The post WAL-MART: Seni Tüketmeye Çağırıyor – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>-Soru şu, kalp nerede?
Pekala, Wal-Mart’ın kalbini mi görmek istiyorsun, şuradaki plazma televizyonun yanında.
-Bu bir ayna.
Evet görmüyor musun? Wal-mart’ın kalbi bu, siz müşteriler.
Birçok şekle girebilirim Wal-mart, Kaymart, Target…
Ama ben tek bir şeyim: Arzu.
Southpark, Bir şey Wal-Mart Yönünden Yaklaşıyor
Wal-Mart dünyanın en büyük perakende satış devi. İlk marketini açtığı 1962’den bu yana giderek büyüyen bu dev, gıdadan giyime, eczadan silaha, kimyasal gübrelerden fotoğrafa kadar birçok ürün ve hizmeti bünyesinde barındırarak pazara girdiği her bölgede küçük üreticileri ve marketleri ortadan kaldırarak daha da büyüyor. Piyasaya girdiği her bölgede hem ekoloji mücadelesi veren grupların hem sendikaların hem de yerel halkın hedefinde olmasına rağmen, yaptığı hak ihlalleri ve yarattığı doğa tahribatı nedeniyle birçok kez ceza alıp milyonlarca dolarlık tazminat ödemek zorunda kalsa da, hala kar etmeye devam ediyor. Ford ve General Motors’un sanayide gerçekleştirdiği dönüşümü perakende satış alanında gerçekleştiren bu şirket, kurulduğu ilk günden bugüne “ilkelerinden” ödün vermeyerek büyüdükçe büyüyor. Wal-Mart’ın kurucusu Sam Walton ve haleflerinin bu “ilkeleri”ne şirketin internet sitesinde ulaşmak da mümkün, bu “ilkelerin” kime yaradığını görmek de.
Bütün Fırsatlar Wal-Mart’ta
“Dünya çapında 2.3 milyon çalışanı olan Wal-Mart hem kişiler hem de tedarikçiler için sonsuz fırsatlar sunmaktadır… Kadınların ekonomik bağımsızlığı… Küçük işletmelerin büyümesi gibi programları desteklemektedir.” *
Wal-Mart’ın kuruluşundan itibaren kullandığı “Her Zaman Düşük Fiyat” sloganını, 2017 yılında “Tasarruf Et, Daha İyi Yaşa” sloganıyla değiştirmişti. Slogan değişti, çağa ayak uydurarak “yaşadığımız hayatların aslında yeterince iyi olmadığını” bize hatırlattı ama aslında kuruluş ilkesini terk etmedi. Bünyesinde barındırdığı yaklaşık 1.4 milyon çeşit ürünü, piyasa fiyatının ortalama %15 daha altında satmaya devam etti. Böylece Amerika’da 1962’de Wal-Mart’ın açılmasından 2002’ye kadar, zincir market olmayan küçük işletmelerin sayısı %55 azaldı.
Kurucu Sam Walton bir keresinde şöyle demişti; “Düşük ücretler veriyorum, başarılı olacağız. Ne var ki bu işçi maliyetini düşürerek, düşük ücret modeli temeline dayanıyor.” Wal-Mart, Amerika’nın en düşük saat başı ücretine sahip; ama çalışanlarına %10 indirimle satış yapıyor, böylece onlara koklatarak verdiği parayı geri almayı da garantiliyor! Wal-Mart’ın bir tam zamanlı çalışanı, haftada 34 saat çalışıyor (yöneticiler tarafından keyfi olarak uzatılan ve kayıt dışı bırakılan saatler hariç) ve buna rağmen devlet destekli programlardan faydalanmak zorunda kalıyor. Böylece Wal-Mart işçilere vermediği parayı devlete ödetiyor.
Bu arada, Wal-Mart’ta işe girenlerin %70’i, ilk yılını doldurmadan ayrılıyor. ABD’de yaşayan her iki kişiden biri, hayatının bir döneminde Wal-Mart’ta çalışmış. Wal-Mart aynı zamanda kaçak göçmenler ve çalışma izni olmayanlara da kapısını açıyor, fakat sonra üzerlerine kilitliyor. Şirketin bu uygulamaları gündeme geldiğinde ise bazen ceza alıyor, bazen almıyor.
