The post Tutsaklar Açlık Grevleriyle Direniyor – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
”Bir insan neden açlık grevine girer? Yetkililer bunu neden sorgulamıyor? Özgür gibiler ölmez. O insanlar yaşamak istiyor” diyor açlık grevindeki Özgür Güçlü’nün annesi Naciye Güçlü. “Halkı için mücadele eden tüm Kürt gençleri benim çocuklarımdır” diyerek herkesi, içerde devlet baskısına karşı mücadele edenlerle dayanışmaya çağırıyor.
Tutsaklar talepler yerine getirilmezse, baskılar sona ermezse, süresiz dönüşümsüz açlık greviyle içerdeki ve dışarıdaki devletin baskısına karşı direneceklerini duyurdular. Açlık grevi direnişleri günlerdir sürerken her yeni gün katılımlar artarak direniş büyüyor.
Şakran Hapishanesi’nde 33 tutsak hapishanelerdeki hak ihlallerinin, içerideki ve dışarıdaki baskıların sona ermesi için 15 Şubat 2017’de açlık grevine başladı. Şakran Hapishanesi’nde açlık grevinde olan tutsakların koğuşları 50’den fazla jandarma tarafından basıldı. Koğuşları basılan tutsaklar darp edilerek tehdit edildi. 24 Şubat’ta Sincan Hapishanesi’nde 7 kadın tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. 25 Şubat’ta Edirne F Tipi Hapishanesi’nde 16 tutsak açlık grevine başladı. 25 Şubat’ta Edirne F Tipi Kapalı Hapishane’de 16 tutsağın başlattığı açlık grevi 36. gününde sona erdi. 7 Mart 2017’de İzmir Menemen T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde 4 tutsak dönüşümlü açlık grevine başladı. Ayrıca Menemen R Tipi Hapishanesi’nde bulunan 3 ağır hasta tutsağın durumlarının her geçen gün kötüye gittiği belirtiliyor. 8 Mart 2017’de Wan T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde bulunan 8 tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. Açlık grevindeki 4 tutsak başka hapishanelere sürgün edildi. 27 Mart’ta Bolu F Tipi Kapalı Hapishanesi’ndeki 10 tutsak süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. 1 Nisan’da Hatay T Tipi Hapishanesi’nde tutsaklar süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladı.
OHAL süresince hapishanelerde yaşanan baskılar günden güne artmaktayken; 47 gündür açlık grevinin en yoğun yaşandığı yer olan Şakran Hapishanesi’ni, 14 kişilik odalarda 22 tutsağın kanlı yataklarda yatırılmaya zorlandırıldığını, çıplak aramaya maruz bırakıldığını; bu adaletsizliklerin son bulması adına 55 gün açlık greviyle direnen Devrimci Anarşist Umut Fırat Süvarioğulları’ndan biliyoruz.
9 Kasım 2016’da devletin adaletsizliklerine ve OHAL baskılarına karşı süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlayan Umut Fırat Süvarioğulları, 55 gün sürdürdüğü açlık grevi direnişini kazanımla sonuçlandırıp devlete geri adım attırmıştı. Açlık grevini kazanımla sonlandıran Umut Fırat ; “Hiç kimse gelmeyecek bizi kurtarmaya, bizim adımıza direnmeyecek hiç kimse, çare biziz. Çare mücadeleyi, dayanışmayı örgütlemekte. Geleceğe ertelenecek bir an yok! İktidarın zamanına teslim olamayız, olmayacağız.“ sözleri ile iktidara karşı şimdi eylemenin vakti, şimdi dayanışmanın vakti, yapmak gereken bu direnişi büyütmek olduğunu vurguluyor.
Tutsaklar açlık grevindeyken onların aileleri “Ses çıkaramazsak hapishanelerden çocuklarımız tabutlarıyla çıkacak“ diyerek seslerine ses olmaya, dayanışmayı büyütmeye çağırıyor. Bize düşen ise adaletsizliği haykırmak, tutsaklarla dayanışmayı büyütmektir.
Abdülmelik Yalçın
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.
The post Tutsaklar Açlık Grevleriyle Direniyor – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hapishane Yönetimlerinin Keyfi Takdir Hakkı – Umut Fırat Süvarioğulları appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>6-8 Ekim, Kobane Direnişi sonrası Milli Güvenlik Kurulu’nda AKP iktidarı tarafından çok boyutlu olarak tasarlanan saldırı konsepti, 7 Haziran seçimleri öncesi toplumsal direnişe rağmen İç Güvenlik Yasası olarak somutlanmıştı. Yargısız infazların önünü açan düzenleme, birçok genelgeyle de desteklenerek, polis-asker “güvenlik” güçlerine “elinizi korkak alıştırmayın”, “savcı-mahkemenin önüne çıkmayacaksınız” güvenceleri verilerek şu an Kürdistan’da ve metropollerde sivil çocuk, kadın, yaşlı, genç yüzlerce insanımızın katledilmesine yol açtı. Saraydaki zorbanın talimatıyla tasarlanan saldırı konseptinde “İç Güvenlik Yasası”yla, toplumsal muhalefet kentlerin sokaklarında böylesi vahşi katliamlarla karşı karşıya bırakılırken, öldürülmeyip zindanlara doldurulan devrimcilerin irade ve direnişlerini kırmak için yapacağı saldırılara, polis ve askerin yanında gardiyanları da dokunulmaz kılmak için yasal kılıflar hazırlamaktan geri durulmadı.
Üst üste yaşanan seçimler nedeniyle hazırlanan Ceza ve İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu’ndaki değişiklik meclisten geçmesi tasarlanmış olsa da, bakanlık tarafından seçilen pilot hapishanelerde uygulamalar uzunca bir süredir devam ediyor. Yakın bir zaman önce 1 ve 2 No’lu İzmir F Tipi ve Menemen T Tipi’nde hastane-mahkeme sevklerinde çift kelepçe uygulaması bu pilot uygulamanın sonucuydu. Devrimci tutsakların fiili direnişiyle bu uygulamaya son vermek zorunda kaldılar. Yine hücre ve koğuş havalandırmalarına takılan kameralar da bu konseptin diğer örneğiydi. Bu uygulama da kimi yerlerde kameralar kırılarak, kiminde de “örtülerek” büyük oranda boşa çıkarıldı. Böylesi genel dayatmalar kadar hapishane idarelerine “keyfi takdir hakkı” verilerek de devrimci tutsakların direnci test edilmeye devam ediliyor.
Seçimler öncesi bütün hapishaneler için gündemleştirilen, siyasi içerikli gazete, dergi ve kitapların tutsaklara verilmeyeceğine dönük karar, birkaç hapishanede uygulanmaya çalışıldığında, dışarıda ve içeride yoğun bir tepkiyle karşılaştı. Akabinde Anayasa Mahkemesine’ne yapılan başvuru ile “haberleşme özgürlüğü” kapsamında değerlendirilerek, lehte karar çıkmasıyla, uygulama gündemden düştü. Ancak pratikte durum böyle gelişmedi. Hiçbir yasal dayanağı olmamasına karşın şu anda Menemen T, Ümraniye E, Erzurum E, Aliağa Şakran 4 No’lu T Tipi hapishanelerinde idare gözlem kurulunun keyfi takdir hakkı sonucu Meydan, Gündem, Azadiya Welat ve diğer devrimci gazete, dergi ve kitapların alınması yasak. Yine daha önce izlenmekte olan İMC, Özgür Gün TV gibi muhalif kanallar da izletilmiyor. Yapılan yasal başvurular AYM’nin kararına rağmen sonuç vermiyor. Özellikle Aliağa-Şakran Kampüsü’nde 1-2-3 ve Kadın Hapishanesi’nde böylesi bir yasak olmamasına rağmen, 4 No’lu T Tipi’nde, yeni atanan müdür bu uygulamayı başlatmıştır.
Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu’nda yapılması planlanan göz yaşartıcı gaz, basınçlı su, ateşli silah kullanımı, köpekle arama, yayın-afiş-resim-sembol-işaret vb. bulunduranların cezalandırılacağına dönük düzenleme yasalaşmadığı halde, İç Güvenlik Paketi’yle dışarıda estirilen terör ve katliamlar; bu yasa yakın bir zamanda meclisten geçtikten sonra zindanlarda da en şiddetli şekilde yansımasını bulacaktır. Dışarıda olduğu gibi zindanlarda da sarayın zorba iktidarına karşı devrimci tutsakların direnişi yaratıcı eylemsellik ve dayanışmayla, mücadele edilerek sağlanabilir. Devrimci kamuoyunun dışarıda olduğu gibi zindanlara dönük kapsamlı saldırılara ve direnişlere de duyarlı olmasını ve dayanışmasını büyütmesini istiyoruz.
Umut Fırat Süvarioğulları
İzmir / Kırıklar 1 Nolu F Tipi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.
The post Hapishane Yönetimlerinin Keyfi Takdir Hakkı – Umut Fırat Süvarioğulları appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Trans Tutsak Esra’yla Dayanışmaya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Erkeklerin arasında yaşamaya mahkum edilmiş bir kadın, her daim tecavüz korkusuyla karşı karşıya bırakılan bir erkek, “açık” olmadığı için yok sayılan bir lezbiyen ya da bir gey… Hapishanelerdeki LGBTİ tutsakların yaşadıkları adaletsizlikler, hapishane yaşamları boyunca karşı karşıya kaldıkları baskı ve tehditler, maruz kaldıkları cinsel saldırılar artık çok daha görünür.
