The post “Shell Ablukası” – Sevinç Karaca appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Shell Petrolleri (Royal Dutch Shell Co.Inc.), Nijerya’da ekoloji mücadelesi veren Ken Saro Wiva ve sekiz eylemcinin asılması ile sonuçlanan siyasi cinayetlerden*, 1996’da Greenpeace’den sızan bir rapora göre Diyarbakır’ın ilçesinde içme suyuna 21 yılda 500 milyon varile yakın zehirli atık boşaltmaya kadar pek çok ülkede zulüm ve cinayet defterini hep kabarık tutmuştur. Shell’in başını çektiği konsorsiyumun İrlanda’nın Atlantik Deniz Sahası içerisinde bulunan milyarlarca dolar değerindeki doğalgazı çıkarma haklarını her türlü hile, rüşvet ve sahtekarlıkla çıkarma, işleme ve başta İrlanda halkına fahiş fiyatla satan Corrib Doğalgaz “Arama” Projesi’ni gerçekleştirmek için kullandığı “her yol mübah, devleti, polisi, medyayı satın al” formülü; İrlanda’da başlangıçta bölge halkının örgütlenerek ülke geneline yaydığı lidersiz, yatay, demokratik, katılımcı ve doğrudan eylemci halk direnişine çarpmış ve yavaşlamak, pek çok kez durmak zorunda kalmıştır.
İrlanda halkı; Shell’in ülkenin Kuzey Batısı’nda yer alan Mayo kırsal kent bölgesinde, devletin polisini, askerini ve Doğu Avrupalı Nazilerle doldurduğu özel güvenlik şirketlerini halkın üzerine salarak yaptığı zulmü unutmamıştır ve direnişinden vazgeçmemiştir.
Shell, IRMS (Integrated Risk Management Systems) gibi Bolivya’ya kadar uzanan ırkçı-faşist bir darbe girişimi içerisinde yer almış, Shell’in ve satın aldığı 2008 dönemindeki sağcı İrlanda hükümetinin baskılarının ve büyük bir kısmını bölge halkının oluşturduğu direnişçilerin mücadelesinin en yoğunlaştığı dönemlerinden biri olan 2008 Eylül ayında, yoldaşımız Emekli Öğretmen Maura Harrington ile yaptığım bir telefon görüşmesini hatırlıyorum. Maura artık açlık grevine gitmekten başka çare bulamıyordu. Shell, boru döşeme gemisi Solitiare’i Rossport ilçesi açıklarındaki Glengad sahiline zorla sokmaya çalışıyordu. Onlarca yoldaşımız Atlantik dalgalarında lastik şişme botlarla Solitiare’ı durdurmaya çalışıyor, biz de Shell Kara Şantiye’sinde her gün iş durdurmaya çalışıyorduk. Maura’ya neden açlık grevine gittiğini sordum, “Acı çekiyoruz” dedi. “Her şeyden önce çektiğimiz acıyı sonlandırmak için direnmeli ve kazanmalıyız”.
Sevinç Karaca
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Shell Ablukası” – Sevinç Karaca appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Greenpeace 5,2 Milyon Doları Yok Etti” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Greenpeace’in finans danışmanının Euro ile Pound para birimleri arasındaki dalgalanmada, 11 Milyon Liraya karşılık gelen 3 Milyon gibi bir miktarını “üzülerek” kaybettiğini açıklaması, dünya çapında haberlere ve tartışmalara konu oldu.
Greenpeace’in yalnızca kur farkıyla bu miktarda para kaybediyor olması, şirketlerden fon kabul etmeyen ama aynı şirketlerin vakıfları yoluyla yaptığı bağışları memnuniyetle kabul eden STK’nın aldığı fonların miktarı hakkında büyük bir tartışmaya yol açtı.
Kaybedilen paranın “çevreci kampanyaları” sekteye uğratmayacağı Greenpeace merkez ofisi tarafından açıklanırken, paraya gerçekte ne olduğu konusunda da ciddi şüpheler mevcut.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bu haber, söz konusu fonların ne denli büyük miktarlarda parasal bir akışa yol açtığını açıkça ortaya koyuyor.
