hükümet – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 07 Apr 2020 15:15:55 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Sarı Yeleklilerin Bir Senesi Anarşist Bir Değerlendirme – CNT/AIT https://meydan1.org/2020/04/07/sari-yeleklilerin-bir-senesi-anarsist-bir-degerlendirme/ https://meydan1.org/2020/04/07/sari-yeleklilerin-bir-senesi-anarsist-bir-degerlendirme/#respond Tue, 07 Apr 2020 15:14:59 +0000 https://meydan.org/?p=56898 CNT-AIT, Uluslararası İşçiler Derneği’nin (IWA) Fransa’daki örgütlenmesidir. 1946’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sendikalardaki komünist liderliğe karşı olarak ve anarşist sendikalizmi geliştirmek amacıyla kuruldu. Bugün henüz oldukça küçük bir örgütüz ve 10 yıldan fazla bir süredir “otonom halk direnişi” kavramını geliştiriyoruz. Tüm işçi kategorilerinin bölgesel meclislerine dayanan, doğrudan eylem uygulayan ve herhangi bir temsiliyet biçimini reddeden […]

The post Sarı Yeleklilerin Bir Senesi Anarşist Bir Değerlendirme – CNT/AIT appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

CNT-AIT, Uluslararası İşçiler Derneği’nin (IWA) Fransa’daki örgütlenmesidir. 1946’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sendikalardaki komünist liderliğe karşı olarak ve anarşist sendikalizmi geliştirmek amacıyla kuruldu. Bugün henüz oldukça küçük bir örgütüz ve 10 yıldan fazla bir süredir “otonom halk direnişi” kavramını geliştiriyoruz. Tüm işçi kategorilerinin bölgesel meclislerine dayanan, doğrudan eylem uygulayan ve herhangi bir temsiliyet biçimini reddeden yatay bir organizasyonuz. İlham kaynaklarımız ise 1910-1930 yıllarının Arjantin FORA’sı, İspanyol CNT-AIT, 80’lerin İtalya’daki İşçi Otonomları… İlham kaynağımız 2001’de Cezayir Kemeri, 2001’de Arjantin’de Piqueteros, 2011’de Arap Baharı (ve özellikle Tunus), 2009’da Yunanistan işgalleri, Taksim direnişi vb… Ayrıca işyerlerinde, resmi “sendika” gibi değil, daha çok özerk işçi toplantıları düzenlemeye yönelik faaliyetler geliştiriyoruz. Bu toplantılar özerktir, yani sendikaların yasal çerçevesini kabul etmezler ve doğrudan eylemde bulunurlar.

Sarı Yelek Hareketi 17 Kasım 2018’de başladı. Bu spontane ve popüler hareket, Fransa’daki herkes gibi 2009’da bir kimlik işareti olarak sarı yelek giyerek kavşakları felç etmeyi örgütleyerek bizi de şaşırttı. Tabii ki, biz Sarı Yelekliler Hareketi’nin kökeni değiliz (10 yıl önce bu önseziyi yapmış olsak bile), ama bir şekilde onu anlamaya ve kabul etmeye meyilliydik ve bu yüzden sudaki bir balık kadar doğal bir şekilde yanlarında duruyoruz. Özellikle Toulouse ve Perpignan gibi hareketin çok yoğun ve radikal olduğu şehirler için medya sıklıkla bu şehirlerdeki anarşist gelenekten bahsetti.

Sarı Yelekliler Hareketi hem toplumsal hem de politik olarak heterojen bir hareket. Ancak başlangıçta hem (küçük) işverenleri hem de işçileri petrol vergisinin reddinin ortak paydasıyla bir araya getirdiyse de hareketin birleşenleri çok hızlı bir şekilde değişti, gelişti ve bugün neredeyse tamamen işçi, proleter ve yoksullardan oluşuyor. Bu hareketin birleşenleri ilk başta çok az politiklerdi ve militan “çevreden” gelmediler (iyi ki de gelmediler ve bu onları “çevre” saçmalığının yeniden üretilmesinden korudu).

Öte yandan katılımcılar kolektif zeka ile büyük bir kapasite gösterebildiler ve hareket hızlı, derin bir siyasi olgunlaşma yaşadı. Hareket başlangıçtan itibaren herhangi bir temsili reddetti, yetkililerle yapılan müzakereleri reddetti, bunun yerine yatay örgütlenmeyi ve doğrudan eylemleri gerçekleştirdi. Ve bu pozisyon her hafta daha da güçlendi. Hareketin sınırları arasında işyerlerine ulaşmayı başaramamış olması da var. Bununla birlikte, özellikle en yoksullar için greve gitmek hala zor, çünkü Fransa’da mütevazı çalışanlar bile mülkiyetlerini satın almış ve her ay bankadaki krediyi geri ödemek zorunda kalmıştır. Bu nedenle, kendinizi ücretlerden mahrum etmek zordur. Cumartesi günkü gösteriler, kendi maaşınızı etkilemeden ekonomiyi sarsma grevine bir alternatifti: Cumartesi günleri şehir merkezlerinde ve özellikle burjuva merkezlerinde tezahür ederken, sarı yelekliler Fransız ekonomisinin önemli bir sektörü olan burjuva ticaretine ve turizm ekonomisine (otel, restoranlar) saldırıyor. Ekonomik kayıp rakamları da oldukça anlamlıydı.

Buna karşılık hükümet, hareketin gittikçe isyancı bir boyut kazandığı ilk korku evresinden sonra, Fransa’nın II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşamadığı son derece şiddetli bir baskı ile tepki vermeye karar verdi. Hareketle ilgili 11 ölüm meydana geldi (çoğunlukla arabalar tarafından ezildiler), 24’ten fazla protestocu polis plastik mermileri tarafından vuruldukları için gözlerini kaybetti, diğerleri bombalar tarafından parçalandı. 3000’den fazla daha az ciddi yaralanma meydana geldi. 10.000’den fazla gözaltı, en az 500 kişi cezaevinde olmak üzere 2.000 mahkumiyet kararı verildi. Kendimizle ilgili olarak, bazı yoldaşlarımız -neyse ki ciddi şekilde değil- yaralandı, gösteriler sırasında 3 arkadaşımız tutuklandı. Biri beraat etti, diğeri sembolik bir ceza aldı ve üçüncüsü duruşmayı bekliyor. Sarı yeleklileri direnmekten caydırmak için yapılan saldırılar gerçek bir polis terörüdür. Bu kısmen başarılı oldu, ancak her şeye rağmen hala her Cumartesi Fransa’nın farklı şehirlerinde buluşan on binlerce insan var.

Sendikalar her zaman sosyal konulardaki tekellerine meydan okuyan sarı yeleklilere karşı durdu. Ayrıca temsilcilerin olmadığı, kurumlar dışında, yatay örgütlenme prensibine dayanan, iktidar ile herhangi bir ortaklaşmanın reddedilmesi, herhangi bir müzakerenin reddedilmesi, her türlü sendikacılığın ve özellikle de hizmet sendikasının reddedilmesiydi. 10 Aralık’ta özellikle Paris’teki büyük ayaklanmalardan sonra, Başkan ekonomiye 17 milyar avro soktuğunu ve sendikaların kötü imajına son verdiğini açıkladı: Aslında sarı yelekliler sendikaların 30 yıllık müzakarede ortaya koyduklarından daha fazlasını 3 aylık gösteri ve doğrudan eylem süreciyle ortaya koydu. Sonuç olarak, bu yazdan bu yana patlak veren toplumsal hareketler (hastaneler, ulaşım, …) sarı yeleklilerin yöntemlerini benimsemeye başlıyor. Bu, müzakare edecek kimsenin bulunmamasından korkan hükümeti endişelendiriyor. Bu nedenle hükümet ve sendikalar, sendikanın toplumsal hareketin lideri konumunu sürdürmesini ve böylece yetkililer tarafından kontrol edilebilecek bir duruma dönmesini sağlamak için sarı yeleklileri etkisiz hale getirmeye çalışıyorlar. Bu manevra, demiryolu ve metropol mücadelelerinde halen sürmekte olan hareketle kısmen başarılı oldu. Bununla birlikte nüfusun çoğu ve özellikle işçiler arasında hoşnutsuzluk ve öfke büyümeye devam etmektedir.

Sarı yeleklilerin hareketini itibarsızlaştırmaya çalışmak için iktidar, medya ve sendikalar onları aşırı sağdan olmakla suçladılar. Hareketin başlangıcında, aşırı sağ eylemcilerin fikirlerini yaymak için toplaşmalarda ifade özgürlüğünden yararlanmaya çalıştıkları doğrudur. Ancak bu toplaşmalarda bizim de katkıda bulunduğumuz güçlü bir karşı koyuşla karşılaştılar ve gösterilerde protestocular tarafından saldırıya uğramadan ortalığa çıkamadılar (biz 1 Aralık 2018’de bir grup neo-naziye müdahalede bulunduk, o zamandan beri hâlâ saklanıyorlar). Sarı yeleklilerin hareketi sırasında bir İslamcı saldırı meydana geldiğine ve bunun hareket tarafından yabancı düşmanlığına veya ırkçılığa sebebiyet vermediğine dikkat edilmelidir.

Bu, aşırı sağ fikirlerin bu hareket üzerinde hiçbir etkiye sahip olmadığının kanıtıdır. Hükümet, muhafazakâr politikacılar, ve çevreciler Sarı Yelek Hareketi’ne saldırdılar, onların egoist olduklarını, çevreyi düşünmediklerini, arabalarını kullanarak doğayı daha fazla kirletme hakkını istediklerini vs. söylediler.