2013 yılının Temmuz ayında 79, 2014 yılının Mayıs ayında 95 olarak açıklanan LGBTİ tutsakların sayısının 2015 yılında ne kadar olduğu bilinmiyor. Adalet Bakanlığı 2015 yılına ilişkin yapılan başvuruyu “özel hayatın gizliliği”ni bahane ederek açıklamazken; bahsi geçen bu sayılarsa yalnızca kimliği “gözle görülebilen” LGBTİ tutsakları kapsıyor. Kimliği “gözle seçilemeyen”, maruz kalacağı sosyal ve psikolojik baskılar sebebiyle “açık” olmayan LGBTİ tutsakların hemen hepsi ise yok sayılıyor.
Hapishaneler, toplumsal ahlaka ve onun belirlediği normlara uygun bir şekilde tanınan “kadın ve erkek tutsaklar ya da heteroseksüeller” için bile işkencenin belki de en somutlaşan haliyken, bu durum LGBTİ bireyler içinse yok sayılmanın dayattığı görünmezlik, ayrımcılık ve nefretin kendisi oluyor.
Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında Yalınayak bölümünde yayınlanan röportajının ardından sesini bizlere ulaştırabilmeyi başaran trans tutsak Esra Arıkan’ın yaşadıkları ve anlattıkları ise, hemen hemen tüm LGBTİ tutsakların yaşadıklarını, açıkça anlatır nitelikte.
Bundan önce kaldığı İzmir 1 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’nun ve Samsun E Tipi Kapalı Cezaevi’nin de dahil olduğu toplam 10 farklı hapishanenin her birinde benzer uygulamalarla karşı karşıya kalan Esra, henüz 4 ay önce sevk edildiği 11. hapishane olan Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda söz konusu olan insanlık dışı uygulamaları şöyle sıralıyor: Kendisine yönelik taciz ve tecrit, gerekçesi olmaksızın hücrede tutulması, revire çıkartılmaması, dilekçelerinin işleme alınmaması, kahvaltılıkların gece saat 02:00-03:00 arasında verilmesi…
Çıktığı son açık görüşünde, bugüne kadar maruz kaldığı insanlık dışı uygulamaların, Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi’nde sistematikleştiği ve yoğunlaştığından söz eden Esra Arıkan, herhangi bir hücre cezası bulunmamasına rağmen, “tekli oda” adı altında bir hücrede tutulduğunu; bu mekanda yaşamak zorunda bırakılmanın sonucu olarak, kültürel çalışmalar, spor aktiviteleri, sohbet odaları gibi birçok hakkından mahrum bırakıldığını söylüyor. Aynı ünitede kalan diğer tutsaklarla birlikte havalandırmaya çıkma ve 1 saat sohbet etme hakkı olmasına rağmen bu uygulamadan da yararlandırılmayan Esra’nın İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı şikayetin ardından hapishane yönetiminin yaptığı savunma ise, bahsi geçen tüm bu insanlık dışı uygulamaların, temelinde nefret veayrımcılık barındırdığını apaçık bir şekilde gösterir nitelikte: “Cinsel eğilim farklılığı”.
Esra çıktığı açık görüşte aynı zamanda Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi yönetiminin diğer tutsaklara yönelik bazı olumsuz uygulamalara da değinirken; tutsaklara Gündem ve Azadiya Welat gibi gazetelerin iletilmediğinden, tutsakların iletişim haklarının engellendiğinden bahsediyor.
Aynı cezaevi, Esra’nın yakın zamanda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı başvuruda bahsettiği “kahvaltıların gece 02:00-03:00 saatleri arasında verilmesi problemi”ni, “asılsız, gerçekdışı, kurumun güvenirliğine gölge düşürme çabası” olarak nitelendirmiş; Esra’nın tutulduğu hücreyi “tekli oda” olarak adlandırmış; kısacası yapılan tüm şikayetleri reddetmiş ve verilen tüm dilekçeleri karşılıksız bırakmıştı.
Geride bıraktığımız Aralık ayında bünyesindeki tutsaklara çıplak arama dayatan, bu dayatmayı kabul etmeyenlerin darp edilmesine zemin hazırlayan Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi yönetiminin söz konusu uygulamaları ise hem trans kimliği gerekçesiyle tecritte tutulan Esra için hem de aynı hapishanedeki diğer tutsaklar için giderek yoğunlaşmakta.
LGBTİ bireylere “dışarıda” bile özgür bir yaşam neredeyse imkansızken, cezaevlerinde tutsak olan Esra ve diğer tüm LGBTİ bireyler içinse özgürlüğün hayali dahi imkansızlaştırılıyor. Adalet Bakanlığı yalnızca LGBTİ bireylerin kalacağı yeni bir cezaevi projesinden bahsederken ve aslında LGBTİ tutsakların tecritini kurumsallaştırmanın ve yeni sürgünlerin yolunu açarken; şu anda çeşitli hapishanelerde tutsak olan eşcinsel ve trans bireyler için söz konusu problemler artarak sürüyor.
Merve Arkun – Esra’nın Vasisi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.
The post Trans Tutsak Esra’yla Dayanışmaya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yalınayak: ” Direnişin Yalınayak Halleri ” – Deniz Tepeli appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İktidarın inşasında ve sürdürülmesinde en yaygın kullanılan ve en eski yöntemlerden biri, bedene müdahaledir. Hiyerarşinin temel ürünlerinden ve en sağlam dayanaklarından olan tek tanrılı dinlerin söylenceleri iktidar olgusunun temel özelliklerinin kodlanmış, hikayelendirilmiş halidir aslında. Mesela Havva ile Adem, söylencesinde iktidar-beden ilişkisinin de özünü, özetini buluruz: Havva ile Adem cennette özgürce yaşarlarken (ki aynı zamanda çıplaktırlar da), tanrıya (iktidara) karşı suç (itaatsizlik) işleyince cennetten kovulurlar; özgürlükleri ellerinden alınır. Buna “incir yaprağı”, yani istemleri ve iradeleri dışında örtülmelerinin eşlik etmesi ilgi çekicidir.
Özgürlüğe müdahale ile bedene müdahalenin ya da tersten söylenecek olursa, iktidarın oluşması ve kurumsallaşmasıyla bedene dönük dayatmaların paralel gelişmesinin hikayelendirilmesi tesadüf değildir. Bedene hükmetmenin insana ve topluma hükmetmedeki kritik önemini egemenlerin gayet net bir şekilde kavramaları, çok eskiye dayanır.
Beden, hükmetmenin ilk ve en somut alanı olmuştur. Egemenlerin daima bedene dönük müdahaleleri ve politikaları varolagelmiştir. Her bir beden politika sahasıdır ve daima ona şekil vermeye çalışırlar. Buna, Havva ile Adem’de (ki insanlığın tarihinin başlangıcı sayılır) olduğu gibi, çoğunlukla soyarak; ama daima türü, biçimi, rengi, yeri ve zamanını kendileri belirleyip topluma dayatarak yaparlar. Ancak, daima madalyonun bir de öteki yüzü vardır.
Beden, egemenlere ve egemenliğe karşı, direnişin de hem kendisi hem de sembolü, mekanı olur halklar, devrimciler cephesinde. Mesela kadınların Çin’de ayak bağlarını, Doğu’da peçeyi, Batı’da korseleri kaldırıp atmaları, saçlarını kısa kestirmeleri sadece biçimsel bir değişiklik değil; bir direniş, bir isyan, özgürlüğünü eline alma edimiydi.
İktidarların dayattığı önyargılara ve ezberlere direnmek, doğruya-gerçeğe ulaşmak, düşünmek, üretmek ancak çıplak bir zihinle yapılabilir. Zihnin, politik ve ideolojik olan öznenin direnişi, bedende somutlanır. Bu çıplak düşüme bazen küçük bir çocuğun haykırışıyla büyük bir gerçeğin ifadesine, isyana dönüşür. Sadece zihni ve gözü giydirilememiş birisi “kral çıplak!” diye açıkça ve cesurca bağırabilir. Ki, muhtemelen bu çocuk yalınayaktı ve “baldırıçıplak”tı. Ve elbette, bizdendi.
Bir de her şeyin, her iki taratan da dolaysız yapıldığı ve yaşandığı mekanlar vardır. Bunlardan biri de devletin en yoğun ve en saf halinin vücut bulduğu kurumlardan olan hapishanelerdir. Buralarda sistemin karşısına dikilmiş birey ve sistemin şiddet araçları karşılıklı olarak çırılçıplaktır.
Daha hapishaneye adımını attığın an, istisnasız ilk yaptıkları şey, çıplak aramadır. Bunu kanunla (ki asla kanun dışı bir iş yapmazlar!) ve güvenlikle açıklarlar. O konularda bile “ciddi şüphe durumunda” diye bir çerçeve getirilmiştir. Aslında tutuklu ya gözaltından ya da başka bir hapishaneden, yani fazlasıyla “güvenlik” kontrollerinden geçirilmiş olduğundan, asla “ciddi şüphe durumu” olası değildir. Ama “güvenlik”, “kanun” işin kılıfıdır.
Yalın hali ise şudur: Seni giysilerinden değil, aslında bunda somutlanan ideolojinden, direncinden, özgür insan duruşundan soyundurmak ister. Vahşice saldırıp, en dokunulmazın olan bedenine dilediğince dokunup, saldırarak, baştan iradeni, direncini, moralini kırmaktır amaç. “Burada hakim benim” der devlet bununla. Bu aramayı kabul etmeyip direnenlere ise tam bir tecavüzcü gibi saldırıp, zorla soyar. Bu, sadece biçimsel bir benzerlik değildir; özellikle işgalci, soykırımcı güçlerin taciz, tecavüz saldırılarıyla psikolojik, sosyal, moral, ideolojik saldırıyı da içeren “ele geçirme” beyanı açısından da benzerdir.