İktisadi olarak detaylı bir analiz yapılırsa şüphesiz daha gerçekçi verilere ulaşılabilecektir. Ancak kabataslak bir hesaplamayla, son günlerdeki Euro-Pound paritelerindeki dalgalanmaya göre kaybedilen paradan yola çıkılarak, anaparanın miktarı hakkında yaklaşık bir yargıya varılabilir.
Euro-Pound paritesi, Greenpeace International tarafından açıklamanın yapıldığı 15 Haziran tarihi öncesi son 1 aylık zaman diliminde, sadece yüzde 1 oranında dalgalandı. Bu da 3 milyon Pound’un kaybedilebilmesi için, 300 Milyon Pound’luk bir alım satım işleminin yapıldığı anlamına geliyor. Yani sadece üzerinde işlem yapılan para, yaklaşık 1 Milyar 100 Milyon Lira.
Truva atı STK’ların (Sivil Toplum Kuruluşu) maddi destek aldığı şirketlere ve kurumlara karşı mücadele ediyormuş gibi görünmesine kentlerde ve vadilerde pek çok kez tepki gösterilmişti. Mücadelenin öznesi yerellikler ve yaşam savunucusu örgütlenmeler, çeşitli zeminlerde bu konuda açıklamalar, deşifrasyonlar yapmışlardı. (1)
Truva atı STK’lara karşı takınılan bu tavrın temelini oluşturan, yaşamı savunanlar ile yaşamı yok edenlerin bir araya gelemeyeceği, aynı sözü söylüyormuş gibi davranamayacağından ileri gelmektedir. Yaşamı yok eden şirketler tarafından kurulan ve desteklenen çevreci vakıflar ve STK’lar, hayata geçirdikleri “dünyayı kurtarma projeleri”ne yaptıkları katkılardan dolayı petrol, doğalgaz, sanayi, kimya, inşaat, medya şirketlerini çevreci ilan etmiş; onları yeşile boyamıştır. Bu vakıfların ve STK’ların asıl amacı, şirketleri “Yeşile Boyama”dır.
Greenpeace, bu STK’ların belki de en kurnazı. Çünkü şirketlerden doğrudan para almayı reddediyor. Bu da onun, gerçekten de halkın öz örgütlenmesiyle gerçekleştirdiği bir mücadele olduğu yanılgısını güçlendiriyor.
Greenpeace International internet sitesinde belirttiği üzere “Greenpeace bireysel destekçilerin gönüllü bağışlarına ve vakıflarca desteklenen hibelere güvenir.” deniyor.(2) Bu söz ile GP güya şeffaflık gösterirken açık veriyor ve şu soru akıllara geliyor: Kim tarafından kurulan hangi vakıflar?
Rockefeller Brothers Fund, Inc., Charles Stewart Mott Foundation, The Trust for Mutual Understanding, Reiman Charitable Foundation, Inc., The Scherman Foundation, Inc., The Overbrook Foundation…(3)
Liste böyle uzasa da, çok uzatmaya gerek yok. Bir tek Rockefeller Vakfı’nı incelemek yeterli olacaktır. Rockefeller Vakfı’nın kurucusu John D. Rockefeller, aynı zamanda 20. yüzyılın başında Shell dahil 25’ten fazla şirketi içine alarak büyük bir petrol tröstü haline gelen Standard Oil şirketinin de kurucusu.
Rockefeller Brothers Foundation internet sitesi rbf.org’tan, sürdürülebilir kalkınma başlığı altından Greenpeace’e hangi zamanlarda, kaç kez, kaç yüz bin dolar bağış yapıldığı kolaylıkla öğrenilebilir.(4)(5)(6)(7)(8)
GreenPeace adını yeşil koyarak yaşamı savunamaz, çünkü petrol şirketlerinden destek alarak petrolün açığa çıkardığı sorunlara karşı mücadele edilmez.
GreenPeace adını barış koyarak barıştan yana da olamaz, çünkü yeryüzündeki savaşların çoğu kendisini destekleyen petrol şirketlerinin çıkarları uğruna gerçekleştiriliyor.