Sarı yeleklilerin tepkisi çok ilginçti ve yatay toplaşmalarda kolektif zekanın nasıl güçlü bir araç olabileceğini gösteriyordu: Bu soru yerel toplaşmaların çoğunda tartışıldı. Daha sonra sarı yeleklilerin işe, okula, süpermarkete gitmek için arabalarını kullanmalarının kendi aldıkları evrensel bir karar değil, toplumun örgütlenme şeklinin onları bunu yapmaya zorladığı ortaya çıktı.

Zengin burjuva bölgelerinde yaşamayı, bisikletle işlerine gitmeyi veya bilgisayarlarıyla çalışmak için evde kalmayı, organik ürünler tüketmeyi tercih ederlerdi… Ama iş bölümü ve sınıf sistemi nedeniyle başka seçenekleri yok. Böylece sarı yelekliler iki sorunun (ayın sonuna kadar nasıl hayatta kalacağı, dünyanın sonuna kadar nasıl hayatta kalacağı) bağlantılı olduğunu dile getirdi. Sosyal sorun ve ekolojik sorunlar birbiriyle bağlantılıdır. Bu yüzden toplumumuzu bir bütün olarak değiştirmemiz gerekiyor. Bugün her Cumartesi hala gösteri olsa bile hareket daha düşük yoğunluklu. Birçok insan çok zorlayıcı baskılardan dolayı yorgun ve korkmuş durumda. Ayrıca birçok insan, bu yıl boyunca neler olduğunu herhangi bir parti olmadan, herhangi bir birlik olmadan, herhangi bir temsilci olmadan kendi başlarına anlayabilmek, neler yapabildiklerini kavramak için zamana ihtiyaç duyuyor. Belki bu olgunlaşma süreci biraz zaman alacaktır. Ancak kendimize güveniyoruz, çünkü hastanelerde, taşımacılıkta, eğitimde olduğu gibi işyeri çatışmalarında işçilerin sarı yeleğin yatay meclislerinden ilham almaya başladığını görebiliyoruz.

Otonom Popüler Direniş: Gelecek Sarı Yeleklilere Aittir!

Haftalar sonra, aylar sonra, Sarı Yelek Hareketleri devam ediyor. Hafta boyunca meşgul olan kavşaklarda, Cumartesi günkü gösterilerde ve bazen depo veya ücretli geçişlerin tıkanmasında, hareket hala aniden ve sorgulamalara yol açan güzel bir kararlılık gösteriyor. Sarı yeleklileri motive eden nedir, enerjileri nereden geliyor, ne istiyorlar?

Birkaç yıldır bir slogan dergimizin kapağında: “Otonom Halk Direnişi”. Bu üç kelime, yalnızca sömürülen nüfusların siyasi partiler ve sendikalar dışında seferber edilmesinin kapitalist sistemin yıkıcı şiddetini engellemeyi mümkün kılacağını ve sadece halk kitlelerinin özerk eyleminin bu haksız, eşitsizliğe yol açan intihar sistemine son verebileceğini açıklıyor.

Sarı yelekliler bu sloganı gerçekliğe dönüştürdü: sadece sembol olan şey sosyal bir gerçeklik haline geldi. Yaşam koşullarımız çok zorlaştı; ay sonunu getirmek artık çok sıkıntılı, hayatımız boyunca çalışıp karşılığında aldığımız saçma emeklilik maaşlarından sıkıldık, istikrarsızlıktan sıkıldık, canımıza tak etti. Adaletsizliklerle dolduk taştık; paramızı çalan bizi işten çıkartan patronlara ödediğimiz saçma rakamlardan bıktık, TV’de dikenli dersler veren bütün dolandırıcılardan usandık, daimi yalancı ve sahtekar politikacılardan bıktık, zenginlere ayrılmış okullarda okudukları için kendilerinin yanılmaz olduğunu sanan ve yaptıkları politik, ekonomik, ekolojik felaketler getiren seçimlerin sonuçlarına fakirlerin katlanması gerektiğini düşünen sözde elitlerden usandık.

Yoksulluğun ve eşitsizliklerin artması, su ve havanın kirlenmesi, toprakların artifikasyonu, doğal alanların tahrip edilmesi, biyo-çeşitliliğin çöküşü, silah endüstrisinin gelişimi, fabrikaların taşınması, doğal kaynakların tükenmesi, küresel ısınma, vs. tüm bu trajediler, mülk sahipleri ve yöneticiler sınıfı tarafından yapılan politik seçimlerin sonucudur.

Ve bu insanlar, çok uluslu yapıların liderleri ya da politikacılar, bu seçimleri yalnızca kâr için doyumsuz susuzluklarını ve egemenlik arzusunu tatmin etmek için yaptılar. Güç ve para tutkuları yüzünden çıldırdılar ve denge duyularını kaybettiler. Onların tek ahlakı kâr olmuş: Bir projenin sosyal, sağlık veya ekolojik etkileri ne olursa olsun, onlar için sadece ne kazandıkları önemli.

Ve bu mantığın, bu genel yolsuzluk sisteminin sonuçları herkes tarafından görülebilir. Herkes, hegemonya arzusu ve iktidar arzusuyla takıntılı devletlerin yüzleşmesinin her zaman insanlık için ölümcül olabilecek bir nükleer savaşı tetikleyebileceğini görebilir. Aşırı sanayileşmenin yarattığı iklim bozukluklarının ve kar etme yarışının ölümcül bir tehdit oluşturduğunu reddetmeyi kim düşünebilir?

Gelecek nesiller hangi dünyada yaşayacak? Gezegenimize yönelik tehditler ve ilgilenmemiz gereken konular korkutucu derecede sayısız ve endişe verici. Çok korkutucu bir dünyada yaşıyoruz, bu giderek daha adil olmayan ve eşitsizliğin bize sunduğu gelecek karanlık ve tam da Sarı Yelekliler’in reddettiği perspektif bu. Peki nasıl karşı çıkılır? Bizi kim savunacak?

Açıkçası sendikalar, siyasi partiler, teorik amacı olan tüm bu kurumlar sistem için basit bir mazeret haline gelmiştir. Kendilerini, patronların kendileri için yapılan yasalarına saygı göstermeleri için sınırlarlar. Büyük ölçüde devlet ve şirket sübvansiyonlarına finansal olarak bağımlı kuruluşlara nasıl güvenebiliriz? Sosyal isyanları yönetmek, çıkmaz sokaklara sürüklemek işletme okullarında öğrenilebilecek bir meslek haline geldi. Kaç sendika yetkilisi kıdemli memur, bakan veya CEO oldu?

Ve eğer çok sayıda sendikacı dürüst kalırsa ve kendilerini beden ve ruhları ile çalışanları savunmaya adamışlarsa sistemin idamesine kendi istekleri olmadan da olsa katılırlar. Politikacılara nasıl güvenilir? Herkes güç ve paranın kuzuları aslanlara dönüştürdüğünü görür, tarih dul ve yetimin koşulsuz destekçileri olduğunu iddia eden ve bir kez seçildiğinde gerçek köpekbalıkları olduğu ortaya çıkan çok sayıda basit ve dürüst bireyi gözümüzün önüne getirir.

Her şeyin satın alındığı, her şeyin mal olduğu bir dünyada, fikirler ve vicdanlar da satın alınır. Düşünce oluşturanlar, vicdan alıcıları; lobici dediğimiz bunlar değil mi? Ve çorba çok acıysa, sindirimi zorsa, medya en tatsız suyu lezzetli hale getirmek ve hokkabazların zirve kralına yükseltmek için oradadır.

Öyleyse sadece kendimize güvenelim Sarı Yelekliler diyelim, kendimiz hareket edelim, yine hayatımızın efendileri olalım. Tekrar direnin, her zaman devlete ve patronlara direnin, aranızda tartışın, birlikte detaylandırın, birlikte inşa edin!

CNT AIT/FRANSA

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

The post Sarı Yeleklilerin Bir Senesi Anarşist Bir Değerlendirme – CNT/AIT appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/07/sari-yeleklilerin-bir-senesi-anarsist-bir-degerlendirme/feed/ 0
Mağaralar da Yatırımcılara Açıldı https://meydan1.org/2016/05/11/magaralar-da-yatirimcilara-acildi/ https://meydan1.org/2016/05/11/magaralar-da-yatirimcilara-acildi/#respond Wed, 11 May 2016 15:22:00 +0000 https://test.meydan.org/2016/05/11/magaralar-da-yatirimcilara-acildi/ Hükümet, SİT alanlarındaki yapılarda gerçekleştirilecek onarım ve tadilatlar için Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’ndan izin alma şartını kaldırdı. Artık “yapı ruhsatı değişikliği gerektiren esaslı tadilatlarda” komisyondan onay alınmasına gerek kalmayacak. Böylece doğal SİT alanlarında yapılaşmanın önü açılmış olacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan bu yeni kararla, mağaralar ile koruma alanı içerisinde olan alanlarda da […]

The post Mağaralar da Yatırımcılara Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Mağaralar da Yatırımcılara açıldı

