Güney Amerika – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 25 Dec 2019 13:58:59 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anarşist Yayınlar (18)- Şili’de Anarşist Yayınlar (I): Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2018/10/16/anarsist-yayinlar-18-silide-anarsist-yayinlar-i-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2018/10/16/anarsist-yayinlar-18-silide-anarsist-yayinlar-i-zeynel-cuhadar/#respond Tue, 16 Oct 2018 06:56:40 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/16/anarsist-yayinlar-18-silide-anarsist-yayinlar-i-zeynel-cuhadar/   1895-1919 Arası Şili’de Anarşist Yayınlar Şili’de anarşizm, ilk zamanlarda Michael Bakunin’in Enternasyonal üyesi yoldaşlarından Manuel Chinchilla’nın çabalarıyla yayılmaya başladı. Chinchilla, Iquique’de yaşayan bir İspanyol işçiydi. Güney Amerika gibi anarşist hareketin geniş bir ölçekte toplumsallaştığı ve büyük toplumsal etkilere sahip olduğu bir coğrafyada bulunan Şili’nin devlete, kapitalizme ve darbelere karşı mücadele ettiği geniş bir tarihi […]

The post Anarşist Yayınlar (18)- Şili’de Anarşist Yayınlar (I): Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Dünyanın farklı coğrafyalarındaki anarşist yayıncılık tarihine değindiğimiz yazı dizimizin önümüzdeki iki bölümünde Şili’deki anarşist yayınları inceleyeceğiz. Güney Amerika’nın batısında, And Dağları’yla Büyük Okyanus’un arasındaki bu ada ülkesinin siyasi çatışmalar ve darbelerle dolu bir hikayesi var.

1895-1919 Arası Şili’de Anarşist Yayınlar

Şili’de anarşizm, ilk zamanlarda Michael Bakunin’in Enternasyonal üyesi yoldaşlarından Manuel Chinchilla’nın çabalarıyla yayılmaya başladı. Chinchilla, Iquique’de yaşayan bir İspanyol işçiydi. Güney Amerika gibi anarşist hareketin geniş bir ölçekte toplumsallaştığı ve büyük toplumsal etkilere sahip olduğu bir coğrafyada bulunan Şili’nin devlete, kapitalizme ve darbelere karşı mücadele ettiği geniş bir tarihi var.

Şili’deki anarşist yayınlar içerisinde hakkında en çok bilgiye ulaşılabilen El Oprimido’dan başlayarak diğer anarşist yayınlara dair bilgiler vereceğiz.

El Oprimido (Ezilenler)

İlk özgürlükçü gazete El Oprimido 22 Temmuz 1895’te Valparaiso’da basıldı. Burada Juan Creaghe’in editörlüğünde yayınlanan gazete, daha önce Arjantin’de Lujan ve Buenos Aires’te basılmış, göçmen işçiler aracılığıyla Şili’ye de ulaşmıştı. Şili’deki yayın hayatının ilk yılının sonunda ekonomik zorluklar nedeniyle yayını durmuştu. Creaghe bütün enerjisini daha rahat çıkarttığı The Human Project’e ayırdı. Bu gazete, Arjantin anarşizminin en bilinen yayınlarından biri haline geldi.

1895’e kadarki süreçte El Oprimido, Buenos Aires’te Fortunato Serantoni’nin editörlüğünde yayınlandı.

1896’nın Ağustos ve Ocak ayları arasında La Questione Sociale adında 9 sayfalık bir ek yayınlandı. 1897’de ise “İspanya’da Engizisyon” başlıklı başka bir kitapçık gazetenin yanında kendine yer buldu.

El Oprimiodo’nun sayfalarında temel anarşist propagandanın yanında çeşitli tartışmalara da yer veriliyordu. Özellikle El Perseguido’nun editörlüğünü yapan örgütlenme karşıtı bireysel anarşistlere yönelik eleştiriler gazetenin sayfalarında geniş yer tuttu.

El Oprimido’nun ideolojik hattı ise Errico Malatesta’nın işçi sendikalarını ve halk özgürlük mücadelelerini destekleyen düşüncesinden besleniyordu. 4. sayısında yayınlanan “Ahlak Üzerine” isimli yazıda rasyonalite, ahlak ve etiğin bütün formlarını reddeden akımlara karşı anarşist bir ahlak ve etik savunuluyordu. El Oprimido’nun başlattığı tartışma çok sayıda yayının katılmasıyla geniş bir ölçekte konuşulur oldu.

1895’in Ağustos ve Eylül sayılarında parlamentarizm savunucusu sosyalistlere yönelik eleştiriler yer aldı. Parlamentarizm savunucuları “insan sefaletinin tacirleri” olarak tanımlandı. Gazetede ayrıca güçlü bir anti-militarist propaganda yapılıyordu. Uluslararası anarşist dayanışmanın bir ifadesi olarak Hollandalı vicdani retçilerin mektupları ve dayanışma mesajlarının yanı sıra Ferdinand Domela Nieuwenhuis’nin yazıları da gazetede kendine yer buldu.

El Oprimido’yu El Proletario, El Acarata, La Luz, La Revuelta, La Batalla, El Surco, Accion Directa vb. izledi. Şili’deki anarşist yayınlar içerisindeki en uzun periyoda sahip anarşist yayın La Batalla oldu.

Diğer Yayınlar

Bunların yanında farklı meslek gruplarında çalışmalar yürüten çeşitli sendikaların da kendine bağlı yayın organları mevcuttu. “El Siglo XX” (20. Yüzyıl) ve “La Imprenta” (Matbaa) dizgicilerin, “El Maritimo in Antofagasta” (Antofagasta’nın Denizcileri) ise denizcilerin yayını olarak bu tür anarşist yayınlara örnek gösterilebilir.

Anarşistlere yönelik saldırıların başlaması, başlangıcından beri birçok anarşistin kuşkuyla yaklaştığı Rus Devrimi’yle beraber Şilili anarşistler ve marksistler arasındaki farklılıkları derinleştirdi. Bu ayrışma, pratik alandaki ortaklıklara bağlı bir değişikliği de beraberinde getirdi. Daha önce anarşistlerin ve sosyalistlerin beraber örgütlediği “Workers Federation of Chile” (FOCH) dağıldı. Tabi bunların yanında bazı istisnai örnekler de yok değildi. “Verba Roja” isimli yayının editörlüğünü üstlenen grup, proletarya diktatörlüğünün anarşizme gidebilecek bir yol olduğu yanılgısına kapılarak ilk etapta sosyalistlerin yanında yer aldı. Sonrasında anarşistlere yönelik saldırılar onların da Rus Devrimi’ne dair tutumunu değiştirmesine sebep oldu.

Zaman içerisinde Şili’de anarşist literatürün gelişmesi için önemli adımlar atıldı. “Editorial Lux” isimli yayınevinin kuruluşuyla beraber anarşist hareketin önemli temel eserleri Şili’de yaygınlaşmaya başladı. 1898’de Şilili anarşistler “Marangozlar ve Ağaç İşçileri Topluluğu”, “Demiryolu İşçileri Genel Birliği” ve “Öğrenim ve Karşılıklı Yardım Derneği”ni kurdular, bu topluluklar ya kendi yayın organları çıkardı ya da bağlı bulundukları federasyonların yayınlarının dağıtımını üstlendi. Aynı yıl Iquique’de genel grev ilan edildi, grevin ardından işçi hareketinde anarşistlerin etkisi daha da yükseldi. Bunu izleyen süreçte La Tromba (Sağanak Yağmur), El Rebelde (Asi), “La Antorcha” (Meşale), “El Pueblo” (Halk) ve “El Jornal” (Gazete) isimli yayınlar yayınlanmaya başladı.

1899’da Francisco Bilbao İşçi Partisi anarşizmi benimsedi ve “Ordu, suç akademisidir” sloganıyla anti-militarist eylemler düzenledi. O yıllarda anarşistler ilk kez vicdani ret hareketini örgütlemeye başladı.

1 Mayıs 1889 tarihi Şili’de anarşizm için önemli tarihlerden biridir. Haymarket Katliamı’nın birinci yıldönümünde geniş katılımlı, devlete yönelik öfkenin dile getirildiği bir buluşma gerçekleşti.

Anarko-sendikalizmin gelişimi Şili’de kooperatifçilik hareketini de hızlandırdı. İlk kooperatif, 1 Mayıs 1900’de Iqueque’de kuruldu ve hızla toplumsallaştı. En yaygın döneminde 15 ayrı organizasyona bağlı toplam 20.000 işçi kooperatiflerde çalışıyordu.

Yüzyılın başında anarşist kadın hareketi gelişmeye başlamıştı. Şili’de anarşist kadınlar, Louise Michel, Voltairine de Cleyre, Lucy Parsons ve Emma Goldman’dan ilhamla mücadeleye atıldılar.

1906 yılında Antofagasta’nın maden işçileri grev ilan etti. Maaşlarının arttırılması talebiyle başlayan grev, tarihe “Santa Maria Okulu Katliamı” olarak geçen bir olayla -yani devlet şiddetiyle- geçti. Santa Maria Meydanı’nda kadın, çocuk ve işçilerden oluşan grevcilerin üzerine, grevi bastırması için gönderilen askerler tarafından ateş açıldı. 3000 kişi askerlerin silahlarıyla katledildi. 1908 yılında kurulan “Yaşam ve Işık” isimli sosyal merkez, 1917 yılına kadar sürecek aynı isimli derginin yayıncılığını yaptı.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Yayınlar (18)- Şili’de Anarşist Yayınlar (I): Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/16/anarsist-yayinlar-18-silide-anarsist-yayinlar-i-zeynel-cuhadar/feed/ 0
Küba’da Anarşizm (2) – Furkan Çelik https://meydan1.org/2017/09/26/kubada-anarsizm-2-furkan-celik/ https://meydan1.org/2017/09/26/kubada-anarsizm-2-furkan-celik/#respond Tue, 26 Sep 2017 10:23:03 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/26/kubada-anarsizm-2-furkan-celik/ İspanyol Kolonisinden, ABD Arka Bahçesine 1899’da ABD müdahalesi sırasında anarşist gazete !Tierra! çevresinde örgütlenen İnşaat İşçileri Birliği, grev hazırlığındaydı. ABD saldırısı sonrasında grev sert bir biçimde bastırıldı. Küba, Canovas canisinden ve İspanya’dan kurtulmuştu ama bu sefer ABD gibi büyük bir bela bu adaya göz dikmişti. Küba’daki şeker kamışı üretiminin büyük bir bölümünün ABD ve İspanya şirketlerinin elinde […]

The post Küba’da Anarşizm (2) – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İspanyol Kolonisinden, ABD Arka Bahçesine

1899’da ABD müdahalesi sırasında anarşist gazete !Tierra! çevresinde örgütlenen İnşaat İşçileri Birliği, grev hazırlığındaydı. ABD saldırısı sonrasında grev sert bir biçimde bastırıldı. Küba, Canovas canisinden ve İspanya’dan kurtulmuştu ama bu sefer ABD gibi büyük bir bela bu adaya göz dikmişti.

