir başka kabileye yönelmeye başladıkça; gücün belirlediği iktidar ve iktidarlı ilişki biçimleri açığa çıkmaya başlamıştır. Kadın ise, gezer-göçer oldukları dönemde daha fazla söze sahipken, yerleşik yaşamla beraber ev ve evin çevresindeki işlere hapsedilmiştir. Kadın ve erkeğin biyolojik farklılıklarından dolayı olduğu iddia edilen iş bölümüyle kadının eve kapatılması, özel alanın içinde tanımlanmasına neden olmuştur. Özel alanda var olan özne olarak kadın ve kadının erkek ile kurduğu yine iş bölümüne dayanan ilişki biçiminde, toplumsal cinsiyet rolleri oluşmaya ve zaman içerisinde belirginleşmeye başlamıştır. Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkekte biyolojik olarak bulunan farklılıkların dışında, yaşamsal olarak bulunan farklılıklar ve bu farklılıklar sonucu kadın ve erkeğe yüklenen rollerdir. Bu farklılıkların nasıl ortaya çıktığı ve biyolojik farklılıklarla ilişkisi olup olmadığı yine bir tartışma konusudur. Toplumsal cinsiyet, adı üzerinde toplum ve dolayısıyla kültür tarafından belirlenir. Her toplum ve kültürün özelinde değişkenlik gösterir ve bu özellikler dahilinde belirlenir. Ancak ataerkinin var olduğu tüm toplumlarda koşulsuz olarak bulunur.

Ataerkiyle birlikte kadın ve erkek, bir bütünü oluşturan ilişki biçimini değil de erkeğin kadından üstün olduğu bir ilişki biçimini sürdürür. Ataerkillik, her şeyden önce hiyerarşik bir ilişkidir ve hiyerarşi olmadan kendini var edemez. Babanın iktidarı, onun bir adım gerisinde olan oğul tarafından sürdürülmek durumundadır. İşte bu noktada devreye giren “erkeğin soyunun devam etmesi”, zorunlu hale gelir.

Soyun Devamı ve Namus Olgusu

Soyun devamı kaygısının bir sonucu olarak kadının tek eşliliği şartı konulmuştur. Soyun devamını sağlayan yegane varlığın erkek olduğu düşünüldüğünden, bu durumda kadın sadece bir araç olmuş ve varlığı doğurganlığa bağlanmıştır. Kadının bedeninin doğurganlığa bağlanmasıyla birlikte, kadın bedeni bütünüyle cinsellikle dolup taşan bir beden olarak tanımlanmış, nitelenmiş ve saf dışı bırakılmıştır. Bu beden, kendisine içkin patolojinin etkisiyle tıbbi uygulamalar alanıyla bütünleştirilmiştir. Düzenli doğurganlığı sağlamak zorunda olduğu toplumsal bünye esas ve işlevsel öğesi olmak zorunda kaldığı aile düzlemi ve ürettiği biyolojik-ahlaksal bir sorumluluk çerçevesinde eğitimi boyunca güvence vermek zorunda olduğu çocukların yaşamıyla organik bir ilişkiye sokulmuştur. (Foucault, Cinselliğin Tarihi)

Kadının eve kapatılması ve doğurganlıkla eş değer tanımlanması, zaman içerisinde bunun bir mülkiyet ilişkisi olmasını da garantilemiştir. Bu mülkiyet ilişkisi, toplumsal cinsiyet rollerine dayandırılarak “namus” kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Erkeğe ait olan ve korunması gereken kadın tanımı, kadının toplumsal ilişkilerdeki hal ve hareketlerini de kapsayan “kadının namusu” denilen kavramı yaratmıştır.

Aile ve Evlilik

Tüm bu belirlenimlerin bize gösterdiği, kurum olarak evlilikten önce, kurum olarak ailenin varlığıdır. Ailenin kurumsallaşması, toplumun merkezi devlet yapılanmalarına doğru evrildiğinin bir göstergesi olarak gerçekleşmiştir. Devletler, yaşamın tamamına nüfuz edebilmek için aile kurumunun belirleyicisi olmuştur.

Tarihte somut olarak “dini bir ritüel” biçiminde karşımıza çıkan evlilik, kurumsallaşmış dinler öncesinde, insanların “Tanrılar onları kutsasın” diye yaptıkları bir törendi. Anadolu’da, Mezopotamya’da ve Antik Yunan’da evlilik törenleri birbirinden farklı özellikler gösterse de, temelde Tanrının bir ödülü olarak düşünülüyordu. Örneğin Antik Yunan’da -bugünkü Batı toplumlarının temelini oluşturur- genellikle 15 yaşından itibaren evlendirilen kız çocukları 3 gün süren bir şölenle evlendirilir, tanrıya çeşitli adaklar adanır veya “kurban” kesilirdi. Evlilik, aile olabilmenin en kutsal adımı olmuş ve yerine getirmek Tanrılara karşı bir sorumluluk ve zorunluluk haline gelmişti. Ancak bu evliliği kutsal kılan tabi ki erkekti. Meşru evlilikten doğan meşru çocuklar babanın soyunun devamı olmakla birlikte, babanın iktidarının da devamıydı. Erkeğin iktidarı böylelikle süreklileşecekti. Erkeğin kutsal addedilen soyunun bozulması kaygısı, kadının üzerinde aşırı sahiplenme (mülkiyetçilik) ve kıskançlık olarak kendisini var etti. Önce kendi babasına, sonra evlendiği erkeğe bağımlı kılınan kadın, ailenin bir parçası olmaktan ziyade iktidar tarafından ezilen bir kimliğe büründürüldü.

Kadının toplumsal yaşantıdaki yeri sadece çocuk doğurmak, yetiştirmek -o da erkeğin onay verdiği şekilde- ve evin çekip çevrilmesini sağlamakla sınırlı kaldı. Tabi ki bu dönemlerde de toplumsal cinsiyet rollerini, aileyi, evliliği reddeden kadınlar olmuştur. Bunların bir kısmı birer efsane gibi hafızalarımızda bulunsa da, hem yazılı kaynak olmamasından hem de erkeğin gerçekleri çarpıtmasından dolayı, elimizde çok az belge bulunmaktadır.