Wal-Mart ABD dışında Çin, Bangladeş ve Meksika’da da tedarikçiler aracılığıyla birçok iş olanağı sunuyor. Saati 1 dolar, günde 14 -15 saat! Elbette tüm bunlar Wal-Mart gibi işçiyi bedavaya getirmeye çalışan bir şirket için kaçırılmaz fırsatlar.
Her zaman düşük fiyatla, tasarruf etmeye çağıran Wal-Mart’ın bu ucuzluğunun nasıl mümkün olduğunu anlamak da zor olmasa gerek. Kurulduğu günden bu yana, bünyesinde sendikal faaliyetlere izin vermeyen şirket ABD yasalarına göre defalarca cezalandırılmış olsa da, hem verilen cezaların ailenin serveti karşısında mikroskobik olması hem de dava süreçlerinin yıllarca sürmesi Wal-Mart’a kazandırıyor.
Tüm bunların yanında Wal-Mart, işçilere “ancak hayatta kalmaları için yetecek para”yı verdiğini düşünerek; işçilerin faydalanabileceği bir kriz fonu oluşturmuş, böylece işçiler maaşlarının bir kısmını bu fona bağışlayarak herhangi bir işçi arkadaşının başına gelen bir kaza/felakette onunla dayanışma gösterebiliyor. 2004 yılında bu fonda işçilerin bağışlarıyla 5 milyon dolar toplanmış, Walton ailesi ile 6000 dolarlık bonkör bir bağış yapmış!
Sürdürülebilir Tüketim, Sürdürülebilir Sömürü
“Yaklaşımımız sıfır atık üretimi, %100 yenilenebilir enerji, kaynakları ve doğayı koruyan ürünler satmak…”*
-1999: Pensilvanya eyaletindeki Wal-Mart inşaatı, doğa tahribatı nedeniyle tamamen durduruldu.
-2001: EPA (Doğayı Koruma Derneği) Wal-Mart’ı Texas, Oklahoma ve Masachusetts’te Temiz Su Yasası’nın ihlalinden dolayı 1 milyon dolar para cezasına mahkum etti.
-2004: yine 9 eyalette Temiz Su yasasını ihlal etmekten 3.1 milyon dolar cezaya mahkum edildi.
-2005: Conneticut’ta EPA, 22 mağazadaki ihlallerden dolayı 1.15 milyon dolar cezaya çarptırıldı.
Bu cezaların yanı sıra farklı zamanlarda, Wal-Mart’ta satılan bazı aksesuar ve oyuncaklar içerisinde toksik maddeler olduğu açığa çıkmış, bu ürünler toplatılmıştı.
Küçük Kararlar – Büyük Zararlar
Amerikalı ekonomist Alfred Kahn 1966’da yayınladığı “Küçük Kararların Tiranlığı” kitabında; bireysel olarak, küçük ölçekli, kısa vadeli kazanç sağlama amacıyla alınan kararların toplamda -kümülatif olarak- ne ölçüde büyük ve topluluğun tamamını etkileyecek ölçekte zararlar yaratabileceğini örnekliyordu.
Kahn’ın iddiasının bir başka örneği gibi Wal-Mart’ta piyasaya girdiği her yerelde türlü türlü direnişlerle karşılaşıyor, fakat eylemlere, eleştirilere rağmen büyümeye devam ediyor.
Ürünlerin çok ucuza satılması, uzun saatler (bazı yerlerde 24 saat) açık olması, ürün çeşitliliği gibi avantajlarla rakiplerini fersah fersah geride bırakan Wal-Mart, kişilerin küçük çıkarları doğrultusunda aldığı, zararsız gibi görünen, küçük kararlarla varlığını sürdürüyor.
Wal-Mart’ın 1962’de perakendecilikte yeni entegre bir model kurması olağanüstü bir pazar başarısı olarak görülmüştü. Oysa bugün “Ucuz Fiyatın Yüksek Bedeli”, “Wal-Mart Çağı” gibi belgeseller, rüşvet skandalları, doğa katliamı cezaları, ırkçı ve ayrımcı uygulamalarıyla ipliği pazara çıkan bu şirketin “ilkeleri”nin geçmişi ve bugünü de sorgulanıyor.
Peki şimdi bu zincire her gün yeni bir halka eklenirken tüketen toplum, küçük kararlarıyla bu tiranlığı yeniden üretmeye ve büyütmeye devam mı edecek, yoksa aynaya bakıp bu devi ayakta tutanın kendisi olduğunu görerek bu devin çöküşünü mü izleyecek?
