The post Siya Avê Belgeseli Erişime Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ilısı Barajı’nın yapılmasıyla 12 bin yıllık Hasankeyf bölgesinin ve 199 farklı yerleşimin sular altında kalış öyküsünü, bu bölgede yaşayan iki kadının yaktıkları ağıt üzerinden ele alan belgesel izlemek isteyenler için bu süreçte erişime açıldı.
İzlemek isteyenler youtube üzerinden filme ulaşabilir:
The post Siya Avê Belgeseli Erişime Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yerleşik ve Göçebe: Körtik Tepe – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Batman Çayı ile Dicle Nehri’nin tam kesişim noktasında, Bismil ilçesinin sınırlarında, eski adıyla Ancolini, yeni adıyla Ağıl köyünün civarında… Köylülerin Körtik Tepe dediği yani hem çukur hem tepe olan yerin altında bir yerleşim: Körtik Tepe…
Belki torunlarının binlerce yıl yaşadığı Hasankeyf ile aynı kaderi paylaşıyor bu yerleşim. Ilısu barajının suları altında kalacak belki iki ay belki 6 ay sonra… Hasankeyf ondan daha şanslı diyebiliriz. Çünkü onun için ağıt yakabilecek birileri var, Hasankeyf’e uğrayan herkese “Babamın mezarı sular altında kalacak anlayabiliyor musunuz?” diyen Çoban Ali’si var hiç olmazsa…
Fakat Körtik Tepe’nin son yerleşimcileri ortaçağda burayı terk ettiler. Hele ilk yerleşimcilerinden neredeyse 12.000 yıldan bu yana ses yok. Neyse ki 2000 yılında burada kurtarma kazıları başladı ve dünyanın ilk kalıcı yerleşim birimlerinden biri olduğu düşünülen Körtik Tepe, bünyesinde barındırdığı müthiş bilgi hazinesi ile gün yüzüne çıkarıldı.
Körtik Tepe’de iki büyük kültür evresi tespit edildi. Bir tanesi kalıntıları yüzeyde bulunan Orta Çağ Evresi, bir diğeri ve asıl merak uyandıran kısım olan Akeramik Neolitik Evre. Bulgulara bakılacak olursa burası M.Ö 10.000’e tarihleniyor, ki bu dönemde henüz insanlık “Neolitik Devrim”i ateşlediği sanılan tarıma henüz geçmemiş. Fakat bununla beraber gelmekte olan uygarlığın tüm ilksel biçimlerini içinde barındırıyor.
Höyükte, çapları 2.30–3.00 metre civarında olan ve doğrudan toprak zemin üzerine inşa edilen 77 tane ev bulunmuş. Ayrıca yapılan kazılarda Akeramik döneme ait 433 iskelet bulunurken bunların büyük bir bölümü buradaki evlerin altına gömülmüş. Bulunan mezarların 281 tanesinde farklı sayıda ve türde gömü hediyelerinin bulunması ve diğerlerinde bu tarz hediyelerin olmaması ise ekonomik ya da dini hiyerarşinin Körtik Tepe’de gelişmiş olabileceğini gösteren en önemli kanıtlardan biri oluyor. Öte yandan gömü hediyelerinin bulunmuş olması, kişilerin gömülürken ısrarlı bir şekilde uygulanan ritüeller ve ölülerin bedenlerine kireç ve bunun gibi koruyucu maddelerle sıvanması, burada devamlı ve güçlü bir dini inanış olabileceğine dair kritik kanıtlar sunuyor.
Bununla beraber, burada bulunan bir çok objenin üzerindeki “usta işi” işlemeler, döneminin çok çok ötesindedir. Yapılan bezemelerde geometrik desenlere rastlandığı gibi aynı zamanda sıklıkla dağ keçisi, akrep, kuş ve çeşitli hayvan figürleri tekrarlanıyor. Ortaya çıkarılan objelerin işlenmesi kolay olan florit taşından yapıldığı, yongalama ve oymanın da sert bir maden olan obsidyenle gerçekleştirildiği fark edilmiştir. Burada ilginç olan şey ise bölgede obsidyen taşının olmaması ve muhtemelen obsidyenin kilometrelerce öteden sırf bu iş için getirilmiş olmasıdır. Bu da gösterir ki söz konusu topluluk, çevresindeki diğer topluluklarla ilişki halinde oldukça sosyal bir yapıya sahiptir, ortada ticari bir ilişki olması muhtemeldir.
