The post Göçmenleri Taşıyan Tekne Tattı: 4 Çocuk Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Çocukların yaşlarının 3 ile 14 arasında olduğunu söyleyen Yunanistan Göç Bakanı Notis Mitarachi; 22 kişinin kurtarıldığını ve 1 kişinin de kayıp durumda olduğunu belirterek, “Sakız Adası açıklarında aşırı kalabalık ve denize açılmaya elverişli olmayan teknelerle hayatlar tehlikeye atılıyor” dedi.
The post Göçmenleri Taşıyan Tekne Tattı: 4 Çocuk Yaşamını Yitirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devrimci Anarşist Federasyon Altındağ’da Göçmenlere Yapılan Saldırıya Dair Açıklama Yayınladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Faşizm, 11 Ağustos’u 12 Ağustos’a bağlayan gece Altındağ’da göçmenlere saldırdı. Göçmenlere ait dükkanlar, evler yağmalandı. İnsanlar korkularıyla kaçtılar. Kaçarak geldikleri, zar zor sığındıkları mahallelerden tekrar kaçmak zorunda kaldılar.
6-7 Eylül’de Rumlara, Ermenilere, Yahudilere, Süryanilere saldıranlar; Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta Alevilere saldıranlar; Konya’da Kürtlere saldıranlar; sokakta “saçın uzun”, “eteğin kısa” diyerek saldıranlar hep aynı failler. Bu failler, devletin her sıkıştığında yüzünü döndüğü faşist çocukları, devletse çocuklarını koruyan bir baba. Ve bu baba, çete ve askerleriyle işgalinin parçası olduğu Suriye’den göç etmek zorunda bıraktığı göçmenlere yönelik gerçekleşen Altındağ saldırısında bir kişiyi bile, evet bir kişiyi bile yargılamayacak. Sırtlarını sıvazlayacak ve tekrar saldırdıklarında, dün gece olduğu gibi, yollarını açacak.
Bu coğrafyada yaşayan, devletin katliam geleneğine rağmen hayatta kalan ezilenler olarak, hayatta kalmak için savaştan kaçarak aramıza katılan göçmenlerle bir aradalığımızdan ve dayanışmamızdan aldığımız güçle yaşamı savunacağız. Faşist devletin faşist faillerine ve katliam politikalarına geçit vermeyeceğiz.
Saldıracaksanız şunu bilmelisiniz; karşı koyacağız. Faşizme geçit vermeyeceğiz!
Devrimci Anarşist Federasyon
The post Devrimci Anarşist Federasyon Altındağ’da Göçmenlere Yapılan Saldırıya Dair Açıklama Yayınladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İspanya Askerleri Tarafından Göçmenler Denize Atıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>18 Mayıs’ta, Fas’tan İspanya’ya geçmeye çalışan göçmenlere biber gazlı saldırı yapılmıştı.
İspanya askerlerinin göçmenlere şiddet uygulayarak Fas sınırından denize attığı görüntülendi. 24 saatte 6 binden fazla göçmen İspanya’ya geçti. Göçmenlerin 3 bine yakını geri gönderildi.
The post İspanya Askerleri Tarafından Göçmenler Denize Atıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İskoçya’da 2 Mülteciyi Sınır Dışı Etmek İsteyen Devlet Mahalle Halkı Tarafından Engellendi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Perşembe günü evlerinden alınan iki mülteciyi taşıyan İçişleri Bakanlığı’na ait bir araç, mültecilerin komşuları tarafından çembere alınarak engellendi. Yüzlerce insan aracın önünü kesti ve bazıları da minibüsün altına girdi. Bir anarşist 8 saat boyunca minibüsün altında durarak aracın hareket etmesini engelledi.
Yüzlerce kişi eylem boyunca “Komşularımızı Rahat Bırakın!”,”Göçmenler Hoşgeldiniz” sloganları attı. Polis, eyleme katılanları gözaltına almaya çalışsa da mahallenin dayanışması buna engel oldu.
Yüzlerce kişi eylem boyunca “Komşularımızı Rahat Bırakın!”,”Göçmenler Hoşgeldiniz” sloganları attı. Polis, eyleme katılanları gözaltına almaya çalışsa da mahallenin dayanışması buna engel oldu.#Glasgow #RefugeesWelcome #RefugeesAreWelcomeHere https://t.co/iU5PP9TDnu pic.twitter.com/p5uN7eBDOC
— Meydan Gazetesi (@meydangazetesi) May 14, 2021
İçişleri bakanlığı bir süre sonra geri adım atarak mültecileri serbest bıraktı. Mültecilerin serbest kalmasının ardından Glasgow’da göçmenlerle dayanışma eylemi gerçekleştirildi.
İçişleri Bakanlığı bir süre sonra geri adım atarak mültecileri serbest bıraktı. Mültecilerin serbest kalmasının ardından Glasgow’da göçmenlerle dayanışma eylemi gerçekleştirildi.#Glasgow #RefugeesWelcome #RefugeesAreWelcomeHere https://t.co/iU5PP9TDnu pic.twitter.com/P3Ipok3qP5
— Meydan Gazetesi (@meydangazetesi) May 14, 2021
The post İskoçya’da 2 Mülteciyi Sınır Dışı Etmek İsteyen Devlet Mahalle Halkı Tarafından Engellendi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Danimarka Göçmenlerin Oturum İznini Yenilemedi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Danimarka, Suriye’nin “belli bölgelerinin güvenli olduğunu” ifade ederek göçmenlerin ülkeyi terk etmesini istedi. En az 189 Suriyeli göçmenlerin oturum iznini yeniletme başvurusu reddedildi.