Yolda karşınıza çıkıp sizden destek talep eden sevimli, modern, duyarlı, çevreci üniversite öğrencisi Greepeace’çilere bu soruları sorun. Muhtemelen kesinlikle şirketlerden bağış kabul etmediklerini söyleyecekler. Israrcı olup belgeleri söylediğinizde anlamazlıktan gelecek, belki ekip şefini çağıracak. Ekip şefi bu konu özelinde bir açıklama yapmayıp başka hikayelerle bu mevzuyu kaynatmaya çalışacak. Ama siz bileceksiniz: Hesap ortada!
Milyon dolarların nereden geldiği belli.
Nasıl kaybolduğuna gelince; işte orası aslında tam bir muamma.
Dipnotlar:
1) http://patikaekoloji.org/yeni-nesil-truva-atlari-ve-fon-dongusu/
2) http://www.greenpeace.org/international/en/about/faq_old/questions-about-greenpeace-in/
“Greenpeace relies on the voluntary donations of individual supporters, and on grant support from foundations.”
3) http://www.undueinfluence.com/greenpeace.htm
4) http://www.rbf.org/grant/10866/greenpeace-fund
5) http://www.rbf.org/grant/10866/greenpeace-fund-0
6) http://www.rbf.org/grant/10866/greenpeace-fund-1
Alp Temiz
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Greenpeace 5,2 Milyon Doları Yok Etti” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Talan Projesi Üçüncü Köprüde Truva Atları Köprüye Koşuyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Talan Köprüsü
Sarıyer Garipçe ile Beykoz Poyrazköy arasına yapılacak olan 3. Köprü, İstanbul’un kuzeyinde yapımı planlanan 3. havalimanı ve Kanal İstanbul gibi birçok rant projesine hizmet ediyor. Aynı zamanda Marmara Bölgesi’nin tamamını etkileyecek Kuzey Otoyolu projesinin de bir parçası. Bu otoyol, Kocaeli ve Çatalca havzalarındaki verimli tarım arazilerinin ve su havzalarının da talanı anlamına geliyor. Beykoz, Belgrad ve Alemdağ ormanlarında kesilecek milyonlarca ağaç ve canlı yaşamının yok edilmesiyse geri dönüşü olmayan bir ekolojik katliam demek.
İstanbul’un giderek artan nüfusunun içme suyu ihtiyacını karşılayan bu ormanların betonlaştırılması, yağan yağmurun toprağa karışmasına engel olacak. Böylece yer altı suları, dereler ve akarsular beslenemeyecek. Yani halkın içme suyu ihtiyacı doğrudan engellenecek.
Köprüler, otomobillerin trafiğini sağladığından üçüncü bir köprü trafik sorununu asla çözmez, aksine büyütür. Söylendiğinin aksine İstanbul trafiğini de rahatlatmaz, çünkü 3. Köprü’nün yapımına gerekçe gösterilen transit trafiğin boğaz geçişlerindeki payı, sadece yüzde iki.
Talan Havalimanı
İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan Terkos Gölü’nün hemen yanına ise 3. Havalimanı’nın yapılması planlanıyor. Bu alan içinse, yaklaşık iki buçuk milyon ağaç kesilecek, yetmişten fazla sulak arazi betonla doldurulacak, orada bulunan maden ocakları nedeniyle dolgu beton dökülecek, yani tüm sulak araziler tamamen yok edilecek.
AKP’nin kentsel rant projelerinde kazanan taraflar, arazi spekülatörleri, bankalar, inşaat, petrol ve otomotiv şirketleri. Ayrıca kentsel dönüşüm yasasıyla özel yetki kazandırılan şirketler, İstanbul’da birçok gecekondunun yıkımı için de kolları sıvadı. Köprü güzergâhı üzerindeki araziler el değiştirerek, şirketler tarafından bir bir kapatılıyor. Bazı STK ve çevre dernekleri de bu projeleri daha da kolaylaştırmaya yarıyor.