*Wal-Mart resmi internet sitesinden alınmıştır.
Özlem Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.
The post WAL-MART: Seni Tüketmeye Çağırıyor – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Arjantin’de İşkenceci Ford Yöneticileri “Yargılanıyor”! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ford’un iki eski yöneticisinin, 1976 yılında Arjantin ordusunun işçileri kaçırıp işkence etmesine yardım ettikleri gerekçesiyle yargılandıkları davanın ilk duruşması geçtiğimiz salı gerçekleşti.
Arjantin Ford fabrikası eski yöneticisi Pedro Muller ve eski güvenlik amiri Hector Francisco Jesus Sibilla, San Martin Federal Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyorlar. Ford’un eski yöneticileri diktatörlüğün suçlarına ortak olmakla suçlanıyorlar.
Pedro Müller’in askeri diktatörlük döneminde General Pacheco’daki Ford fabrikasında üretim müdürlüğü yaptığı, Francisco Sibilla’nın ise güvenlik amiri olduğu bildirildi. Dava dosyasında iki yetkilinin 1976-1983 arasındaki diktatörlük yönetimi ile işbirliği yaptıkları yer alıyor. Savcılık müdürlerin fabrikadaki sendikalı işçilerin adlarını, kimliklerini ve fotoğraflarını ve ev adreslerini askeri birimlere ilettiğini belirtiyor. O dönemde Ford fabrikasında çalışan ve bilgileri cunta yönetimine verilen çoğu sendika üyesi 24 işçi kaçırılmıştı.
Ordu tarafından hukuksuzca gözaltına alınan işçilerin tamamı askeri cezaevlerine nakledilmeden önce Ford tesisleri dahilinde saatlerce kaba dayaktan elektrik vermeye kadar çeşitli işkencelere tabi tutuldular. Dönemin sendika üyelerinden Carlos Propato, “ Sabah 11’de gözaltına alındık ve orada gece 11’e kadar işkenceye maruz kaldık. Kablolarla bağlanarak dövüldüm ve bir kamyonun kasasına atıldım” dese de Ford Arjantin yönetimi suçlamaları reddediyor.
The post Arjantin’de İşkenceci Ford Yöneticileri “Yargılanıyor”! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Metal Direnişi Dayanışmayla Büyüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Bursa Renault fabrikasında Türk Metal’den istifalar ile başlayan metal direnişi Ford’dan Ototrim’e sektörün neredeyse tüm markalarına yayıldı.
Ankara, Eskişehir, Sakarya, Kırıkkale’ye yayılan direniş ile dayanışma eylemleri de sürüyor. Geçtiğimiz 21 Mayıs günü metal işçileri ile dayanışmak için KESK’in çağrısıyla MESS İstanbul temsilciliğine bir yürüyüş gerçekleştirildi. Metal İşçileri Birliği, BDSP, BHH, TKP-1920, Kaldıraç, İMD, EMEP ve Devrimci Anarşist Faaliyet gibi devrimci kurumların katılımı ile gerçekleşen yürüyüşte ayrıca gözaltına alınan MİB üyeleri ile dayanışma vurgusu yapıldı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post Metal Direnişi Dayanışmayla Büyüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Katil Şirketleri Yeşile Boyamak – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hepsi ilgili reklamlara milyonlarca dolar harcıyor. Ancak bu tüketilen elektriğin hangi deredeki HES’ten, hangi nükleer, termik santralden geldiğinden bahsetmedikleri gibi lobicilik faaliyetlerinde verdikleri rüşvetlerden, kuruttukları su havzalarından, talan edilen yağmur ormanlarından, hayvanlar üzerine yaptıkları deneylerden, Nijerya’da paralı ordusuyla saysız işkence ve toplu katliamlar yapmalarından da bahsedilmiyor.
Interbrand adlı 1974 yılından bugüne “marka değeri yaratmak ve yönetmek” diye özetlediği işi yapan şirket, büyük markaları halkı nasıl daha kurnazca kandırabilecekleri yönünde desteklemekle kalmıyor, düzenli olarak en kurnaz şirketi de belirleyerek şirketlerin marka değerlerini de yükseltiyor. Interbrand aynı zamanda greenwashing denilen, şirketlerin çevreci hamlelerini de gündemleştirip onları doğaya zararsız, yaşama duyarlı gibi göstererek yaşamı yok eden projelerini örtbas etmeye çalışıyor. Ne yazık ki markaların bu yollarla logolarına iliştirdiği yeşil bir arka Katil Şirketleri Yeşile Boyamak plan görseli ya da yaprak sembolü, yeryüzündeki katliamlarını biraz daha meşrulaştırmalarını sağlayacak müşteri kitlesini de kendine çekiyor.