Küba’daki şeker kamışı üretiminin büyük bir bölümünün ABD ve İspanya şirketlerinin elinde olmasına karşı, anarşistler şeker üreticileri arasında bir dizi grev başlattılar. Grevler Havana’da Başkan Garcia Menocal hükümeti tarafından sertçe bastırılmaya çalışıldı. Bu dönemde anarşist hareket oldukça güçlendi. Birçok yayın çıkarıldı. Yayınların bazıları Malatesta ve Pietro Gori, bazıları Kropotkin ve Reclus, bazılarıysa Bakunin’in fikirlerini temsil etmekteydiler. Ama tüm anarşistler İspanya’da yeni filizlenen CNT’nin anarşist-sendikalizmini örnek alıyordu.

1922 yılında anarşist-sendikalist Alfredo Lopez, sendikaların ve işçi örgütlerinin bir araya gelmesiyle Havana İşçi Federasyonu’nun (Federacion Obrera de La Habana – FOH) kurulmasına ön ayak oldu. Alfredo Lopez, uzun soluklu bir toplumsal dönüşümün ilk adımlarını attı; emek birliklerinin, özgürlükçü okulların, işçi merkezlerinin, doğa derneklerinin ve José Martí Halk Üniversitesi’nin (Universidad Popular José Martí) kurulmasını organize etti. Bu sıkıntılı ve fırtınalı yıllarda anarşistler, ekonomik kaynaklardan ve herhangi bir destekten yoksun bir halde olmalarına rağmen, kırsalda ve kentlerde ülkedeki işçilerin büyük çoğunluğunu bir araya getirdiler ve örgütlediler.

1925 yılında CNT örnek alınarak Küba Ulusal İşçi Konfederasyonu (Confederacion Nacional Obrera de Cuba – CNOC) kuruldu. İlk başta 128 kolektif ve işçi örgütüyle, toplamda 200.000’den fazla işçi üyesiyle açılan konfederasyonun ana ilkeleri, seçimlere katılmamak, bürokratik olmamak, 8 saatlik iş günü ve grev hakkının mücadelesinin verilmesiydi; bu işçilerin ortak kararıydı.

Durruti ve Ascaso Küba’da

İspanyol anarşistler Ascaso ve Durruti İspanya’dan sürüldükleri dönemde Arjantin’e gitmek için Güney Amerika’ya gelmişlerdi. İlk olarak Küba’ya ayak basıp burada diktatör Gerardo Machado’nun halkı nasıl yoksullaştırdığını ve kendisinin nasıl zenginlik içerisinde yaşadığını görünce, burada bir süre kalıp işçileri örgütlemeye çalışmışlardı. Başta liman işçileri arasında çalışıp burada polis tarafından aranınca, Kübalı anarşistlerin desteğiyle Santa Clara’da bir köyde şeker çiftliklerinin birinde işe başlamışlardı. Burada patronun grev yaptıkları için 3 Kübalıya işkence edişini görmüşlerdi. Ascaso ve Durruti, patronu öldürme kararı alıp harekete geçti. Artlarında bıraktıkları notta “Gezginlerin Adaleti” yazmışlardı. Bu eylem, Küba’nın birçok bölgesinde büyük yankı oluşturmuştu. Herkes isimleri bilinmeyen gezginlerden bahsediyordu. Kübalı anarşistler, Durruti ve Ascaso’yu “Sabırsız Eylemciler” olarak görseler de, yaptıklarının Küba anarşizmi için önemli olduğunu düşünüyorlardı. Daha sonraları, Durruti ve Ascaso Arjantin’e vardıklarında, bir gazetede “Gezginler” adında bir grubun hala patronları öldürerek eylem yaptıklarını okuyunca yüzlerinde ufak bir tebessüm belirecekti.

Küba’nın yeni devlet başkanı Gerardo Machado, işçilerin politik tavırlarını “vatansever” bulmamıştı. Bu yüzden Küba Ulusal İşçi Konfederasyonu üyelerine yönelik bir tutuklama dalgası başlattı. Demiryolu işçilerini örgütleyen Enrique Verona’nın, Fabrika İşçileri Sendikası’nın sekreteri Margarito Iglesias’ın ve İşçi Konfederasonu genel sekreteri Alfredo Lopez’in katledilmeleri emirini verdi. Anarşist-sendikalistleri tutukladı ya da sınır dışı etti. Anarşistlere yönelik başlatılan bu devlet terörü, yaklaşık 8 sene sürdü. Bu süreçte Komünist Parti, Konfederasyon bileşenlerini kendi yelpazesi altına almaya çalıştı. İlerleyen süreçte Machado iktidarı ile masaya oturarak anlaşma bile yaptılar.

Machado iktidarının anarşistlere yönelik saldırıları anarşist hareketi güçsüzleştirse de, 1924’de Küba Anarşist Grupları Federasyonu (Federacion de Grupos Anarquistas de Cuba -FGAC) adında yeni bir örgütlenme oluşturuldu. FGAC Küba’nın bağımsızlık kazanmasından sonraki en kanlı dönemde mücadele etmeye çalışmıştı. Otomobil ve Nakliye sektöründeki genel grevler ve halkın sokakları çıkmasıyla 12 Ağustos 1933’te Machado iktidari devrildi. Ardından Komünist Parti’nin de desteklediği Batista Rejimi iktidarı ele geçirdi. Bu süreçte güç kaybeden anarşistler, Batista Rejimi’ne karşı kurulan devrimci muhalefet içerisinde hareket etmeye başladılar.

1936’da İberya Devrimi patlak verdiğinde, Kübalı anarşistler Havana’da Enternasyonal Anti-Faşist Dayanışma adında bir topluluk oluşturarak İspanya’daki yoldaşlara silah ve sağlık malzemesi göndermeyi organize ettiler. Gönüllü olan Kübalı anarşistler İspanya’ya giderek CNT-FAİ cephesinde faşistlerle savaştı. Bu süreçte birçok Kübalı, İberya topraklarında ölümsüzleşmişti. Sağ kalanlar ise yanlarında İspanyol yoldaşlarıyla birlikte Küba’ya geri döndüler.

1939’da Moskova’nın direktiflerini uygulayan Küba Komünist Partisi, artık General olan fakat ardındaki halk desteğini tümüyle yitiren Batista ile bir anlaşma yaptı. Bunun karşılığında Batista, yeni kurulan ve ülkedeki tüm toplumsal grupları kapsayan Küba İşçileri Konfederasyonu’nun (Confederacion de Trabajadores de Cuba – CTC) yönetimini Komünist Parti’ye verdi. Bu yıllarda Küba işçi hareketi Batista’nın talimatlarıyla legalleşti ve komünistlerin kontrolüne girdi. Anarşistler ise bu dönemde 30’lardan arda kalan anarşistlerin ve anarşist-sendikalistlerin bir araya gelebilmeleri için Küba Özgürlükçü Birliği’ni (Associacion Libertaria de Cuba – ALC) kurdular.

İspanya Devrimi’nden gelen anarşistlerle birlikte İspanya’da kurulan gençlik örgütü Özgürlükçü Gençlik (Juventudes Libertarias) aynı isimle Küba’da da kuruldu.

Darbe ile rejimi ele geçiren Batista, seçimlere girip “demokratik” başkan olarak seçilmişti. Seçimlerde Komünist Parti Batista’yı desteklemişti. Anarşistler ise hem CTC’de işçiler içerisinde örgütlenirken hem de yoksul, topraksız, parasız köylülerin katıldığı köylü birlikleri oluşturmaktaydı. Anarşistlerin eski kalesi olan kuzeydeki Camaguey civarında ve güneyde anarşistlerin yıllarca özgür tarım kolektiflerini kurduğu Oriente’deki kahve üretim bölgelerinde birçok köylü birliği tekrardan oluşturulmuştu.

Kara’dan Kızıl’a Geçiş

Batista, 1940–1944 yıllarındaki Küba başkanlığının ardından 1952 yılının mart ayında Carlos Prío iktidarına darbe yaparak yönetimi tekrar ele geçirmişti. Buna karşı Fidel Castro, bir grup genç devrimciyle birlikte Santiago de Cuba’daki Moncada kışlasına saldırdı. Castro’nun yanında bulunan az sayıdaki arkadaşının çoğu ölü olarak ele geçirildi. Sağ kalanlar hapsedildiler ve birkaç ay sonra affedilerek Meksika’ya gönderildiler. Anarşistler Küba Özgürlükçü Birliği ile bu süreçte şehirlerde Batista rejimine karşı eylemler örgütledi. 1956’da Castro, Oriente’ye geldi ve dağlarda gerilla hareketi başlattı. Daha önce Batista rejimini destekleyen anarşistlerin sendikalarına el koyan Komünist Parti, Castro ekibini siyasi olarak destekleme kararı aldı. 1958 Ağustosu’nda Castro ile bir anlaşma yaptılar. 31 Aralık 1958’de Batista Küba’yı terk etti ve Küba halkı için yeni bir tarihsel dönem başladı.