Kazanan Şirketler ve Truva Atı Çevreciler
Aslında yaşamı hunharca katleden bu şirketlerin işi hiç de kolay değil. Katliam projelerine karşı toplumsal muhalefetin gelişeceği en başından belli. Ve bu muhalefetin etkisini kırmak da projenin önemli adımlarından biri oluyor. Şirketler bu noktada kendilerine yöneleceğini öngördükleri toplumsal muhalefete ise Truva Atı STK’larını göndererek, mücadele edenleri etkisiz eylemlere yönlendiriyor.
“Köprü Değil Yaşam” adıyla şimdilerde internet üzerinden bir imza kampanyası örgütleniyor. Kuzey Ormanları Savunması adlı oluşumda yer alarak 3. Köprü’nün talan edeceği Kuzey Ormanları’nı koruduklarını iddia eden ve bu kampanyanın çağrıcılarından olan Ali Yıldırım, aynı zamanda “Marmaray açıldığında rahatlama yaşanacak. İlk aşamada 600 bin kişi, tam kapasitede ise 1 milyon kişi kullanabilecek. Bu yüzden raylı taşımaya ağırlık verilmesini istiyoruz.” şeklinde konuşarak, yaşam alanlarını yok edecek projelere ilişkin çelişkili açıklamalarda bulunuyor. Daha önce de İstanbul’da yaşanan rahatlamalar, nüfusu önce Boğaziçi Köprüsü ile ikiye sonra FSM Köprüsü ile üçe katlamıştı. İki milyonluk İstanbul nüfusu, köprüler sonrasında on iki milyona yükselmişti. Bu gibi oluşumlar anlaşılan o ki, 3. Köprü, 3. Havalimanı ya da Marmaray ile kapitalizmin merkeziyetçi ilerleyişinin yaşam üzerindeki tahribatından çok, projenin biçimselliğini tartışma konusu haline getirmiş durumda.
Yine bu kampanyanın destekçileri arasında yer alan TEMA, Greenpeace, WWF Türkiye, Doğa Derneği, Buğday Derneği gibi Truva Atı STK’lar da daha önce içinde bulundukları pek çok mücadeleyi açıklamaları ve yaptıklarıyla sönümlendirmiş, yaşamı yok eden projelerin gerçekleştirilmesinde birer kolaylaştırıcı unsur olmuşlardı. Bunlardan yalnızca biri olan TEMA, mütevelli heyetinde yer alan kırk patrondan ikisinin müteahhidi olduğu hidroelektrik santralleri (HES) “kurallara uygun, çevreye zarar vermez” diyerek onaylamıştı. Yine mütevelli heyetinde bulunan Koç’un üniversite inşaatındaki orman katliamını, “üniversitenin ormanı koruyucu özelliği var” diye açıklamıştı.
Ne yazık ki yaşam alanları yok edilirken toplanan imzalar ise 50 bin kişiye ulaştığında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı’na, Orman ve Su İşleri Bakanı’na, Çevre ve Şehircilik Bakanı’na teslim edilecek. Sonuçta yaşam savunucularının mücadele zeminini kaydıran Truva Atı STK’lar işlevini yerine getirirken, kazanansa yine şirketler olacak.
The post Talan Projesi Üçüncü Köprüde Truva Atları Köprüye Koşuyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yunanistan’da HES’e Direnen Vovusa Köyü’nde “Aoos’u Koru” Kampı Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşam Mücadelesi Ortak Mücadeledir
9 Ağustos günü farklı bölgelerden gelen yaşam savunucularının deneyimlerini paylaştığı bir panel düzenlendi. Panel farklı coğrafyalarda yaşayan suyu, toprağı ve havası için direnen yaşam savunucularının deneyimleri ve Yunanistan’da, Halkidiki’de maden çalışmalarına karşı direnen köylülerinde katılımıyla karşılıklı bir deneyim aktarımına dönüştü. Köylülerin davetiyle gelen Rize Senoz Vadisi’nden İsmail Akyıldız panelde Senoz Vadisi’ne yapılan HES projesinden, projenin vadide yaşayanları nasıl etkilediğinden ayrıca tüm Karadeniz coğrafyasında gerçekleştirilen ekolojik talandan bahsetti. Bu mücadelenin aktif bir katılımcısı olan İsmail Akyıldız, kendi mücadele deneyimleri üzerinden özellikle şirketlerin bu konuda yerel halkı kandırdığına, enerji adı altında hem ekolojik olarak hem de sosyal olarak ciddi bir talan yarattıklarını, beraberinde ise sadece rant elde etmek istediklerini vurguladı. Yine köylülerin davetiyle kırdan kente, kentten kıra uzanan bu ekolojik mücadelenin aktif katılımcıları olan ve kentte direnişi yükselterek şirketlere karşı eylemler gerçekleştiren Devrimci Anarşist Faaliyet’ten Alp Temiz ve Didem Deniz Erbak da mücadeledeki deneyimleri paylaştılar.
