The post ” İnterfo’nun Kendisini Yaşıyoruz, Tek Yol Başkaldırmak “ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Japonya’da yaşanan aşırı sıcaklar, Yunanistan’da çıkan orman yangınları, Güney Asya’dan gelen HES felaketi haberi, Türkiye’de mevsim normallerinin üstünde geçen sıcak günler ve ani gelen yağışlar… Dünya alarm veriyor…
Yaşananlara yönelik açıklama yapan Ömer Madra ” İnterfo’nun (Latince cehennem) kendisini yaşıyoruz. Tek yol başkaldırmak. ” dedi.
Yaşanan aşırı iklimsel olaylara dikkat çeken Madra iklim mültecilerinin şu an Dünya genelinde çok kritik bir seviyede olduğunu hatırlatırken yangın, sel gibi olaylarda bölge yönetiminin yörede yaşayan insanlara yaptıkları acil olarak bölgenin terk edilmesi yönündeki çağrının da geçici de olsa bir noktada o insanları mülteci konumuna soktuğunu belirtti. ” Terk edin demek kolay ama nasıl olacak? ” diye devam eden Madra bu tarz ani ve aşırı iklimsel olayların daha da artarak devam edeceğini söyledikten sonra soruna çok daha kökten bir bakış açısıyla yaklaşılması gerektiğini ve devrimci bir dönüşüme ihtiyaç duyulduğunu ekledi.
The post ” İnterfo’nun Kendisini Yaşıyoruz, Tek Yol Başkaldırmak “ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bafra’dan Hopa’ya Karadeniz’de Kadınlık Halleri- Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sırtında Sepeti, Karadeniz’de doğup büyümüş ya da yolu bu coğrafyaya düşmüş ve burada yaşayan bir grup kadını, Bafra’dan Hopa’ya Karadeniz’deki kadınların durumunu anlatan bir kitap. Biz de Meydan Gazetesi olarak, kitabın editörleri olan Emek Yıldırım ve Özlem Şendeniz ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Meydan Gazetesi: Sırtında Sepeti, Bafra’dan Hopa’ya kadar uzanan Karadeniz kadınını nasıl ele alıyor? Bize kitaptan, kadınların sırtındaki sepetin içinde ne olduğundan bahseder misiniz?
Özlem Şendeniz-Emek Yıldırım: Kitaba dair konuşmaya başladığımızdan beri Karadeniz kadınına dair varolan klişeleri, stereotipleri ve bunların bölgeye dair ortaya çıkan fikirler açısından nasıl bizi yönlendirdiği üzerine düşündük. Çıkış noktamızda bu klişeler, stereotipler oldu. Karadeniz kadınının kendine dair sözünün, bölgeyi bilen kadınlarca söylenmesini amaçladık. Başka bir deyişle amacımız, derinlerde yatanın su yüzüne çıkmasına ve söze dökülmesine müdahil olmaktı.
Kitabın kapağındaki kompozisyon ile stereotiplerle giriştiğimiz bu mücadele; aslında kadınların sırtlarından bir türlü inmeyen sepetin içindekilere dair de ipuçları vermekte. Karadeniz ve kadın: zihinlerimizdeki imgeleri direngenlik, çalışkanlık, mertlik, yüreklilik gibi sıfatlara karşılık gelmekte ama en çok da halinden memnunluğu çağrıştırıyor, bölgeye uzaktan -esasında bir hayli klişe bir Karadeniz güzellemesinin vücuda getirdiği bir romantizm çerçevesinden- bakan insana. Peki gerçekten böyle mi?
Hegemonik bir erkekliğin hakim olduğu bu zorlu coğrafyada, devletin, ucuza devşirilen emek piyasasının, mikro ve makro milliyetçiliklerin, muhafazakarlığın, ataerkinin, vb. pek çok etkenin arasında halinden memnun mu kadınlar? Bir açıdan sırtladıkları sepetlerin içinde kitabın yazılarının işaret ettiği başlıklar var belki de; aile/hane, ekonomi/geçim, toplum, kültür ve kadının elinin değdiği yaşamın her alanı… Yazarlarımız ile birlikte, başlıkların tortu misali örttüğü o kabuk tutmuş önkabulleri kaşımaya çalıştık. Bazen durumun tasviri sunuldu bazen de eleştirisi ama her seferinde mutlaka göze ilk görünenin altında gizlenmiş olana bakılmaya çalışıldı.