Bunlara karşı da yine bedenle ve tabii ironiyle gülerek direnilir. “Soyun” derler, soyunmazsın. Hatta “böyle iyiyim” diye dalga geçersin. “Soyunman lazım, kanun böyle” derler eğreti bir tatlılıkla. “Biz kanunları çiğnediğimiz için buradayız. Dışarıdayken tanımadığımıza uyar mıyız sence?!” Tekrar bir “tatlı dil” hamlesi: “Soyunsan ne olacak sanki. Plajda da soyunmuyor musun ki?” “Çok haklısın! Ama burası plaja pek benzemiyor!” Bir diğeri “Soyun, soyun, hepimiz bayanız, çekinme” der. “Eh madem o kadar doğal görüyorsun, öyleyse sen soyun. Hem hepimiz bayanız, çekinme!” dersin. Artık çileden çıkmak üzeredirler. Kim bilir dillerini giydirmek, niyetlerini örtmek için ne çok eğitimden geçmişlerdir ama boş. Kısa sürede sahteliklerinden soyunup gerçek hallerine dönerler: Saldırırlar. Zorla soyarlar. “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!” sloganı ile ve bedeninle direnirsin.
Bazen bu direnç nedeniyle tam soyamadıkları da olur. Sonra “giyin” derler. “Hani arama yapmanız zorunluydu! Niye tam soymuyor, aramıyorsunuz? İşinizi tam yapın!” dersin. Bu tam bir karşı saldırı olur. “Giyin” derler. “Giyinmiyorum! Madem siz soydunuz, siz giydireceksiniz!” Onlar utanç içinde kızarıp yerin dibine geçmiş ve ilk fırsatta elbiselerine giymeye didinen birini görmeyi umarken, bu sözlerle tokat yemiş gibi olurlar. Kimileri “Aaa, giysene, utanmıyor musun, ayıp” demeye kalkar. “Ayıp olduğu yeni mi aklına geldi! İşkenceci, tacizci olduğunuz için asıl siz utanın!” Kimileri de “Biz emir kuluyuz, yapmak zorundayız” der. “Bu ellerle gidip evlatlarınızı mı okşayacaksınız? Onlara işkenceyle kazandığınız lokmaları yedirdiğinizi de söyleyin bakalım ne diyecekler! Ne evlatlarınız ne de Allah razı olur ’emir kulu’ olmanıza”. “Benim vicdanımı sorgulamak sana düşmez” der biri. “Keşke düşmeseydi ama siz sorgulamadığınız için biz sorgulamak zorunda kalıyoruz vicdanınızı” dersin. Sonra, zorla giydirirler. İşkenceleri, irade kırmaları adeta tersine dönmüştür. Usançla bitirirler bir arama mesaisini daha.
İşte tüm bunlardan geriye ne yolunan saçların, tekmelenen, yumruklanan, tırmalanan, sıkılan, ezilen bedenin acısı, sızısı ne de onca şiddetin üstüne hakkında açılacak “görevli memuru darp”, “direnme”, “görevi yaptırmama” gerekçeli soruşturmalarla verilecek cezaların tasası vardır. Yolunmuş saçlarla, çiziklerle, morluklarla dolu şiş yüz, derbeder kılık ve yalınayaklarla (ayakkabıları giydirmemişlerdir) çıkarken oradan, o odadan sana kalan şey, direnmenin verdiği iç huzur, irade, düştükleri komik hallerin gülümseyişi ve “güc”ün güçsüzlüğüne bir kez daha tanık olmanın tazelenen bilincidir.
Hapishanede bedene saldırı ve direniş öykülerimizden en unutulmaz olanlarından biri ayakkabı eylemlerimizdi. F tipleri açıldığından itibaren ayakkabı aramasını protesto etmek için, uzun yıllar boyunca, devrimci tutsaklar hastaneye, mahkemeye vb. ayakkabısız gittiler. Böylece F tipi hapishaneler uzun süreli bir “yalınayak” direnişinin mekanı ve sebebi oldu. Yalınlık direnç oldu tutsaklarda, 12 Eylül’ün tek tip elbise dayatmalarına karşı elbisesiz olarak mahkemelere gidiş gibi.
Mahkemeye giderken, ringden inmeden önce, askerler yerleri ve nezarethanenin içini bol suyla iyice ıslatırlar. Ama bu onları tatmin etmez. Akşama kadar o su olur ki buharlaşır, ılıklaşır diye, ara ara sulamayı ihmal etmezler. Bu kadar mı? Değil. Özellikle duruşmaya çıkacağın ringe bineceğin sırada koridorları bir kez daha ıslatırlar. Bazen hızlarını alamayıp nezarethanedeki oturaklara da su döktükleri olur. “Sayemizde buralar temizlik yüzü gördü” diye espri yaparsın. Vatan savunması için kritik önemdeki bu onurlu görevi büyük bir titizlikle yapan askerlere “Niye böyle az döküyorsun, biraz daha su getir. Bak şuraya dökmemişsin”. “Bravo, hepiniz madalyayı hak ettiniz” dersin. Şaşırırlar hepsi, ezberleri bozulur. O yalınayaklı yolculuklardan geriye onların direnç karşısındaki acizliği, direniş karşısındaki korkularının tanıklığı kalır. Ve tabi mağrur bir gülümseyiş…
Bu kadar da değil, hastanede tanımadığın yoksul bir kadının, asker çemberini yarıp ayakkabılarını sana vermeye çalışması. Nezarethanede adli tutukluların birbiriyle yarışırcasına “Abla al, benim terliğimi giy” ısrarları… Halkımızın yürekten ve yalınayakları kendinden bilmesinden gelen o sıcak sahiplenişleri, paylaşımcılığının yalın güzelliğine bir kez daha tanık olmanın için kaplayan büyük mutluluğu kalır.
İçerde, dışarıda egemenler saldırırken hoyratça, ideolojimize, politik duruşumuza, insan oluşumuza, kadın kimliğimize… en çok bedenlerimizi hedef alırlar. Ve bedenimizle, yalınlığımızla, yalınayaklarımızla direniriz bunlara. Yalınlığın her hali bize aittir, bizim taraftadır.
Sadece biri hariç: Yalnızlık! Egemenlerindir o!
O yüzden içerde, dışarıda, hücreyi, tecridi, tek olmayı, toplumsuz bireyi, bizsiz beni yücelttikçe yüceltir, dayatırlar.
Ama bizler direnişin yalınayaklı haliyle dikenli, taşlı, engebeli yolları, sarp yokuşları hep beraber aşıp, özgür dünyanın ışıklı zirvesine hep beraber ulaşacağız. Mutlaka.
Deniz Tepeli
Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Yalınayak: ” Direnişin Yalınayak Halleri ” – Deniz Tepeli appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bakırköy Hapishanesi Özgürlüğe Değil, Ranta Açılıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadın tutsaklara yönelik bu sürgün dayatması nasıl gerekçelendiriliyor? Son aylarda devletin yükselttiği savaş söylemleriyle toplumda yaratılmak istenen korku ortamını da düşünürsek, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devletin son dönemde başlattığı savaş ilanının cezaevlerindeki yansımalarından biri de bu sevk ve sürgünler olarak değerlendirilebilir. İletişim cezaları, hücre cezaları, görüş cezaları yeniden yoğun biçimde uygulanıyor. Özellikle haksız arama yoğunlaşmış durumda. Aslında cezaevindekiler kendilerine esir diyorlar ve savaşın etkilerini birebir yaşıyorlar. 23 Temmuz’ dan sonra ise, A takımı olarak bilinen işkence timlerinin yeniden işbaşında olduğunu biliyoruz. Özellikle çözüm ve diyalog sürecinde pek ortalarda görünmeyen bu A takımının şimdi devreye girmiş olması, devletin bu alandaki politikasını gösteriyor.
Aslında sevkle ilgili resmi bir yazışma ya da açıklanmış bir karar yok. Bunu görüşe gittiğimiz mahpuslardan öğrendik. Tutsaklara idare tarafından sözlü olarak iletilmiş ve nakle hazır olun denmiş. Yani, itiraz edebileceğimiz, bir yerlere başvurabileceğimiz herhangi bir karar yok.
Bir başka neden, şimdiki cezaevinin bulunduğu yerin kentin en merkezi yerlerinden birinde olması. Dolayısıyla arsa değeri olarak paha biçilemez bir rant alanı denebilir.
Sürgünlere karşı elbette direniş de olacak. Sizce bu yeni bir 19 Aralık’a neden olur mu?
Özellikle siyasi tutsaklar her biçimde direneceklerini söylüyorlar. 19 Aralık Katliamını kimse unutamaz. İşte şimdi yapılacak sürgün girişimi buna benzer bir direnişle yanıtlanacak. Elbette tüm tutsaklar direnecek, ama bazı tutsaklar daha farklı bir biçimde direnme konusunda kararlılar. Bir saldırı olursa meşru olarak direniş de olacaktır. Gazlar, bombalar, gerçek mermiler, coplar, sakat kalmalar… En çok korktuğumuz sonuçlar bu. Bunun yaşanma ihtimali çok yüksek.
Bakırköy’de devrimci tutsakların yanı sıra adli tutsaklar da var. Adlilerin sürgüne ilişkin düşünceleri ne? Bu sürgün onları nasıl etkileyecek?
Bakırköy, ailelere daha yakın olma, daha rahat görüş yapabilme açısından olumlu olduğundan, adli mahpusların da Silivri’ye gitmek istemeyecekleri düşünülebilir. Zaten çocukların çoğu da adli mahpusların arasında olduğundan, bu sürgünden yine en çok onlar etkilenecek. Adliler, buna kader diyecek; hükümlü olmayı kaderin bir oyunu olarak görenler için bu daha ağır olacaktır.
