hapishaneler – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 26 Nov 2020 08:25:46 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 İktidarın Hapishane Stratejisi https://meydan1.org/2020/11/26/iktidarin-hapishane-stratejisi/ https://meydan1.org/2020/11/26/iktidarin-hapishane-stratejisi/#respond Thu, 26 Nov 2020 08:22:35 +0000 https://meydan.org/?p=66597 Zehirli otlar gibi en fena kötülüklerBüyür hapishane havasında;İyi olan ne varsa İnsandaBurada harcanır, yok olup gider.Soluk bir Keder tutar ağır kapıyı,Ve Umutsuzluktur gardiyanı. Oscar Wilde,Reading Zindanı Baladı İktidarın baskısına, mülkiyetin yoksullaştırmasına, yerli ve milli ya da uluslararası otoritelerin şiddetine boyun eğmeyenlere ve bu baskı, yoksullaştırma ve şiddetin hazırladığı suçların uygulayıcılarına karşı bir çözüm bulmak; devletlerin […]

The post İktidarın Hapishane Stratejisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Zehirli otlar gibi en fena kötülükler
Büyür hapishane havasında;
İyi olan ne varsa İnsanda
Burada harcanır, yok olup gider.
Soluk bir Keder tutar ağır kapıyı,
Ve Umutsuzluktur gardiyanı.

Oscar Wilde,
Reading Zindanı Baladı

İktidarın baskısına, mülkiyetin yoksullaştırmasına, yerli ve milli ya da uluslararası otoritelerin şiddetine boyun eğmeyenlere ve bu baskı, yoksullaştırma ve şiddetin hazırladığı suçların uygulayıcılarına karşı bir çözüm bulmak; devletlerin en büyük problemlerinden biri haline gelmiştir.

Yaşadığımız coğrafyada da bu problem kendisini sürekli tekrar üretmektedir. Yaşanılan her krizde çözümü bulunamayan, aksine daha da büyük bir probleme dönüşen suç-toplum-devlet ilişkisi ayyuka çıkmaktadır. Bugün içinden geçtiğimiz korona virüs salgını, kendisi gibi bir hastalık olan “suçun” en görünür semptomunu tartışmaya açmıştır: Hapishaneler!

Mevcut iktidar odağı kendi ittifakları içinde kararını çoktan aldığı, halkın uzunca bir süredir “af yasası” olarak bahsettiği kanun değişikliklerini hayata geçirdi. İktidarda oldukları süre boyunca yeni hapishaneler inşa ettikleri hâlde doluluk oranı azalmadı. Onlar da hem kirli ittifaklarını devam ettirmek amacıyla belli başlı “devlet mafyaları”nı dışarı çıkartmak ve belki de hapishaneye yeni gelecek tutsaklara yer açmak için hapishaneleri boşaltmayı seçti. Bu yasadan faydalanabilecek insanların içinde siyasi tutsakların olmaması ise şaşılır bir durum değil. Kişilere karşı işlenilen suçlar af kapsamındayken “devlete karşı işlenilen suçlar” kapsam dışı tutuldu. Yasanın hayata geçirilmesinden hemen önceki verilere göre hapishanelerde toplam 286 bin kişi tutulmaktaydı. Kadın tutsak sayısı yaklaşık 11 bin iken 18 yaşından küçük yaklaşık 2 bin 500 kişi hapishanelerde tutsaktı. Bu istatistiklerdeki her bir sayının bir insan hayatına denk geldiği gerçeğini aklımızda tutarak, hapishanelerin varlığını tartışmaya başlamalıyız. Bunun için de önce hapishanelerin varlık nedeni olan “suçu” anlamamız gerekmektedir.

Suç, Sebep mi Sonuç mu?

Bize hep suçun çoğunlukla ahlaksız, kötü, yozlaşmış ve/veya öfkeli kişiler tarafından işlendiği öğretildi. Yönetenler tarafından propagandası yapılan çoğu fikir gibi bu fikir de hemen herkesin zihnine yerleşti. Peki bu durum gerçekten böyle midir? Ekmeğin ve suyun fiyatıyla hırsızlık arasında bir bağ yok mudur? Polisin copu ve askerin postalıyla şiddet suçlarının bir ilişkisini olduğunu reddedebilir miyiz? Bu eylemlerin gerçekleştirilmesinden sadece bu suçun uygulayıcıları mı sorumludur?

Yukarıdaki sorulara vicdanımızla cevap verecek olursak; suçun bireysel bir eylem olmadığını, toplumun örgütlenme şeklinin bizzat suçun sebebi olduğunu görebiliriz. Havelock Ellis’in suçlunun antropolojisini tartıştığı ve suçluların karakteristik özelliklerini anlamaya çalıştığı 1890 yılındaki çalışması “The Criminal”, içerisinde bu konuyla ilgili onlarca örnek barındırıyor. Milanolu bir hırsız şöyle diyor: “Ben çalmıyorum, yalnızca zenginlerin fazlalıklarını alıyorum; dahası, avukatlar ve tüccarlar çalmıyor mu?” Bir katil ise kendi suçundan şöyle bahsediyor: “Toplumsal erdem denen şeylerin dörtte üçünün alçakça kötülükler olduğunu bildiğim için, zengin bir adama açıkça saldırmanın temkinli yapılan düzenbazlıklardan daha az alçakça olacağını düşündüm.” Bu açıklamalar bize suçluları suça iten en temel şeyin, toplumun adaletsizce örgütlenmesi olduğu gerçeğini göstermiyor mu? Aynı cevabı 130 yıl önce yazılmış bir kitaba gerek duymadan, kendi coğrafyamıza bakarak da bulabiliriz. Antep’te sadece baklava çaldıkları için 24 yıl hapis cezası verilen çocukları unuttuk mu? Benzer örneklerin hem günümüzde kendi yaşadığımız bölgede hem de asırlar öncesinde bambaşka coğrafyalarda yaşanması bize gösteriyor ki “suç kavramının sebep değil sonuç olması” kapitalist devletli toplum yapısı içerisinde değişmez bir olgudur.