Hükümet, SİT alanlarındaki yapılarda gerçekleştirilecek onarım ve tadilatlar için Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’ndan izin alma şartını kaldırdı. Artık “yapı ruhsatı değişikliği gerektiren esaslı tadilatlarda” komisyondan onay alınmasına gerek kalmayacak. Böylece doğal SİT alanlarında yapılaşmanın önü açılmış olacak.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan bu yeni kararla, mağaralar ile koruma alanı içerisinde olan alanlarda da yapılaşmaya izin verilmiş oldu. Bu kararla üç gruba ayrılan mağaralardan C grubunda olanlara, halka açık rekreasyon amaçlı günübirlik tesisler ve turizm tesisleri yapılabilecek. Mağara, sığınak ve depo amaçlı kullanılabilecek. Mağaranın koruma alanı dışında delme-patlatma olmadan, uygun teknikler kullanılarak, madencilik faaliyetleri yürütülebilecek.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post Mağaralar da Yatırımcılara Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/05/11/magaralar-da-yatirimcilara-acildi/feed/ 0
“ÇED Raporları Yatırım Düşmanıdır” https://meydan1.org/2016/05/11/ced-raporlari-yatirim-dusmanidir/ https://meydan1.org/2016/05/11/ced-raporlari-yatirim-dusmanidir/#respond Wed, 11 May 2016 15:18:49 +0000 https://test.meydan.org/2016/05/11/ced-raporlari-yatirim-dusmanidir/ Hükümet, birçok yıkım projesinin durdurulmasını sağlayan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna tahammülsüzlüğünü yeniden gündeme getirdi; meclisteki sayı üstünlüğüne de güvenerek yeni çıkarılacak olan bir kanunla, ÇED raporunu devre dışı bırakma çalışmalarını başlattı. Öyle ki, Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı bile, enerji, sanayii, madencilik, otoyol, turizm ve büyük ölçekli yapılar için yasal olarak uygulanması […]

The post “ÇED Raporları Yatırım Düşmanıdır” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Çed Raporları Yatırım Düşmanıdır

Hükümet, birçok yıkım projesinin durdurulmasını sağlayan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna tahammülsüzlüğünü yeniden gündeme getirdi; meclisteki sayı üstünlüğüne de güvenerek yeni çıkarılacak olan bir kanunla, ÇED raporunu devre dışı bırakma çalışmalarını başlattı. Öyle ki, Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı bile, enerji, sanayii, madencilik, otoyol, turizm ve büyük ölçekli yapılar için yasal olarak uygulanması zorunlu olan ÇED raporlarına karşı dava açılmasının, çevre mücadelesi değil, yatırım düşmanlığı olduğunu açıkça söylemeye başladı. Yani, ÇED raporlarının da esas alındığı mahkeme süreçlerinin, “yatırımları engellemek ve Türkiye’nin önünü tıkamak” amacını taşıdığını düşünen Bakan ve AKP de bunu engellemek üzere yasalarda değişikliğe hazırlanıyor.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post “ÇED Raporları Yatırım Düşmanıdır” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/05/11/ced-raporlari-yatirim-dusmanidir/feed/ 0
“Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/#respond Fri, 29 Apr 2016 10:57:54 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/ Mart ayının sonlarına doğru Pakistan’ın Lahor kentindeki bir lunaparka düzenlenen bombalı saldırıda, çoğunluğu çocuk ve kadın olan toplam 70 kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı Pakistan Talibanı’na bağlı Cemaat-ul Ahrar üstlendi. Selefi-cihatçı grupların düzenlediği bu ve buna benzer katliamların, artık Pakistan coğrafyasının rutini haline geldiği söylenebilir. Bunda da en büyük neden, Pakistan devletinin izlediği politikalar. Çoğunluğu yoksul […]

The post “Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Suriyeleşme Pakistanlaşma Emrah Tekin

Mart ayının sonlarına doğru Pakistan’ın Lahor kentindeki bir lunaparka düzenlenen bombalı saldırıda, çoğunluğu çocuk ve kadın olan toplam 70 kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı Pakistan Talibanı’na bağlı Cemaat-ul Ahrar üstlendi. Selefi-cihatçı grupların düzenlediği bu ve buna benzer katliamların, artık Pakistan coğrafyasının rutini haline geldiği söylenebilir. Bunda da en büyük neden, Pakistan devletinin izlediği politikalar.

Çoğunluğu yoksul yaklaşık 200 milyonluk nüfusu ve elinde bulundurduğu nükleer silahlarla Pakistan devleti, bölgesel çapta bir süper güç. Pakistan, işte tam da bu “özgüvenle”, özellikle 1980’lerin başlarında, etnik ve siyasal anlamda zaten fazlasıyla karmaşık olan coğrafyasında, bir takım dengeleri değiştirmeye soyundu. Afganistan’ın SSCB tarafından işgal edilmesiyle ABD tarafından devreye sokulan ve komünizm tehdidine karşı İslami akımları desteklemek şeklinde özetlenebilecek “Yeşil Kuşak” doktrininde Pakistan kilit bir devletti. Pakistan bu süreçte Afganistan’daki SSCB karşıtı mücahitleri (yazının girişinde bahsi geçen katliamın faili Taliban başta olmak üzere) desteklerken, nihai amacı ise burada kendi himayesinde İslami bir yönetim kurmaktı. Bu anlamda Afganistan’da savaşacak selefi cihatçılar için sınırında “açık kapı politikası” uyguladı. İstihbarat servisi aracılığıyla, cihatçılara eğitim verdi. Tüm bunları yaparken en büyük destekçileri ise ABD ve Suudi Arabistan idi. Pakistan’da Lahor’daki katliam benzeri saldırıları adeta yaşamın normal seyrinde bir sıradanlığa çeviren süreç, bizzat devlet tarafından, işte böyle adım adım örüldü.

Benzer devlet politikalarıyla, coğrafyamızda Pakistanlaşma sürecini de bizler yaşıyoruz. Sultanahmet, İstiklal Caddesi bombalamaları ve sonrasında devlet yetkililerinden gelen açıklamalar, toplumu benzer saldırılara hazırlama yönünde adeta. Ancak işin trajikomik yanı ise olası saldırıların toplum olarak ön bilgisini, Alman ve ABD konsolosluklarından alıyor oluşumuz. Devlet erkanı tutturduğu “güvenlik zafiyeti yok” teranesinden milim sapmamışken; durum, burnundan kıl aldırmayan devlet kibrine takdirlik(!) bir örnek.

Oysa hayaller büyüktü TC için, özgüven de bir o kadar yüksekti. Cihatçı örgütler eliyle Suriye’de rejim değişecek, Neo-Osmanlıcı politikalar tıkır tıkır işleyecekti. Olmadı. Suriye’de rejimin -en azından kısa vadede değişmeyecek biçimde- kalıcı olduğunun anlaşılması, TC’nin elini bir kademe düşürdü. Bu kez, henüz hala “kullanışlı olan” cihatçı örgütler, Kürtler ve muhaliflerin üzerine salındı. Pirsus ve 10 Ekim Ankara katliamları ile hayata geçirilen plan buydu. Bu planın da süresi doldu, bizzat kendileri yapıyorlar şimdi daha büyüklerini. Şimdilerde de, küresel devletlere dönük değerli yalnızlık böbürlenmelerinden, “Suriye’de bizi niye yalnız bıraktınız” sızlanmalarına geçildi.

Devletin kolluk güçlerinin “eskort”luğunda sınırlardan geçirilen cihatçılar… Onlara eskortluk yapan, aynı devlet birimlerinin mühimmat geçişlerindeki rolleri… Olan bitenin adı da baştan konmuş “Şii rejimlere öfkeli gençlere” destek…

Desteğin ulaşılabileceği boyutun bir evresinde ise, devletin en tepesinden gelen, IŞİD’in bir ton açığı An-Nusra’nın neden desteklenmediği serzenişi…

Tüm bu içi boş ve bedeli bizlere katliamlarla ödetilen politikalarının somut sonuçları ise Pakistan benzeri bir bumerang etkisi. Şimdilik Pakistan coğrafyasındaki kadar sıradanlık arz etmese de Sultanahmet ve İstiklal Caddesi’nde patlayan bombalar, IŞİD başta olmak üzere cihatçı örgütlerin “kullanım süresinin” dolmaya başladığını gösteriyor. Pakistan-Afganistan-Suriye-TC hattında yaşanan bumerang etkisi ise İstiklal Caddesi patlamasıyla devlete yakın medya kalemşorlarınca “bombalara alışmalıyız” diye sıradanlaştırılmak isteniyor.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/29/suriyelesme-pakistanlasma-emrah-tekin/feed/ 0
“En (s) arsızlar” – Pelin Derici https://meydan1.org/2016/04/27/en-s-arsizlar-pelin-derici/ https://meydan1.org/2016/04/27/en-s-arsizlar-pelin-derici/#respond Wed, 27 Apr 2016 08:08:36 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/27/en-s-arsizlar-pelin-derici/ Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, 45 çocuğa tecavüz olayıyla gündeme gelen Ensar Vakfı’nı, “bir kereden bir şey olmaz” diyerek savunmuş olsa da adı geçen vakfın geçmişi pek temiz değil. Vakfın Çorum Şube Başkanı Zekai İşler, iki kız çocuğa tecavüzden hapis cezası almış; Rize Şube Başkanı Mehmet Nuri Gezmiş ise, iki erkek çocuğa cinsel […]

The post “En (s) arsızlar” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Ensarsızlar

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, 45 çocuğa tecavüz olayıyla gündeme gelen Ensar Vakfı’nı, “bir kereden bir şey olmaz” diyerek savunmuş olsa da adı geçen vakfın geçmişi pek temiz değil. Vakfın Çorum Şube Başkanı Zekai İşler, iki kız çocuğa tecavüzden hapis cezası almış; Rize Şube Başkanı Mehmet Nuri Gezmiş ise, iki erkek çocuğa cinsel istismardan tutuklanmıştı. Vakfın Karaman Şubesi’ne ait evlerde de 8 çocuğa tecavüz edilmiş olduğu ortaya çıkmıştı. FBI’ın ihbar ederek yakalattığı, bilgisayarında çocuk pornosu bulunan ilahiyatçının da Ensar Vakfı ile bağlantısı olduğu açığa çıkmıştı.

