The post Kaliforniya Yangınları Sürüyor- Patika Ekoloji Kolektifi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>27 Temmuz günü, Carr ve Ferguson’un güneyinde kalan Mendocino Kontluğu’nda 1 saat arayla iki farklı yangın çıktı: Ranch ve River.
The post Kaliforniya Yangınları Sürüyor- Patika Ekoloji Kolektifi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Polis Polistir Güvenmiyoruz! ” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Elbette sadece coğrafyamızla sınırlı kalmayan polis ve tabi ki dolayısıyla devlet şiddeti, son dönemde en belirgin yansımasını ABD’de buldu. 2014 yılı Ağustos ayında Missouri eyaletine bağlı Ferguson kasabasında, siyah genç Michael Brown polis tarafından vurularak katledildi. Brown’ı katleden beyaz polis, ABD yargısınca aklandı. Benzer bir biçimde, Temmuz 2014’te New York polisince boğazı sıkılarak katledilen Afrika kökenli Amerikalı Eric Garner’ın katili polis de “aklandı.”(Bknz. Meydan Gazetesi-Sayı:23/”Nefes Alamıyorum”-Marc Bray)
TESEV(Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı), geçtiğimiz günlerde, polis şiddeti ile ilintili olarak, yaşadığımız coğrafyadaki insanların “polise güveni” konulu bir araştırma yayınladı. Rapora göre polis şiddetiyle de ilgili olarak toplumda çeşitli etnik, inançsal ve politik kategoriler çerçevesinde “polise güvenme” (ya da güvenmeme) noktasında sonuçlar elde edildi. Sünni, Türk, iktidardaki AKP yanlıları ve MHP’ye destek verenlerde “polise güvenme” oranı yüksek sonuçlar verirken; “polise güvenmeme” sonuçları ise ağırlıklı olarak, Alevi, Kürt ve politik olarak HDP çizgisindeki seçmenden geldi. Benzer bir biçimde “polisin meşruiyetine dair” soruya, politik aidiyet çerçevesinde AKP-MHP seçmeni/yanlısı kişilerden olumlu yanıt gelirken; yine HDP/DBP çizgisinde bulunanlardan ve Alevi-Bektaşi inancına sahip olanlardan olumsuz yanıt alındı. Yine inançsal düzlemde Sünnilerin polisle işbirliği yapma ya da polise itaat etmeye, Alevi-Bektaşilere göre çok daha açık oldukları araştırmada elde edilen başka bir sonuçtu. Politik aidiyetlere göre verilen cevaplara geri döndüğümüzde ise devletin, polisi eliyle gerçekleştirdiği hak ihlalleriyle doğru orantılı veriler ortaya çıkıyordu. Buna göre polis tarafından gerçekleştirilen hak ihlalleri karşısında AKP ve MHP’lilerde çok daha yüksek bir tolerans ortaya çıkarken bu, HDP/DBP çizgisindeki kişilerde oldukça düşüyordu. Politik aidiyetler, etnik ve inançsal kimliklerle birlikte toplumun geneli bazında alınan sonuçlara göre ise toplumun %60 dolayında bir çoğunluğu polisin, gerçekleştirdiği yaşam ve hak ihlalleri karşısında devletin yargı mekanizmasınca cezasız bırakıldığını düşünüyor. Bununla birlikte polis şiddeti ve hak ihlalleri karşısında toplumun belirgin bir çoğunluğu başvurabilecekleri “bağımsız” bir şikayet mekanizması talep ediyorlar. Araştırmanın belki de en çarpıcı sonucu olan bu talep, aslında toplumdaki “güven” algısının, devlet şiddeti ve adaletsizliklerinin sadece “uygulayıcısı” konumundaki polisin ötesinde, devletin kendisine ilişkin de ipucu veriyor.
