The post İşgal Sistemine Karşı Direniş: Toprak Günü – Ilan Shalif appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
İsrail işgal sistemi, (aynı IŞİD örneğinde olduğu gibi) başlangıçta desteklediği Hamas’ı, Filistin mücadelesini bölmek ve Gazzelileri göç ettirmek amacıyla Gazze’deki baskıyı yoğunlaştırmak için mazeret olarak kullandı. Son birkaç ay içinde durum kötüleşti ve Filistinlilerin yaşamlarını daha iyi hale getirmesi beklenen Hamas ve El Fetih arasındaki uzlaşma tıkandı. Filistin otoritelerinin son yaptırımları işleri daha da kötüleştirdi.
Toprak Günü eylemlerini, bazı STK’lara bağlı aktivisitlerin başlattığı ve bu STK’ların da yeşil ışığı Hamas’tan aldığına dair söylentiler var. Bu projenin daha geniş kapsamı, en azından öngörülebilir gelecekte askeri faaliyetlerin İsrail’i yenemeyeceğinin anlaşılmasıdır. Hamas bile, İsrail’in 1967 yılı sınırına çekilmesi durumunda Hudna’yı (askeri mücadelenin bittiğini) kabul edeceğini açıkladı. Kısa vadede, iki yıl önce İsrail saldırısını engelledikten sonra, Hamas tek taraflı ateşkes düzenledi ve İslami Cihad gibi daha radikal direnişi etkisiz hale getirmeye çalıştı.
Kısa ve hatta uzun vadede, ‘67’de işgal altındaki bölgedeki Filistinlilerin yaşamlarının önemli ölçüde iyileşmesi umudu, emperyal bir baskıdır. Böyle bir baskı İsrail’in, 1956 sınırlarından Sina ve Gazze’deki alanları işgal ederek 1957 sınırlarını yaratmasına yol açtı. Aynı baskı, ancak İsrail işgalin 1/3’ünü tamamladıktan sonra, 1967’de İsrail’i Batı Şeria’dan çıkmaya ve Batı Şeria’da işgal ettiği yerlerde kapattığı yolları açmaya zorladı.
Batı’da silahsız halk mücadelesinin, dünya kamuoyu nezdinde de çok fazla etkisi olduğuna ilişkin bir düşünce var (Ahed Tamimi’ye yönelik dava bu noktada iyi bir örnek). Filistin otoritesinin diplomatik “intifada”sının da başarısızlığı bu durumun belirginleşmesini sağlıyor. Halk mücadelesinde bir katalizör durumda bulunan İsrail’e Boykot Hareketi’nin (BDS) büyümesi, bu alanda mücadele edenleri cesaretlendiriyor.
Tam da bu noktada şunu ekleyelim, bu topraklara silahlı olmayan mücadele 42 yıl önce 30 Mart’ta Toprak Günü’nde İsrail’de başladı. Yani 15 Mayıs Nakba gününden 6 hafta önce. İsrail devleti, panik içindeydi. Çünkü eğer kitlesel katılım gerçekleşir ve çitin üstünden geçenler olursa; “yüzlerce kişiyi katletmeye ihtiyaç duyacak” olursa bu oyunda büyük bir değişikliğe neden olabilirdi. İsrail devleti, 100 keskin nişancı ve daha fazla katliam yapabilecek bir ordu birimi mobilize etti. Katletti, yaraladı ve yüzlerce kişiyi tutukladı.
Bu ortak mücadele anlayışı, Filistin’de çözüme yönelik etkili bir hamle olabilir. Toprak Günü mücadelesi İsrail’de başladı ve sonra yayıldı. Tabana dayalı, toplumsallığı hedefleyen ve politik çıkarlardan bağımsız örgütlülükler sadece bu mücadelenin değil, dünya üzerindeki tüm toplumsal mücadelelerin önemsemesi gereken bir gerçeklik.
Duvara Karşı Anarşistler (AATW) olarak yaratmaya çalıştığımız işte böyle bir ortak mücadele hattı. Toplumsal mücadeleyi geliştirmek için Toprak Günü’nün kökenini hatırlamak önemli.
*Toprak Günü: 30 Mart 1976’da İsrail’de çıkan çatışmalarda katledilen Filistinlileri ve İsrail vatandaşı Arapları anma günü. İsrail hükümetinin binlerce dönüm Filistin toprağını, İsraillilerin yerleşimine açan kararından sonra, Galile’den Negev’e birçok farklı şehirde eylemler gerçekleşti. Bu eylemlerde onlarca İsrail vatandaşı Arap katledildi, yüzlercesi yaralandı ve tutuklandı.
*Nakba Günü: 14 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kurulmasından sonra İsrail devletine karşı birçok direnişin başladığı “talihsizlik” günü.
Ilan Shalif
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.
The post İşgal Sistemine Karşı Direniş: Toprak Günü – Ilan Shalif appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İsrail Gazze’ye Hava Saldırısı Gerçekleştirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz günlerde, ABD Başkanı Donald Trump’ın ”Kudüs İsrail’in başkentidir.” açıklamasının ardından, direniş grupları İsrail’in güneyine roket saldırısı gerçekleştirmişti.
İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından yapılan açıklamaya göre yapılan hava saldırısı bunlara bir cevap niteliğinde.
Filistin-İsrail sınırında bulunan İsrail topçu birliklerinin cuma gecesi düzenlediği saldırıda, sınır ile Beyt Hanun şehrinin arasındaki direniş gruplarına ait askeri bir bölge hedef alındı.
Saldırıda 6’sı çocuk 25 kişi yaralandı.
Gelen yeni bilgilere göre 2 kişi yaşamını yitirdi.
The post İsrail Gazze’ye Hava Saldırısı Gerçekleştirdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sünni-Arap İttifakında Çatlak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suudi Arabistan’la birlikte, Katar’la diplomatik ilişkisini kesen Mısır’ın, yönelttiği suçlamalardan biri de Katar’ın ‘Müslüman Kardeşler hareketine hem siyasi hem de finansal destek vermesi. Mısır’daki Sisi yönetimi, 2013 yılındaki darbeyle, Müslüman Kardeşleri iktidardan uzaklaştırmıştı. Mısır ve Suudi Arabistan Müslüman Kardeşler hareketini “terör örgütü” olarak kabul ediyor.
Ülkedeki Şii çoğunluğu, Suud destekli hükümetle baskı altında tutmaya çalışan Bahreyn ise, ilişkisini kesme gerekçesi olarak Katar’ı, Bahreyn’deki İran menşeli silahlı grupları desteklemekle suçluyor.
Gerilim Nasıl Başladı?