Körtik Tepe’yi benzerlerinden farklı kılan şey ise, buranın ilksel insanlar için gelgeç bir konaklama noktası değil kelimenin tam anlamıyla bir yerleşim yeri olması. Peki bu neyi değiştirir? Burada sözü Kazı başkanı Vecihi Özkaya’ya bırakırsak daha iyi anlayabiliriz: “Tarımın keşfiyle insanların yiyecek aramaktan vazgeçip bunun yerine yiyecek üretimine başladığı, bunun da yerleşimi zorunlu kıldığı gibi bir kural vardır. Çok genel geçer olan bu kural, Körtik Tepe ile geçerliliğini kaybetmiştir. Burası, bilinenlerin yeniden ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Çünkü Körtik Tepe’de avcılık ve toplayıcılık yapıp yerleşik düzende yaşayan bir topluluk var.”
Bundan yaklaşık 10.450 yıl öncesine tarihlenen ilksel bir yerleşim, yaklaşık 12.000 eser çıkartılıp müzelerde sergilenmek için hazırlanıyor. Bundan farklı 20.000 obje insanlığın “ilk”lerine dair sorduğumuz sorulara cevap arıyor. Nihayetinde Körtik Tepe Hasankeyf ile beraber en geç 4 ay içinde sular altında kalıyor. Sahi, insan yerleşik yaşama neden geçmişti? Muktedirler onları oradan oraya sürsün diye mi? Yoksa binlerce yıl öncesinin insanlarının izlerini baraj sularının altına gömsün diye mi?
Sahi yerleşik yaşama neden geçmiştik?
Özgür Erdoğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Yerleşik ve Göçebe: Körtik Tepe – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hasankeyf: “Gül Dalında Güzeldir” – Güven Gökdere appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Dicle’nin akan suları… İnsanlar bin yıllar boyu onu kutsal olarak gördü ve ona tapındı. Kimi zaman sağladığı bereketten, kimi zaman da yağdırdığı gazaptan…
Ne zaman, kimler tarafından kurulduğu tam olarak bilinmemekle birlikte M.Ö. 8000’de kurulduğu tahmin edilmektedir Hasankeyf’in. Varlığı ile Dicle’yi ikiye bölmüştür. Böldüğü Dicle ona yol olmuş, nehrin ticaret için kullanılması sayesinde gelişmiştir. Yüz binlerce yıllık bir süreç sonucunda oluşan kayaları sebebiyle Süryanice “kaya” anlamına gelen “kepa, kipas, kefa” gibi kelimelerden türeyen adı, Arapça’da “Mağaralar Şehri” anlamına gelen “Hısnı Keyfa” olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı döneminde Hısnıkeyf olarak telaffuz edilen isim günümüze Hasankeyf olarak gelmiştir.
İşte biraz da bu kayalardır insanların burayı mesken edinmesinin sebebi. Mağaralar doğal evler olmuş, dış dünyadan doğal bir korunma alanı sağlamıştır.
Nice topluluk geldi ve misafir oldu Hasankeyf’e. Mezopotamya’nın sakinleriydi ilk misafirleri. Persler, İskender, Seleukos Hanedanları geldiler atlarıyla buraya. Bizanslılar ve Sasaniler bu topraklar için tutuştu kavgaya. Hristiyanlığın Roma’da yayılması ile birlikte, M.S. 5. yüzyılda piskoposluk merkezi ilan edildi. Sonra İslam İmparatorluğu, Emeviler, Abbasiler… Artuklular döneminde önemi çokça arttı, hatta başkent oldu. Eyyubi hakimiyetinin ardından Safeviler çıktılar Hasankeyf’te tarih sahnesine. Akabinde Osmanlılar ve sonrasında TC sınırlarında kaldı…
Her gelen bir iz bıraktı kendinden bu topraklara ama Hasankeyf korundu. Binlerce yıldır insanlara ve birçok farklı canlı türüne ev sahipliği yapan Hasankeyf bugün tehlikede. Bugün dinamitleniyor Hasankeyf mağaraları. Parça parça etrafa saçılıyor tarih… Sular altında kalma ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Hasankeyf Adım Adım Yok Ediliyor
GAP kapsamında bölge yaklaşık 50 yıldır baraj ve HES projelerine konu olmakta. Bölgedeki tarımsal alanları sulama ve bölgeyi eğitim, sanayi, altyapı gibi alanlarda “kalkındırma” amaçları güttüğü iddia edilen proje uzun yıllardır adım adım uygulanmakta. Hasankeyf de bu adımlardan biri.