Devletlerin Suça Cevabı: Hapishaneler

Suçun sebebi olan devletli şekilde örgütlenen toplum suça karşı nasıl bir tepki veriyor? Emma Goldman şöyle açıklıyor: “İlkel insanın doğal dürtüsü olarak kötülüğe karşılık vermek, intikam almak artık demode oldu. Bunun yerine, cesaret ve cüretten yoksun uygar insan, kendisinin artık yapacak yiğitliğe ya da tutarlılığa sahip olmadığı şeyi devletin yapmaya hakkı oldugu gibi ahmakça bir inançla kötülüklerin öcünü alma görevini örgütlü bir aygıta devretmiştir.” Devletlerin bu öç alma görevini yürütme şekli de geri kalan bütün mekanizmaları yürütme şekliyle aynıdır: Şiddettir. Kendini bazen 15 yaşında bir çocuğun kafasında patlayan gaz fişeğinde, bazen köylülerin bedenindeki mermilerde, bazen gerçeklerle baş edemedikleri için devrimcileri tutsaklaştırmak amacıyla uydurulmuş yalanlarla dolu iddianamelerde gösteren devlet şiddeti; kendini suça karşı mücadele adı altında hapishanelerde üretir.

Hapishane mekanizması çok temel bir iktidar oluşturma geleneğine dayanıyor; mahrum bırakmak. Suçlu kişi en temel hakkı ve varoluşu olan özgürlükten mahrum bırakılıyor. TCK’da “hürriyetten yoksun kılma” suçunun tanımlanması ise devlet örgütünün varoluş çelişkisini gözler önüne seriyor. Bu, sadece bu suçla da sınırlı değil üstelik. Eğer siz bir kişiyi bir yere kapatırsanız bu bir suçtur, eğer devlet yaparsa bir cezadır. Eğer siz hayatınızı idame ettirmek için hırsızlık yaparsanız bu bir suçtur, devlet yaparsa vergidir; patronlar sizin emeğinizi ve kanınızı çalarsa da bunun adı kârdır, ticarettir, iştir. Birini öldürürseniz bu bir suçtur, eğer devlet birini öldürürse bunun adı “operasyon” olur. Örnekler, yürürlükteki her bir suç için çeşitlendirilebilir. Sözün özü şudur; devlet belli bir toprak parçası üzerinde yasal olarak suç işleyebilen tek yapıdır ve uygun görürse bu “sorumsuzluğunu” çetelerle, mafya artıklarıyla, patronlarla paylaşabilir.

Devletler ne kadar fazla suç işlerse toplumları ve o toplumları oluşturan bireyleri de o denli suça itiyor. Suç ve Adalet Araştırmaları Enstitüsü’nün en son açıkladığı verilere göre; adaletsizliklerin dünya üzerindeki en büyük merkezlerinden biri olan ABD’de 2.121.600 tutsak var. Bu tutsakların %90’ı şiddet içermeyen suçlardan tutuklu. Çin’de 1.700.000 insan parmaklıklar ardında, bu sayı Rusya’da 518.391 iken T.C’de ise 286.000. Dünya’nın en fazla tutsağına ve hapishanesine sahip bu devletlerin ortak özelliği ise giderek daha da otoriterleşen, dışa kapalı devletler olmaları. ABD kendisinden beklenildiği gibi bu krizi kârâ dönüştürme peşinde. Hapishaneleri özelleştiren, mahkumların emeğini yok pahasına “güvenlik şirketlerine” peşkeş çeken bir ceza sistemi uyguluyor. Fiilen diktatörlük rejimiyle yönetilen diğer ülkeler için ise hapishanelerin doluluğu bir güç göstergesine dönüşmüş durumda. Terörle ne kadar iyi mücadele edildiği hapishanelere bakarak anlaşılabilir. Bireysel suçlar, infaz yasasında gördüğümüz gibi, affedilebilir suçlarken “terör suçları” affedilemez konumda.

Hapishanelerin toplumun gözünde meşruluk kaynağı nedir? Bu sorunun cevabı ise şüphesiz ki şu inanç ve ön kabuldür; hapishaneler suçluların rehabilite edilmeleri ve topluma geri kazandırılmaları için oluşturulmuş kurumlardır. Gelin bu argümanı da irdeleyelim. Hepimizin aklında yer eden gündemdeki bir örnekten bahsetmek istiyorum. Antep’te eşini bıçaklama suçundan hüküm giymiş ve son çıkan aftan yararlanan bir mahkum 21 Nisan’da kızını hortumla döverek katletti. Bu insanın topluma geri kazandırılmış bir birey olmasından bahsedebilir miyiz? Başka bir örnek ise İzmir’de infaz yasasından yararlanan Mehmet I. adındaki mahkumun tartıştığı bir kişinin başını taşla ezerek öldürmesi… Hapishanelerin bu kişiyi “ıslah” ettiğini nasıl söyleyebiliriz?

Adalet Bakanlığı’nın 2015 yılında hazırladığı rapora göre hapishaneden çıkan 3 kişiden biri tekrar hapishaneye dönüyor. Bu insanlar, özgürlüklerinden yıllar boyunca mahrum kalmalarına ve suç işlerlerse oraya tekrar döneceklerini bilmelerine rağmen onları tekrar hapishaneye iten şey nedir? Bunun cevabı kuşkusuz hapishanelerin nasıl işlediği ile alakalıdır. Goldman bu konuyu şöyle açıklıyor: “Amerika Birleşik Devletleri’nde tek bir cezaevi ya da ıslahevi yoktur ki, insanlar ‘iyi hale getirmek’ adına sopa, cop, deli gömleği, su fışkırtma, ‘sinek kuşu’ (bütün vücutta dolaştırılan elektrikli bir cihaz), hücreye kapatma, arena dövüşü ve açlık vasıtasıyla işkenceden geçirilmesin. Bu kurumlarda kişinin iradesi kırılır, ruhu hapishane hayatının ölümcül yeknesaklığı ve rutini tarafından hizaya getirilir.” Coğrafyamızda da hapishanelerin benzer şekilde işlediğini biliyoruz. Gitgide koğuştan oda sistemine geçilen, darbe zamanı Diyarbakır ve Mamak Hapishaneleri başta olmak üzere bütün hapishanelerde uygulanan işkence yöntemlerinin artık kalıcı hâle dönüştürülmesi, tecrit vb. uygulamalar en açık örneklerdendir. Geçtiğimiz aylarda ölüm orucunda yaşamını yitiren Mustafa Koçak’a direnişi süresince tuvalete izin vermeme, fiziksel şiddet, zorla tedavi işkenceleri yapılmıştı. Ne yazık ki bu da günümüzün binlerce işkence ve kötü muamele örneklerinden sadece bir tanesi. Bu veriler ve çıkarımlar doğrultusunda hapishanelerin çözüm değil Emma Goldman, Pyotr Alekseyevich Kropotkin ve nice anarşistin haklı tespitlerinde olduğu gibi “Toplumsal Bir Suç ve Başarısızlık” olduğu su götürmez bir gerçektir.

Çözüm Ne?

Bütün bu şiddet, suçun üretimi, toplumun yozlaştırılması meseleleri görüldüğü üzere modern anlamda, en az 2 asırdır varlığını devam ettiriyor. Problemler kendini tekrardan üretiyor ve asla nihai bir çözüme ulaşmıyor. Çözüm ne olmalı?