Kriz, devletlerin, kontrolleri altında bulundurdukları medya organları üzerinden tetiklendi. Suudi Arabistan’ın el-Arabiya ve BAE’nin Sky News Arabiya televizyon kanalları, geçtiğimiz günlerde Katar Emiri Temim bin Hammad al-Sani’ye ait olduğu söylenen konuşmada al-Sani, İran ile anlaşmazlığın tırmandırılmasına karşı çıkarak İran’a karşı düşmanca politika izlemenin akıllıca olmadığını vurguluyor. Ayrıca Hizbullah ile Hamas’ın terör listesine alınmaları eleştirilen konuşmada, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn, Katar’ı kışkırtmak ve terör örgütlerine sponsor olmakla suçlanıyor. Suudi kanalı, Katar emirinin, “Terörle mücadele iddiasında bulunan devletler, dini en katı şekilde uygulayan devletlerdir, ancak bu ülkeler aynı zamanda teröristler için bahaneler sunmaktadır.” dediğini aktarıyor.
Söz konusu bu yayınların ardından ise, el-Arabiya ve Sky News Arabiya kanalları Katar Emiri’nin babası Şeyh Hammad bin Halife ile Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi arasında geçen bir diyaloğa ait olduğu iddia edilen ses kaydını yayınladı. Suudi Arabistan’a karşı eleştirilerin olduğu kayıtta, eski emir, Kaddafi’den Suudi Arabistan’ın yıkımını sağlayacak bir kampanya konusunda yardım talebinde bulunuyor.
Kriz Tırmanıyor
Yine el-Arabiya kanalında geçen, daha sonra Katar tarafından yalanlanan bir haber, gerilimi bir adım ileri taşıdı. Habere göre, Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Mısır, Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE elçiliklerine 24 saat içinde Doha’yı terk etmelerini söyledi. Suudi Arabistan, Bahreyn ve BAE, Katar’a ait el-Cezire haber sitesini ve internet sitesi üzerinden yayın yapan tüm Katarlı gazeteleri kapattılar. Katar’ın Temim’e ithaf edilen sözleri tekzip etmesi ve Katarlı haber ajanslarına siber saldırı olduğuna dair açıklamalar, Suudi Arabistan’dan karşılık bulmadı.
Trump Ziyareti, ABD Faktörü
ABD Başkanı Donald Trump’ın son Suudi Arabistan ziyaretine, İran karşıtı söylemler damgasını vurdu. Burada, Körfez ve Arap İslam zirvelerine katılan Trump bu toplantılarda terör ile savaşa odaklandı, İran’ı bölge istikrarının bozulmasında büyük rol oynamakla suçladı. Trump ile Katar Emiri arasındaki görüşmede ise gerilim vardı.
Öte yandan ise ABD medyasında Foreign Policy başta olmak üzere, bu gelişmelere paralel olarak Katar’ı hedefe koyan yazılar yayınlandı. Irak ve Suriye’deki cihatçı terörizmin beslenme kaynakları açısından, -elbette Batılı devletler ve diğer Körfez monarşileri dışta tutularak- “malumun ilamı” olan bu yayınlarda Katar’a bir dizi suçlamada bulunuluyordu. Bu suçlamalar arasında Katar’ın, Arap Baharı’nı cihatçı terörizmin kontrolüne sokmak için el-Cezire‘yi aktif bir şekilde kullanması, cihatçı çetelere silah ve finansman sağlanması, 11 Eylül saldırısının planlayıcılarından Halid Şeyh Muhammed’i Katar’da saklayarak Afganistan’a kaçışını kolaylaştırmak yer aldı.
Darbe Söylentileri
Özellikle Mısır medyasında, Katarlı muhalifler ekranlara çıkarılarak, Katar’da iktidar değişikliği gündeme getirildi. Katar Emiri Şeyh Temim’in amcasının oğlu ve muhalif Şeyh Suud bin Nasr El Sani, Mısır’da bir televizyon kanalına bağlanarak mevcut yönetimi sert şekilde eleştirdi. Suudi medyasının da katıldığı darbe söylentileri paralelindeki haberlere göre, emirlik hanedanından bazı kişilerin yönetimi devralmaya hazırlandığını iddia edildi.
Darbe söylentilerinin yayılmasında ise, Katar’da var olan darbe geleneğinin etkisi olduğu düşünülüyor. Şimdiki emirin babası, 1995 yılında, emir olan babasının Katar dışına çıkması sonrası sarayda bir davet vermiş, canlı yayınlanan bu davette devlet erkanına elini öptürerek, kendisine “biat edildiğini” ve yönetimi devraldığını ilan etmişti.
Ayrıca Katar’da, 1996 yılında Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin örtülü desteğinde bir darbe girişimi başarısız olmuştu.
Katar’ın Geri Adımı İşe Yarayacak mı?
ABD’nin Ortadoğu’da sahip olduğu en büyük askeri üs olan El Ubeyd’e ev sahipliği yapan Katar, tüm suçlamaları reddederek, bir anlamda geri adım atmıştı.Ancak Katar’ın bu geri adımı ve krizi yatıştırma politikasının, İran, Müslüman Kardeşler, Hamas gibi konularda diğer Körfez ülkeleri, Mısır ve ABD ile yüzde yüz aynı politikaya geldiği oranda başarılı olabileceği sanılıyor.
The post Sünni-Arap İttifakında Çatlak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Netanyahu Hamas’ın Yeni Siyaset Belgesini “Çöpe Attı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Hamas’ın geçtiğimiz hafta yayınladığı yeni siyaset belgesini canlı yayında buruşturup ‘buraya ait’ diyerek çöpe attı.Geçtiğimiz hafta yayınlanan belgede Hamas,İsrail’e yönelik yaklaşımını yumuşatacağı izlenimi vermiş,belgede “Yahudilere değil,siyonizme düşman olduklarını” belirtmiş ve İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalini pekiştirdiği 1967 sınırlarını kabul ettiğini belirtmişti.
The post Netanyahu Hamas’ın Yeni Siyaset Belgesini “Çöpe Attı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hizbullah’tan Hamas’a Tepki appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın yardımcısı Kasım, Hamas’ın açıkladığı yeni vizyonunu içeren siyaset belgesini değerlendirerek, 1967 sınırlarında kurulacak bir Filistin devletini kabul eden Hamas’a sert tepki gösterdi. Kasım, İsrail’in topraklarını 4 katına çıkardığı 1967’deki Altı Gün Savaşı öncesindeki Filistin sınırlarını kabul eden Hamas’a tepki gösterdi ve Hamas’ın Akdeniz’den Ürdün Nehri’ne kadar olan bölgeyi özgürleştirmesi gerektiğini söyledi.
