The post Neandertaller Ölülerini Gömüyorlarmış appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bundan yaklaşık 50.000 yıl önce kasten gömülmüş yeni bir Neandertal iskeleti Irak’ta keşfedildi. Neandertallerin ölülerini gömdüğüne dair ilk kanıtlar, arkeolog Ralph Solecki’nin 1950’lerde kuzey Irak’taki Şanidar mağarasını kazmasının ardından ortaya çıktı.
Bu mağarada vücudun kasıtlı olarak bir mezara yerleştirildiği ve çiçeklerin üzerine serpildiği on adet Neandertal kalıntısı bulundu. Bulgu, Neandertallerin, daha önceki kaba insanlar olduğu düşüncesinin aksine, son derece zeki olarak yeniden değerlendirilmesine yol açtı.
2014 yılında mağaradaki kazılar, bölgedeki IŞİD tehdidi nedeniyle sıkı güvenlik altında yeniden başladı. Amaç, Neandertallerin bulunduğu tabakaları incelemek, olanları açıklığa kavuşturmaktı. Bununla birlikte, arkeologlara göre yeni kalıntılar da bulundu. Bu kalıntılar; bir Neandertal’in üst yarısı, kemikler hala anatomik pozisyonlarındaydı. Arkeologlar, Neandertal’in kasıtlı olarak gömüldüğüne dair çok sayıda kanıt buldu. Vücudun etrafındaki tortu tabakasının altındaki tabakadan gözle görülür şekilde farklı olduğu gerçeği de bu kanıtlara dahildi. Dahası, vücudun altındaki tortu, kazarak bozulduğunun izlerini taşıyordu.
Ekip, vücudun hemen altındaki katmanın sıkıştırıldığını, ancak daha derin katmanlarda bunun olmadığını tespit etti. Arkeologlar, “Bir şeyin kazıldığına ve vücudun içine konulduğuna dair oldukça iyi bir kanıt.” diye ifade etti.
Kalıntıların yeni bir bireye mi yoksa birçoğu eksik olan önceki bulgulardan birine mi ait olduğu açık değil. Kazıyla ilgilenen arkeologlar, vücudun büyük olasılıkla büyük bir kaya bloğundaki çiçekli mezarı açığa çıkaran ilk ekip tarafından yanlışlıkla yarıdan kesildiğini söylüyor.
Modern insanlar en az 100.000 yıl önce ölülerini gömüyordu. Neandertallerin bu davranışı kendileri mi tasarladıkları veya insanlardan mı öğrendikleri bilinmiyor, ancak Neandertallerin ve insanların Şanidar mezarları zamanında birbirleriyle karşılaştıkları biliniyor.
The post Neandertaller Ölülerini Gömüyorlarmış appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Şişli Evrim Günleri Başlıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Pangaltı Evrim Atölyesi, Şişli Belediyesi ve Şişli Kent Konseyi tarafından düzenlenecek olan Şişli Evrim Günleri 28-29 Mart tarihlerinde Şişli Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek. ‘Görünen, gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı” başlıklı tanıtım bülteni yayımlayan Şişli Evrim Günleri’nde, bilimin ve bilimsel düşüncenin toplumsal alanda yaygınlaşmasına katkıda bulunması amaçlanıyor.
28 Mart Cumartesi günü Mehmet Özer’in “Evrimi Neden Savunuyoruz?” başlıklı sunumuyla başlayacak olan Evrim Söyleşileri’nin birinci günü Prof. Dr. Aslı Tolun, Prof. Dr. Ergi Deniz Özsoy, Prof. Dr. Cihan Tansel Demirci, Aslıhan Niksarlı, Doç. Dr. Sibel Özbudun’un sunumlarıyla son buluyor. Prof. Dr. Erol Eroğlu’nun “Evrimsel Tıp” başlıklı sunumuyla başlayan ikinci gününde Prof. Dr. Kerem Cankoçak, Doç. Dr. Günseli Bayram, Dr. Eser Aydın ve Prof. Dr. Cem Say’ın sunumlarıyla son bulacak.
The post Şişli Evrim Günleri Başlıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dayanışmanın Evrimi Üzerine: İnsan Ahlakının Doğal Tarihi – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’li gelişimsel psikolog Michael Tomasello, Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nde yaptığı çalışmalar neticesinde şekillendirdiği yazılarıyla konuya dair derinleştirilmiş bir bakış açısı geliştirmeye çabalıyor. “İnsan Ahlakının Doğal Tarihi” insanın evrimsel gelişim sürecinin çekirdeğinde, toplumsal yaşamın dinamiğini oluşturan ahlaki ilkeleri nasıl belirlediğine dair sorulara tatmin edici cevaplar veriyor, daha öncesinde verilmiş bazı cevapları ise genişletiyor.
