The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın pek çok yerinde savaşlar ve katliamlar, devletlerin büyük çıkar çatışmaları üzerinden devam ediyor. Savaş, biz ezilenler için yıkım olurken, gelişmiş silah endüstrisi, savaş teknolojisi ve savaş sonrası inşaat sektörüyle birlikte devletler ve tabii ki şirketler için büyük bir fırsat, büyük bir rant, büyük bir ekonomik kaynak oluşturuyor. Ekonomiyi beslemek anlamında savaş, devletler ve şirketler için çoğu zaman vazgeçilemez bir yöntem.
Ancak devletler ve şirketler savaş yöntemini her zaman doğrudan kullanmıyorlar. Bazen barış da, rant ve sömürü için yöntemsel anlamda oldukça “kullanışlı” olabiliyor.
Küresel Barış Endeksi, Ranta Endeksli
Avustralya, Sidney merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü… Enstitü’nün en önemli çalışması olan Küresel Barış Endeksi; Economist dergisi ve derginin istihbarat birimi tarafından derlenen veriler kullanılarak, barış enstitüleri ve düşünce kuruluşlarında görev alan ekonomistlerin yer aldığı uluslararası bir panelde hazırlanıyor.
Enstitünün hazırladığı tüm raporlar ve yapılan araştırmalardan derlenen veriler, devletler, şirketler, Birleşmiş Milletler, OECD ve Dünya Bankası gibi kurumların yanı sıra, onlara sahada asistanlık hizmeti veren küresel sivil toplum kuruluşları ve politika enstitüleri (think-tankler) tarafından kullanılıyor.
Enstitü, her yıl periyodik olarak yayınladığı ve “huzurlu ülkeler sıralaması” olarak da adlandırılan raporunu, geçtiğimiz haziran ayı sonunda açıkladı. Barış, ekonomi, siyasi istikrar gibi kriterler göz önünde bulundurularak hazırlanan raporda TC devleti, 36 Avrupa devleti arasında sonuncu sırada yer alırken, dünya sıralamasında 162 ülke arasında kendine ancak 135. sırada yer bulabildi. İlk üç sırada ise İzlanda, Danimarka ve Avusturya yer aldı. Barış Endeksi çalışması, dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını çıkartırken, bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların detaylı raporlarını hazırlıyor.
Peki Bu Ne Anlama Geliyor?
Daha önce de belirtmiştik, Barış Endeksi’ni hazırlayan enstitü uzmanları Economist Dergisi ekibinden ve bu dergi, kapitalist şirketlerin en önem verdiği, verilerine güvendiği dergilerden biri. Yapılan çalışmaların, hazırlanan raporların şirketlerin çıkarına hizmet vermeyeceğini düşünmek gerçekçi değil.
Savaş kadar barışı da kendi çıkarlarına kullanmakta kararlı olan küresel sermaye güçlerine “barış dönemlerinde” bu desteği sağlayan en önemli kurumlardan birisi Ekonomi ve Barış Enstitüsü.
Hazırladığı “Küresel Barış Endeksi” çalışmasıyla dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını ve bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların raporlarını üreten Enstitü, kapitalistlere ve devletlere yatırım yapabilecekleri alanları belirterek sermayelerini artırmalarına yol açıyor.
Savaş ve çatışma bölgeleriyle ilgili tüm bu çalışmalar, gerek savaş sırasında o bölgede gerçekleşen büyük rantın hissedarlarını azaltacak şekilde, riski sevmeyen patronları oradan uzaklaştırarak, gerekse bölgenin savaş sonrası ihtiyaçlarını belirterek, gerçekleşecek olan bu daha büyük ve kapsamlı sömürüye ve sermaye akışına rehber oluyor.
Enstitü ayrıca, savaşların olmadığı coğrafyalarda da analizler yapıyor ve buralardaki ekonomik durum ile kapasiteleri saptayıp sermayedarlara yapabilecekleri yatırımlar hakkında seçenekler sunuyor.
Yayımlanan raporlarda ekonomik istikrarsızlıklara bolca dikkat çekilirken, devletlerin içeride yaşadığı çatışmalara ve siyasi istikrarsızlığa da neden olarak ekonomik krizler gösteriliyor. Bununla beraber, savaş ve çatışmaların da yine barış ekonomisine zarar verdiğini, barışı gerçekleştirmenin ekonomik açıdan istikrarı yakalamakla geleceğini söyleyerek bir tuzak kuruluyor. Böylelikle ezilen halkların paylaşma ve dayanışma içinde bir arada yaşamaları için olmazsa olmazlardan biri olan “barış” kavramı, söz konusu Enstitü tarafından, şirketlerin ve devletlerin sömürülerini artırmaları için onlara bir araç olarak sunuluyor.
