The post “Medya Kadını Katletmeye Programlı” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadın dediğin saçını süpürge eder, siler süpürür temizler. Evin “ekonomisi” ondan sorulur, hiçbir şeyi ziyan etmez, kavanozdan abajur, klozet kapağından çerçeve yapar. Ne de olsa onun evi, bu dünyadaki biricik yeridir.
Kadın dediğin o evde ne olursa olsun sineye çeker; eridir, beyidir, ne de olsa “o ne yapsa yeridir”, kadınının başının tacıdır (Öyle olmalıdır).
Kadın dediğin rekabet etmelidir, kendini hep başka kadınlarla kıyaslayıp onlardan daha iyi anne, daha iyi eş, daha iyi aşçı… olmalıdır. (Daha iyi olmadığı zamanlarda ise sonuçlarına katlanmalıdır.)
Kadın dediğin… narin zayıf kırılgan…
Kadın dediğin 34 beden…
***
Programlanan kadınlığımızın tarifi zor değil. Her birimize ayrı ayrı zamanlarda öğütlenenlerin kimi kez klişeleşmiş tarifi bu; şimdilerde TV kanallarının yeni sezonuyla, neredeyse her kanalda yeniden karşımıza çıkan…
Kadın programlarında yemek tarifleri, çocuk bakımı, temizlik tüyoları, sağlık, estetik ya da astrolojiye ilişkin tartışmalar ya da benzer konularda uzmanlar ya da playback şarkıcıları görmeye alışkındık; ne de olsa “saçı uzun aklı kıt olan”a uygun olan program formatı buydu. Diğer taraftan; kadınlardan beklenen de kendilerine gösterilen bu kadına benzemeleriydi.
Gelgelelim bu sezonda iki farklı kadın programında karşılaştıklarımız, kadınlardan beklenenler listesinin bunlarla sınırlı olmadığını ortaya koydu.
Hasret Kara’yı 43 yerinden tornavidalayarak öldürmeye çalışan kocasının “Songül Karlı ile Yeniden” programına telefonla bağlandıktan sonra, “çok kibar konuşan ve haysiyetli bir adam olarak” konuk edilmesi, bunun hemen birkaç gün sonrasında ise Seda Sayan’ın iki karısını öldüren Sefer Çalınak’ı konuk edip “böyle güler yüzlü katil gördünüz mü” şeklinde güzellemeler dizmesi, çizmeyi aştı. Hâlihazırda neresinden tutsak elimizde kalan bu programların, konuk listelerine katilleri de eklemeleriyle, kadından bekledikleri bir nitelik daha görünür oldu: Kadın dediğin, kocasının ellerinde ölmeliydi.
Bu programlarda kendileri savunma fırsatı bulan bu katillerin söylediği ortak bir şey vardı: “Ben yaptım ama sorun bir niye yaptım?”. Hasret’i öldürmeye çalışan kocasını programına konuk ederken Hasret’i hiç dinlemeyen Songül Karlı, cinayetin bir gerekçesi olabilir gibi “karınızı niye öldürdünüz” diye soran Seda Sayan, bu kadınların öldürülmeye çalışılmasını ya da öldürülmesini meşrulaştırırken, başka kadın cinayetlerinin de önünü açtı.
Kadınların ölümü bile kabullenmelerini isteyen bu programlar televizyonda dönedursun, bu kadınlık algısının niye yaratılmak istendiğini de unutmamak lazım. Kadınların yaşadıkları sorunların çözümünü programlarda değil, sokakta örgütlenerek aramasından korkanlar her zaman bu türlü programlara başvuracaklardır.
Özlem Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. Sayısında yayımlanmıştır.
The post “Medya Kadını Katletmeye Programlı” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Kapitalizmin Yapıbozumu BAUHAUS” – Deniz Tanfener appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Evet, yavaş yavaş mobilyacıların, nalburların, marangozların yerini bu devasa marketler alıyor. Her şey belirli bir merkezde toplanıp tüketilmesi kolay hale getiriliyor. Başka bir deyişle, nakitler bu tekellere akarken, üretim nesneleri daha kolay satılır hale getiriliyor. Mobilyalar sözde kişileştirilirken ya da “sanat” haline getirilirken, gündelik yaşamın ekolojisi AVM’lere ve diğer tüketim cennetlerine sıkıştırılıp yok ediliyor.
Bunlar bildiklerimiz, bilmesek bile yavaş yavaş kapanan mahalle esnaflarının yerini alan bu soğuk cennetlerle her çarpıştığımızda alttan alta hissettiğimiz bir şey.