Castro iktidarı ele geçirdiğinde, Kübalı anarşistler 1917’de Sovyetlerin Mahnovistlere yaptıklarını biliyorlardı. Bu yüzden Castro’ya başından beri hiç güvenmediler. Castro da hızlıca rengini belli etti. Tüm işçi sendikaları devlete bağlandı. Anarşistler de sendikalardan çekilerek illegal konuma geçtiler. Sendikal Eylem Hareketi (Movimiento de Accion Sindical, MAS) adında gizli bir işçi örgütü kurup Nuestra Palabra Semanal adlı haftalık bröşürü çıkartarak Küba halkını Castro rejimine karşı örgütlemeye çalıştılar. Halk komünist değildi, bir günde iktidarı ele geçiren rejimin dediklerini yapmak istemiyordu. Bu yüzden anarşistlerin hareketleri halkta geniş yer bulmuştu.

Castro ise daha fazla güçlenmek için Sovyetler’e yanaşmıştı, Küba’yı Rusya’nın şeker kolonisi haline getirmiş, bu da işçi ve köylüler için günde 14-15 saati bulan çalışma saatleri demek olmuştu. Castro’nun saldırıları, Batista rejimindekinden çok daha ağırdı. Anarşistler infaz ediliyor ya da hapishanelere kapatılıp sürgüne gönderiliyorlardı.

Anarşist hareket yenilmişti. Küba’da hiç olmadığı kadar güçsüz duruma düşmüştü. Fakat kazandıklarını zanneden komünistler, seneler sonra kapitalizme kapılarını savaşmadan açacaklardı. Kübalı anarşistler için savaşıp yenilmek, teslim olarak kaybetmekten çok daha iyiydi.

Furkan Çelik

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.

The post Küba’da Anarşizm (2) – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/26/kubada-anarsizm-2-furkan-celik/feed/ 0
Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici https://meydan1.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/ https://meydan1.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/#respond Thu, 21 Sep 2017 20:12:31 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/   Dünyanın dört bir yanında, kadınların mücadelesi, kadınların dayanışmasıyla sürüyor. Erkek egemen sistemde, kadınların yaşadıkları adaletsizliklere karşı, milyonlarca kadın sokakları doldurup öfkelerini haykırıyor. Son yıllarda, Güney Amerika’da yükselmekte olan kadın mücadelesi, Arjantin’de kadın katliamlarına karşı oluşturulan Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) eylemleri ve kampanyası ile geniş yankı uyandırırken, Şili’de son yıllarda gerçekleştirilen kürtaj […]

The post Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Dünyanın dört bir yanında, kadınların mücadelesi, kadınların dayanışmasıyla sürüyor. Erkek egemen sistemde, kadınların yaşadıkları adaletsizliklere karşı, milyonlarca kadın sokakları doldurup öfkelerini haykırıyor.

Son yıllarda, Güney Amerika’da yükselmekte olan kadın mücadelesi, Arjantin’de kadın katliamlarına karşı oluşturulan Ni Una Menos (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) eylemleri ve kampanyası ile geniş yankı uyandırırken, Şili’de son yıllarda gerçekleştirilen kürtaj eylemleri de bu yankının devamı oldu.

Kadınların örgütlü mücadelesi ile; kadın katliamlarının, taciz ve tecavüzlere karşı Şili’de binlerce kadının sokaklara döküldüğü eylemler sokak eylemleri gerçekleştirildi. 2013 yılından bu yana yapılan eylemlerde, dünyanın en kalabalık kadın eylemlerinden birine Şili sahne oldu.

1973’te, darbe ile yönetime geçen ve 1990 yılına dek yönetimini sürdüren diktatör Pinochet, 1989 yılında çıkardığı yasayla, koşulu ne olursa olsun kürtajı yasaklamıştı. Kadınların kürtaj yasağının kaldırılması için verdiği mücadele, yıllardır sürmekteydi, son yıllarda daha da aktif hale gelmişti.

Temmuz ayında, Şili’de, meclise önerilen yasa tasarısında, kürtajın kısmen yasallaşması vardıi. Tecavüz, anne sağlığına zarar gelmesi veya doğumun başarılı gerçekleşmeyeceğinin bilinmesi durumlarında; kürtajın yapılması önerilmiş ve yasa tasarısı meclis tarafından kabul edilmişti. Yasa tasarısının kabulünün ardından, Muhafazakar parti UDİ, Anayasa Mahkemesi’ne, ret talebinde bulundu. Muhafazakar partinin kürtaj yasağının kaldırılmasının önüne koyduğu engel, Şili’de on binlerce kadının sokaklara dökülmesine neden yol açtı.

Anayasa Mahkemesi’nin 22 Ağustos’ta açıkladığı karar ile; kürtaj kısmen yasallaşmış oldu. Ancak bu yasallaşmadan önce, Şili’de kadınlar, kürtaj yasağına karşı pek çok alternatif klinik oluşturmuş, “legal olmayan yollarla” kürtaj yapıyor/yaptırıyorlardı. Hatta, 2010-14 yılları arasında kürtaj yaptığı ve yaptırdığı gerekçesiyle 70 doktor ve kadın tutuklu bulunuyordu.

Şili’de eylem sürecini kazanıma dönüştüren kadınlar için ise mücadele devam ediyor. Kısmen yasallaşmanın istenilen sonuç olmadığını söyleyen kadınlar; kadın katliamlarına, tacize, tecavüze karşı dayanışmayı büyütmek için sokakları doldurmaya devam ediyorlar.

Dünyanın dört bir yanında direnen kadınlara selam olsun!

Dayanışmamız kazanacak!


Pelin Derici

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Şili’de Kadınlar Kazandı – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/21/silide-kadinlar-kazandi-pelin-derici/feed/ 0
“Anarşist Yayınlar Dizisi (8) : Ekvador’da Anarşist Yayınlar” – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2016/05/04/anarsist-yayinlar-dizisi-8-ekvadorda-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2016/05/04/anarsist-yayinlar-dizisi-8-ekvadorda-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/#respond Tue, 03 May 2016 21:32:35 +0000 https://test.meydan.org/2016/05/04/anarsist-yayinlar-dizisi-8-ekvadorda-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ 20. yüzyılın başlarında özellikle Şili’den gelen göçmen işçilerin yoğunluğuyla, Ekvador’un merkezi Guayaquil’de işçi hareketi etkisini artırmaya başladı. İşçi hareketinin Ekvador’daki tarihi, anarşizmin aynı topraklardaki tarihiyle de paraleldi. Yalnızca işçilerin değil bütün ezilenlerin kurtuluşu için verilen mücadele, yerli halkın kimlik mücadelesi ve köylülerin özgürlük mücadelesi gibi farklı mücadele alanları üzerinde bir bütün olarak yoğunlaşıyor; önce Ekvador’un […]

The post “Anarşist Yayınlar Dizisi (8) : Ekvador’da Anarşist Yayınlar” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Anarşist Yayınlar 8 Ekvador'da Anarşist Yayınlar 1

20. yüzyılın başlarında özellikle Şili’den gelen göçmen işçilerin yoğunluğuyla, Ekvador’un merkezi Guayaquil’de işçi hareketi etkisini artırmaya başladı. İşçi hareketinin Ekvador’daki tarihi, anarşizmin aynı topraklardaki tarihiyle de paraleldi. Yalnızca işçilerin değil bütün ezilenlerin kurtuluşu için verilen mücadele, yerli halkın kimlik mücadelesi ve köylülerin özgürlük mücadelesi gibi farklı mücadele alanları üzerinde bir bütün olarak yoğunlaşıyor; önce Ekvador’un büyük şehirlerindeki Suburbio’larında* yaşayan yoksul halkı harekete geçirmeye başlıyordu.

Anarşistler, tren yollarında çalışan Jamaikalı göçmen işçilerin, marangozların ve Güney Amerika kıtasının en önemli ihracat ürünlerinden olan kakao üretiminde çalışan işçilerin arasında örgütlüydü. Ekvador’daki en uzun soluklu örgütlenme deneyimi olan Federacion Regional de Trabajadores del Ecuador’un (Ekvador İşçileri Bölgesel Federasyonu) temelleri, mücadelelerini yaşamlarından örgütleyen bu yoldaşlar tarafından atıldı.

Ekvador’da anarşizm, 15 Kasım 1922 tarihinde ülkenin en büyük kenti Guayaquil’de gerçekleşen büyük genel grevi örgütleyerek, tarihe önemli bir deneyim bıraktı. Durán’da çalışan FTRE destekçisi işçilerin fitilini yaktığı grev, kısa sürede bütün bir işçi sınıfını etkiledi. Devlet, grevi kanla bastırdı. 1000 grevci, ordunun silahlı saldırısı sonucu katledildi. Ancak artan devlet baskısı, ezilenlerin öfkesini daha da arttırıyordu. 1920’li yıllarda sadece Guayaquil’de aktif olan beş anarşist örgütlenme vardı. Redencion, Tierra y Libertad, Solidaridad, Hambre ve Luz y Accion ismindeki bu gruplar, Federacion de Grupas Anarquistas ‘Miguel Bakunin’ (Bakunin’in Anarşist Federasyonu) adıyla, birbirleriyle koordine bir şekilde hareket ediyordu.

Ekvador’da, özgürlükçü fikirlerin propagandasının yapıldığı ilk yayın, 1899 yılında Guayaquil’de yayın hayatına başlayan El Pabellon Roja’ydı. Gazetede eylemle propaganda kuşağının temsilcileri tanıtılıyor, bütün iktidarlara karşı doğrudan eylem çağrısı yapılıyordu. Ravachol’ün ve Sante Geronimo Caserio’nun fikirleri savunuluyordu. Takip eden yıllarda Ekvador’da anarşizm denilince akla gelen ilk isim Jose Alojo Capelo Cabello’nun gazetesi çıkmaya başladı. Centro Germinal Sindicalista isimli sendikanın yayın organı olan El Proletario, 1920 yılında yayınlanmaya başladı.

Ekvador’da anarşizm, özellikle yayıncılık alanında hızlı bir gelişim gösterdi; Kropotkin’in, Bakunin’in ve Malatesta’nın eserleri hızlıca yayınlandı. Bunun yanı sıra Amerika kıtasının çeşitli yerlerinde yayınlanan anarşist yayınlar, Ekvador’da da mutlaka dolaşıma sokuluyordu.