Editörlüğünü yaptığınız kitabın yazım aşaması kolektif bir emeğin ürünü mü? Kadınlar nasıl rol aldı bu aşamada?
Özlem Şendeniz: Bu kitabın iki editörü var ve ideal bir düzlemde iki editörün eşit yük paylaştıklarını söylemek gerekir. Ama burada öyle olmadı. Kitabın hazırlandığı sürecin ilk evreleri, benim hayatımda oldukça çalkantılı bir döneme denk düştü. Kitap fikri Emek’ten çıktıktan ve fikrin etrafında bizler toparlanmaya başladıktan sonra, -Barış İmzacısı olmamdan dolayı- 686 sayılı KHK ile araştırma görevlisi olarak çalıştığım Iğdır Üniversitesi’nden ihraç edildim. Tüm o kargaşanın içinde Emek, yükün bana düşen kısmına da çokça el attı.
Emek Yıldırım: Yazarlarımız da öyle.
Özlem Şendeniz: Bizlere destek veren yazarlarımızın bir kısmı akademisyen ve bu nedenle daha akademik bir dille kaleme aldılar yazılarını. Bir kısmı ise bölgede yaşayan ya da yaşamış olan, kadına, hayata dair konuları kendilerine sorun etmiş kadınlar. Onların gündelik hayat pratikleri ve kadınlık deneyimleri üzerinden kaleme aldıkları yazılarını okumak ise bambaşka bir tat bırakıyor insanda.
Emek Yıldırım: Sonuçta yazarlarımız yazıları ile katkıda bulunarak, kolektif bir emeğin sonucunda ortaya çıkan bu oto-etnografik eserin değerli ve ayrılmaz birer parçaları oldular.
Özlem Şendeniz: Ve aslında kitap sayesinde çıktığımız bu yolculuk, belki bütün yolculuklar gibi, öncelikle bize kendimize dair bir şeyler söylerken aynı zamanda kolektif bir emek sürecinin işleyişine dair de çok şey öğretti.
Kitabın yaşadığımız erkek egemen sistemde aşina olduğumuz “Karadeniz erkeği”ne, o coğrafyanın ataerkil ve muhafazakar algısının kadınların üzerindeki etkilerine dair bir sözü var mı?
Özlem ve Emek: Genel olarak antagonistik algılamalara yatkın bir düşünce sistemimiz var. İyi-kötü, kadın-erkek gibi. Seviyoruz bu tür düalizmlerin sağladığı genelleme kolaylığını. Bu yatkınlıktan yola çıkarak Karadeniz kadınından söz ettiğimizde, haliyle birebir Karadeniz erkeğinden söz etmesek bile onun hep orada olduğunu, arka fonda daima yer aldığını ve kitabın peşinde olduğu bakış açısına eşlik ettiğini söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Bir kere, bütün yazılar en başta kadınlara dair lakin diğer yandan bu çalışma yalnızca kadınları bir laboratuvar ortamına çekip başka hiçbir değişken olmadan, sadece -ceteris paribus- kadınlara odaklanarak anlatmıyor onları. Kadınları öne alarak, onların deneyimledikleri yaşamı algılamaya, sözlerini seslendirmeye çalışıyor. Sözgelişi, başka bir örneği ile karşılaşmanızın pek mümkün olmayacağı, Karadeniz kadınının bakışından seks ticareti, yabancı gelin olma ve Karadeniz’de eşcinsel bir kadın olma gibi şimdiye kadar çok da konu edilmemiş çok farklı hususlar yer alıyor bu kitapta. Bu hususları ele alan tüm irdelemeler, tüm yönleriyle Karadeniz olgusu içindeki erkeğin ve hegamonik erkekliğin konumuna dair de bir şeyler söylüyor.
Yıllar boyu HES’lere, doğanın talanına ve birçok devlet politikasına direndi Karadeniz kadını. Bu direnişlere dair kitapta bir şey bulabilir miyiz?
Özlem ve Emek: Elbette bulabilirsiniz. Birebir olarak da Nazlı Demet Uyanık Arhavi’nin Atmaca Kadınları adlı çalışmasında, bize Arhavi HES direnişinin içinden sesleniyor. Bir yanıyla, özyaşam anlatısı da sayılabilecek olan yazısında direniş deneyimi ve HES projesinin onlara hissettirdikleri ile birlikte harmanlıyor doğaya ve verdikleri mücadeleye olan bakışını.
