hukuk – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 04 Nov 2015 09:46:13 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan https://meydan1.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/ https://meydan1.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/#respond Wed, 04 Nov 2015 09:46:13 +0000 https://test.meydan.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/   Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular Adaletsizliklere karşı mücadele eden, örgütlenen ve eyleyen herkesin yolu sık sık karakollardan, adliyelerden geçer. Uluslararası insan hakları hukukunun ayrılmaz bir parçası ve temeli olan ifade özgürlüğü hakkını veya örgütlenme hakkını kullanan insanlar, devlet tarafından hukuk araç kılınarak, hukuk ihlal edilerek veya bazen hukuk askıya alınarak baskı altına […]

The post Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…

 

Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular

Meydan Gazetes,- Sorulan sorular cevaplar

Adaletsizliklere karşı mücadele eden, örgütlenen ve eyleyen herkesin yolu sık sık karakollardan, adliyelerden geçer. Uluslararası insan hakları hukukunun ayrılmaz bir parçası ve temeli olan ifade özgürlüğü hakkını veya örgütlenme hakkını kullanan insanlar, devlet tarafından hukuk araç kılınarak, hukuk ihlal edilerek veya bazen hukuk askıya alınarak baskı altına alınmaya, sindirilmeye, hapsedilmeye çalışılır.

İşte bu süreçlerde; polisin, jandarmanın, savcının veya hakimin değişik kategorilerdeki sorularıyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu soruların çok azına yasal olarak cevap verme zorunluluğumuz olsa da, çoğunlukla cevap vermek zorunda olmadığımız sorularla karşı karşıya kalırız. En sık karşılaştığımız birkaç örneği bu yazıda inceleyeceğiz.

DURDURMA-YAKALAMA ESNASINDA: Polis ya da jandarma, sizi yolda durdurduğunda ya da bir suç iddiasıyla yakaladığında, kimliğinizi ibraz etmek dışında hiçbir soruya cevap vermek zorunda değilsiniz. Çoğu zaman sarf ettiğiniz sözler çarpıtılarak ya da aleyhinize yorumlanarak yakalama tutanağında geçirilir ve bu da ilerde aleyhinize sonuçlar yaratabilir. Bu yüzden avukatınızla görüşmeden, onun hukuki yardımından faydalanmadan hiçbir soruya cevap vermemek yerinde olacaktır.

EMNİYETTE/POLİS-JANDARMA KARAKOLUNDA: Karakollarda en sık rastlanan durum, Terörle Mücadele polisinin ya da İstihbarat elemanlarının kişiyi bir odaya alarak mülakat adı altında yasadışı bir görüşme yapmasıdır. Bu görüşmeye avukatınız çağrılmaz ve değişik psikolojik ya da fiziki baskı yöntemleriyle karşılaşabilirsiniz. Gerçek dışı bilgiler verilerek itiraf alınmaya çalışılabilir ya da kendinize veya başkalarına dair bilgi vermeniz istenir. Bu görüşmeye kesinlikle gitmek zorunda değilsiniz, gitmemelisiniz. Rızanız dışında bu sorguya muhatap kaldığınız takdirde ise hiçbir soruya cevap vermeyiniz. Avukatınızla görüşmeden ve avukatınız yanınızda olmadan sorulan hiçbir soruya cevap vermeyiniz ve tek kelime konuşmayacağınızı beyan ederek yasadışı sorgunun derhal sonlandırılmasını talep ediniz.

İFADE SIRASINDA: Avukatınızla birlikte ifadeye girdiğinizde kimliğinize ilişkin sorulara doğru cevap vermeniz gerektiği ifade edilir. Yasal olarak sadece kimliğe yani kim olduğunuza dair sorulara cevap vermeniz gerekir: Bunlar ad-soyad, anne-baba adı, doğum yeri ve doğum tarihi gibi temel bilgilerdir. Mail adresi, telefon numarası, sosyal medya hesapları, özgeçmiş ve benzer sorular bunun kapsamında değildir, bunlara cevap verme zorunluluğunuz yoktur.

Bu başlıkta bahsedilmesi gereken bir husus da, en önemli haklardan olan susma hakkıdır. Karakolda, savcılıkta ya da mahkemede tarafınıza suçlamayla ilgili olarak yöneltilen sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz. Susma hakkınızı isterseniz bazı sorular yönünden isterseniz de ifadenin tamamı bakımından kullanabilirsiniz. Tüm ifade bakımından susma hakkınızı kullandığınızı belirttikten sonra soru sormaya devam edilmesi, bir baskı yöntemidir ve başka soru duymak istemediğiniz takdirde bunu belirterek ifadenin sonlandırılmasını talep edin.

SOSYAL-EKONOMİK DURUM ARAŞTIRMASI: Hakkınızda bir ceza davası açıldığında ya da tazminat davası gibi bir davada taraf olduğunuzda mahkeme; polis ya da jandarmaya bir yazı göndererek Sosyal ve Ekonomik Durumunuzun araştırılmasını ister. Buna kısaca SED denilmektedir. Normalde bu araştırmanın, size sorularak değil, bağımsız kaynaklardan araştırılması gerekirken, hemen her zaman memurlar, bütün soruları size sorup kağıda yazarak bu işi bitirmeye çalışırlar. Üstelik bunun için evinizin ya da ailenizin evinin kapısı sürekli aşındırılır. Kimi zamansa defalarca telefonla arayarak karakola gitmenizi isterler. Belirtmek gerekir ki bu usul, yasaya aykırıdır ve bu durumda hiçbir şekilde karakola gitmek veya sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz. Ancak siz cevap vermediğinizde, ailenizden ya da komşularınızdan bu bilgileri almaya çalışacaklardır, ki bu da bazen aleyhinize sonuçlar doğurabilir. Bu hususları da göz önünde bulundurarak bir tavır geliştirmeli ve her halükarda sadece ekonomik durumunuzu aydınlatacak gelir ve giderlere dair sorulara cevap vererek, bunun dışına çıkan sorular sorulmasını engellemelisiniz.