Meydan Gazetesi- Anarşist Yayınlar 8 Ekvador'da ANarşist Yayınlar 2

 

Başkent Quito’da yayınlanan La Prensa, o yıllardaki önemli yayınlardan biriydi. Anarşizm tarihi çalışmalarıyla bilinen Max Nettlau’nun yazıları ve kitabı Contribucion a la Bibliografia Anarquista en America Latina’dan seçilmiş günlükler, La Prensa’da kendine yer buluyordu. Aynı tarihlerde Federacion de Grupos Anarquistas ‘Miguel Bakunin’i oluşturan gruplar ise Tribuna Obrera’yı kurdular ve Ricardo Floras Magon’un ismini verdikleri bir tiyatro grubu oluşturdular. Tribuna Obrera ile benzer dönemlerde yayınlanan Ideas y Combate’de, genellikle işçi mücadelesine dair yazılar yayınlandı. Aralarında Narciso Veliz, Alberto Diaz, Juan Murillo, Jose Barcos’un da bulunduğu kalabalık bir editör grubunun çabalarıyla yayınlanan El Hambriento, Ekvador’da yayınlanan anarşist yayınlara bir diğer örnekti. Daha sonra üniversitelerde örgütlenme çalışması yürütmek için Bloque Obrero Estudantil isimli örgütü kuracak olan Luz y Accion da, aynı isimli bir de yayına sahipti.

Meydan Gazetesi- Anarşist Yayınlar 8 Ekvador'da Anarşist Yayınlar 3

1930’lu yıllarda baskısını artırmaya başlayan devlet, hem örgütlenmeyi hem de paralelinde çıkarılmakta olan yayınları sindirmeye çalışıyordu. Hareketin taşıyıcılığını yapan birçok anarşist, bu tarihlerde, Galapagos adalarına sürgün edildi. Yaşamını sürdürdüğü Ekvador’dan ülkesine sürülen Şili’li Nestor Donaso ise ülkesinde tutsak edildi. 1934 yılına gelindiğinde ise, aralarında Alejo Capelo, Alberto Diaz gibi militanların da yer aldığı bir grup, anarşist örgütlenmeyi yeniden güçlendirmek için FTRE benzeri olan bir sendikayı, Union Sindical de Trabojadores (UST)’i kurdu.

Küçük bir Orta Amerika ülkesi olan Ekvador’da üzerine çalışmalar yapılan, referans olarak gösterilen anarşizm, büyük bir mücadele mirası bıraktı. Bu miras, özellikle kültürel ve tarihsel olarak Ekvador’la benzerlikler taşıyan coğrafyamızda yeni perspektifler ve mücadele yöntemleri geliştirmek açısından büyük bir öneme sahip.

*Ekvador’da direkler üstüne kurulmuş, bambudan, dayanıksız konutlara verilen isim. Gecekondu.

Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

 

The post “Anarşist Yayınlar Dizisi (8) : Ekvador’da Anarşist Yayınlar” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/05/04/anarsist-yayinlar-dizisi-8-ekvadorda-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/feed/ 0
“Güney Amerika’da Anarşizm ve Gençlik Örgütlenmeleri” Paneli Gerçekleştirildi https://meydan1.org/2015/06/04/guney-amerikada-anarsizm-ve-genclik-orgutlenmeleri-paneli-gerceklestirildi/ https://meydan1.org/2015/06/04/guney-amerikada-anarsizm-ve-genclik-orgutlenmeleri-paneli-gerceklestirildi/#respond Thu, 04 Jun 2015 12:21:18 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/04/guney-amerikada-anarsizm-ve-genclik-orgutlenmeleri-paneli-gerceklestirildi/ Gazetemizde yazılarına yer verdiğimiz, Anarkismo.net sitesinin editörlerinden olan José Antonio Gutiérrez, Anarşist Gençlik’in davetlisi olarak, Güney Amerika’da anarşizm ve gençlik örgütlenmeleri konulu panel gerçekleştirdi. Kadıköy Paylaşma ve Dayanışma Deneği’nde gerçekleştirilen panelde konuşan José Antonio Gutiérrez, Şili’de anarşist hareketlerin ortaya çıkışından anarşizmin gençlik hareketleri üzerindeki etkisine, Güney Amerika’daki farklı anarşist örgütlenmeler tarafından yürütülen işçi, gençlik ve […]

The post “Güney Amerika’da Anarşizm ve Gençlik Örgütlenmeleri” Paneli Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
jose1

Gazetemizde yazılarına yer verdiğimiz, Anarkismo.net sitesinin editörlerinden olan José Antonio Gutiérrez, Anarşist Gençlik’in davetlisi olarak, Güney Amerika’da anarşizm ve gençlik örgütlenmeleri konulu panel gerçekleştirdi.

Kadıköy Paylaşma ve Dayanışma Deneği’nde gerçekleştirilen panelde konuşan José Antonio Gutiérrez, Şili’de anarşist hareketlerin ortaya çıkışından anarşizmin gençlik hareketleri üzerindeki etkisine, Güney Amerika’daki farklı anarşist örgütlenmeler tarafından yürütülen işçi, gençlik ve köylü hareketlerinden bölgenin mücadele tarihine kadar birçok konuda deneyimlerini paylaştı.

Yaşadığı coğrafyadaki toplumsal hareketlerden bahsederken; 90’lı yılların ortalarında ortaya çıkan Zapatista Hareketi’nden Topraksız Köylüler Hareketi’ne dair verilen pek çok mücadelenin bilgilerini paylaşan ve 2000’li yılların başında Güney Amerika’da ortaya çıkan toplumsal hareketlerin durumu hakkında konuşan Gutiérrez, bu süreçlerde kendi yaşadıklarını ve bakış açılarını paylaştı.

Katılımcıların ilgiyle dinlediği etkinlik, ikinci bölümünde Gutiérrez’e sorulan sorularla devam etti. Etkinlik dikkatle dinlenen ve uzun süren soru cevap bölümünün ardından sonlandırıldı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Güney Amerika’da Anarşizm ve Gençlik Örgütlenmeleri” Paneli Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/04/guney-amerikada-anarsizm-ve-genclik-orgutlenmeleri-paneli-gerceklestirildi/feed/ 0
“Brezilya Halkları Kapitalizme Karşı Defansta” – Özgür Erdoğan https://meydan1.org/2014/06/19/brezilya-halklari-kapitalizme-karsi-defansta-ozgur-erdogan/ https://meydan1.org/2014/06/19/brezilya-halklari-kapitalizme-karsi-defansta-ozgur-erdogan/#respond Thu, 19 Jun 2014 16:55:53 +0000 https://test.meydan.org/2014/06/19/brezilya-halklari-kapitalizme-karsi-defansta-ozgur-erdogan/ Eyaleti gözetleyen 3 bin kamera, 20 bin polis, 170 bin güvenlik görevlisi, insansız hava araçları, güvenlik robotları, 40 ayrı ülkeden istihbarat desteği, kimyasal ve nükleer tehditlere karşı alınan önlemler, yapılan tatbikatlar ve tabi ki bütün bunlar için harcanan 600 milyon Euro… Yukarıdaki rakamlar sıcak çatışmaların ve gırtlak gırtlağa bir savaşın yaşandığı bir Ortadoğu ülkesine değil, […]

The post “Brezilya Halkları Kapitalizme Karşı Defansta” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Eyaleti gözetleyen 3 bin kamera, 20 bin polis, 170 bin güvenlik görevlisi, insansız hava araçları, güvenlik robotları, 40 ayrı ülkeden istihbarat desteği, kimyasal ve nükleer tehditlere karşı alınan önlemler, yapılan tatbikatlar ve tabi ki bütün bunlar için harcanan 600 milyon Euro…

Yukarıdaki rakamlar sıcak çatışmaların ve gırtlak gırtlağa bir savaşın yaşandığı bir Ortadoğu ülkesine değil, başka bir savaşın yaşandığı bir Güney Amerika ülkesine; Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olan Brezilya’ya ait. Üstelik savaşın tarafları açık ve net, nedenleri gün gibi ortada: Cephenin bir tarafında bölge halkını hiçe sayan Dünya Kupası’nı bahane ederek mahalleleri talan eden, insanları yaşadıkları bölgeden zorla kovan, binlerce insanı aç bırakan küresel kapitalistler ve onların o bölgedeki ortakları, cephenin diğer yanında ise tutunabilecekleri tek şey yaşamları ve beraber mücadele ettikleri insanlar olan ezilenler.

Eğer son yıllardaki büyük spor organizasyonlarının yapıldığı coğrafyalara ve o coğrafyalar hakkında çıkmış kıyıda köşede kalan haberlere bakarsanız, muktedirlerin neden bu kadar çok korktuğunu anlarsınız. Çünkü kapitalizm son 20-30 yıldan bu yana kendi kentlerini yaratmaya, hâlihazırda cehenneme çevirdiği yaşam alanlarımızı kendi arzuladığı ölçüde dönüştürmeye uğraşıyor. Şehir merkezinde kalmış yoksul mahalleleri, kent dışına çekmeyi, yoksullardan boşalan yerleri devasa rezidanslar, büyük alışveriş merkezleri ile doldurup bizlerin cehenneminden kapitalizmin cennetini yaratmaya çalışıyor. Güçlü kapitalist devletlerin kısmen başardığı bu dönüşümü yakalamaya çalışan diğer “üçüncü dünya ülkeleri” için ise, Dünya Kupası ve Olimpiyatlar gibi devasa spor organizasyonları büyük olanaklar sunuyor. Çünkü böylesine büyük bir organizasyonu alan devlet için yıkım ve tahliyeler meşrulaşıyor. Yani, bu organizasyonlar sırasında stadyumun içinde ya da televizyonun başında Messi’nin attığı golü ya da Usain Bolt’un deparını izleyenler stadyumun dışını göremez oluyorlar.

2014 Dünya Futbol Şampiyonası ve 2016 Olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak olan Brezilya’da da yaşanan şey bu. “Kentsel dönüşümü” hızlıca tamamlamaya çalışan devletlerle kapitalistler ve buna çanak tutmaya oldukça hevesli olan büyük spor ağalarının ortaklığı.