Kitabın yazılma kararından hazırlandığı güne kadar paylaşmak istediğiniz bir deneyim oldu mu?
Özlem Şendeniz: Bu kitap benim için oldukça özel, bir kısmı ihraç edildiğim döneme düşen bir hazırlık süreci var. Hem ilk editörlük deneyimimiz olması açısından hem Karadeniz’de kadının ahvaline dair söz üretme fırsatını da sağladığı için, hem de dayanışmanın bir başka boyutunu bana yaşattığı için Sırtında Sepeti kitabı gönlüme çok yakın bir yerde duruyor. Üretmenin sağladığı tatmin duygusunun, ötekinin sesini dinlemenin ve onu daha duyulur kılmanın öneminin daha da farkına vardığımız bir süreç oldu.
Emek Yıldırım: Son dönemlerde gittikçe oryantalist ve turistik bir figür haline getirilen kadınların gerçekliklerinin üstündeki örtüyü kaldırmak ve kadınların da dilleri döndüğünce kendilerini ifade edebileceklerini göstermek ayrı bir keyif verdi bu süreçte. Şimdiye kadar hep erkeklerin dilinden, sesinden, kaleminden anlatılan Karadeniz kadını dile geldi, bu kitapta kendini kendi anlattı. Böylece de içinde yaşadığımız bölgeye dair gözümüzün önünde olandan daha fazlası olduğunu gördük: Kadınların kendi elleriyle yaptıkları tarhananın bellek ve ekonomi ile kurduğu bağı, kıyı balıkçılığındaki erkek hakimiyetini, mevsimlik fındık işçisi kadınların yaşam koşullarını, taşeronda çalışan kadınların yaşam pratiklerini, Karadeniz müziğinde kadının yerini, Karadeniz dizilerinin kadına ve erkeğe dair kurgusunun anlattıklarını ve daha nicesini…
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.
The post Bafra’dan Hopa’ya Karadeniz’de Kadınlık Halleri- Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yusufeli HES’e Verilen ‘ÇED Olumlu’ Kararı Mahkemece İptal Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yusufeli ilçesi Küplüce Köyü sınırlarında, Barhal Çayı üzerinde yapımı planlanan İkizkavak HES projesi için 2010 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca ‘ÇED Olumlu’ kararı verildi.
Kararın iptali istemiyle Yusufeli Belediyesi ve Küplüce Köyü Muhtarlığı öncülüğünde Rize İdare Mahkemesi’ne dava açıldı. Mahkeme heyeti, Sarıgöl Boğa Güreş Sahası ile Dutdere mevkisi arasında, yaklaşık 5 kilometre uzaklıktaki Barhal Çayı’nın suyunun kullanması planlanan HES projesi için verilen ‘ÇED Olumlu’ kararını iptal etti.
The post Yusufeli HES’e Verilen ‘ÇED Olumlu’ Kararı Mahkemece İptal Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Loç Vadisi’nden Or-Ya Enerji’ye: “Sarı Yazma İsyanda, İsyana Devam” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Loç Vadisi halkının ve yaşam savunucularının direnişi sonrası geri adım atmak zorunda kalan şirket Or-Ya Enerji, -OHAL’i de fırsat bilerek-, vadiye yapmak istediği HES projesini tekrar gündeme getirmeye çalışıyordu. Loç Vadisi Koruma Platformu tarafından bugün yapılan eylemde şirketin bu tavrı protesto edildi.
Yoğun bir katılımın ve coşkunun olduğu eylemde basın açıklamasını Loç Vadisi Koruma Platformu adına okuyan Erdinç Ay şunları söyledi : “Cide HES ve Orya Enerji’ye karşı mücadelemiz hukuksal zeminde ve sosyal zeminde 2009 tarihinde başlamıştı. 232 kişi ile Kastamonu İdare Mahkemesi’ne ÇED İptal davası açtık. Aynı zamanda kaçak HES yapıldığını kamuoyuna duyurabilmek için, Orya enerjinin İstanbul Fındıklı‘daki binasının önünde 28 gün analarımız ile birlikte oturduk. Böylece Cide HES projesini vadimizden çıkardık. O günden 2016 yılına kadar, Orya enerji hem Kastamonu idare mahkemesine hem Danıştay’a itirazlarını yaptı. İki kez bilirkişi değişti. Her seferinde Cide HES’in hukuka uygun olmadığı ilgili mahkemelerce onandı. En son olarak Danıştay 14. Daire Başkanlığı Cide HES için “itiraz yolu kapalı olarak” bir daha Loç Vadisinde 10 farklı nedenden dolayı HES yapılması hukuka uygun değildir kararını verdi”
Bugün bu kararların uygulanmadığını belirten Ay bundan sonrada mücadelelerini büyüterek sürdüreceklerini belirtti.