The post Danimarka Göçmenlerin Oturum İznini Yenilemedi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Göçmen Değil Göç Sorunu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sokratik yöntemin problemi, sonuçların neden olarak ele alınmasında yatıyor. Devletlerin çoğu zaman kendisini meşru kılmak için kullandığı bu neden-sonuç çarpıtmalarını göçmen meselesine bakarken de görüyoruz. “Göçmen ya da Mülteci Sorunu” söyleminin altında çoğu zaman basit bir ele alış probleminin ötesinde, krizin nedenini kapitalist işleyişten ve devletlerin sınır politikalarından uzaklaştırıp öznenin kendisine yükleyen bilinçli bir çarpıtma yatıyor.
Toplumlar yüzyıllardır yaşamlarını sürdürebilmek, insanca yaşamak, savaşmamak için güneşin ısıttığı topraklara göç ediyor. Ama gelin görün ki devletler ortaya çıkıp mitlerden milletler kurulduğundan beridir göç, verimli toprak anlamı değil devletlerin gri bürokrasisine sürgün anlamı taşıyor.
İnsan haklarını güvence altına aldığı söylenen uluslararası hukuk düzenlemeleri, devletlerin altından girip üstünden çıktığı başka bir şeye dönüşüyor.
Türkiye’nin 1967 yılında coğrafi şerh koyarak imzacısı olduğu “Mültecilik ve Uluslararası Koruma” kapsamlarının tanımlandığı 1951 Cenevre Protokolü’nün 33. maddesine göre “Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tâbiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatıyla da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade (“refouler”) etmeyecektir.”
“Mültecilik statüsü” bulunduğunuz çoğu ülkede oy vermek dışında ulaşım, barınma, çalışma, eğitim gibi haklardan yararlanmanızı sağlayan bir kavram. Protokole rağmen devletin hiçbir göçmene mülteci statüsü tanımadığının altını çizmek gerek. Ancak 2014 yılında devlet, Suriye savaşının yarattığı yıkım sebebiyle gelen göçmenleri kapsayan “Geçici Koruma Yönetmeliği” isimli bir yönetmelik çıkardı. Bu yönetmeliğin 7. maddesi şöyle: “Bakanlık, geçici korumanın sona erdirilmesi için Cumhurbaşkanı’na teklifte bulunabilir. Geçici koruma, Cumhurbaşkanı kararıyla sonlandırılır.” Daha açık bir ifadeyle; Cenevre Protokolü’ne rağmen Türkiye’de bulunan göçmenler Cumhurbaşkanı kararıyla yasadışı ilan edilebilir, geri gönderilebilir, siyasi koz olarak kullanılabilir.
Yani Suriye’den çıkıp güneşli topraklar ararken yolu Türkiye’den geçen biriyseniz, siz göçmen değilsiniz, geçici koruma altındasınız. Mülteci olmadığınız için ulaşım, çalışma, barınma ve sağlık haklarından da ancak geçici olarak faydalanabilirsiniz. Mesela geçici koruma altındaysanız ve çalışmak istiyorsanız -nasıl yürüdüğü tam bir muamma olan- bir dizi bürokratik işlem gerçekleştirerek başvuru yapmalısınız. Tabii herhangi bir gerekçe olmasa da başvurunuz reddedilebilir. Eğer “geçici koruma kimliği”nizin verildiği şehirden başka bir şehre geçmek istiyorsanız yine bir dizi evrağı hazır edip devletin gerekçesiz kararını beklemek zorundasınız. Tabii bu geçici koruma durumu -dilin yapısından mıdır bilinmez- yer yer geçici korumama durumuna dönüşür.
Mesela devlet sizi asgari ücretin üçte biri karşılığında 12-13 saat çalıştıran patronlara karşı geçici korumaz.
Mesela devlet sizi kendi yarattığı faşizme karşı korumaz.
Mesela devlet sizi, kiraya karşılık sizi ya da kızınızı isteyen ev sahiplerine, tecavüze karşı geçici korumaz.
Mesela devlet sizi sokaklarda katleden ırkçı zihniyete karşı korumaz.
Mesela devlet geçici korunamayan aileniz, arkadaşlarınızla sosyal mesafesiz yaşadığınız evlerinizde sosyal güvencesiz karantina sürecinden sizi geçici korumaz.
Devlet çoğu zaman geçici korumaz, hiç korumaz.
Geri Gönderme Merkezleri denilen toplama kamplarında yaşanamayacak koşullarda yaşamaya çalışan ya da insan kaçakçılığı yapan yaşam tacirlerinin istediği parayı veremeyince üçüncü kattan atılan göçmenlerin, istenmedikleri için başka okullara gönderilen göçmen çocukların, konteynırlarda yanarak ölen bebeklerin sorunlarını -varlığını savaş üzerine temellendiren- devletli sistemin çözemeyeceği ortada. Kendisi kriz olan sistemde göç sorununun uluslararası kurumların kağıt üzerindeki düzenlemeleri ya da insan hakları adına -asla göçmenler için kullanılmayacak şekilde- dağıtılan milyar dolarlık fonlar ile çözülemeyeceğini biliyoruz. Sorunu çözüyor-muş gibi gözüken kurumların çözümün değil sorunun bir parçası olduğunu da biliyoruz.
Batuhan Çotur
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.
The post Göçmen Değil Göç Sorunu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Savaşın Kozu Salgında Unutuldu: Göçmenler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mart ayı başında TC’nin İdlip savaşı konusunda AB ile yaptığı pazarlıklarda elindeki kozu arttırmak için araçsallaştırdığı göçmenler, sadece yaşadığımız coğrafyanın değil dünyanın da gündemi haline gelmişti.
Bahsi geçen pazarlık çerçevesinde göçmenlerin Yunanistan sınırına, yani AB sınırına yığılması devletin “Avrupa sınırını açtık, geçişi engellemeyeceğiz.” açıklamasıyla başlamıştı. TC gerçekten de Pazarkule Sınır Kapısı’ndaki dikenli tellerini dahi kaldırmıştı kaldırmasına ama yine de bu bir aldatmacaydı: Yunanistan’ın sınır kapısı kapalıydı. Avrupa’ya geçmek için türlü güçlüklerle Pazarkule’ye varabilen göçmenler, iki kapı arasındaki tampon bölgede haftalarca açlık, hastalık ve barınaksızlığa rağmen kapının Yunanistan tarafından da açılması umuduyla bekledi.