Aslında devletlerin desteği ve koruyuculuğundaki polis şiddeti ve hak ihlalleri, bu ve benzeri kamuoyu araştırmaları ya da medya haberleriyle şimdilerde sıkça gündeme gelmesine karşın günümüzün münferit bir problemi değil. Coğrafyamızda ve dünyada varlığı, devletlerin varlığı ile eşgüdümlü ortaya çıkan bu olgu, devletlerin ve onların yargı erklerinin, insanların yaşam haklarını ellerinden alan katil polisleri açıkça “aklamasıyla” şimdilerde daha bir görünür hale geldi. Oysa yaşadığımız toprakların orta vadedeki geçmişinde hafızamızı yokladığımızda hatırlayabileceğimiz polis şiddeti örnekleri mevcut. Devletin polis dahil tüm kolluk güçleriyle toplum üzerinde terör estirdiği 12 Eylül sonrası 1980’li yılları ve Kürdistan coğrafyasında baskısını yoğunlaştırdığı 1990’lı yılları farklı bir yere koyarsak, tekil birçok olayda polis şiddeti ve bu şiddetin uygulayıcıları polislerin devlet tarafından bir şekilde korunduğu gerçeği ile karşılaşırız.
Polise silah çekme konusunda yeni yetkiler tanıyan “Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası”nın 2007 yılında yürürlüğe girmesi sonrası, Baran Tursun Vakfı’nın verilerine göre yaşamını yitiren insan sayısı 183. Bu sayıya, polis merkezlerinde “ölü bulunan” 28 kişi dahil değil.
Sözünü ettiğimiz olaylardan bazılarında, katil polisler hakkında açılan davalarda işleyen yargı süreçleri ise devletin adaletsizliğine dair apaçık örnekler teşkil ediyor.
30 Ağustos 2012’de Ankara’da polis tarafından “dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle katledilen Cem Aygün davasında, katil polislerden biri hakkında “takipsizlik” kararı verilirken ,diğeri için ise “görev başında sınırın kast olmaksızın aşılması suretiyle öldürmek” suçlamasıyla 2 yıl hapis talebiyle dava açıldı. Aygün’ün ablaları için ise kardeşlerinin polis tarafından katledilmesini Ankara Emniyet Müdürlüğü önünde protesto etmelerinden dolayı, savcılık tarafından 58 yıl hapis cezası istendi.
Mardin Kızıltepe’de 21 Kasım 2004’te, evinin önünde oyun oynarken babası ile birlikte polis tarafından katledilen Uğur Kaymaz’ın davasında ise katil polisler “meşru müdafaa”dan beraat ettirildi. Evinin önünde ve ayağında terlikleri olduğu halde katledilen Uğur Kaymaz’ın olayında devlet, ”iki terörist ölü olarak ele geçirildi” şeklinde bir resmi açıklamada bulunmuştu.
2009 yılı Aralık ayında Ankara’da bir eğlence mekanında Kürtçe türkü söylediği için özel harekat polisi Serkan Akbulut tarafından katledilen Emrah Gezer davasında ise yargı sürecinde, kadın cinayetleri davalarından aşina olduğumuz bir adli süreç işledi. Emrah Gezer’i yanında taşıdığı beylik silahıyla 15 el ateş ederek alenen katleden katil polisin cezasında “ağır tahrik ve iyi hal indirimine “ gidildi.
Yalova’da 2012 Mayıs’ında polisin sıktığı biber gazı sonrası yaşamını yitiren Çayan Birben olayında ise davanın hangi mahkemede görüleceği olaydan ancak 1.5 yıl sonra belirlenebildi. Yalova yerelindeki Asliye ve Ağır Ceza Mahkemeleri arasında, olayın kasten öldürme mi yaralama mı olduğu noktasındaki görüş ayrılığı nedeniyle, “davaya hangi mahkemenin bakacağı” konusunda gidip gelen dava sürecinde katil polisler, Birben’in avukatlarının tutukluluk talebine karşın tutuksuz “yargılanıyorlar.”
Polis şiddeti ve bu şiddetin faili katil polislerin devletlerin yargı sistemi aracılığıyla korunması örneklerine, coğrafyamız dışındaki dünya ülkelerinde de rastlamak mümkün. Son dönemde yaşanan ve yazının girişinde bahsi geçen “Ferguson” olayı dışında geçmiş tarihlerde yaşanan olaylarda, polis şiddeti karşısında devletlerin adaletsizliği örnekleri verilebilir.