“Çevreci”” Görünümlü Truva Atı: Vakıflar ve STK’lar
Alp Temiz yaptığı konuşmada; “Bizim de köylülerle birlikte mücadelede yer aldığımız Loç Vadisi’nde bir şirket var. Adı ORYA holding, patronu Orhan Yavuz. Bu şirketin patronu ve TC’nin diğer en zengin patronları seneler önce, çevreci bir vakıf kurmak için bir araya geldiler. Bu vakfın adı TEMA’dır. Biz TEMA, Greenpeace, WWF gibi vakıfları “Truva Atı” olarak tanımlıyoruz. Çünkü bunlar ekoloji mücadelelerine önce bir hediye gibi sızıyorlar. Amaç insanları mücadeleden caydıracak şekilde etkinlikler yapmak. Oysaki köylüler vadilerindeki su için, yani yaşam için doğrudan şirketlerin karşısında mücadele etmekten kaçınmıyorlar. Fakat tüm bu vakıflar, STK’lar daha çok Coca Cola, Siemens, Unilever, Microsoft gibi katil vasıflı şirketlerle işbirliği halindeler. Örneğin Coca Cola şirketi yoksul Hindistan’daki temiz yeraltı sularını kendi içeceği için kapaklayarak yok ediyor. Bu şirketin Türkiye dağıtımcıları ise vadilerimizde termik santral inşa ediyorlar. Bu bir zincir gibi birbirine bağlı ancak kırılması şart olan bir mücadeleyi de beraberinde getiriyor. Bizler bu “çevreci” görünümlü Truva Atı Vakıf ve STK’lara karşı köylüleri uyarıyor ve bu üçkağıtçıların planlarını deşifre etmekten kaçınmıyoruz. Çünkü mücadeleye en çok zarar veren bu şirketlerdir.” diyerek küresel kapitalist şirketlerin “çevreci” imajlarıyla daha büyük karları ve daha büyük talan projelerini beraberinde getirdiğini açıkladı.
Kadının Ekolojik Uyumu
Didem Deniz Erbak ise yaptığı konuşmada ekolojik mücadelede kadınların en ön saflarda yer aldığını söyleyerek; “Hem katıldığımız, hem kentte olsun hem kırda olsun gerçekleştirdiğimiz tüm eylemlerde biz kadınlar en önlerdeyiz. Kendi yerelinde eken, biçen, toplayan, taşıyan beraberinde doğayla güçlü bir bağ kuran kadın suyu, toprağı elinden alındığında tüm yaşamının karşı karşıya kaldığı tehlikelerin oldukça farkında. Ben yaşadığım coğrafyada kadının muhafazakar görüşlerle arka planda olduğu gerçeğini düşünürken, ekoloji mücadelesi bu görüşümün değişmesine oldukça kattı sundu. Köyünde, vadisinde yaşayan kadınlarla tanışıp, onların mücadelesinde paydaş olduğum süreçte kendilerini ifade edişleri, mücadeleyi sahiplenişleri, doğası ellerinden alındığında yaşamlarını da kaybedeceklerinin farkındalığı ve bir yandan da kadın olmanın zorluğuna karşı direnişleri beni
inanılmaz etkilemiştir. Örneğin Cide- Loç Vadisi’nde HES’lere karşı direnen ve günlerce HES’çi şirketin önünde gencinden yaşlısına kadın kadına nöbet tutan, kar- soğuk demeden bekleyen, Senoz Vadisi’nde ellerinde taşlar şantiyeleri taşlayan nineler ekoloji mücadelesinin, kadının yaşamında ne kadar önemi olduğunu gösterdi.” şeklinde konuştu. Panel, köylülerin yoğun katılımıyla ve mücadeleyi ortaklaştırmanın kararlılığıyla, karşılıklı dayanışma atıflarıyla sonlandırıldı.