Peki bunca tecavüz olayına karşın vakfın ayakta durması ve hem vakıf yöneticilerinin hem de hükümetin bakanlarının yaptıkları açıklamalarla vakfa tepki gösterenlere neredeyse kafa tutmasının nedeni ne? Adını, Mekke’den Medine’ye göç edenlere yardım edenler için kullanılan “ensar”dan alan vakıf, bugün neye-kime yardım ediyor?

Bu soruların yanıtını 14 yıldır iktidarda olan kadrolarda aramak gerek. Erdoğan’ın “Bu ülkenin geleceğinde sizler olacaksınız” sözü de, bu ilişkiyi açık ediyor. Bilal Erdoğan’ın eşinden sonra en çok görüştüğü kişiyi Ensar Vakfı Başkanı İsmail Cenk Dilberoğlu olarak dillendirmesi, bu ilişkinin boyutlarını gözler önüne seriyor.

Ensar Vakfı, birçokları gibi göstermelik bir sivil toplum kuruluşu değil; cemaatle AKP’nin yaşadığı ayrışma sonucu boşta kalan öğrenci yurtlarını kendi üzerine devralan ve AKP kadrolaşmasını buradan sürdürmeyi amaçlayan ana yapılanmalardan birisidir.

Vakfa ait evlerde 45 öğrenciye tecavüz edilmesinin açığa çıkmasından sonra Ensar Vakfı’nın, Erdoğan’a uygulanan “yedirmeyeceğiz” taktiğiyle savunulması, aslında vakfın hükümet demek, iktidar demek olduğunu gösteriyor. Yani Ensar giderse, Türgev gider, İHH gider, AKP gider, Erdoğan gider!

Öyleyse gündem değişmeli, hedef Ensar olmaktan çıkmalıdır; ama ne yapılacaktır? Hemen her gün gazeteciler köşelerinde bunun bir komplo olduğunu yazarlar ama bu yeterli gelmemiştir. Çünkü sosyal medya hala etkili bir alandır ve orada Ensar’ın pislikleri dökülmeye devam etmektedir. Üstelik tüm dünya, #stopchildrapeinturkey kampanyasıyla, yaşanan bu tecavüz vakasından haberdar olmuştur.

İşte tam da böylesi bir ortamda Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sema Ramazanoğlu için sar fettiği “önüne yatmak” deyimi, beklenen fırsatı sunmuş oldu. Bu sözün “bir kadın bakana sarf edilen kötü bir söz olduğunun” hükümet tarafından propagandası yapılınca ve buna yandaş medya da çanak tutunca; Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan 45 çocuk unutulmaya yüz tuttu. Üstelik Kılıçdaroğlu’nun da çocukları unutup, söylediği sözün anlamını açıklamaya çalışması da işin cabası oldu. Ardından sarf ettiği ve bir öncekinden daha istekli bir biçimde telaffuz ettiği “altına yatmak” deyimiyle de asıl amacının çocuklar olmadığı, belki de kendine “Erdoğan gibi bitirim” birini rol modeli olarak seçtiği söylenebilir.

Yalanlardan beslenen politikalarla ayakta durmaya çalışan ve bugüne dek türlü yolsuzluklara bulaşmış olan politikacılar; Ensar’da ortaya çıkan tecavüzün ardından, birbirlerini “sapıklık”la suçlama yarışına girdiler. Ensar’dan önce yaşanan sayısız tecavüz vakasında da her daim tecavüzcüyü kollayan, tecavüze uğrayanı suçlayanlar; şimdi olduğu gibi daha önce de defalarca, politikalarını “sapıklık”la beslemişti. Yaşanan tecavüzün ardından tecavüzcüler bir linç kampanyasına tutulup, yaşananların “hesabı sorulmuş” gibi sunulmak istense de; Ensar’da tecavüze uğramış 45 çocuğun travmasını bir kenara bırakıp, söylemleriyle-polemikleriyle, kendi sapıklıkları üzerinden politika işletenleri görmek, tecavüzden bile kendilerine çıkar sağlayan (en) arsızları tanımak gerekir.

Pelin Derici

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “En (s) arsızlar” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/27/en-s-arsizlar-pelin-derici/feed/ 0
Halklar için Devlet Düşman https://meydan1.org/2015/10/29/halklar-icin-devlet-dusman/ https://meydan1.org/2015/10/29/halklar-icin-devlet-dusman/#respond Thu, 29 Oct 2015 11:31:40 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/29/halklar-icin-devlet-dusman/ Devrimci Anarşist Faaliyet’in Ankara Katliamı’yla ilgili yayınladığı bildiri. Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post Halklar için Devlet Düşman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi-Halklar için Düşman Devlet

Devlet; Amed’de ve Suruç’ta olduğu gibi bu kez de Ankara’da 10 Ekim günü art arda iki bomba birden patlattı. Barış ve özgürlük taleplerini yükseltmek için toplanan binlerce kişinin arasında patlayan bombalar, yüzden fazla kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin de yaralanmasına neden oldu. Alana ambulanslardan önce ulaşan, gaz bombaları ve coplarıyla yaralılara saldıran polis katliama imza atmış oldu: Devlet.

Devletin bir sürü biriminin bir sürü listesinde isimleri olan, sözde sürekli takip edilen bu IŞİD üyesi “canlı bomba”ların, rahat rahat bu patlamayı gerçekleştirmiş olması, devletin IŞİD’le ve İŞID’in bombayla ilişkisi böylesine belirginken hiç de şaşırtmadı.

Terör, devletin varoluşuna içkin bir özelliğidir. Devletin var olmak için itaate, itaat içinse korkuya ihtiyacı vardır. Önce bombalı saldırılarla estirilen terörün de, patlamalar gerekçe gösterilerek yaratılan terör dalgasının da amacı halkta korku ve panik yaratmaktır. Korkan, korktuğu için panikleyen halkların itaatkarlaşması olağandır.

Devlete itaat, devletin hükümetine itaattir. Hükümetler seçimlerle gelir ve giderler. Ancak muhalefet hükümet olduğunda da değişen hiçbir şey olmaz. Hükümette olanlar hükmetme statüsünü korumak ve kaybetmemek içinse seçimlerde; yalan dolan, hile hırsızlık ve zorbalıktan kaçınmazlar.

Suruç’ta, Amed’de, Ankara’da patlayan bombalar hükümette olan siyasi partinin hükümeti kaybetmeme, çoğunluğun itaatini yeniden kazanma çabasıdır.

Devlet ve IŞİD’in işbirliğiyle Suriye’de Kürt halkına uygulanan teröre, patlayan bombalara karşı koyan gençlerin üzerinden toplumun korkutulması ve sindirilmesi amaçlandı. Bir grup gencin cesaretini aşamayan devlet, bombalarla korku yaratarak cesareti kırabileceğini hesapladı ve Suruç’ta otuz dört genci bombayla katletti.

Suruç patlaması sonrasında ise devlet, patlamayı bahane ederek muhalefet üzerindeki baskılarını daha da arttırdı. Baskınlar, gözaltılar ve tutuklamalarla kendisini deşifre edenleri susturmayı ve korku ortamını kesintisiz sürdürmeyi amaçladı. Sokaklarda, mahallelerde, liselerde, üniversitelerde, meydanlarda bir araya gelen herkese; copuyla, gazıyla, saldıran kolluk kuvvetleri, hükümete itaat için yaratılan bu terörün dozunu artırıyordu.

Devlet bir yandan da Kürdistan’da terör estirmeye devam etti. Devletin operasyonlarla, sokağa çıkma yasaklarıyla yarattığı bu teröre karşı koymak için binler, on binler, milyonlar Ankara’da buluşmayı kararlaştırdılar. Amed’de Suruç’ta patlayan bombalar, Kürdistan’da sürdürülen savaş ve katliamlar, devlet ne yaparsa yapsın halkı korkutamıyor, halkın üzüntüsü öfkeye dönüşerek kuvvetleniyor ve cesaretleniyordu. Devlet için çark tam tersine dönmeye başlamış, korkması gerekenler cesaretlenmiş, kendisi ise korkaklaşmıştı. Devlet Ankara’da da bekleneni yaptı. Patlayan bomba ile 106 kişi yaşamını yitirdi.

Devletin, halkla savaşı son beş ayda binlerce kişinin yaşamını yitirmesiyle sürdürüldü. Süren bu savaşta devletin düşmanı olan bizler şunu unutmamalıyız: Halklar için düşman devlettir. Şimdi Cizre’de Hasan Nerse ve Varto’da Ekin Wan, Şırnak’ta Lokman Birlik, dalgalı denizlerde boğulan Alan Kurdi, doğumundan bir ay sonra ölen Muhammed, taciz ve tecavüzle tehdit edilen kadınlar, çalıştırılmayan ambulanslar, kapatılan hastaneler, basılan gazeteler, taranan evler, bombalanan mahalleler ve meydanlar, devletin varoluşunu gerçekleştirmesidir. Çünkü devlet; halk için terör, halk için savaştır.

Halklar için devletle savaş şimdi başlamadı, şimdi bitmeyecek de. Savaş devletsiz bir dünya olana dek sürecek. Bu savaş bizim, düşmanımızsa devlettir.  