ABD’de 1992 Nisan’ında Afrika kökenli Rodney King’in polis tarafından ağır yaralanmasına neden olacak şekilde darp edilmesi ve darp eden polisler hakkında mahkemece takipsizlik kararı verilmesi sonrası yaşanan protestolarda toplam 53 kişi yaşamını yitirmişti.
Geçtiğimiz yaz Brezilya’da düzenlenen Dünya Kupası öncesi yaşanan protesto eylemlerinde Brezilya polisi, aralarında çocukların da olduğu 6 kişiyi katletti. Brezilya devletinin yargısı ise katil polisleri “polis uyarısına ateşle karşılık verilmesinden dolayı”, TC devleti yargısına benzer biçimde “akladı.”
2006 yılında Yunanistan’da, hırsızlık suçlamasıyla karakolda bulunan iki Arnavut göçmene yapılan işkence görüntülerinin bir yıl sonra internete düşmesi sonucu işkenceci polisler için açılan davalar ise sonuçsuz kaldı.
Yaşadığımız topraklardan ve dünyadan karşımıza çıkan bu örnekler ışığında, geçtiğimiz günlerde sonuçlanan Ali İsmail Korkmaz davasında katil polisler hakkında verilen mahkeme kararları, devlet-tetikçisi katil polisler ve onları korumakla yükümlü yargı mekanizması arasındaki denklemine dair açıklayıcılığı yönünden aslında önemli bir veri oluşturuyor. Bu noktada, aslında bu ve benzer mahkeme süreçleri sonrası mahkemelerin katilleri koruma refleksli kararları da şaşırtıcı olmaktan uzak. Bu yanıyla yazının başlarında bazı polis şiddetine ve polise güvene dair bir takım verilerin paylaşıldığı TESEV raporundaki ve toplumun %60 gibi bir oranında belirli bir beklenti oluşturan “bağımsız” şikâyet mekanizmasının bağımsızlığına devleti de katmak doğru olacaktır.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Polis Polistir Güvenmiyoruz! ” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Nefes Alamıyorum! ” – Mark Bray appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Garner’ı öldüren polis memurları cezalandırılmayınca, Amerika çapında eylemler patlak verdi. Aynı Ferguson davasında Darren Wilson hakkında verilen karardan sonra olduğu gibi, direnişçiler önemli otoyolları, köprüleri, tünelleri kapattılar ve geçit törenlerine engel oldular. Aynı zamanda halk, polisin belirginleşen beyaz üstünlükçülüğünü ifşa etmek için alışveriş merkezlerinde ve büyük dükkânlarda eylemler gerçekleştirdi. Ferguson’daki etkili slogan BlackLivesMatter (Siyahi Hayatlar Önemlidir)’e “Nefes Alamıyorum” sloganını da katarak, ceza yasası sistemine ve polis gücüne inançları hızla azalan siyahi genç kuşağın direnişi çığlıkları giderek yükseldi. Özellikle Occupy Wall Street hareketinin geniş ölçekli etkisinden sonra artık sokağa çıkanlar, polisi ve polisin ırkçılığını protesto etme noktasında birleşiyorlar.
Irkçılığa karşı yapılan doğrudan eylemlerin toplumsallaşması, polis tutumuna yönelen eleştirilerin çerçevesinin genişletilip, bütün devlet mekanizmasının sorgulanmasına yardımcı olacak önemli bir fırsat. Anarşistlerin ve anti-otoriterlerin derdi, bu toplumsal eylemler boyunca anarşistlerin ve anti otoriterlerin biraz daha bu yönde.
Eric Garner ve Black Lives Matter Hareketi
* Black Rose Kolektifi üyesi Mark Bray, aynı zamanda Translating Anarchy kitabının yazarıdır.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısından yayımlanmıştır.