“Filistin’i ikiye ayıran, şehitlerin kanını toprak karşılığında satan Hamas’la ayrışıyoruz” diyen Kasım, Filistinlilerin, bugünkü İsrail sınırları içinde kalan eski evlerine dönmesi gerektiğini belirtti.
Hamas geçtiğimiz günlerde yayınladığı yeni siyaset belgesinde “vizyon değişimine” gittiğini belirtmiş ve İsrail’e karşı daha ılımlı olacaklarının ipuçlarını vermişti.
The post Hizbullah’tan Hamas’a Tepki appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hamas Yeni Siyaset Belgesiyle İhvan’la Bağını Koparıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Filistinli Hamas örgütünün siyasi büro şefi Halid Meşal, Katar’ın Doha kentinde hareketin yeni vizyonunu ve siyaset belgesini açıkladı.
Hamas lideri Halid Meşal, “Siyaset belgesi, Hamas’ın tüm liderlerinin içerideki ve dışarıdaki kurumlarının ortak görüşünü yansıtmaktadır” dedi.
1967 Sınırlarına Evet
Meşal’in açıkladığı belgede Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devletinin kurulmasını kabul ediyor; “Siyonist mevcudiyetini reddetmekle ve Filistinlilerin haklarından vazgeçmemekle beraber Hamas, yerinden edilen Filistinlilerin geri dönmesinin ulusal bir uzlaşma gereği, 4 Haziran 1967 sınırlarına uygun olarak, başkenti Kudüs olan tam bağımsız bir Filistin devletinin kuruluşunu hedefliyor.” denildi.Hamas’ın 1988’deki kuruluş belgesi, günümüz İsrail’ini de kapsayan Filistin topraklarının tamamının ele geçirilmesini içeriyordu.
Yahudi-Siyonist “Ayrımı”
Hamas,yeni siyaset belgesi metninde Yahudilerle ‘Siyonist proje’ arasında bir ayrıma dikkat çekti: “Hamas, çekişmenin dinleri sebebiyle Yahudilerle değil, Siyonist projeyle olduğunu vurgular ve Hamas, Yahudi oldukları için onlarla bir çekişme yürütmemektedir, saldırgan işgalci Siyonistlerle mücadele etmektedir.” ifadeleri kullanıldı.
İhvan’la Araya Mesafe mi
Hamas’ın yeni siyaset belgesi metninin dikkat çekici noktalarından biri de İhvan’a (Müslüman Kardeşler) dair,metinden çıkarılan bir ibareydi.Yeni metinde, eskisinde İhvan hareketiyle (Müslüman Kardeşler) ilişkiye dair yer alan sözler kaldırıldı.
1967 Sınırları Nedir?
İsrail’in 1967 yılında yılında Altı Gün savaşları diye de bilinen savaş sonrası çizilen sınırlardır.İsrail bu savaşta 6 Arap devletinin desteğindeki Mısır,Ürdün ve Suriye ordularını 6 gün içinde bozguna uğratarak sınırlarını 4 katına çıkarmıştır. Suriye’de Golan Tepeleri,Mısır’da Sina Yarımadasını ve Filistin’de Gazze şeridi ile Batı Şeria’yı ilhak ettiğini ve BM kararlarını tanımadığını açıklayan İsrail ilerleyen yıllarda,politikalarına tavizler vermesi karşılığında Mısır’a Sina’yı “iade etmiştir.”
The post Hamas Yeni Siyaset Belgesiyle İhvan’la Bağını Koparıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Gazze’de Yaşananlarla İlgili Anarşist Değerlendirme appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ilan Shalif: İsrail, hatta Amerika bile, Mısır’ın Gazze şeridinde Hamas yönetimini sıkıştırmasını istemiyordu. Amerika bunu Müslüman Kardeşler’i daha radikal kökten dinci Müslümanlarla mücadelede kullanmak üzerine kurduğu bölgesel stratejisi yüzünden istemiyordu. İsrail ise eskiden beri süregelen Filistin’i bölme stratejisi yüzünden.
Hamas ve Batı Şeria’daki Filistin yönetimi arasındaki koalisyon bu bölünmeyi tehdit etti ve İsrail, Hamas’a saldırılarını arttırıp, Hamas’ı İsrail’e füze saldırıları gerçekleştirmek zorunda bıraktı.
Hamas’ı hiçbir zaman yok etmek istemeyen, sadece Hamas’ın Filistin yönetiminden bağımsız olmasını isteyen İsrail en başından beri Mısır, Hamas ve İsrail arasında bir anlaşma kurmaya çalışıyordu.
Ancak Mısır Gazze Şeridi’nde bağımsız bir Hamas yönetimini reddetti ve İsrail Gazze Şeridi’ni tamamen ele geçirip Mısır’dan bağımsız geçişi sağlayamadı.
Hamas, İsrail ve Mısır arasında varılan anlaşmaya uymayı reddedip füze saldırılarına devam ettiğinde İsrail ve Mısır en başta Amerika ve Avrupa, daha sonra uluslararası aktivist girişimleri yüzünden Hamas’ın da kabul edeceği bir anlaşmaya varmak için baskı altındaydı. Bu anlaşmanın pek çok detayı hala İsrail hükümetinin bakanlarından bile sır gibi saklanıyor.
İsrail kazandı mı ve amaçlarına ulaştı mı?
İsrail Hamas’a son saldırısında başarısızlığa uğradığını kabul etmiyor. Gazze Şeridi’ni işgal edip Hamas’ı bitireceğini söyleyip övünüyor, bunu yapacak gücü de var ancak uluslararası tepkiden korkuyor ve Amerika İsrail’in kullanacağı gücü sınırlaması için talimat verdi, bu yüzden Hamas’ı yenmeyi veya ateşkese zorlamayı başaramadı.
İsrail’de halkın görüşü, İsrail’in bu savaşı kazanmadığı ve bunun olsa olsa bir beraberlik sayılabileceği yönünde, ama biliyorlar ki aslında Hamas kazandı.
Peki, ya Hamas amaçlarına ulaştı mı?
Hamas daha önce geçerli olan şartlardan daha iyi şartlarla bir anlaşma yapılana kadar ateşkesi kabul etmedi. Bu sefer kazandı ancak biliyor ki İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki hâkimiyeti yakın zamanda bitmeyecek. Eskisinden daha fazla söz sahibi oldukları bir yönetim, Hamas’ı tatmin edecektir.
Hamas’ın üç amacı var. Biri dâhil oldukları Müslüman Kardeşler’in yükselmesi. Biri Gazze Şeridi’nde yönetimde kalmak. Biri de Batı Şeria’nın yönetimi için rekabet.