Devrimci Anarşist Faaliyet’in Ankara Katliamı’yla ilgili yayınladığı bildiri.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post Halklar için Devlet Düşman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/29/halklar-icin-devlet-dusman/feed/ 0
” 7 Haziran’dan 1 Kasım’a Seçimlerde Değişen Yöntem ZORBALlK” – Emrah Tekin Sehat Budak https://meydan1.org/2015/10/24/7-hazirandan-1-kasima-secimlerde-degisen-yontem-zorballk-emrah-tekin-sehat-budak/ https://meydan1.org/2015/10/24/7-hazirandan-1-kasima-secimlerde-degisen-yontem-zorballk-emrah-tekin-sehat-budak/#respond Sat, 24 Oct 2015 15:32:40 +0000 https://test.meydan.org/2015/10/24/7-hazirandan-1-kasima-secimlerde-degisen-yontem-zorballk-emrah-tekin-sehat-budak/   Haziran seçimleri sonrası yaşanan sürecin, bir önceki dönem hükümet yetkisini tek başına elinde bulunduran AKP açısından, siyaseten tam bir kilitlenme olduğu açıktı. Bu kilitlenme ilk etkisini, uzun süre açıklama yapmayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’da ve 7 Haziran öncesi hükümetin başbakanı Davutoğlu’nda gösterdi. “Başkanlık” projesi beklenilen kolaylıkla gerçekleşemeyecek olan siyasi iktidar, ilk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra, […]

The post ” 7 Haziran’dan 1 Kasım’a Seçimlerde Değişen Yöntem ZORBALlK” – Emrah Tekin Sehat Budak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
CIZRE'DE EVLER, ISYERLERI CATISMALAR NEDENIYLE BUYUK HASAR GORMUS VE KULLANILAMAZ HALDE. FOTO: RAMAZAN IMRAG:DHA CIZRE’DE EVLER, ISYERLERI CATISMALAR NEDENIYLE BUYUK HASAR GORMUS VE KULLANILAMAZ HALDE. FOTO: RAMAZAN IMRAG:DHA

 

Haziran seçimleri sonrası yaşanan sürecin, bir önceki dönem hükümet yetkisini tek başına elinde bulunduran AKP açısından, siyaseten tam bir kilitlenme olduğu açıktı. Bu kilitlenme ilk etkisini, uzun süre açıklama yapmayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’da ve 7 Haziran öncesi hükümetin başbakanı Davutoğlu’nda gösterdi. “Başkanlık” projesi beklenilen kolaylıkla gerçekleşemeyecek olan siyasi iktidar, ilk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra, koalisyon görüşmeleri sürecine girildi. Süreç boyunca, kuruldu kurulacak izlenimi sadece ekonomi de değil, halk düzeyinde de hareketlenme yarattı. Ancak, siyasi iktidarını paylaşmaya yanaşmayan eski hükümet, görüşmeleri sonuçsuz bıraktı.

Aslında bu durum şaşırtıcı değil. Devlet iktidarını tekelinde tutan siyasi kampın koalisyonlar aracılığıyla paylaşmak istemediği şey sadece yürütme yetkisi değil. Çünkü devlet iktidarı diye nitelenen kamp, bir siyasi partiden çok daha fazlası. Bürokrasinin önemli kademelerini ellerinde tutuanlardan, devletten sağladığı para akışıyla sermayesini büyüten inşaat ve ticaret sektörü burjuvazisine; kaynağı çevre coğrafyalardaki savaş olan kara parayla zenginleşen finans patronlarından, kısa süre içinde devlet peşkeşi ile yerellerde zenginleşen siyasi ve ekonomik rant çevrelerine; sırtını hükümete dayayıp devlet rantından düzenli olarak pay alan vakıf ve sivil toplum kuruluşlarından, ekonomik sömürünün açlığa tercih edilmesini salık veren hükümetin sendikalarına; özelleştirmelerle artık işletmeci haline gelmiş yetkili memurlardan, varlığını bütün bu ilişki ağını aklamak, gerçeği manipule etmek ve papağanlık olan medya ordusuna; IŞİD’li katillerle ortak bombalama stratejileri geliştiren istihbaratçı, emniyet ve TSK üçgenine devlet iktidarı diye tanımlanan bu kamp, zaten başlı başına büyük bir koalisyon. Bu kadar büyük bir koalisyon, elinde bulunduğu ayrıcalık ve statükodan taviz vermek istemediğinden başka bir koalisyon istememektedir. AKP’nin ve Cumhurbaşkanı’nın siyasi iktidarını kaybettiği tüm senaryolarda, bu koalisyon tüm ayrıcalıklarını kaybedecek.

Bu farklı alanlardaki statüko sahipleri tam da bu yüzden, şu anda karşımızda bir savaş koalisyonu olarak bulunmakta; yeni gelen seçim sürecinde farklı toplumsal süreçlerde zorbalık politikasının işlemesine yardımcı olmaktalar.

Seçim Değil “İcra” Hükümeti

7 Haziran seçimlerinin ardından koalisyon süreci sonuçsuz kalınca, TC tarihinde bir ilk yaşandı. Seçimlerin 1 Kasım tarihinde tekrar yapılması kararlaştırıldıktan sonra, seçime kadarki süre zarfında devletin “hükümetsiz” kalmaması için sembolik de olsa bir hükümet kurulacağı açıklandı.

Meclisteki partilerin oy oranları dağılımı esas alınarak kurulan hükümet, bu süre zarfında tamamen AKP’nin kontrolüne kalan bir organ haline dönüştü. Davutoğlu, başından itibaren hükümetin önündeki “geçici” sıfatını reddetti. Aslında ortaya yeni bir tanım koydu; “İcra Hükümeti”. Normal şartlar altında sembolik görevler üstlenip, seçimlerin tarafsız bir ortamda, tüm partilerin katılımına dayanan dengeli bir siyasi konjonktürde gerçekleşmesini sağlaması gereken bu hükümet, sadece 1 Kasım Seçimlerini değil, sonrasını da etkileyecek bir dizi karar alınıp uygulanması noktasında etkili oldu.

Yeni hükümetin bu yeni özelliği, icraatlerin ne olacağı noktasında kimse de şüphe uyandırmadı! Zaten, icra hükümetine toplumsal muhalefetin koyduğu “Savaş Hükümeti” ismi, hükümetin icraatlerini anlamlandırmak noktasında önemli bir yerde duruyordu. 7 Haziran Seçimleri ile 1 Kasım Seçimleri arasındaki en büyük fark işte bu yöntem değişikliğiydi. Devletin seçim propagandası, önceki seçimlerde olduğu gibi “demokrasi naraları atılarak”, “seçilmiş olmanın meşruiyeti”yle her yapılanı haklılaştırılarak değil; zorbalıkla, şiddetle ve savaşla gerçekleşti.

Savaş Hükümeti’nin “İcraat”ları

Kürdistan’da gerçekleşen OHALvari uygulamalar sırasında yaşanan infazlar ve cenazelere dahi uygulanan şiddet, Suruç ve Ankara’da patlatılan bombalar sonucu yaşanan katliamlar, yeni dönem seçim politikasının ulaştığı boyutun ne oluğunu açıkça gösteriyor.

Gerçekleştirilen Operasyonlar, İnfazlar ve Katliamlar:

-24 Temmuz’da, İstanbul Bağcılar’da özel harekât polislerince evi basılan Günay Özarslan infaz edildi.

-26 Temmuz’da, Amed’in Bağlar ilçesinde 11 yaşındaki Beytullah Aydın, polisler tarafından bir binanın 7’inci katından düşürülerek katledildi.

-27 Temmuz’da, Nisêbîn’de polis saldırısı sonucu 22 yaşındaki Seyithan Dede yaşamını yitirdi.

-29 Temmuz’da, Cızîr’de, polisler durdurmak istedikleri araçtan inip kaçan 17 yaşındaki Hasan Nerse’yi vurduktan sonra ellerini ve ayaklarını kelepçelediler. Hasan ölene kadar sağlık görevlileri de dahil olmak üzere kimse yanına yaklaştırılmadı.

-31 Temmuz’da, Agirî’de bir eve operasyon gerçekleştiren özel harekat polisleri Sezai Yaşar ,kardeşi Ahmet Yaşar ve Mirzettin Görtürk’ü infaz etti.

-18 Ağustos’ta, İstanbul Esenler’de, Kürdistan’daki katliamlara karşı eylem yapanlara polis saldırdı. Saldırıda 17 yaşındaki Fırat Elma polislerce vurularak katledildi.

-20 Ağustos’ta, Şirnex Hezex/İdil’de Cebbar Acar akrepten açılan ateşle katledildi.

-28 Ağustos’ta, Mêrdîn Qoser/Kızıltepe’de “Dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle 28 yaşındaki Mazlum Turan keskin nişancılar tarafından ensinden vurularak katledildi. Aynı tarihte, Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde Uluyol Polis Karakolu’nun yanında bulunan 28 yaşındaki Erhan Tanrıkulu aracıyla evine giderken, karakoldan üzerinde sıkılan kurşunlar sonucu yaşamını yitirdi.

-30 Ağustos’ta, Silopî’de uzun namlulu silahlarla 20 yaşındaki Ali Ödük, 22 yaşındaki Halil Can’ı infaz etti. Aynı tarihte, Farqîn/Silvan’da henüz nedeni öğrenilmeyen bir patlama meydana geldi. Patlamada 13 yaşındaki Fırat Simpil yaşamını yitirdi.