Kalan iki gün Aoos’taki projenin yarattığı ekolojik tahribatların anlatıldığı, köylülerin mücadeleyi yükseltmek için yaptıkları panel ve tartışmalarla sürdü. Yağmuru Bile filminin gösterimi, konserler ve atölye çalışmalarıyla kamp sonlanmış oldu.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post Yunanistan’da HES’e Direnen Vovusa Köyü’nde “Aoos’u Koru” Kampı Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Rio+20’nin Ardından: Devlet Şirket STK Pazarlığı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Rio+20: Devlet Şirket STK Pazarlığı
Büyük halk kitlelerini temsil ettiğini iddia eden ‘kurumsallaşmış’ sivil toplum kuruluşları, bu STK’ların ülkeler yerelinde vakıf ve dernek fonlarıyla hareket eden ‘yerel’ ayakları, lobiler, uyum paketleri, faaliyet, denetleme ve güvenlik raporları… İşte Sivil Toplum “rüyasının” muhteşem döngüsü… Peki, siz bunun neresindesiniz?
Geçtiğimiz Haziran ayında Rio de Janerio’da yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı Rio+20’nin ardından, devletlerin üst düzey yöneticilerinin sürdürülebilir kalkınma adına tüm dünyaya verdiği öğütler, devletlerin sivil toplum örgütleriyle dünyanın geleceği üzerine kurduğu ‘diyaloglar’, sivil toplum kuruluşları, diğer devlet-hükümet dışı örgütler ve şirketlerin bu toplantıdan beklentilerine veya ‘hayal kırıklıklarına’ dair söylemleri, bir süre kafamızı ütülemeyi başarmıştı. Ki hatırlarsınız Recep Tayyip Erdoğan, Ali Babacan ve daha birçok devlet erkânı da bu zirvenin konuşmacıları arasında, dünya devletlerine ‘ekonomik kalkınma’ dersi vermekle meşguldüler.
Zirve süresince sivil toplum örgütleriyle devlet yetkilileri arasında bolca kokteyl ve resepsiyona tanık olduk. Yoksullukla mücadele, açlık, sürdürülebilir kalkınma, kadın sorunu, doğal kaynakların kullanımı, ekoloji, uluslararası finans yapılanmaları, Afrika’da sürdürülebilir kalkınma programları zirvede tartışılan konuların başlıcalarıydı. Yıllık milyarlarca doların altında cirosu olmayan şirketler ile büyük STK’ların ve devlet erkânlarının bu samimi kaynaşma sürecinin ardından, en dikkate değer ortak söylemlerden birisi “paydaş katılımı ve diyalog geliştirme”nin, temel bir strateji olarak topluma yönelik politikaların merkezinde yer aldığı” oldu.
Elbette bu “paydaş katılımı” ve “diyalog geliştirme” kavramlarının hayatımızdaki yeri ve önemi, sadece Rio +20 zirvesiyle ortaya çıkmış ya da zirvenin ardından unutulup gidecek cinsten değil. Yaklaşık yarım yüzyıldır hayatımızı çevreleyen bu uzlaşma sözlüğü, farklı çevrelerce kullanılmaya ve hatta mücadele alanlarını kendi yargı mekanizmalarıyla kontrol etmeye çoktan başladı bile. Peki, biz bunun neresindeyiz
Sivil Toplum Kuruluşları Kime Paydaş: Halksız Bir Halk Rızası
İktidarın modern biçimleri, atacağı her adımda tebaasının rızasına ve bunun yarattığı meşruluğa ihtiyaç duyar. Bu ister alınacak savaş kararlarında olsun, isterse kapitalizmin ölümcül barışında olsun çeşit çeşit yöntemlerle yapılagelmiştir. Medya ve kitle iletişim araçları yoluyla tek taraflı, yalan haber ve bilgilerle sağlanmaya çalışılan bu meşruiyet, zamanla hakim ideolojinin verdiği kalıbın şekline girmiş ve farklı kavramlarla karşımıza çıkmıştır.