Siyasi mahpuslar geldikleri gelenekler, disiplinli olmaları, yaşam tarzları ve hayattan beklentileri bakımından değerlendirdiğimizde; zaten bu tür tecrit koşullarına alışıklar ve dayanabilirler. Üstesinden gelmek için de asgari koşulları oluşturacaklardır. Bunun kolektif yaşamlarına bir saldırı olduğunu biliyorlar. Silivri’ye sürgünle bu kolektif yaşamı dağıtacaklar. Mahpusların asıl endişesi bu kolektif yaşamın ortadan kaldırılacak olmasıdır
Bakırköy’deki kadın tutsakların başka cezaevlerine gönderilmesinin gündeme geldiği şu günlerde birçok kurum ve kişi, bu nakle karşı eylemler yaptı. Bununla kamuoyunun ilgisi yeterince çekilebildi mi?
Bu işin ciddiyetinin farkında olmak gerek. Tutsaklar açısından bakınca, özellikle, kimi tutsakların yanında çocukları da var. Yani doğal olarak özel bir ilgiye gereksinim duyan çocuklar var. Tutsaklar bir de anne kimliğini taşıyorlar.
Bizi tedirgin eden durumlardan biri de içerinin dışarıya yeterince gündem olamaması. Bugün bile açlık grevinde olan tutsaklar var, ama başka gündemlerin arasında kendine yer bulamıyor. Burada da aynı durum var. Siyasi tutsakların sevki de çok fazla gündem olamayabilir. Ama yine de herkesin yapabileceği bir şeyler var.
Söz konusu sürgünlerin hangi tarihte yapılacağıyla ilgili net bir bilgi var mı?
Bu kararın şimdilik buzluğa konduğu söyleniyor. Yenilenecek seçimler öncesi olası bir sürgün ve sürgünde çıkabilecek olaylardan sonra yeni bir 19 Aralık’ın gerçekleşmesi. Açıkçası bu durum, şu an için iktidarın istediği bir şey değil. Ancak iktidar gücünü tekrar toparladığında bir bakacaksınız ki bir sabah panzerler gelmiş, Bakırköy cezaevi yanıyor olacak.
Aslında bu sürgünler yalnızca Bakırköy’le sınırlı değil. Diğer kadın cezaevlerinin taşınması gibi bir durum da söz konusu. Yani her yer sürgün tehlikesiyle karşı karşıya.
Gazetemiz okurlarına aktardıklarınız için teşekkür ederiz.
Röportaj : Vahap Güler
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Bakırköy Hapishanesi Özgürlüğe Değil, Ranta Açılıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post YALINAYAK: “Cezaevilerine Faşizm Paketi” – Av. Gülizar Tuncer appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hapishanelere yönelik güvenlik yasalarıyla şiddetin artırılması yeni direnişler, ölümler ve katliamlar anlamına gelecektir.
Her geçen gün biraz daha sertleşen, ülke içinde ve dışarıya yönelik saldırgan politikalarında başarısızlığa uğradıkça şiddeti artıran siyasi iktidar, giderek daha faşizan bir rejimi hedeflemekte ve buna uygun biçimde güvenlikçi yasaları devreye sokmaktadır.
Nitekim kamuoyunda uzunca bir süre tartışılan ve artık yürürlüğe giren “İç Güvenlik Yasası”na paralel biçimde, hapishanelerle ilgili “Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı” adı altında hazırlanan ve diğerinden daha tehlikeli hükümler içeren bir yasal düzenleme alt komisyonda kabul edilip TBMM Genel Kurulu’na getirildi. Dışarıya yönelik olan güvenlik yasası nasıl ki her türlü baskıya, haksızlığa, sömürüye karşı sokağa çıkacak olanlara yönelik bir savaş yasası niteliği taşıyorsa, aynı şekilde bu yasanın hapishanelere uyarlanmış hali de, içerideki mahpuslara yönelik bir saldırı yasasıdır ve yıllardır tecride karşı mücadele eden, direnen mahpusların imhasını hedeflemektedir.
Tasarının genel gerekçesinde, mahpusların “iç dünyalarına nüfuz ederek iyileştirilmeleri”nin hedeflendiği ifade edilerek, hapishanelerde bundan sonraki dönemde tümüyle şiddete dayalı bir düzen öngörülmektedir. Cezaevlerinde mahpuslara karşı güvenlik amacıyla eğitimli köpeklerin, kapalı alanda kullanımı yasak olan biber gazının yanı sıra basınçlı su ve daha da önemlisi ateşli silahın temel müdahale aracı olarak kullanılacağının belirtildiği tasarıda yer alan “zor kullanma” hükümleri ise dehşet vericidir. Buna göre, güvenlik görevlileri, kanunlarla verilen görevleri yaparken; isyan, direniş, firar, firara teşebbüs veya asayişi bozan benzeri olayların ortaya çıkması halinde, bu olayların önlenmesi, saldırının veya saldırıda bulunanların etkisiz hale getirilmesi, direnişin sona erdirilmesi amacıyla veya kanuna uygun bir emrin ifası sırasında aktif veya pasif direniş gösterilmesi halinde zor kullanmaya yetkili olacaklardır.
Zor kullanma yetkisi kapsamında asayişi bozan olaylar veya direnmenin kapsamı ve derecesine göre, asayişi bozanları veya direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli ve artan oranda bedeni kuvvet veya maddi güç kullanacağı ifade edilen görevliler, direnmenin niteliği, kapsam ve derecesine göre uyarı yapmadan da zor kullanabileceği gibi acil hallerde kullanacakları araç ve gereç ile zor kullanmanın derecesini kendileri takdir edecekler.
Buna göre, genel anlamda “kurumlarda mevzuat hükümlerine göre uyulması gerekli davranış kuralarına karşı koyma” olarak anlaşılan “direniş” veya “asayişi bozan benzeri olaylar” yaşandığında, örneğin onur kırıcı ve aşağılayıcı çıplak arama uygulamasına karşı çıkmak bile görevlinin takdirine göre silah kullanılmasına neden olacaktır.
Hapishanelere yönelik olarak uygulamaya konulmak istenilen imha politikalarına temel teşkil edecek bu tasarının en önemli hükümlerinden biri de bundan sonraki dönemde hapishanelerde mahpuslara karşı güvenlik amacıyla eğitimli köpeklerin kullanılabilecek olmasıdır. Şüphesiz 12 Eylül faşizminin mahpuslara yönelik en vahşi politikalarının uygulandığı Diyarbakır Cezaevi’ndeki köpekli işkencelere dönüş yapılması tesadüf değildir ve buna karşı cezaevlerinde yeni direnişlerin ve katliamların yaşanacağını göstermektedir.
Görevlilere keyfi biçimde silah kullanma yetkisi verilmesinin dışında, ceza infaz kurumlarında iç ve dış güvenliği bozacak durumların yaşanması veya görevlilere direnilmesi halinde, bedeni kuvvetin yanında kullanılacak maddi güce kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar da eklenmiştir. Özellikle F Tipi Cezaevleri’nde, hücrelerde birbirlerinden tecrit edilmiş halde yaşayan mahpusların kalmakta olduğu daracık mekanlara yönelik basınçlı su veya biber gazı ile tasarıda ne olduğu açıkça ifade edilmeyen “tozlar”ın da kullanılacak olması, dışarıdan ve hatta birbirlerinden habersizce zehirlenerek, boğularak öldürülmelerinin önünü açmaktadır.
Tasarıda yer alan hükümler içinde en tehlikeli olanı, ”asayiş ve düzeni önemli ölçüde bozan yaygın direniş ve şiddet hareketleri” örneğin açlık grevlerinin cezaevinde asayişi bozacak derecede yaygın hale gelmesi gibi hallerde kurum iç ve dış güvenlik görevlilerinin yetersiz kalması durumunda mülki amirin talimatıyla kolluk güçlerinin de müdahalede bulunacağıdır. Bu demektir ki bundan sonraki süreçte devlet cezaevlerine yönelik saldırı politikalarında sınır tanımayarak, yeni “hayata dönüş” operasyonlarını mevzuata uygun kurallar çerçevesinde aleni biçimde ve “yasal” olarak gerçekleştirecek.
Yine tasarıya göre cezaevinde çıkan isyan, direniş, silahlı çatışmalara müdahale eden güvenlik görevlileri ile kolluk kuvvetlerinin kimlik bilgileri gizli tutulacak, yasadaki zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın “meşru savunma” ve “zorunluluk halleri”ne ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunacak görevliler hakkında 4483 sayılı memurların yargılanması hakkındaki kanun hükümleri uygulanmayacak. Üstelik dokunulmazlık zırhına bürünerek hapishanede rahatça adam öldürebilecek bu görevliler, jandarmanın dış güvenlikteki görevine son verilmesiyle birlikte onların yerine geçmek üzere infaz ve koruma memuru kadrolarına atanacak polisler olacak.
Bu kadar geniş yetkilerle donatılan kolluk güçlerinin göstermelik de olsa hesap verme yükümlülüğünden kurtularak cezasızlık zırhına bürünmelerinin yol açacağı tehlike yalnızca hapishanelerle sınırlı değildir. Bu nedenle, bütün bu yasal düzenlemelerle içeride, dışarıda başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlüklerimize daha azgınca saldıracak bir güvenlik devleti oluşturmaya çalışan siyasi iktidara karşı direnmekten başka yol yoktur!
Meydan Gazetesi’nin Mart sayısını gönderdiğimiz tutsaklardan haber var. Şakran Aliağa Kadın Cezaevi’nden Güneş Arduç Eliuygun ve Hacılar F Tipi Cezaevi’nden Resul Kocatürk, gazetemize gönderdiği mektuplarla hem tüm kadınların 8 Mart’ını hem de bütün halkların Newroz’unu kutladılar.