Hapishanelerin koşullarının iyileştirilmesinin bir aşama olduğunu düşünen temiz yürekli insanlar var. Ya da eğitimin iyileştirilmesinin ve genele yayılmasının suç oranını düşürdüğüne dair iddialar ve araştırmalar var. Genellikle bu araştırmalar ve hapishane koşulları örnekleri için “Refah Ülkeleri” de denilen Norveç, İsveç, Danimarka gibi İskandinav coğrafyası devletleri öne sürülüyor. “Başarılı Refah Devletleri”nin kandırmacası da tam buradadır. Onlar iktidarlarını hapishanelere çok da gerek duymadan -ama hapishaneleri tamamen de kapatmadan- başka bir kapatma kurumu olan eğitim ile çözümlemektedir. Ceza ve eğitim sisteminde yapılacak değişiklikler, toplumun kanseri haline dönüşmüş hastalığın semptomlarına karşı iyileştirici bir etkiye sahip olabilir. Unutulmaması gereken ise şudur; önemli olan hastalığı yenmektir. Hastalığın etkilerini yok etmek hastayı belli bir süre rahatlatsa da sonu ölüm olan hastalığa karşı işlevsizdir. Hapishane koşullarının iyileştirilmesi kazanda kaynayan bir kurbağayı çaresizleştirmekten başka bir işe yaramaz. Eğitim meselesi ise başlı başına ayrı bir şiddet ve iktidar mekanizmasıdır; işlevi de hapishane ile özdeştir. Eğitimin işlevi halka, yönetenlerin çizdiği sınırları benimsetmek ve iktidarı içselleştirmelerini sağlamaktan başka bir şey değildir. Eğitimin modernizmin doğumuyla genele nasıl yayıldığını, hemen hemen bütün ülkelerdeki “vatandaşlık” derslerinin içeriklerinin “makbul vatandaş” yaratmak için dizayn edildiğini hatırlamakta fayda var. Kropotkin bir yandan hapishaneleri “Suç Okulu” olarak tanımlarken bir yandan da okulları hapishaneye benzetiyordu. Daha sonraları Foucault tarafından iktidarın üretildiği kurumlardan başlıcaları olan “Okul” ve “Hapishane” benzerlikleri de bize bu noktada fikir verebilir.

Eğitim ve ceza reformları da çözüm değilse o zaman ne yapmalı? Birileri semptomlarla uğraşabilir ama doğrusu kanserin kendisiyle savaşmaktır. Kanserin kendisi ise asıl suçlu olan devlet, mülkiyet; kısaca iktidarlardır. Devletli ve kapitalist örgütlenmeyi yok edip yerine kişilerin özgür birlikteliklerine dayanan bir toplum örgütlemeliyiz ki ancak böyle bir durumda suçtan ve onu besleyen hapishanelerden kurtulabiliriz.

Burak Aktaş

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.

The post İktidarın Hapishane Stratejisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/11/26/iktidarin-hapishane-stratejisi/feed/ 0
Anarşistlerin Teori ve Pratik Tartışmaları (5): Suç ve Ceza Üzerine Mektuplaşma-Malatesta, Venturini https://meydan1.org/2017/12/24/anarsistlerin-teori-ve-pratik-tartismalari-5-suc-ve-ceza-uzerine-mektuplasma-malatesta-venturini/ https://meydan1.org/2017/12/24/anarsistlerin-teori-ve-pratik-tartismalari-5-suc-ve-ceza-uzerine-mektuplasma-malatesta-venturini/#respond Sun, 24 Dec 2017 09:48:38 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/24/anarsistlerin-teori-ve-pratik-tartismalari-5-suc-ve-ceza-uzerine-mektuplasma-malatesta-venturini/   Aldo Venturini’in Mektubu Sevgili Malatesta, Geçenlerde Umanità Nova’da çıkan, önemli ve her zaman tartışmaya değer bulduğum suç konusundaki iki makaleni, büyük bir ilgiyle okudum. Kuşkusuz, biz anarşistlerin bu meseleye ilişkin yaptığımız çözümlemesini destekleyen argümanların, tartışmasız olarak net ve etkili. Yine de bazı bakış açılarını düzelten ama çok genel ve soyut ya da fazlasıyla ayrıntılı […]

The post Anarşistlerin Teori ve Pratik Tartışmaları (5): Suç ve Ceza Üzerine Mektuplaşma-Malatesta, Venturini appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Gazetemizin “Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları” bölümünde 40. sayıda başladığımız “Suç ve Ceza” tartışmalarına anarşistler arası bir tartışmayla devam ediyoruz. 1921 yılında Umanita Nova’nın kapatılmasından kısa bir süre önce Errico Malatesta imzasıyla yayınlanan bir yazıyla başlayan, Malatesta ve Aldo Venturini arasında geçen bir mektuplaşmaya yer veriyoruz.

 

Aldo Venturini’in Mektubu

Sevgili Malatesta,

Geçenlerde Umanità Nova’da çıkan, önemli ve her zaman tartışmaya değer bulduğum suç konusundaki iki makaleni, büyük bir ilgiyle okudum.

Kuşkusuz, biz anarşistlerin bu meseleye ilişkin yaptığımız çözümlemesini destekleyen argümanların, tartışmasız olarak net ve etkili. Yine de bazı bakış açılarını düzelten ama çok genel ve soyut ya da fazlasıyla ayrıntılı bazı düşüncelerin üzerinde durmak istiyorum.

Örneğin, dediğin gibi: “Bizim için toplumsal görevlerin başarısı gönüllülük esasına dayanmalıdır ve bireyin güç kullanmaya hakkı, sadece başkalarına isteyerek saldırarak, barış içinde, toplum olarak bir arada yaşamamıza engel olanlara karşı vardır. Güç ve fiziksel kısıtlama ancak ve ancak, fiziksel şiddet içeren bir saldırıya karşı, doğrudan savunma ihtiyacı için kullanılabilir.”

Akıl yürütmenin ikinci kısmında, geleceğin toplumunda temel alınan adalet ilkesini bozabilecek olan tek şeyin “fiziksel şiddet içeren bir saldırı” olduğu varsayılıyor.

Fiziksel şiddet eylemi olmadan da ciddi bir hasar gerçekleşemez mi? Neden güç ve fiziksel kısıtlama, doğrudan savunma gereksinimiyle sınırlanmış ve bundan ilham almış olsa dahi, böylesi durumlar için de kullanılmıyor? (Ne yazık ki bunlar, yeni toplumsal yaşamın suça yönelik ahlaki bakış açısı olacaktır.)