Sen’in ve Ben’in Ötesinde; Herkes ile Herkes İçin Yardım
“Ahlak olarak bilinen insana özgü işbirliği türüne doğada iki biçimde rastlanır. Bir yanda, bir birey bir başkasına yardım etmek için şefkat, ilgi ve iyilik gibi güdülerle fedakarlıkta bulunabilir; diğer yanda, etkileşim halindeki bireyler hakkaniyet, eşitlik ve adalet gibi tarafsız güdülerle herkesin dengeli bir şekilde fayda görmesini sağlamaya çalışabilir.”
İnsan evriminin gelişimi sürecine dair yorum yaparken uzun yıllar rekabetin, bencilliğin ve “güçlü olan hayatta kalır” ilkesinin geçerli olduğu düşüncesinin savunusu artık büyük oranda geçerliliğini kaybetmiş durumda. Bugün tür olarak geçmişimize bakınca gördüğümüz, evrimin en büyük katalizörünün karşılıklı yardımlaşma, paylaşma ve dayanışmayla şekillenen ve içsel bir eğilim olarak duygudaşlıkta, şimdimize ve geleceğimize ışık tutan bir değerler sistemi olarak da etikte karşılık bulan adalet ve özgürlük düşüncesinin gelişiminde olduğu yalnız biz anarşistler tarafından değil pek çok bilim insanı ve araştırmacı için de tartışılmaz bir gerçeklik olarak kabul ediliyor.
Etik değerleri geliştirmek için kullandığımız yöntemler ve bu alana dair tartışmaları şimdilik bir kenara bırakırsak, işin doğa bilimleri, antropoloji ve felsefeyle ilişkili olan “doğal” sürecine dair “bilimsel” yorumlar Tomasello’nun sözünü güçlü kılan en büyük etmen. Bir gelişim psikoloğu olarak yaptığı araştırmalarda vardığı sonuçlar, insan türünün doğuştan getirdiği eğilimlerle yaşamını devam ettirmesindeki en büyük araç olan işbirliğine ve yardımlaşmaya olan doğal eğilimini ispatlıyor. Bunun yanı sıra Michael Tomasello yalnızca işbirliğinin öneminden bahsetmiyor, doğadaki işbirliğinin ahlakın ortaya çıktığı koşulu yarattığı iddiasında da bulunuyor. Büyük maymunlar ve insan yavrusu üzerinde yaptığı çalışmalarda davranışlarımızın doğduğumuz andan itibaren bir başkasına yardım etmek üzere şekillendiğini söylüyor.
Kitabında referans verdiği ve iddialarının uyumlu olduğunu ileri sürdüğü Kropotkin’in çalışmaları, Tomasello’nun en büyük ilham kaynaklarından biri olmuş. Bunu en çok hissettiğimiz yerlerden biri karşılıklı yardımlaşmanın, fiziksel yaralanmalar gibi koşullarda ortaya çıkardığı ısrarlı ilişkide gözlemlenebiliyor. Örneğin fiziksel bir sıkıntı içerisinde olduğunu doğrudan gözlemlediğimiz insana yaklaşımımızdaki yardım etme isteğini, kişi istemese dahi yaptığımız ısrarlı yardım etme davranışını hatırlarsak, bu davranışın çok küçük yaşlardan itibaren insanlarda görülen ve hatta varoluşumuza içkin bir etmen olduğunu anlatıyor. Tıpkı yıllar önce Kropotkin’in “Anarşist Ahlak”ta bahsettiği zor durumdaki kişiye yardım etme isteği gibi, bu kez yalnızca bu isteğin kaynağını bulmaya ilişkin değil nasıl davranışlar ürettiğine ilişkin de düşünmemizi sağlıyor. Karşılıklı Yardımlaşma’nın cevap verdiği soruların bir adım ötesine geçerek türümüzde ortaya çıkma koşullarını ve yarattığı yeni davranış kalıplarını açıklayarak düşünceyi büyütecek önemli bir çabanın altına imzasını atıyor.