-5 Eylül’de, Dersim’de özel harekat polisleri 26 yaşındaki Ayten Günhan’ı katlettiler.

-9 Eylül’de, Cizîr’de, 55 yaşındaki Eşref Edin ve 10 yaşındaki kızı keskin nişancılar tarafından katledildi.

-10 Eylül’de, Dicle Mahallesi’nde oturan amcasının evinden kendi evine dönen Bünyamin İrci, özel harekatçılar tarafından infaz edildikten sonra Nur Mahallesi’ndeki konteynerlerden birine atılırken, aynı gün 10 yaşındaki Selman Ağar ve Sait Nayici keskin nişancılar tarafından katledilirken; Wan’da 12 yaşındaki Rıdvan Abalı tavana asılmış bir şekilde asılı olarak bulundu.

-11 Eylül’de, Cizîr’de 75 yaşındaki Mehmet Erdoğan polislerce katledildi.

-12 Eylül’de, Amed Bağlar’da evinin önünde oturan 18 yaşındaki Ruken Demir, polis tarafından zırhlı araçtan nişan alınarak kafasından vuruldu.

-15 Eylül’de, Wan’da polisin silahla vurup sonra yanına gelip ayağıyla başını ezdiği 18 yaşındaki Vedat Balık yaşamını yitirdi.

-25 Eylül’de, Şirnex Çarşı merkezinden köylere kadar birçok yeri havan topları ve zırhlı araçlarla tarayan devlet 3 kişiyi katletti.

-28 Eylül’de, 9 Eylül’de Farqîn/Silvan’da polis kurşunuyla yaralanan 16 yaşındaki Bilal Mengil tedavi gördüğü Êlîh/Batman’da yaşamını yitirdi. Aynı tarihte, Bismîl’de Agit Yıldız ve Halil Kurtiş özel harekat timlerince katledildi.

-29 Eylül’de, sıkıyönetim kararının kalkmasına rağmen devlet terörünün durmadığı Bismîl’de Elif Şimşek’ten sonra, parkta oturan 12 yaşındaki Berat Güzel adlı bir çocuk daha polis tarafından katledildi.

-1 Ekim’de, Şirnax’ın Yeşilyurt Mahallesi’nde Abdulhamit İnal ile soyadı öğrenilemeyen Erdal isimli bir kişi polis tarafından katledildi.

-3 Ekim’de, Nisêbîn’de ilan edilen sokağa çıkma yasağında keskin nişancılar 50 yaşındaki Ahmet Sönmez’i katletti.

-4 Ekim’de, Amed’de iki ayrı noktada aynı dakikalarda öldürülen Ömer Koç (16) ile Rezan Kaya (20) isimli gençlerin her ikisi de, Kürdistan’a gönderilen JİTEM elemanlarının kullandığı Ford Ranger marka araçlardan açılan ateşler sonucu katledildi.

-5 Ekim’de, Wan Özalp’te, asker ve özel timlerin saldırısında başından vurularak ağır yaralanması sonrası 1 Ekim tarihinden bu yana tedavi altında tutulan Ömer Faruk Satılmış, yaşamını yitirdi.

-6 Ekim’de, Bismîl’de gerçekleşen saldırıda 4 kişi katledildi. Bunlardan 2’sinin polis tarafından kafası kesildi!

-8 Ekim’de, Amed’în Farqîn/Silvan’da 9 yaşındaki Hasan Yılmaz okulunun yakınındaki bir cismin patlaması üzerine yaşamını yitirirdi. Aynı tarihte, Gever’de polis 17 yaşındaki Adem Sevinç’i katletti.

-10 Ekim’de, Sûr’da evinin çatısında güvercinlerine bakan Halil Tüzülerk polislerce katledildi.

-12 Ekim’de, Mêrdîn’de 18 yaşındaki İdris Cebe, polisler tarafından kulağının arkasından tek kurşunla infaz edildi.

-15 Ekim’de, Gever’de 16 yaşındaki Diyar Ertaş, polislere ait zırhlı araçtan açılan ateşle katledildi.

-16 Ekim’de, Gever’de 12 yaşındaki Diyar Akın polis tarafından vurularak katledildi.

Operasyonlar ve Katliamlar:

– 20 Temmuz’da, SGDF’nin çağrısıyla, Kobane’nin yeniden inşa çalışmalarına katılmak üzere farklı şehirlerden Urfa, Suruç’a giden 300 gencin, Amara Kültür Merkezi’nde düzenlediği basın açıklamasına IŞİD bombalı saldırı gerçekleştirdi. 33 kişi yaşamını yitirirken 100’den fazla kişi yaralandı.

-7 Ağustos’ta, Silopî Zap Mahallesi’ni abluka altın alan polis, halkı taradı. Polisin silahlı saldırısı sonucu 58 yaşındaki Hamdin Ulaş, 17 yaşındaki Mehmet Hıdır Tanboğa, 27 yaşındaki Kamuran Bilin yaşamını yitirdi, 7 kişi ise yaralandı. Polisin 6 evi de ateşe verdi. Mehmet Hıdır Tanboğa yaralı halde hastaneye giderken polislerin aracı taraması sonucu infaz edildi.

-13 Ağustos’ta, Agirî’nin Diyadin ilçesinde özel harekat polislerin ilçeyi rastgele taraması sonucu fırında çalışan 16 yaşındaki Orhan Aslan, 15 yaşındaki Muhammet Aydemir ve 29 yaşındaki Havzullah Doğan yaşamını yitirdi.

-17 Ağustos’ta, özyönetim ilan edilmesinin sonrasında Farqîn/Silvan’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasağın sürdüğü ilçede 18 Ağustos günü 4 kişi katledildi.

-18 Ağustos’ta sokağa çıkma yasağın devam ettiği Gimgim/Varto’da yaşanan çatışmalarda 4 kişi yaşamını yitirdi. Aynı tarihte Farqîn/Silvan’da başından vurulan 22 yaşındaki Serhat Bilen yaşamını yitirdi.

-19 Ağustos’ta, Farqîn/Silvan’da sokağa çıkma yasağı nedeniyle yaşanan çatışmalarda, 3 kişi yaşamını yitirdi.

-20 Ağustos’ta, Mêrdîn’de artan askeri operasyonlara karşı eylem gerçekleştiren halka polis saldırısı gerçekleştirdi. Gerçekleşen saldırıda 19 yaşındaki Ali Akpınar yaşamını yitirdi.

-27 Ağustos’ta, Gever’de Orman, Kışla ve Mezarlık mahallelerine polis ve askerler tarafından ağır silahlar ve havanlarla saldırı düzenlendi. Düzenlenen saldırıda 4 kişi yaşamını yitirdi. Onlarca kişi yaralandı. Cizîr’de 7 yaşındaki Baran Çağlı ve hastaneye kaldırılmasına polislerin izin vermediği Mesut Sanrı katledildi. Şirnex’ta 16 yaşındaki Adem İrtegün katledildi.

-1 Eylül’de, Colemerg/Hakkari’de özel harekat polislerinin panzerden açtığı ateş sonucu 18 yaşındaki Ali Kaval yaşamını yitirdi.

-4 Eylül’de, Mêrdîr Nisêbîn’de polisler, etrafa rastgele ateş açarak Lokman Süne’yi katlettiler.

-4-12 Eylül Cizîr Katliamı: 12 Ağustos’ta ilan edilen özyönetimlerle başlayan halk direnişine, 4 Eylül günü sokağa çıkma yasağı getirilmişti. Yasağın gerçekleştiği ilçeye giriş ve çıkışlar yasaklanmış, elektrik, su ve mobil şebeke ağları kesintiye uğramıştı. Gerçekleşen devlet saldırısında 22 kişi yaşamını yitirmişti. Bunlar arasında 35 günlük bebekten 7 çocuk annesi Meryem Süne de var: Mehmet Emin Levent (21), Hacı Ata Borçin (70), Xetban Bülbül (65), Sait Çağdavul (19), Muhammed Tahir Yaramış (35 günlük), Cemile Çağırga (13), Osman Çağlı (18), İbrahim Çiçek (80), Meryem Süre (53), Özgür Taşkın (20), Seyit Eşref Erdin (60), Zeynep Taşkın (18), Maşallah Edin (35), Sayit Nayici (17), Selman Ağar (10), Bünyamin İrci (15), Mehmet Dikmen (70), Bahattin Sevinik (50), Suphi Saral (50), Mehmet Erdoğan (75) ve Mehmet Emin Açık (70).

-27 Eylül’de, Êlîh/Batman Bismîl’de halkın üzerine ateş açan polis, Şimşek ailesine ait eve bomba attı. Bombalama sonucu 8 yaşındaki Elif Şimşek adlı çocuk yaşamını yitirdi.

-10 Ekim’de, Ankara’da KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin düzenlediği Barış Mitingi’nde meydanda gelen iki ayrı patlamada 106 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı.

-12 Ekim’de, Sûr’da polislerin mahalleyi rastgele taraması sonucu 12 yaşındaki Helin Şen isimli çocuk, başına ve vücuduna isabet eden kurşunlarla yaşamını yitirdi.

-17 Ekim’de, İstanbul Küçük Armutlu’da polisler, evini bastığı Dilek Doğan’ı vurdu.

-19 Ekim’de, Farqîn/Silvan’da 2 gündür devam eden sokağa çıkma yasağında 16 yaşındaki Fırat Gensur katledildi.