Brezilya’da şu ana kadar 250.000 kişi evinden edildi, onlarca mahalle haritadan silindi, yüzlerce ev yıkıldı, bu dönemde özel tim polisleri tarafından 18 mahalle işgal edildi ve onlarca kişi öldürüldü, devlet erkanınca ülkenin görüntüsünü bozan ve imajını zedeleyen sokak çocukları bir anda ortadan kayboldu; kimileri bu çocukların öldürüldüğünü kimileri de gözetim altında tutuldukları yerlerde işkence gördüklerini söylüyor, sadece stadyum inşaatlarında çalışan 8 işçi yaşamını yitirdi.

Bu rakamlar ve katliamlar tüylerinizi ürpertmeye yetmiyorsa elinize bir harita alın ve bu organizasyonların yapıldığı yerlere tekrar bakın ve bugün de Brezilya’dan geçmekte olan fay hattını izleyin. 1988 Seul Olimpiyatları’nda 720.000 kişi evinden edilmiş, 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda 30.000 kişi, 2008 Pekin Olimpiyatları’nda da 1.250.000 kişi ve 2014 Güney Afrika Dünya Futbol Şampiyonası’nda yine yüz binlerce kişi evlerinden, mahallerinden zorla tahliye edilmiş, yoksullardan boşaltılan yerlere stadyumlar, alışveriş merkezleri ve rezidanslar inşa edilerek bu bölgeler, hızlı bir şekilde kapitalist dönüşümlerini tamamlamışlardı.

Kısacası, Brezilya’da devlet erkânı, kapitalistler ve endüstriyel futbol adamları bize büyük bir futbol şöleninin gölgesinde; yıkım, ölüm ve yağma sunuyor ve ne yazık ki bu Dünya Kupası’nda da isteseler de istemeseler de tüm futbolcular gollerini karşı takıma değil, biz ezilenlere atıyor.

Özgür Erdoğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 19. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Brezilya Halkları Kapitalizme Karşı Defansta” – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/06/19/brezilya-halklari-kapitalizme-karsi-defansta-ozgur-erdogan/feed/ 0
ŞİLİ’DE BİR FİLİSTİN TAKIMI https://meydan1.org/2014/05/24/silide-bir-filistin-takimi/ https://meydan1.org/2014/05/24/silide-bir-filistin-takimi/#respond Sat, 24 May 2014 17:09:07 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/24/silide-bir-filistin-takimi/ Avrupa liglerinde özellikle muhalif taraftar gruplarının İsrail’in Filistin işgaline yönelik tepkileri zaman zaman tribünlerde yer bulur. Bazen stadı dolduran taraftarlarca söylenen marşlarla, özellikle Celtic maçlarında açılan “Özgür Filistin” pankartlarıyla, ya da Panathinaikos maçlarında açılan Filistin bayraklarıyla kendini gösterir. Peki ama Güney Amerika’da, Şili liginde Filistin topraklarını sembolize eden haritayı formasında kullanan futbol takımını nasıl anlamak […]

The post ŞİLİ’DE BİR FİLİSTİN TAKIMI appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Avrupa liglerinde özellikle muhalif taraftar gruplarının İsrail’in Filistin işgaline yönelik tepkileri zaman zaman tribünlerde yer bulur. Bazen stadı dolduran taraftarlarca söylenen marşlarla, özellikle Celtic maçlarında açılan “Özgür Filistin” pankartlarıyla, ya da Panathinaikos maçlarında açılan Filistin bayraklarıyla kendini gösterir. Peki ama Güney Amerika’da, Şili liginde Filistin topraklarını sembolize eden haritayı formasında kullanan futbol takımını nasıl anlamak lazım?

Belki bu Ocak ayında yaşanan siyasi krize kadar hiçbirimizin haberi yoktu bu takımdan. Club Deportivo Palestino, Filistin’den Santiago’ya göç etmiş Filistinlilerin kurduğu bir takım. 1920’de bu isimle kurulan bir takım, aslında İsrail devletinin “Filistin diye bir şey yoktu, İsrail kurulduktan sonra böyle bir şey uyduruldu.” iddiasının bizzat çürütüldüğü bir örnek.

Filistin halkının Filistin’den sonra dünyada en çok yoğunlaştığı bölge Şili. 1948’e kadar göçler sıklıkla yaşanıyor olsa da, bu tarihten sonraki göçlerin büyük bir bölümü İsrail işgali nedeniyle olmuş. Takımın renkleri yeşil, siyah, kırmızı ve beyaz, yani Filistin bayrağının renkleri. Takım oyuncuları kuruluş yıllarında yoğunluklu olarak Filistinli göçmen ailenin çocukları olsa da, artık Şili’nin farklı bölgelerinden birçok oyuncu takımın içinde yer alıyor. CD Palestino, Şili Süper liginde başarılı bir takım olarak tanınıyor. Kurulduğundan bu yana, iki lig, iki de kupa şampiyonluğu var.

Bir Bütün Filistin

Siyasi krize neden olan şey ise, Ocak ayında oyuncuların yeni tasarlanan formalarla maça çıkması. Yeni formaların arka kısmındaki sayıların olduğu bölümde, “1” numaranın Filistin’in işgal öncesi topraklarını gösteren bir haritayla sembolize edilmesi sadece Şili değil, tüm dünyada gündeme oturdu..

Takımın formasının “terörizmi çağrıştırdığı” “kin ve şiddet” duyguları uyandırdığı nedeniyle, CD Palestino, Güney Amerika’da bulunan İsrail menşeili tüm kurumlar tarafından FIFA’ya şikayet edildi. Haklarında karalama kampanyası başlatmak için bu haritanın bir formaya eklenmiş olması yetti.

1900’lerin başlarından bu yana, ekonomik, siyasi vb. nedenlerden dolayı Şili’ye göç etmiş bir halkın, kendi topraklarını kendi kültürünü yaşatmak istemesinin ne kadar kötü olabileceği konuşuluyor şimdilerde.

Mayıs 1948

İsrail’in Filistin topraklarını işgal edip, 1 milyona yakın Filistinliyi yaşadığı topraklardan atmasının ve devlet olarak kendini ilan etmesinin tarihidir Mayıs ‘48. Filistin halkının yaşadığı yerlerden katliamlarla çıkartılmasının tarihidir, İsrail devletinin Filistin’i yok etme planlarının başladığı tarihtir. Mayıs 1948, Nakba tarihidir; yani öldürülerek yerlerinden edilenlerin “felaket” tarihidir.

İsrail devleti, geçtiğimiz ay açıkladığı Batı Şeria’da yeni yerleşim bölgeleriyle beraber “felaket politikaları”na devam ediyor. Bu politikaların siyasal krize yol açmadığı uluslararası devletler etiğinde, CD Palestino’nun “Bir Bütün Filistin”i savunması son derece tehlikelidir!

Formanın “1” numarası olan haritada, yaşanmış katliamlar, zorunlu göçler, yok edilmeye çalışan bir halk, bir kültür varsa tehlikelidir. İsrail terörizmi ve şiddeti bu kadar gündem değilken, Batı Şeria ve Gazze’de hergün yaşanan baskı, zulüm politikaları gündem değilken, uluslararası devletler hukuku her durumda olduğu gibi ezilenin aleyhine işlerken Filistin Futbol Takımı teknik direktörü Nicola Hadwa Shahwan’ın söylediğine kulak vermek gerek;

“CD Palestino’nun formasına geldikleri toprakların haritasını koymak, yalnızca o toprakları zor kullanarak ele geçirmeye çalışanları,insanların özgürlüğüne saygı duymayanları kızdırır. Barış, adalete dayanmalıdır. Spor, sanat, kültür ve bilim insanların doğrudan gerçekliğiyle ilişkili değildir, buna rağmen insanların duygularını, tarihsel deneyimlerini yansıtabilir. CD Palestino, Filistinlilerin duygularını adalet, barış ve özgürlük şiarıyla yükseltmiştir. Onları saygıyla selamlıyorum.”

The post ŞİLİ’DE BİR FİLİSTİN TAKIMI appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/24/silide-bir-filistin-takimi/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (5) : Patronsuz İşçiler- İşçilerin Öz-yönetimi https://meydan1.org/2013/10/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-5-patronsuz-isciler-iscilerin-oz-yonetimi/ https://meydan1.org/2013/10/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-5-patronsuz-isciler-iscilerin-oz-yonetimi/#respond Sat, 19 Oct 2013 17:40:43 +0000 https://test.meydan.org/2013/10/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-5-patronsuz-isciler-iscilerin-oz-yonetimi/ Arjantin’de İşçilerin Öz-Yönetimi Latin Amerika son 30 yılda neo-liberal politikaların uygulamalarına maruz kaldı – yapısal uyum programları, tasarruf tedbirleri, ekonomide endüstrileşme ve “iç birikim” modelinden, duygusuz finans kapitali kayıran bir modele kayma, serbest ticaret antlaşmaları ve bölgenin ABD’ye gittikçe artan ekonomik bağımlılığı. Her zaman olduğu gibi, bu politikaların en kötü sıkıntılarını halk çekti – yüksek […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (5) : Patronsuz İşçiler- İşçilerin Öz-yönetimi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2001 Aralık’ında Arjantin halkı sokaklara döküldüğünde, bu durum dünyanın birçok yerinde şaşkınlık yaratmıştı. Güney Amerika’daki diğer ülkelere kıyasla ekonomisi daha güçlü olan bir ülkede böyle bir durumun yaşanmasını en son bekleyen, kesinlikle IMF’ydi. Küresel kapitalizmin planları hiç de istediği gibi gitmemişti. Durumdan rahatsız olan sadece küresel sermaye grupları değildi, halkın içine düştüğü durum belirsizdi. Hükümet düşmüştü, ekonomi altüst olmuştu. Böyle bir durumda yapılacak tek şeyi Arjantin halkı yapmıştı. Siyasi ve ekonomik belirsizlikte, çözümü kendi öz-örgütlülüklerinde aradılar. Bu süreçte yaşanılan deneyimler, farklı coğrafyalardaki halklar için esin kaynağı oldu. Arjantin’de yaşanan bu süreçte beliren patronsuz işçilerin oluşturduğu öz-yönetim fabrikaları, sadece halkın acil ihtiyaçlarının karşılandığı özel bir deneyim olarak durmuyor karşımızda. Öz-yönetime dayalı, hiyerarşik olmayan bir şekilde işçilerin beraberce ve özgür bir şekilde karar alabildikleri bir deneyim olarak da önem taşıyor. Gazetemizin bu bölümünde özellikle anarşistler arasında, 2008’de iyice beliren kriz sonrası dönemdeki tartışmalara yer vereceğimizden ilk yazımızda bahsetmiştik. Yine aynı yazımızda, somut pratik model önerileri ve bu önerilerin eleştirileri üzerinde durmaya çalışacağımızdan bahsetmiştik. Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisindeki bu yazımızda, bu iki kaygıyı birleştirip Arjantin’deki patronsuz işçilerin deneyimi ve bu deneyimin anarşist komünist bir değerlendirmesinin yapıldığı José Antonio Gutiérrez D.’nin Red and Black Revolution’da ve anarkismo.net’te 2005’te yayınlanmış Patronsuz İşçiler; Arjantin’de İşçilerin Öz-yönetimi başlıklı yazısına yer verdik. Taksim Direnişi sonrasındaki hareketliliğinin etkilerini deneyimlediğimiz bir zamanda, tam da Kazova Direnişi’yle patronsuz işçilerin üretimi ellerine aldığı bir süreçte, bu bölümde yer verdiğimiz bu yazının anlam bulmasını umuyoruz. Anarşist Ekonomi Tartışmaları’nın benzer deneyimlerle teorik bir düzlemden çıkıp yaşamsal kılınması sadece bu yazı dizisini hazırlayanların değil, aynı zamanda gazetemizin de temel kaygısıdır.