Korona Krizi ve Bir, İki, Üç, Tıp!
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ilk korona virüs vakasını açıklamasının ardından Pazarkule Sınır Kapısı’ndaki göçmenlerin esamesi okunmaz oldu. Her gün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sınırı geçtiğini iddia ettiği göçmenlerin sayısını açıkladığı gün sonu raporlarının yerini Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın korona virüs sebebiyle hastalanan ve yaşamını yitirenlerin sayısını açıkladığı Z raporları aldı.
Göçmenler artık iktidarın politikaları için verimli bir gündem olmaktan çıkmıştı. Sınırı geçmeye çalışan göçmenlerle dolu olan Pazarkule’deki tampon bölge çok kısa bir sürede boşaltıldı. Büyük basın kuruluşları kısa ama misafirperverlik, hoşgörü, duyarlılık gibi süslerle bezeli haberlerle “göçmenlerin misafirhanelere naklinin gerçekleştiğini” duyurdu ve bir, iki, üç, tıp!
Hani sınır geçilecek diye toplamıştınız o kalabalığı tampon bölgeye? Hani biraz daha yüklenilse yıkılırdı Yunanistan’ın kapısı? Hıncahınç dolu tampon bölge hemencecik nasıl boşaltıldı? Ve nereye, göçmenler nereye götürüldü? Cevabı açıklanmadı bu soruların, çünkü “tıp” denilmişken konuşulmazdı. Ama konuşmak gerek.
O sınır zaten bu şekilde geçilemeyecekmiş. Yaşamları hiçe sayılarak toplatılmış göçmenler sınıra, yüklenilse de yıkılmayacakmış kapı. Hıncahınç dolu tampon bölge ise asker ve polis zoruyla boşaltılmış hemencecik.
Birleşmiş Milletler, TC, hatta göçmenlerin dayanışma örgütlenmelerinin ayrı ayrı açıkladığı verilere göre Türkiye’de farklı hukuki statülerde en az 5,5 milyon göçmen bulunduğu halde bir anda yeniden görünmez ilan edildi göçmenler. Ama görüyoruz.
İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre 6000’den fazla göçmen 9 kentteki kamplara ve geri gönderme merkezlerine kapatılarak karantinaya alındı. Açıklanmayan gerçekliklere göreyse en az 3 hafta süren karantina sonrasında göçmenlerin çoğu yaşamadıkları, yolunu izini bilmedikleri kentlerde -barınma, hijyen ve hatta beslenme olanaklarından yoksun bir şekilde- sokağa bırakıldı. Hem yoksulluk hem de kentler arası ulaşımın kısıtlı olması sebebiyle kayıtlı oldukları ya da kayıtsız yaşadıkları kentlere dönemediler. Sokağa çıkma yasakları ilan edilmişken kimileri günlerini gecelerini otogarlarda, parklarda geçirdi; kimileriyse tanıdıklarının olduğu ya da daha önce yaşadıkları ama yüzlerce kilometre uzakta bulunan kentlere yürümeye çalıştı.
Sonunda göçmenlerin ve göçmenlerle dayanışma oluşumlarının çabaları sonucu birçokları gitmek istedikleri kentlere ulaşabilse de korona kriziyle beraber yaşadıkları sorunlar gittikçe artıyor. Ancak devlet de büyük basın kuruluşları da bu sorunları görmezden gelmeyi sürdürüyor. “Tıp”!
“Tıp” Demişken… Salgın Sürecinde Göçmen Sağlığı
Korona virüsünden korunmak deyince ilk akla gelen şey olan maskelerden, en basitinden başlayalım. Başta kayıtsızlar olmak üzere neredeyse tüm göçmenlerin korona virüsünden korunmak için -artık satışı da yasaklanan, sadece kişiye özel dağıtılan- maskelere nasıl ulaşabileceğine dair bile herhangi bir açıklama yok. Ki maskelerin parayla temini hala mümkün olsaydı dahi satın almaları mümkün olmayabilirdi, ekonomi onlar için çoğu zaman büyük bir problem. Yüzyıllardır olduğu gibi bu salgın sürecinde de göçmenlerin “hastalık bulaştırıcıları” olduğuna dair safsata, bugün hala çalışan göçmenlerin de çoğunun işlerinden atılmasına (hatta evlerinden atılmalarına) sebep olarak bu problemi derinleştiriyor.
Hastanelerden söz edecek olursak, özellikle kayıtsız göçmenlerin sağlık problemi yaşadıklarında hastaneye gitmekten çekindikleri bilinen bir gerçeklik. Salgın sürecinde yükselen bu kaygının en büyük sebebi hastanede gözaltına alınarak geri gönderme merkezlerine kapatılma, oradan da sınır dışı edilme ihtimalleri ve bu ihtimal pek düşük sayılmaz.
Otel gibi konforlu diye övülen geri gönderme merkezlerinde, hele de böylesi bir salgın döneminde- vicdanı geçelim aklın bile almayacağı koşullar dayatıyor göçmenlere. İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde mesela, 30 göçmenin korona virüs testi geçen hafta pozitif çıktı. Bu merkezde odalarda ortalama 12 ve katlarda ortalama 200 göçmenin kaldığı; odalar arası, katlar arası ve içeri dışarı arası insan sirkülasyonunun oldukça yoğun olduğu göz önünde bulundurulduğunda sonucu pozitif çıkan test sayısının 30’la sınırlı kalmayacağı aşikar. Ki bahsi geçen merkezin değil dezenfeksiyonu, düzenli temizliği bile yapılmıyorken; çöpler toplanmıyor ve katlar havalandırılmıyorken; ateşi çıkan göçmenlere ateş düşürücü verilerek bekleniyor ve yeni gelen göçmenler ayrı bir odada tutulmadan doğrudan kalabalık odalara alınıyorken; yani hijyenik bir mekanda fiziksel mesafelenme teknik olarak mümkün değilken bu sayının katlanarak artacağı öngörülebiliyor. Başka kentlerdeki başka merkezlerden de benzer haberler geliyor, bazılarındansa haber bile gelemiyor.