Birisinden bir şey çalmak için ona fiziksel şiddet uygulama eylemi ile aynı soygunu herhangi bir şiddet kullanmadan gerçekleştirme eylemi birbirine eşdeğer değil mi?

Üstelik, birini vahşice öldürmekle, aldatıcı ve canice bir ikna ile onu ölüme sürüklemek arasında ne fark vardır? Bu sadece bir örnektir ve saldırının fiziksel şiddet olmadan, kişinin yaşamına zarar verdiği başka yüzlerce durumdan bahsedilebilir.

Öte yandan, doğru şiddet ayrıdır, yanlış şiddet ayrı. Bu nedenle adaletsizlik, onu ortaya çıkaran dışsal eylemden çok, birinin hainliği ve acımasızlığı yüzünden başkasının mağdur olması gerçeğinde yatar.

Bu konuda şunları söylüyorsun: “Kararı, durumun içinde olanların, halkın eline bırakmaktan başka bir çözüm göremiyoruz. Halk, koşullara ve kendi uygarlık derecesine göre farklı davranacaktır.”

Fakat, “halk” burada çok genel bir ifade olduğu için mesele çözümsüz kalıyor.

Bu akıl yürütme, her şeyi halkın yapması gerektiğini düşünen Kropotkin’in hatasının tekrarı gibi görünüyor ve Kropotkin’e göre halk, yalnızca genel bir çokluktur.

Saverio Merlino, Kropotkin’in anarşizm düşüncesindeki bu ve diğer hataları iyi bir şekilde eleştirdi ve “Kolektivist Ütopya” kitabında seninle tartışarak, konumuzla alakalı olan toplumsal savunma meselesine ilişkin şu öneride bulundu: “Mevcut sistem ve suçun sona ereceği varsayımı arasında bir yerde, toplumsal savunmanın bir devlet işlevinden farklı olan çeşitli ara biçimlerinin olduğuna inanıyorum. Böylesi bir toplumsal savunma, tıpkı sağlık, ulaşım vb. gibi toplumsal hizmetlerde olduğu gibi her yerde halkın gözü önünde ve denetimi altında olacaktır. Bu yüzden yozlaşarak bir baskı ve tahakküm aracı haline gelmeyecektir.”

Biz anarşistler neden bu anlayışa varmayalım? Sözde adalet denilen mevcut işleyişi, bütün acı verici ve insanlık dışı yönleriyle ortadan kaldırmak istiyoruz ama bunun yerine bireysel özgürlük ya da kalabalığın acele yargısını koymak istemiyoruz. İnsanların adalet anlayışının gelişmesi, onu ifade etme ve savunma biçimleri üzerinde çalışılması gerekiyor.

Bu mütevazi itirazlarımın nedeni, size böylesine önemli ve tartışılması gereken bir konuya geri dönebilme fırsatını vermektir.

Dikkate alman dileğiyle…

Sevgilerle,

Aldo Venturini

Bologna, 8 Eylül 1921

Malatesta’nın Yanıtı

Arkadaşımız Venturini’nin eleştirileri çok doğru: Fakat, yalnızca karmaşık suç meselesi üzerine bazı düşüncelerimi ifade ettiğimi ve bütün olası durumlar için geçerli bir çözüm sunma niyetinde olmadığımı belirttim.

İnanıyorum ki suçla mücadele için söylenen ve yapılan her şey; olayların yaşandığı zamana, mekana ve hepsinden önemlisi çevrenin ahlaki gelişimine bağlı olarak, sadece beli bir oranda değerli olabilir. Suç sorunu, gerçek anlamda yeterli ve nihai çözümüne ancak… suç tamamen ortadan kalktığında kavuşacaktır.

En acı toplumsal sorunların çözümü için getirdiğimiz önerilerin, muğlaklık ve belirsizlikle suçlandığını biliyorum. Ve anarşistlerin; günümüzdeki ahlak ve kurumların yıkıcı eleştirisinde hemfikir, gelecekteki yaşamın yeniden yaratılması ve günlük yaşam sorunları ile uğraşırken ise çok çeşitli okullara ve eğilimlere ayrıldığının bilincindeyim.

Ne var ki, bu bana kötü görünmüyor. Aksine, niyeti geleceğe giden yoldaki taşları şimdiden dizmek değil, sadece toplumsal evrim için gereken özgürlük koşullarını garantiye almak olan anarşizmin gerçek karakteri ve değerinin bu olduğunu düşünüyorum: Toplumsal evrim, herkesin en iyi maddi, manevi ve entelektüel gelişimini eninde sonunda sağlayacaktır.

Yasaları koyan ve dayatmak isteyen otoriteler ve yöneticiler, ya şaşmaz bir formüle sahip olduklarına inanıyorlar ya da buna sahiplermiş gibi görünmek zorundalar. Ancak bütün bir tarih gösteriyor ki yasanın tek işlevi, kurulduğu dönemdeki çıkarları ve önyargıları savunmak, güçlendirmek ve sürdürmek olmuştur. Böylece yasalar, insanlığı devrimden devrime, şiddetten şiddete ilerlemeye zorlamıştır.

Biz aksine, mutlak gerçeğe sahip olduğumuzu iddia etmiyoruz. Toplumsal doğruluğun sabit, her dönem için iyi, evrensel olarak uygulanabilir ya da önceden belirlenebilir bir şey olmadığına; ancak özgürlük sağlandığı sürece, insanlığın git gide, keşfederek ve eyleyerek gelişeceğine ve bu süreçte en az sayıda çalkantı ve en az sürtüşme olacağına inanıyoruz. Böylece çözümlerimiz her zaman, farklı ve belki de daha iyi çözümlere açık kapı bırakır.

Gerçek şu ki, insan sürekli daha iyisini bulmayı bekleyerek, hiçbir şey yapmadan yaşayamaz, belirli bir eylem yapmak zorundadır. Bununla birlikte, yalnızca tarihte belirleyici olan tek faktörün idealler olmadığını bilsek bile, bugün peşinde koşabileceğimiz tek şey bir idealdir. Hayatta, ideallerin çekim gücünün yanında, yaşamsal koşullar, alışkanlıklar, ilgi ve irade farklılıkları, kısaca gündelik yaşamın yürütülmesinde insanın uymak zorunda olduğu, hangisinden başlayacağımı bilemediğim sayısız gereklilik vardır. Pratikte, insan ne yapabiliyorsa onu yapar: Yasal yaptırımlar ile oluşan ve devletin gücü, yani bazılarının hizmetinde olanların toplam gücü ile kalıcı hale getirilen kusurları, muhtemel adaletsizlikleri engellemek ya da engellemeye çalışmak ve devletsiz ideallerine doğru ilerlemek, her halûkarda anarşistlerin bağlı kalması gereken misyondur.