Sonuç olarak; akılda tutulması gereken devletin bir bütün olarak aleyhinize çalıştığıdır. Söylediğiniz her kelime ve özellikle atacağınız her imza aleyhinize delil olarak kullanılabilecektir. Bu nedenle sizin hak ve menfaatlerinizi koruyacağından emin olduğunuz profesyonel bir hukukçunun yani avukatınızın hukuki yardımından faydalanmadan hiçbir belgeye imza atmamanız, hiçbir soruya cevap vermemeniz önem taşımaktadır.

Av. Davut Erkan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/11/04/kullan-at-kilavuz-sikca-sorulan-cevap-vermek-zorunda-olmadigimiz-sorular-davut-erkan/feed/ 0
Kullan-at Kılavuz : Gözaltı, Tutuklama, Ceza Davaları https://meydan1.org/2015/09/19/kullan-at-kilavuz-gozalti-tutuklama-ceza-davalari/ https://meydan1.org/2015/09/19/kullan-at-kilavuz-gozalti-tutuklama-ceza-davalari/#respond Fri, 18 Sep 2015 21:42:04 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/19/kullan-at-kilavuz-gozalti-tutuklama-ceza-davalari/ Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler… Ezilenlerin, var olan tahakküm düzenini yıkarak yeni bir dünya yaratma mücadelesi, elbette bu tahakküm ilişkilerinin koruyucusu olan devletin “asayiş” mekanizmalarının hedefi olacaktır. Ezilenler zulme karşı seslerini her çıkardıklarında, sokağa her çıktıklarında düzenin koruyucusu olan polisle karşı karşıya kalmaktadırlar. […]

The post Kullan-at Kılavuz : Gözaltı, Tutuklama, Ceza Davaları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…

Ezilenlerin, var olan tahakküm düzenini yıkarak yeni bir dünya yaratma mücadelesi, elbette bu tahakküm ilişkilerinin koruyucusu olan devletin “asayiş” mekanizmalarının hedefi olacaktır. Ezilenler zulme karşı seslerini her çıkardıklarında, sokağa her çıktıklarında düzenin koruyucusu olan polisle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu karşılaşma kimi zaman savcıyla veya hakimle tanışma fırsatına da dönüşebilmektedir. (Burada hemen belirtmek gerekir ki, eylemlere  polisçe müdahale edilmesi sonucunda gözaltına alınan insanların neredeyse tamamı ya dava dahi açılmadan ya da dava sonucunda beraat ederek suçlamalardan aklanmakta, hatta karşı dava açarak devleti tazminata dahi mahkum etmektedirler.)

Devletler, teorik olarak kendi yasalarına, anayasalarına ve uluslararası sözleşmelere bağlıdırlar, bunların dışına çıkamazlar. Örneğin bir ifade özgürlüğü veya protesto hakkı konusunda belirlenmiş standartlara riayet etmek durumundadırlar. Gazetemizin 26. sayısında toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili kılavuzu yayımlamıştık. Ancak belirtmek gerekir ki ne zaman ezilenlerin mücadelesi yükselse, devlet kendi koyduğu kuralları çiğneyerek, polisi-savcısı-hakimi ile halk üzerinde bir korku yaratmaya ve bu şekilde onları sokaklardan geri çekmeye çalışır.

Adaletsizliklere karşı mücadelede sokağa çıkmak, devlet terörü nedeniyle elbette belirli tedbirler almayı gerektirir. Kitleler, kendi güvenliklerini sağlamak için gerekli tedbirleri almak ve saldırıları püskürtmek için gerektiğinde öz-savunma yapmak durumundadırlar. Ancak bunun ötesinde devletin karakollarla ve adliyelerle yaratmaya çalıştığı korku psikolojisini aşmak önemlidir.

GÖZALTI

Gözaltı, devletin en sık başvurduğu korkutma yöntemidir. Çoğunlukla hukuksal bir amaçla değil, sadece sokağa çıkan insanların dağılmasını ve eylemin sonlanmasını sağlamak üzere başvurulan bir yöntemdir. Gözaltı işlemi -kabaca- polis tarafından alıkonulmayı ifade eder. Bu alıkonulma, eylem yerinde başlar, polis aracında ve karakolda devam eder, bazen de adliyede savcı tarafından ifade alınmasıyla sona erer. Gözaltında yapılan neredeyse tek işlem, ifade almaktır. Ortalama 15 dakika süren bir işlem için kişinin ortalama 15 saat tutulması, bunun hukuksal bir işlem olmaktan ziyade bir yıldırma yöntemi olduğunun en bariz göstergesidir.

TUTUKLAMA

Tutuklama bir ceza değil, soruşturmanın sağlıklı yürümesini sağlamak amacıyla başvurulması gereken bir tedbirdir. Tutuklamanın amacı, bir suç işlediği yönünde kuvvetli şüphe bulunan kişinin suçun delillerini yok etmesini ya da yargılamadan kaçmasını engellemektir. Tabii ki bu yola başvurulabilmesi için, kişinin bu sayılanları yapmaya çalıştığı yönünde delillerin olması gerekir. Ancak söz konusu siyasi soruşturmalar olduğunda tutuklama, “sen biraz içerde kal da aklın başına gelsin” amacıyla başvurulan bir araçtır. Evet, cezaevleri birçok özgürlüğü ortadan kaldıran ya da ciddi anlamda kısıtlayan yerlerdir. Ancak bilinmesi gerekir ki, cezaevinin içerisi ve dışarısı bir bütünün sadece duvarlarla çevrilmiş farklı parçalarıdır. Cezaevinde özgürlüğünden yoksun ama dışarıda özgür olduğunu sanmak, sistemin yaratmaya çalıştığı bir yanılsamadır. Oysa bu düzende dışarısı, sadece büyükçe bir cezaevidir.