İlk ortaya çıktıklarından beri Hamas, İsrail tarafından Filistin milliyetçiliğinin düşmanı olarak gösterildi ve silahlı mücadeleye başladıklarında bile İsrail bunu söylemeye devam etti. Mısır Hamas’ı sıkıştırmaya başladığında ise onları kurtarmaya çalıştı. Hamas, sadece kendilerinin söz sahibi oldukları bir yönetimi kabul edeceğini uzun zaman önce açıklamıştı.
İsraril’in Gazze bombardımanının devam ettiği günlerde, Anarkismo.net sitesinde İsrailli anarşist İlan Shalif’in “Israel Burnt The Stew” (İsrail Yemeği Yaktı) başlıklı analizi yayınlandı. Yayınlanan bu analizin İsrail-Filistin meselesini anlamak için farklı bir bakış açısı sağlaması ve öngörülerinin gerçekleşmesi, analizin uluslararası kamuoyunda paylaşılmasına ve çokça tartışılmasına neden oldu. Biz de Meydan Gazetesi olarak, İlan Shalif’in Türkçeye çevirdiğimiz bu analizi ile birlikte bölgedeki savaş sonrası durumu öğrenmek için kendisiyle yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
İsrail Yemeği Yaktı
Mısır’ın inatla üstüne düşeni yapmaması–Gazze ablukasını hafifletmemesi-ve Hamas’ın ablukayı ciddi oranda azaltan bir anlaşma yapılmadıkça silah bırakmayı reddetmesi nedeniyle hava saldırıları yetersiz kalan İsrail, kara saldırısına geçti.
İsrail, saldırıları sonlandırması için, ABD’ninki de dâhil, uluslararası baskı altına girdiği halde, Hamas’ın varlığını sürdürmesini sağlayacak olan en ufak yardımın geçişine bile izin vermiyor; Mısır da ateşkes olmadan ablukayı açmayı reddederek krizi beslemeyi sürdürüyor.
Hamas’a karşı olan savaşı bitirmesi için İsrail’e uygulanan uluslararası baskılara yanıt olarak, İsrail şimdi de ısrarla Gazze sınırı altında kazılmış saldırı tünellerini yok etmesi gerektiğini söylüyor (İsrail’in ileride ablukayı gevşetmesi konusunda varılacak anlaşmayı herhangi bir şekilde ihlal edilmesi durumunda, Hamas bu tünelleri, İsrail’e saldırmak için kullanabilir).
Şimdi ablukanın hafifletilmesi, Hamas’ın Gazze’de bağımsızlığına izin verecek. Ablukanın gevşetilmesi konusunda anlaşmaya varılmasının ardından Hamas’ın gücü artacak mı azalacak mı, İsrail ana amacında başarılı mı olacak, başarısız mı, henüz net değil.
Devam eden savaşın amacı, Gazze’de Hamas yönetiminin tekrar sağlanması için gereken bedeller üzerinde pazarlık yapabilmektir: İsrail ve Mısır’ın, ablukanın kaldırılmasındaki paylarının ne olacağı ve Gazze şeridinde Hamasçı varoşlarının sürdürülmesi için gerekli olan fonu kimin sağlayacağıdır.
Hamas’ın silah bırakmadan önce ablukanın ciddi oranda kaldırılacağı bir anlaşmada ısrar etmesi ve askeri direniş gücü, Mısır’ın da ablukanın hafifletilmesi konusunda üzerine düşeni yapmayı reddetmesi göz önüne alındığında, bir yandan İsrail kara saldırılarını artırmak zorunda kalırken, diğer yandan uluslararası teftiş güçlerinin Gazze’den başlayarak işgal bölgelerine müdahale etme ihtimali artıyor. Ki İsrail şimdiye kadar buna şiddetle karşı çıkıyordu.
Son günlerde öldürülen on İsrail askeri dâhil katliamın faturası ve ABD’nin, bölgesel stratejisinde önemli yer tutan Hamas’ın varlığını devam ettirebilmesi için uyguladığı baskı, İsrail’in bu rauntta yenilgiyi kabul edeceği dönüm noktasını yakınlaştırıyor.
İlan Shalif
Bu yazı daha önce gazetemizin web sitesinde Yayınlanmıştı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’^nin 21. sayısında yayımlanmıştır.
The post Gazze’de Yaşananlarla İlgili Anarşist Değerlendirme appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Her Düşen Bombada Her Atılan Taşta FİLİSTİN OLMAK – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mısır’ın Filistin meselesinde gösterdiği “barış” yanlısı tavrın, Hamas için ciddi şüpheler içeriyor olduğu gerçeği aşikâr. Müslüman Kardeşler ve Hamas arasındaki ilişki düşünüldüğünde, Mısır’daki Sisi yanlısı hükümete karşı Hamas’ın nasıl bir siyaset izleyeceği az çok belli. Mısır’ın da bu “barış” ısrarının altında ne planları olduğu konusu tartışmalı. “Barış” çağrıcılığı yapan bir diğer önemli güç de Birleşmiş Milletler. BM Genel Sekreteri Ban-Ki Moon, İsrail’in yapacağı kara harekâtının daha fazla can kaybına yol açacağına ilişkin tespitleri ve “mahçup barış çağrıları” BM’nin üzerine düşeni yaptığı noktasında herkesi ikna etti!
İsrail devletinin saldırıların nedeni olarak gösterdiği üç İsrailli gencin kaçırılması olayını Hamas sahiplenmemişti. Olay sonrası Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik başlatılan linç kampanyasını, Muhammed Ebu Hudayr’ın katledilmesi izlemişti. 16 yaşındaki genç Hudayr’ı kaçırıp, işkence yaparak öldüren sonra da yakanların, üç İsrailli yerleşimci olduğu ortaya çıktı. Aslında Hudayr’ın katillerinin kimliği, İsrail devletinin Filistin politikasını anlamak adına bize ipucu veriyor.
Uluslararası siyaset arenasında, aslında İsrail’in yaptıklarını çok da meşrulaştırma kaygısı yok. Uluslararası siyasetin belki de en dokunulmaz aktörü İsrail devleti. Devletin kuruluşundan bu yana, küresel adalet savunucusu BM’nin “mahçup” çağrılarının nedenini belki buraya koymak gerekir. 1948’den bu yana, yapılan zulümlerin tek haklı gerekçesi olmadığı halde, küresel dengelerdeki köşe taşlarının dokunulmazlığı durumunu fark etmek için yetkin bir siyasal analizci olmaya gerek yok.