10.000 yaşındaki Hasankeyf nice topluma ev sahipliği yapmıştır. Ancak 20. yüzyılın ortaları ile birlikte ona misafir olanlar onu ele geçirmeyi kafalarına koymuşlardır. Tıpkı insanın da dahil olduğu nice türe ev sahipliği eden doğaya yönelik işgalci bir politikayla yaklaştıkları gibi. İnsan, bir parçası olduğu evi fethetme gayreti içerisine girmişti.
1970’lerde bölgeyi ziyaret eden cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, mağaraları ve burada yaşayan insanları gördükten sonra “Bu yüzyılda mağaralarda yaşamak olmaz. Bu insanlar derhal buradan çıkartılmalı.” talimatını vermiş ve bu talimat sonrası gerçekten de mağaraların boşaltılması ve insanların bölgede yapılan evlere aktarılması için çalışmalar sürdürülmüştür.
Cevdet Sunay’a göre “bu mağaralarda nasıl yaşanır”dı? İlkellikti bu, geri kalmışlıktı! Bu insanlar derhal medeniyet içerisine alınmalıydı! Onlara güzel evler inşa edilmeli ve bu barbarlıktan kurtarılmalıydılar!
Bin yıllar boyunca nicelerine ev olan bu mağaralar şimdi neden hor görülüyordu? Onlar değil miydi insanı barındıran; kışları sıcak, yazları serin olarak onları rahata kavuşturan? Şu beton yapılardan eksiği neredeydi?
Birçok coğrafyadan ziyaretçisi oluyordu Hasankeyf’in. Hem doğal bir harika olan, hem de toplulukların ona bıraktığı güzellikleri görmek için. Ve bölgenin küçükleriydi misafirliğe gelenlere rehberlik edenler. Tatlı halleri ve gülen gözleriyle, zevkle gezdirirlerdi kafileleri. Heyecanla anlatırlardı…
Ama bir şeyler ters gitmeye başladı. Mağaralar ziyarete kapandı. Güvenlik gerekçesi sürüldü öne. Kale de kapatıldı. Aynı gerekçeydi yine insanlara söylenen… Fakat pek böyle düşünmüyordu bölge insanı. Onlar, yapılan bu hamlelerin, bölgedeki turizm hareketliliğine bir darbe vurmak için atılan adımlar olduğunu söylüyorlardı.
1981 yılında SİT alanı ilan edilmişti Hasankeyf. Bu karar onu kurtaramadı. Yapılması planlanan baraj yapılacaktı. Yöre halkı hiçbir zaman bu projeyi kabul etmedi, projeye her daim kuşkuyla yaklaştı. Kültürünü, varlığını erozyona uğratma hedefinde olan bir çalışma olarak kabul etti. Evi ondan alınacaktı, gitmek durumunda kalacaktı. Varlığı ve dolayısıyla kültürü bölgeden ayrılacaktı…
Bakanlık projeyi ÇED’ten muaf tuttu ancak 2012 yılında açılan dava sonrası Danıştay kararı bozdu. Fakat bu durum da kurtaramayacaktı Hasankeyf’i, o baraj yapılacaktı. ÇED’ten projeyi muaf tutarak bölgeye verdiği kıymeti belli eden bakanlık, son süreçte Hasankeyf’in tarihi dokusunu kurtarmak(!) amaçlı çalışmalarına hız verdi. Bölgede kurtarma kazıları başlatıldı. 1473 yılında yaptırılan Zeynelbey Türbesi, geçtiğimiz yıl taşındı. Fakat yapılan bu çalışmalar, bölgenin maruz kalacağı büyük çaptaki ekolojik ve tarihi yıkımın önünü asla alamazdı. Zaten bakanlık, tanıtım amaçlı sitesinde Hasankeyf hakkında şöyle cümleler kurarak, olaya bakışını belli etmiş durumdaydı: “Dicle’nin kıyısında zamanında medreseler, rasathane, darüşşifa ve diğer eğitim kurumlarıyla bölgenin ilim ve kültür merkezi olan Hasankeyf; ulaşım yolları ve ticaret merkezlerinin yer değiştirmesiyle günümüzde önemini yitirmiştir. İlçe, sahip olduğu zengin tarihsel yapılar nedeniyle 1981 yılında bütünüyle sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır. GAP projesi kapsamında bulunan Ilısu Barajı nedeniyle bu tarihsel yapılar bütünüyle sular altında kalacaktır. Bu konuda çalışmalar Kültür Bakanlığı ve DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.”