Cenazeleri Teşhir:

-10 Ağustos’ta, Gimgim/Varto’da HPG gerillaları ile TC askerleri arasından yaşanan çatışmada Ekin Wan yaşamını yitirdi. Katledilen Ekin Wan’ın soyularak sokaklarda teşhir edilen cenazesine, işkence yapıldı.

-9 Eylül’de, Colemerg/Hakkari’nin Şemzînan ilçesinde HPG’lilere ait olduğu belirtilen 7 cenaze bulundu. Parçalanmış halde bulunan cenazeler ormanlık alanda köylüler tarafından fark edildi.

-16 Eylül’de, Gimgim/Varto’nun Kulan bölgesindeki “Şehit İsmail ve Şehit Ronahi Şehitliği”nin çevresindeki alanları bombalandı.

-22 Eylül’de, Qers Sarıkamış’ta yaşamını yitiren bir HPG’linin kollarına ip geçiren askerler, uçurumdan aşağı sarkıttıkları cenazesi ile fotoğraf çekerek sosyal medyada paylaştı.

-2 Ekim’de, Amed Farqîn/Silvan’da, asker ve polislerin halka yönelik saldırısı sonucu aralarında 16 yaşındaki Vedat Akcan’ında olduğu 4 kişi yaşamını yitirdi. Vedat Akcanım cenazesi polislerce yerde sürüklendi.

– 2 Ekim’de, Şirnex’ta özel harekat timleri, Hacı Lokman Birlik’i katletti. Özel harekat timlerince infaz edilen Birlik’in cansız bedeni akrep tipi zırhlı araca halatla bağlanarak yerde sürüklenerek işkence edildi.

-16 Ekim’de, Dersim’de gerilla mezarlığı ve içinde bulunan cemevi bombalanarak yerle bir edildi.Dersim Katliamı’nda katledilenlerin kemiklerinin olduğu mezarlıklar bombalandı.

Meydan Gazetesi- 7 Haziran'dan 1 kasıma 2

İki seçim arası zaman diliminde, zorbalığın ulaştığı boyutu anlamak açısından yukarıda verdiğimiz tarih ve yerlerde yaşananları bir veriden çok daha fazlası olarak okumak gerek. Özellikle Ankara bombalaması sonucu iyice belirginleşen devlet- IŞİD ilişkisi, belge düzeyinde ispatlanmış durumda. Delil yetersizliğinden serbest bırakılan IŞİD çeteleri, Amed-Suruç-Ankara bombalamalarını gerçekleştirenlerin telefon kayıtları, seyahat özgürlüğü kapsamında değerlendirilen Suriye sınırından giriş-çıkışları, yaşanan katliamların, infazların ve operasyonların sorumlusu konumundakinin kim olduğunu açık bir şekilde gösteriyor.

Seçimleri Zorlaştırmak

1 Kasım Seçimleri’nin yaklaştığı süre içinde seçim propagandasını zorbalık aracılığıyla gerçekleştiren devlet, her seçim takındığı “demokratik” maskesinden uzak bir şekilde İstanbul’dan, Çorum’a HDP binalarına dönük saldırıları organize etmekle kalmadı, Kürtlere ait iş yerleri de bu saldırılardan nasibini aldı. Seçim zorbalığı bütün bunların dışında, seçimler yaklaşırken teknik açıdan da artmaya devam etmekte. Yüksek Seçim Kurulu’nun aksi yöndeki kararına rağmen özellikle Kürdistan’da seçim sandıklarının yerleri değiştirildi. Sandıklar taşındıktan sonra oluşan durumda, Cizre’de 66 bin kişi, 6 okulda, 93 sandıkta oy kullanacak. Bunun gerçek olması için, dakikada 32 oy kullanılması gerekiyor. Cudi, Silopi, Batman ve Ağrı Tutak’ta da durum benzer.

“İcra Hükümeti”, aynı süre içinde 9 ilde 18 belediye eşbaşkanı ve 2 il genel başkanı tutukladı. HDP’nin seçim beyannamesi, içerisinde “özyönetim” ibaresi geçtiğinden dolayı yasaklandı. Tüm bu teknik zorlamalar yetmezmiş gibi Davutoğlu Van Mitingi’nde “Biz olmazsak bu sokaklarda Beyaz Toroslar gezer” diye Kürt halkına alttan mesaj vererek zorbalık politikasını miting düzeyinde bile işletti. Özellikle ‘90lı yıllarda devlet tarafından bu araçlarla kaçırılıp katledilen insanlar anımsatılıp, Kürt halkı korkutulmaya çalışıldı. Sanki Kürdistan’da şu an yaşanmakta olanlar çok da farklıymış gibi…

Yakın zamanda farklı mecralarda konuşulan seçim sürecine ilişkin ihtimallerden biri de, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’nın 78. maddesine dayanarak “Savaş halinde seçimleri bir yıl erteleme yetkisi”ne başvurup, İcra Hükümeti’nin ömrünü biraz daha uzatma durumu.

Değişen Yöntem, Değişmeyen Ne?

Seçimlerde bir yöntem değişikliğine gidildiğini kabul etmek gerekiyor. Savaşla bu kadar iç içe geçmiş bir seçim süreci daha önceki dönemlerde bu kadar açıktan işledi mi bilinmez, ancak açık bir gerçek var o da değişmeyenin devletin tutumu olduğu. İçinden geçmekte olduğumuz süreci iyi analiz etmek çok önemli. Çünkü bu süreç, 1 Kasım Seçimleri sonrasında oluşabilecek bir durumun öngörülmesi noktasında yararlı olacaktır. 1 Kasım Seçimleri sonrası oluşamayan bir hükümet, devletin zorbalık uygulamalarının benzer bir şekilde devam edeceğini gösterirken; tam tersi olarak seçim sonrası ortaya çıkan güçlü bir hükümet neyin göstergesi olacaktır? Devletin 2 seçim arasındaki süreçteki gayrı meşru uygulamalarının bir meşruluğa kavuşacağının… Devlet zorbalığından bir şey kaybetmeden siyasi, ekonomik ve toplumsal baskısını “seçilmiş” olmanın kılıfıyla uygulayacaktır. Yani 7 Haziran öncesinde olduğu gibi.

Emrah Tekin – Serhat Budak

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” 7 Haziran’dan 1 Kasım’a Seçimlerde Değişen Yöntem ZORBALlK” – Emrah Tekin Sehat Budak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/10/24/7-hazirandan-1-kasima-secimlerde-degisen-yontem-zorballk-emrah-tekin-sehat-budak/feed/ 0
Bedelliden Toplanan Milyonlar Silah Sanayisine Aktı https://meydan1.org/2015/03/12/bedelliden-toplanan-milyonlar-silah-sanayisine-akti/ https://meydan1.org/2015/03/12/bedelliden-toplanan-milyonlar-silah-sanayisine-akti/#respond Thu, 12 Mar 2015 13:13:06 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/12/bedelliden-toplanan-milyonlar-silah-sanayisine-akti/ Hükümet tarafından bir süre önce gündeme getirilen bedelli askerlik yasası başvuruları 13 Şubatta bitti. 203 bin 824 kişi bedelli askerlik için başvurdu ve 3 milyar 668 milyon 832 bin lira bedel ödendi. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın Bakanlar Kurulunda bedelli askerlik başvurularıyla ilgili bir rapor sunduğunu aktaran Davutoğlu, şu bilgileri verdi: “Başarılı bir netice alındığını […]

The post Bedelliden Toplanan Milyonlar Silah Sanayisine Aktı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Bedelli

Hükümet tarafından bir süre önce gündeme getirilen bedelli askerlik yasası başvuruları 13 Şubatta bitti. 203 bin 824 kişi bedelli askerlik için başvurdu ve 3 milyar 668 milyon 832 bin lira bedel ödendi.

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın Bakanlar Kurulunda bedelli askerlik başvurularıyla ilgili bir rapor sunduğunu aktaran Davutoğlu, şu bilgileri verdi: “Başarılı bir netice alındığını söylemek istiyorum. Şu ana kadar 203 bin 824 kişi bu imkandan yaralandı. 3 milyar 668 milyon 832 bin lira bedel ödendi. Bu miktar doğrudan Savunma Sanayi Fonu’na gönderilecek. Bu noktada yapılan her ödeme, Türkiye’nin savunmasının güçlendirilmesi yönünde kullanılacak. Şu hususu karşılaştırma olarak vermek isterim: 1987, 1992, 1999 ve 2002 yılında uygulanan bedelli askerlikten toplam 193 bin 147 kişi yararlanmıştı, bu rakam son uygulamada 203 bin 824′e çıkarak şimdiye kadarki toplamın daha fazlası bir sayıya ulaşmış oldu. Bu da bunun bir ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde bu bedelli uygulamasından gelecek kaynağın savunma sanayinde en etkin şekilde kullanılması için gerekli çalışmalar yürütülecek.”