Yıllar yılı şekil değiştiren yöntemleri ile kendini yenilemeye çalışan sistem, toplumsal denklemlerin, kriz politikaları ile kalkınma programlarının yapım aşamasında, işte bu ‘halk rızası’ ihtiyacını karşılama amacına uygun bir kavram üretti. Hükümetler, ilgili uluslararası kuruluşlar, özel sektör ve ‘başlıca paydaşlar’ ile üretim ve tüketim modellerinin tasarımı artık birlikte yapılacaktı. ‘Paydaşlık’, ilk olarak bir işletme kavramı olarak ortaya çıkmasına karşın, zamanla iktidarlarca toplumsal dönüşümün merkezine ‘Aarhus Sözleşmesi’ ile başlayan süreçte ‘çevre’ kanadından alındı. Bu şekilde çevresel yıkımlara karşı oluşan toplumsal tepkilerin hepsi, istenilen bir alanda kontrollü bir şekilde toplanacaktı. İçinde yaşadığı doğası ve kendi yaşamı tehlikeye girecek her insan, artık Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu hazırlık aşamasında yapılan resmi toplantılar dışında ‘meşru’ ve ‘geçerli’ bir söz söyleme alanını, hiçbir zaman bulamayacaktı. Ve tabi ki de, halkın ‘çok da akıllı’ olmadığını düşünürsek, bu söz söyleme işi de yetkin uzmanlar ve seçilmiş ‘başlıca’ sivil toplum kuruluşları tarafından yapılacaktı.
Zamanla bir organizasyonun, kurumun, kuruluşun ve yahut şirketin kendi faaliyetlerinden, hedeflerinden, politikalarından, aldığı sonuçlardan etkilenebilen veya onu etkileyebilen kişiler, gruplar, organizasyonlar veya sistemlere ‘paydaş’ denilir oldu. Çoğunlukla işletme veya kamu kuruluşlarının ‘sosyal sorumluluk’ organizasyonları çerçevesinde ekoloji, kadın, yoksullukla mücadele vb. alanlarda sivil toplum örgütleri ile ihtiyacını karşıladığı bu paydaşlık kavramı, içinde halk olmayan bir ‘halk rızasını’ yarattı.
Nasıl mı?
Yaşamın her alanında talan edilmedik yer bırakmayan şirketler, kimi zaman büyük organizasyonların birer ‘paydaşı’ kimi zaman da bizzat asil organizatörleri olurlar. Çevre, kadın, yoksulluk vb. gibi alanlarda ‘çözüm yaratma’ vaadiyle yapılan zirve ya da projeler kapsamında şirketler, aslında kendi yıkımlarını meşrulaştırmak için sivil toplum kuruluşları gibi ‘duyarlı’ başkaca paydaşlara ihtiyaç duyarlar. Zirveler ve organizasyonlar esnasında dışarıda “bırakılan” sessiz kitle adına, halkın sözcülüğünü yapan bu anlaşmalı sivil toplum kuruluşları, büyük şirket ve devletlerin katliamlarını ‘halk sözcülüğü’ yaparak meşrulaştırma misyonunu edinmişlerdir. Öyle ki, insan hakları derneklerinden, kadın ve işçi örgütlerine kadar birçok sivil toplum kuruluşu, devlet ve şirketlerin sınırlarını çizdiği alanlarda mücadele etmek şartıyla diyalog masalarına oturur, kokteyl ve resepsiyonlarda toplumun geleceğine dair kararların yılmaz birer uygulayıcısı olurlar. Kendi tabanları olduğunu iddia ettikleri halk adına hükümetlerle işbirliği yaparak yıkım projelerini adil çözümler olarak yaşamlara dayatan bu STK’lar, diğer şirket ve kamu kuruluşları ile kendilerini bu ‘paydaşlık’ sıfatıyla ortaklaştırırlar.