Kurumsallaşmış Din ve Evlilik

Kurumsallaşmış dinlerin ortaya çıkışıyla birlikte, kadının toplumdaki pozisyonu giderek erimiş; zaten mevcut olan kurallar, yasaklar ve baskı bu sefer “semavi” olduğu iddia edilen dinler tarafından uygulanmaya başlamıştır. Babanın üstün gücüyle elde ettiği iktidar, Hristiyanlık tarafından desteklenmiştir. İktidar, iktidarını “oğullarına” devretmiştir. Oğulların çoğalması, bir sürünün çoğalması gibidir, çoğalma çiftçi için nasıl önemliyse oğullar için de o kadar önemlidir. (İncil, Markos) Tanrı, insanlara bunu öğütlemiştir. Batı toplumlarında Roma İmparatorluğu ile başlayan -adaleti ve eşitliği getireceği iddia edilen- Hristiyanlık, pek çok farklı devlete savaşlarla, asimilasyonla ve çeşitli kültürel etkileşimlerle yayılmıştır.

Evlilikle ilgili olarak tek eşlilik kuralını getiren kilise, kadın ve erkek arasındaki toplumsal farkları daha da belirginleştirmiştir. Erkeğin birden fazla kadınla birlikte olması kutsal kitap tarafından yasaklanmıştır. Ancak erkek başka bir kadınla birlikte olduğunda rahibe gidip günah çıkararak günahlarından arındırılmış olur. Kadın ise dince yasaklanan benzer bir suçu işlediğinde dinden aforoz edilir. Bu, aynı zamanda toplumdan da aforoz edilme anlamını taşır. Sadece aforozla yetinilmediğinde, kadın çoğunlukla “cadı” veya “büyücü” yaftalamasıyla idam edilir. Boşanmak ise yasaktır. Ama kadın bir günah işlediyse, erkeğin kadını dilediği gibi boşayabilme ve başka bir kadınla evlenebilme hakkı vardır.

Din ve devlet ittifakının doruk noktasına ulaştığı 9. yüzyılda zaten eğitimli olan rahipler, nikah kıyma yetkisini edindiler. O dönemde kiliseler her yerdedir, bu yüzden nikah kıyacak olanlar -Tanrı izin verdiği sürece- rahipler olacaktır. Zaman içerisinde nikahlar sayesinde büyük bir zenginleşme yaşayan Kilise, akraba evliliklerini yasaklamıştır. Kadının miras hakkı zaten olmadığından, bölünerek miras kalan küçük arazi ve tarlalardan elde ettiği gelirle daha da zenginleşmiştir. Devletin karşısında daha güçlü bir konuma ulaşan Kilise’nin toplum üzerindeki etkisi arttıkça devletle çatışmalar yaşamaya başlamıştır. Toplumsal ve siyasal yaşamın düzenleyicisi artık Kilise’dir. Devletle Kilise arasındaki ittifak zamanla bozulmuş, bu bozulma büyük bir kırılma noktası yaratarak 18. yüzyılda Kilise Reformu’nu beraberinde getirmiştir. Böylelikle evlilik ve aile tekrar devletin denetimine geçmiştir. Ancak Kilise’de nikah kıyma geleneği günümüzde bile devam etmektedir.

İslamiyet’in kurumsallaşması Hristiyanlığa oranla daha farklı seyretse de, ortaya çıktığı coğrafyada kadının siyasal ve toplumsal hiçbir konumu bulunmamaktadır. İslamiyet bu kültürün devamına hatta perçinlenmesine neden olmuştur. Bugün bile İslam Hukuku’nca yönetilen devletlerde tartışılan, “kadınlara araba kullanma hakkının verilmesi”dir.

“Her kim ki bir kız çocuk doğduğunu görürse, üzüntüden yüzü simsiyah kesilir.” (Kuran, Nahl Suresi) İslamiyet’in kadına bakış açısı bu ayetle gayet iyi özetlenmektedir. İslam toplumlarında kadın, sosyal ve siyasal anlamda yaşamın hiçbir yerinde bulunmayan, çoğunlukla satın alınan, yalnızca erkekle var olabilecek bir nesnedir. Kadının eve kapatılması dışında fiziksel olarak da kapatılmasını “emreden” Kuran, yine kadına yönelik birçok şey öğütler. Kadın ve kadın bedeni, korunulması, kapatılması gereken ve sadece tabi olduğu iktidarın yanında sergilenebilecek bir nesne olarak var olabilir.

İslam’da evlilik, imamın yetkisindedir ve “bir erkeğin en fazla 4 kadın alabilmesi şartı” konulmuştur. Ancak erkek tek seferlik cinsel ilişki yaşayabilmesi adına gerçekleştirdiği muta nikahı(1) sayesinde dilediği kadar kadınla cinsel birliktelik yaşayabilir, sonrasında ise rahatlıkla boşanabilir. Bu İslam Hukuku’nca yaratılmış bir olgudur. Ancak kadın evli olduğu erkeğe karşı gelmesi, “kadınlık görevini” yerine getirmemesi, başka bir erkekle cinsel ilişki yaşaması durumunda erkek tarafından hemen sözlü olarak beyanla terk edilir; kadının ve evli olduğu erkeğin akrabaları tarafından veya evli olduğu erkek tarafından genellikle recm(2) edilerek öldürülür. İslamiyette boşanma yetkisi erkektedir, kadın çok nadir istisnalar dışında erkeği boşayamaz. Boşanma, erkeğin sözlü olarak beyanıyla gerçekleşir.

Yahudilik’te ise durum biraz farklıdır. MÖ iki binli yıllara dayandırılan Yahudilik, tek bir halka (İsrailoğulları) gelme özelliğini korumakla birlikte, bu dine dahil olan herkesin bu halka da dahil olması şartıyla varlığını sürdürmüştür. Anaerkil olduğu iddia edilen kutsal kitabı Tevrat’ta tek eşlilik esastır, ancak bu kural sadece kadın için geçerlidir. Erkeğin birden fazla cariye alabilmesi normal kabul edilir. Ancak evliliği gerçekleştirme yetkisi bulunan kişi, evleneceği kişiyi seçme yetkisi diğer kurumsallaşmış dinlerden farklı olarak kadına verilmiştir. Yahudiliğin diğer kurumsallaşmış dinlerden daha eski olduğunu düşünürsek, kadının toplumda biraz daha önemli bir konumda bulunduğu zamanlarda ortaya çıkmıştır. Bunun dine yansıması olarak, kadının dinde belirlenen pozisyonunda farklılık olduğu yorumu yapılabilir.