CEZA DAVALARI

Devlet mücadele eden insanlara dava açarak, onları yargılamaktan daha çok, dışarıdaki insanlara bir gözdağı vermeyi amaçlar. En ufak bir eyleme katılan insanı, hukuk düzeni karşısında ona ceza veremeyeceğini bilmesine rağmen onlarca yıl hapis cezası istemiyle yargılayan sistem için yargılama süreci, karara varmak için kullanılan bir araç olmaktan çok amacın kendisidir. Böylece, yıllar süren davalarla yargılanan kişilerin, onların ailelerinin ve tanıdıklarının, davayı takip eden kamuoyu ve nihayet bütün bir toplumun, devletin nefesini ensesinde hissetmesi amaçlanır.

Devlet; adaletsizliğe, talana, sömürüye, savaşa ve katliama direnen insanları karakollar, adliyeler ve cezaevleri ile korkutmaya ve yıldırmaya çalışmaktadır. Ancak bizler biliriz ki, mücadele tam da hayatın bir cezaevine dönüştürülmesine karşı direnmenin adıdır. Bu yolda devlet elbette yıldırma politikaları izleyecektir. Ancak diz çökerek kölece yaşamaktansa, ayakta durarak mücadele etmek yeğdir.

[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kullan-at Kılavuz : Gözaltı, Tutuklama, Ceza Davaları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/19/kullan-at-kilavuz-gozalti-tutuklama-ceza-davalari/feed/ 0
” RETORİK ” – Didem Deniz Erbak https://meydan1.org/2015/06/11/retorik-didem-deniz-erbak/ https://meydan1.org/2015/06/11/retorik-didem-deniz-erbak/#respond Thu, 11 Jun 2015 07:58:32 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/11/retorik-didem-deniz-erbak/ Yunanca rhetorikos yani hitabet kavramından türemiş olan bu kavram ilk kez Platon’un Gorgias adlı eserinde karşımıza çıkıyor. Retorik zaman içerisinde farklı düşünürlerce, farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Platon’a göre “hakikat yerine yanılsamaları üreten bir konuşma türü” yani “yargı yerlerinde yargıçları, mecliste üyeleri, halk toplantılarında ve bütün yurttaş toplantılarında bulunanları sözle kandırma kudreti”dir. Aristotales’e göre ise “herhangi bir […]

The post ” RETORİK ” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
retorik

Yunanca rhetorikos yani hitabet kavramından türemiş olan bu kavram ilk kez Platon’un Gorgias adlı eserinde karşımıza çıkıyor. Retorik zaman içerisinde farklı düşünürlerce, farklı biçimlerde tanımlanmıştır.

Platon’a göre “hakikat yerine yanılsamaları üreten bir konuşma türü” yani “yargı yerlerinde yargıçları, mecliste üyeleri, halk toplantılarında ve bütün yurttaş toplantılarında bulunanları sözle kandırma kudreti”dir. Aristotales’e göre ise “herhangi bir bilimsel bilgi gerektirmeyen ikna metodu”dur. Bu alanda en çok düşünce üretmiş filozoflardan olan Aristoteles, retoriğin üç ana kaynağı olduğunu; bunların, konuşmacının kendi karakteri, dinleyici grubun karakteri ve konuşmacının sözü kullanımı olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde retoriğin yapılış amacı olan inandırma eylemi de, üç farklı boyutta şekillenir. Bunlar Ethos, Pathos ve Logostur. Bu evreler, aynı yöntemin birbiriyle bütün üç parçasıdır. Ethos, konuşmacının kendi konuşmasıyla karakterinin uyumudur. Konuşmacı dinleyicinin gözünde ne kadar tutarlıysa ve karakteriyle ne kadar paralel bir konuşma gerçekleştirirse o kadar inandırıcı olur.  İkinci evre Pathos’tur. Bu evrede konuşmacı dinleyiciyle empati yapmak ve bu doğrultuda bir hava yaratmak için uğraşır. Dinleyicinin pozisyonu odak noktasıdır. Üçüncü evre olan Logos ise anlatımın mantık ve kanıtlar çerçevesinde vücut bulduğu evredir. Aristoteles, retoriği kabaca böyle açıklamıştır.

Aristoteles sonraki çalışmalarında retoriğe tekrar dönmüştür. Konuşma biçimlerini sınıflandırırken bahsettiği söylev türlerinden Adli Söylev’de ve Politik Söylev’de retoriğin bolca kullanıldığını söyler. Politikacıların ve hukukçuların retoriği oldukça fazla kullanmasının en önemli nedeni, dinleyicinin pasif kaldığı bu konuşma biçiminde amacın inandırma ya da “kandırma” üzerine kurulu olmasıdır.

Farklı biçimlerde tanımlanmış olsa da en genel anlamıyla retorik etkili konuşma, inandırma ve ikna kavramlarıyla ifade edilmiştir. İkna; insanların inançlarını, tutumlarını, niyetlerini veya davranışlarını değiştirebilecek iletişim sürecidir. Bu süreçte, konuşmanın niteliğinde doğru veya yanlış olanın, gerçeğin bir önemi yoktur. Önemli olan, konuşmacının karşısındakini istediği şeye ne kadar ikna edebildiği, inandırabildiği, kandırabildiğidir.

Not: Bu yazıda retorik kullanılmamıştır!