Kapitalist Barış
Enstitünün şimdiye kadar yaptığı çalışmalarda kullandığı bir barış tanımı var. Pozitif ve negatif olmak üzere iki ayrı bağlamda ele alınıyor barış. Çalışmaya göre “negatif barış”, şiddetin olmadığı bir atmosferi tanımlamak için kullanılıyor. “Pozitif barış”ın ifade ettiğiyse, şiddet varlığının ve korkusunun toplumdaki durumundan çok daha fazlası. Pozitif barış, sadece siyasal olanla ilgili değil, aynı zamanda toplumun sosyo-ekonomik durumuyla da ilintili. Pozitif barış durumunun oluşması için toplumun ekonomik açıdan da iyi bir konumda bulunması şart koşuluyor.
Küresel Barış Endeksi ile enstitü, özellikle Pozitif Barış tanımının üzerinde duruyor. Barışçıl toplumları destekleyen ve ayakta tutan davranışları, yapıları ve organizasyonların desteklenmesi noktasının altını çiziyor.
Pozitif Barış tanımının kerameti burada ortaya çıkıyor. Sosyo-ekonomik durumun iyi olması için gerekli koşullar kapitalist dengelerle kuruluyken, bu dengenin, yani kapitalizmin o coğrafyalarda daha iyi işlemesi için desteklenmesi gereken kuruluşlar olarak kapitalist şirketler ve bu şirketlerle ilintili STK’lar ön plana çıkartılıyor.
Çalışma, işte bu barış tanımıyla birlikte hiç şüphesiz, şiddetin yanı sıra sistemin devamı için gerekli olan, kapitalist ekonominin çarklarını risk olmadan çalıştıracak bir barıştan bahsediyor. Yaptığı saptama ve analizlerle de kendince tasarlayıp çizdiği bu barış portresinin vücut bulması için şirketlere ve devletlere yol göstericiliğinde bulunuyor.
Bir yandan şirketlere sağladığı verilerle sermaye akışına uygun coğrafya arayan Ekonomi ve Barış Enstitüsü; öte yandan barış terimini yeniden anlamlandırıyor. Devletin ve şirketlerin barışının rant ve sömürü olduğu ortada. Kapitalizmin barış hali ve savaş hali…
The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yatsıya Kadar Aydınlatsın Yeter
“Kendi inanıyorsa yalan değildir”
Yalan hastalığı, ya da modern tıp diliyle “Mitomani”, kişinin şaşırtıcı ya da fantastik hikayeler anlattığı ama akla yatkınlık sınırlarını aşırı zorlamadığı bir davranış bozukluğudur. Kendi karakterini süslemek için kahraman ya da kurban olduğu hikayeler anlatır bu hastalıktan muzdarip olanlar. Genelde, yüzleştirildiğinde istemese de yalan söylediğini kabul ederler lakin. Gelgelelim, bu sendrom sahibi kişi genelde özgüveni yerindeyken yalan makinesinde stres ve suçluluk hislerini gösterir. Ve bu özellikleriyle Mitomani, patalojik seviyede yalan söylerken bu hisleri göstermeyen psikopati ya da anti-sosyal davranış bozukluklarından, ya da kişinin kendi yalanına inandığı yanlış hafıza gibi bozukluklardan ayrılır.
“İyi geliyorsa yalan değildir”
Hastalar bazen hastalıklarıyla hiç ilgisi olmayan şikayetlerde bulunurlar. Sağlık uzmanları da bu durumlarda hastanın şikayetiyle hiç ilgisi olmayan, hatta şekerli su ya da C vitamini gibi hiçbir şeye hiçbir etkisi olmayan maddeleri, çok iyi geleceğini ve hiçbir şeylerinin kalmayacağını söyleyerek uygularlar. Birçok durumda hasta kısa sürede kendini daha iyi hisseder. Buna tıp dilinde plasebo etkisi denir.
“Herkes inanıyorsa yalan değildir”
Çocukluğumuzun vazgeçilmez çizgi film karakterlerinden biridir, muziptir, ama kanlı canlı değildir. Tahtadandır ve yalan söylediğinde burnu uzar. Evet, herkesin bildiği Pinokyo’dur o. Gel gelelim, İtalyan yazar Carlo Collodi’nin 1878’de yayınladığı orijinal eserinde yarattığı karakterden çok farklıdır bu Pinokyo. Romanın orijinalini çocuklar için “sakıncalı” bulan Disney, 1940’ta yayınladığı uyarlamada, uzayan burun sadece önemsiz bir sahneyken, bunu senaryonun merkezine yerleştirmiş, hikayenin sonunu değiştirmiş ve sadece çocukların büyüklerine yalan söylemeyip, sözlerinden çıkmamasını öğütleyen, sığlaştırılmış bir film yaparak işin içinden sıyrılmıştır.