Ancak şirketlerin yaptıkları pek çok katliam, şirketlerin gerçek yüzünün gizlenmesini imkansızlaştırıyor. 2013 yılının en yeşil küresel şirketlerini belirleyen interbrand’ın listesinden birkaç örnek dahi gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını sağlama
Toyota
Lobicileri; toyota mühendislerinin verimlilik standartlarının nasıl artırılacağını dahi bilmediğine inansa bile Toyota, arabalarını yeşille kaplatmak için, milyarlarca dolar rüşvet veren bir şirkettir. Ürünlerinin ve şirketin imajını yükseltmek için bir yılda 3 milyar dolardan fazla harcadı. Aynı yıl, kanun yapıcılara para aktaran lobi çalışmalarına, en az 7,7 milyon dolar harcadı.
Mc Donald’s
Yağmur ormanı olan toprakları meralaştırdığını ve bu alanların yeniden ormanlaşmasını engellediğini itiraf etmiştir. McDonalds fabrikalarında yetiştirilen hayvanlar temiz hava, gün ışığı ve hareket serbestisinden mahrum bırakılıyor. Kârı yüksek ve ücret giderlerini düşük tutma kaygısıyla şubelerde az sayıda işçi uzun mesailerle çalışmaktadır, dolayısıyla çalışanların daha çok ve daha hızlı iş yapmaları gerekmektedir.
Coca cola
Sinop-Gerze’de Termik Santral projesi için 5 Eylül 2011 günü sondaj çalışması yapmak için alana giren iş makineleri halkın büyük tepkisini çekti. İş makinelerini Gerze’ye sokmak istemeyen halk yollarda bekleyerek makinaların geçişlerini engelledi. Şirketin özel isteğiyle olaya Kolluk Kuvvetleri müdahele etti. Gaz Bombası ve Joplarla saldıran eden jandarma ve polis birçok köylüyü yaraladı. Kolombiya ve Guatemaladaki coca-cola işçileri sendikalaşarak haklarını elde etme çabasına giriştiler. 5 aralık 1996′da paramiliterler kolombiya carepa bölgesindeki “bebidas y alimientos” şişeleme fabrikasında sendika temsilcisi isidro segundo gil’i öldürdüler. Diğer sendika üyeleri de paramiliterler tarafından yakalanarak infaz edildi. Paramiliterler sendika bürolarını ateşe veriyor işçilerin ailelerini kaçırma ve öldürme ile tehdit ediyorlardı. Kolombiya Bogota’da 50 bin hektar alan son 50 yılda kirlilik nedeniyle işlevsiz hala geldi. 49 bin hektar sulak alansa Coca-Cola tarafından kurutuldu. Guatemala City’deki Coca-Cola şişeleme tesislerinde çalışan 450 işçi dokuz yıl boyunca işleri için, sendikaları için ve yaşamları için mücadele etti. İşçiler üç kez tesisi işgal etti, son işgal on üç ay sürdü. Sendikalarının üç genel sekreteri ve beş işçi öldürüldü. Dörtten fazlası kaçırıldı ve kayboldu. 2005 yılında, Türkiye’de Coca-Cola’nın İstanbul’daki şişeleme tesisinde çalışan 105 işçi sendikaya üye oldu ve işten çıkarıldı. Bazı işçiler, şirketin üst yönetimi ile görüşme halindeyken, şirket çevik kuvvetin, eşleri ve çocukları ile birlikte direnişteki diğer işçilere saldırmasını emretti. Yaklaşık 200 kişi kapalı alanda gaz bombasına maruz kalarak kötü bir şekilde darp edildi ve birçoğu hastaneye kaldırıldı.
Apple
2005-2009 yılları arasında, fabrikalardaki kötü koşullara dayanamayan Apple taşeronu 50 Foxconn işçisi intihar etti. 2010 yılında yatakhanelerinin çatısından atlayarak hayata veda eden 14 işçinin ardından, 4 işçi daha aynı yöntemi deneyip başarısız oldu.
Mercedes
Arjantin’deki 1976 darbesini silah ticareti ile destekledi. Fransa savunma bakanlığı ile M51 Nükleer füze projesi üretim ortaklığı kurdu.