Michael Tomasello “Karşılıklı Yardımlaşma” ve bunun çevresinde gelişen toplumsallık içgüdüsü, duygudaşlık etiği, karşılıklı anlamama gibi pek çok kavramın yanına ortak maksatlılık, olumlu sosyallik, ahlaki özyönetim gibi yeni kavramlar ekleyerek Kropotkin’in Karşılıklı Yardımlaşma düşüncesini açıklamak için bize yeni ve kullanışlı araçlar hediye ediyor. 107 yıl önce başlayan tartışma bugün hiç olmadığı kadar güçlü bir sesle, insanlığın adalet ve özgürlük arayışında doğal bir özlemin ifadesi olmaya devam ediyor. Ekonomik ve sosyal adaletin devletsiz, iktidarsız bir temelde yeniden kurulması amacıyla yürüttüğümüz tartışmaya tekrar dönmemiz için iyi bir bahane.
Emircan Kunuk
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.
The post Dayanışmanın Evrimi Üzerine: İnsan Ahlakının Doğal Tarihi – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Aklım Takıldı, Fikrim Takıldı; “Ne Yiyeceğim?” Kafam Karıştı! – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
“Bakın, bu ülkede ekmek yememe devrimi yapılması gerekiyor…”
Prof. Dr. Canan Karatay
“Bir dilim ekmeğin 1 yemek kaşığı şekere eşit olduğunu iddia eden diyetisyene doktora, sormazlar mı bazı insanlar günlük 2-3 adet ekmek tüketiyor 2-3 ekmek 44-66 dilim eder bu kişi neden şeker komasına girmiyor demezler mi?”
Kayseri Ekmek Üreticileri Federasyonu Bölge Temsilcisi, Selim Açık
Kanserojen, GDO ve antioksidan kavramları havada uçuşuyor. Özgür gezen tavuklar derdimize derman olamazken full organik domatesler el yakıyor. Bir uzman diğerini yalanlıyor, çayı şekersiz içiyor, ekmeği esmer olandan yiyoruz. Köyden tereyağ getirip, organik pazarlarda takılıyoruz. Ama olmuyor, yine de olmuyor. Nihayetinde, herkes birbirine soran gözlerle bakıyor: “Ne yiyeceğiz?”
“Organik Yiyiniz Efendim…”
Bu kavram son 5-10 yılın en fazla manipülasyona uğrayan kavramı olsa gerek. Organik, kabaca organ ile alakalı, işleyen bir bütünün bir parçasıyla alakalı anlamına gelir. Kavram ilk defa, 1500’lü yıllarda kullanılmış olup, Latince’de organicus Grekçe’de organikos kelimesinden gelir. 1940’lı yıllara gelindiğinde kavram artık “gübre ve ilaç kullanılmayan tarımı” ifade etmek için kullanılmıştır. Ne büyük tesadüftür ki, örgütlenmek, organize olmak anlamına gelen organize kelimesinin kökeni de bu kavramla ilişkilidir.
Tüm bu bilgileri edindikten sonra şu soruyu sormaya hakkımızın olduğunu düşünüyorum. Eğer organ derken işleyen bir bütün parçasından bahsediyorsak… Eğer organik derken bu işleyen yapının parçaları arasındaki ilişkinin bütününden ve organize derken bu örgütlülüğün giriştiği eylemden bahsediyorsak. Kapitalizm ve devlet gibi yıkıcı organizasyonlarla parçası olduğu doğadan kopartılan biz insanların organik denilen domatesi yemesinin bir kıymeti harbiyesi, bir anlamı var mıdır acaba?
Ya da daha açık konuşmak gerekirse; ilişkileri, yaşadığı mekanları, sosyal ve siyasal tercihleri organik olmayanın yediği domates organik olsa kaç yazar?
“Gezen Tavukları, Doğal Yumurtaları Yiyiniz…”
Acaba aranızda tavukların bir ağaçta yetiştiğini düşünen var mı? Ya da ilk tavuğun İngiltere’nin puslu ve ağır havasının içinde durmadan duman üfüren izbe bir fabrikada üretildiğini düşünen? Eğer böyle düşünmüyorsak, “tavukların geziyor olması, niye bugünkü gibi nadir ve özel bir durum olarak algılanıyor?
Tavuklar benzeri birçok hayvan gibi gezerler. Bazen toprağın altındaki solucanlara ulaşmak için, bazen su bulmak için, bazen de sırf keyif olsun diye gezerler. Bu hayvanların gezmesini engelleyen şey, onları bir makine, bir ürün, bir mala dönüştürüp türlü işkenceyle tüketime hazır hale getiren endüstrinin ta kendisidir. Sanmayın ki, “Free Range” -gezen tavuklar- kırlarda, köylerde hoplaya zıplaya dolaşıyor. Bu zavallıcıklar, aynı endüstriyel çiftliklerin kafeslerinden aşağıya inip yine sıkış tepiş -en iyi ihtimalle buraların daracık bahçelerinde- yine aynı eziyete maruz kalarak “tüketime hazır hale getiriliyorlar”.