İzmir Barosu Göç ve İltica Komisyonu’nun hazırladığı İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi Korona Pandemisi Raporu’nda, küresel bir salgın döneminde göçmenlerin hiçbir koşulda sınırdışı edilemeyeceği, bunun Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 4. maddesinde düzenlenen Geri Göndermeme ve uluslararası hukuktaki non-refoulement ilkeleri kapsamında yasak olduğu vurgulanıyor. Bu süreçte geri gönderilemeyecek göçmenlerin geri gönderme merkezlerine kapatılması başlı başına büyük bir sorun ancak il göç idarelerinden ya da devletin herhangi başka bir kurumundan bu konuda herhangi bir açıklama yapılmıyor. İktidarın farklı politikalar uğruna kendi yasağını dahi kılıfına uygun biçimde delebileceği bilindiğinden, bu merkezlere kapatılma ihtimali göçmenlerde elbette büyük bir kaygıya sebep oluyor.
Hal böyleyken göçmenlerin ya sağlık hizmeti vermek için gerekli hijyene ya da donanıma sahip olmayan merdiven altı mekanlarda tedavi olmaya çalıştıklarını duyuyoruz ya da risk alarak hastanelere gittiklerini görüyoruz.
Genel Sağlık Sigortası’ndan yararlanamayan kayıtsız göçmenlerin acil durumlarda hastaneye kayıtlarının nasıl yapılacağına dair standart bir düzenleme olmadığı için pek çok sorun yaşanıyor. HSYS’ye “vatansız” girişi uygulaması başlatılmış olsa da bu konuda her hastane bilgi sahibi değil, uygulamada farklılıklar açığa çıkabiliyor. Acil durumlar dışında kayıtsa bazen mümkün olmayabiliyor ve bazı hastaneler kayıtsız göçmenleri doğrudan polise teslim edebiliyor.
Korona krizinde çoğu hastane “pandemi hastanesi”ne dönüştürülmüşken kronik hastalığı olan, gebe olan ya da aşı olması gereken çocuk göçmenlerin sağlık hizmetinden nasıl yararlanabileceğine dair net bir bilgi de yok.
Türk Tabipleri Birliği verilerine göre şu anda yaşadığımız coğrafyada 4000’den fazla göçmen hastanelerde doktorluk yapıyor. Yani göçmenler hasta “vatandaş”ları tedavi edebiliyor. Ancak hastalandıklarında tedavi edilip edilmeyeceklerinin kesinliği yok.
Aşmaya çalıştıkları sınırların güvenliklerini türlü zorlukla atlatmış, geri gönderilmekten bugüne dek kurtulmuş, hayatta kalmış ve yaşadığımız topraklara ulaşmışların; birlikte yaşadığımız göçmenlerin böyle bir salgın sürecinde tedavi edilmemesine “devletin ihmalkarlığı” demek apaçık safdillik olacaktır. Bu durum, göçmen sorununda sorunu göçmenler olarak gören devletin açıktan yapamadığı katliamlarını örtük biçimde gerçekleştirme çabasıdır.
Göçmenler “Hastalık Bulaştırıcıları” Değildir!
Ortaçağ’daki veba salgınlarında başta Fransa, ardından da tüm Avrupa’da kilise salgının göçmen yahudilerden kaynaklandığı söyleniyordu. Dönemin yahudi nüfusunun bir kısmı yakılarak, kuyulara atılarak katledildi. Veba yayılmayı sürdürdü.
18. yüzyılın başında pek çok coğrafyayı etkileyen sarı humma salgınlarının göçmenlerden kaynaklandığı söylenmiş, göçmenler karantinada tutulmuş ve kötü muameleye maruz kalmıştı. Elbette yıllar sonra hastalığı yayanın göçmenler değil sivrisinekler olduğu kabul edildi.
19. yüzyılın sonunda ABD’deki veba salgını sırasında pek çok şehirdeki göçmen mahalleleri sağlıksız ve kalabalık olduğu için salgının merkezi olarak görülüp karantinaya alınmış, bu mahallelerde yaşayan göçmenler açık banyolarda zorla yıkanmış, daha sonraysa şehri hastalıktan temizlemek uğruna bu mahalleler yakılmıştı. Ancak veba şehirleri kasıp kavurmayı sürdürdü.
Fransa’da Paris çevresinde göçmenlerin yaşadığı mahallede polis ve göçmenler arasında çatışma çıktı. Devriye gezen polislerin motorsiklet kullanan bir gence çarpması sonucu başlayan eylemler Gennevilliers, Clamart, Champigny-sur-Marne mahallelerinde başladı. Korona virüs önlemleriyle beraber şehirde göçmen şiddetini arttıran polis özellikle siyah ve Ortadoğulu göçmenlerin yaşadığı mahallelere saldırılarını arttırarak devam ediyor.
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 53.sayısında yayınlanmıştır.
The post Savaşın Kozu Salgında Unutuldu: Göçmenler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ali El Hamdani Bu Sistemde İki Kere Katledildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ali’nin yaşamını yitirmesinin ardından sosyal medyada #AliyiÖldürenlerNerede hashtagiyle Ali’yi vuran polisin saklanmasına karşı tepki dile getiriliyor.