Yüksek tonda dillendirilen tepkilere rağmen iktidar, yapımına çok daha öncesinden karar verilen Ilısu Barajı projesinde ısrar etti ve baraj tamamlandı. 2018 Mart ayında su toplama işleminin başlamasının öngörüldüğü projede, Irak devletinin isteği üzerine su toplama işlemi 2018 Haziran ayına ertelendi. İki ayı kaldı binlerce yıllık yaşlı çınarın. Sonrasında sular altına gömülecek. Ve bundan on yıllar, yüzyıllar geçtikten sonra her nesil çatık kaşlarıyla hatırlayacak bu dönemi. Binlerce yıl boyunca her gelenin aldığı, kattığı ve bırakarak gittiği Hasankeyf’in yok edilişine kızacak; lanetleyecek bu projeyi, hayata geçirenleri…
Hasankeyf’in tam karşısına “yeni bir Hasankeyf” inşa edilecek! Bölgedeki on binlerce kişinin bu yeni yerleşim alanına taşınması planlanıyor. Yaşanmışlıklar ve bölgeyle kurulan bağlar göz ardı edilerek. Hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey yaşanmamış gibi karşıya geçebilir mi Hasankeyf insanı? Orada devam edebilir mi hayatına? Hemen önünde duran, daha doğrusu sular altında kalan, yok olan eski evine bakarak…
Duramayacaktır Hasankeyf insanı orada. Devam edemeyecektir yaşamına. Şehirlere göç etmek durumunda kalacaktır. Bilmediği, kendisini korkutan büyük beton yığınlarına… Ve bu diyarlara belki de uyum sağlayamayacaktır. Onun yaşayacağı ekonomik ve psikolojik sorunlar ise kimsenin umurunda olmayacaktır. Bölge zorunlu göçlere nasılsa alışkındır; buna da alışacaktır…
Projenin, bölgenin iklimine yapacağı etkiler, bölgede yaşayan canlıların yaşamında meydana getireceği değişiklikler tam olarak bilinemiyor. Ancak yaşananların çok da olumlu yönde olacağını söylemek mümkün değil. Tarihsel anlamda ise sonuç bir yok oluş. Hasankeyf yok oluyor. Bir tarih, sular altında bırakılıyor. Hasankeyfli bir çobanın da dediği gibi: “Gül dalında güzeldir…”
Güven Gökdere
Patika Arkeoloji
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.
The post Hasankeyf: “Gül Dalında Güzeldir” – Güven Gökdere appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 12 Bin Yıl Direndi, Nurol İnşaat Yıkıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Nurol İnşaat’ın Ilısu Barajı Projesiyle sular altında kalacak olan Hasankeyf’te, antik kentin bazı kısımları dinamitlerle patlatılırken, tarihi çarşısı da boşaltılıyor.
2016 yılından bu yana devam eden Ilısu Barajı Projesi bittiği takdirde 250 den fazla höyük, 5 binden fazla mağara, cami, kilise, tarihi köprü sular altında kalacak. Sadece tarihsel varlıklara yönelik olmayan tehdit, aralarında Batman’ın Hasankeyf, Gercüş ve Beşiri ilçeleri, Amed’in Bismil ilçesi, Siirt’in Kurtalan ve Eruh ilçeleri de dahil olmak üzere 199 yerleşim yeri sular altında bırakacak.
Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi’nin hazırladığı rapordan alınan verilerle, sağlanacak rantın yaratacağı yıkım gözler önünde serilmiş oldu. 5 Mart’ta açıklanan raporda, özellikle Hasankeyf esnafının son süreçte yerlerinden çıkartılarak ilçenin boşaltılmasının hızlandırıldığının altı çizildi.
The post 12 Bin Yıl Direndi, Nurol İnşaat Yıkıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hasankeyf’te Sokağa Çıkma Yasağı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Batman’ın Hasankeyf ilçesine bağlı 4 köy ve mezrada düzenlenecek operasyon öncesi, bugün saat 18.00’dan itibaren ikinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Batman Valiliği, yasağın Güneşli köyü, Kayıklı köyü, Kelekçi köyü ve Palamut köyü Keçili mezrasını kapsadığını ve PKK’ye karşı gerçekleştirilecek askeri harekat nedeniyle getirildiği açıkladı.
The post Hasankeyf’te Sokağa Çıkma Yasağı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dersim, Hasankeyf, Sur… – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin, kendi egemenliğine tehdit olarak gördüğü halklara yönelik yürüttüğü operasyonlar ve katliamlar yalnızca askeri alanda ve yalnızca silahlar kullanarak olmuyor. Örneklerini özellikle Dersim, Hasankeyf ve Sur’da gördüğümüz gibi, devlet, inşa ettiği barajlar ve çıkardığı orman yangınları gibi ekolojik tahribatlarla da bu bölgeleri insansızlaştırma ve kendince sorundan kurtulma planlarından vazgeçmiyor. Ama devletin tüm bu yaptıkları yalnızca insanlar üzerinde değil, çimeninden ağacına, arısından ceylanına kadar, bütün bir doğa üzerinde geri dönüşü mümkün olmayacak yıkım ve felaketleri de beraberinde getiriyor. Bu örneklerin çoğalması, devletin, ekolojiyi de bir savaş aracına dönüştürmüş olduğunu göstermesi bakımından önemli.
Dersim
Osmanlı’dan günümüze devletin sayısız katliamlarına karşı “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” demiş Dersimliler. 1938’de de sefer olmuş, o zaman da uçaklardan bombalar yağdırmış, binlerce kişiyi katletmişti devlet ama yine de kazanamamıştı. Devlet bu kez de 1990’larda köyleri yakarak bölgeyi insansızlaştırmaya çalışmış ama bunu da tamamen başaramamıştı. Yakın dönemde ise Munzur üzerine kurmak istediği barajlarla Dersim’i Dersim olmaktan çıkarmaya gayret ediyor.
Ama devletin saldırıları bununla da kalmıyor. Son aylarda neredeyse her ovasında, her vadisinde yangınlar çıkartılıyor Dersim’in. Bu bölgelerin askeri operasyon yapılan bölgeler olması hiç de tesadüf değil. Üstelik ilin valisi, kendisine sorulduğunda “öyle büyütülecek bir şey yok, yalnızca kuru otlar yanıyor, çatışmalar bitince söndürme çalışmalarına başlayacağız” diyerek yangınların özellikle çıkarıldığını gizlemiyor bile. Eskiden duymaya alışık olduğumuz “örgüt yaktı” gibi bir ifade kullanılmıyor bile. Bu, aslında yangının karakolların “güvenlikleri için” çıkarıldığının itirafı. Ama kimi kime şikayet edeceksin? OHAL ile birlikte belediyelere atanan kayyumların itfaiyeyi görevlendirmemesi bir yana halkın kendi imkanları ile söndürmesine de izin verilmiyor.
Dersim yanıyor, Dersim’in Merkez ilçesiyle beraber Xozat (Hozat), Qisle (Nazımiye), Pulur (Ovacık), Pilemûrîye (Pülümür) ilçeleri ile Çewlig’in (Bingöl) Xorxol (Yayladere), Gêğî (Kiğı) ve Xarpêt’in (Elazığ) Depe (Karakoçan) ilçeleri yanıyor. Bütün bir bitki örtüsü bu yangından tamamen etkilendi. Bir çok canlı varlık yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Toprak yeniden kullanılamaz halde. Sağ kalmayı başarabilen hayvanlar için yaşam bu bölgede neredeyse olanaksız. Yalnızca ekolojik bir yıkım söz konusu değil. Bu yangınla Dersimlilerin yaşam alanları, kültürel mekanları da alevlere karışıyor. Bu kez devlet hem insansızlaştırma hem de toplumsal belleği silme gayretinde.