The post “Nefes Alamıyorum! ” – Mark Bray appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ferguson’da Her Yerde Bütün Polisler Katildir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>9 Ağustos günü ABD’nin Ferguson şehrinde, siyahi bir genç, silahsız olduğu halde ve insanların gözü önünde polis kurşunuyla katledildi. Ferguson’da başlayan protestolar on gün süren bir isyana dönüştü ve ABD’nin bir çok yerine yayıldı. Bölgede isyana katılan anarşist örgütten Scott ile yaptığımız röportajı yayınlıyoruz. Bölgedeki yoldaşların diğer yazıları için http://antistatestl.noblogs.org/ ‘a bakabilirsiniz.
Meydan: St. Louis ve Ferguson’da polis şiddeti genel olarak hangi düzeyde? Son zamanlarda bir artış oldu mu?
Scott: Polis şiddeti burada ABD’deki birçok yerden daha fazla, ama herhangi bir orta-batı şehrinde durum farklı değil. Hayır, arttığını düşünmüyorum. Bence buna karşı tahammülsüzlük arttı. ABD’deki birçok yerde olduğu gibi, siyahileri taciz ederek, suçlu duruma düşürerek, katlederek, cezaevlerine hapsederek ya da belli mahallelerden sürekli uzak tutarak “hadlerini” bildirmek için ciddi bir çaba var.
Polis her yerde bir işgalci güç olarak var ve St. Louis’in siyahi gettolarında durum farklı değil. Polis orada sınıflı topluma karşı yaratılacak herhangi bir hareketi bastırmak için duruyor ve bunun bir parçası olarak ırklar arasındaki yapay ayrımları dayatıyor. Beyazların bölgesinde bir siyah olmak şüphelidir ve sizi durdurup sizinle bayağı uğraşırlar. Siyahların mahallesinde beyazsanız sizi durdururlar ve tehlikeli mahallede olduğunuz için azarlanırsınız. O mahallede yaşadığınızı söylediğinizde polis çoğu zaman “buralar beyazlar için tehlikeli” derler. Ne zaman siyahi biri bu uyarılara karşı gelse bir sürü polis bölgeye gönderilir.
Obama yönetimi iktidara geldikten sonra devlet politikasında bir değişim oldu mu? Başkanın rengi, Mike Brown’un katledilmesi karşısındaki davranışları etkiledi mi?
Tabii ki: Obama’nın seçilmesi birçok insan için tarihi bir andı, ama sadece renk-körlüğü ve demokrasi yalanını güçlendirmeye yaradı.
Bazı insanlarda seslerinin gittikçe daha çok duyulacağı ve politik sistem dahilinde çalışmanın daha mümkün olduğu algısı var. İsyanlar ve yağmalar sırasında bu tip insanlar sükunet çağrısı yapıyor ve sistemden umudu kesmememizi söylüyorlar, işyeri yağmalarını istemiyorlar. Ortalığı karıştıranların kökünü kazımak için polisle işbirliği yapıyorlardı. İsyanın bitmesini istiyorlardı çünkü normal, saygın, politik anlayışa sığmıyordu. Adalet sisteminin her ırktan insana hizmet edeceğine gerçekten inanıyorlar ve bu bence kısmen Obama yüzünden böyle.
Elbette gerçek şu ki, hala güce sahip olanlar ve olmayanlar var—ve gücü yeni elde edenler ümitsizce durumu değiştirmeye çalışıyor, ya da delicesine görmezden geliyor ve bilerek bu gerçeği gizliyor. Obama’yı iyiye doğru bir adım olarak görenler var, ama bizim gibi, ırkı ne olursa olsun, hayatları değişmediği için politik sisteme baştan beri inanmayan birçok insan var.
İsyanla birlikte toplumsal algıda değişimler oldu mu? İsyandan sonra (özellikle anti-kapitalist ve devlet karşıtı) toplumsal hareketler arttı mı?
Açıkça anti-kapitalist ya da devlet karşıtı hareketler olmadı. İsyanın içindeki birçok kişi eylemleri ve sözleriyle, çoğu zaman doğası gereği bu tavrı gösterdi. Polisle yüzleşmek, bulvarı dönüştürerek özgürleştirilmiş bir bölge yaratmak gibi.