Şakran Aliağa Kadın Hapishanesi’nden Güneş Arduç Eliuygun’un gazetemize gönderdiği mektup Hacılar F Tipi Hapishanesi’nden Resul Kocatürk’ün gazetemize gönderdiği mektup
Av. Gülizar Tuncer
Bu sayı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post YALINAYAK: “Cezaevilerine Faşizm Paketi” – Av. Gülizar Tuncer appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Atina Exarchia’da İsyan Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Açlık grevindeki tutsak anarşistlerle dayanışma amacıyla 7 Nisan’da, Atina şehir merkezde 1500 – 2000 anarşistin katıldığı protesto eylemlerinin ardından Exarchia’da isyanlar başladı. 2 Mart’ta başlayan açlık grevine halen devam eden 8 anarşistten bazıları grevin 40. gününe girdiler. Siyasi tutsakların talepleri arasında F tipi cezaevlerinin kapatılması, siyasi eylemcilere karşı uygulanan baskıcı yasaların kaldırılması ve engelli tutsak Savvas Xiros’un derhal serbest bırakılması var.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Atina Exarchia’da İsyan Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Tecrit Öldürür Dayanışma Yaşatır” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İstanbul’dan Ankara’ya: F Tipi Mezar İstemiyoruz
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nin “hasta mahpusların serbest bırakılması” talebiyle İstanbul’dan başlatıp Ankara’da sonlandırdığı “F Tipi Mezar İstemiyoruz” yürüyüşü öncesi İHD’liler, hasta mahpusların aileleri, yakınları, arkadaşları, yoldaşları, çeşitli kurumlardan desteğe gelmiş devrimciler, bu olayı haberleştirmek isteyen gazeteciler, hepimiz, Bakırköy Kadın Hapishanesi önünde toplanıyoruz. Devrimci Anarşist Faaliyet’in de destek verdiği eylem, İHD İstanbul Şubesi Cezaevleri Komisyonu üyesi Hatice Onaran’ın, hazırlanan basın açıklamasını okumasıyla başlıyor. Ardından Wernicke Korsakoff hastası tutsak Ergül Çiçekler’in ablası Fikriye Bagaç, Kemal Gömi’nin kardeşi Feyzullah Gömi, Fatma Tokmak’ın oğlu Azad Tokmak, ve Newroz Bozkurt’un annesi Türkiye Bozkurt birer konuşma yaparak hasta mahpusların durumuna dikkat çekiyor, yapılacak olan yolculuğun hasta tutsaklar için önemine bir kez daha değiniyor.
Adalılar müzik grubunun verdiği kısa dinletinin ardından yolculuğa çıkılacak aracın gelmesini bekliyoruz. Bu bekleyiş sırasında da “devrimci yürekler, yıkılacak hücreler” ve “tecrit öldürür, dayanışma yaşatır” sloganları, cezaevini çevreleyen duvarlarda yankılanarak yükseliyor. Bu sırada içeriden tutsakların da sloganlarla yanıt verdiğinin duyulması, beton duvarların dayanışmayı bölemeyeceğinin göstergesi haline geliyor.
İkinci durağımız, Metris. Burada İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe, Metris’in işkencenin merkezi durumunda olduğunu ifade ediyor. Tedavinin bir hak olduğunu belirten Efe’nin, ring araçlarının birer işkence aracı olarak kullanılmasını da kabul edilemez olarak değerlendirmesinin ardından, Metris’te bulunan 21 hasta tutsağın isimlerinin okunmasıyla eylemi bitiriliyor.
Ardından Ümraniye’ye doğru harekete geçiliyor. Yine cezaevine yakın bir yerden başlanan yürüyüş, cezaevi kapısına dek sürdürülüyor. Burada yapılan açıklamaların ve tutsak bulunanların isimlerinin okunmasının ardından Gebze’ye doğru yola çıkılıyor.
Devrimci Anarşist Faaliyet, her iki cezaevi önündeki eyleme, üzerlerinde “8m2 Öldürür” ve “Duvarları Yıkmak, Özgürlüğü Yaratmaktır” yazan dövizlerle katılarak dayanışmasını sunuyor.
Gebze’ye vardığımızda yapılan basın açıklamasının ardından Gebze merkezinde bir yürüyüş gerçekleştirilerek, araçlarla Gebze Cezaevi’ne gidiliyor. Gebze Cezaevi, Azad’ın da çocukluğunu geçirdiği cezaevi. Annesi ile beraber burada uzun yıllar kalmış.
Burada sloganlar eşliğinde gerçekleştirilen yürüyüş ve basın açıklamasının ardından İzmit’e doğru yola çıkılıyor.
2. Gün
Yolumuz bu kez Kandıra Cezaevi’ne. Hemen herkesin Kandıra ile ilgili bir anısı ya da halen burada tutulan bir yakını ya da tanıdığı var. Cezaevi yolun iki tarafına yayılmış dev bir tesisi andırıyor. Eylem yapacağımız yere doğru yürüyoruz. Geçen arabalardan kimileri korna çalarak selamlıyor bizleri. Eylem gene , “Hasta Mahpuslar Serbest Bırakılsın” yazılı pankartın açılmasıyla başlıyor.
Burası Fikriye Ana’nın kardeşinin de tutulduğu cezaevi. Aynı zamanda Azad da bir mahpusun görüşmecisi. Biz çayımızı yudumlarken onlar da görüşe gidiyor. Gelince de Bolu’ya doğru yola çıkıyoruz.
Bolu’da, cezaevi önündeki yolda yapılan basın açıklamasının ardından konuşan mahpus yakınları, devletin işkence ile hapsettiği yakınlarının tedavilerinin engellenmesinin de bir işkenceye dönüştüğünü belirttiler. En doğrudan tepkiyi anneler veriyor: “Katiller, çocuklarımızdan ne istiyorsunuz, (hapishaneye dönerek) seni yapana lanet olsun”.
Artık önümüzde Sincan var. Oraya doğru yola çıkıyoruz. Sincan’a vardığımızda, Ankara İHD’nin hazırladığı pankart en öne geçiyor, İstanbul grubu onun arkasında, yürüyüş başlıyor. Yürüyüşte, “Hasta Mahpuslar Serbest Bırakılsın” ve ağır hasta tutsakların listesinin yazılı olduğu pankartlar açılırken, hasta mahpusların fotoğraflarının yer aldığı dövizler taşınıyor ve “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın”, “Tecrit Öldürür Dayanışma Yaşatır” sloganları atılıyor.
3. gün
Önce İHD Ankara Şubesi’ne gidiyoruz. Burada beklerken iki tane anne geliyor, ikisi de Sivas’ta çocuklarını yitirmiş. Birisi Menekşe ve Koray Kaya’nın anneleri Hüsniye Kaya, diğeri ise Serkan Doğan’ın annesi Perize Doğan. Onlar evlatlarını yitirmişler, ama başka evlatlar yitmesin diye gelmişler dayanışmaya.
Öğlen saatlerinde Konur Sokak’a doğru gidiyoruz. Çünkü burada iki gün boyunca bir imza standı açılıyor. Standın başında anneler, aileler ve İHD’liler olduğu kadar desteğe ve dayanışmaya gelenler de gün boyunca eksilmiyor.
4. gün
Bugün konukevinde kahvaltıda bir konuğumuz var. Konukevine dün gece geç saatlerde, bir önceki gün tahliye edilen Murat Ekin ve ailesi geldi. Sabah yaptığımız birlikte kahvaltı sırasında kendisini yormamayı özenle dikkat ettik.
Bugün Ulucanlar’a gidiliyor. İHD şubeleri, devletin Ulucanlar Cezaevi’ndeki devrimci tutsakları katletmesini hatırlatmak ve işkence gören devrimci tutsaklara dikkat çekmek için bir eylem yapıyor. Eylemde “Kanla Yazılan Tarih Silinmez” ve “Devletin Katliamcı Geleneği Ulucanlardan ‘F’ Tipine Devam Ediyor” pankartları açılıyor.
Yürüyüş ve eyleme katılan Temel Demirer de söz alarak devletin katliamlarından söz eden bir konuşma yapıyor. “Söze ilk defa bu devlet katildir diyerek başlıyorum. Birçok arkadaşımız, bu arkamda katledildi. Buraya utanmadan, Ulucanlar Kültür ve Sanat Merkezi denmiştir. Yalandır! Burası işkencelerin, idamların yeridir. Evet, bizler de bir gün müze yapacağız, katliamların, katil kapitalistlerin müzesini yapacağız.”
Hasta mahpus aileleri, Sakarya Caddesi’nde düzenlenen Madımak anmasına destek olmak için, Konur Sokak’taki imza standından topluca hareket ederek, sloganlar eşliğinde bir yürüyüş gerçekleştiriyor. Anma etkinliğinde söz alan Sultan Ana “Nerede bir haksızlık, nerede bir zulüm olursa biz anneler orada olacağız, çocuklarımızın yanında olacağız, bu katliamlara dur diyeceğiz, Sivaslara, Roboskilere dur diyeceğiz, Yaşasın Halkların Kardeşliği, Bıji Bratiya Gelan” diyerek bitiriyor konuşmasını.