Eylem “Loç Vadisi Darda, Sarı Yazma İsyanda, Sarı Yazma İsyanda, İsyana Devam” sloganlarıyla bitirildi.
Kaynak: Patika Ekoloji Kolektifi
The post Loç Vadisi’nden Or-Ya Enerji’ye: “Sarı Yazma İsyanda, İsyana Devam” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Loç Vadisi Halkı Or-Ya Enerji’ye Karşı Eyleme Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kastamonu- Cide’de bulunan Loç Vadisi’nde yapılmak istenen HES projesini, direnişleri sonucu durduran Loç Vadisi halkı, yargı kararlarına rağmen vadiye HES yapma girişimlerinden vazgeçmeyen şirket Or-Ya Enerji’ye karşı bugün Beşiktaş Kartal Heykeli önünde bir eylem gerçekleştirecek. Loç Vadisi Koruma Platformu tarafından çağrısı yapılan eylem saat 14:00’te başlayacak.
Loç Vadisi halkının 2010 yaz aylarında, Or-Ya Enerji’ye bağlı Ümran Boru şirketine karşı başlattığı direniş, vadide iş makinelerinin fiilen durdurulması ve vadide tutulan nöbetlerle başlamış, aynı yılın Aralık ayında şirket önünde yapılan oturma eylemi sonrası şirketin geri adım atmasıyla sonuçlanmıştı. Daha sonrasında alınan yargı kararları ile birlikte HES şantiyesi mühürlenmişti.
The post Loç Vadisi Halkı Or-Ya Enerji’ye Karşı Eyleme Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Alakır’da HESçi Şirket Kürce Suyu Gaspetti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ALAKIR Vadisi’nde 14 yıldan bu yana HES’lere karşı mücadele eden Tuğba Günal- Birhan Erkutlu çifti, yaşadıkları alanın hemen yanındaki araziyi satın alıp yeraltı su kaynağını kepçeyle kazarak engelleyen HES şirketi nedeniyle 1.5 haftadır susuz kaldı. Çift, 200 metre uzaktaki nehirden dik yokuştan bidonlarla taşıdıkları suyla hayat mücadelesi veriyor.
Metamar/Dedegöl Enerji şirketine ait Kürce HES’in bekçisi Şaban Akkay, geçen yıl çiftin komşuları Elif Arığ’a, “Aşağıdakilere söyle. Ayaklarını denk alsınlar. Yoksa bacaklarını kırarız onların” diyerek tehditte bulundu. ‘Tehdit’ suçundan dava açılan Şaban Akkay, geçen eylül ayında 5 ay hapse mahkum edildi. Mahkeme kararının ardından çiftin Kuzca Mahallesi’nde topraktan yaptıkları evlerinin bulunduğu alanın hemen yanındaki arazinin, HES şirketinin şantiye şefi tarafından satın alındığı iddia edildi. Bu arazide geçen hafta gece saatlerinde kimliği belirlenemeyen kişilerce silahla ateş edildi.
Yaklaşık 1.5 hafta önceki bu gelişmelerin ardından susuz kalan çifte, sosyal medya aracılığıyla ‘Diren Alakır’ sloganıyla destek yağdı. Çiftin su hakkının korunması gerektiği belirtilen mesajların yanı sıra, su ihtiyacını gidermesi için de bidon, leğen gibi su kapları gönderildi. Tuğba Günal, yaklaşık 15 dönümlük arazide çok sayıda meyve ağacıyla, yarım dönüme yakın sebze ekimleri olduğunu, sulayamadıkları için birçoğunun kurumaya yüz tuttuğunu söyledi.Çift, su haklarının gasp edildiği gerekçesiyle mahkemeye başvuracak.