Buna rağmen, küresel siyasi ilgilinin Ortadoğu üzerine yoğunlaştığı, hele hele Boko Haram, IŞİD, El-Nusra gibi silahlı örgütlerin kendi konumlarını radikal bir şekilde güçlendirdikleri bir süreçte, İsrail devletinin yaptığı saldırıları haklılaştırmak için nedeni çok. Özellikle İran’ın Batı ile ilişkilerinin ılımlı bir seyirde izlediği konjonktürde, İran’ın nükleer programını bahane edemeyecek olan İsrail devleti için mevzubahis yapılanmalar tam bir kurtarıcı niteliğinde. İsrail, daha önce de Gazze’de El-Kaide ile ilintili gruplar olduğu gerekçesiyle bir dizi saldırı gerçekleştirmişti. Yapılan saldırılar sonrasında yine yüzlerce Filistinli katledilmişti.
Benzeri radikal yapılanmaların, özellikle Batılı iktidarların kendi siyasal stratejileri için bahane oluşturması Meydan Gazetesi’nin Ortadoğu’ya ilişkin yazılarında sıkça vurgulandı. Irak’ta IŞİD’in saldırgan politik hareketliliği İsrail’in yaptığı saldırılara yönelik bir bulanıklığa yol açmamalı. Hatta bu karışıklığı desteklemek için yapılan Kürdistan yorumları İsrail’in hedef şaşırtması olarak görülebilir. Radikal İslamcı gruplara karşı herkesle işbirliği içerisinde olacağız yanılsaması yaratılarak, saldırılara meşru izlenimi verilmeye çalışılıyor.
Yaşanan saldırılara ilişkin görüntüler televizyonlarda verilmeye devam ediyor. Bu görüntülerden birkaçı bir hayli dikkat çekici bir haber eşliğinde sunuluyor. İsrail askerlerinin “Evlerinizi vuracağız, boşaltın!” tehditli telefonları sonrası, birkaç dakika içinde füzelerle “nokta atışı” olarak tabir edilen bir biçimde vurulan evler bu görüntülerden akılda kalanlar arasında.
İsrail devleti, 900’e yakın evi benzer bir şekilde füzeyle vurdu. Yaklaşık 12 bin Filistinli, BM üslerine akın etmiş durumda. Gazze’nin kuzeyine İsrail askerleri tarafından atılan bildirilerde de evlerin boşaltılmasına yönelik tehdit içeren mesajlar var.
Aslında, Gazze’ye yönelik bu saldırıların neyi amaçladığı bulmacanın parçaları bir araya geldiğinde anlaşılıyor. Ortadoğu’daki karmaşık durumdan nemalanmaya çalışan İsrail devleti, Filistin varlığını yok etmeye çalışıyor. 1948’den bu yana Filistinlilerin yaşadığı bölgelere ilişkin haritalar tarihsel açıdan karşılaştırıldığında, İsrail devletinin “yerleşimci politikası”nın nasıl başarılı olduğu anlaşılacaktır. İsrailli yerleşimciler, böyle bir siyasetin parçası olarak “masum siviller” olmaktan çok uzaklar.
Yerleşimcilere tanınan silah kullanma yetkisiyle beraber, devletin paramiliter gücünden başka bir tanımlama İsrailli yerleşimciler için çok iyimser olur. 16 yaşındaki Hudayr’ı katledenlerin yerleşimciler olduğu düşünüldüğünde, bu politikanın devlet destekli bir imha politikası olduğu gözler önüne serilmiş oluyor.
Bombala, boşaltılan yerlere yerleşimcileri ikame ettir, Filistin’i parçala, sonra yok et. İsrail’in basit Filistin politikası. İsrail devletinin varoluşu da her devlet gibi halkların yok oluşu üzerinden konumlanıyor.
Katliamların giderek normalleştiği, Ortadoğu’yla beraber anıldığı bir zamanda Ortadoğu coğrafyasındaki halkların özgürlük mücadelesi bizi güçlü kılmalı. Kobane’de de, Filistin’de de karşılaştığımız, devletlerin egemenliklerini dayatmalarının hikâyesidir. Kobane’de de, Filistin’de de direnenler, iktidarların dayatmacılığına karşı özgürlüğü şiar edinenlerdir. Ortadoğu özgür halkların coğrafyası olana dek, her atılan taşta Kürdistan olmalı, Filistin olmalı…
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.
The post Her Düşen Bombada Her Atılan Taşta FİLİSTİN OLMAK – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Mısır’da Katliam Sürüyor” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Aynı siyasi ekolün Türkiye temsilcisi Tayyip Erdoğan ve AKP, Mısır meselesinin arkasında İsrail olduğu iddiasıyla söylemsel bir benzerliği de yakalamış oluyor. Tayyip Erdoğan’ın “Yahudi” karşıtlığı üzerinden meşrulaştırmaya çalıştığı politikasının Ortadoğu’da şimdilik çok tuttuğu da söylenemez.
General Sisi, Mursi iktidarına karşı oluşan eylemlerin altını boşaltıp, darbe taraftarlarının ama çoğunlukla ordusunun desteği ile başkanlık koltuğuna oturmuştu. Müslüman Kardeşler Hareketi taraftarlarının Sisi iktidarının ilk gününden bu yana sokakta olması, Sisi yönetiminin bu protestolara karşı sert tutumuyla karşılaştı.
Mısır’da bin kişinin üzerinde insanın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına neden olan olaylarda, darbenin başındaki isim Genaral Sisi ve yönetiminin izlediği politika, dünya kamuoyunu şu an meşgul eden en önemli mesele. Temmuz ayının sonunda başlayan ve Ağustos ayında şiddetlenen protestolar ve polis saldırılarından dünya medyasına yansıyanlar hepimizin hafızasında yer edecek cinsten. Rabiatul Adevviye ve Nahda meydanlarındaki protestolarda açılan ateş sonucu ölen yüzlerce kişi, El Fetih camisine saklanmak zorunda kalan protestocuları saran darbe yanlıları ve ordunun saatler süren eziyeti, Kanlı Cuma, eylemler nedeniyle tutuklananların cezaevine sevki sırasında gazla öldürülmesi, sokakta devlet eliyle yaratılan kaos… Mısır’da kesin olan tek şey şiddetin farklı kesimlerin bir ifade aracı haline gelmesi.
Bu durumun en somut örneği, sokakta öldürülen insanların ya da sokakta öldürmenin “normalleşiyor” oluşu. Video paylaşım siteleri, darbe karşıtı protestolar gerçekleşirken başından vurulan insanların olduğu, Mursi karşıtı ve Mursi yanlılarının birbirlerini öldürdüğü videolarla dolu. Durumun vahametini görmek açısından önemli olan bu videolar, bizi bu bilgilendirmenin “masumluğuna” sığınan video paylaşım ve haber sitelerinin “gizli şiddet çağırıcılığı”na maruz bırakıyor.