Ford
Arjantin’deki 1976 darbesine silah sağladı. 1998 yılında Amerika’daki Ford fabrikalarında Güney Amerika kökenli ya da siyahi kadın işçilere düşük ücret uygulaması yapıldı.
Nestle
2006 yılında Fildişi sahillerinde kakao tarlalarında köleleştirilen çocuk işçileri çok düşük ücrete çalışmaya zorladı. Ülkedeki iç savaşı daha fazla kar için körükledi. 2005’te Afrika ve Güney Asya’da ücretsiz dağıttığı bebek mamalarını kirli suyla hazırlayarak 1.500.000 çocuğun ölümüne yol açtı. Sony Çin’in Dongguan şehrinde Lite-On Xuji Electronics şirketi bünyesinde gösterdiği 3000 kadar taşeron işçisini günde 12 saat çalıştırıyor. L’Oreal Asarak ve zincirleyerek etkisiz hale getirdiği hayvanlar üzerinde yeni ürettiği kozmetik ürünlerini test ediyor.
Shell
Nijerya Çevik Kuvvet Polisi, Rivers Eyaletinin Umuechem bölgesinde gençlerin yoğunlukta olduğu Shell karşıtı bir yürüyüşe müdahale ederek 80 kişiyi katletti ve 500 evi yerle bir etti. Ogoni bölgesinde; Shell karşıtı, kendi kaderini belirlemeye yönelik düzenlediği kampanya süresince 9 yerliyi idam edili. Bu süreçte polis 2000 kişiyi katletti, tecavüz edilen, işkence gören, sakat bırakılanların sayısı bilinmiyor.
Nergis Şen
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Katil Şirketleri Yeşile Boyamak – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Rio+20’nin Ardından: Devlet Şirket STK Pazarlığı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Rio+20: Devlet Şirket STK Pazarlığı
Büyük halk kitlelerini temsil ettiğini iddia eden ‘kurumsallaşmış’ sivil toplum kuruluşları, bu STK’ların ülkeler yerelinde vakıf ve dernek fonlarıyla hareket eden ‘yerel’ ayakları, lobiler, uyum paketleri, faaliyet, denetleme ve güvenlik raporları… İşte Sivil Toplum “rüyasının” muhteşem döngüsü… Peki, siz bunun neresindesiniz?
Geçtiğimiz Haziran ayında Rio de Janerio’da yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı Rio+20’nin ardından, devletlerin üst düzey yöneticilerinin sürdürülebilir kalkınma adına tüm dünyaya verdiği öğütler, devletlerin sivil toplum örgütleriyle dünyanın geleceği üzerine kurduğu ‘diyaloglar’, sivil toplum kuruluşları, diğer devlet-hükümet dışı örgütler ve şirketlerin bu toplantıdan beklentilerine veya ‘hayal kırıklıklarına’ dair söylemleri, bir süre kafamızı ütülemeyi başarmıştı. Ki hatırlarsınız Recep Tayyip Erdoğan, Ali Babacan ve daha birçok devlet erkânı da bu zirvenin konuşmacıları arasında, dünya devletlerine ‘ekonomik kalkınma’ dersi vermekle meşguldüler.
Zirve süresince sivil toplum örgütleriyle devlet yetkilileri arasında bolca kokteyl ve resepsiyona tanık olduk. Yoksullukla mücadele, açlık, sürdürülebilir kalkınma, kadın sorunu, doğal kaynakların kullanımı, ekoloji, uluslararası finans yapılanmaları, Afrika’da sürdürülebilir kalkınma programları zirvede tartışılan konuların başlıcalarıydı. Yıllık milyarlarca doların altında cirosu olmayan şirketler ile büyük STK’ların ve devlet erkânlarının bu samimi kaynaşma sürecinin ardından, en dikkate değer ortak söylemlerden birisi “paydaş katılımı ve diyalog geliştirme”nin, temel bir strateji olarak topluma yönelik politikaların merkezinde yer aldığı” oldu.