The post Alakır’da HESçi Şirket Kürce Suyu Gaspetti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Can Suyu Kesilen 23 Bin Zeytin Ağacı Kurumaya Terk Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Antalya Kırkgöz su kaynağında, yaşanan su sıkıntısı ve kaynak suyunun DSİ Bölge Müdürlüğü’nce Döşemealtı bölgesindeki tarım arazilerine ve HES’e yönlendirilmesi nedeniyle 23 bini zeytin 25 bine yakın ağaç kurumaya terk edildi. Bölgede yaşanan su sıkıntısının, tarımsal vahşi sulama, kaçak sondajlar, küresel ısınmanın olumsuz etkileri nedeniyle meydana geldiği belirtiliyor.
Kırkgöz’deki su miktarının yetersiz kalması nedeniyle yaklaşık 10 gündür dünyaca ünlü Düden Şelalesi’ne de su verilemediği için şelale kurudu. Bölgedeki bir HES’e de su verilen kaynaktan, DSİ Bölge Müdürlüğü’ne ait kanallarla Düden Şelalesi’ne olduğu gibi Vakıf Zeytinliği’ni de içine alan Kepez İlçesi’ndeki tarımsal arazilerin bulunduğu bölgeye verilen su da kesildi.
Olgunlaşma dönemindeki zeytin meyvelerinde susuzluk nedeniyle buruşmalar başladığı, bir hafta daha su verilemezse ürünlerin kaybedileceği açıklandı.
Yılda yaklaşık 70-80 bin ton zeytin hasadının yapıldığı zeytinlikte, narenciye, ceviz, dut, kavak, söğüt gibi çeşitli ağaç türleri de bulunuyor.
The post Can Suyu Kesilen 23 Bin Zeytin Ağacı Kurumaya Terk Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Adalete ve Özgürlüğe Olan Açlığımızla Yaşayacağız – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Demokrasi devletlerin silahı olmuştur hep. Devletlerin çıkar savaşlarında yalanların örtbas edilmesinde en etkili araç olmuştur. Halklara yöneltilmiştir bu savaşlarda namlular ve “demokrasi” uğruna yitenler, bu savaşların sadece birer piyonu olmuştur.
Çok şey yaşandı… Demokrasi adına stratejiler üretildi, teoriler geliştirildi ancak pratikte demokrasi, yönetenlerin elinde halklara karşı bir silah oldu hep. Doğrudan halkın özyönetimine dayalı bir demokrasiye tolerans sıfırdı. Devlet ideolojisinin sarsılmazlığı, demokrasinin kimin elinden geldiği ile orantılıydı. Bu yüzden siyasi krizler, ekonomik çöküşler, sosyal ve kültürel kıyımlar yaşandı tarih boyunca.
Halklar devlete itaatkarlaştırıldı, asimile edildi. Kimlik, etnisite, inanç ve farklı özgürlükler devlet ideolojisinin tekliğinde eritildi, yok edildi. Korkuyla büyütülen biat kültürü, suskunluk getirdi. Bunlara karşı koyanlar, özgürlük arayışında sesini yükseltenler bastırıldı, katliamlarla imha edildi. Devletin sarsılmazlığının korunması, demokrasi ile mümkündü.
Siyasi krizler, savaş, darbe, askeri cunta ve benzeri tüm kalkışmalar; beraberinde getirdiği ekonomik krizler, farklı ve öteki olana tahammülsüzlük, kamplaşma ve yükselen faşizm… Tüm bunlar, devletin halklara yönelik “demokrasi” kisvesi altında uyguladığı yaptırımlardı. Bu coğrafya yakın zamanda hepsine tanık oldu.
Bu coğrafya aynı zamanda halkların hareketliliklerine de şahitti. Taksim Direnişi, yakın tarihteki en etkili toplumsal hareketlilikti mesela. İtaat etmeyenler tepkileriyle sınırları aşan büyük bir etkileşim yaratmıştı. Tarih boyunca deneyimlediği için böyle hareketliliklerin sonuçlarını öngörebilen devlet korktu, siyasi iktidar saçmaladı, ekonomi altüst oldu, demokrasi yalan oldu. Yine “devlet demokrasisi”nin saçmalığı gözler önüne serildi.