The post Ali El Hamdani Bu Sistemde İki Kere Katledildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sadece yaşadığımız topraklarda değil dünyada gündem olan virüs salgını nedeniyle Suriye’deki savaş gündemden düşmüş gibi duruyor. Ancak TSK’ye bağlı birliklerin Suriye’de hava saldırısına uğraması sonucu 34 askerin ölmesinden önce de Suriye’deki savaşın pek gündemde olduğundan bahsedemeyiz. Yani Suriye’deki savaş her an gündemdeki yerini tekrar alabilir. Çünkü yıllardan beri belirli olaylar yaşandıkça gündeme gelen ama hep süren savaş, yeni görünümüyle de olsa devam ediyor.
Şu an inisiyatif Suriye -daha doğrusu- Rusya’da. Suriye’de iktidarı almaya çalışan cihatçılar TC sınırları yakınındaki İdlib’e sıkışmış durumda. Suriye’nin birçok bölgesinden kaçmak zorunda kalan cihatçılar Suriye’nin de yönlendirmesiyle İdlib’e gitmişti. İdlib’se savaşın ilk yıllarından beri cihatçıların en rahat ettiği bölgelerin başında geliyor. Suriye merkezli olarak yaşanan en önemli son gelişme, TC’nin İdlib’teki cihatçıları temsilen, Rusya’nın da TC’yi temsilen yer aldıkları masada varılan anlaşma. İktidarın kaynak sağladığı, artık anaakım haline gelmiş olan medya her ne kadar bu anlaşmayı bir ateşkes olarak değerlendirmiş olsa da Suriye’de silahların susturulduğundan bahsedemeyiz. 5 Mart 2020’de imzalanan bu anlaşmaya giden süreçse Şubat’ın sonlarında başladı.
Şubat’ın 27’sini 28’ine bağlayan gece -TC’nin Suriye Ordusu’na İdlip’te aldığı yerlerden çekilmesi konusunda verdiği “ültimatomun” dolmasına az bir süre kala- TSK’ye bağlı birliklerin hava saldırısına uğraması sonucu resmi rakamlara göre 34 asker ölmüştü. Saldırı, TC kaynaklarına göre Suriye tarafından gerçekleştirildi. Ancak durduğumuz yerden anlaşılan, TSK’ye bağlı birliklerin olmaması gereken yerde yani cihatçıların bulunduğu bölgede olmasıydı. Rusya Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada Ankara’ya verilen ince mesajda, TSK unsurlarının Soçi Mutabakatı uyarınca oluşturulmuş gözlem noktalarından çıkmamaları gerektiği belirtiliyordu. Rusya’nın bunun böyle olmadığını bildiğini ve İdlib’te inisiyatifi ele almaya çalışan TC’yi sıkıştırmak için hava saldırısı gerçekleştirilmesine vesile olduğunu anlamak zor değil.
Rusya ısrarla vurguladığı bu açıklamalarıyla aslında TC’nin, tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği El Kaide türevi HTŞ ile sahadaki ortaklığına vurgu yapıyordu. Çünkü TC, ya Rusya’ya verdiği bilgide TSK’ye bağlı birliklerin olmaması gereken yerde olduğunu söyleyecek ya da Rusya’nın kendi askerlerini öldürmeyeceğine güvenerek hareket edecekti. TC, Rusya’nın kendi askerlerini öldürmeyeceğine güvendi ama Rusya -daha doğrusu Putin- pek de öyle hareket etmedi. TC bu güvenin bedelini de kendi açıkladığı sayıya göre 34 askeriyle ödedi. Ve TC, resmi olarak açıklamadığı ama içinde yer aldığı savaşta iyiden iyiye kendini belli etmenin eşiğine geldi. Sonuçsa diplomatik aşağılanmalar eşliğinde 5 Mart’ta istemeye istemeye imzalanan anlaşma oldu. Bu aşağılanmayı katmerleyen bir diğer gelişme de 5 Mart öncesi beliren Rusya tehdidine karşı NATO-ABD ipine sarılıp askeri değil, belli belirsiz bir diplomatik destek sözü alabilmek oldu.
Dış politikada aşağılanan iktidar, bunu iç politikada bir zafer olarak sunma “başarı”sını gösterebildi ve savaş fırsatçılığı yaparak bu durumdan ekonomiden göçmenlere kadar birçok konuda faydalanmaya çalıştı.
Devletin Savaş Fırsatçılığı
Halklar açısından bu kadar büyük yıkımlara yol açan Suriye Savaşı’nın, diğer taraftan TC başta olmak üzere bölgesel ve küresel devletler açısından “kullanışlılığı” son derece aşikar. TC, Suriye’deki savaşı iç politikada milliyetçiliğin yükseltilmesi; OHAL ve benzeri baskı uygulamalarıyla sokak muhalefetinin bastırılması için araçsallaştırdı. Muhalefeti bastırma konusunda “Savaşa Hayır” içerikli eylemlere izin verilmeyeceğini açıklayacak kadar ileri gitti. Muhalefeti ezerken benzer şekilde Afrin, Fırat Kalkanı ve Bahar Kalkanı gibi bölgelerdeki askeri ve idari varlığıyla iktidar, milliyetçi-muhafazakar tabanına yönelik “Neo Osmanlıcı” vaatlerinin altını fiilen doldurdu.
Biliyoruz ki savaşlar, devletler için sınırları dahilindeki muhalefeti bastırmanın, iktidara yönelik sesleri susturmanın, eylemleri durdurmanın, toplumu “olağanüstü hal” uygulamalarına alıştırmanın süreçleridir. Savaş süreciyle beraber devletin “demokratik” uygulamaları rafa kaldırılır. Toplumsal baskı ve pasifizasyon artar.
Savaş karşıtı eylemlerin yasaklamasıyla net olarak gördük ki savaş vesilesiyle mevcut işleyişe yönelik aykırı söz ve eylem cezalandırılacak, devlet şiddeti en belirgin haline bürünecektir. Devlet bir yandan bu süreçleri istediği gibi şekillendirirken diğer yandan savaşı, bir örneğini Batı’ya salladığı göçmen sopası politikasında gördüğümüz üzere, ekonomik amaçları için kullanacaktır.