Müslüman Kardeşler’in tüm bu süreçte takındığı tavır da, dünya kamuoyu tarafından eleştirilen meselelerin başında geliyor. Şiddetin bu kadar tırmanmasında, iktidarını kaybeden Müslüman Kardeşler’in siyasal iktidarı tekrar kazanma arzusu yatıyor. Orduya karşı sokaklara çıkan bu kadar fazla insanın ölmesinin yarattığı “mazlum”luk, İhvan liderlerinin siyasi amaçlarını karşılamakta kullanılıyor. Ortaya konulan söylemler bunun en büyük göstergesi.
Siyasi Kutuplaşma
Türkiye, Katar ve Bahreyn hariç, Arap devletlerinin tamamı Sisi’ye destek veriyor. Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın terörizme karşı Mısır halkının her zaman yanındayız mesajı, bu desteğin aynı zamanda maddi anlamda da gerçekleşeceğinin kanıtı.
ABD, durumu en başında olumsuz gibi nitelemekten kaçınmıştı. Duruma “darbe” dememesinin altında yatan temel neden, ABD yasalarına göre, bu niteleme kullanılırsa demokratik hükümet kurulana kadar maddi destek yapamayacak olması. ABD, bunun yerine, son yaşananlardan sonra, yapacağı 1,5 milyar dolarlık yardımdan 250 milyon dolarlık bir kesinti yapmayı uygun gördü.
Mısır’daki siyasetin iç işleyişine müdahale olmayacaklarını açıklayan Hamas’ın bu tutumu, özellikle Müslüman Kardeş yanlısı çevrelerde şaşkınlıkla karşılanıyor. Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olan Hamas’ın bu politikasında, son dönem ılımlı bir hal alan İsrail denklemlerinin etkisi var mıdır bilinmez, ancak son iki senede Filistin’de ulaştığı gücü, Mısır’daki Kardeşleri’ne benzer bir şekilde kaybetmek istmemesinin önemli bir payı var gibi görünüyor.
AB’nin bu süreçteki tutumu da şimdilik seyirci kalmak gibi okunuyor. AB Özel Temsilcisi Bernardino Leon, Mısır’daki şiddetten tüm AB üyesi devletlerin rahatsızlığını dile getirmişti. Ancak, bu şiddetin açığa çıkmasında sadece bir tarafı görmemek lazım diyerek Müslüman Kardeşler’e ilişkin destek noktasındaki düşüncelerini ortaya koymuş oldu.
TC’nin “Değerli Yalnızlık”ı
Recep Tayyip Erdoğan, 25 Ocak 2011’den bu yana, Muhammed Mursi liderliğindeki, Müslüman Kardeşler’in siyasal yüzü olan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin iktidarını çok büyük hoşnutlukla karşılamıştı. Hatta aynı siyasi ekolün 3 ayrı devlette iktidarı konumunda bulunan liderleri, Halid Meşal, Tayyip Erdoğan ve Muhammed Mursi zaman zaman bir araya gelerek özellikle Ortadoğu coğrafyasındaki politikaları doğrultusunda değerlendirmelerde bulunuyorlardı.
Mısır’da Muhammed Mursi’nin ordu darbesiyle görevine son verilmesinden bu yana oluşan süreçte rahatsızlığını en açık dile getiren siyasi lider Tayyip Erdoğan olmuştu. Bu rahatsızlık, sadece Mısır’da siyasi iktidarın değişmesiyle açığa çıkan durumda kendini belirginleştirmiyordu. Tayyip Erdoğan, Batılı devletlerin duruma seyirci kalmasını da büyük bir kızgınlıkla eleştiriyordu. Bu eleştirilerin muhatabı sadece Taksim Gezi Direnişi süresince tutumlarından dolayı eleştirilen AB değildi. Ebedi müttefik ABD’de bu eleştirilerden kendi payına düşeni alıyordu. Arap devletlerin Mısır politikaları, kendi Suriye politikalarıyla uyumluydu! Ortadoğu’da “Arap Baharı” sonrası oluşan dönemde, iktidar çatışmalarında Tayyip Erdoğan ve partisinin yanında durduğu taraf bir türlü istediği konuma ulaşabilen taraf değildi. Bu durum, Erdoğan’ın dış politikadaki başdanışmanı, başbakanlık müsteşar yardımcısı İbrahim Kalın tarafından “değerli yalnızlık” dönemi diye kavramsallaştırılmıştı bile.
Ekonomik Kutuplaşma
Sokaktaki şiddet sadece, Mısır siyasetini değil ekonomisini de etkiliyor. Batı menşeili küresel şirketlerin, mevcut siyasal dengesizliğin ekonomik beklentilerin karşılanmasını engelleyeceğini düşünmüş olacaklar ki, teker teker Mısır’daki merkezlerinin kepenklerini indirmeye başladılar.
General Motors ve Royal Dutch Shell üretimlerini durdurdu. Toyota, Suzuki ve Sumitomo Electric gibi küresel şirketler, çalışanlarını tahliye edip ofislerini kapattı.
Ekonomide Mısır için bu tarz olumsuz durumlar yaşanırken, Suudi Kral Abdullah yine imdada yetişti ve Batılı devletlerin Mısır’ı harcamasına izin vermeyeceğini söyleyip Arap devletleri olarak gerekli ekonomik yardımlarda bulunacaklarını açıkladı.
Batılı küresel şirketlerin özellikle Mübarek dönemi sonrasındaki hareketliliği, Mısır coğrafyasında yerini küreselleşen Arap sermayesiyle mi ikame ediyor, sorusunu akıllara getiriyor.
Sivri Söylemler
Sisi yönetimini rahatsız eden, bu durum karşısında karşılaşacağı küresel bir baskıdan ziyade, bu durumun oluşmasına mahal verecek Batı medyasının yaptığı bilgilendirme. “Batılı casuslar” propagandası, devlet televizyonlarının yayınlarına çoktan oturtulmuş bile. “Vatan hainlerinin komploları boşa çıkacak!” sloganı üzerinden iktidarını meşrulaştıran bir ordu yönetimi… Bu milliyetçi söylem İhvan taraftarlarına karşı da geliştiriliyor. Batılı ajanların kuklası olmakla suçlanan Mursi yandaşları, Mısır ulusunun başka devletler tarafından yönetilmesinde bir maşa rolü oynadığı ile suçlanıyor.