Didem Deniz Erbak

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” RETORİK ” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/11/retorik-didem-deniz-erbak/feed/ 0
“Başka Bir “Hukuk” Mümkün (Mü?)” – Umut Koloş https://meydan1.org/2014/05/28/baska-bir-hukuk-mumkun-mu-umut-kolos/ https://meydan1.org/2014/05/28/baska-bir-hukuk-mumkun-mu-umut-kolos/#respond Wed, 28 May 2014 12:20:23 +0000 https://test.meydan.org/2014/05/28/baska-bir-hukuk-mumkun-mu-umut-kolos/ Hukuk, ilk elden ve verili olarak ‘kötü’ bir şey olmak zorunda değildir. Hukukun göndermede bulunduğu adalet de sunulan ya da dayatılan değil, ama alternatif yaşam sahiplerinin birlikte geliştirdikleri kültürel yaşamın bir çıktısı olabilir. Dolayısıyla, yeni-hukuklar mümkündür ve vardır Hukuk antropologu Robert Redfield’in “İlkel Hukuk”a ilişkin şu sözleri, bu yazının başlığında ‘gizlenen’ soruya verilecek olası yanıt […]

The post “Başka Bir “Hukuk” Mümkün (Mü?)” – Umut Koloş appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Hukuk, ilk elden ve verili olarak ‘kötü’ bir şey olmak zorunda değildir. Hukukun göndermede bulunduğu adalet de sunulan ya da dayatılan değil, ama alternatif yaşam sahiplerinin birlikte geliştirdikleri kültürel yaşamın bir çıktısı olabilir. Dolayısıyla, yeni-hukuklar mümkündür ve vardır

Hukuk antropologu Robert Redfield’in “İlkel Hukuk”a ilişkin şu sözleri, bu yazının başlığında ‘gizlenen’ soruya verilecek olası yanıt için önem taşıyor:

“İlkel hukukla ilgili söz etmeye girişen birinin üç yoldan birini seçme şansı vardır. Bilindik yol, hukuku, sadece politik olarak örgütlenmiş bir devlet tarafından desteklenen mahkemelerin ve yasaların olduğu yerde görür. [Ancak] Bu yol çabucak çıkmaza saplanır; zira, sadece az sayıdaki okur-yazar olmayan toplum böylesi bir hukuka sahiptir ve bunlar da karakteristik olarak ilkel değildirler. Böylesi bir yolu seçmek ile ilkel toplumlarda hukukun olmadığını söyleyecek olduğumuzdan artık geriye daha fazla konuşacak bir şey kalmaz.”

Hukuk Felsefesi alanında yapılan çalışmalar zaviyesinden bakıldığında Redfield’in bahsettiği bilindik yol “Hukuksal Pozitivizm” olarak adlandırılan bir akımdır. Hukuksal pozitivizm akımının klasik yaklaşımı, kaba hatlarıyla, hukuktan bahsedebilmemizin zorunlu koşulunu özellikle devlet gibi merkezi bir siyasal iktidar odağından kaynağını alan ve olgusal olarak karşımızda duran pozitif metinlerin varlığına bağlamakla karakterize olur. Dolayısıyla, böylesi bir örgütlenmenin ve normatif içeriğe sahip metinlerin olmadığı bir yerde hukuk da yoktur.

Hukuksal pozitivizmin yanı sıra bir diğer hukuk felsefesi yaklaşımı olan “Doğal Hukuk” akımı ise, kaba hatlarıyla, hukukun doğasının, kaynağını bir siyasal iktidar merkezinden almak zorunda olmayan ve pozitif metinleri de aşan ilkelerde yattığı görüşü etrafında kümelenir. Bu ilkeler doğal düzenin kendisinden, Tanrıdan yahut akıldan çıkabilmektedir. Dolayısıyla, doğal hukuk yaklaşımından hareketle, siyasal iktidarın her söylediği büyük harfle başlayan Hukuk’a karşılık düşmek zorunda değildir. Doğal hukuk yaklaşımının bir diğer iddiası, Hukuk’un söz konusu ilkelerinin aşkın ve evrensel oluşudur ve bu ilkeler aynı zamanda aynı aşkınlık ve evrensellikteki ahlâki prensiplerdir.

Hukukun doğasına ilişkin yaklaşımları bakımından birbirlerine karşıt olarak konumlandırılan bu iki hukuk felsefesi akımının klasik versiyonları, aslında, sosyolojik ve antropolojik karşılığı dikkate almama noktasında ortaklaşırlar . Oysa konuya Redfield’in ima ettiği farklı noktadan bakmak, bu iki yaklaşım arasında sıkışıp kalmayı engelleyebilir görünmektedir.

Hukuk da, diğer üstyapı kurumları gibi, belirli bir toplumsal yapı artalanına sahiptir. Bu artalana dair yapılacak betimleme, bizi, zorunlu olarak hukuk sosyolojisine/hukuk antropolojisine götürür. Ve, hukuk sosyolojisi/hukuk antropolojisi bize, devlet-aşırı olan ya da zorunlu olarak aşkın bir ahlâka göndermede bulunmak gerekmeksizin ulaşılabilen bir hukuk tanımı vermeye elverişlidir. Başka deyişle, hukukun zorunlu olarak devletle eş anlamlı tutulmasının gerekmediği ya da aşkın olduğu varsayılan bir ahlâki değere eşitlenemeyeceğini gösteren alternatif bir teorik çalışma alanı mevcuttur.

Hukuk sosyolojisi bakımından burada karşımıza çıkan kavram öbeği “yaşayan hukuk” olarak ifade edilir. Yaşayan hukuk, hukuk sosyolojisi/hukuk antropolojisinin sunduğu alternatif teorik yaşama alanındaki çalışmaların bir çıktısıdır. Buna göre, devletin ve onun örgütlü yapısının ya da bir dizi aşkın ve evrensel ahlâki ilkenin kapsama alanı dışında kalan “hukuk(lar)”ın varlığını tespit etmek mümkündür. Farklı toplum tarihi kesitlerinde ve yine farklı kültürlerde/alt-kültürlerde farklı hukuklarından söz etmenin yolu bu sayede açılmaktadır.