Ekonomik Krize Çözüm Olarak Savaş
Ekonomik kriz ezilenlerin yaşamlarını yok ediyor; ekonomik kriz, savaşla hasır altı ediliyor!
Aralık ayında asgari ücret açıklanmıştı: 2.324 TL! Sendikaların açıklamalarına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2 bin 219,45 TL. İşçiye açlık sınırından sadece 105 tl fazlası reva görülmüş. Üstelik Türkiye’de çalışan işçilerin %43’ü asgari ücretle çalışıyor. Aynı yıl TC devletinin TSK için harcadığı bütçe ise 19 milyar dolar.
“Fırat Kalkanı Operasyonu” ile gerçekleştirilen işgal harekatında kullanılan altı adet İHA(İnsansız Hava Aracı) Bayraktar ailesine ait Baykar Makina adlı şirketten alınmıştı. Bayrak Makina’nın başında ise Erdoğan’ın diğer damadı Selçuk Bayraktar bulunuyor. Meclis’e verilen soru önergesi ile dönemin Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın açıklamasına göre altı İHA’ya ödenen para 36 milyon dolar olmuş. Üstelik Baykar Makina bu ihalede vergiden de muaf tutulmuş. Hatırlayacaksanız 2018 Ağustos aylarında yaşanan dolar artışı krizi sırasında Erdoğan doların artışını durdurmak için halka dolar bozdurma çağrıları yapmıştı. Ama damadı görmezden gelmiş ki ihale dolar üzerinden gerçekleştirilmiş!
2019 verilerine göre Türkiye’deki 25 milyarder patronun serveti 43,1 milyar dolar ediyor. Son altı yılda geçinemediği için intihar eden işçi sayısı ise 351!
Patronlar servetlerine servet katarken meclis önünde “Geçinemiyorum!” diyerek kendini yakan inşaat işçisi, oğluna pantolon alamadığı için intihar eden torna işçisi, iş bulamadığı için belediye başkanının önünde kendisini yakan genç işçi, aldığı maaşla ay sonunu getiremediği için sonunda kendisini 1600 derecelik demir eritme kazanına atan sanayi işçisi…
Kimi çalışıyor, elde avuçta olan geçinmesine yetmiyordu; kimi iş arıyor, bulamıyor, bir lokma yemeğe muhtaç bırakılıyordu. Ekonomik kriz ezilenleri yaşamdan koparacak noktaya getirirken zenginler servetlerinden bir şey kaybetmek bir yana dursun krizi fırsata dönüştürüp yeni savaşlar yaratarak paralarına para katıyordu. Yeni savaşlar yeni ihaleler demekti onlar için. Televizyonlarda savaş çığırtkanlığı yapma ve süsleyip püsleyip “şehit asker” haberleri verirken sorgulanamayan ihalelerle pastadan paylarını büyütme dönemleriydi. Suriye Savaşı’nın içeriye ekonomik faturası “şehitler tepesi” gibi süslü sözlerle gizlenmeye çalışıladursun, TC -bir benzerini Rusya’nın başarıyla uyguladığı- savaşı “yerli ve milli” silahlarını pazarlayacağı bir “showroom” olarak araçsallaştırmanın da peşinde. Ancak TC, her açıdan bir Rusya olmadığı için, bu stratejinin tutup tutmayacağı ise koca bir soru işareti.
Savaşın Teferruatları: Göçmenler
Suriye’nin İdlib bölgesinde TSK’ye yapılan hava saldırısı sonrasında, devletin göçmenlerin kara ya da deniz yoluyla Avrupa’ya geçişlerini engellememe kararı aldığı bildirilmişti. AKP Sözcüsü Ömer Çelik “Mülteci politikamız aynıdır ama ortada bir durum var, artık mültecileri tutabilecek durumda değiliz.” dedi. İzmir, Çanakkale ve İstanbul’daki birçok göçmen, sahillere ve Trakya’ya yönlendirildi. Uzun zamandır Avrupa, İdlib’deki durumun kötüleşmesi halinde Türkiye’deki göçmenlerin Batı’ya hareketinin hızlanmasıyla tehdit ediliyordu. Suriye sahasında alınan yara sonrası önce NATO devreye sokulmaya çalışıldı. Ancak NATO, TC’nin arkasında olduklarını açıklasa ve Rusya’yı kınasa da bundan öteye gitmedi. TC’nin İdlib’te eksikliğini en çok hissettiği nokta hava sahası konusu. Hava sahasını kullanamayan TC, kendisine yönelik gerçekleştirilecek olan hava saldırılarını da durduramıyor. TC buna karşı son çare olarak da Rusya’dan geçtiğimiz aylarda S-400 almak uğruna kendisinden vazgeçtiği Patriot sistemini görüyor. Ancak köprünün altından çok sular aktı ve TC umduğunu bulamadı. Askeri anlamda aradığını NATO’dan ve ABD’den bulamayan TC, Avrupa’yı zorlamaya ve buradan kendisine bir yarar sağlama yoluna gitti.
Bunun için de göçmenleri her fırsatta bir koz olarak kullanan devlet, 27 Şubat sonrasında bu kozuna hevesle sarıldı. AB’ye ve Batı’ya vermek istediği mesajı açık olarak veremeyenler, insan yaşamları üzerinden tehditlerle Suriye’de kendisine destekçi aradı. Bu hareket Avrupa tarafından pek hoş karşılanmasa da onlar bu tehdit sonrasında TC ile anlaşma yoluna gittiler. TC ile Yunanistan sınırı arasında sıkıştırılan göçmenlere yaşatılan her şey gözlerimizin önünde gerçekleşti. İçişleri Bakanı açıklamalarıyla onbinlerce kişi sınırı geçmiş gibi lanse edildi. Yaşadığımız topraklardaki faşistler de Suriye’deki savaştan kaçıp bu topraklara sığınmış göçmenlere mahallelerde saldırdı. Faşist saldırılarla birlikte göçmenler, evlerini ve dükkanlarını terk ederek Avrupa’ya gitmeleri için tehdit edildi. AB ile yapılan anlaşmadan sonraysa her şey “normale” döndürüldü.