Dinin topluma -kapitalizm ve modern devletlerin varlığıyla birlikte- etkisi bazı değişikliklere uğrasa da, iktidarlar toplumun kontrolünü sağlamlaştırdığı aile ve aileyi oluşturmak için yaratılan evlilik özelliklerini korumaya devam etmiştir. Her ne kadar Batı -modern- toplumlarında kadın ve erkek arasındaki farklılıkların azaldığı iddia edilse de, evliliğin varlığının kadın üzerinde bir otorite olduğu, kadının devletin ve dinin sürdürülebilmesi için kurulan bu kurumun parçası olmak zorunda olduğu gerçeğini değiştirmez. Doğu ve Batı toplumlarında farklı özelliklerde olsa da, pek çok toplumda dinin kadın üzerinde yarattığı büyük baskı, kurumsallaşmış dinlerin ortaya çıkışında olduğu gibi sürmektedir.

Evlilik bir mülkiyet midir? Ve bu mülkiyet aile içinde nasıl devam eder?

Evlilik, iki insanın birbirini severek beraber yaşamasının dışında, bir mülkiyet ilişkisidir. Her iki taraf için de bir mülkiyet ilişkisi olsa da, genellikle mülk edinilen özne kadın olmaktadır. Mülkiyet ilişkisi sosyal olduğu kadar ekonomik bir bağlayıcılıktır. Kadının tüm davranışlarını belirleyen ve kontrol eden erkek olurken, evlilik ile birlikte yapılmış olan ekonomik sözleşme kadının lehine gibi görünür. Ekonomik yaşantısını erkeğe bağlamak zorunda kalan kadının, boşanma durumunda alacağı tazminat bir kazanım olarak görülse de, bu kadın ve erkek arasındaki mülkiyet ilişkisinin devamını, aynı zamanda algısal olarak kadının erkeğe bağımlı olmasının devamını sağlar. Bu mülkiyet ilişkisini topyekün reddetmek, aynı zamanda kadın ve erkeğin arasında iktidarlar tarafından oluşturulan hiyerarşik ilişki biçimini de reddetmek ve ortadan kaldırmak anlamına gelecektir.

Eşitlik ama hangi anlamda?

Evlilik ile ilgili olarak uzun zamandır tartışılan kadın ve erkeğin -genellikle ekonomik olarak- toplumun her alanında olduğu gibi evlilik rollerinde de eşit olabilmesiydi. Kadın ve erkek eşitliği, erkeğin kapitalizm ve devlet içerisinde aldığı pozisyonda kadının da var olabilmesi savunusudur. Eğitim, ekonomi, siyaset gibi alanlarda erkeğin pozisyonunda olabilmek, aynı zamanda erkeğin iktidarına ortak olabilmektir. Yaşadığımız sistemdeki eşitlik isteği, erkekle aynı konumda bulunabilmek isteğidir. Erkek egemen bir sistemde erkekle eşitlenerek erk olmak, özgür olduğunu sanmaktan başka bir şey değildir.

Bu Coğrafyada Evlilik

Evlilik, her toplumun kendi toplumsal gerçekliğinde ve değer yargılarında değerlendirilmesi gereken bir kavramdır. Dinin etkisinin yoğun olduğu bu coğrafyada evliliği değerlendirmek, toplumun özelliklerini değerlendirmeye de denk düşecektir.

Giderek sadece biçimsel değil, algısal olarak da muhafazakarlaşan/muhafazakarlaştırılan toplumumuzda namus denilen kavram yüzyıllardır önemini korumaktadır. Başlık parası, berdel, töre, töre cinayetleri, küçük yaşta zorla evlendirilmeler, tecavüzcüsüyle evlendirilmeler bu coğrafyanın gerçekliğidir. Her gün taciz, tecavüz ve kadın katliamının yaşandığı coğrafyamızda kadın üzerinden tartışılan bir başka konu ise şimdilerde “müftülere nikah kıyma yetkisi veren yasa” oldu. İktidarın bu yasayla belli bir amacı temsil etmesiyle birlikte, iktidarların tarih boyunca kadınlara yöneldiğini göz önünde bulundurursak, bu durum şaşırtıcı olmamalıdır.

Hukuk içerisinde hak mücadelesi mi, adalet için özgürlük mücadelesi mi?

Evlilik gündemi bu coğrafyada yalnızca şimdiye ait bir gündem değil. Daha önce, 2000’li yılların başında, imam nikahının kaldırılması için mücadele eden kadınlar, kadınların “resmi” evlilik sayesinde çeşitli kazanımlarının olduğunu savunmuş ve bu konuyla ilgili Medeni Kanun’da düzenlemeler yapılması gerektiğini önermiştir. Benzer şekilde, yeni yasa ile müftülere nikah kıyma yetkisinin geçersiz olduğunu söyleyenler, AİHM’ye başvuru yaptılar.

Devletin koyduğu yasalar çerçevesinde toplumdaki her insan için olduğu gibi, toplumda ezilen pozisyonunda olan kadınlar için de yasalar bulunmaktadır. Bu yasalardan yararlanmak ve “meşru haklar” çerçevesinde meşru hakları elde edebilmek için sadece hak mücadelesi vermek, tek çözüm olamaz. Devletin yasalarıyla oluşturulan hukuk içerisinde hak elde etmek üzerinden kurulu bir mücadeleyi tek başına yürütmek, bir kazanım olmadığı gibi; bu yasaları yaratanların ve erkek devletin meşruluğunu sağlamaktadır. Anarşist Emma Goldman’ın mücadelesi, hak mücadelesi dışında bir mücadele hattı yürütebilmenin en iyi örneklerindendir. Kürtajın yasallaşması ve doğum kontrolü için uzun yıllar mücadele veren Goldman, ezilmişliğin kökeni olarak gördüğü ataerkinin ortadan kaldırılmasına yönelik bütünlüklü bir mücadele hattı yürüterek hem devlete hem de kapitalizme karşı örgütlenmenin gerekliliğini savunmuştur.

Bugün tartışılan yasada, yasanın yürürlükten kaldırılması için “yasal” kampanyalar yürütmek dışında, bu ve benzer yasaları koyanları ortadan kaldırmaya yönelik mücadele vermek de bir gerekliliktir.

Özgürlük mücadelesi varoluşu tehdit eden tüm unsurlara karşı girişilmiş bir hayatta kalabilme mücadelesidir. Dünyanın hemen her yerinde kadının hayatta kalabilmesi kendisine karşı olan ataerki, devlet, din ve kadına karşı olan toplumsal değer yargılarıyla mücadele etmesine bağlıdır ve mücadele sadece kendisi için değil tüm kadınlar için de olmalıdır.