Bu STK’lar, dünyanın %1’lik en zengin sömürgecilerinin, sömürü sistemine paydaş olmak için yarışanlardır. Üstelik bu yarışa, temsil ettiklerini iddia ettikleri geriye kalan milyarlarca insanın aç kalması sayesinde girebilirler. Bu temsiliyet ve ‘sahte’ meşruluk karşılığında ise, banka hesaplarına akıtılan fonlar gelecektir.
Böylesi bir kısır döngüye sahip sistemde küresel şirketler, hükümetler ve diğer sömürgecilerle masaya oturup, kitleler adına diyalog süreçlerine giren paydaş STK’lar, elbette toplumun her kesimini etkileyerek manipüle etme kabiliyetine sahip olanlar arasından seçilir. 2012 yılı Haziran ayında Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nın ikinci ve en büyüğünün yapıldığı Rio +20’de T.C Devleti’nin hazırladığı en yeşil projeler yarışması kapsamında kendisini temsil etmeye layık gördüğü paydaş katılımcılar, dikkat çekicidir.
KAMU KURUMLARI
TC Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı; Verimlilik Genel Müdürlüğü; Endüstriyel Verimlilik ve Çevresel Performansın KOBİ’ler Düzeyinde Paralel Olarak Geliştirilmesi
TC Bursa İl Özel İdaresi; Doğal Arıtma Tesisleri ile Temiz Çevre Projesi
TC Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı; Enerji Verimliliği Politikaları
İstanbul Büyükşehir Belediyesi; İstanbul Yerel Elektronik Atıkların Sürdürülebilir Yönetimi Projesi
TC Konya İl Özel İdaresi; Organik Çilek Üretimi ile Kırsal Kalkınma
TC Orman ve Su İşleri Bakanlığı; Küre Dağları Milli Parkı’nda “Orman Koruma Alanları Yönetiminin Güçlendirilmesi Projesi”
ŞİRKETLER:
Anadolu Efes; “Sürdürülebilir Tarım” çerçevesinde maltlık arpa ve şerbetçiotu tedariki için yapılan tohum ve üretim geliştirme, tohumculuk ve tarımsal destek çalışmaları
AKÇANSA; Atık Isıdan Enerji Üretim Tesisi
ARÇELİK; Az su tüketen bulaşık makinesi KAKTÜS Projesi
COCA COLA İçecek; Mucit Yarışması
Eczacıbaşı; Atık Isı Geri Kazanım Projesi
Ereğli Demir Çelik; Erdemir Çevre Yönetim Süreci, Çevre Performans Endeksi ve Sürdürülebilirlik Faaliyetleri
Ford OTOSAN; Sürdürülebilir çevre dostu otomotiv üretimi
İÇDAŞ; Değirmencik Entegre Tesisi Sürdürülebilir Su Yönetimi Projesi
LIPESAA LTD.; Bitkisel Atık Yağ Toplama Sistemi
Şekerbank; EKOkredi – Enerjiyi ve Emeği Koruyan Kredi
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
ÇEVKO; Sanayi, Yerel Yönetim Ve Tüketici İşbirliği İle Türkiye’de Sürdürülebilir Bir Ambalaj Atıkları Yönetim Sisteminin Oluşturulması – ÇEVKO Modeli
Doğal Hayatı Koruma Vakfı; Konya Kapalı Havzası’nda Akılcı Su Kullanımı ve İklim Değişikliği’ne Uyum Çalışmaları
Greenpeace; Yavru Balık Avının Önlenmesi Kampanyası
Kars Yöresi Doğal Ürün Yetiştiricileri Derneği; Yerel Tohumların Sürdürülebilir Köy Projeleriyle Korunması ve Kullanımı
TEMA; Kaçkar Dağları Sürdürülebilir Orman Kullanımı ve Koruma Projesi
Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV); “Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi” Birleşmiş Milletler Ortak Programı kapsamında “Eko-Verimlilik (Temiz Üretim) Programı”
[typography font=”Cantarell” size=”24″ size_format=”px”]
=>> Yazının devamı için buraya tıklayın
The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Rio+20’nin Ardından: Devlet Şirket STK Pazarlığı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>