Arjantin’de İşçilerin Öz-Yönetimi

Latin Amerika son 30 yılda neo-liberal politikaların uygulamalarına maruz kaldı – yapısal uyum programları, tasarruf tedbirleri, ekonomide endüstrileşme ve “iç birikim” modelinden, duygusuz finans kapitali kayıran bir modele kayma, serbest ticaret antlaşmaları ve bölgenin ABD’ye gittikçe artan ekonomik bağımlılığı. Her zaman olduğu gibi, bu politikaların en kötü sıkıntılarını halk çekti – yüksek seviyede işsizlik, ücretlerin ve yaşam standardının düşüşü. Yerel hükümetlerin gerçek öncelikleri, yani hileyle yaratılan dış borcun ödenmesi, hem yerli hem yabancı patronlar için yüksek karlılık seviyelerinin korunması söz konusu olduğunda, halkın en acil ve temel ihtiyaçları harcanabiliyordu. Latin Amerika’da, patronların 80’ler ve 90’larda yaptıkları şiddetli saldırılar nedeniyle, 70’ler ve 80’lerin başındaki politik senaryonun tam tersi bir duruma geldik. İşçi sınıfının hücumda olduğu durumdan savunmaya çekildiği duruma geldik. Özellikle 90’lara damgasını vuran özellikler, mücadelelerin bölünmesi ve değişik halk öznelerinin mücadelesinde bir birlik anlayışının yokluğu ve yöneten sınıfın saldırısı oldu. Fakat tüm kıtada değişik yerlerde, Ekvator’da, Venezuela’da, Bolivya’da, Peru’da ve Arjantin’de çıkan isyanlar, güçten düşen bir model için gelecek bir krize işaret ediyordu. Tüm bu ayaklanmaların ortak bir işareti var: Halk hareketinin tekrar hücuma geçme şansı yakaladığı yeni bir senaryoyu belli belirsiz gösteriyorlar. Arjantin halkının son üç yıldaki deneyimleri bu bağlamda önemlidir ve bütün iç çelişkileriyle birlikte Güney Amerika’nın içinde olduğu gerilimin potansiyelini ve sınırlarını gösteriyor. Ve şüphesiz, yeni bir halk hareketinin ortaya çıkması, uluslararası finansın ekonomik yaptırımlarına karşı muhalefetin güçlendiğini ifade ediyor. Devrimci politikanın yayılması için uygun, yeni bir dönemi, ezilenlerin ve sömürülenlerin kurtuluşu için yeni bir yolu işaret ediyor.

“Argentinazo” Arjantin’de, 20 Aralık 2001’de kendiliğinden ayaklanan halk, başkan Fernando De La Rua’yı istifaya zorlayarak dünyayı şaşırttı. Sanki bir anda Latin Amerika’nın en zengin ekonomisi sallanıyordu. Ama gerçekte Arjantin krizinin belirtileri çok önceden hissediliyordu ve o gün olanlar, biriken bir krizin, halkın “volkanik” öfkesiyle patlamasıydı. Halkın öfkesi, tüm Latin Amerika’da aynen yaşanan, 70’lerin diktatörlükleri ve onların endüstrisizleşme süreçlerinden çıkan, 90’larda Carlos Saul Menem hükümetinin çılgınca getirdiği neo-liberal politikalar ile kötüleşen, derin ekonomik krizin ifadesiydi. 90’ların sonunda kriz olduğu tartışma götürmüyordu: İşsizlik %20’nin üstüne çıkmış ve artıyor, küçük ve orta ölçekli endüstrilerin üretim faaliyeti tamamen durmuş, 1996-2001 arasındaki dönemde sürekli bir küçülme ile birlikte dış borç kontrolden çıkmıştı. Bunların hepsi, Latin Amerika’nın “model ekonomi”sinde çalışmayan bir şey olduğunun net belirtileriydi [1].
 

Argentinazo: Arjantin’de 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonrası dönemde, halkın yaşanan kriz nedeniyle hükümetin düştüğü, devletin çöktüğü bir zamanda halkın sokaklara dökülüp eylemler düzenlediği dönemi ifade etmek için kullanılan bu sözcük. Bu halk hareketlenmesini nitelemek için kullanılmaya başlanmış. Argentinazo hareketi, bu dönemde yaşanan siyasi ve ekonomik değişimi ifade etmek için de kullanılan bir sözcük.

 

90’lar boyunca krizin genişlemesi ile birlikte, işsiz işçiler hareketi Arjantin’deki halk mücadelelerinde yeni bir başat oyuncu olarak ortaya çıktı. 90’ların ortasında, yol kapatma eylemleri ile iş talep eden ve Piqueteros denilen yeni bir örgütlenme türü ortaya çıktı. Nerdeyse her zaman doğrudan eylemi ve çoğu zaman da yatay örgütlenme biçimlerini tercih ediyorlardı [2]. Kısa zamanda bürokratlaşmış sendikalara ve işçi sınıfının önemli bir kısmının (işsizlikleri nedeniyle marjinalleştikleri için) sendikalarda temsil edilmemesi sorununa gerçek bir alternatif oldular. Bu hareket, gittikçe derinleşen bir toplumsal kriz için çalan çanların ilkiydi. Halkın eriyen yaşam standartları ve sürekli değişen hükümetlerin kötüleşen ekonomik durumla baş etmekte yaşadığı güçlükler bir yana, o yılın politik krizini anlamak için yeni bir etkeni hesaba katmamız gerekiyor: Burjuvazinin (yöneten sınıfın) odakları arasındaki iç sürtüşmeler. Bunlardan biri yeni iktidar partisinde (UCR, liberal bir parti), diğeri ise Peronistler (PJ, halkçı uçları olmakla birlikte güçlü sağ eğilimi olan milliyetçi bir hareket) tarafından temsil ediliyordu. De La Rua hükümetinin ilk zamanlarından itibaren PJ tüm gücünü bu hükümete karşı gelmek ve dengesini bozmak için kullandı (patronların konfederasyonları, sendikalar ve mecliste muhalefet) çünkü yitirdikleri gücü ve politik etkiyi geri kazanmak ve bir sonraki hükümet olmanın yolunu döşemek için bu yolu mantıklı görüyorlardı. Burjuva içindeki çatışma, derin ekonomik kriz, boğaza kadar dış borç, orta sınıfın tedirginliği, bankaların batması (ve insanlar hesaplarındaki mevduatı çekmeye koştuğu için hükümetin bir “corralito” [3], mevduatlar üzerinde bir “sınır” koymak zorunda kalması) ve işçi sınıfının hayat koşullarının dayanılmaz hale gelmesinden oluşan patlayıcı karışımın hepsi birlikte 19 Aralık 2001’de patladı ve ayrı ayrı özneler (işsizler, orta sınıflar, mahalleler, vb.) dışarı çıkıp “corralito”nun kaldırılmasını ve hükümetin istifasını istedi. Ansızın yoksul varoşlardan ve Arjantin şehirlerinin Güney Amerika İtalya’sına benzemeyen bölgelerinden gelen banliyö morochoları ve negroları (Arjantin sosyetesinin jargonunda derisinin rengi mermerden koyu olanlar) zengin Buenos Aires’i kuşatmıştı. Hareket sokakları doldurdu ve 48 saatlik direniş ve polisle çatışmadan sonra De La Rua’nın halk karşıtı hükümetini devirdi. Hemen ardından Buenos Aires’de neredeyse her mahallede halk meclisleri serpilirken Piqueteros hücuma geçiyordu. Ve aslında hiçbir grup ya da partinin bir paye almadığı bir kazanım hakkında kendinden fazla emindi. Solun çoğu daha da ileri gidip Aralık olaylarında yeni bir devrimci öznellik, “devrim” yapmanın yeni bir yolunu deşifre etmeye çalıştı. Bir hükümetin devrilmesini, devrimci anlayışla kapitalizmin üstesinden gelmekle karıştırdılar – doğrusu bu eski kendiliğindenciliğin yenilenmiş halinden başka bir şey değildi. Fakat bu devrim mücadelesi sokaktaki işçi sınıfı ile değil fabrikalardaki, tarlalardaki, madenlerdeki ve atölyelerdeki işçiler ile kazanılacak; başkanları devirerek değil, kapitalist toplumun mantığını etkileyerek ve burjuvaziyi kamulaştırırken devleti ve diğer bütün burjuva kurumlarını yok ederek, aynı zamanda tabandan yukarı doğrudan demokrasi kurumlarını inşa ederek.