Yalnız bu marketlerden birinin biraz farklı bir hikayesi var. Günümüzde yapı market şirketi olan “Bauhaus’’ adını kelime kökeni olarak “bauhütte’’ kelimesinden almıştır. Bauhütte kelimesi, ortaçağda kapitalizm öncesi üretim koşullarında, kilise yapımlarında kullanılan “yapı kulübesi” anlamına gelmektedir. Adından belli olacağı üzere, Bauhaus yapı ile ilgilenen bir kurum ama tabii ki bir yapı market değil. Bir sanat okulu. 1918 yılında kurulan bu okul yenilikçi bir sanat anlayışıyla ilerlemiş, çok başarılı sanatçılar ve mimarlar yetişmiştir. Mimariye olan katkıları tiyatro sanatında da fazlaca etkilerini göstermiştir. Tiyatroyu çerçeve sahneden kurtarmış, yerine çember ve arena sahne anlayışını getirmiştir. Kostümler üzerine de değişiklikler getirmiştir Bauhaus. İşlevsel olan ile estetik olanı bir araya getirmiştir. Dünya sanatına en büyük katkısı da budur.
Her ne kadar bir okul olarak anılsa da, ortaçağın komünal atölyelerini andırmaktadır. Zaman zaman dışavurumcu etkiler gösterse de komünist olmakla itham edilmiş, dönemin devlet adamları tarafından defalarca hedef gösterilmiş, sonunda 1933 yılında 200 polis tarafından kuşatılarak, kapatılmıştır. Daha sonradan bazı üyelerin katılımıyla, başka bir isimle kendini sürdürmüştür.
Estetik ile işlevselliği bir araya getiren bir akım, tabi ki kapitalizm için bulunmaz bir nimettir. Yani bu akımın, bir market zinciri olarak karşımıza çıkmasının en temel sebebi budur. Çünkü kapitalizm, dokunduğu her şeyi dönüştürür, kendinde anlamlı olan her bir nesneyi, bir kâr nesnesi haline getirerek içini boşaltır, koflaştırır gerçek anlamından kopartıp, market raflarına dizilmiş ambalajlı saçmalıklara dönüştürür.
Her ne kadar o bize hayatımızı kolaylaştırdığını söylese de asıl yaptığı şey yaşamı çalmak, doğrusu “şey”lerin içindeki yaşamı öldürüp içine kocaman bir hiçlik yerleştirmektir. Tabi ki, bir domatesin, bir ağacın ya da bir taşın kaçamadığı dönüşümden kısmen sanat da kaçamamış, bir sanat akımı olarak yola çıkan Bahaus, bir yapı marketine dönüşmüştür.
Deniz Tanfener
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Kapitalizmin Yapıbozumu BAUHAUS” – Deniz Tanfener appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Estetik Bir Saldırı: MODA” – Esra Yılmaz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Moda bir tür faşizmdir
Moda sektörü kadının toplumsal cinsiyetini maddi nesneler yoluyla teşhir eder. Kadın bedeni sezonluk defileler, mağazaların ışıltılı vitrinleri, reklam filmleri, afişler, kataloglar ya da medyada sunulan kadın imgeleriyle tek tipleştirilir. Artık modern teknolojinin de yardımıyla kadın bedeni üzerinde her türlü değişimin yapılabildiği bir kil kütlesi halini almıştır. Kadın bedeni yeniden ve yeniden biçimlendirilerek bir arzu nesnesine, bir imaja dönüştürülür. Modanın gençlik, incelik ve erotizm takıntısı kadının gerçek varlığını göz ardı ederek onun erkeklerin gözünde önem kazanmış boyutlarına indirger ve kadının cinsel nesne, eş, ana, ev kadını rollerini de pekiştirir.
Peki, bu iktidar mekanizması nasıl işler? Moda sektörü kadını öncelikle bir imaj olarak sunar ve ürettiği kadın imajlarını medya aracılığıyla yaygınlaştırır. Kadınlar her gün her yerde karşılarına çıkan bu imajlardan etkilenir ve “işte kadın olmak böyle bir şey olmalı” derler. İşte kadınlar böyle düşünmeye başladıkları anda kendilerine rağmen başka bir şeye dönüşmeye de başlamış olurlar. Tüm bu süreci kendi özgür seçimiymiş gibi algılayan kadın iktidarın tuzağına düşer. Sonuçta moda, medya ve reklam sektörü işbirliği içinde, kadınların nasıl besleneceklerinden nasıl konuşacaklarına, nasıl duygulanacaklarından nasıl giyineceklerine kadar her şeyine karar verirler.