“İhtiyacı karşılıyorsa yalan değildir”
Reklam, pazarlama, promosyon, fırsat ve kampanyaların ana sloganı bireyin ihtiyacı olmayan metaları ona ihtiyacı olduğunu düşündürtmektedir. Bunlar işletme bölümlerinin ders kitaplarında ihtiyaç yaratma adıyla da geçer. Bu amaçla yolda yakanıza yapışmaktan, telefonla tacize, “cesur ol” gibi buyurgan panolarından istismarcı filmlere kadar her yol mubahtır bu işin profesyonellerine. Sizi tüketici yapmak için uyguladıkları şiddetin on katını patronları uygular kotalar ve rekabetçi performans değerlendirmeleriyle. Ödülleri de eşantiyonlar ve konferanslar olur yılda bir ucuz otellerde.
Okan Özduman
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” YALANCI ” – Okan Özduman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ya tutarsa… – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Önün arkan, sağın solun kapitalizmin fırsatlar rüyası…
Ya sana çıkarsa? Ya tutarsa?
Bu satılık hayallerden sen de bir tane alıyorsun. “Ver abicim ordan bir çeyrek bilet, bana çeyreği de yeter” diyorsun “Stadı 2,5 kere kaplasam da olur”. Artık bu hayaller senin. İşi bırakabilirsin. Yüzüne bir gülümseme yayılıyor. Patronunu düşünüyorsun, çalıştığın yılları… Uzak bir geçmişte kalmış hepsi, dalıyorsun hayallere… “Parayı bankaya yatırsam zaten faizi yeter. Önce bir ev alıcam. İstanbul’un dışında, Şile’de, evet evet. Sahilde bir ev, sakin. Tası tarağı toplayıp gidicem buralardan. Kimseye belli etmemek lazım. Ortadan kaybolurum. Sonra bir tura çıkarım. Önce Karadeniz’i gezerim, Hopa’ya kadar. Oradan Batum’a geçerim. Gürcistan’a, oradan da Rusya’ya… Tadını çıkara çıkara… Sonra ver elini Avrupa… Venedik, Paris, Roma… Gezerim dünyayı. Sonra dönerim tabi, insanın memleketi gibi olur mu? Bir bahçe yaparım evin yanına; domates, biber hep bahçeden. Biraz toprak da almak lazım tabi. Bir arazi alsam; badem diktirsem evladiyelik… Birkaç dönüm de zeytinlik Gemlik tarafından, güzel olur oralarda sofralık…”
***
Senin bu mütevazı hayallerin birbiri ardına dizilir, çekiliş gününe kadar… Sonra bir el düğmeye basar, belirler talihlileri. Toplar düşer birer birer. Birinci şanslı numara 9, ikincisi 5, sonraki 7…
Tek tek bakarsın, hayaller birbiri ardına uzak, hatta hiç yaşanmamış bir geçmişe doğru kayıp giderken sen patronunu düşünürsün, çalıştığın ve çalışacağın günleri, ayları, yılları. Gerçeğin en keskin hali görünmeye başlar yeniden. Ama yine de kontrol edersin biletini tekrar tekrar… Ve o sırada bir de bakarsın ki biletine amorti çıkmış. “Sevinsem mi üzülsem mi” arasındaki gelgitlerde gider gider gelirsin. Ve ertesi gün senin ve senin gibi binlercesine bir cevap yankılanır sokaklarda: “Amortiler değişir, amortiler amortiler amortiler…”
Kapitalizmin bu fırsatlar rüyasında amortiler değişir, peki ya hayatlar?
Özlem Arkun
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında paylaşılmıştır.
The post Ya tutarsa… – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post BU FIRSAT KAÇMAZ MI? – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Gerek televizyon ekranlarında gerek bir toplu taşıma aracında giderken yolda gördüğümüz bilboardlarda gerekse de internet ortamında gördüğümüz “Bu fırsat kaçmaz!” türünden ibareler, aslında bizleri tüketmeye, tükenmeye ve bencilleştirmeye yapılan çağrılardır.