5. Gün
Hasta mahpusların serbest bırakılması talebiyle Türkiye’nin birçok merkezinden Ankara’ya gelen aileler ve insan hakları savunucuları, Yüksel Caddesi’nde buluşuyor. Burada önde “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın” ve “Ji Girtiyê Nexweş Re Azadî” yazan pankart, arkasında hasta mahpusların isimlerinin yazdığı pankart ve hasta mahpusların fotoğraflarının olduğu dövizlerle yürüyüşe başlanıyor. “Bijî berxwedana zindanan”, “Girtiyê şoreşê rûmeta me ye”, “İçerde dışarıda hücreleri parçala”, “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak” sloganları eşliğinde meclisin Dikmen kapısına kadar yürünüyor.Fikriye Bagaç
Fikriye Bagaç’ın kardeşi Ergül Çiçekler, “örgüt yöneticisi olmak” suçlamasıyla diğer 3 arkadaşıyla beraber 16 yıldır tutuklu. Hayata Dönüş operasyonu sonrası yapılan zorla müdahaleler sonucu Wernicke-Korsakoff hastası olmuş. Son 10 yılını hatırlayamıyor.
Fikriye Ana, Bolu Cezaevi önünde şunları diyor: “İçerde kardeşimle uğraşıyorlar. Senin raporların kayboldu diyorlar. Bu insanlığa sığar mı soruyorum sizlere. Devlet, hem kardeşimi aldı, tutukladı, hem de haklarını gasp ediyor. Üstelik elle taciz olayı, tecavüz olayı yaşanıyor, ama bunlar da dikkate alınmıyor. İnsanın insan hakları var. Ben isyan ediyorum. Etmeyeni de ayıplıyorum.”
Sultan Ana (Türkiye Bozkurt)
Gebze’de tutulan kızı Newroz Bozkurt için yollara düşen Sultan Ana “Bu devlet çocuklarımızdan ne istiyor?” diyor ve ekliyor “Eğer Erdoğan ve Emine yerimizde olsaydı ne yapardı? Çok merak ediyorum. Bizim hiçbir günahımız yok. Tek günahımız Kürt olmamızdır. Artık Türk halkı da bizi anlasın”.
Gülmez Ana (Selvi Gülmez)
Selvi Gülmez’in kızlarından biri 1996 yılındaki ölüm orucuna katılmış. Diğer kızı Nergiz Gülmez ise, 2000 yılındaki ölüm orucuna katılmış, ancak bedeni daha fazla direnemeyince 11 Nisan 2001 günü yaşamını yitirmiş. Gülmez Ana, buna rağmen direngenliğinden bir şey kaybetmemiş, üstelik daha da bilenerek düşmüş şimdi de Tekirdağ 1 No’lu Cezaevi’nde tutulan oğlu Ali Gülmez’in serbest kalması için yollara. Aslında tüm mahpuslar için adalet arıyor, çünkü hepsi de benim çocuklarım diyor. “Kuvvetim oldukça devam edeceğim” diyor. Söylediği hüzünlü ezgilerle, acısından çok öfkesini belli etmek istiyor gibi hep en önde. Çünkü polislerle, askerlerle, jandarmalarla, gardiyanlarla kavgalı. Devletle kavgalı. Devletten hiçbir şey beklemediklerini, sadece çocuklarını yanlarında görmek istediklerini ifade ediyor.
Mahmut Arslan
Mahmut Arslan’ın babası İsmail Arslan, Mardin’deki bir patlama olayından dolayı 49 yaşında cezaevine girmiş. Cezası müebbet. Trabzon’daki cezaevinde iken solunumla ilgili ciddi rahatsızlıklar yaşayınca tahliye edilmek yerine önce Kandıra 2. No’lu F Tipi’ne, buradan da Metris R Tipi Cezaevi’ne sevk edilmiş. Burada durumu daha da ağırlaşınca İstanbul Kartal Yavuz Selim Hastanesi’ne gönderilmiş, buradayken İHD’nin yoğun çabaları sonucu cezası 6 ay ertelenerek tahliye edilmiş. Ama Mahmut Arslan, babasının 22 yıl mahpusluktan sonra neredeyse ölüm döşeğinde tahliye edilmesine sevinemiyor. “Şimdi babamı almış olsak ne olacak, almamış olsak ne olacak. Yarın onu toprağa yollayacağız. Babam can çekişiyor.” diyor ve ekliyor “Babam gibi daha nice insan, hukuksuz olarak dört duvar arkasında. Böyle bir devlet olmaz olsun.”
Feyzullah Gömi
İdama mahkûm edilen, sonradan cezası müebbet hapse çevrilen Kemal Gömi, 1993 yılından beri mahpus. O da Hayata Dönüş’ten sonra F tipi cezaevine alınan ve tecrit işkencesine maruz bırakılan tutsaklardan biri. Bundan dolayı psikolojisi bozulan Kemal Gömi’ye şizofreni tanısı konmasına, Adli Tıp Kurumu’nun hakkında cezaevi koşullarında yaşayamaz diye rapor hazırlamasına rağmen hala tahliye edilmiş değil. Feyzullah Gömi, kardeşinin sağlığının cezaevinde bozulduğuna dikkat çekiyor, artık çevresinin farkında olamadığını, hapishaneyi evi zannetmeye başladığını söylüyor.
Azad Tokmak
Azad Tokmak, 2,5 yaşındayken annesi Fatma Tokmak ile birlikte gözaltına alındı. Götürüldükleri İstanbul Terörle Mücadele’de her ikisine de ağır işkence uygulandı. 15 gün sonra Fatma Tokmak tutuklanarak Gebze Cezaevi’ne gönderildi ama Azad ilk önce Çocuk Esirgeme Kurumu’na, ardından Fatma Tokmak’ın avukatı Eren Keskin’in yoğun çabaları sonucu annesinin yanına, Gebze’ye gönderildi.
Fatma Tokmak’ın, gördüğü işkenceler ve hapishane koşullarından kaynaklı ağır kalp hastalığına yakalanması üzerine 2006 yılında tahliye edilmesiyle beraber, Azad da çocukluğunun geçtiği Gebze Cezaevi’nden “tahliye oldu”.
Ne var ki Yargıtay, Fatma Tokmak’ın cezasını onayınca annesiyle yolları ayrıldı. Fatma Tokmak şimdi Bakırköy Kadın Cezaevi’nde. Azad ise haftalık görüşmeler dışında göremiyor annesini. Ama bu bile devleti rahatsız etmiş olmalı, anne ile çocuğunun görüşmesi, örgütten haber taşıyor olarak değerlendirilmiş. Şimdi Azad’ın “örgüt kuryeliği”nden açılmış bir davası var, tutuksuz yargılandığı.
Azad “çocukken cezaevi eğlenceli geliyordu” diyor. “Ama şimdi hiç de öyle değil”.
Çünkü annesinin ağır kalp hastalığı ile ilgili hastaneden aldığı raporunun olmasına rağmen Adli Tıp Kurumu’nun bunu dikkate almamış. Üstelik Adli Tıp, 9 kere alınan raporun 9’unu da “kaybettik” bahanesiyle işleme koymamış.
Şimdi Azad yalnızca annesi için değil hasta olsun olmasın bütün mahpuslar için sokakta, cezaevi önünde, eylemde. Çünkü duvarların ne anlama geldiğini iyi biliyor.
Annesiyle beraber kaldığında görüş günleri ziyaretçilerin tarafına geçtiğini anımsıyor Azad. Annesi onu karşı tarafta görünce şaşırıp soruyormuş, Azad, ne yapıyorsun orada diye. Azad bunu yapma nedenini annesini bir de oradan görmek, bir de oradan nasılsın anne demek olarak açıklayınca annesinin zaten sen hep benim yanımda değil misin diye cevap verdiğini ve yanına çağırdığını hatırlıyor Azad.
Cezaevinde adli mahpusların da çocukları olduğunu, ama onlarla pek oynama fırsatı olmadığını, ancak onları içtimalarda görebildiğini söylüyor Azad. Ve annesinin kendisinden yumurta kutularında toprak istediğini. Havalandırmayı çiçeklerle bezeyen kadın mahpusların toprak ihtiyacını büyük oranda küçük Azad sağlıyormuş anlaşılan. Eğer yakalanırsa da ağlamasını tembih etmişler mahpuslar. Azad da yakalanınca da başlıyormuş ağlamaya. Gardiyanlar “Tamam, git” deseler de ağlamayı sürdürüyormuş. Azad’ın anlatırken havalandırmadan bahçe diye söz etmesi, taşınan toprak miktarı konusunda bir fikir verebilir.
Ama Azad’ın en çok işe yaradığı şey koğuştan koğuşa küçük notlar taşımak oluyormuş. Annesi bunun için eşofmanının iç tarafına küçük cepler dikmiş. Bu ceplere konan küçük notlar sayesinde mahpuslar birbirleriyle iletişim kurabilmiş. Hatta bir protesto eylemi de buradan organize edilmiş. Ama son anda Necla ismindeki bir gardiyanın eşofmandan habersiz Azad’ın ağzını arayarak “Annenle konuştuk, artık o notları önce biz okuyacağız” demesi üzerine boş bulunan Azad, gülümseyerek, eşofmanını indirdiğini anlatıyor. Necla Gardiyan’ın şaşkın bakışları da hiç gözünün önünden gitmiyor. Bu küçük aksiliğe rağmen eylemin gene de yapılmış olmasından dolayı içi rahat. Aynı anda bütün mahpuslar camları kırarak seslerini yükseltmişler.
Annesini de, birlikte iyi vakit geçirdiği bir başka mahpus Dilek ablasını da özlüyor. Ama artık içeri girmek değil, onların dışarı çıkmalarını istiyor. Kendi hesabına göre annesi 2032 yılında çıkacak, yani 37 yaşına geldiğinde. Ama cumhurbaşkanının af yetkisini kullansa bu sürenin daha öne alınabileceğini söylediğinde ise annesinin yanıtı netmiş. Devletten af dileyecek bir şey yapmadım ki diyormuş.