Maalesef, Türkiye’de çok da fazla haberdar olunmadığını gözlemlediğim bir risalesinde Kropotkin bu alternatif yaşama alanına temas eder. Kropotkin’in hukuka ve toplumu dikkate alan hukukçu yaklaşımlarına kayıtsız kalmayışı von Jhering’e yaptığı göndermelerden de görülmektedir. Von Jhering , hukuku, toplumsal faydaya dayanan toplumsal çatışmaları dikkate almak suretiyle faydayı hedefleyen bir konumda ele almaktadır; hukuk bu noktada, bu çatışmaları önlemeye yönelik bir süreç olarak konumlandırılır . Kropotkin, Jhering’in hukuka dair düşüncelerinde, ilk etapta önem vermediği gönüllü kısıtlama ile karşılıklı yardımlaşma meselesine sonraki çalışmasında büyük yer verdiğini ve bu minvalde, toplumun zorlayıcı olmayan etkenleri üzerinde durulmasına verdiği önemi vurguladığında sanırım söz konusu alternatif okumaya alan açan bir ilgiden haberdar eder bizi.

Kropotkin, Hukuk ve Otorite’de bu ilgisinin somut karşılıklarını sunar.

Kropotkin’in Hukuk ve Otorite’de belirttiği gibi, tüm insan toplumları ‘ilkel’ bir aşamadan geçmişlerdir ve yazılı kanunların olmadığı -zira ilkel toplumlar yazısız toplumlardır- bu aşamalarda insanlar kendi örf-adet hukuklarına sahiptirler . Bu toplumlar, yasanın inşâ etmediği ve şeylerin doğasından spontan olarak ortaya çıkan toplumsal duyguları ve örf adetleri kendiliğinden ve zaten haizdirler .

Burada Kropotkin’in, şeylerin ‘doğası’na göndermede bulunması, onun da bir doğal hukuk yaklaşımına sahip olduğu şeklinde yorumlanabilirse de, bu ‘doğa’nın en azından toplumsal yaşayışın bizatihi kendisinden sadır olması, onun aşkınlığından çok içkinliğinin akla gelmesine sebebiyet vermektedir. Bu itibarla Kropotkin’i klasik bir doğal hukukçu saymak noktasında şüphelere yol açacaktır. Gerçekten de metninde vurguladığı hususlar dikkate alındığında Kropotkin’in toplumsal yaşamın çıktıları olarak bir dizi örf-adet hukukundan bahsettiği anlaşılmaktadır.

Kropotkin’e bu değini, esas itibariyle, hukuk kavramına dair verili olarak olumlu ya da olumsuz herhangi bir değer yüklemesinde bulunulmasındansa hukuku içinden çıktığı yaşam formundan hareketle anlamanın önemine dair anarşist perspektifin serimlenmesine çalışılmasındandır. Böylesi bir perspektif, hukuk ve hukukun göndermede bulunduğu adalet düşüncesinin yine verili olarak ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olduğuna dair tespitin, tespit politik olmayıp bilimsel olma iddiasındaysa, yeterli olmadığını anlatmaktadır. Bu tespit, hukuk ile ilgili de alternatif bir yaşam alanı açar.

Tekrar pahasına, bu alternatif hukuk okuması, alternatif yaşam alanlarının alternatif hukuklarının olabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu itibarla hukuk, ilk elden ve verili olarak ‘kötü’ bir şey olmak zorunda değildir. Hukukun göndermede bulunduğu adalet de sunulan ya da dayatılan değil, ama alternatif yaşam sahiplerinin birlikte geliştirdikleri kültürel yaşamın bir çıktısı olabilir. Dolayısıyla, yeni-hukuklar mümkündür ve vardır.

Bir blog yazısına yazılan yorumdan alınacak bir pasaj, son sözleri oluştursun:

“Ezilenlerin hukuku ise ezilenlerin devletten sadır olmayan ya da devlet menşeli olmayan bir hukuk kurmalarını, hukuk olmayan bir ‘hukuk’ inşâsını gündeme taşımak gibi olumlu bir kuvve olabilir. Burada toplumsal ahlâk, ille birilerinin ‘temsili’ ağzından çıkmayan bir hukuk olabilir ve doğal hukuk da Tanrıya ya da akıl’a değil, yaşamın bizzat kendisine gönderme yapabilir.”

Umut Koloş

yenihukuk.blogspot.com.tr

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 18. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Başka Bir “Hukuk” Mümkün (Mü?)” – Umut Koloş appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/05/28/baska-bir-hukuk-mumkun-mu-umut-kolos/feed/ 0
“Hukuk Adaletsizliktir” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2013/01/23/hukuk-adaletsizliktir-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2013/01/23/hukuk-adaletsizliktir-huseyin-civan/#respond Tue, 22 Jan 2013 22:01:14 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/23/hukuk-adaletsizliktir-huseyin-civan/ Hukuk ve adalet kavramlarının bu kadar iç içe geçtiği bir zamanda, artık birbirlerinin yerine kullanılan bu kavramlar, belki çoğumuzda bu ikisinin aynı olduğunun hissini yaratıyor. İki kavramın birbirlerini ikame edecek şekilde kullanılıyor olması, devletin her saldırısının adaletli olacağı yanılsamasını yaratıyor. Bu yanılsama tabi ki, saldırılarını meşrulaştıran devlet açısından kullanışlı bir durum. İsmi, adalet sarayı örneğin […]

The post “Hukuk Adaletsizliktir” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Hukuk ve adalet kavramlarının bu kadar iç içe geçtiği bir zamanda, artık birbirlerinin yerine kullanılan bu kavramlar, belki çoğumuzda bu ikisinin aynı olduğunun hissini yaratıyor. İki kavramın birbirlerini ikame edecek şekilde kullanılıyor olması, devletin her saldırısının adaletli olacağı yanılsamasını yaratıyor. Bu yanılsama tabi ki, saldırılarını meşrulaştıran devlet açısından kullanışlı bir durum.