Hasankeyf
20, bilemedin 30 yıllık enerji uğruna 12 bin yıllık yerleşim yeri Hasankeyf sular altında kalacak. Ilısu Barajı için su tutulmaya başlandı bile. Şimdi mağaralar betonla dolduruluyor, kayalar “tehlike arz ettiği” bahanesiyle dinamitle patlatılıyor. Oysa mağaralar yumuşak bir dokuya sahip olduğundan suyun sızması bu dökülen betonla engellenmesi mümkün değil. Amaç bu mağaraları tamamen kullanılamaz hale getirmek. Daha önce baraj inşaatı için dinamitlerle havaya uçurulan Darphane Kalesi’nin kalan parçaları da iş makineleriyle ortadan kaldırılıyor. Zaten hafriyat kamyonlarının geçişi için Dicle üzerine inşa edilen köprü yüzünden suyun akışı değişmiş, binlerce balık kıyıya vurmuştu. Bakan Veysel Eroğlu’nun haziran ayındaki ziyaretinden sonra hız verilen dinamitlemelerle ve barajın tamamen suyla dolmasıyla, 5 binden fazla mağara, 250’ye yakın höyük, 199 yerleşim yeri sular altında kalacak. Çok sayıda kültürel varlıkla beraber Dicle Vadisi’nin ekosistemi de tahrip edileceğinden hali hazırda bölgede yaşamlarını sürdüren canlılar da tamamen ortadan kaybolacak. Üstelik bu yıkımın etkileri yalnızca 331 km karelik baraj bölgesinde değil Dicle boyunca güneye indikçe de görülmeye devam edecek. Hasankeyf’in bütünüyle sular altında kalmasıyla 10 binden fazla insan da göç etmek zorunda kalacak.
Kalkınma ve enerji diye başlayan bu baraj macerasının ekonomik olarak çok bir şey kazandırmayacağı ortada iken bunu yapmaktaki ısrar, baraj bahanesiyle bölgedeki nüfus dağılımını değiştirmek. Ama barajda su tutulmaya başlamasıyla daha şimdiden ısı ve nem oranlarındaki değişiklik, zaten ekilmeye elverişli olmayan toprakların çölleşmesi tehlikesini de beraberinde getiriyor.
Sur
Amed deyince Sur, Sur deyince dar sokaklar, küçeler akla gelirdi iki yıl öncesine kadar. Şimdi bu sokakların bulunduğu mahalleler polis ablukası altında ve giriş çıkışa izin verilmiyor. Tahir Elçi’nin 4 ayaklı minare önünde 28 Kasım 2015 günü vurulmasının ardından başlatılan sokağa çıkma yasakları bugün hala pek çok yerde devam ediyor. Tahir Elçi, “operasyonlar durdurulsun, bu tarihi simge zarar görmesin” diye yapmıştı eylemini, ama bugün neredeyse eski Sur’dan hiç eser kalmamış durumda. 98 gün süren çatışmaların ardından polis ve jandarma ilçeden çekilmediği gibi daha da yerleşti. Üstelik devlet, direnişle karşılaştığı için giremediği Sur için “acele kamulaştırma” kararı çıkardı ve daha şimdiden 6 bin 300 parsel zorla kamulaştırıldı bile. Özellikle Alipaşa ve Lale Bey mahallelerinde “kentsel dönüşüm” adı altında yıkım sürüyor. Ama Sur halkı ne pahasına olursa olsun evlerinden çıkmamaya kararlı.
Sur’un dar sokaklarında ilerlerken eskiden karşımıza çıkan avlulu evler, kiliseler, hanlar, hamamlar artık yerle bir olmuş durumda. Pek çok camiinin de hasarlandığını, operasyonlar sürerken özel harekatçılarca taranıp “örgüt”e yıkıldığını biliyoruz.