Kapitalizm, başarısının büyük bir kısmını, insanları körleştirme becerisiyle kazanmıştır. Ama bu körlük zifiri karanlık bir körlük değil, görülmesi istenmeyenin gölgelenmesi için uydurulmuş simülasyonlardan oluşan rengarenk bir körlüktür. Marketten aldığımız plastik bakraçtaki yoğurdun üzerindeki köy resmi, oraya endüstriyel yöntemlerle üretim yapan fabrikaların duman kusan bacalarını görmememiz için konulmuştur. Kapitalizmde makyaj her şeydir, hatta o kadar her şeydir ki, artık makyajın yapılacağı bir yüze bile gerek yoktur. Günümüzde köyler verimsizleştirilip, köylüler şehre göçmeye zorlanmıştır. Köylülerden boşalan yeri, endüstriyel tarımcılar almıştır. Ama dedik ya, mesele makyaj meselesidir. Bir mandıracının, samanların üzerine özenle dizdiği ve üzerindeki dışkı lekeleriyle “doğalım ulan ben” diye bağıran yumurtalar ne kadar sahici ise, emin olun üzerinde doğal ve benzeri damgalar taşıyan süpermarket yumurtaları da o kadar sahicidir.
“Azıcık GDO’dan Bir Şey Olmaz”
Genelde en güzel şeyler sona saklanır, heyecan verici hikayelerin düğümü final sahnelerinde çözülür. Ben de beslenme konusundaki en “hayret verici” alıntıyı sona sakladım. Hayatımızın yaşadığımız kısmı, yaşayacağımız kısmın feyzalabileceği bir deneyim birikimidir. Tarih, -kimin yazdığına göre, manipülasyon içerse de- yapılan hataların aynını tekrar etmeyelim diye yazılmıştır aynı zamanda. Bu şu demektir, kameraların önünde radyasyonlu çayı höpürdeterek içen insan yıllar sonra da olsa kanserden ölecektir. Bir nükleer santral için, “Nükleer santrallerimiz çok güvenli, öyle ki Kızıl Meydan’a bile bir tane yapılabilir, bir semaverden daha zararsızlar. Yıldızlar gibiler, onlarla bütün dünyayı aydınlatacağız.” diyen Sovyetler Birliği yetkilisi Karadeniz’de katledilen ve sakatlanan insanların katili diye tarihe geçecektir.
Nasıl azıcık radyasyondan; azıcık nükleerden bir şey oluyorsa, azıcık GDO’dan bir şey olur. Çünkü GDO dediğimiz şey yalnızca bir besin üretme yöntemi değil, bir algıdır aynı zamanda. Evrenin her bir noktasını, yaşamın her bir parçacığını “ürün” olarak görenlerin algısıdır. Hiçbir şeyin “öylesine”, “kendiliğinden” var olmasına tahammül edemeyenlerin, her varlığın işe yarar bir araca dönüşmesini isteyenlerin algısıdır. Bu bakış açısı için verimsiz cılız bir pirinç tanesi neyse, işine yaramayan insan aynı şeydir. Evet, bunun adı kapitalizmdir.
“Bir Şey Yemeyin Demiyoruz Ama…
Evet haklısınız, soruya ne yiyeceğiz diye başladık, yenilecek ne varsa boğazımıza dizdik. Aslına bakılırsa, organik olana düşman değiliz ya da anlayacağınız gibi tavukların özgürce gezmesiyle de ilgili bir sıkıntımız yok. Aksine yaşamın, kendi gücüne ve onun dinamiklerine güveniyor, yaşamın, bizlerin arasında özgürce gezmesini, bizlerin yaşamın içinde “kendi” olarak var olabilmesini istiyor; bunun mücadelesini veriyoruz.
Özetle şunu söylüyoruz, yaşamı zehirleyen şey, yaşamın panzehiri olamaz. Her ne kadar iyi niyetlerle, iyi hislerle pratik edilmeye başlansa da “organik, doğal” tarım gibi yöntemler hem sanki kapitalizm temize çıkartılabilirmiş gibi bir manipülasyona alet oluyor hem de kavga ettiğimiz şeyin banka hesaplarına yeni sıfırlar ekliyor ve ne yazık ki, bugün GDO dediğimiz şeyle bu bağlamda aynılaşıyor.