1) İslam’da para karşılığında bir erkek ve kadının sözlü beyanına dayanarak imam tarafından gerçekleştirilen geçici nikah.

2) Taşlamak anlamındadır ve İslam Hukukunca “zina” yapan kadın veya erkek taşlanarak öldürülmesidir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Ha Müftü Ha Memur, Nikah Kıyımı Kadın Kıyımıdır – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/03/ha-muftu-ha-memur-nikah-kiyimi-kadin-kiyimidir-ece-uzun/feed/ 0
Bilim Erkekleri Küfürü Bilimselleştirdi – Meltem Çuhadar https://meydan1.org/2017/03/07/bilim-erkekleri-kufuru-bilimsellestirdi-meltem-cuhadar/ https://meydan1.org/2017/03/07/bilim-erkekleri-kufuru-bilimsellestirdi-meltem-cuhadar/#respond Tue, 07 Mar 2017 05:00:03 +0000 https://test.meydan.org/2017/03/07/bilim-erkekleri-kufuru-bilimsellestirdi-meltem-cuhadar/ Evde, sokakta, trafikte, futbol tribünlerinde, romanlarda, filmlerde… Küfür; yaşamımızın her alanına sızmış, varlığı kabullenilmiş, kadını aşağılamanın algılarda oldukça normalleşmiş halidir. Bilimciler, geçtiğimiz günlerde küfrün “aslında iyi bir şey “olabileceğini söyleyen bir takım çalışmalar yaptılar. Yapılan son araştırmalara göre, küfretmek daha çok espri yapmak ve samimi olmakla alakalıymış! Cambridge Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Still; ABD, Hollanda, […]

The post Bilim Erkekleri Küfürü Bilimselleştirdi – Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Evde, sokakta, trafikte, futbol tribünlerinde, romanlarda, filmlerde… Küfür; yaşamımızın her alanına sızmış, varlığı kabullenilmiş, kadını aşağılamanın algılarda oldukça normalleşmiş halidir.

Bilimciler, geçtiğimiz günlerde küfrün “aslında iyi bir şey “olabileceğini söyleyen bir takım çalışmalar yaptılar. Yapılan son araştırmalara göre, küfretmek daha çok espri yapmak ve samimi olmakla alakalıymış! Cambridge Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Still; ABD, Hollanda, İngiltere ve Hong-Kong’da yaptığı belirli örneklem grupları üzerinde yaptığı çalışmalarının sonucunda; “Küfür ve samimiyetsizlik arasındaki ilişki zorlu bir mesele. Küfür etmek çoğu kez uygunsuz görülebilir, ancak aynı zamanda birilerinin size samimi görüşlerini ifade ettiğinin de kanıtı olabilir. Dillerini daha lezzetli olacak şekilde süzmedikleri gibi görüşlerini de filtrelemiyorlar” şeklinde bir açıklama yaptı ve küfrün “daha samimi ilişki kurmaktan” kaynaklandığını “bilimsel” olarak kanıtlamaya çalıştı.

Sıkışmış bir trafikte, bir erkeğin hiç tanımadığı birine ağız dolusu küfür etmesi, kadını aşağılamayı fanatiklik haline getirmiş ve bu konuda oldukça “yaratıcı” olan taraftarların tribünlerde karşı takımın futbolcusuna veya karşı takımın taraftarlarına cinsiyetçi ithamlarda bulunması, yolda yürüyen bir kadına giydiklerinden dolayı küfür edilmesi ve sayamayacağımız bunun benzeri sayısız örnekler… Tüm bunlar ne kadar da samimi davranışlar değil mi?

Yapılan bir başka çalışmada ise, “küfretmenin sanıldığının aksine düşük değil yüksek zekâ göstergesi olduğu” iddia edildi. New York Marist College’de psikologlar tarafından yapılan araştırmada; “bir kişinin İngilizcesinin akıcılığı ile küfürlü konuşmasındaki akıcılık arasında bir ilişki olduğu” savunuldu. Hatta küfür eden kişinin daha etkileyici bir tarzda ilişki kurabildiği ve tek bir küfrün, bir duruma dair duygu ve düşünceleri en net şekilde ifade edebileceği söylendi. Yani, bu araştırmaya göre, küfür eden insanlar, etmeyenlere oranla hem daha yüksek bir zekâya sahip hem de iletişim becerileri konusunda daha donanımlı!

Bir tartışma esnasında, karşı tarafa verecek bir cevabı kalmadığında küfür etmeye sığınanlar, kendini küfür ederek ifade edenler, üzüntü, öfke, sevinç gibi duygularını bile küfürle dillendirenler oldukça yüksek zekâya sahip insanlar olsa gerek!

Bu araştırmaları yapanların bunlarla neyi amaçladıklarını bilmiyoruz ama bu araştırmaları yapanların “erkek” olduğunu tahmin edebiliyoruz. Küfrün toplumlar içerisindeki meşruluğu yetmiyormuş gibi bu cinsiyetçi davranış bir de erkek bilimciler tarafından “bilimsellik” unvanıyla taçlandırılıyor.

Kadının aşağılanması üzerine kurulu bir sistemde, erkek aklın bu açıklamaları; bu aşağılanmanın pekiştiricisi oluyor. İster samimi olsun ister samimiyetsiz, ister yüksek zekâya sahip olsun ister düşük zekâya; küfür cinsiyetçilik; cinsiyetçilik cinsiyetçiliktir.

 Meltem Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 37. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Bilim Erkekleri Küfürü Bilimselleştirdi – Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/03/07/bilim-erkekleri-kufuru-bilimsellestirdi-meltem-cuhadar/feed/ 0
Trans Tutsak Esra Yalnız Değildir https://meydan1.org/2015/09/19/trans-tutsak-esra-yalniz-degildir/ https://meydan1.org/2015/09/19/trans-tutsak-esra-yalniz-degildir/#respond Fri, 18 Sep 2015 21:07:28 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/19/trans-tutsak-esra-yalniz-degildir/ İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’nun hasta tutsaklar için her hafta Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdiği F Oturması’nın 179. haftasında, travesti tutsak Esra’nın durumu gündem edildi. Esra’nın resimlerinin taşındığı eylemde son gönderdiği ve yaşadıklarına artık dayanamadığını, yaşamını sonlandırmak istediğini belirttiği son mektubu okundu. Mektubun okunmasının ardından basın açıklaması gerçekleştirildi. Yapılan açıklamada Esra’nın yaşadığı tecrit koşulları, […]

The post Trans Tutsak Esra Yalnız Değildir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
esrayalnızdeğil

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’nun hasta tutsaklar için her hafta Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdiği F Oturması’nın 179. haftasında, travesti tutsak Esra’nın durumu gündem edildi. Esra’nın resimlerinin taşındığı eylemde son gönderdiği ve yaşadıklarına artık dayanamadığını, yaşamını sonlandırmak istediğini belirttiği son mektubu okundu. Mektubun okunmasının ardından basın açıklaması gerçekleştirildi. Yapılan açıklamada Esra’nın yaşadığı tecrit koşulları, taciz, tecavüz ve psikolojik baskı gündem edildi.