Yeni Ekonomik Durum Bazı insanlar açıkça, Aralık ayaklanmasının gerçekte gittiğinden daha ileri gittiğini ve devrimin hemen köşede olduğunu zannettiler. Gerçekte politik senaryo çok daha karışık, yönetici sınıflar tekrar hücuma geçerken Arjantin’deki durum hiç de iyiye gitmedi: Nüfusun %40’ı hala yoksulluk içinde yaşarken, %25’inin karnı açlıktan etkileniyor. İşsizlik hala %21’in altında değil ve işçi sınıfının %70’i güvencesiz çalışıyor. Milli gelirin %51.7’sini nüfusun %10’u alıyor ve eşitsizlik artıyor – 1991’de Buenos Aires en zengin %20’si, en yoksul %20’sinden 17.5 kat zenginken, 2003’te bu oran 52.7 oldu. Dış borç büyümeye devam ediyor, Mayıs 2002’de 114,600,000,000 dolardan bu yılın başında 178,000,000,000 dolara çıktı [5]. Bu bağlamda Arjantin hala süren krizde boğuluyor ve kısa dönemde hatta makul bir uzun dönemde bile krizin sonlanması konusunda ümit yok. De La Rua halk isyanıyla devrildiğinde (Rodriguez Saa’nın kısa hükümetinin ardından), Duhalde başkan oldu ve bu hükümetin bütün amacı “normalliği” korumaktı, yani kurumları ve ekonomik modeli sürdürmek; kısaca… aynısının daha fazlasına geçişi garantilemek. Ve 2003’te göreve gelen yeni başkan, Kirchner’ın takip ettiği eğilim şu oldu: Neo-liberalizmi suçlamaya devam et, ama kapitalizme dokunma. Yoksul ülkelerin üzerindeki uluslararası baskıyı suçla ama halkın yaşam koşullarını iyileştirmek yerine dış borcun ödenmesine öncelik ver. En önemlisi de, halk hareketine sürekli baskı uyguluyor, böl ve yönet taktiğini kullanıyor ve protestoları öcü gibi gösteriyor. Kirchner’in politika tarzında ileri doğru bir eğilim gören bazı solcuların uluslararası düzeydeki sanrılarına rağmen onun hükümeti aslında daha çok eski dünyanın ve onun kurumlarının korunmasına yönelik ümitsiz bir çaba, ama farklı giysilerin altında saklanmış bir çaba.

Öz-yönetim Altındaki Fabrikaların Deneyimi Son birkaç on yılık neo-liberal modelin ve onun finans vurgusunun sonucunda endüstriyel faaliyetlerin durumu kötüleşti ve doğal olarak Arjantin endüstrisi inişe geçti. İlk “fabricas recuperadas” (geri alınmış fabrikalar) deneyimleri yedi yıl önce, 19-20 Aralık’taki toplumsal patlamadan çok önce, ekonomik kriz Arjantin’de derinleşirken yaşandı. Bunlar savunma durumundaki, işlerini kaybetmemeye çalışan, işsizliğe düşmemeye çalışan işçi sınıfının ifadesiydi. Hücumdaki işçi sınıfının söylemi olmaktan uzaktılar. İlk işgal edilen fabrika, soğuk depo firması Yaguana, 1996’da alınmış, 1998’de IMPA ve 2000’de Buenos Aires’in Avellaneda bölgesinden 90 metalurjist işçinin işgal ettiği GIP metal şirketi takip etmişti. 2001 Ocak’ta “Union y Fuerza” (Birlik ve Kuvvet) Kooperatifi’ni kurdular ve tazminatı ödeyip, son yıllarda 1000 işletmenin battığı bir yerde bir fabrika açtılar [6]. O yıl, Neuquen’deki fayans şirketi Zanun ve Buenos Aires’teki tekstil şirketi Brukman, patronları tarafından terkedildi ve ardından işçileri tarafından işgal edildi. Brukman 18 Aralık’ta, “Argentinazo”dan sadece bir gün önce işgal edildi. Zanun üretkenliği artırdı ve yeni iş olanakları yarattı (şu anda fabrikayı 250 işçi çalıştırıyor). Jacobo Brukman, Brukman’ın eski sahibi, geçen yıl 18 Nisan’da işçileri atmıştı, ama sonunda, Ekim 2003’te, şirketin iflası ilan edildi, şirket kamulaştırıldı ve “18 Aralık” işçilerinin kooperatifine geri verildi ki işçiler “Aqui estan, estas son, las obreras sin patron” (İşte buradalar, bunlar patronsuz işçiler) söyleyerek tekrar üretime başlasınlar… Bu sırada eski sahibi makinaları parçaladı ve patronun ucuz işgücü ile tekrar üretime geçmeye çabalarını engellemek için işçiler altı aydır fabrikanın dışında kampta kalıyorlardı. Bugün, işgal edilmiş 170 şirket ve kolektif iş deneyimine katılan 10.000 işçi var. Hepsinde yönetim hiyerarşisi yok oldu ve kazanç bütün işçiler arasında eşit paylaşılıyor. Geçmişte bazı şirketler gelirlerinin %65-70’ini patronların ve yöneticilerin maaşlarına harcıyorlardı. 2001 Aralık’ta “Argentinazo” geldiğinde işgaldeki işletmeler, onlara güçlü bir destek veren aktivistler aracılığıyla kendi etraflarında bir dayanışma ağı örmeye başladılar. Halk meclisleri de kapılarını onlara açtı. Kısa zamanda ortak talepleri için kolektif mücadeleyi örgütlenmeye başladılar. İlk iş, iflas kanununu değiştirmekti. Kanuna göre iflas ilan eden şirketlerin kredi borçlarını ödemesi için makinaları ve yerleşkesi 4 ay içinde açık arttırmaya çıkarılmalıdır. İşçilerin fabrikayı işgal ettiği durumda, tazminat talebi olsun olmasın, bir süre sonra sahibi mülkünü geri alabiliyor. İşçilere göre bu kanun borcun ödenmesini, çalışma hakkından ya da üretimin devamından üstün tutuyor. Hükümetin şu anda tasarladığı kanun değişikliği, işçilerin çoğu tarafından reddediliyor çünkü şirketlerde bir hissedar modeline izin veriyor ve işçilerin hepsinin birden bağımsız çalışma koşullarından yararlanma hakkı taleplerine saldırıyor. MNER (Ulusal İşgal Fabrikaları Hareketi) ile örgütlenen işletmeler sayal kooperatif biçimini aldılar ve bu kanunda değişiklik talep ettiler. Bu hareket içinde örgütlenmeyen bazı işletmeler anayasanın 17. maddesinin uygulanmasını talep ediyor (bunların en önemlisi Zanun – Brukman’dı, ama geçen yıl yasal bir kooperatif kurma yoluna döndü). Bu madde kamu yararı görüldüğünde kamulaştırma yapılabileceğini söylüyor. Nasıl yol yapımı için kamulaştırma yapılabiliyorsa, istihdam yaratmak için da kamulaştırma yapılabileceğini söylüyorlar. İşçilerin, işlerini sürdürmek için, ama aynı zamanda radikal bir şekilde, bağımlılık, hiyerarşi ve sömürü ilişkilerini karşılıklı yardımlaşma ve eşitlik (bu fabrikalarda bütün ücretler eşittir) ilişkileri ile değiştirmek için ortaya koyduğu irade ile birlik olan geniş bir hareketin ana tartışma konusu budur. Böylece işçiler, bir krizin ortasında işveren kaçtığında, “Ocupar, Resistir, Producir” (İşgal Et, Diren, Üret) ilkesi altında, dünyaya toplumu devam ettirme yeteneklerini kendiliğinden gösterdiler.
Sorunlar ve Umutlar     a. Politik aktörler ve yeni ortaya çıkan toplumsal hareket arasındaki ilişkiler 2001 Aralık’taki Arjantin isyanı hiçbir sol partinin önderliğinde değildi. Bu parti ve grupların çoğu, birçok işçi sınıfı örgütünde yer alıyordu ama isyan kendiliğinden ve bu örgütlerden bağımsız gelişti. Bununla birlikte, halk meclisleri gibi bu isyandan doğan ve geleneksel partilerden (hem sol, hem sağ) çok farklı bir politika arayışına giren örgütler için yeni bir senaryo oluştu. Fakat bu kendiliğindenlik durumunu korudukları için uzun vadede tabandan yukarı bütün örgüt yaşantısında tutarlılık sağlayabilecek bir politik proje geliştiremediler. Ve diğer yandan, solcu partilerin çoğu politik gruplar ve toplumsal hareket arasındaki – toplumsal hareketin pasif rol üstlendiği ve “politik” öznenin bütün sorumluluğu üstlendiği – geleneksel bağı varsaymakta ısrar ettiler. İnsanların sezgileri bunu reddetti; ama sezgiler yeterli değildir ve eninde sonunda resmi ya da solcu partilerin geleneksel rolünü “kabul” ettiler, ya da kurdukları yaşantı kendi çelişkileri içinde boğuldu. Bu durum halk meclislerinin çoğunda belirgin bir şekilde gözüküyordu. Böylelikle Arjantinlilerin çatışmalardaki ilk çığlıkları “Que se vayan todos” -Hepsini atmak istiyoruz- çürümüş bürokrasilerden, politikacı sınıftan kurtulma iradesini ifade ederken, en sonunda bunların hepsi yerlerinde kaldı. Ve bu noktada anarko-komünist alternatifin söyleyeceği çok şey var çünkü bu akım, devleti ve geleneksel politik biçimi reddederek, doğrudan demokrasiyi ve doğrudan eylemi savunarak Arjantin halkına çok daha fazlasını sunar. Ve halkın kendi deneyimine dayalı ama anarşizmin beslendiği, geçmiş uluslararası devrim deneyiminin kaynakları kullanarak geliştirilecek, stratejik devrimci ve politik programa politik bir çerçeve sağlamak konusunda kilit rol oynayabilecek olan politik akım anarko-komünizmdir. Böyle bir alternatif henüz oluşmadı ama Arjantin’deki birçok yoldaş kesinlikle bunun için çalışıyor.