Evlerini terk etmemekte ısrar eden halka devletin baskısı daha da ağırlaşıyor. Evlere elektrik verilmiyor, caddeden boşa akan su eve sokulmuyor. Bazen de evin içinde yaşayanlar varken yıkıma geliniyor. Yıkıntılar altında kalan fotoğrafların alınmasına bile izin verilmiyor. Unutulsun isteniyor, hatırlanmasın! Asıl yıkılmak istenen de bu.
Üstelik tüm bunlar, Sur, dünya mirası listesinde iken yapıldı. Yani korunması dünyanın ortak kültür değerleri adına da zorunluluk olan bu yerleşim gün be gün katlediliyor. Nice devletlerin nice zorba hükümdarlarına dayanan Sur, şimdi rantsal dönüşüm projeleriyle ortadan kaldırılmak isteniyor. Toledo olacağı söylenmişti Sur’un. Oysa şimdi yıkıntılara baktığımızda akla Toledo’dan çok IŞID’in havaya uçurduğu Palmira geliyor.
Devletin, kendi egemenliğine tehdit olarak gördüğü halklara yönelik yürüttüğü operasyonlar ve katliamlar yalnızca askeri alanda ve yalnızca silahlar kullanarak olmuyor. Örneklerini özellikle Dersim, Hasankeyf ve Sur’da gördüğümüz gibi, devlet, inşa ettiği barajlar ve çıkardığı orman yangınları gibi ekolojik tahribatlarla da bu bölgeleri insansızlaştırma ve kendince sorundan kurtulma planlarından vazgeçmiyor. Ama devletin tüm bu yaptıkları yalnızca insanlar üzerinde değil, çimeninden ağacına, arısından ceylanına kadar, bütün bir doğa üzerinde geri dönüşü mümkün olmayacak yıkım ve felaketleri de beraberinde getiriyor. Bu örneklerin çoğalması, devletin, ekolojiyi de bir savaş aracına dönüştürmüş olduğunu göstermesi bakımından önemli.
Vahap Güler
The post Dersim, Hasankeyf, Sur… – Vahap Güler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tarihi Türbeyi Taşıyan Bakanın Yüreği “Kıpır Kıpır” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, devletin talan projeleri nedeniyle sular altında kalma tehlikesinde olan Hasankeyf’teki 550 yıllık Zeynel Bey Türbesi’nin taşınacağını ve bu yüzden yüreğinin “kıpır kıpır olduğunu” açıkladı.
Batman’ın Hasankeyf ilçesindeki Zeynel Bey Türbesi’nin yeni yerine taşınması için yürütülen nakil işlemi hakkında bilgi veren Eroğlu, “Zeynel Bey Türbesi’ni özellikle Artuklu Türkleri’nden kalan bu türbeyi taşımanın mutluluğunu yaşıyoruz. Muhteşem bir duygu. Yüreğim kıpır kıpır adeta.” diyerek “…Nihai yerine yerleştirme işlemleri pazartesi günü yapılacak. Manzara, dünyaya ayrıca bir örnek. İstersek yaparız biz” ifadelerini kullandı.
Hasankeyf’te yapılması planlanan Ilısu Barajı nedeniyle tarihi Hasankeyf yerleşimi ve içindeki birçok tarihi eser sular altında kalacak.
The post Tarihi Türbeyi Taşıyan Bakanın Yüreği “Kıpır Kıpır” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Passo Sömürü Passo Fişlme” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Taraftar Zorunlu Olarak Banka Müşterisi
Mayıs ayında başlayan e-bilet uygulaması, yeni sezonun açılmasıyla zorunlu hale getirildi. Artık eskisi gibi kağıt bileti alanlar statlara giremiyor; ilk önce fotoğraflarının, kimlik numaralarının ve adlarının yazılı olduğu “PASSOLİG Kart”larını almaları gerekiyor. Biletleri de Passolig online sisteminden alarak, kartlarına yükletmesi gerekiyor. Aldığımız Passolig kartı ile 3 seçenek sunuluyor gibi gözükse de, her durumda Aktifbank müşterisi oluyoruz. Hiç müşterisi bulunmayan Aktifbank da, binlerce taraftarı böylece bankasının müşterisi haline getiriyor.