Rojava’yı gördü devlet, daha da korktu. Çizdiği sınırların hemen yanı başında, devletlerin – kapitalizmin ve onlar tarafından üretilmiş örgütlü şiddetin baskısına karşı koyanlar vardı hala. Devletsiz kimliklerine sahip çıkan özgür halklar, özgür komünler, özgür ilişkiler… Çok yakındaydı. Korktu devlet. Kadınlar vardı, her yerdelerdi. Onların özgürlük mücadelesi kurutulamıyordu, ellerinin değdiği her yer yeşeriyordu aksine. Ekoloji mücadelesi verenler vardı. HES, nükleer, maden gibi devlete ve şirkete kar, işçiye, doğaya ve yaşama zarar olan her şeyin tekerine çomak sokuyorlardı. LGBTİ bireyler vardı, nereden çıkacakları belli olmuyordu. İnançlarını yakılmalara yıkılmalara rağmen yaşatan Aleviler vardı. Devrimciler vardı. Halkların öz örgütlülüğüne inanarak devlete karşı mücadele eden; assan da kessen de vazgeçmeden, yılmadan direnen. Devletin korkusu büyüdükçe büyüdü.
O kadar korktu ki devlet, OHAL süreci ile sarsılmazlığını korumak istedi. AKP içi ayrışmalar, oy toplama savaşları, “FETÖ krizi”, yolsuzluklar gibi saçmalama süreçlerinin ardından, kendi gücünü korumak istedi. Ve yapacaklarını da “demokrasi” adına yapmış olmak istedi. OHAL ilan etti. Herkesi yargıladı, hapishanelere kapattı.
Ekonomiyi güçlü gibi göstererek yaşadığı diplomatik sıkıntıları örtbas etti. AB’ye, ABD’ye ahkamlar kesti, ama nafile; çöküş sürdü. Sürecin başında hissetmesek de krizin faturası KHK’lar ile halka kesilmeye başladı ve fatura gün geçtikçe kabardı. İşsizlik ve işten atılmalar FETÖ’cülere yönelik denildi, hepimizi tek potada eritti. Hem bir krizin eşiğindeydik toparlanması gereken, hem de içi çatırdayan AKP kamu ve özel sektörde kendi yapılanmasını bu sayede oluşturuyordu. Tüm devlet kurumları el değiştirdi bir anlamda. “Farklı olan bizden değildir” mantığı ile OHAL sürecinde örtük bir ideolojik saldırıya maruz kaldık. Sokaklara çıkıp eylem yapmak, arz ve talepleri dile getirmek bir suçtu. Polis OHAL yetkisiyle hunharca saldırdı. Bu da saldırının örtük olmayan kısmıydı.
Şimdilerde kimse kendini açık edemiyor. OHAL’in korkusu yaşanıyor. Korkunun çaresizliğiyle suskunluk, “Ne olacak bu gidişat?” sorusuyla bekleyiş sürüyor. Bu çaresizlik, bu suskunluk, bu bekleyiş hayra alamet değil.
“OHAL sürüyor ama halkı nebze etkilemiyor” yalanını söyleyenlerin yalanları ayyuka çıktı. Mesela kendi mahallemizde bazı sokaklardan geçemiyoruz. -O sokak güvenlik gerekçesiyle kapatıldı.- Bazı sokaklara meydanlara üstümüzü başımızı aratmadan girip basın açıklaması bile yapamıyoruz. -Alanın etrafı polis tarafından güvenliğiniz için kapatıldı.- Mesela polisin hoşuna gitmeyen bir sloganı atamıyoruz. “Katil devlet” diyemiyoruz. Diyoruz tabi, gözaltına alınıyoruz. Türlü işkencelerin ardından tutuklanıp hapishaneye kapatılıyoruz. -Bahsi geçen şahıslar devletin güvenliği gerekçesiyle kapatıldı.- “OHAL hissedilmiyor” diyen bakanlar belki hissetmiyordur, biz iliğimizde kemiğimizde hissediyoruz. Yaşam, yaşanmaz hale geldi. Şimdilik durum böyle.
Ve bir kırılma yaratmak zorundayız. CHP’nin başlattığı Adalet Yürüyüşü bir kırılma olabilir mi? Elbette hayır! Bugün adalet isteyenler, süreci baştan görmediler mi? Niye şimdiye kadar sustular, hiçbir şey yapmadılar? Yaşamlarımızın her alanı bir bir talan edilirken onlar sonu başından belli “şaibeli” referanduma güvendiler, sokağı meydanı boş bıraktılar. Ne oldu da adaleti şimdi ister oldular?
