The post Kadına Şiddete Karşı Kampanyalar Neyi Gizliyor – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in kadın politikası özellikle yasal düzenlemeler ve pratik çözümler değerlendirildiğinde kadını var olan pozisyonundan kurtarmayı değil var olduğu pozisyonla özdeşleştirmeyi amaçlar nitelikte. Bu toplumsal kadınlık kimliği ve aile kurumu üzerinden kurgulanan bir kadın politikasının sonucu olarak bu projelerde de benzer nitelikleri barındıran bir anlayışla ortaya çıkıyor.
HÜKÜMETTEN KADINLARA KURTULUŞ TARİFLERİ
Bu anlayış hükümetin özellikle de son süreçte alaycı bir ısrarcılıkla sürdürdüğü kadın politikasının bir sonucu olarak değerlendirilse bile bu projelerin içinde sadece hükümet yok. Birçok holding ve şirket patronu kadın, sanatçılar, yazarlar, duyarlılık yaratma adına AB fonlarıyla ceplerini kabartan uyanık sivil toplumcular, medya patronlarına çalışan lafazanlardan tutun da kadın hakları diyerek ortalarda gezinen kadın örgütlerine kadar birçok kesim bu anlayışın sürdürülebilmesinde büyük pay sahibi. Toplumsal kadınlık kimliği dillendirildiği üzere kadının konumunu çerçevelendirerek kadını bu kimliğe mahkum eder. Örneklemek gerekirse; hukuksal alanda “ağır tahrik unsuru” denilerek kadının yaşadığı şiddeti hafifletici nedenler gerekçesiyle örtbas etmek, üç çocuk politikasıyla kadını eve kapatarak, istihdam alanındaki tüm haklarından mahrum ederek yok saymak, kürtaj politikasıyla kadın bedenini kontrol altına almak. Bunlar dışında kadına uygulanan fiziksel şiddetin ölümcül boyutları hükümetin resmi verilerinden çok daha fazla. Kadın yaşamsal alanda sadece hukuk mağduru değil, hukuku kadın üzerinde bir baskı unsuru olarak yasalaştıran devletin ve iktidar anlayışının da mağduru. Yani dünyanın neresinde olursa olsun kadın her anlamda mağduriyet yaşıyor denilebilinir. Ancak hükümete göre bazı kadınlar bu mağduriyeti yaşamıyor. İşte hükümetin desteğiyle yaratılan şiddet temalı kampanyalar biz kadınlara bu şekilde sesleniyor: Sen de bu şanslı kadınlardan biri olabilirsin?
HÜKÜMETE GÖRE ŞANSLI YA DA ŞANSIZ…
Yani anlayışa göre şanslı olan ve olamayan kadınlar var; mesela eğitimli kadın, ev içinde annelik rolüne bürünerek çocuklar büyüten kadın, bedenini toplumsal ahlak kurallarına uygun bir belirlenimle kontrol edebilen kadın, “iyi” eş olabilmek adına evlilik kurumunu her şeye rağmen sürdürebilen kadın, evde görünmeyen emeğiyle kamu da ucuz iş gücü olarak çalışan, politik olarak kendini ifade etmede ısrarcı olmayan ve kadınlığını sadece toplumsal kadınlık rolüyle özdeşleştiren kadınlar oldukça şanslı mesela.
Peki ya şansız kadınlar? Mesela Ayşe Paşalı çok şansızdı. Melek Karaaslan, Meral Tahta, Ceylan Soysal, Selma Civek ve daha binlercesi… Onlar şiddet sonucu hayatını kaybeden kadınlar. Bir anlamda şiddete tahammül gösteremeyerek ölümü bile göze alan kadınlar. Hepsi göz göre göre katledildiler. Bu cinayetler yaşanırken ve artarak sürerken duyarlılık-sorumluluk meselesinin en çok tartışılan ve konuşulan konu olması ise kaçınılmaz. Bahsedeceğimiz bir takım kampanyalar da işte bu kadınları anlatan hükümet desteğiyle peşi sıra hayat buluyor.