Passolig Fişlemedir
Passolig’in devlet tarafından savunulmasındaki en belirgin sebep tribünlerdeki kavga vb. olayların bitirilmesi olsa da, asıl amaç; tribünleri dönüştürüp devlet politikalarına karşı daha uysal ve kapitalizm için daha tüketici hale getirmektir. Futbolu sadece izlemekle yetinmeyen, iki takımın maçında kendisini de oyunda üçünü özne olarak gören, oyunu tribünde oynayan taraftar; kapitalizm için çok iyi bir model değildir. Transfer borsalarıyla, sponsorlarla, reklamlarla, bilet fiyatlarıyla zaten endüstriyelleştirilen futbolda, şimdi yine bir dönüşüm gerçekleştirilmek isteniyor. Sıvası dökülmüş statların yepyeni olması, stat büfelerinin markalaşması, stat içerisine kafeler, restoranların açılması, kar yağarken bile sıcak koltuklarda maç izlenmesi; taraftarı iyice müşterileştirip daha fazla tüketime yönlendirilmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda güvenlik kameralarının sözde güvenlik için her noktaya konmasıyla, e-biletle stada giren herkesin bilgilerinin alınıp fişlenmesiyle devlet; kendisi için uysallaşan bir tribün yaratmaya çalışıyor. Uysallaşmayanı da fişliyor, cezalandırıyor, yasaklıyor.
Bu Passolig’ten önce futbolun endüstriyel olmadığı anlamına gelmez. Ancak kapitalizmin açık bıraktığı kanattan sokabilirdi yaşama dair şeyleri taraftar. Hasankeyf’te katledilen yaşamı, Soma’da ya da Gezi Direnişi’nde katledilenleri unutmazdı, haykırırdı tribünlerde. Ama şimdi devletin daha rahat kontrol edebileceği bir hal aldırılmaya çalışılıyor tribünler.
Passolig’e Karşı Boykot
TFF’nin ve devletin e-bilet pohpohlaması, bir yanılsama yaratırken; her hafta oynanan maçlarda tribünlerin bomboş oluşu, gerçekleri gözler önüne seriyor. Passolig boykotu ilk olarak, geçen sene Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında oynanan maçta, çağrı ile derbi maçında gerçekleşmişti. 80 bin kişilik Olimpiyat stadında, 8 bin 123 bilet satılmıştı. Bu sezonla beraber, Süper Lig’de taraftar ortalaması düşerken, asıl tepki 1. ligdeki şehir takımlarından geldi. Sene başından itibaren kombine kart almayarak Passolig’i boykot eden taraftarlar, 1. ligdeki maçların taraftar sayısını %70 oranında düşürdü.
Passolig’e karşı tavır bu kadar net olup tribünleri bomboş bırakınca, hemen karşı atak geldi. Passolig yanlısı açıklamalar, yalan yanlış haberler kamuoyuna sunulmaya başlandı. Antalya’da birçok okulda öğrencilere ücretsiz Passolig dağıtıldığı duyuldu önce, birçok şirketin işçilerine dağıttığı Passolig kartlarıyla, satışlarına yoğun ilgi varmış havası estirilmeye çalışıldı. Bazı taraftar gruplarının amigoları, endüstriyel futbolun yarattığı “fanatizm” duyguları ile “Passolig kart alın, takımımızı yalnız bırakmayın!” çağrıları yaptı. Kulüp yöneticileri Passolig’in takımlarına ne kadar gelir kattığı nidaları attı. Bakanlar, tribünlerde kavgaların ve olayların azaldığı palavralarından attılar. Passolig satışları patladı denilse de, her hafta tribünlerdeki manzara, en azından şuan için Passolig’in kabul görmediğinin göstergesi.
Futbola yönelik devletçi ve kapitalist hamlelere karşı; toprak sahalardan bir kontra gelecektir. Her geçen gün sayısı artan taraftarların kendilerinin oluşturduğu ligler, futbolun seyreden-izleyen ikiliğini ortadan kaldırırken, iktidarların kirletmeye çalıştığı futbola kolektif ruhunu geri kazandıracaktır.
Furkan Çelik
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Passo Sömürü Passo Fişlme” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>