İsmi, adalet sarayı örneğin mahkemelerin. Hakkın gözetildiği, yerine getirildiği yer anlamında kullanılıyor. Sarayın önünde büyükçe bir Themis heykeli; adalet tanrısı Eski Yunan’da. İri puntolu bir yazı hâkimin arkasında, “Adalet mülkün temelidir.”

Oysa hukuk, bireyin toplumda devletle kurduğu ilişkileri ya da bireyin diğer bireylerle devlet üzerinden kurduğu ilişkileri (modern bir devlette, devlet üzerinden kurulmayan bir ilişki olanaksızdır ya) usulüne uyduran bir bilimdir. Bu usul “ortak iyilik”, “ortak menfaat” gibi normlara göre düzenlenir.

Devlet, bireylere yaptırım hakkının meşruiyetini bu normlar aracılığıyla sağlar. Bireyin devlet üzerinden kurduğu her ilişki, bu normlara uydurulur. Uygun olmazsa, yaptırım uygulanır. Bu yaptırımlar, hukukidir. Adaletli değil. Hukuk ve adaletin birbirinden farklı şeyler olduğunun belirginleştiği durumlar, devletin hukuki meşruiyetine dayanıp bireylere tahakküm uyguladığı anlardır. Bu iki kavram arasındaki ayrımın belirginleştiği, 15 sene önce yaşanan bir örnek herkesin aklındadır. Biri 20, diğerleri 17 yaşında dört genç, Gaziantep’te bir gece yarısı baklavacı dükkânına girer. Kasadaki paraya dokunmadan, canları baklava çekti diye bir tepsi baklava alıp kaçarlar. Sonrasında yakalanan gençlerden biri 9, diğerleri 6 yıla mahkum edilir.

Bu kavram karmaşasının kökenini, devletin iktidarını, vatandaşlara keyfi uygulamalarda bulunmaması için hukuki normlara bağlayan “hukuk devleti”nde ve doğal hakların yasal ve evrensel bir nitelikte korunmaya alındığı “evrensel beyanname” ile açıklamak daha doğru olur.

Bireylerin birey olma faaliyetlerini “güvence” altına alarak, tekrar tanımlanmasına olanak veren hukuk devletleri; bu açıdan toplumsal ilişki ağında “adalet” diye nitelenen kavrama da yön verebilme hakkını tekeline almıştır. Bu açıdan adalet kavramı, bireyin özgür olabilme, eşit olabilme, yaşama hakkını kullanabilme haklarıyla bu kurumlarca tekrar tanımlanır. Ancak bireyin vazgeçilemez haklarından biri vardır ki, belki de bu hukukun ve buna dayalı devletin nedeni konumundadır; mülkiyet hakkı.

Kişinin yaşama, özgürlük hakkı kadar önem verilerek güvence altına alınmıştır mülkiyet hakkı. Bireyin bir mülkü sahiplenmesi, bu hukukun dayandığı temel direklerdendir. Locke’tan Montesquieu’ya hukuk-devlet arası ilişki mülkiyetle kurulmuştur. Bu hak, bireyin doğal hakkı olarak tanımlanır. Mülkiyetin varlık kaynağı sorgulanmadan hukukun mülkiyeti güvence altına alması, dönemin sosyo-ekonomik değişimlerinin öznesi olan sınıfıyla tutarlılık göstermektedir Mülk sahibi sınıfların kendi durumlarını garanti altına almasından başka bir şey değildir modern hukuk. Klasik anlamıyla Roma’da nasıl bir işlevi varsa hukukun, aynı ayrıcalıkları belli bir zümreye tanımasıyla varoluş nedenini gerçekleştirmiş olur. Mülk sahibi sınıflar bu hukuk aracılığıyla, diğer sınıfları ikna ederler. Mülkiyet hakkını “herkes”e vererek sözde toplumsal bir hakkı güvene altına alırlar. Yani “işi” hukukuna uydururlar.

Böyle bir hukukun evrenselleştiği bir zamanda, 19. yüzyılda, mülkiyet hakkını sorgulayan Pierre-Joseph Proudhon, hukuk ve adaletin ne kadar ayrı iki kavram olduğunu vurguluyordu. İnsanların büyük bir çoğunluğunun mülkiyet hakkını kullanamayacak olma durumunun yaratacağı adaletsizliği vurguluyordu. Tüm doğal hakların, herkesin aynı anda kullandığında birbirini engellemeyecek olmasının, mülkiyet hakkıyla ortadan kalktığını söylüyordu. Mülkiyet hakkının var olma nedeni, zenginin bu hakkını fakirin mülkiyet dürtüsüne karşı savunmaktı. Mülk sahiplerini güvence altına alan bu akit, devletin de hukuki kaynağıydı. Mülkiyet insanların birbirlerine karşı giriştikleri bir ilişki biçimiydi ve birinin bu hakkı kullanması, diğerinin kullanamamasından kaynaklanıyordu. Kaynağı adaletsizlik olan bir hak benimsenmiş ve hukuki bir norm olmuştu.