Göçmenleri kendi stratejik pozisyonu için kullanmaktan çekinmeyen ve bunu medyası aracılığıyla dünyaya servis eden devlet, kendisine alan açmaya ve “üzerinde oyunlar oynanan” devlet değil “oynayan” devlet olmaya çalışmaktadır. Bu uğurda seçimlerde propaganda unsuruna dönüştürülen ne ensarlık kaldı ne de muhacirlik.
Devletlerarası Stratejik Pozisyon
Devletin tezkere sonrası aleni hale gelen savaş stratejisi, sadece mevcut bölgedeki siyasi ve ekonomik kazanıma odaklı değildir. Hedeflenen, aynı zamanda devletlerarası siyasi arenada “sözü geçen devletler”den biri olmaktır. Libya’dan Kıbrıs’a, Mısır’dan Suriye’ye sürmekte olan savaşlarda taraf olmak, taraflardan birini desteklemek, doğrudan savaşa müdahil olmak gibi eylemlerle bu arenada pozisyon almayı hedefleyen devlet, iç politikadaki “başına buyrukluğu” sınırları dışında da işletmeye çalışıyor. Bu başına buyrukluk, “fetih politikalarına” evriltilerek sınırlar dahilindeki milliyetçi muhafazakar zihniyetten her koşulda destek sağlanıyor. Dış politikada sözü geçen devlet imajı çizilerek, saldırgan politikalarla statü elde etmeye uğraşarak meşruluk sağlanmaya çalışılıyor.
Destansı söylemlerle uzun vadeli hedeflerini (2023, 2071 gibi) her fırsatta dile getirenler için ne 27 Şubat’ta yaşananların ne de başka zaman yaşanacak can kayıplarının önemi vardır. Devletçi söylemlere uygun şekilde yoğrulan her megaloman proje, ırkçı niyetler ve kutsallıkla pazarlanırken savaşta kaybedilen canların hesabı sorulamamakta ve devletin şehitlik muğlaklığında eriyip gitmektedir. Devletlerin çıkarları uğruna birer “teferruat” olarak görülenler bir sonraki hafta, ay ya da yıl hatırlanmayacaktır.
İktidarlar, kendi çıkarları uğruna milyonlarca insanın yaşamlarını talan etmekten çekinmemekte ve her savaşta olduğu gibi bu savaşta da ezilenleri daha fazla ezmeye çalışmaktadır. Mevcut iktidar ise “sahada ve masadaki” bozgununu, içeride de ekonomik ve siyasi krizini savaşla gizlemenin peşindedir. Ezilenler olarak yapmamız gereken iktidarların savaşında birer piyon olmak değildir. Bizim yapmamız gereken talan edilmeye çalışılan yaşamlarımızı savunmak, bütün savaş propagandalarına karşı mücadelemizi sürdürmek ve özgür bir dünyayı inşa etmektir.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.
The post SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sınırdaki Göçmenler Geri Gönderiliyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İdlib’teki çatışmalar nedeniyle köşeye sıkışan TC bu sıkışıklığı aşmak için AB’ ye yönelik şantaj amacıyla göçmen kartını masaya koymuştu. Bu nedenle sınırlar 28 Şubat’ta açılmış ve Yunanistan sınırında binlerce göçmen yığılmıştı. Ancak sınır bölgesinden gelen haberlere göre Avrupa’ya geçmen umutları tükenen göçmenler kaldıkları illere ve kamplara geri gönderiliyorlar.
Göçmenlerin geri gönderilmesinde Koronavirüs nedeniyle TC’nin Yunanistan sınırını kapatması gerekçe gösteriliyor. İçişleri Bakanlığı konuyla ilgili olarak 81 ilin valilikleri ve ilgili kurumlara bir genelge gönderdi. Gengelde Edirne ve Kırklareli’den Yunanistan ve Bulgaristan’a açılan kara ve demiryolu sınır kapılarının saat 00.00’dan itibaren kapatılacağı belirtildi.
Ancak söz konusu kararda, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan ile üç Avrupa ülkesi liderinin dün yaptığı zirvenin payı olduğu düşünülüyor.Dün Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve TC Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında gerçekleştirilen dörtlü zirvede göçmen sorunu da gündeme gelmişti.
The post Sınırdaki Göçmenler Geri Gönderiliyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sınırları Aşan Dayanışma: DAF ve A.P.O.’dan Göçmenlerle Dayanışma İçin Ortak Metin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devrimci Anarşist Faaliyet (DAF) ve Yunanistan’dan Anarşist Politik Örgütlenme (A.P.O.) bugün savaşa, faşizme, milliyetçilik ve ırkçılığa karşı göçmenlerle dayanışmayı yükseltmek için ortak bir bildiri yayınladı. Bildirinin tam metni:
DEVRİMCİ ANARŞİST FAALİYET VE ANARŞİST POLİTİK ÖRGÜTLENME’NİN SAVAŞA, FAŞİZME, MİLLİYETÇİLİK VE IRKÇILIĞA KARŞI GÖÇMENLERLE DAYANIŞMA ORTAK BİLDİRİSİ
Savaş ve faşizm, sistemin kendi temel ilkesinden –bir insanın başka birisi tarafından ezilmesi ve sömürülmesi- doğan çelişkilerinin sonucunda ortaya çıkan derin ve topyekün krizine karşı verebileceği tek “tepki”dir.