Vahap Güler
İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu Üyesi
The post “Tecrit Öldürür Dayanışma Yaşatır” – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kullan-at Kılavuz: “Hasta Tutsakların Tahliyesi” – Duygu Üyetürk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…
Hasta tutsaklara ilişkin cezaevlerinden her gün yeni haberler gelmekte ve tutsaklar devletin adaletsizliğiyle ölüme mahkûm edilirken, bu yazımızda hasta tutsakların tahliyesine karar verilmesi için kullanılması gereken yol ve yöntemlerin biçiminden bahsedeceğiz. Özetle; hasta tutuklu cezaevi yönetimine başvurduktan sonra talebi değerlendirilir, uygun görülürse tam teşekküllü bir hastaneye sevk edilir. Ardından Adli Tıp Kurumu’na gönderilen raporlar uygun bulunursa Savcılığa bildirilir, Savcılık ise tahliye kararını verir deniliyor.
Pratikte ise, cezaevine hasta olduğunu hisseden tutsak başvuruda bulunur, başvurusu en az üç gün bekletilir, bu aşamada durumu ciddiyse anında müdahale yapılamadığından tutsak kaybedilir ya da hastalığı ağırlaşır. Ağır hastalıkta bile, tetkikler 3-4 ay sonraya gün verilerek ötelenir. Gardiyanın yatış kâğıdını unutması bile, ameliyatın haftalarca ertelenmesine sebep olurken; bazı hekimlerin etnik ve siyasi sebeplerle hastaları aşağılaması, kelepçeyle muayene, kötü ilaçların verilmesi, ameliyatların geç verilmesi gibi uygulamalar hasta tutsakları ölüme adım adım yaklaştırır. Diyelim ki, devletin hekimleri yani Adli Tıp Kurumu nadir de olsa bir olumlu rapor verdi, bu sefer Savcı inisiyatif kullanmaya çekinip, Terörle Mücadele Şube’ye yazı yazarak hasta tutsağın kamu güvenliğini bozup bozmayacağını sorar. Tabii olumlu bir yanıta bugüne dek hiç rastlanmaz.
Anayasa’nın 104. maddesine göre; Cumhurbaşkanı “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek ve kaldırmak” yetkisine sahiptir. Yalnızca hasta tutuklular veya aileleri tarafından yapılan başvurular neticesinde Abdullah Gül bu yetkisini, 2008’den bugüne kadar sadece 26 tutsak için kullanmıştır.
Ceza İnfaz Kanunu’nun 16. maddesinde “hükümlünün hastalığının hayatı için kesin tehlike teşkil ettiğine Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor gereği karar verilen” kişilerin infazlarının ertelenebileceği düzenleniyor olsa da, bu madde uygulanmamaktadır. Dahası, hasta tutuklu ve hükümlülerin Adli Tıp Kurumu’ndan onay alması ise aylar yıllar süren bir oyalama politikasından ibarettir.
Adalet Bakanlığı’nın belirlediği tam teşekküllü hastanelerden alınan raporlar Adli Tıp Kurumu’nda aylarca bekletilmekte, kimi zaman hastalar ring araçlarınla saatler boyunca süren yolculuklarla İstanbul Adli Tıp Kurumu’na çağrılmakta ve çoğu dosya ret kararı ile geri gönderilmektedir.
5 Mart 2013 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Gülay Çetin/Türkiye kararı ile ağır hastalığı olan tutsakların korunmasına yönelik mevcut düzenlemelerin yeterince açık, öngörülebilir ve etkili olmadığını hüküm altına almış; tutuklu ve hükümlülerin Adli Tıp Kurumu tarafından heyet raporlarına rağmen tekrar muayeneye çağırılması ve bu durumun gecikmeye neden olması eleştirilmiş ve Türkiye, işkence yasağını ihlal ettiği için mahkûm edilmiştir.
6411 Sayılı Kanunla hasta hükümlülerin infazının ertelenmesi açısından olumlu bir düzenleme getirilmiş gibi sunulan koşullar, hükümlünün “maruz kaldığı ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettirememesi” ve “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi” şeklindedir.
Devletin hasta tutsak politikası; sorunu çözme değil, zamana yayma politikasıdır. F tipi cezaevlerinden bu yana 2752 sağlıklı insan, cezaevleri koşullarıyla katledilmiştir. Hapishanelerde hastane ve doktor yoktur. Doktor ayda bir gelip, bir iki saat içinde herkesi muayene ettiği sanılarak gider. Tutsaklar ise suçlu ve ölmesi beklenenler olarak görülür. Çünkü devlet, muhalefet edeni bin yıllardır imha eder, yok eder ve öldürür. 1800’lerden sonra feodal ve aristokrat yöntemlerle değil ama yine burjuvazinin yöntemleriyle bu sefer halk da ikna edilerek, devlet; yok etmeye, cezaevinde ölüme terk etmeye devam etmektedir.
Duygu Üyetürk
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19.sayısında yayımlanmıştır.
The post Kullan-at Kılavuz: “Hasta Tutsakların Tahliyesi” – Duygu Üyetürk appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ahmet Çetin Durukanoğlu Vicdani Reddini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ahmet Çetin Durukanoğlu, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nde düzenlediği bir basın toplantısında vicdani reddini açıkladı. Vicdani Ret Derneği üyeleri de basın toplantısına katılarak Durukanoğlu’ya destek verdi.
“Reddettiğim sadece askerlik değil. Reddetiğim, askerliğin toplumsal cinsiyet rolleri, erkeklik, toplu tecavüzler, kadınların sömürülmesi, yalan üzerine kurulan ulusal tarih, asker millet yalanı, ‘ne mutlu Türk’üm diyene’nin savaş çığırtkanlığı, Suriye’ye her türlü müdahale, Suriye ve Kürtler üzerinde sürdürülen kirli savaş, ezilen ve sömürülenlere karşı baskı aygıtı, işkence, F tipi cezaevleri, gözaltı ve devlet terörü, LGBT bireylere uygulanan tıbbi kontrol zulmü, hasta olarak tanımlanmaları, itaat kültürü, kişiliğin ezilmesi, insanlık onurunun çiğnenmesidir.” diyen Durukanoğlu, NATO’ya ve orduya hizmet etmeyi ve asker olmayı reddettiğini belirtti.
Ahmet Çetin Durukanoğlu “Ezenlerin, sömürenlerin baskı araçlarından biri olan orduya ve onun parçası olduğu NATO’ya hizmet etmeyeceğimi, onun karşılığında herhangi bir devlet hizmeti yapmayacağımı, karşıma çıkacak olan sivil ya da askeri mahkemeleri tanımayacağım. Reddediyorum.” sözleriyle vicdani reddini açıkladı.
The post Ahmet Çetin Durukanoğlu Vicdani Reddini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yalınayak : Taksim Gezi Direnişi Tutsaklarına Özgürlük appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devlet, İstanbul’da başlayan ve ardından coğrafyanın dört bir yanına yayılan direniş sonrasında paniklemiş, kolluk kuvvetleriyle uyguladığı şiddetle bu direnişi sönümlendirebileceği yanılgısına kapılmıştı. Ancak bu süreçte polis kurşunuyla, biber gazıyla katledilenlerimizin, yaralanan binlercemizin öfkesi, sokaklardaki öfkeyi daha da perçinlemişti. Direnişi bastırmayı defalarca deneyen ancak özgürlük için haykıranları sokaklardan uzaklaştırmayı başaramayan devlet, Haziran ayından bu yana ise estirdiği tutuklama terörü ile artmakta olan politizasyonu bastırma çabasını sürdürüyor.
Boyunduruğu altında sindiremediklerini, kendisine itaat etmeyenleri, adalet ve özgürlük için mücadele edenleri tarih boyunca tutsak ederek terbiye etmeye çalışan devlet, şimdi de Gezi direnişçilerini tutuklayarak yıldırmaya çalışıyor. Sabahın kör karanlığında kapılarına dayanan polisler tarafından gözaltına alınanlar, “adını bilmedikleri bir örgütten yargılananlar” ise kapatıldıkları duvarlar ardından haykırmaya devam ediyorlar: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”
“Gezi Operasyonarı” ile bir korku politikası yürüten iktidara kaşı, tutsaklar demir parmaklıkların ardından mücadeleye devam ederken; cezaevlerinden gelen dayak, taciz, işkence haberleri ise ardı ardına sıralanıyor.
İzmir Kırıklar F Tipi Cezaevi’nde, kendilerine getirilen temiz çamaşırları koğuşlara alınmayan Gezi direnişçileri, koğuşlarına bir de kamera sistemi takılacağını öğrendikten sonra gerçekleştirdikleri eylem sebebiyle 20 gün boyunca “tek kişilik hücrede kalma cezası”na çarptırıldı. Cezaevlerinden hasta tutsakların ölüm haberleri gelmeye devam ederken “%52 engelli” raporu olan Burcu Koçlu, Şakran Cezaevi’ne kapatıldı; doktora giderken takılmak istenen kelepçeyi reddettiği için, doktora çıkarılmadı. Ailesi dışına kimseyle görüşmesine izin verilmeyen, (daha önce geçirdiği ameliyatlar sonrasında) göğsüne alacağı bir darbe sonucu ölüm risk olan Koçlu, keyfi uygulamalarla tecrit ediliyor.
Gözaltına alınan Gezi direnişçilerinin maruz kaldığı taciz vakaları halen hafızalarımızdayken, şimdi de cezaevlerine kapatılmış Gezi direnişçisi kadınlara yönelik taciz haberleri geliyor. Şakran Cezaevi’nde 14 gardiyanın tacizine uğrayan, kendisine dayatılan çıplak aramayı reddeden ve buna direnen Elif Kaya, bir aylık görüş cezasına çarptırılarak yıldırılmak isteniyor.