Moda sektörü kadının kişiliğini parçalar. Kadınlar, patriyarkadan sonra kendilerine ait olmayan bir dünyada yaşadıkları için kendilerini gözetlemeyi öğrenmişlerdir. Moda sektörü de benzer bir şey yapar; kadınları seyirlik bir nesne yapar, “estetik açıdan” gözetler. Böylece iktidarın en sinsi biçimi olan içselleşmiş otorite daha da güçlenir. Bu süreçte kadının kişiliği, gözetleyen yan (erkeğin bakışı) ve gözetlenen yan (kendisi) olarak ikiye bölünür; kadın kendisine yabancılaşır.
Görüldüğü gibi modanın kadınlarla özdeşleştirilmesi nedensiz değildir. Tek kelimeyle kadınlar modanın saldırısı altındadır. Nitekim moda kadınlara birçok açıdan zarar verir.
Moda kadınları hasta eder
Moda sektörü kadının bedenine zarar verir. Kadınlar kendileri için üretilen imajlara benzemek isterken modanın kurbanı olurlar ve fiziksel olarak acı çekerler. Çünkü kadın giysileri erkek giysilerine göre hareketi kısıtlayıcı niteliktedir. Simone de Beauvoir’ın yıllar öncesinden gördüğü gibi “Kadın gibi giyinmek kadar doğal olmayan bir şey yoktur; hiç kuşkusuz erkek kıyafeti de yapaydır ama daha rahat ve daha sadedir, hareketlerin engellenmesi için değil desteklenmesi için tasarlanmıştır.”
Bir zamanlar giyilen dar korseler, krinolin denilen demir kafesli etekler kadınların vücutlarında deformasyona neden olmuştur. Uzak Doğu’da kadınlar güzellik uğruna yıllar süren işkencelere katlanıyorlardı. Küçük yaşlardan itibaren kız çocuklarının ayakları sarılarak küçük kalıplara konuluyor ve bir süre sonra ayaklar vücudu taşıyamayacak hale geliyordu. Günümüzde durum çok farklı sayılmaz. Neredeyse kadının simgesi haline getirilen topuklu ayakkabılar şişmeden iltihaplanmaya, yürüme güçlüğünden bel ağrılarına kadar çeşitli sağlık sorunlarına; aynı şekilde dar iç çamaşırları normalden fazla terlemeye yol açarak mantar hastalıklarına neden oluyor. Moda sektörü fizyolojik sorunlara yol açarak kadınları sağlığından ediyor.
Moda sektörü kadının bazı ruhsal hastalıklara yakalanmasına da neden olur. Moda sektörü giysiler aracılığıyla bedenleri kontrol eder. Moda giysiler olduğu gibi moda bedenler de vardır. Bu sektörün uydurduğu ve yaygınlaştırdığı ideal kadın bedeni ölçülerine uyum sağlama endişesi taşıyan kadınlar ergenlik döneminden itibaren yüksek risk altındadırlar. Birçok vakada ölümle sonuçlanan yeme bozuklukları ortaya çıkar. Tıbbi adı “anoreksiya nevroza” ve “bulimia nevroza” olan bu hastalıklar kişinin gerçeklikten koptuğu, beden algısının bozulduğu durumları ifade eder. Örneğin bu hastalığa yakalanmış bir kadın bir deri bir kemik kaldığı halde kendisini kilolu bulur. Psikiyatri ise her zaman yaptığını yapar, yani toplumu sorgulamadan bireyi tedavi etmeye çalışır.
Moda “modern” kadınlar üzerinde işler! Modaya karşı direnişin estetik araçları üzerinde ayrıca düşünmemiz gerekir ama ister modern olsun isterse olmasın, tüm kadınlar erkek egemen kültürün tahakkümü altındadır. Kadınlar kendi kimlikleri ya da özgürlükleri için mücadele etmeye en temelden başlamalıdır. Her şeyden önce kendileri adına üretilen kimlikleri toptan reddetmeli ve aslında erkekleri bile faşizan bir biçimde yöneten cinsiyet rejiminin tam karşısında saf tutmalıdır. Emma Goldman’ın deyişiyle “kadının gelişmesi, onun özgürlüğü, onun bağımsızlığı kendinden ve kendisi aracılığı ile olmalıdır. İlk önce, kendisini bir seks metası olarak değil, bir şahsiyet olarak değerlendirmesi ile. İkinci olarak, herhangi birisinin kendi vücudu üzerinde hak iddia etmesini reddederek; kendisini toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştirerek” işe başlamalıdır.
Esra Yılmaz
The post “Estetik Bir Saldırı: MODA” – Esra Yılmaz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>