Elbette bu “paydaş katılımı” ve “diyalog geliştirme” kavramlarının hayatımızdaki yeri ve önemi, sadece Rio +20 zirvesiyle ortaya çıkmış ya da zirvenin ardından unutulup gidecek cinsten değil. Yaklaşık yarım yüzyıldır hayatımızı çevreleyen bu uzlaşma sözlüğü, farklı çevrelerce kullanılmaya ve hatta mücadele alanlarını kendi yargı mekanizmalarıyla kontrol etmeye çoktan başladı bile. Peki, biz bunun neresindeyiz
Sivil Toplum Kuruluşları Kime Paydaş: Halksız Bir Halk Rızası
İktidarın modern biçimleri, atacağı her adımda tebaasının rızasına ve bunun yarattığı meşruluğa ihtiyaç duyar. Bu ister alınacak savaş kararlarında olsun, isterse kapitalizmin ölümcül barışında olsun çeşit çeşit yöntemlerle yapılagelmiştir. Medya ve kitle iletişim araçları yoluyla tek taraflı, yalan haber ve bilgilerle sağlanmaya çalışılan bu meşruiyet, zamanla hakim ideolojinin verdiği kalıbın şekline girmiş ve farklı kavramlarla karşımıza çıkmıştır.
Yıllar yılı şekil değiştiren yöntemleri ile kendini yenilemeye çalışan sistem, toplumsal denklemlerin, kriz politikaları ile kalkınma programlarının yapım aşamasında, işte bu ‘halk rızası’ ihtiyacını karşılama amacına uygun bir kavram üretti. Hükümetler, ilgili uluslararası kuruluşlar, özel sektör ve ‘başlıca paydaşlar’ ile üretim ve tüketim modellerinin tasarımı artık birlikte yapılacaktı. ‘Paydaşlık’, ilk olarak bir işletme kavramı olarak ortaya çıkmasına karşın, zamanla iktidarlarca toplumsal dönüşümün merkezine ‘Aarhus Sözleşmesi’ ile başlayan süreçte ‘çevre’ kanadından alındı. Bu şekilde çevresel yıkımlara karşı oluşan toplumsal tepkilerin hepsi, istenilen bir alanda kontrollü bir şekilde toplanacaktı. İçinde yaşadığı doğası ve kendi yaşamı tehlikeye girecek her insan, artık Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu hazırlık aşamasında yapılan resmi toplantılar dışında ‘meşru’ ve ‘geçerli’ bir söz söyleme alanını, hiçbir zaman bulamayacaktı. Ve tabi ki de, halkın ‘çok da akıllı’ olmadığını düşünürsek, bu söz söyleme işi de yetkin uzmanlar ve seçilmiş ‘başlıca’ sivil toplum kuruluşları tarafından yapılacaktı.
Zamanla bir organizasyonun, kurumun, kuruluşun ve yahut şirketin kendi faaliyetlerinden, hedeflerinden, politikalarından, aldığı sonuçlardan etkilenebilen veya onu etkileyebilen kişiler, gruplar, organizasyonlar veya sistemlere ‘paydaş’ denilir oldu. Çoğunlukla işletme veya kamu kuruluşlarının ‘sosyal sorumluluk’ organizasyonları çerçevesinde ekoloji, kadın, yoksullukla mücadele vb. alanlarda sivil toplum örgütleri ile ihtiyacını karşıladığı bu paydaşlık kavramı, içinde halk olmayan bir ‘halk rızasını’ yarattı.
Nasıl mı?
Yaşamın her alanında talan edilmedik yer bırakmayan şirketler, kimi zaman büyük organizasyonların birer ‘paydaşı’ kimi zaman da bizzat asil organizatörleri olurlar. Çevre, kadın, yoksulluk vb. gibi alanlarda ‘çözüm yaratma’ vaadiyle yapılan zirve ya da projeler kapsamında şirketler, aslında kendi yıkımlarını meşrulaştırmak için sivil toplum kuruluşları gibi ‘duyarlı’ başkaca paydaşlara ihtiyaç duyarlar. Zirveler ve organizasyonlar esnasında dışarıda “bırakılan” sessiz kitle adına, halkın sözcülüğünü yapan bu anlaşmalı sivil toplum kuruluşları, büyük şirket ve devletlerin katliamlarını ‘halk sözcülüğü’ yaparak meşrulaştırma misyonunu edinmişlerdir. Öyle ki, insan hakları derneklerinden, kadın ve işçi örgütlerine kadar birçok sivil toplum kuruluşu, devlet ve şirketlerin sınırlarını çizdiği alanlarda mücadele etmek şartıyla diyalog masalarına oturur, kokteyl ve resepsiyonlarda toplumun geleceğine dair kararların yılmaz birer uygulayıcısı olurlar. Kendi tabanları olduğunu iddia ettikleri halk adına hükümetlerle işbirliği yaparak yıkım projelerini adil çözümler olarak yaşamlara dayatan bu STK’lar, diğer şirket ve kamu kuruluşları ile kendilerini bu ‘paydaşlık’ sıfatıyla ortaklaştırırlar.