Bir kırılma yaratmak zorundayız. Çünkü OHAL yasal ya da fiili olarak devam edecek, en azından bir süre daha bu halde yaşamaya çalışacağız. Milyonlarcamız açlık sınırında, Nuriye ve Semih’in yüz günü aşkın süredir devam eden açlığıyla, bunca baskı ve zulmün ortasında ekmeğe adalete ve özgürlüğe duyduğumuz açlıkla, yaşamaya çalışacağız. Ancak bu kabusu sona erdirmek de bizim dilimizde, elimizde, sıkılı yumruğumuzda…
Bir kırılma yaratmak zorundayız!
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.
The post Adalete ve Özgürlüğe Olan Açlığımızla Yaşayacağız – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Artvin’de İş Cinayeti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İSİG Meclisi’nin vermiş olduğu bilgilere göre, Artvin’de Yusufeli Baraj ve HES şantiyesinde çalışan 32 yaşındaki işçi Kadir Gürakar, 28 metredeki teleferikten düşerek yaşamını yitirdi.
The post Artvin’de İş Cinayeti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tarihi Türbeyi Taşıyan Bakanın Yüreği “Kıpır Kıpır” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, devletin talan projeleri nedeniyle sular altında kalma tehlikesinde olan Hasankeyf’teki 550 yıllık Zeynel Bey Türbesi’nin taşınacağını ve bu yüzden yüreğinin “kıpır kıpır olduğunu” açıkladı.
Batman’ın Hasankeyf ilçesindeki Zeynel Bey Türbesi’nin yeni yerine taşınması için yürütülen nakil işlemi hakkında bilgi veren Eroğlu, “Zeynel Bey Türbesi’ni özellikle Artuklu Türkleri’nden kalan bu türbeyi taşımanın mutluluğunu yaşıyoruz. Muhteşem bir duygu. Yüreğim kıpır kıpır adeta.” diyerek “…Nihai yerine yerleştirme işlemleri pazartesi günü yapılacak. Manzara, dünyaya ayrıca bir örnek. İstersek yaparız biz” ifadelerini kullandı.
Hasankeyf’te yapılması planlanan Ilısu Barajı nedeniyle tarihi Hasankeyf yerleşimi ve içindeki birçok tarihi eser sular altında kalacak.
The post Tarihi Türbeyi Taşıyan Bakanın Yüreği “Kıpır Kıpır” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Tastamam Bir Tespih, İmamesi Bile Var…” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Bazı hikayeler vardır. Ne yapsanız, ne etseniz bir türlü sindiremezsiniz. Onu bir yere koyamaz, öfkeden ve üzüntüden ne yapacağınızı şaşırırsınız. Duyduğunuz andan itibaren boğazınızda bir yumru; sırtınızda ağır bir yük gibi oradan oraya taşır; bir türlü onu bırakamazsınız. Bırakmamalısınız da, çünkü biz o yüke sorumluluk deriz.
***
Kürdistan’da evleri ve yaşamları bir depremle alt üst olan bir aile… Pılını pırtısını toplayıp, Sakarya’ya gelirler. Evin babası inşaat işçisidir. Baba bir süre çalıştıktan sonra, anlaşılır ki hastadır. Akciğer kanseri olmuştur. Yani artık çalışamayacaktır. Evin küçük kardeşlerinden biri, günlük 50 liraya bir inşaatta çalışmaktadır. Babanın hastalığından sonra, yeni bir iş bulmaya karar verir. Bir “HES” inşaatında günlük 125 liraya kalfa olarak çalışma imkanı vardır. Fakat yaşı 16 olduğu için kuzeninin kimliğiyle başvurur işe, kabul edilir. Daha işin 4. günündedir, 4 arkadaşıyla işlenmektedir. Yerde parlak bir şey görür. İmamesiyle beraber tastamam bir tespihtir bu. Çok beğenir tespihi, hemen arka cebine atıverir. Gün boyu çalışır, akşam vakti işini bitirdiğinde kendisini eve götürecek olan otobüse biner. İyi çalışmıştır; bir cebinde yevmiyesi, bir cebinde parıl parıl parlayan tesbihiyle ve ailesinin ağır yükünü taşımanın gururuyla eve gelir. Hasta bir baba, kardeşler, yeğenler, bacanaklarla beraber yaşadığı bir gecekondudur evi. Yevmiyeyi çıkartıp annesine verir. Sonra arka cebinden yeni bulduğu tespihi çıkartır. Bak anne der “ Tastamam bir tespih, imamesi bile var…” Anne tespihi eline alır, biraz kurcalar, sonra kız kardeş gelir -Yeni bir yeğeni karnında taşımaktadır- o da biraz oynar. Yeğen, bacanak, herkes bir bir elinden geçirir tespihi. Çünkü yoksulların evinde kimse kimseden bir şey saklamaz. İyi olan her şey paylaşılır. Tıpkı kötü olanda olduğu gibi… Tespih kaybolmasın diye bir kağıda sarılır, televizyonun üzerindeki metal çanağın içine konur. Genç yorgundur, biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra yatağa girer. Dinlenmesi, yarın işlenmeye devam etmesi gerekir. Kısa günün karı diye içinden geçirir. Bir yevmiye… Bir tespih “hem de imamesi bile var… tastamam…” Gözlerini kapar.