Siyasi ve ekonomik iktidarlar kapitalizmin kıyısında köşesinde kalmış halklara karşı; savaş, askeri operasyonlar, rejimlerin yıkılıp yerine yenilerinin dayatılması yöntemlerini kullanarak ve tüm alanları, zenginlik kaynaklarını, hatta tüm toplulukları kontrol etmek amacıyla koşulsuz şartsız bir saldırıya yelteniyorlar. Bu; zenginliğin küresel finansal elitlerin elinde fazladan toplanması ayrıca küresel, bölgesel ve yerel güçler arasında uluslararası rekabet bağlamındaki jeopolitik güç dengesinin yeniden ayarlanması için milyonlarca insanı yoksulluğa, hastalığa ve zorunlu göçmenliğe mahkum eden bir durumdur.
Son birkaç günde savaştan, sefaletten kaçma ve daha iyi bir yaşam umuduyla Yunanistan-Türkiye sınırlarına gelen binlerce göçmen, AB ve Yunanistan Devleti’nin katil ve ırkçı politikalarıyla karşı karşıya geliyor. Asker, polis ve parastatal (hükümete ait olan ve genellikle politik güçleri de olan yapılar) gruplar yolları kapattılar. Avrupa Kale’sine giriş yollarını engellemek için silah kullanmaktan çekinmiyorlar.
Sınır koruması görevini üstlenmek ve kendi sınırları dahilindeki binlerce göçmen ile toplama kamplarındaki göçmenler arasında modern bir ırk ayrımını empoze etmek; Yunanistan Devleti için Avrupa Birliği’nin politikalarına ve aktif olarak askeri güç, savaş gemileri, füze sistemleri gönderdiği NATO’nun savaş makinesine bağlılığını göstermenin başka bir ifadesidir.
Kürt halkının yok edilmesi amacıyla sürekli savaş operasyonları yürüten ve İslamcı grupların desteğiyle Kuzey Suriye’ye karşı işgal ve askeri müdahaleyi tırmandıran T.C için ise; kendi bölgesindeki milyonlarca göçmenin -T.C-Avrupa Birliği anlaşmasının bir sonucu olarak- tuzağa düşürülmesi ve Evros sınırlarındaki binlercesinin de şovunun yapılması durumu, Orta Doğu’nun daha geniş bir bölgesindeki siyasi amaçlarına hizmet etmesi için kullandığı başka bir araçtır.
Hem Yunanistan hem de Türkiye devletleri, artan rekabet bağlamında milliyetçiliği, hoşgörüsüzlüğü ve nefret söylemini destekliyorlar. Amaçları korkuyu toplumda yaymak ayrıca devlet ve patronlar tarafından acımasızca sömürülen ve yağmalanan toplumsal çoğunluğu kendi çıkarlarının siyasi, ekonomik iktidarlarla ortaklaştığına ikna etmektir.
Yunanistan’da faşistler, adalara ulaşmayı başaran göçmenlerin adalara ayak basmalarını engelleyerek, göçmenlerin Ege Denizi’nde katledilmesine sebep oluyor, sınır hattında Meriç Nehri boyunca yunan askerleri ile beraber nehri aşan göçmenlere işkence ederek Türkiye tarafına gönderiyorlar. Aynı şekilde Türkiye’deki faşistler de Suriye’den Türkiye’ye sığınmış göçmenlere mahallelerde saldırıyor, işkence ediyorlar; evlerini ve dükkanlarını yıkarak göçmenlerin Avrupa’ya gitmesi için tehdit ediyorlar.
Ege Denizi’nin iki tarafındaki anarşistler olarak inanıyoruz ki savaş toplumlarının, yoksulluk ve fakirleşmenin yükselmesinin; milliyetçiliğin ve toplumsal faşistleşme sürecinin yeniden canlanmasının insanlık için yıkıcı sonuçları olacaktır. Halklar arasındaki sınıfsal ve sınır tanımayan dayanışmanın, sömürülenlerin örgütlü mücadelesinin; sömürüsüz, savaşsız bir yaşamı, eşitliği ve barışı kurmak için gerekli ortamı evrensel düzeyde sağlayacak olan, devletlerin ve kapitalizmin dünyasının yıkılmasını sağlayacağına inanıyoruz.
GÖÇMENLER İÇİN HAREKET SERBESTLİĞİ VE DÜZGÜN YAŞAM KOŞULLARI!
HALKLARA KARŞI SAVAŞAN DEVLETLER KAYBEDECEK!
DEVLET SINIRLARINA KARŞI DAYANIŞMA!
Devrimci Anarşist Faaliyet (DAF) / Türkiye
Anarşist Politik Organizasyon / Yunanistan
The post Sınırları Aşan Dayanışma: DAF ve A.P.O.’dan Göçmenlerle Dayanışma İçin Ortak Metin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post TC-AB Görüşmesi Sonrası Göçmenlere Sınır Tekrar Kapatıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>AKP’li cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel’de Avrupa Birliği liderleriyle yaptığı görüşme sonrasında göçmenlerin TC tarafından şimdilik tehdit unsuru olarak kullanılması sonlandırıldı.
Yunan devlet televizyonu ERT’nin haberine göre artık sınırı karadan ya da Meriç Nehri üzerinden geçmeye çalışan toplu bir göçmen grubu bulunmuyor.
Yunanistan’ bağlı kolluk kuvvetleri de pazartesi ve salı günü yaklaşık 1000 sığınmacının geçişini engellediklerini açıkladı. Yunan polisi krizin başlamasından bu yana 40 binden fazla sınır geçişine engel olduğunu duyurdu. Ayrıca Pazarkule Sınır Kapısı yakınında zarar gören tel örgünün tamirinin yapıldığı bilgisi verildi.
Erdoğan Brüksel’deki görüşmelerde 18 Mart 2016 tarihli Türkiye-AB Mutabakatı’nın gözden geçirilerek güncellenmesi, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, müzakerelerin canlandırılması, yeni fasılların açılması, göçmenler için vadedilen toplam 6 milyar euro ve ilave fon gibi konular üzerinde durduklarını söyledi.
The post TC-AB Görüşmesi Sonrası Göçmenlere Sınır Tekrar Kapatıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>