Açıklamanın ardından Travesti Tutsak Esra ile Dayanışma İnisiyatifi masa kurdu. Gündelik yaşamdan çektikleri resimleri kartpostal olarak bastıran inisiyatif üyeleri kurdukları masada, çevrede bulunan herkesi Esra’ya bir şeyler yazmak için çağırdılar. Kartpostallara yazılan notların ardından dayanışma çağrısında bulunarak eylem sonlandırıldı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Trans Tutsak Esra Yalnız Değildir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/19/trans-tutsak-esra-yalniz-degildir/feed/ 0
” Trans Tutsak Esra İçin Dayanışma Sürüyor ” – Nergis Şen https://meydan1.org/2015/09/18/trans-tutsak-esra-icin-dayanisma-suruyor-nergis-sen/ https://meydan1.org/2015/09/18/trans-tutsak-esra-icin-dayanisma-suruyor-nergis-sen/#respond Fri, 18 Sep 2015 20:59:32 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/18/trans-tutsak-esra-icin-dayanisma-suruyor-nergis-sen/ Travesti tutsak Esra (kimlik ismiyle Salih Arıkan), cinsel kimliğinden ötürü tüm tutsak LGBTİ bireyler gibi zor koşullarda yaşamını sürdürüyor. Yaklaşık 12 senedir cezaevinde olan Esra, ilk 4 sene erkek koğuşunda kaldı. Kendisi mektubunda şu şekilde yazmıştı: “4 yıl erkek koğuşlarında kaldım. 20 tane erkeğin arasında kadın ruhu taşıyan bir erkeğim, kimseye fark ettirmiyor, kendimi saklıyordum.” […]

The post ” Trans Tutsak Esra İçin Dayanışma Sürüyor ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
esra

Travesti tutsak Esra (kimlik ismiyle Salih Arıkan), cinsel kimliğinden ötürü tüm tutsak LGBTİ bireyler gibi zor koşullarda yaşamını sürdürüyor. Yaklaşık 12 senedir cezaevinde olan Esra, ilk 4 sene erkek koğuşunda kaldı. Kendisi mektubunda şu şekilde yazmıştı: “4 yıl erkek koğuşlarında kaldım. 20 tane erkeğin arasında kadın ruhu taşıyan bir erkeğim, kimseye fark ettirmiyor, kendimi saklıyordum.” Daha sonra kaldığı koğuşta, onu kadın olarak tanıyan biri çıkınca durumunu daha fazla saklamadı. Kadın olduğunu idareye söyleyince tek kişilik odada, yani tecritte yaşamını sürdürmeye başladı.

Cinsel kimliği ve işlemediği bir “suç” sebebiyle hapishaneye girmesinin ardından, ailesi Esra ile görüşmek istemedi. Şimdi Samsun E Tipi Kapalı Hapishanesi’nde bulunan Esra, buraya 1 ay önce İzmir Kırıklar F Tipi Hapishanesi’nden nakledildi. Samsun Cezaevinde daha önce de kalmış ve burada birçok kötü muameleye ve tacize maruz kalmıştı. O süreçte yaşadıklarını “Taciz ediyorlar, devamını siz bilirsiniz, anlarsınız beni zaten” diye yazmıştı ve bu cümlelerin altı hapishane okuma komisyonu yetkilileri tarafından kırmızı kalemle çizilmişti.

Sürekli hapishane yetkilileri ve gardiyanlar tarafından tacize ve tecavüze uğrayan Esra, bir gardiyan tarafından uğradığı tacizden sonra sperm örneklerini kendi imkanlarıyla topladı ve şikayetçi oldu. Gardiyan bir sene tutuklu kaldı ancak davaya bakan mahkeme “ilişki zorla değil, gönül rızasıyla olmuştur” şeklinde karar verince gardiyan serbest bırakıldı ve görevine iade edildi.

Esra maruz kaldığı adaletsizliklerden ve çaresizlikten dolayı bileklerini keserek ve hap içerek intihara teşebbüs etti. Hap içmesinden sonra ameliyat edilerek kurtarılan Esra, hem ilaçların etkisi hem de yaşadıklarının stresinden dolayı mide rahatsızlıkları geçirdi. Ülser hastalığı ve ilerleyen sağlık problemlerinden dolayı kolon kanseri riski taşıyan Esra, hastaneye gitmek için bir çok dilekçe yazdı ancak dilekçeleri her defasında görmezden gelindi. Keyfi olarak hastaneye gönderilmediği gibi aynı şekilde tutsaklara sağlanan kütüphane ve spor gibi aktiviteleri de engellendi.

Cinsiyet değişim operasyonu için verdiği dilekçeler sonucunda, şimdi tekrar Samsun’a  nakledildi ve aynı saldırılara maruz kalmaya başlayınca çare olarak intiharı gördü. Esra, yolladığı son mektubuna “Umudum kalmadı, artık çok yoruldum.” diye başlıyor ve “Mektup alamazsan, canıma kıymışımdır. Nefes aldığım sürece yazarım.” diyerek son veriyor. Esra’nın son mektubunun ardından birçok kadın ona mektup yazmaya başladı. Esra’ya gönderilen bir mektup bile hayata tutunmasında çok etkili.