8’de 8 “SEN BEN OLABİLİRDİM” PROJESİ
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın himayesinde Kült Derneği’nin destek verdiği bir projede, herkesin tanıdığı 8 ünlü kadın şiddet sonucu katledilen kadınlarla empati kurdular. Fikir şuydu: “Sen Ben Olabilirdim”. Televizyon ekranlarından görmeye aşina olduğumuz kimilerine göre güçlü kadın imajıyla ekranlara tutunan bu kadınlar profesyonel makyajlarla çoğu eşleri tarafından katledilen 8 kadının yerine geçti. Projenin en çekici kısmı ise projenin fotoğraf sergisinin açılışından bir gün önce düzenlenen gecede ünlü kadınların kendilerini onların yerine koyarak yazdıkları mektupların bir bir okunmasıydı. Bu ünlü kadınlardan biri olan Hülya Avşar profesyonel bir makyajla, katledilmeden önce gazetelerde yüzü kocası tarafından darmadağın edilmiş şekilde gösterilen Ayşe Paşalı’ya benzetilmişti ve “sen ben olabilirdim” diyerek yazdığı mektuptu. Hükümetin şanslı kadın tanımına baktığımızda kendisi de bu kategoriye giremeyen Hülya Avşar, nasıl bir çelişkidir ki bu projeden birkaç hafta önce “akıllı kadın zaten dayak yemez” demişti. Bu durumda eşi tarafından katledilen Ayşe hükümete göre şansız, bir diğer şansız kadın Hülya Avşar’a göre ise aptal kategorisine girmişti maalesef.
DUYARLILIK…
Peki böylesi bir kampanya toplum nezdinde nasıl bir duyarlılık yaratmış olabilir? Hülya zaten Ayşe olamaz, olsa bile akıllı olduğu için yaşadığı şiddeti örtbas edecek besbelli. Aslında halk dilinde “topluma mal olmanın” getirisi midir nedir bilinmez ama bu durumda Hülya Avşar da gerçekten çok şansız. Çünkü birçok kadın gibi şiddeti örtbas ederek yaşamını sürdürmeye devam ediyor. Ve Hülya gibi dünya üzerindeki hiçbir kadın Ayşe Paşalı’nın hafızalarımıza kazınan fotoğrafına bakıp empati kuramaz. Yazılan hiçbir mektup Ayşe’nin yaşadıklarını kağıda dökmede yeterli olamaz. Yani anlaşılan bu gibi projelerle sadece farkındalık kıskacı yaratır. Sadece “şiddeti fark edin” telaşı bu kampanyalar. Peki, gözümüze soka soka yansıtılan bu meşru şiddetin makyaj izlerine bakarak mı fark edeceğiz bu şiddeti? Zaten birebir yaşatılan ve yaşamakta olduğumuz bu şiddeti fark edemiyor muyuz hala? Yoksa kadınların yüzlerine yapılan profesyonel makyajla, başkaca şeylerin görünmez kılınması mı amaçlanmakta? Hükümet kadını hedef alarak “kürtaj cinayettir” demişken ve Roboski’de insanların üzerine bombalar düşmüşken tüm bunlar neyin şiddetiydi? Yine tecavüzcüsüyle evlendirilen kadınlar, aile içinde cinsel istimara maruz kalan çocuklar ve benzeri birçok örnek karşısında niye azıcık bir telaş, duyarlı bir kampanya ya da sorumluluk alan yoktu, farkındalık neredeydi? Ve de en önemlisi neden kimseler tüm bunların devletin şiddeti olduğunu fark edip empati kuramamıştı? Sorunun cevabı kendi içinde saklı; bu projeyle hükümet ve iktidar kendi şiddetini Hülya Avşar’ın güzel yüzünde profesyonelce bir makyajla saklıyor.
SORUMLULUK…
Bu işin birde sorumluluk kısmı var. Mesela Hülya Avşar bu işten para kazanmıyor, bu fotoğrafları “gönüllü” bir şekilde çektiriyor ve bunun adı “sorumluluk” oluyor. Bireyin topluma duyduğu sorumluluk anlayışı toplumun bireyi erittiği, kimliğini, kişiliğini ve var oluşunu yok saydığı bir anlayışla görünmez kılınıyorsa bu nasıl bir sorumluluktur? Bu olsa olsa bir “zorunluluk” tarifidir. Yani Hülya Avşar popüler kalabilmek adına zorunlu kaldığı bir duruma sorumluluk diyerek alkış, hükümet de iktidarını sürdürebilmek adına zorunlu kaldığı bir duruma “sorumluluk” diyerek oy kazanıyor. Bir diğer taraftan görünenin dışında görünmeyenin şiddeti yani bu projelerin arka planında olanlar var. Belki de onlar asla görünmeyecek olup da bu işten servet kazanmak derdinde olanların servetleri için iktidarlarını sağlamlaştırması. Daha önce Meydan Gazetesi’nin 4. Sayısında Sabancı Vakfı tarafından desteklenen “çocuk gelinlerle” ilgili yürütülen bir kampanyanın içeriğine ilişkin eleştiriler yer almıştı. Benzer şekilde son süreçlerde artan kadına şiddet temalı tüm bu kampanyaların ardında da yine küresel kapitalist şirketler ve onların patronlarını görmek mümkün.