İşte tam da bu noktada, yukarıda sorduğumuz soruya yenileri ekleniyor:
Ne yiyeceğiz? Nasıl yiyeceğiz? Dahası bu sistem içinde nasıl yaşayacak, bu sistemden çıkmak için nasıl mücadele edeceğiz?
The post Aklım Takıldı, Fikrim Takıldı; “Ne Yiyeceğim?” Kafam Karıştı! – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Doğanın Kolektif Ekolojik Uyumu : Karşılıklı Yardımlaşma appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Evrimin bir faktörü olarak türler arasında karşılıklı yardımlaşmayı esas alan Pyotr Kropotkin 1902 yılında yazdığı kitabında birçok tür hakkında ayrıntılı gözlem ve incelemelere yer vermiştir. Kropotkin kitaptaki örneklerde türlerin evriminde mücadelenin rolünü reddetmemiş, fakat türlerin evrimi için karşılıklı yardımlaşmanın, rekabetten çok daha önemli ve geçerli olduğunu vurgulamıştı.
İngiltere’de sürgündeyken kaleme aldığı Karşılıklı Yardımlaşma ilk kez Londra’da basıldığında, Darwin’in Türlerin Kökeni Üzerine çalışması, Avrupa’da karşılık bulmaya başlamış, doğal seleksiyon ya da yaşam mücadelesine ilişkin fikirleri Darwin’in bazı yorumcuları tarafından özellikle yükseltilen söylemler halini almıştı. Kropotkin, bu yorumculardan biri olan Thomas Huxley’in “Bir Doğa Yasası ve Var olma Mücadelesi” makalesine bir karşılık olarak bu araştırmayı kaleme almıştır. 7 yıl süren araştırmasında Kropotkin doğada birçok tür arasındaki ilişkileri incelemiş, birçok zoolog ve antropoloğun çalışmalarını araştırmış ve karşılıklı yardımlaşmayı örneklendirerek, canlılar arasındaki ekolojik ve kolektif uyumu anlatmıştır.
Kropotkin’e göre bireyin güçlü olmasından ziyade topluluk içindeki dayanışma ilişkilerinin güçlü olmasıydı esas olan. Evrimin Bir Faktörü Olarak Karşılıklı Yardımlaşma adlı çalışmasında, bencillik ve rekabetin karşısına koyduğu dayanışma gerçeğini, hayvanlar arası ilişkilerden ilkel topluluklara, Ortaçağ şehirlerinden lonca örgütlenmelerine kadar götürerek temellendirmiştir.
Günümüz kapitalizminde tek kişilik hayatlarına sıkıştırılan bireyler Kropotkin’in tarif ettiği kardeşliği yaşamaktan uzaklaştırılmıştır. Tam da bu noktada geçmişteki ve doğadaki örneklerden yola çıkarak, Kropotkin, “insan insanın kurdudur” diyerek kendi meşruluğunu sağlayan kapitalizm üzerindeki perdeyi kaldırır ve bize unutturulmaya çalışılan paylaşma ve dayanışmanın yaşamın özünde olduğunu ve ezenler karşısında ezilenlerin hayatta kalmak için dayanışmasının yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu açıklar.
Kitapta geçen Güneybatı Afrika kabilelerinden biri olan Hotantolara ilişkin verilen örneklerden bir tanesi hayli çarpıcıdır. “…Eğer bir Hotanto’ya bir şey verilirse onu hemen orada bulunan herkesle bölüşür… Tek başına yiyemez ve ne kadar aç olursa olsun yiyeceğini paylaşmak için oradan geçenleri çağırır.”
Bu örnek, kendi hayatlarında sıkıştırılmış, bencilleştirilmiş, tek başına çalışan, tek başına yemek yiyen, tek başına sevin(emey)en ve tek kişilik “bağımsız” hayatlarında gün geçtikçe yalnızlaşıp tutsaklaşan, kapitalizm içindeki insan için oldukça yabancı görünse de, aslında Kropotkin bizden bahsetmektedir. Bu yüzdendir ki, geçtiğimiz aylarda Taksim’de de gördüğümüz gibi insanlar kapitalizmin dayattığı bencillik algısını bir kenara atıp, refleksif olarak paylaşma ve dayanışma ilişkileriyle örmekteler hayatlarını.
Karşılıklı Yardımlaşma, bize unutturulmaya çalışan bizi hatırlatmasıyla, yazıldıktan bir asır sonra da hala güncelliğini koruyan bir kitap.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post Doğanın Kolektif Ekolojik Uyumu : Karşılıklı Yardımlaşma appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>