Tüketim alışkanlıklarımızla her gün yaşantımıza nüfuz eden kapitalizm, etkisini günlük yaşamımızda da pek çok alanda göstermektedir. Bu alanlardan birisi de konuşma dilimizdir. İletişim kurmak için kullandığımız dil, hiç farkında olmadan kapitalist ilişkileri olumlayıcı ve taşıyıcı özellik de gösterir. Yaşamımızın her alanında bizi bunaltan kapitalizm, kullandığımız sözcüklerle, kendini yeniden yeniden üretir.
Dilimizdeki bencilliğin çoğu kez farkına bile varamıyoruz. Bireyciliği öven bu olumsuz kültürü seçtiğimiz sözcüklerle içselleştiriyoruz. Gerek televizyon ekranlarında gerek bir toplu taşıma aracında giderken yolda gördüğümüz bilboardlarda gerekse de internet ortamında gördüğümüz “Bu fırsat kaçmaz!” türünden ibareler, aslında bizleri tüketmeye, tükenmeye ve bencilleştirmeye yapılan çağrılardır.
Deyimleşerek konuşma dilimize yerleşen bu propagandanın arka planında daha kapsamlı bir saldırı yatar. Asıl amaçlananın tek tek ve sadece kendini düşünen “bencil bireyler toplamı”nın yaratılması olduğu hep gizlenir. Şimdilerde de kentsel yıkım projeleriyle yaşam alanları gasp edilen yoksulların hayatları, “fırsat” adı altında sunuluyor.
İşte en can alıcı nokta da burasıdır. Çünkü “bu fırsatı kaçırmayı istemeyenler”, aslında kendi yaşamlarıyla beraber başka ezilenlerin de yaşamlarını yavaş yavaş patronlara teslim ettiklerinin farkında bile değildirler. “Fırsatı, ganimet bilen” ve bu ganimetle semirdikçe semirenler de zaten başka yaşamları gasp edebilmenin gücünü buradan alırlar.
Reklamlar, renkli bilboardlar ve envai çeşit promosyonlar da, insanların aklını karıştıran, duygu ve düşüncelerini etkileyerek alışkanlıklarını biçimlendiren puslu bir hava yaratmakta başvurulan en önemli araçlardır. Güleryüzlü reklam yüzleri her gün ve her gün, fırsatlar dünyasına ulaşmanın yolunun bencilleşmekten geçtiğini durmadan tekrarlar.
Reklamcılar, hizmetinde oldukları patronlarla elele vererek, insanların geleceklerini çalmanın en kolay yolunun onların hayalerini çalmak olduğunu keşfedeli beri, asıl fırsatlar dünyasını kendileri için aralamışlardır. Belki bir fırsattan söz edeceksek, bu, yayılma, nüfuz etme fırsatı olsa gerektir.
Yaşadığımız coğrafyada, toplumun örgütsüzleştirilme ve depolitizasyonuna yönelik en kapsamlı fiziki ve psikolojik harekatı, 24 Ocak ekonomik kararlarının uygulamaya konulmasına uygun bir ortam yaratmak için gerçekleştirilen 12 Eylül Darbesi’ydi. Askeri yönetimin “demokratikleşme” programına uygun olarak iktidarı devralan Turgut Özal hükümeti döneminde, “zamanın ruhuna” uygun olarak sistemli bir bencilleştirme politikası izlendi. O günlerden itibaren insanların günlük hayatta kullandıkları dilde iki belirgin deyim pelesenk oldu. Bunlar; “gemisini kurtaran kaptan” ve “her koyun kendi bacağından asılır” deyimleriydi. Askeri darbe öncesi varolan örgütlü toplumsal mücadele yüzünden kesintiye uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalan kapitalizmin, tekrar olanca işlerliğine ve sürekliliğine kavuşturulması gerekiyordu. Bu yüzden de bu işlerliği yeniden sağlamayı kendine misyon edinen cunta ve onun sivil iktidarları, aynı zamanda psikolojik bir saldırı olarak bencil insan topluluklarının yaratılmasında öncelikli olarak kullanılan günlük dilden yakalamayı amaçladılar.
O günden yaşadığımız bu günlere önümüze her gün veyeniden “yeni fırsatlar” sunulmaktadır. Oysa sermaye sahiplerinin bizlere sunduğu bu “fırsatlar” karşısında bizlerin de ellerinde “kaçırılmayacak fırsatları” var. Bu da günlük konuşma dilimiz de dahil olmak üzere, bu “fırsatları”, dayanışma ve paylaşmayla örülü bir yaşamda, özgür ve adaletli bir dünyayı gerçekleştirmekten geçiyor. İşte asıl, “bu fırsat kaçmaz!”.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.
The post BU FIRSAT KAÇMAZ MI? – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>