Proudhon’un hukuk ve adaletin ayrı olduğunu haykıran sesine, 250 yıl sonra, şimdilerde daha çok kulak vermeliyiz. Devletin kendi hukukuna dayanıp yarattığı adaletsizlikler günden güne artıyor. Zindanlarını adaletsizlikleriyle dolduran devlet, hukukun meşruluğunda öldürüyor ezilenleri. Ve tüm bunlara ses çıkaran herkes, suçlu ilan ediliyor devletin hukuku önünde. Efendilerin “hakları” oluyor güvence altına aldıkları, mülksüzler madenlerde, inşaatlarda, şantiyelerde, tersanelerde ölürken. Anarşist bir yoldaşın 1800’lerde hırsızlık diye ilan ettiği mülkiyet, hukuk ve adalet arasındaki ayrımı belirginleştiren net bir yargı olurken; o günlerden ödünç alınan anarşist gelenek, bu adaletsizliğe karşı Themis’in kılıcı oluyor.

The post “Hukuk Adaletsizliktir” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/23/hukuk-adaletsizliktir-huseyin-civan/feed/ 0
“Polisle Karşı Karşıyayken: Gözaltı”- Cengizhan Karaşin https://meydan1.org/2012/09/26/polisle-karsi-karsiyayken-gozalti-cengizhan-karasin/ https://meydan1.org/2012/09/26/polisle-karsi-karsiyayken-gozalti-cengizhan-karasin/#respond Wed, 26 Sep 2012 13:29:30 +0000 https://test.meydan.org/2012/09/26/polisle-karsi-karsiyayken-gozalti-cengizhan-karasin/ Terör, günümüzde ana akım medya tarafından sık sık kullanılan kelimelerden biridir. Örgüt terörü, trafik terörü, maganda terörü diyerek saya saya bitiremeyen ana akım medyanın gazeteleri ve televizyonları terörden geçilmez hale gelmiştir. Hal öyle bir boyuta gelir ki bazen medyanın örgüt terörü diyerek adlandırdığı eylemleri yorumlayış ve sunuş şeklinden dolayı yaratılan korku, orman yangınları veya herhangi […]

The post “Polisle Karşı Karşıyayken: Gözaltı”- Cengizhan Karaşin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Terör, günümüzde ana akım medya tarafından sık sık kullanılan kelimelerden biridir. Örgüt terörü, trafik terörü, maganda terörü diyerek saya saya bitiremeyen ana akım medyanın gazeteleri ve televizyonları terörden geçilmez hale gelmiştir. Hal öyle bir boyuta gelir ki bazen medyanın örgüt terörü diyerek adlandırdığı eylemleri yorumlayış ve sunuş şeklinden dolayı yaratılan korku, orman yangınları veya herhangi bir yerde herhangi bir sebepten dolayı meydana gelmiş bir patlamayı bile hemen terör kelimesinin etkisiyle yorumlamamıza, yoksa bu da mı terör dememize sebep olmaktadır.

Yolda yürürken ayağı takılsa terör diye irkilen ana akım medya, konu sayılabilecek bütün terörlerden daha tehlikeli olan polis terörüne yani gözaltı terörüne geldi mi aniden üç maymunu oynamakta, mevcut hukuksuzları saklamaktadır. Aslında bir gün gözaltı terörüne maruz kaldığımızda medyanın yanımızda olmasını beklemek pek yerinde gözükmemektedir. Bu sebepten dolayı, olası bir gözaltı durumunda ne yapmamız gerektiğini bilmek hayati önem taşımaktadır. Kanunlarca belirtilen bazı hakları (ki bu haklar devlet tarafından lütfedilmiş değil mücadeleler sonucu elde edilmiştir) bilmemiz ve bu hakları kullanmamız faydalı olacaktır.

Gözaltına alındığında:

Öncelikle gözaltına almak isteyen kolluk kuvvetlerinin gözaltı için hukuki bir sebep belirtmeleri zorunludur. Yani polis, yürüttüğünü iddia edeceği soruşturma için gözaltı işlemi uyguluyor olmalıdır. Bunun için de suçun gerçekleştiğine dair kuvvetli emareler(ipucu) bulunmalıdır. Burada önemli olan polislerin sık sık başvurdukları fiili gözaltılardır. Kağıt üstünde gözaltına uğramamanıza rağmen kolluk kuvvetleri karakolda “misafir olmak’’ gibi bir durum uydurur. Bunun sebebi de kolluk kuvvetlerinin ileride “başlarının ağrımasını” istememeleridir. Resmi gözaltı halinde savcılığa dertlerini anlatmaları gerekeceğinden, keyfi uygulamalarının ortaya çıkmaması adına sadece fiilen “misafir etmek“ gibi bir yöntem seçebilirler. Böyle durumlarda gözaltı işlemi uygulayan kolluk kuvvetlerine sebep belirtmeleri gerektiği, eğer karakola gidiliyorsa Türk Ceza Kanunu ve Ceza muhakemesi Kanunu uyarınca işlem yapmaları gerektiği aksi halde karakola gidilmeyeceği belirtilmelidir. Sonuç olarak gözaltı işlemi uygulanmış ise polislerin iddia ettikleri suçu kişiye açıklamaları, anlatmaları gerekmektedir. Bunun yanı sıra kişinin kanundan gelen haklarının kişiye açıklanması zorunludur.