b. Mülkiyet ve yönetim Bu işletmeler hakkında soldaki ana tartışmalardan biri, devrimci projeye uygun acil çözümün ne olacağıdır – Fabrikalar kooperatif olarak işçilerin kendi elinde mi olmalı, yoksa işçiler tarafından yönetilip devlet mülkiyetinde mi olmalıdır. Arjantinli anarko-komünist grup OSL (Sosyalist Özgürlükçü Örgüt)’ün gazetesi EN LA CALLE’deki bir makaleden aldığımız aşağıdaki bölüm sorunu ortaya çok net ortaya koyuyor ve anarşist alternatife bağlıyor: “Bu bağlamda, çeşitli solcu akımlar ‘işçilerin kontrolü alması mı, kooperatifler mi’ tartışmasını başlatmaya çalıştılar. Brukman’ın iç komisyonundan Celia Martinez (o dönem Troçkist PTS adayıydı [8), ‘Biz ulusallaşmak için savaşıyoruz… Kooperatif istemiyoruz… Ki rekabetin hayaleti bizi avlamasın…’ diyor, kamulaştırma için gereken yasal kooperatif statüsünü, kooperatifçiliğin politik görüşlerinden ayırt edemiyordu. Onların önerisi, ödeme yapmadan kamulaştırmayı, devletin kuruluş sermayesini vermesi, maaşları ödemesi ve bazı durumlarda üretilenleri satın almasını talep etmekti. Başka bir deyişle, devletin vermesi, işçilerin planlayıp yönetmesi. Kamulaştırma için işçilerin kooperatif gibi yasal bir statüye uymaları gerekiyor. Brukman, Zanun, Ghelco, Panificaciun 5, Grisinupolis ve 150 başka işgal edilmiş fabrika bu statüyü almasına rağmen, asıl sorun hukuki değil. İşçilerin yönetiminde devletleştirme ancak işçilerin ve halkın egemen olduğu bir devlet çerçevesinde mümkündür (bu stratejiyi anlıyor olmamız, paylaştığımız anlamına gelmez). Burjuva devletinden kamulaştırma istemek kapitalist bağlamda bir çözüm olmayacaktır ama fabrikayı işçilerin kendisine vererek işçilerin güçlerini kullanmalarını sağlayacaktır. Ücretleri ve ilk sermayeyi talep etmek, işçilerin içinde bulunduğu durumun mimarının aynı devlet-hükümeti olduğu ve işçi hareketinin tamamen savunmaya çekildiği düşünüldüğünde hayalden başka bir şey değildir. Diğer yandan, Kooperativizm işçilerin sorunlarına kesin çözüm sunan bir proje değildir. İşçi kitlelerinin çıkarlarına göre bir cevap vermekten çok uzaktır. Kapitalist üretim ilişkilerinin hiçbir zaman sorgulamaz, sadece yüzeysel özelliklerini (tekeller, rekabet, vb.) sorgular. Bir kooperatif ağıyla kapitalizme paralel bir alt sistem yaratmak daha da zordur. Üretimi ve toplumu işçilerin yönetmesi düşüncesi, devrimci bir toplumdaki tek gücün işçi sınıfı örgütleri olduğunu varsayar. İşçilerin yönetimi bir azınlığın uyguladığı gücün, burjuvanın gücünün yani devletin herhangi bir biçiminin ortadan kaldırılması olarak anlaşılmalıdır. Biz işçiler, sadece tarlalarda, fabrikalarda ve işyerlerinde değil, toplumun geri kalanında da işçilerin yönetimini devralmalıyız.” [9] Görüldüğü gibi, yoldaşlara göre çözüm, politik proje olarak biri ya da diğeri değil (kooperativizm ya da devletleştirme ile işçilerin yönetimi), işçilerin işlerini kaybetmemesi için gerekli koşulları sağlamak – yani (politik olarak kooperativizmi farz etmeden) yasal kooperatif statüsünü almak -, öz örgütlenmeyi korumak ve toplumun örgütlenmesi için küresel bir alternatif arayışında şimdi kazanabileceğimiz herhangi bir reformun, halkçı mücadelenin diğer öznelerinin mücadeleleri ile tamamlanacak olan, sadece kısmi adımlar olduğunu anlamaktır.

c. Yöneticilerden ve Kapitalistlerden Arınmış Bir Topluma Doğru? Arjantin deneyimi karşılaştığı birçok çelişki ve soruna rağmen bir yönetici sınıfın ya da müdürlerin sınıfının lüzumsuzluğunu tartışmasız bir şekilde gösteriyor. Patronlar ne zaman endüstriyi idare edip üretimi devam ettiremediklerini ispatlasalar, işçiler örgütlenip en az onlar kadar iyi, hatta daha iyi yapabildiklerini gösterdiler. Ezilenlerin hareketinin tarihi böyle örneklere doludur (Şili endüstri ağları, İspanya ve devrim dönemindeki endüstri ve kırsal kolektifleri, 1917 Rusya’sında Sovyetler ve İşçilerin Konseyleri, vb.) ve Arjantin deneyimi bize bir kere daha işçi sınıfının, 150 yıllık proleter mücadelenin ardından, özündeki kapasiteden hiçbir şey kaybetmediğini gösteriyor. Bu bize üretimin temel bir özelliğini gösteriyor: İşçiler olmadan patronlar endüstriyi işletemezler, patronlar olmadan işçiler daha iyisini yapar. Bu deneyimler aynı zamanda başka yerlerdeki anarşistlerin halk ayaklanmaları uyanırken karşılaştığı sorunları da açığa çıkarıyor ve bize özgürlükçü bir toplumun inşasının klişe ve sloganları tekrar ederek olmayacağını gösteriyor. Kolay cevaplar yok ve çokça ihmal edilen yasal sorunları, ekonomik engelleri ve işçi sınıfı direnişinin tarihini de hesaba katarsak, yerel etkenler deneyimleri çok farklılaştırıyor. Devrim birdenbire olmaz, farklı yer ve zamanlarda oluşan farklı etkenlerin birikmesidir. Bu etkenlerin hepsini devrimci ve anarşist bir strateji ile uyumlu bir şekilde ilişkilendirmeliyiz. Bu da biz anarko-komünistlerin savunduğu [10] gibi halkın mücadelelerinde bir hızlandırıcı görevi üstlenen anarşist örgütlenmenin önemini gösteriyor. Saf kendiliğindenlik yeterli değil. Devrim öncesi dönemde, işçi sınıfının direniş deneyiminde karşılaştığı tarzda sorunlar hakkında ciddi şekilde düşünmeye başlamalıyız (örneğin işgal fabrikaları deneyiminin açıkça gösterdiği gibi, mülkiyet ilişkileri ve üretimin idaresi arasındaki ilişki; halk hareketi ile politik örgütler arasındaki ilişki). Net politikalar ve pratik cevaplar üretmek için mücadelenin somut koşullarını ve bulunduğu yerin özelliklerini hesaba katmalıyız. Aynı zamanda farklı mücadeleler konusunda program seviyesinde bir anlayışa sahip olup bu mücadeleleri özgürlükçü bir devrime giden yolu döşemek için birleştirebilmeliyiz. Tüm bu deneyimler, (hem ekonomik, hem politik [11]) yöneticilerden ve kapitalistlerden arınmış bir toplumun anarşist özlemi yüksek bir ütopya değil, günümüzdeki işçi sınıfının kendi kapasitesini temel alan, gerçek bir olasılık. Tarih tekrar tekrar, toplumsal adalet ve özgürlük için zamanın geldiğini gösteriyor. Şimdi ve burada onu gerçekleştirmek için yapmamız gereken sadece anı hazırlamak, örgütlenmek ve mücadele etmek. Demek ki, anarşistler imkansızı talep ettiğinde bize gösterdikleri şey, gerçekte mümkün olanın burjuvazinin inanmamızı istediğinden daha geniş olduğudur. Ezilenlerin ezenleri karşısındaki daimi mücadelesi anarşizmin örgütlü güçlerinin önemli görevler almasını gerektiriyor ve mücadelede her toplumsal deneyim, her devrimci eylem, kapitalist rejimin cesedi içinde, yöneticiler ve kapitalistlerden arınmış bir toplumun inşasında yeni tuğlalar döşerken, yeni sorunları, yeni öngörüleri açığa çıkarıyor.
Dipnotlar 1 Hombre y Sociedad No. 14, Suplemento. Aralık 2001. 2 Ancak son birkaç yılda, bazı Piquetero eğilimleri bürokratlaşmaya başladı. 3 En çok orta sınıfın hissettiği bir talep. 4 Buenos Aires nüfusunun büyük bir bölümü İtalyalı göçmenlerin soyundandır. 5 EN LA CALLE, Buenos Aires, No. 52, Haziran-Temmuz 2004. 6 CNT, No. 301, Mayıs 2004. 7 CNT, No. 298, Şubat 2004. 8 Troçkist parti. 9 EN LA CALLE, Buenos Aires, No. 49, Eylül 2003. 10 Arjantin’de OSL, Şili’de OCL ve İrlanda’da WSM’deki ve “Platformist” Anarşizm akımının ruhunu kavrayan diğer yoldaşlarımızın çabaları bu yöndedir. 11 Arjantin’in deneyimlediği Halk Meclisleri bir kurum olarak devletin ortadan kalktığı, “politik yöneticiler”den arınmış bir topluma ilişkin iyi bir içgörü sağlar. İşçiler işgal ettikleri fabrikalarda nasıl işyerlerini ve üretimi kendi ellerine aldılarsa, Buenos Aires’in birçok mahallesinde insanlar politik gidişatı öz-örgütlenmenin yatay alanında kendi ellerine aldılar.

 

José Antonio Gutiérrez D: Şilili anarşist yazar ve eylemci. Özellikle İrlanda’da anarko-komünist hareketin etkin isimlerinden biri olan Jose, Güney Amerika’daki halk hareketleri ve işçi hareketi üzerine yazdığı yazılarla tanınıyor. Anarkismo.net’in, CEPA ve El Ciudadano isimli dergilerin editörlüğünü de yapan Jose, “Problems and Possibilities of Anarchism”ve “Libertarian Origins of the First of May in Latin America” isimli kitapların da yazarı.
 
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.
Çeviri : Özgür Oktay 

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (5) : Patronsuz İşçiler- İşçilerin Öz-yönetimi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/10/19/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-5-patronsuz-isciler-iscilerin-oz-yonetimi/feed/ 0