Kadınlar Esra’nın sesini duyurmak ve yalnız olmadığını bilmesi için bir kampanya süreci başlattılar. Anarşist Kadınlar’ın çağrısıyla İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Derneği, TODAP ve birçok anarşist, feminist, sosyalist kadın örgütlenmeleri, LGBTİ örgütleri ve bireylerin dahil olduğu Travesti Tutsak Esra ile Dayanışma İnisiyatifi oluşturuldu.  Bu inisiyatif ilk olarak sosyal medyada başlattıkları kampanya ile herkesi Esra’ya mektup yazmaya çağırdı. İnisiyatifin çağrısıyla farklı kişilerin farklı bakış açılarıyla yazdıkları mektuplar Esra’yı içeride yalnız bırakmayacak.

esra1

Öte yandan Esra tutukluluğundan beri vasi konusunda sıkıntılar yaşıyor. Vasi olarak atanan akrabalarının, sorunlarıyla ilgilenmemesi nedeniyle vasinin değiştirilmesi için başvuruda bulunuldu. Anarşist Kadınlar’dan Merve Arkun, vasi olmayı kabul etti ancak mahkeme henüz dosyayı sonuçlandırmadığı için avukat konusunda sıkıntılar yaşayan Esra’nın vasi değişimi de, cinsiyet değiştirme ameliyatı da engellenmiş durumda. Son olarak İHD ile yapılan görüşmelerin ardından Samsun Barosu’ndan bir avukatın Esra’yla cezaevinde görüşmesi sağlandı. İnisiyatif ayrıca, İHD Cezaevi Komisyonu’yla birlikte 179. F Oturması’nda Esra’nın durumu ile ilgili Galatasaray Meydanı’nda bir eylem gerçekleştirdi.

Esra’dan alınan son haberlere göre durumu şimdi, özellikle aldığı mektuplardan sonra, daha iyi. Travesti Tutsak Esra ile Dayanışma İnisiyatifi, Esra’nın yaşadığı adaletsizlikleri, tacizi, tecavüzü ve psikolojik şiddeti gündem etmeyi sürdüreceklerini belirtiyorlar. İnisiyatif herkesi, “dayanışma yaşatır” şiarıyla Esra’ya mektup yazmaya çağırıyor. Ayrıca tüm kadın ve LGBTİ örgütlerini ve bireyleri inisiyatife katılarak Esra ile dayanışmayı büyütmeye çağırıyor.

Mektup yazmak isteyenler için Esra’nın adresi:

Salih Arıkan (Esra)

Samsun E Tipi Kapalı Cezaevi B-4 Koğuşu Canik/SAMSUN

 

 

Nergis Şen
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Trans Tutsak Esra İçin Dayanışma Sürüyor ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/18/trans-tutsak-esra-icin-dayanisma-suruyor-nergis-sen/feed/ 0
“Erkeğin Mirası Erkeğe Adaletsizliği Kadına” – Zeynep Kocaman https://meydan1.org/2015/04/20/erkegin-mirasi-erkege-adaletsizligi-kadina-zeynep-kocaman/ https://meydan1.org/2015/04/20/erkegin-mirasi-erkege-adaletsizligi-kadina-zeynep-kocaman/#respond Mon, 20 Apr 2015 18:58:44 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/20/erkegin-mirasi-erkege-adaletsizligi-kadina-zeynep-kocaman/ Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın kızı aynı zamanda da KADEM’in (Kadın ve Demokrasi Derneği) Başkan Yardımcısı Sümeyye Erdoğan Ak Parti Brüksel Siyaset Akademisi’nde, “Dünyada Müslüman kadın algısı ve eşitlik mücadelesi” konulu bir ders verdi. Konuşmasında cinsiyet eşitliğini değil, cinsiyet adaletini savunduğunu belirten Erdoğan, miras konusuna da değindi. Erkeğin evi geçindirme sorumluluğundan bahsederek, aynı sorumluluğun kadında olmadığını, böylelikle […]

The post “Erkeğin Mirası Erkeğe Adaletsizliği Kadına” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- erkeğin mirası Erkeğe Adaletsizliği Kadına

Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın kızı aynı zamanda da KADEM’in (Kadın ve Demokrasi Derneği) Başkan Yardımcısı Sümeyye Erdoğan Ak Parti Brüksel Siyaset Akademisi’nde, “Dünyada Müslüman kadın algısı ve eşitlik mücadelesi” konulu bir ders verdi. Konuşmasında cinsiyet eşitliğini değil, cinsiyet adaletini savunduğunu belirten Erdoğan, miras konusuna da değindi. Erkeğin evi geçindirme sorumluluğundan bahsederek, aynı sorumluluğun kadında olmadığını, böylelikle de erkeğe daha çok miras düşmesinin adaletli olduğunu söyledi. Adaletsizliğin merkezinde konum tutanların adaletten bahsederek adaleti savunmaları başlı başına bir ironi olsa gerek!

Pekâlâ, Sümeyye Erdoğan’ın söylediği gibi mirasın, erkeğe kadına oranla daha fazla düşmesi gerçekten adaletli midir? Ya da İslam’da bahsedildiği üzere, kadın hem babasından, hem de evleneceği erkekten pay alacağından; kadının geçimini sağlamakla yükümlü erkek, kadına oranla mirasta daha fazla pay sahibi olmalı mıdır?

Bu sorular ya da bu “sorunlar” farklı mecralarda tartışıladursun bu yazıda bizim üzerinde duracağımız mirasın, kime daha az ya da fazla düşeceği değil. Tam tersine bu tartışmalar kadının gerçek konumunu göz ardı ederek, erkeğin sahip oldukları üzerinden kadına konum biçen tartışmalar. Biz yazımızda kadın-erkek arasındaki ezeli mülkiyet ilişkisinden ve gerçek adaletten bahsedeceğiz, ataerkil sistemde her konuda olduğu gibi miras tartışmalarında da kaybedilmiş kadın kimliğinden bahsedeceğiz.

Ahlak Mirası: Evlilik

Mirasın anlamı mülk, evlilikte mülk paylaşımı demektir. Geçmişten günümüze tüm yasal evlilikler aslında kadının toplumsal ahlakını garantilemek için yapılır. Böylece kadının ahlakı, çekirdek ailede babaya, evlilik yoluyla da evlendiği erkeğe emanet edilir. Evlilikte her anlamda “sadık” kadınlar ise devletin sözde kanunları ile ödüllendirilirler.