Daha aradan bir saat geçmemiştir ki, kalçasında bir yanma ve sertlik hissiyle uyanır. Bütün vücuduna bir ağırlık çökmüştür. Başı zonkluyor, midesi bulanıyordur. Biraz kusar. Ama çok kafasına takmaz. Ertesi sabah, gün daha ağarmadan tekrar yola çıkar. Çalışırken fenalaşınca revire kaldırırlar. Revirdeki doktor olanlara pek bir anlam veremez. Hastaneye sevk eder. Hastanede bakmazlar ona. Kimliği yoktur. Eve istirahata gönderirler. Ama annesi gencin kalçasında yanıklar olduğunu fark eder. Tekrar hastaneye giderler. İki iğne vurulur, birkaç hap verilir ve nihayetinde tekrar evine gönderilir. Bu gidiş gelişler böyle devam ederken, genç doktorlardan birine bulduğu tespihten bahseder. Sonra her şey çorap söküğü gibi gelir. İşte o tespih, bir tespih değildir aslında. HES inşaatında sızdırmazlığı ölçen bir aletin içinden düşmüş olan bir radyoaktif maddedir.
Hastanede karantinaya alınır. Gencin yaşadığı ev ve mahalle de. Zaten anne, baba ve hamile kız kardeşin de ellerinde yaralar çıkmıştır. Genç ise, artık ayakta duramıyordur. Kalçasındaki etler erimiş, kemikleri ortaya çıkmıştır. Günde iki defa morfin yemeden, yatakta bile duramıyordur.
Valisinden doktoruna herkes durumu kurtarmaya yönelik açıklamalar yaparken, HES şirketi gence dava açmıştır. Çünkü şirkete ait olan bir şeyi almış ve bir nükleer kazaya sebebiyet vermiştir.
***
Bazı hikayeler vardır. Yaşandığı coğrafyanın bütün acısını, bütün kederini, bütün öfkesini içinde taşırlar. Fazla söze gerek yok aslında. Bu hikayeler kendini anlatır. Kapımızda bekleyen daha büyük bir nükleer felaket. On yıllardan beri bitmeyen bir savaş. Suları tutsak eden, insanları susuz bırakan HES’ler. Hastaneler, yoksulluk, adaletsizlik ve bir yaşamı idame ettirmeye çalışmanın dayanılmaz ağırlığı.
“Tastamam bir hayatın peşinde“ hayatta kalmaya çalışanların hikayeleridir. Bizim hikayemizdir. Her gün içmek zorunda olduğumuz acı bir su gibi olan, bizi paramparça eden ama aynı zamanda öfkemizi bileyen keskin bir bıçak gibidir. Başta söylediğimiz gibi Bir yük değil bu yaşananlar, bir sorumluluktur. Öfkemizin coşkun bir sel gibi patlayıp kale duvarlarını aşacağı o güne kadar biriktirdiğimiz.
Aysel Özdemir
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.
The post “Tastamam Bir Tespih, İmamesi Bile Var…” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Amasya Köylüleri: ‘HES Varsa Yol Yok’ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amasya ve Tokat sınırlarında bulunan Yeşildere vadisine yapılmak istenen Hidroelektrik Santrali projesine, yöre halkının tepkisi sürüyor. Yapılması ihtimalinde yaklaşık otuz köyü etkisi altına alacak HES projesine karşı harekete geçen köylüler, Amasya Tokat karayolunu bir saat süreyle çift yönlü olarak trafiğe kapattı. Kurulduğu yerlerde doğal yaşamı yok eden enerji projelerine topraklarını teslim etmeyeceklerini söyleyen köylüler, uzun süren ikna çabalarının ardından eylemi sonlandırdı.
The post Amasya Köylüleri: ‘HES Varsa Yol Yok’ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>