Diğer yandan, bu söylemin daha dinsel ve daha İslami bir versiyonu da Müslüman Kardeşler için geçerli. Sisi yönetiminin “milliyet” üzerinden gerçekleştirilen dışlayıcı söylemleri yerini farklı dinden olanların ötelenmesine bırakıyor. Nüfusun azımsanmayacak bir kesimini oluşturan Kıpti Hristiyanlara yönelik girişilen şiddet eylemleri, Batılı medyanın en çok önem verdiği mesele. Bizim ekranlara çok yansımayan kiliselerin yakılması, Hristiyan mahallelerine yönelik saldırılar; Batı’nın Mısır meselesine bakış açısında önemli bir yere sahip. Kıpti Patrik Tawadros’un, olayların yoğunlaşmadan hemen önce öldürülmesi, Batılı devletlerin bu meseleyi ele alırken önemsediği ölçütler arasında olabilir. Müslüman Kardeşler’le ilişkili kanalların, Tahrir Meydanı’nda Mursi’yi protesto etmeye gidenlerin büyük bir çoğunluğunun Hristiyan olduğuna ilişkin iddiası, toplumun farklı kesimleri arasındaki gerilimleri arttırmaya yönelik bir hamle. Zaman zaman “Hristiyanlar camileri yakıyor” diye haber yapan aynı medya, Tahrir eylemlerinin finansörlüğünü yapan Hristiyan zenginlerin haberlerini yaparak bu ateşi sürekli beslemeyi kendine amaç ediniyor.
Aynı siyasi ekolün Türkiye temsilcisi Tayyip Erdoğan ve AKP, Mısır meselesinin arkasında İsrail olduğu iddiasıyla söylemsel bir benzerliği de yakalamış oluyor. Tayyip Erdoğan’ın “Yahudi” karşıtlığı üzerinden meşrulaştırmaya çalıştığı politikasının Ortadoğu’da şimdilik çok tuttuğu da söylenemez. Zira mevzubahis coğrafya üzerinden geliştirilecek bu tarz bir söylemin, stratejik ortaklığın okyanus ötesi muhatabı konumunda bulunan ABD açısından da çok olumlu bir tarafı yok.
Bir yanda “dini”, öte yanda “vatanseverlik”e dayalı dışlayıcı söylemler, Mısır’daki gerilimi sürekli kılmaya yarıyor. Farklı dini, etnik, ideolojik tarafların birbirine yönelik tek hitap biçimi bu yüzden şiddet oluyor.
Kutuplaşmış ve Şiddete Dolanmış Bir Ortadoğu
İki kutup arasından tercih yapmak, dünya siyasetinde yeni bir trend haline geliyor. İki kutuplu kılınmaya çalışılan siyasi mecralarda siyasal söylem ve hareket de onun karşısındaki söylem ve hareket de bu ikili mekanizmaya göre belirleniyor. Siyaseten düşünmenin sınırları, bu çift kutuplu alan içinde iktidarların çıkarına göre belirleniyor.
Bu trende uyma çabası içinde, kendine Mısır’daki kutuplaşmada taraf arayanlar, ordu karşısında demokrasiden yanayız diyerek İhvan’ın yanında; demokrasiyi yok edecek gericiliğe karşı demokrasinin garanti altına alınmasından yanayız diyerek Sisi iktidarının yanında olduklarını beyan ediyorlar.
Mısır solu da, Wallerstein’ın belirttiği gibi bu çift kutuplu ve gergin siyasi arenada yanında olacakları tarafı belirliyor. Yeni siyasetin yeniden yapılandırıcı bir söyleminin yerine, içinde bulunulan durumun aciliyetiyle zorunlu bir kararda buluyorlar. Ne kadar tanıdık bir senaryo değil mi?
Ortadoğu’nun “bahar” sonrası yeni konjonktüründe, siyasi, sosyal, ekonomik kutuplaşmalarla sadece herhangi bir siyasal temsiliyetin güçlü bir şekilde var olması değil, toplumsal hareketin kendisinin oluşması engelleniyor. Ne Mübarek, Ne Mursi, Ne de Sisi sloganıyla, kendi siyasal gerçekliğini oluşturmaya çalışan kesimlerin yaşamı yeniden yapılandırma girişimleri bu kutuplaştırmalar ve toplumsal gerilimlerle engellenmeye çalışılıyor. Eski küresel iktidarların oluşmasını engellemeye çalıştığı bu çaba, aynı iktidarların kaotik kıldığı Ortadoğu coğrafyasında yeşerecek toprağı bulacaktır.
Hüseyin Civan
The post “Mısır’da Katliam Sürüyor” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Müslüman Kardeşler’in Yeni Devleti: Filistin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yetmiş senedir Filistin halkının sesine kulaklarını tıkayanlar, onu yok sayanlar, şimdi de Filistin’i devletli siyasetin içine sokarak elini kolunu bağlamaya çalışıyor.
29 Kasım 2012’deki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan sonra Filistinliler, kazandıkları statüyü dünyanın her yerinde kutladılar. Sadece Filistinliler değil, kazanılan bu statü Mısır, Türkiye, Katar gibi Müslüman Kardeş devletler tarafından da çok olumlu karşılandı. Hamas yönetimindeki Filistin, 138 ülkenin desteğini alarak “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünü kazandı. Bu oylamada ebedi düşman İsrail, onun vazgeçilmez müttefiki ABD, dış politikasını ABD üzerinden belirleyen Kanada, İsrail’le iyi ilişkileri olan Çek Cumhuriyeti ve ABD’nin nükleer denemelerini yaptığı ada devletleri Panama, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau hayır oyu kullandı. Filistin’in kazandığı bu statü, onu belki birkaç sene içerisinde, üye devlet konumuna yükseltecek.
Filistin’in böyle bir statü kazanmasında payı olan devletler, İsrail’in 150’nin üstünde insanı öldürdüğü Gazze saldırısını göz önünde tutarak mı böyle bir karara vardı bilinmez. Ancak İsrail, Filistin’in böyle bir statü kazanmasının ardından Batı Şeria’da yerleşimci sayısını arttıracağına ilişkin uyarılarla duruma ilişkin rahatsızlığını açık bir şekilde dile getirdi. ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, İsrail ve Filistin arasında olası barışın bu adımla sekteye uğradığını söyleyerek sonuçtan duyduğu rahatsızlığı belirtti.
Filistin’in “Gözlemci” Devlet Olması
Filistin’in bu statüyü kazanmasının ardından, İsrail’in rahatsızlığı, uluslararası medyada farklı bakış açılarıyla yorumlandı. Filistin, “gözlemci” konumundan sonra, üye devlet olmak için, daha önce benzer süreci işleten İsviçre, Japonya vb. devletler gibi BM’ye başvurabilecek.
Filistin’in üye devlet olmasının anlamı şu; İsrail, Gazze benzeri bir saldırıda bulunduğunda ya da Filistin topraklarında işgale ve yerleşimlere devam ettiğinde, Filistin bu durumu uluslararası ceza mahkemesine taşıyabilecek. Böylelikle İsrail, somut anlamda bir yaptırımla karşılaşabilecek.