Suç konusuna geri dönelim.

Venturini’nin doğru bir şekilde belirttiği gibi, özgürlüğe ve adalete zarar vermenin, fiziksel şiddet kullanmaktan daha kötü yolları vardır ve bunlara karşı fiziksel sınırlama gerekli ve acil olabilir. Bu nedenle, öne sürdüğüm ilkenin, yani bireyin fiziksel güç kullanma hakkını yalnızca fiziksel güç kullanarak başkasının hakkını ihlal etmek isteyenlere karşı kullanabileceğinin, olası tüm durumları kapsamadığını ve mutlak bir ilke olarak görülemeyeceğini kabul ediyorum. Fiziksel şiddete karşı olduğu gibi, sonuçları ve uygulama biçimi fiziksel şiddetle eşdeğer olan davranışlara karşı zorla kendini savunma hakkını savunarak, belki de daha kapsamlı bir formüle yakınlaşacağız.

Bu şekilde, farklı durumların taramasını gerektiren ve bin farkı çözüme yol açan, olay bazında bir analize giriyoruz, ama meselenin en büyük zorluğuna dokunmuyoruz: kimler yargılayacak ve kararı uygulayacak olan kim?

Karar verme yetkisini durumun içinde olanların, halkın, yani toplumsal kitlenin, eline bırakmanın gerekli olduğunu savundum.

Venturini, “halk”ın fazlasıyla genel bir ifade olduğuna işaret ediyor, onunla aynı fikirdeyim. Kropotkin’in yaptığı gibi “halk”a hayran olmaktan uzaktayım. Gerçi, bir yandan da Kropotkin kalabalıklara, sadece doğru davrandıklarında “halk” dediği için, Merlino’nun savı haksız bir suçlama oluyor. Halkın her şeyi yapabileceğini biliyorum: Bugün vahşi, yarın cömert, bir gün sosyalist olur, başka bir gün faşist, zaman gelir rahiplere ve Engizisyon’a karşı ayaklanır, başka bir zaman Giordano Bruno’nun kazıkta yakılmasını seyrederken dua edip alkışlar, bir anda fedakarlık ve kahramanlık için hazırdır, başka bir anda ise en kötü biçimiyle korku ve aç gözlülüğün etkisindedir. Bu konuda ne yapılabilir? Mevcut malzeme ile çalışmak ve bundan en iyisini çıkarmaya çabalamak gerekir.

Venturini gibi, bireysel özgürlük ya da kalabalığın acele yargısını istemiyorum. Bununla birlikte, suçlulara karşı toplumsal savunmayı, sağlık, ulaşım vb. gibi herhangi bir sosyal hizmet gibi örgütlemek isteyen Merlino tarafından önerilen çözümü de kabul edemem, çünkü polis teşkilatının bütün kusurlarını edinecek ve onun bütün tehlikelerini barındıracak olan silahlı bir grup oluşturmaktan korkuyorum.

Bir sosyal hizmet açısından, örneğin demiryolu işçisinin mesleğinde uzmanlaşması, doktorların ve öğretmenlerin tamamen kendilerini sanatlarına adaması yararlıdır; fakat belki teknik açıdan avantajlı olmasına rağmen, birisinin meslek olarak polis ya da hakim olmasına izin vermek tehlikelidir ve yozlaştırır.

Toplumsal afetler yaşandığında herkes nasıl hemen yardım ediyorsa, aynı biçimde, toplumsal savunmayı herkesin ele alması gerekir.

Benim için polis bir suçludan, en azından küçük, sıradan suçludan daha kötüdür. Bir polis memuru toplum için çok daha tehlikeli ve zararlıdır. Fakat, insanlar halk tarafından yeterince korunduklarını hissetmediklerinde, şüphesiz hemen polisi ararlar. Bu nedenle, polisin var olmasını engellemenin tek yolu, halk için gerçek bir koruma oluşturan işleyişlerin yerine getirilmesi ve onun gereksiz hale getirilmesidir.

Venturini’nin sözleriyle bitiriyorum: “İnsanlarda adalet duygusunun gelişmesi, onu ifade etme ve savunma biçimleri üzerinde çalışılması gerekiyor.”

 

Çeviri: Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazılar Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşistlerin Teori ve Pratik Tartışmaları (5): Suç ve Ceza Üzerine Mektuplaşma-Malatesta, Venturini appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/24/anarsistlerin-teori-ve-pratik-tartismalari-5-suc-ve-ceza-uzerine-mektuplasma-malatesta-venturini/feed/ 0
Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/ https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/#respond Fri, 22 Sep 2017 10:40:19 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/   Anarşist düşüncenin bugün bütün savunucuları tarafından kabul edilen temel ilkeleri tıpkı farklı eğilim ya da yorum farklılıklarını ortaya çıkarmış diğer ilkeler gibi pratikte gelişen olaylar karşısında alınmış tutumlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Suç, suçun kökenleri, cezalandırma ve cezalandırma sistemleri üzerine anarşist düşünce içerisinde bugün kendi karakterini kazanan birçok temel fikir, tarihte anarşist düşünürlerin bu başlıklar […]

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Anarşist düşüncenin bugün bütün savunucuları tarafından kabul edilen temel ilkeleri tıpkı farklı eğilim ya da yorum farklılıklarını ortaya çıkarmış diğer ilkeler gibi pratikte gelişen olaylar karşısında alınmış tutumlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Suç, suçun kökenleri, cezalandırma ve cezalandırma sistemleri üzerine anarşist düşünce içerisinde bugün kendi karakterini kazanan birçok temel fikir, tarihte anarşist düşünürlerin bu başlıklar etrafındaki tartışmaları sayesinde şekillenmiştir.

Daha önce bu bölümde “Onaltılar Manifestosu” isimli yazısını yayınladığımız Kropotkin, bu gibi tartışmaların odağında yer alan bir isim. Günümüzde, toplumsal mücadelelerin eksenini oluşturan anarşist düşüncenin genel karakterini yansıtmak, yaşadığımız -veya çevremizde gelişen- olayları anlamak ve yorumlamak için önemli bir yol haritası oluşturduğuna inandığımız bu tartışmaların dördüncüsünde “Suç ve Ceza Tartışmaları”na yer veriyoruz.

Anarşistler ve anarşist olmayan devrimcileri teorik düzlemde en net çizgileriyle birbirinden ayıran, kökeninde, devlet, araç-amaç çelişkisi gibi kavramlara dair görüş ayrılıklarıyla da bağlantılı “Suç ve Ceza” tartışmalarının bu anlama ve yorumlama sürecine katkısı olacağını düşünüyoruz.