Özel mülkiyete ya da polise saygı duyulmayacağını ve birlikte yaptıklarında bundan zarar görmeyeceklerini öğrenen birçok insan olduğunu düşünüyorum, ya da umuyorum. Umarım isyan, insanlara daha çok işgal, polisle ve onun tarafındakilerle daha çok kavga ile onları ezen düzeni yıkma cesaretini verir.
İsyana sürükleyen öfkeyi, ekonomik ve sınıf çelişkilerine bağlayabilir miyiz?
İdari para cezaları ve fiziksel cezalar (yenilenmemiş trafik sigortası, aşırı hız, bozuk sinyal lambası, vs.), stratejik ve ırkçı biçimde kullanılıyor ve bence bunun öfkeye katkısı büyük. Irkçı polislerin bireysel olarak siyahileri trafikte durdurması yüksek bir olasılıktır. Çoğu insan cezaları ödemekte zorlanıyor ve arama emri çıkartılıyor. St. Louis içinde 80 tane kasaba var ve çoğunun kendi polis gücü var. Dolayısıyla bir kişinin bölgede birbirinden bağımsız birçok tutuklama emri olabilir. Birisi yakalandığında, bir cezaevinde yatar, diğer transfer edilir, sonra bir başkasına ve böyle sürüp gider. İnsanların hayatları paramparça oluyor: İçeride kaldıkça iş bulamıyor, kirayı ya da temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, çocuklarına bakamıyor, vb. Böylece bir yandan güçsüzlük algısı, diğer yandan öfke birikiyor. Tüm bunlar, polis cinayeti, cevap olarak isyana dönüşen protestolar, hepsi anlaşılabiliyor. Hayret verici olan tek şey, bunun neden daha sık olmadığı.
Anladığımız kadarıyla bu tip polis cinayetleri ABD’de neredeyse olağan. Bu durumda Mike Brown’un öldürülmesi neden isyana sürükledi?
Söylemesi zor. İsyanın basit bir formülü yok. İsyanı ateşleyen şey Ferguson polisinin cinayeti ele alış biçimi olabilir. Belki de halkın Brown’u hevesli bir genç—üniversiteye gidip büyük işler yapacak biri— olarak görmesi, polisi kışkırtıp layığını bulan bir suçlu olarak görmemesi yüzündendir. Brown’un katledildiği mahallenin birbirine sıkı bağlı olması, birçok insanın birbirini tanıması ve bu yüzden öfkeyi beraber hissedebilmesi yüzünden de olmuş olabilir. Bir sürü insan vurulduğunu bizzat gördü. Cansız bedeni dört saat boyunca sokakta bırakıldığı için etrafında büyük bir kalabalık toplandı.
Anarşistler isyana hangi seviyede katıldı? İsyanın karakterini nasıl etkilediniz?
Anarşistler oradaydı, ama çoğumuz anarşist kimliğimizle orada değildik. Bayraklarımız yoktu. Bildiri dağıtmadık. Bazılarımız olaylar çerçevesinde sokaklarda grafiti yaptı. Bazılarımızın çatışma deneyimi daha fazlaydı ve bu becerilerimizin, biber gazına ve plastik mermilere karşı koyarken diğerlerine de faydalı olabileceğini düşündük. İlk başlarda çeşitli nedenlerle bu yaklaşıma karar verildi.
Oradaki birçok insanın polise olan öfkesi ve kini bizimki ile örtüşüyordu, hatta çoğu kez bizi aşıyordu. Anarşistler, liderlik derdindeki diğer bazı devrimci grupların aksine etkin bir şekilde polisle çatıştı, yağmaya, vb. yasadışı eylemlere katıldılar. Anarşistler ön saflarda etkin olan insanlarla buluşup onların yanında kavgaya girdiler ve onları sadece piyon olarak görmediler. Bu işe yaradı çünkü ırksal farklılıklar biraz olsun kalktı ve birçok insan için polis (beyaz ya da siyah) ortak düşman haline geldi.