Zeynep Kocaman
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kadına Şiddete Karşı Kampanyalar Neyi Gizliyor – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Kadına Yönelik Şiddetle Savaş Protokolü”- Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ay akşamdan ışığıdır / Yüküm şimşir kaşıktır / Komşu kızını zapt eyle / Bizim oğlan aşıktır
Ay önünde yıldız / Nerden geldin baldız / Sen git de ablan gelsin / Duramıyorum yalnız
Bu sözleri içeren türküyü yasaklayarak TSK, er ve erbaşların bilinçaltının etkilenmesini engelleyerek, “halkının” bilinçaltına yapılan bu saldırıyı püskürtüyor. Saldırılar karşısında bir kez daha “halkını“ savunuyor da diyebiliriz. Kahraman(!) TSK için, kışlalarında er ve erbaşlar arasında analı-avratlı küfürlerin, gündelik konuşmaların önemli bir sıfatı haline gelmesinin ve statüye dayalı hiyerarşinin suç-ceza uygulamalarında “erkek” er ve erbaşların annelerinin aşağılanmasının bir “ceza” olarak uygulanmasını önemsemiyor sanırım. Önemsemiyor; çünkü bu uygulama er ve erbaşların bilinçaltlarına değil de, doğrudan kendilerine uygulandığından, pek de saldırıdan sayılmıyor zaten.
Orgeneral Bekir Kalyoncu’nun aksine, Bakan Fatma Şahin bilemez bu uygulamaları. Bir kışlanın önünden geçerken, şans eseri duyulacak türkü gibi değildir bu uygulamalar. Bu uygulamaları duymak için kışlanın yatakhanesinde, yemekhanesinde, her sabah içtimasında, her akşam nöbetinde olmak gerekir. Zaten bir kadın olarak da asla buralarda bulunamazsınız, bu şartlarda da asla bilemezsiniz yani. “İnanıyorum ki” Fatma Şahin bir “bilse” hemen yasaklatırdı bu uygulamaları.(Kendi kendime gülüyorum)
Evet, 22 Kasım’da yani bugün dersler başlayacak, ilk derse Fatma Şahin ve Bekir Kalyoncu katılacak. Derslerde kadına yönelik şiddet, evlilik, zorla evlendirme, namus ve töre cinayetleri, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konular işlenecek. Bir yandan derslerde bu konular işlenirken, diğer yandan zorunlu askerliğini sürdüren er ve erbaşların beynine “Vatan namustur ve namusunu korumak için ölmek ve öldürmek her yiğidin boynunun borcudur.” düsturu işlenmeyi sürdürecek. Ayrıca, başka derslerin de olduğu TSK’da, dersin ne anlama geldiğini, erlik yapmış erkeklerin hikayelerinden biliyorum. Türkiye’nin sınır komşularını tam sayamayanların tokatlanışını gülerek anlatırlardı. Başka derslerde başka hikayeler, başka tokatlar, tekmeler…
Şimdi nasıl olacak peki?
Soru: “Oğlum söyle bakalım erkek ve kadın neden eşittir, eşitlik maddeleri nelerdir?” Cevap: “Komutanım, hım …”. Er cevap verirken tekleyince erbaş ne der? “Lan niye bilmiyorsun, bu ay denetim var! Ben senin ananı, avradını…”
Soru: “Kadına yönelik şiddete niçin karşıyız?”, Cevap: “Komutanım, hım…” olur da er yine teklerse, er cevaplayamadığı sorunun şiddetini öğreniverir.
Fatma Şahin, şanslıysa, bugün derse katılmak için gideceği kışlada, kadını aşağılayan sıfatlarla dolu küfürleri duyabilir. Şiddeti veya kadına yönelik şiddeti günbegün körükleyen binlerce kışla uygulamasından birine rastlar. Çünkü gideceği her kışla, şiddetin tekrar tekrar üretilmesi için kurulmuştur.
Daha da önemlisi Fatma Şahin; tüm bu uygulamaları bilen, aile ve kadından sorumlu bir bakan olmanın gereğiyle, devletin şiddetten sorumlu kurumunu, kadına yönelik şiddetle mücadele ediyormuş gibi gösteriyor ve gözlerde devletinin imajını süsleyip püsleyip güzelleştiren, bir kadın bakan oluveriyor.
İmzalanan bu protokolle ve bugün başlayan bu derslerle istediğiniz kadar süsleyip püsleseniz de militarizminizi; biliyoruz ki bu şiddet sizin şiddetiniz, bu çirkinlik sizin çirkinliğiniz.
Didem Erbak
[email protected]
The post “Kadına Yönelik Şiddetle Savaş Protokolü”- Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>