 Gözaltı süresi:

Bir diğer önemli husus da gözaltı süresidir. Kanunen bu süre 24 saati geçemez. Bu 24 saat içinde, varsa avukatınız veya aileniz yetkili Sulh Mahkemesi’ne giderek gözaltının kaldırılması için başvuruda bulunabilir. Sulh Mahkemesi gözaltının sona erdirilmesi yönünde karar verebilir. 24 saatlik gözaltı süresi ancak Cumhuriyet Savcısı’nın kararı ile 24 saat daha uzatılabilir. Bu uzatmalar da 3 günü geçemez. Ayrıca gözaltı süresinin uzatılması kanunen keyfi olmamalı, uzatmayı gerektiren bir durum olmalıdır. Örneğin delillerin çokluğu, toplanmasının uzun süreceği bir sebep olarak gösterilebilmektedir. Bu süre dolduğunda gözaltı hali devam ettirilemez ve gözaltına alınan kişi tekrar aynı suçtan dolayı sadece Cumhuriyet Savcısı’nın kararı ile gözaltına alınabilir. Yani polislerin tekrar aynı suçtan dolayı gözaltı yapabilmeleri için bu sefer ellerinde yazılı karar olmalıdır.

Yakınlarını arama hakkı:

Gözaltına alınır alınmaz sahip olunan haklardan birisi de yakınlarını arama hakkıdır. Kişi gözaltı işlemi başladığı an bir yakınını arama hakkına sahiptir. Bunu kendi cep telefonundan da yapabilir. Eğer telefonu yoksa karakolda polislerin temin edeceği bir telefonda yapabilir. Bu konuda polislerin telefon sağlamaları kanunen öngörülmüştür. Böyle bir durumda karakol polisleri ifade alma işleminden hemen önce veya ifade sonrasında bu hakkınızı kullandırtmaya çalışabilirler. Ancak telefon kullanma hakkının geç kullanılması telafisi olmayan sonuçlara sebep olabilir. Telefon hakkınızı erken kullanmanız halinde yakınınız avukatınıza ulaşabilir veya avukat bulabilir. Bu yüzden yakınlara hemen haber edilmesi önemlidir. Burada bahsedilen yakın sadece aile üyeleri olarak algılanmamalı arkadaş yani tanıdıklarımızı da kapsamalıdır.

Sağlık kontrolü:

Gözaltına alınma halinde önemli olan hususlardan bir diğeri ise sağlık kontrolüdür. Gözaltı işlemi yapıldıktan sonra kişinin adli tıpta veya resmi sağlık kuruluşunda sağlık kontrolünden geçirilmesi zorunludur. Aynı durum gözaltı işlemi bittikten sonra da uygulanır. Burada önemli olan gözaltı işlemi yapan polislerin sağlık raporu için kişiye eşlik etmelerinin kanun tarafından yasaklanmasıdır. Kişiye başka polislerin eşlik etmesi zorunludur. Hastaneye gelindiği zaman kişinin doktorla yalnız görüşmesi esastır. Bu durumda polisler sizinle birlikte doktorun karşısına çıkmak isteyeceklerdir, ancak bu durum da kanunen yasaklanmıştır. Eğer gözaltı sırasında herhangi bir darp veya şiddete maruz kalınmış ise bu durum doktora belgeletilmelidir, ileride açılabilecek herhangi bir haksız gözaltı veya tazminat davasında bu belge işe yarayacaktır. Eğer doktor polislerin sizinle birlikte içerde bulunmalarını söyler ve bu duruma izin verirse doktorun ismi alınıp Türk Tabipler Birliği’ne şikayet edilebilir. Son olarak hastaneye götürülme esnasında kelepçe takılmaması gerekmektedir.

İfade tutanağı:

Gözaltı işlemi esnasında en dikkat edilmesi gereken konu ise ifade alma işlemidir. İşlemediğimiz bir suçtan dolayı hüküm giymemek ve polise karşı kendimizi koruyabilmemiz için mutlaka dikkat edilmesi gereken bir konudur. Pratikte polislerin uyguladığı ve herhangi bir hukuksal dayanağı olmayan yöntemlerden biri şifai tutanak denilen ancak ileriki süreçte karşımıza çıkabilecek olan bir yöntemdir. Şifai tutanakta polisler kişiyle ifade alma işleminden önce sohbetler gerçekleştirmekte ve bu sohbetleri tutanakla belgelemektedir. Gözaltı anının stresi ve polislerin yönlendirmesiyle bir nevi avukat olmadan yapılan ifade alma işlemi söz konusudur. Burada yapılması gereken avukatınız gelmedikçe susma hakkınızı kullanmaktır. Herhangi bir sohbete veya konuşmaya katılmanıza gerek olmadığı gibi sorulan sorulara cevap vermek zorunluluğu da söz konusu değildir. Eğer avukatınız yoksa ve tutacak paranız da yok ise barodan avukat istediğinizi polislere bildirmeniz veya telefon hakkınız ile ailenizi arayarak avukat bulmalarını söylemeniz önemlidir. En kötü ihtimalde avukatsız ifade verirseniz de mahkeme esnasında ifadenizi kabul etmeme hakkınız mevcuttur. İfade alma sırasında sadece kimlik bilgilerinizi vermeniz yeterlidir, başka türlü kişisel sorulara cevap vermek zorunluluğu yoktur. Eğer Terörle Mücadele polisleri tarafından terör suçundan dolayı gözaltına alındıysanız avukat seçiminiz de önemlidir. TEM polislerinin kadrolu avukatları olduğu devamlı insan hakları dernekleri tarafından deşifre edilen bir durumdur. Bu yüzden polislerin önerdiği avukatları seçmemeye dikkat etmek gerekmektedir. Gözaltında kayıpların, işkencenin, kaba dayağın ve psikolojik baskının her türlüsünün rahat rahat uygulanabildiği bir ülkede gözaltı işlemine maruz kalmak her an başımıza gelebilecek bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Gözaltı terörüne karşın dikkatli olmak ve haklarımızı bilmek, bu hakları sonuna kadar kullanmak hayati önem taşımaktadır.

Cengizhan Karaşin

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 3. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Polisle Karşı Karşıyayken: Gözaltı”- Cengizhan Karaşin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/09/26/polisle-karsi-karsiyayken-gozalti-cengizhan-karasin/feed/ 0