Emma Goldman’ın editörlüğünü yaptığı Mother Earth dergisinin 8. sayısından alıntılayarak çevirdiğimiz bu metin, hapishanelerin işlevi üzerine anarşist düşünce içerisindeki önemli incelemelerden biridir. Tartışmanın ilerleyen bölümlerinde diğer anarşist düşünürler tarafından farklı zaman ve yerlerde benzer konular üzerine yazılan yazıları yayınlayacağız.


Suçun Yetiştirme Yurtları: Üniversiteler

Son zamanlarda birçok tanınmış avukat ve sosyoloğun gündemini meşgul eden, büyük “suç ve ceza” sorusunu şimdilik bir kenara bırakacak ve elimden geldiğince şu sorunun cevabını arayacağım: “Hapishaneler toplumdaki anti-sosyal davranışların sayısında azalma sağlayabiliyorlar mı?”

Bu soruya; hapishanelerde neler olup bittiğini bilen, önyargısız her insan güçlü bir ‘Hayır’ yanıtını verecektir. Aksi takdirde, konu ile ilgili ciddi bir çalışma yapılacak olursa, hapishanelerin -en iyisinin bile- “suç”un yetiştirme yurtları olduğuna ve anti-sosyal davranışların daha kötü bir hale gelmesine sebep olduklarına; sözgelimi suç olarak bilinen her ne varsa onun liseleri, üniversiteleri oldukları sonucuna varılacaktır. Tabi ki bir zamanlar hapsedilmiş kim varsa hapishaneye geri döneceği iddiasında değilim. Her yıl binlerce kişi yanlışlıkla hapse atılıyor. Ancak hapishanede geçmiş birkaç yılın -buranın bir hapishane olmasından dolayı- bireyi yargı önüne çıkaran kusurları artırdığını savunuyorum.

Bu nedenler; risk alma isteği, çalışmaya karşı duyulan antipati, (büyük oranda yapılacak işin iyi bir uzmanlaşma gerektirmesi sebebiyle) adaletsizlik ve ikiyüzlülükten dolayı toplumu hor görme, fiziksel enerji isteği ve bütün bu sebepler hapishanede tutsak edilerek pekiştirilir.

Yirmi beş yıl önce bu fikri geliştirdiğim ve şimdilerde baskısı tükenen kitabımda (Rus ve Fransız Hapishanelerinde) Fransa’da ikinci kez hapsedilen tutukluların sayılarıyla ilgili yürütülen bir soruşturmayla açığa çıkarılan gerçekleri inceleyip bu düşünceyi destekledim. Bu incelemenin sonuçlarına göre mahkemeye çıkanların neredeyse yarısı yargı önüne çıkarılmadan önce, beşte ikilik kısmı ise polis sorgusuna çıkarılmadan önce zaten bir ya da iki kez hapsedilmiş oluyor. Fransa’da ortaya çıkan bu yüzde kırklık korkunç oranın yanı sıra, Michael Davitt’e(1) göre kürek cezasına çarptırılmış tutsakların yüzde doksan beşi daha önce hapishane ‘eğitimi’ görmüş kişilerden oluşuyor.

Küçük bir düşünme süreci, meselenin başka türlü olamayacağını gösterecektir. Bir hapishane, tutsaklar üzerinde yozlaştırıcı bir etkiye sahiptir ve hep öyle olacaktır. Birini ilk kez hapse atmış olun. Binaya girdiği andan itibaren bütün insanlığını kaybeder, o artık sadece “Numara XY” dir. Kendi iradesiyle hiçbir şey yapamayacaktır. Onu aşağılık bir duruma düşürmek için aptal bir giysinin içine koyarlar. Onu bağlı olduğu bütün ilişkilerden mahrum bırakırlar ve böylece üzerinde olumlu etkisi olabilecek her bireyin eylemini dışarıda bırakırlar.

Sonra emeğini koyar ortaya, ancak bu onun ahlaki gelişimine yardımcı olabilecek bir emek değildir. Hapishane emeği, temelinde bir intikam aracıdır. Tutsak, uyguladığı cezaları “reform” yaparmış gibi gösteren bu “toplumun ileri gelenleri”nin zekası hakkında ne düşünmelidir?

Fransız hapishanelerinde tutsaklara bir çeşit faydalı ve maaşlı bir iş verildi. Ancak bu iş için bile saçma bir şekilde düşük ücret uygulandı ve hapishane otoritelerine göre başka türlü olması mümkün değildi. Hapishane emeği, diyorlar; değersiz köle emeğidir. Bunun sonucunda tutsak, çalışmaktan nefret etmeye başlar ve şöyle söyleyerek yaptığı işe son verir; “Gerçek hırsızlar biz değil, bizi burada zorla tutanlardır.”

Böylece tutsağın beyni, dolandırıcı şirket yöneticilerine saygı duyan, onu ise yeterince kurnaz olmadığı için kötü bir şekilde cezalandıran toplumun adaletsiz olduğu fikriyle tekrar tekrar dolup taşar. Ve dışarı çıktığı an çoğunlukla intikamını ilkinden daha ağır bir şekilde alır. İntikam, intikam doğurur.

Ondan alınan intikam üzerine, o da toplumdan intikam alır. Her hapishane, bir hapishane olduğu için, tutsakların fiziksel enerjilerini yok eder. Onlara kutup soğuklarından bile kötü davranır. Geçtiğimiz günlerde İngiliz Tabipler Birliği Kongresi’ndeki konuşmasında Miss Allen’ın gayet açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi; temiz havaya duyulan istek, varoluşun monotonluğu, özellikle izlenim edinme isteği, tutsağın bütün enerjisini alır ve uyarıcılara (alkol, kahve) yönelik bir arzu üretir. Ve nihayet, anti-sosyal eylemlerin çoğu irade zayıflığına dayandırılabilir, hapishane eğitimi ise tamamen, iradeyi her ortaya çıktığı yerde öldürmeye yöneliktir.

Daha da kötüsü. Ben hapishane reformcularına ciddi anlamda, Amerikan hapishanelerinde 14 yıl tutulmuş ve deneyimlerini büyük bir samimiyetle kitabında anlatmış olan Alexander Berkman’ın “Hapishane Anıları”nı (Prison Memoirs)(2) okumalarını tavsiye ediyorum. Okuyan, eğer bu cehennemden kurtulmaya karar vermezse, dürüst duyguların nasıl baskılanması gerektiğini görecektir. 5-6 yıllık böylesi bir eğitimden sonra bireyin iradesi ve iyi niyetini arttıracak ne olabilir?