Anarşistler insanların etkin bir şekilde yüzlerini polis ve medyanın dikizleyen gözlerinden saklamalarını sağladı ve bence böyle bir etkimiz olmuş olabilir çünkü bazı geceler bir çok insanın yüzü maskeliydi. Anarşistler ayrıca, önlem olarak (polisin tüm kayıtlarını izlediği) medyanın yasadışı faaliyetleri kaydetmesini engelledi. Medya çoğu zaman kulak asmadığı için daha ciddi önlemler alındı. Anlatılanlara göre anarşist olmayan bir yağmacı, bir yoldaşın yardımına koşup, çekimi durdurmayan kameramana bıçak çekmiş.
Kalabalığı kendi tarafına çekmeye çalışan bir avuç politik grup vardı ve çok ayrıcalıklı ve yabancılaşmış bir haldeydiler. Kalabalığın büyük kısmı, liderlik talep edenleri dinlemek istemiyordu. Yeni Kara Panter Partisi, Siyahi Mücadele Örgütü, Örgütlü Reform ve Güçlendirme için Missouri’liler, İslam Milleti, Scientology Kilisesi, Devrimci Komünist Parti, seçilmiş idareciler, vb., hepsi kitleleri yönlendirmek istiyordu: bazıları açıkça, bazıları daha gizliden. Karşıt gruplar, kalabalık onlarla ilgilenmezken kendi aralarında megafonlarıyla tartışmaya girerek birçok kez komik ve gereksiz görüntüler oluşturdular. Bu maskaraya anarşistler olarak dahil olmamız için hiçbir neden yoktu. Bu isyana aktif katılımcılar olarak girmek, insanlarla tanışmak ve beraber direnmeyi öğrenmek daha iyiydi.
İftira söz konusu olunca en çok anarşistler hedef olurlar. İktidarı istemediğimiz ve direnişlere liderlik etmek istemediğimiz için, iktidar isteyenler, başaramadıklarında bizi suçlarlar. İsyan sırasında diğer politik gruplar genelde bize iftira attılar çünkü kendi programları kitleler tarafından duyulmuyordu. Bazıları şüpheli anarşistlerin fotoğraflarını internette yayınlayacak kadar ileri gittiler. İsyan ve kontrol edilemeyen kalabalıklar için bizi suçladılar, sanki politik olmayan siyahi insanlar anarşistler olmadan kendilerini koruyamazmış ya da onları çevreleyen sistemi deviremezlermiş gibi. İşin garibi fotoğraflardaki şüphelilerin çoğu anarşist değil, RCP’li komünistlerdi.
Sizce isyan sırasında kalıcı ilişkiler kuruldu mu?
Daha çok yapmadığım için üzüldüğüm tek şey bu: yeni ilişkiler kurmak, ama belki de tamamen bizim hatamız değildir. İnsanlarla beraber militanca çatışmak garip bir şey ve bir kaç gün sonra bu isyan durumu ortadan kalkıyor. Bütün bu güzel, isyankar insanlar nereye gitti diye merakla bakınıyorsunuz. Olayın sıcaklığı içinde sokaklardakilerle anında arkadaş olduk. Mucizevi biçimde birbirimizin arkasını kolladık. Karşı koyarken günlük hayattan bahsettik, birbirimizi korumak için yollar düşündük. O kadar çok şey, o kadar coşku ve şimdi bir sessizlik var.
Orada birlikte çatıştığımız çoğu insan kolayca ulaşılabilir değiller. Ya çalışıyorlar, ya da yaşamak için suç işliyorlar, aile geçindiriyorlar.
Eklemek istediğiniz ya da Meydan okurlarıyla paylaşmak istediğiniz başka bir şey var mı?
Bu röportaj çoğunlukla tek kişinin cevaplarıyla oluştu. Bu yüzden Ferguson’daki olaylarla ilgili kapsamlı bir perspektif veremez. Ferguson’da hiçbir zaman duyulmayacak bir sürü deneyim ve perspektif oluştu. Lütfen bunu dikkate alın çünkü bu deneyim hala sindiriliyor ve işleniyor. Ve bitmedi. Eğer mahkeme katilleri suçlu bulmazsa tekrar başlayabilir, hatta bu sefer daha yoğun bir şekilde.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.
The post Ferguson’da Her Yerde Bütün Polisler Katildir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>