Amcası ’80 Darbesi sonrasında işkencede katledilmiş Hasan Tunç “Akıllı olmazsan amcanın başına gelenler gelir” denilerek tehdit edilirken; tutsakların arkadaşlarının yolladığı melisa yaprakları “riskli” bulunduğu için tutsaklara iletilmiyor.
Farklı birçok cezaevinde sabaha kadar İstiklal Marşı okutulan, türlü dayağa maruz kalan, gardiyanlar ve cezaevi yönetimlerince tahrik edilerek cezalandırılmaya çalışılan Gezi direnişçileri, her şeye rağmen direnmeye devam ediyorlar. Hem fiziksel hem de psiklojik baskılarla yıldırılmaya çalışılan tutsaklar bir yandan zindanlarda dayatılan tecrit politikalarına direnirken, bir yandan da sürmekte olan direnişi cezaevi içerisine büyütüyorlar.
“Gezi Operasyonları” dahilinde çocukları tutsak edilen aileler her hafta Galatasaray Meydanı’nda buluşup, “Gezi Parkı Tutsaklarına Özgürlük” diye haykırırken, Kırklar 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutsak olan Sercan Üstündaş’ın yolladığı bir mektupta yazdıkları ise iktidarın baskısına karşı örgütlenen bu mücadelenin, ne sokakta ne de zindanda, bastırılabileceğinin özeti niteliğinde:
“Tak bakalım, tak bakalım/Kelepçeyi tak bakalım/Hakime çıkar, zindana kapat/Hangimiz özgür bakalım”
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post Yalınayak : Taksim Gezi Direnişi Tutsaklarına Özgürlük appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yalınayak: Yaşamlar F Tiplerine Sığar mı? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>F tipi yüksek güvenlikli cezaevleri ilk olarak 1996 yılında gündeme getirildi. F tipleriyle insanları tecrit altına almak isteyen devlet, dışarıdaki saldırılarına devam ederken cezaevlerinde de binlerce tutsağı yalnızlaştırıp, iradelerini kırıp, teslim almak istiyordu. F tiplerine karşı ilk yanıt cezaevlerindeki tutsaklardan geldi ve yüzlerce tutsak F tiplerine karşı ölüm orucuna başladı. Hapishanelerdeki ve dışarıdaki direnişler büyük bir güç oluşturdu ve devlete geri adım attırdı. 12 kişinin yaşamını kaybettiği eylemler sonrasında F tiplerini bir süreliğine gündemden geri çeken devlet, 2000 senesinin Haziran ayında tekrar gündeme getirdi. İnşaatına başlanan F tiplerini engellemek için pek çok cezaevinde siyasi tutsakların başlattığı açlık grevi kısa zamanda ölüm orucuna dönüştü.
Devlet, F tiplerine dışarıdan da yükselen tepkilerin artması üzerine, içerideki tutsakları karalama kampanyalarına başladı. Medya da bu süreçte “cezaevlerinde devlet otoritesinin mutlak tesis edilmesi” yolunda etkin olarak kullanıldı. Açlık grevindekilerin gizli gizli yemek yediği haberleri yapıldı. Sonucunda devlet, adına “Hayata Dönüş” dediği bir katliam gerçekleştirdi. Bu operasyonun ardından ölüm orucundaki binlerce tutsak, kendilerine zorla yemek yedirildiği için sakat kaldı ve ağır tecrit koşulları altında F tiplerine nakledildiler. Tüm bu süreçte 122 kişi katledildi.
Cezaevlerine İlk Girişte İşkence Uygulamaları Başlıyor
Cezaevine girişte elle aramadan ve dedektör aramasından geçirilmenize rağmen; çırılçıplak arama dayatmasıyla karşılaşırsınız. İçeri girecekseniz, iradeniz kırılmış olarak girmeniz istenir. Bu onursuzca yapılan uygulamayı reddettiğinizde gardiyanların saldırısıyla karşılaşırsınız. Bu insanlık dışı uygulamalar birçok cezaevinde uygulanmasına karşın, F tiplerinde yıldırma politikasının birinci aşamasıdır.
F tiplerinde kaldığınız hücreler tek ya da 3 kişiliktir. 3 kişilik hücrelerin havalandırması 35-40 metrekaredir, havalandırmalar sabah sayımda açılır akşam hava kararınca kapatılır. 3 kişilik hücreler iki katlıdır. Alt katta duş, tuvalet ve mutfak tezgahı ile birlikte bir masa, üç tane plastik sandalye bulunmaktadır. Üst katta ise yere sabitlenmiş 3 yatak ve 3 demir dolap bulunur. Sadece iki hücre arkadaşınızla iletişim kurabilirsiniz. Görüşlere çıkarken, mahkemeye giderken bile geçtiğiniz koridorlar diğer tutsaklarla karşılaşmanıza engel olacak şekilde tasarlanmıştır. Tek kişilik hücrede kalıyorsanız, iletişiminiz tamamen kesilmiştir. Yazılı iletişim kurmanızın tek yolu vardır, oda havalandırma duvarından yanınızdaki hücrenin havalandırmasına kağıt toplar atabilirsiniz. Bu kağıt aktarımlarıyla en sondaki hücre olsanız bile en baştaki hücreyle iletişim kurabilirsiniz. Tek kişilik hücreler 8 metrekaredir, birer adet demir dolap, yatak, sandalye, duşlu tuvalet ve bir lavabo bulunmaktadır. Hücrede tek lavabo olduğu için bulaşıklar da burada yıkanabilmektedir. Havalandırması diğerine göre daha küçüktür, aynı havalandırmaya 2 veya 3 tek kişilik hücre açılmaktadır. Aynı havalandırmaya açılan hücreler, havalandırma süresince birbirleri ile görüşürler. Hücre cezası alanlar tek kişilikte kalır ve havalandırması 1 saat açılır.
F tiplerinin de amacı diğer hapishaneler gibi insanları kapatmaktır. Ancak bunun yanında cezaevlerinde kurulan dayanışma ve paylaşma içerisindeki yaşamları da engellemeye yöneliktir. Kantinden para karşılığında buzdolabı, su ısıtıcısı ve 37 ekran televizyon alabilirsiniz. Aldığınız televizyonla cezaevi idaresinin belirlediği 15-20 kanalı izleyebilirsiniz. Hücrede kullandığınız elektiriği siz ödersiniz. Dayanışmayı engellemek için, para size verilmez; yakınlarınız parayı sizin adınıza idareye yatırır, siz de o hesaptan alışveriş yaparsınız. Merkezi radyo yayını ile cezaevinin çaldığı marşlar ve şarkılar zorla size dinletilir.
Avukatınızla görüşmeye giderken ve dönerken defalarca aramadan geçilirsiniz. Aramalar sırasında didik didik edilirsiniz, ayakkabılarınız bile çıkartılır. Sizi görmeye gelen yakınlarınız da didik didik aranırlar. Bazen kızınızın giydiği tişört bazen de boynunuza bağladığınız atkı siyasi içerikli olduğu gerekçesiyle görüşmenize izin verilmeyebilir. Zaten hücrenizde itaat etmezseniz, aramalarda zorluk çıkartırsanız iletişim veya ziyaret yasağı alırsınız. İletişim yasağı almanızın nedeni slogan atmanız da olabilir çöp kutusu için kestiğiniz 5 litrelik su şişesi de. Küçük bir kapta filizlendirmek istediğiniz bir limon çekirdeği dahi amaç dışı kullanım olarak değerlendirilip cezalandırılabilirsiniz.
F tiplerinde toprakla hiçbir temasınız olmayacaktır. Betonların arasında sizi yalnızlaştırmaya çalışacaklar ve saldırılarıyla iradenizi kırmak isteyeceklerdir. Çünkü yaşamanın en güzel taraflarını unutmanızı isterler. Elektriğin, suyun ve ısıtma sisteminin kontrolü, cezaevi yönetimindedir. Onlar isterlerse temiz su alabilirsiniz, onlar isterlerse ısınabilirsiniz.Tekirdağ F tipi Cezaevi’nde bütün bir kış kaloriferlerin yanmaması nedeniyle bir tutsak, ellerinin soğuktan kangren olması tehlikesiyle karşılaşmıştır. Aynı tutsağın yakınlarının gönderdiği eldivenler de çeşitli bahanelerle içeri alınmamıştır. F tiplerinde sıkça rastlanılan bu uygulamalar keyfi gibi görünse de aslında tamamen sistematik bir şekilde uygulanmaktadır.
F tiplerinde kütüphane, spor salonu gibi ortak alanlar bulunmasına karşın, bu alanların kullanımı da engellenir ve üstelik sürekli disiplin cezaları verildiğinden siyasi tutsaklar hücrelerinden bile çıkamazlar. F tiplerinde sizlerin hastalanması için her şart uygundur. Hastalıklara karşı kendinizi iyi korumalısınız çünkü hastalandığınızda, onlarca dilekçe yazsanız dahi tedaviniz yapılmaz ya da geç yapılır. Bu da kalıcı hastalıklara yol açabilir. Geçtiğimiz yıl cezaevleri içerisinde 36 ölüm gerçekleşmiştir. Bunların çoğu sağlık tedavilerinin uygulanmadığı veya geç uygulandığı için gerçekleşmiştir. Bugün devletin cezaevlerinde tutsak sayısı, 128 bine ulaşmıştır. Sindirme, yalnızlaştırma, kişiliksizleştirme uygulamaların en yoğun uygulandığı F tiplerinde devlet tutsakların iradesini teslim almaya çalışırken, siyasi tutsaklar da buna direnerek karşılık vermektedirler.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 6. sayısında yayımlanmıştır.
The post Yalınayak: Yaşamlar F Tiplerine Sığar mı? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>