Ve serbest bırakıldıktan sonra, onlarla birlikteliği yüzünden hapse girdiği dostlarının yanına dönmecekse nereye gidebilir? Onu kendileriyle eşit görenler yalnızca o dostlarıdır. Ama eğer onlara katılırsa mutlaka birkaç hafta içinde geldiği yere geri dönecektir. Ve sonunda döner. Gardiyanlar bunu iyi bilir.

Bana sıkça “hapishaneler için nasıl reformlar öneriyorsunuz” diye soruluyor; şimdi, 25 yıl önce olduğu gibi, hapishanelerin nasıl düzeltilebileceğini gerçekten bilmiyorum. Onların temeline kadar yıkılması gerekir. Şöyle de denebilir ya da şöyle bir yol çizilebilir; her ne yapıyorsanız daha az zalim, daha fazla düşünceli olun. Ancak bu, şunu beraberinde getirecektir: Her hapishaneye müdür olarak bir Pestalozzi(3)ve gardiyan olarak da 60 Pestalozzi’yi görevlendirelim, ne kadar saçma olurdu. Ama bunun dışında hiçbir şey işe yaramaz.

Oldukça iyi niyetli Massachusetts hapishane görevlileri, önerilerimi sormak için yanıma geldiklerinde onlara tek söyleyebildiğim şuydu: Eğer hapishane sistemini tamamen ortadan kaldıramıyorsanız, o zaman kesinlikle çocukları ya da gençleri hapishanelerinize almayın. Eğer bunu yaparsanız, bu bir cinayettir. Ve sonra, hapishanelerin ne olduğunu deneyimleyerek öğrendikten sonra, gardiyan olmayı reddedin ve suçla mücadele etmenin tek doğru yolunun onu önlemek olduğunu anlatmaktan asla yorulmayın. Maliyetine, sağlıklı belediye konutlarında, okulda veya ailede, hem ebeveynlerin, hem çocukların; her kızın ve erkeğin bir meslek öğrendiği, komünal ve mesleki iş birliği, her türden uşraş için topluluklar ve her şeyden önemlisi gençlerde, insan doğasını ahlaki duyarlılığa taşıyabilecek bir özlemin, idealizmin gelişmesi. Bunlar cezalandırnanın asla yapamayacağı şeyleri başaracaktır.

  1. Michael Davitt (1846-1906), IRA’nın öncüsü olan İrlandalı Fenian Kardeşliği’nin üyesi, toprak ağalarına karşı köylü hareketini örgütleyenlerdendi.
  2. Bu metnin Türkçesi, Kavram Yayınları’ndan yayınlanan “Anarşistin Yaşamı-Alexander Berkman’ın Yazıları” isimli kitabın birinci kısmında yer almaktadır.
  3. Johann Heinrich Pestalozzi (1746-1827), Toplumun eğitimle düzeltilebileceğine, her insanın iyiliğe elverişli olduğuna inanan, bireylerin toplumdaki yaρıcı rolünü yerine getirebilmesi için, ahlaki eğitimin, hayati bir değeri olduğunu öne süren pedagog.

Yazının orjinali için:

www.theanarchistlibrary.org/library/petr-kropotkin-prisons-universities-of-crime

Çeviri: Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/feed/ 0
“Devletin Tutsak ve Tecrit Politikalarına Karşı Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi” – Röportaj https://meydan1.org/2017/01/03/devletin-tutsak-ve-tecrit-politikalarina-karsi-tutsaklarla-dayanisma-inisiyatifi-roportaj/ https://meydan1.org/2017/01/03/devletin-tutsak-ve-tecrit-politikalarina-karsi-tutsaklarla-dayanisma-inisiyatifi-roportaj/#respond Tue, 03 Jan 2017 08:57:06 +0000 https://test.meydan.org/2017/01/03/devletin-tutsak-ve-tecrit-politikalarina-karsi-tutsaklarla-dayanisma-inisiyatifi-roportaj/   Meydan: Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi, kurulduğu günden bu yana, toplumsal muhalefet içinde önemli bir boşluğu dolduruyor ve hapishanelerde yaşananların bilgisini dışarıya taşıyor. Böyle bir inisiyatife niçin ihtiyaç duyulduğundan ve TDİ’nin kuruluşundan kısaca bahsedebilir misiniz? Zarife Çalaman: TDİ, özellikle 15 Temmuz’dan sonra oluşturduğumuz bir inisiyatif. Hapishanelerde artan baskı, FETÖ bahane edilerek daha da meşrulaştırıldı. Hapishaneler hedef […]

The post “Devletin Tutsak ve Tecrit Politikalarına Karşı Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi” – Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

15857118_10211509776275611_1978150417_o

Hapishanelerde giderek artan baskı, şiddet ve işkenceye karşı tutsaklarla dayanışmak için geçtiğimiz Ağustos ayında kurulan Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nden Nihat Göktaş, Abdülmelik Yalçın, Sevgi Gülmez ve Zarife Çamalan ile inisiyatifin kurulma amaçlarını konuştuk. İnisiyatifin de düzenleyicileri arasında bulunduğu “19 Aralık’tan OHAL’e Direniş Sürüyor” etkinliği öncesinde, TDİ gönüllüleriyle yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Meydan: Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi, kurulduğu günden bu yana, toplumsal muhalefet içinde önemli bir boşluğu dolduruyor ve hapishanelerde yaşananların bilgisini dışarıya taşıyor. Böyle bir inisiyatife niçin ihtiyaç duyulduğundan ve TDİ’nin kuruluşundan kısaca bahsedebilir misiniz?

Zarife Çalaman: TDİ, özellikle 15 Temmuz’dan sonra oluşturduğumuz bir inisiyatif. Hapishanelerde artan baskı, FETÖ bahane edilerek daha da meşrulaştırıldı. Hapishaneler hedef haline getirilmeye çalışılıyor. Devrimcilerin üzerindeki baskıyı arttırmak, dışarıyla ilişkilerini kesip tecrit uygulamak istiyorlar. Bu süreçte, içerdeki tutsakların her zamankinden daha fazla sesi olmamız gerekiyor.

OHAL’den sonra devrimci tutsaklara yönelik uygulamalarda değişiklikler oldu mu?

Nihat Göktaş: Evet, tecridin ağırlaştırılması; açık görüşlerin ayda birken, iki ayda bire çıkarılması; telefon görüşlerinin bir haftadan iki haftaya çıkarılması; arkadaş görüşlerinin iptal edilmesi ve avukatlarla yapılan görüşmelerin kameraya alınması gibi birçok uygulama değişikliği oldu. Bütün bunlar, OHAL ile beraber geldi. Hapishanelerdeki şartlar, OHAL bahane edilerek gittikçe zorlaşıyor.