Bu STK’lar, dünyanın %1’lik en zengin sömürgecilerinin, sömürü sistemine paydaş olmak için yarışanlardır. Üstelik bu yarışa, temsil ettiklerini iddia ettikleri geriye kalan milyarlarca insanın aç kalması sayesinde girebilirler. Bu temsiliyet ve ‘sahte’ meşruluk karşılığında ise, banka hesaplarına akıtılan fonlar gelecektir.
Böylesi bir kısır döngüye sahip sistemde küresel şirketler, hükümetler ve diğer sömürgecilerle masaya oturup, kitleler adına diyalog süreçlerine giren paydaş STK’lar, elbette toplumun her kesimini etkileyerek manipüle etme kabiliyetine sahip olanlar arasından seçilir. 2012 yılı Haziran ayında Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nın ikinci ve en büyüğünün yapıldığı Rio +20’de T.C Devleti’nin hazırladığı en yeşil projeler yarışması kapsamında kendisini temsil etmeye layık gördüğü paydaş katılımcılar, dikkat çekicidir.
KAMU KURUMLARI
TC Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı; Verimlilik Genel Müdürlüğü; Endüstriyel Verimlilik ve Çevresel Performansın KOBİ’ler Düzeyinde Paralel Olarak Geliştirilmesi
TC Bursa İl Özel İdaresi; Doğal Arıtma Tesisleri ile Temiz Çevre Projesi
TC Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı; Enerji Verimliliği Politikaları
İstanbul Büyükşehir Belediyesi; İstanbul Yerel Elektronik Atıkların Sürdürülebilir Yönetimi Projesi
TC Konya İl Özel İdaresi; Organik Çilek Üretimi ile Kırsal Kalkınma
TC Orman ve Su İşleri Bakanlığı; Küre Dağları Milli Parkı’nda “Orman Koruma Alanları Yönetiminin Güçlendirilmesi Projesi”
ŞİRKETLER:
Anadolu Efes; “Sürdürülebilir Tarım” çerçevesinde maltlık arpa ve şerbetçiotu tedariki için yapılan tohum ve üretim geliştirme, tohumculuk ve tarımsal destek çalışmaları
AKÇANSA; Atık Isıdan Enerji Üretim Tesisi
ARÇELİK; Az su tüketen bulaşık makinesi KAKTÜS Projesi
COCA COLA İçecek; Mucit Yarışması
Eczacıbaşı; Atık Isı Geri Kazanım Projesi
Ereğli Demir Çelik; Erdemir Çevre Yönetim Süreci, Çevre Performans Endeksi ve Sürdürülebilirlik Faaliyetleri
Ford OTOSAN; Sürdürülebilir çevre dostu otomotiv üretimi
İÇDAŞ; Değirmencik Entegre Tesisi Sürdürülebilir Su Yönetimi Projesi
LIPESAA LTD.; Bitkisel Atık Yağ Toplama Sistemi
Şekerbank; EKOkredi – Enerjiyi ve Emeği Koruyan Kredi
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
ÇEVKO; Sanayi, Yerel Yönetim Ve Tüketici İşbirliği İle Türkiye’de Sürdürülebilir Bir Ambalaj Atıkları Yönetim Sisteminin Oluşturulması – ÇEVKO Modeli
Doğal Hayatı Koruma Vakfı; Konya Kapalı Havzası’nda Akılcı Su Kullanımı ve İklim Değişikliği’ne Uyum Çalışmaları
Greenpeace; Yavru Balık Avının Önlenmesi Kampanyası
Kars Yöresi Doğal Ürün Yetiştiricileri Derneği; Yerel Tohumların Sürdürülebilir Köy Projeleriyle Korunması ve Kullanımı
TEMA; Kaçkar Dağları Sürdürülebilir Orman Kullanımı ve Koruma Projesi
Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV); “Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi” Birleşmiş Milletler Ortak Programı kapsamında “Eko-Verimlilik (Temiz Üretim) Programı”
[typography font=”Cantarell” size=”24″ size_format=”px”]
=>> Yazının devamı için buraya tıklayın
The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Rio+20’nin Ardından: Devlet Şirket STK Pazarlığı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>