1907 yılında İsviçre’den yola çıkan 1926’da Batı hayranı Cumhuriyet durağında inen, kadına belirli haklar veren kanunlar, medeniyetin mirası olarak gelmişlerdir. Devlet bu kanunları yıllarca pratikte uygulamasa da, 2001 yılına gelindiğinde batının gözünden çıkmaya ramak kala alelacele yeniden düzenlenirler. Birçok kez değiştirilen-yenilenen “pek medeni” kanunlarda en çok da “eşitlik” kavramı yüceltilir. Mülk paylaşımı yani miras tartışmalarında da aynı eşitliğin gözetilmesi, sözde kadın ve erkeği eşitlemiş olacaktır. 2002 yılında yapılan değişikler “aile hukuku” adı altında “evde erkek kadar kadının da sözü geçer”, “karar yetkisi ve bakım yükümlülüğü kadın kadar erkektedir”, “evlilik birliğini ortak temsil” gibi maddelerle “eşitlikçi” gibi görünse de kadının ezilen konumunu değiştirmekte hiçbir işe yaramamıştır.

2011’de devlet açısından bir milat olarak görülen Avrupa Konseyi ülkelerince İstanbul’da imzaya açılan böylece adını İstanbul Sözleşmesi olarak hafızalarımıza kazıyan kadına yönelik şiddetin önlenmesini amaçlayan sözleşmenin maddeleri hatırlanırsa kadın cinayetlerinin son 4 yılda yüzde 1400 arttığını da kimilerine hatırlatmak gerekir.

Kanunun devreden çıktığı durumlarda örneğin, “yasal olmayan” bir evlilikte kadının konumu “ahlaksızlık” olarak görülür. Erkek kadını ya da kadın erkeği herhangi bir gerekçeyle terk ettiğinde kimse kimseden yasal yollarla “hesap soramaz”. Kadın toplum tarafından “ahlaksızlıkla” yaftalanır, dahası birlikte olduğu erkek tarafından “kanunsuzca” cezalandırılabilir. Yani öldüresiye dövülebilir, sokağa atılabilir, çocuklarından men edilebilir vs. Erkek ise konumundan herhangi bir şey kaybetmez, tam tersine ahlaksız ilişkinin bir parçası değildir artık. Toplumda evliliğin kadına bir ahlak mirası olduğu düşünülürse ortada gayri resmi evlilikten doğan çocuklar varsa örneğin, kanun bu ahlaksızlığı temizlemek adına çocuğa bir tek soyadı borçludur, çocuklar henüz doğmamışlarsa noter imzasıyla erkeğin kabulü beklenir, toplum nezdinde ise anneleri ile aynı kaderi paylaştıklarından maalesef aşağılayıcı sıfatlarla yaftalanırlar.

Evlilik kadını taçlandırır derler! Özellikle de annelik sıfatıyla kutsallaştırılıp toplumda “özel” hissettirildiğimizde evliliği çoğu kez terk edemez hale geliriz. Diğer yandan manevi duygular göz ardı edilerek sadece ekonomik bir kurtuluş olarak görülen evliliklerse, patron-işçi ilişkisine benzer, tahammül sınırlarımızı zorlayana dek sürer. Günümüzdeyse sıkça tanık olduğumuz evlilik sözleşmesi denilen kadın ve erkeğin mülkünün paylaşımını önceden garanti altına alan “iktisadi çaba” ise tek bir şeyle açıklanabilir; “tamamen ekonomik”. Anlaşılan şu ki evlilik başımızda taç değil adeta ayaklarımızda bir zincir gibidir.

Televizyon kanallarında yayınlanan evlilik programlarında bile çoğu kadın evi, arabası, bankada parası olan ve çocuksuz erkeği eşi olarak seçmeyi tercih ediyor. Bu mülk arayışı, sadece yoksul kadının zenginliğe imrenişi mi yoksa yoksun kadının bir nebzecik rahatlama isteği mi? Günümüzde evliliğin tüm bu sorulara bir yanıt olarak sunulması bile kadının toplumdaki konumunu bize çok net özetliyor aslında.

Kadın evlilikle her açıdan hem sosyal hem de ekonomik mülkiyete dayalı bir ilişkinin ezileni olarak karşımıza çıkıyor. Başlık parası adıyla zorla evlendirilen, karşılığında 3 öküz, bilmem kaç dönüm arsa eden kadından zenginleşen erkek, yıllarca eve kapatılan kadından bedavaya hizmet alarak zenginleşen erkek toplumda kadının üzerine basa basa yükseliyor. Diğer yandan ataerkil sistem, doğurduğumuz küçük erkeklerin zihinlerine ilmek ilmek işleniyor ve onlar büyüdüklerinde “ahlaksız” kadının erkek adaleti olmak üzere miras bırakıyorlar adaletsizliği.

Emeğin Mirası: Yoksulluk

Evlilikle eve kapatılan kadın tüm yaşamsal ihtiyaçlarını da erkeğin ekonomik kazancına göre sağlamak zorunda. Bu kadına sadece yoksul bir yaşamı değil, beraberinde dış dünyadan yoksun bir yaşamı da getiriyor. Kadının yoksulluğu evlenmeden önce, evlendikten sonra, boşandıktan sonra gibi evrelerle sürüyor. Evlenmeden önce ailede kadın için düşünülen tek ekonomik birikim “çeyiz”, evlendiği gün düğün töreninde elde ettiği “takı” evlendikten sonra bir miktar “nafaka” oluyor.

Ev dışında çalışan her kadın için de durum benzerdir. Kadın emeği denilince akla ilk gelen “görünmeyen emek”tir. Hem evde hem iş yerinde, erkeğe göre vasıfsız, kolay görülen tüm işler kadını ezilen konuma hapseder. Çalışan kadın işinden eve döndüğünde ev işleri, çocuk bakımı gibi işlerle ezilmişliğini sürdürür. Kadın böylece ataerkil toplumun getirisi olarak yoksul ve yoksun bir yaşam sürmek zorunda bırakılır.

Ölümcül Miras: Kadınlık

Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet birbirinden farklıdır. Cinsiyet, kadın ve erkeğin doğuştan biyolojik farklılıklara sahip olmaları, toplumsal cinsiyet ise bir kültür ürünü olarak, kadın-erkek arasındaki sosyal sınıflaşmadan kaynaklanan rollerle toplumsal olarak inşa edilir. Toplumsal cinsiyet, kişilerin davranış şekillerini belirleyerek, onlara nasıl ideal bir erkek ya da ideal bir kadın olacaklarını belirli normlarla ve kalıplarla öğretir. Kadın ve erkek kimliklerini oluşturarak tek tipleşmeye sebep olur.