Yakın zamanda düzenlediğiniz 19 Aralık etkinlikleri kapsamında, Sarıgazi Mezarlığı’nda anma ve basın açıklaması gerçekleştirmek isterken polis tarafından gözaltına alındığınızı biliyoruz. Yaşanan polis saldırısından ve gözaltından bahsedebilir misiniz?

Abdülmelik Yalçın: 19 Aralık Katliamı’nda yaşamını yitiren yoldaşlarımızı anmak ve devletin tutsaklara yönelik baskı ve işkencelerini protesto etmek için, inisiyatif olarak, 13 Aralık tarihinde Sarıgazi Mezarlığı’nda bir anma programı gerçekleştirecektik. Ancak mezarlık çevresini ablukaya alan polis, akrep olarak bilinen zırhlı araçlarla önümüzü kesti. Araçlardan inen maskeli özel harekat polisleri tarafından, ters kelepçe takılarak gözaltına alındık. Karakola götürüldüğümüzde, oradaki polislerden biri, tutulduğumuz bölüme iki defa kurşun sıktı. Gözaltı süresince avukatlarımızla görüşmemiz engellendi; çeşitli hakaretlere ve tehditlere maruz kaldık.

Devlet, bu saldırısıyla, 19 Aralık Katliamı’nda yitirdiğimiz yoldaşlarımızı anmamızı engellemek istedi; ama başaramadı. Bugün burada, bu etkinliği yapıyor oluşumuz, bizi engellemek isteyen devlete bir cevaptır.

19 Aralık’ın yıldönümünde düzenlediğiniz etkinliklerden haberdarız. İlerleyen süreçte buna benzer eylemlikler olacak mı?

Abdülmelik Yalçın: Mezar anmalarımız, tutsakların çizdiği resimlerin sergisi, bugün burada gerçekleştirdiğimiz 19 Aralık Katliamı’nı anma etkinliğimiz ve yapacağımız basın açıklamamızla bu haftanın etkinliklerini sonlandırmış olacağız. Ama elbette etkinliklerimiz, çalışmalarımız sürecek. Tutsaklara kart yollama, kitap gönderme gibi dayanışma eylemlerimiz sürecek.

19 Aralık Katliamı bu coğrafyada verilen devrimci mücadelede önemli bir yerde durmakta. Peki, 19 Aralık’ın sizin için önemi nedir?

Nihat Göktaş: 16 sene önce hapishanelerde yapılan saldırılar sonucunda, F tipi dediğimiz hücreleri hayata geçirdiler. Kendi politikalarını hayata geçirmek için hapishaneleri de kendi istedikleri düzene sokmak istediler. Devrimciler hapishanelerde çoğunluktaydı. Bu yüzden tecrit ve izolasyon politikalarını uyguladılar. Aynı zamanda devrimcileri düşüncelerinden de vazgeçirmek istediler. Ancak büyük bir direnişle karşılaştılar ve devrimci tutsakların iradesini kıramadılar.

19 Aralık sürecinde Adli Tıp, Wernicke Korsakoff hastaları için “yalan söylüyorlar, hasta değiller” demişti. Şimdi de hapishanelerde birçok hasta tutsak var ve tedavileri sağlanamıyor; Adli Tıp’ın hasta tutsaklara yönelik tavrı hala aynı mı?

Nihat Göktaş: Bizleri 6 ayda bir Adli Tıp’a gidip kontrol olma şartıyla serbest bırakmışlardı. Arkadaşlarımız daha iyileşmeden, Adli Tıp tarafından “sağlıklı” raporu verildi. Hemen arkasından da tutuklama kararı… Bugün de hasta tutsaklar için aynı uygulamalar söz konusu. Örneğin Güler Zere, ölüm sınırına geldiğinde serbest bırakıldı.

Adli Tıp, kendi mesleki etik kurallarına uymuyor. Sağlıklı ya da hapishanede kalabilir raporu verdiği birçok insan, şu anda ölüm sınırında ve hala serbest bırakılmıyor. Çünkü ölüm sınırında olan bir tutsak bile devlet için tehlikeli, sakıncalı…

Sevgi Gülmez: Benim kızım 130 gün yemek yemedi, 25 gün de su içmedi. Ölüm orucunda yaşamını yitirdi. Onlar yalan söylüyorlar. Yiyorlar dediler, hasta değil dediler. Ellerinden gelse herkesi tek seferde öldürürler. Ama insanlar direnmesini de bilir, yaşamasını da.

Nihat Göktaş, biliyoruz ki siz de 19 Aralık Katliamı’nı yaşayanlardansınız. Kaldığınız hapishanede neler oldu, bahsedebilir misiniz?

Nihat Göktaş: Ben Bursa Hapishanesi’ndeydim. 19 Aralık Gecesi ben nöbetçiydim. “Devrimci Tutsaklar Teslim Alınamazlar” sloganı, saldırının habercisiydi. Bütün nöbetçiler biliyordu. Saat 4 civarı geldiler. Ben de bu sloganı attım. Açlık grevimin 50’li günlerindeydim. Bursa’da 2 devrimci tutsak, yakılarak katledildi. Hastaneye kaldırıldık, bilincimiz kapalıydı.

Sonradan öğrendik ki ellerimizden ayaklarımızdan ranzalara kelepçelenmişiz, serumlar öyle takılmış. Çünkü bilincimiz yerine geldiği anda serumları koparıp atıyorduk; ellerimizi o yüzden kelepçelemişler ranzanın demirlerine… Bütün doktorlar biliyordu serumla müdahale edilirse sakat kalınacağını. Öldüremediklerini sakat bırakmak için bilerek yaptılar o müdahalelerin hepsini.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Nihat Göktaş: Her türlü saldırıda hapishanelerdeki devrimci tutsaklar direnmeyi biliyorlar. Biz kamuoyuna buradan çağrı yapıyoruz. Tutsakların daha fazla katledilmemesi, devletin saldırılarına maruz kalmaması için Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi ile birlikte hareket ederek bu saldırılar yaşanmadan önüne geçmeliyiz. Tutsaklar nasıl hapishanelerde üzerlerine düşeni yapıyorsa biz de dışarıda, tutsak yakınları, duyarlı insanlar olarak üzerimize düşeni yapmalıyız.

 

Gizem Şahin

[email protected]

Bu Röportaj Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır.

The post “Devletin Tutsak ve Tecrit Politikalarına Karşı Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi” – Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/01/03/devletin-tutsak-ve-tecrit-politikalarina-karsi-tutsaklarla-dayanisma-inisiyatifi-roportaj/feed/ 0