Gazze saldırılarından sonra, Mısır cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin araya girmesiyle sağlanan ateşkes, Gazze üzerindeki ambargoyu hafifletmiş, Mısır sınırı tam anlamıyla olmasa da açılmış, İsrail Gazze’nin deniz sahası kullanımındaki kontrolünü biraz daha geri çekmişti. Bütün bu kazanımlar 150’nin üstünde Filistinlinin ölümü gerçeğini unutturmasa da Mahmud Abbas, tüm bu gelişmelerin olmasını sağlayan devlet başkanı konumundaydı.
BM’de Filistin’in gözlemci devlet statüsüyle birlikte, başarılı devlet başkanı Abbas’ın karizması pekişmiş oldu. Müslüman Kardeş devletler de bu durumu her fırsatta dile getirdi.
Hukuki Meşruiyetin Zaferi
Son siyasi gelişmeler, Mahmud Abbas ve Filistinliler kadar birini daha, çok sevindirmişti: Hamid bin Halife El Sani. Katar Emiri El Sani, tüm bu gelişmeler yaşanmadan Gazze’yi ziyaret etmişti. Bu ziyaretin Gazze’de siyasi ambargo varken gerçekleşmesi, bu ambargonun kırılması adına önem taşıyordu.
1967’den bu yana Gazze’yi ziyaret eden ilk Arap, El Sani olmuştu. Yapılan ziyaret Filistin’de bazı tartışmalara yol açsa da, özellikle inşaat sektörüne yaptığı yüklü yardımla El Sani, ziyaretini kendisi meşrulaştırmış oldu.
Katar Emiri, Filistin’in “gözlemci devlet” statüsünü ilk kutlayanlardandı. El Sani yaşanan bu gelişmeyi, uluslararası hukuk ve meşruiyetin zaferi diye niteliyordu. El Sani’nin dışişleri bakanı Hamid Bin Kasım da benzer şekilde “Hamas şimdi bir siyasi örgüt oldu.” diyerek pekiştirdi Emir’ini.
Filistin’in Uluslararası Siyasette Tanınması
Filistin’in BM’ye üye “devlet” olmasının önünü açan bu süreç, Filistin halkının yıllardır çektiği zulüm ve inkâr politikalarına karşı umut vadeden bir süreç gibi algılanabilir. İsrail’in bundan sonra, Filistin topraklarına saldırmaya çekineceği ihtimali, yıllardır bu topraklarda “var olma mücadelesi” veren bir halk için önemli olabilir. Bu kararlı mücadelenin bir sonucu olarak bile görülebilir belki bu süreç.
Filistin halkı, BM’de kazanılan bu statüye sevinmekte haklı. Yaşamın ölümle arasındaki mesafenin kısa ve bu mesafeyi kat etmenin ani olduğu topraklarda, direnen halkın yaşama isteği var bu sevinçlerde.
Ancak, uluslararası hukukun “devlet” meşruiyetine sevinenlerin zafer naralarında başka hesaplar gizli!
Katar, şu ana kadar İsrail politikasını en barışçıl tutan devlet konumunda Ortadoğu’da. Hatta İsrail’in yerleşimci politikalarını ve Tamamen Yahudi Kudüs projesini destekliyor. El Sani’nin 2007 yılında ABD’de bir araya geldiği İsrail dışişleri bakanı ile yaptığı görüşmeler, bu desteği pekiştirir nitelikte.
Zira, Mısır’ın ve Türkiye’nin de benzer kaygılar içinde olduğunu görmek için kahin olmaya gerek yok. Bu sürecin en büyük destekçileri konumundaki bu üçlü, direnişin sürdüğü zaman zarfında İsrail politikalarını hiçbir zaman radikalleştirmediler. İsrail devleti ile diyalogu sürdürerek, bölgedeki siyasi ve ekonomik çıkarlarını korudular.
Filistin, Ortadoğu’da yaklaşık yetmiş yıldır direniyor. İsrail’in, ABD’nin ekonomik ve siyasi temelli politikalarına karşı direniyor. Bu direniş meşruluğunu, “devlet” statüsünden değil; ezilen halkın yaşam mücadelesinden alıyor. Meşruluğu “devlet” statüsüne indirgemeye çalışan uluslararası hukukun devletleri, yetmiş senedir yok edemedikleri direnişi daha “meşru” yollarla yok etmeye çalışıyor.
Filistin halkının var olma mücadelesini, kitle imha silahlarıyla, psikolojik şiddetle, yok saymayla sağlayamayanlar; bu kez Müslüman Kardeş devletlerin bünyesinde vücut bulup, direnişi başka bir şekilde yok etmeye uğraşıyorlar. El Sani, Mursi ve Erdoğan’ın Ortadoğu’daki siyasi ve ekonomik stratejilerinin bağımlı olduğu odaklar göz önünde bulundurulduğunda, direnen Filistin’e ne yapmak istedikleri açık. Bu üçlü ortağın Suriye politikasının da aynı olduğu unutulmamalı.
Kürsel iktidarların Ortadoğu politikalarının yerel uzantıları konumundaki devletlerin, İsrail ve ABD’nin stratejilerini neden görmezden gelemeyeceği açıkken, asıl planlanılanın nasıl bir yıpratma ve yok etme planı olacağının dikkatlerden kaçmaması gerekiyor.
Küresel kapitalizmin hukuki düzeninde, devletler savaşır ve devletler barışır. Savaş ve barış, devletlerin hukuki meşruiyetinde tanımlanır. Bu uluslararası hukuk düzleminde yer almayan her şey yok sayılır. Yetmiş senedir Filistin halkının sesine kulaklarını tıkayanlar, onu yok sayanlar, şimdi de Filistin’i “devletli siyaset”in içine sokarak elini kolunu bağlamaya çalışıyor. Yakın zamanda, Ortadoğu’da yeni bir devletin kuruluşuna tanıklık edeceğiz.
Kuruluşundan itibaren bu devletten, uluslararası hukuk düzleminde kendine biçilen rolü oynaması beklenecek: Mahmud Abbas, tanınmış Filistin’in ilk devlet başkanı olacak. Müslüman Kardeş’lerin Filistin kanadı olan Hamas ise 25. yılını bir devlet gibi kutlayacak. Katar dışişleri bakanının öngörüsünün olması beklenecek; “Hamas artık siyasi bir örgüt ve direnişi bir kenara bıraktı.”
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 6. sayısında yayımlanmıştır.
The post Müslüman Kardeşler’in Yeni Devleti: Filistin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>