Toplumsal cinsiyet rolleri kişiye çeşitli sorumluluklar verir. Kişinin karakteri, duyguları, hisleri, hırsları, motivasyonları, toplumun öğrettiği söylemler ve yaşam deneyimleri doğrultusunda şekillenir. Dolayısıyla başka bir karaktere sahip insanlar toplum tarafından bambaşka insanlara dönüştürülürler. Bu süreç, toplumun değer yargılarıyla ve dinle daha da meşrulaştırılır.

Toplumsal cinsiyet statüleri kadın ve erkeğin tanımını belirler. Bu tanımlar çerçevesinde kadın ve erkeğin hangi kıyafetleri giymeleri, vücutlarını nasıl şekillendirmeleri ve hangi isimlere sahip olmaları gerektiği de bellidir. Bu iki cinsiyetin üzerinde de kurulan baskı kadınların omuzlarına ağır bir yük olarak biner. Toplumda erkek, etken özne durumundadır. Bunun sonucu olarak da para kazanma, aile ekonomisini kalkındırma, güçlü olma gibi sorumluluklar erkek olmakla özdeştirilir. Kadın ise toplumda itilen karakterdir. Edilgen konumuna getirilen kadının sorumluluğu çocuğuna bakmak, ev işleri yapmak, toplumsal rolleri ise, pasif, anaç, şefkatli, hassas ve itaatkâr olmaktır. Bu sorumluluklar, kadının üzerinde erkeğe oranla daha çok baskı kurar. Çünkü kadının rolleri erkeğe göre yaşamın her alanında daha pasiftir ve kadın erkeğe hizmet etmek için tasarlanmıştır. Bu durum gerek ev alanında gerek iş hayatında birbirinden farksız değildir.

Kadın, tüm bu toplumsal sorumluluk ve rollerle adeta kimliksizleştirilir. Kadının kimliğini yitirmesi ve toplumun şekillendirdiği karaktere dönüşmesiyle kadına ölümcül bir miras kalmaktadır; “kadınlık”.

Ataerkilliğin Mirası: Adaletsizlik

“Erkek” olmak, “kadınlık” içerisinde tanımlanan her türlü gerçekliğin, duygunun ve davranışın toptan reddine dayanır. “Kadınsı” olarak tanımlanan hiçbir özelliğe izin vermemelidir. Toplumda beklenen “erkeklik” biçimlerini sergilemeyen ya da kabullenmeyen kişilerse üçüncü, muğlak ve hastalıklı cinsler olarak yaftalanırlar. Çünkü ideal olan “erkek” toplumda olunması istenen “erkek” ya da “kadın”dır.

Biyolojik erkekliğin dışında hegomonik olan erkeklik, toplumdaki erkeklerin buna göre şekillendiği, bunun için rekabet edeceği bir söylemdir. Bu anlamda özelliklerini koruyamayan, koruyamadığı düşünülen her erkeğin erkekliğinden şüphe edilir. Toplumda erkeklik “dölleyici, koruyucu ve geçindirici” özelliklerin sürdürülmesiyle her defasında yeniden üretilir. Bir “erkeklik sertifikası” olarak görülen sünnet, yine erkeklik ölçütlerinden biri olarak kabul edilen askerlik ile erkeğin kendi rolüne hazırlanması yani “adam” edilmesi gerekir. Örneğin, sünnet küçük erkeğin kendini çevresindekilere ispatlaması, asker ve padişah kıyafetleri altında “erkek” yani adam olmasıdır. Bir erkeğin tüm bunları deneyim edinmesi, iyi ve kötüyle tanışmış olması, bunlar hakkında yorum yapması beklenir. Çünkü daha sonra kendi kümesinin horozu, askeri ve koruyucusu olacaktır. Tüm bu erkeklik ritüellerini bilmeyenin ve yaşamayanın adamdan sayılmadığı toplumda, namus cinayetlerini, aile katliamlarını neden hep erkeklerin işlediğini sormamıza da gerek yoktur. 

Erkeklik, sonsuz rekabet ve kişisel bir savaş halidir. Kadınlar içinse yaşam, bir savaş değil, bir savunma, kendini kanıtlama süreci değil, bir koruma sürecidir. Bir kadın eğer toplumun kendisinden beklediği kadınlık biçimini koruyamazsa aşağılanan ve olumsuzlanan bir kadınlığa hapsedilir. Erkek ise erkekliğini koruyamazsa toplum tarafından “hadım” edilir. Ataerkilliğin hem kadın hem de erkek açısından reddedilmesi zorunludur. Ancak bir kez “hadım” edilmekten korkan erkekler, her defasında kadını yok ederek yaşamayı sürdürdüklerinde bu düzen asla değişmeyecektir. Ataerkilliğin bıraktığı miras kadına şiddet kültürü ve katliamlar olarak dönecektir.

Reddi Miras

Yaşadığımız dünyada erkeğin kadına bıraktığı miras sadece mülkü değil, aynı zamanda çalınan bir yaşamdır. Bugüne kadar kadına sözde eşitlik ve adalet sağlamak adına çıkartılan tüm kanunlar da erkeğe hizmet etmiştir. Devlet içinse kadının konumunu iyileştirmek yani “hastalığı” tedavi etmek “hastalığı” ortadan kaldırmaktan çok daha kolaydır. Bu yüzden her alanda ortadan kaldırılması gereken, toplumda “hastalık” olarak görülen hep kadın olmuştur. Bugün farklı mecralarda cinsiyet eşitliğini ya da cinsiyet adaletini tartışanlar, kadının kaybedilen kimliğini, yoksulluğunu ve adaletsizlikleri dillendirmekten ısrarla kaçınırlar. Çünkü onlar erkekleşmişlerdir.

Yaşadığımız dünyada biz kadınlar için görülecek tek bir dava var; özgürlük davamız. Bu davayı devletin adliye saraylarının kapılarında değil erkek-kadın arasındaki mülkiyetli ilişkiyi reddederek, adaletsizliklere karşı koyarak, ataerkil düzene reddi miras diyerek kazanabiliriz. Erkek öldüğünde ortaklık biter, bir miktar mülk kalır geriye ancak erkeklik öldüğünde özgür bir yaşama sahip olabiliriz. Ve geriye onlardan bırakılacak bir şey kalmadığında ancak özgürlüğümüze kavuşabiliriz.

Zeynep Kocaman

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Erkeğin Mirası Erkeğe Adaletsizliği Kadına” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/20/erkegin-mirasi-erkege-adaletsizligi-kadina-zeynep-kocaman/feed/ 0