Bedelli askerlik yaşadığımız coğrafyada bir milyona yakın asker kaçağı olduğu düşünülürse kimilerince kurtuluş olarak beklenirken, bedelli askerlik hizmetini de reddeden savaş karşıtları ve vicdani retçiler açısından hizmetin hizmet olarak değil de para olarak orduya tahsis edilmesi demek. TSK’da bedelliden topladıklarını şehirlerimize yeni kurulacak silah ihtisas organize sanayi bölgelerine ve silah sanayisine yatırarak donanımını daha da güçlendirip kardeşi kardeşe düşürmeyi, halkın üstüne bombalar yağdırmayı, kışlalarda kaza diyerek cinayet işlemeyi sürdürecek.,

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Bedelliden Toplanan Milyonlar Silah Sanayisine Aktı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/12/bedelliden-toplanan-milyonlar-silah-sanayisine-akti/feed/ 0
Rant İçin Yeni Hamle “Hassas Alan” https://meydan1.org/2015/02/14/rant-icin-yeni-hamle-hassas-alan/ https://meydan1.org/2015/02/14/rant-icin-yeni-hamle-hassas-alan/#respond Sat, 14 Feb 2015 17:00:18 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/14/rant-icin-yeni-hamle-hassas-alan/ Hükümet rant için SİT alanlarının statüsünü değiştirmeye hazırlanıyor. “Hassas Alan” tanımlamasıyla, bu yerlerin imara açılması ve üzerlerindeki kaçak yapıların kurtarılması planlanıyor. Bugüne kadar SİT alanlarının harita üzerinden belirlendiğini, bu defa arazi çalışması yapacaklarını belirten Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, “İmar planı olmayınca kaçak ve kontrolsüz yapılaşma çoğaldı. Siyasi iradenin imzasıyla plan yaptık” dedi. […]

The post Rant İçin Yeni Hamle “Hassas Alan” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Hükümet rant için SİT alanlarının statüsünü değiştirmeye hazırlanıyor. “Hassas Alan” tanımlamasıyla, bu yerlerin imara açılması ve üzerlerindeki kaçak yapıların kurtarılması planlanıyor. Bugüne kadar SİT alanlarının harita üzerinden belirlendiğini, bu defa arazi çalışması yapacaklarını belirten Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, “İmar planı olmayınca kaçak ve kontrolsüz yapılaşma çoğaldı. Siyasi iradenin imzasıyla plan yaptık” dedi. ‘’Hassas Alan’’ tanımlamasıyla, SİT alanlarında bulunan kaçak yapıların aklanması, rantın ve talanın SİT alanlarına doğru evrilme süreci başlatılıyor. Raporları hazırlamak için kurulan komisyon tamamen bürokratlardan oluşuyor. İlk önce bölge kurulu karar alıyor, sonrasında merkez komisyon onaylıyor. Komisyonları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müşteşarı veya yardımcısı yönetiyor. Kurullar 15 üyeden oluşuyor. Halkın kullanımında olan kıyıları özel şirketlere devreden, doğal SİT alanlarını hidroelektrik santralı projelerine açmak için karar alan bakanlık, SİT alanlarını komisyon aracılığıyla değiştirmek istiyor.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

The post Rant İçin Yeni Hamle “Hassas Alan” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/14/rant-icin-yeni-hamle-hassas-alan/feed/ 0
21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun https://meydan1.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/ https://meydan1.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/#respond Thu, 25 Dec 2014 19:41:37 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/ Kasım ayının ilk günlerinde, İstanbul’da bulunan Taxim Hill Otel’de düzenlenen bir basın açıklamasıyla duyuruldu “Barışa Bak” projesi. “Ordu demokrasinin temeli” diyerek 12 Eylül Darbesi’nin destekçilerinden olan ve Liberal Düşünce Topluluğu kurucularından Atilla Yayla’dan, Berkin Elvan’ın annesini yuhalatarak Erdoğan’a destek çıkan Yavuz Bingöl’ün “haysiyet suikasti”ne kurban edildiğini söyleyen Meryem Gayberi’ye kadar, toplam 69 imzacıyla “çözüm sürecinin […]

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kasım ayının ilk günlerinde, İstanbul’da bulunan Taxim Hill Otel’de düzenlenen bir basın açıklamasıyla duyuruldu “Barışa Bak” projesi. “Ordu demokrasinin temeli” diyerek 12 Eylül Darbesi’nin destekçilerinden olan ve Liberal Düşünce Topluluğu kurucularından Atilla Yayla’dan, Berkin Elvan’ın annesini yuhalatarak Erdoğan’a destek çıkan Yavuz Bingöl’ün “haysiyet suikasti”ne kurban edildiğini söyleyen Meryem Gayberi’ye kadar, toplam 69 imzacıyla “çözüm sürecinin sağlıklı yürütülmesi” amacıyla yola çıkıldığı söylendi. Düzenlenen toplantıda, barış konserlerinden trenlerine kadar “barış” dolu hayallerden bahsedilirken; var olmak için direnenlerin mücadelesi “provokasyon” ilan edildi.

“Hükümetten bağımsız” ve “sivil” bir oluşum olarak ortaya çıktığı iddia edilen projenin yankıları sürerken, “Barışa Bak”ın amaçlarını, imzacılarını ve “ne yöne baktığı”nı tartışmakta fayda var.

Başlatılan bu projeyle “barışa bak”ma iddiasını taşıyanlar, yaşadığımız coğrafyada on yıllardır yaşanan savaşın, topraklarından edilen binlerce insanın, kaybedilen ve katledilen bir halkın hesabını yapmanın da ötesinde yaşamını savunmak için direnenleri -tıpkı iktidarın yaptığı gibi- “provakasyon”larla ve “darbe girişimleri”yle suçlarken; projeyle çizilmek istenen “barış”, tam da hükümetin Yeni Türkiye şablonuna bakarak çiziliyor. Devletin çözüm adı altında Kürt halkına yönelik işlettiği inkâr ve imha politikasına karşı girişilmiş mücadeleyi, barıştan uzaklaştırma olarak ilan eden “barışsever”lerin barıştan anladıklarının ne olduğu açık. AKP hükümetine yönelik müteşekkirliklerini her fırsatta dillendiren “Barışa Bak”çılar, kardeşlik altında devletin gizli stratejilerinin sürdürücüsü konumunda. Meşruluklarını, “biz ne o taraftanız, ne bu taraftanız” diyerek dayandırdıkları pozisyonlarıyla; devletçi algıyı farklı bir yerden zihinlere kazımaya, Kürt halkının mücadelesinin altını boşaltmaya çalışıyorlar.

Genellikle iktidar yanlısı akademisyen, yazar ve gazetecilerden oluşan “Barışa Bak” çağrıcıları toplam 69 imzadan oluşuyor.17 Aralık sürecinde iktidar paydaşları arasında belirginleşen AKP-Cemaat ayrışmasında, safını “paralel yapıya karşı seçilmiş hükümetten yana” koyan Barışa Bak projesi çağrıcılarından bazılarının, “iktidar yanlısı performanslarıyla” kısa özgeçmişleri şöyle:

Yıldıray Oğur

ODTÜ Siyaset Bilimi mezunu olan Yıldıray Oğur, 2003 yılında Genç Siviller hareketinin kurucuları arasında yer aldı. Radikal, Taraf gazeteleri ile Birikim dergisinde yazılar yazan Oğur, 2013 yılında, iktidarı açıktan destekleyen Türkiye gazetesinde yazmaya başladı. Türkiye’de yazmaya başladıktan sonra Erdoğan’ın fiili danışmanı haline gelen Oğur’un köşe yazıları, Erdoğan’ın bazı mitinglerinde tarihsel alıntılar yaptığı temel kaynak oldu.

Kobanê Direnişi süresince yazdığı köşe yazılarında, “çözüm süreci”nin muhataplarından Kürt hareketini eleştirmiş; devletle aynı perspektifte, devlet-polis şiddetinden kaynaklanan ölümlerden, hareketi sorumlu tutmuştu. Bu beyanlar, Yıldıray Oğur’un iktidarla yaşadığı söylemsel uyumun daha da belirginleşmesini sağladı. Meydan Gazetesi’nin yine aynı bölümünde “akil heyeti”ni deşifre ederken yer verdiğimiz Oğur, devletin “barış” söyleminin en önemli yaratıcılarından.

Oral Çalışlar

Aydınlık çevresinden eski bir sosyalist olan Oral Çalışlar bugüne dek Cumhuriyet, Taraf, Radikal gibi siyasi yelpazenin farklı kulvarlarından birçok gazetede köşe yazıları yazdı. “Akil İnsanlar” heyetinde yer almasının ardından iktidarla olan ilişkisini belirginleştiren TESEV üyesi Çalışlar, şimdilerde de liberal yazarların kendilerine yer bulduğu “serbestiyet.com” sitesinde yazıyor.

Orhan Miroğlu

1970’li yıllarda Kürt hareketi içerisinde yer alan; 1980 yılında girdiği cezaevinden 1988 yılında tahliye olan Miroğlu, Ülkede Özgür Gündem, Özgür Politika, Birgün ve Taraf gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. 2010 yılındaki Anayasa Referandumu sürecinde iktidara yakınlaşan Miroğlu, bu yakınlaşmayı ilerleyen yıllarda öylesine içselleştirdi ki; kendi geçmişini bile inkâr etmeye başladı. 12 Eylül döneminde, tutsak kaldığı Diyarbakır Cezaevi’nde sistematik işkenceye maruz kalan Miroğlu, yakın dönemde katıldığı bir TV programında “Devlet eliyle sistematik işkence kesinlikle yoktur!” diyerek, bu içselleştirmeyi somutluğa kavuşturdu.

Yaşadığı “politik değişiklik”in ardından, sınırlı sayıda gazetecinin binebildiği Erdoğan’ın uçağında kendisine yer buldu ve 2012 yılından itibaren iktidara yakınlığıyla bilinen Star Gazetesi’nde yazmaya başladı.

Nagehan Alçı

Boğaziçi Üniversitesi siyaset bölümü mezunu olan Nagehan Alçı, Hürriyet, Milliyet, Akşam gibi gazetelerde köşe yazarlığı ve Kanal D, Fox, CNN Türk gibi kanallarda da programlar yaptı. “Akil” heyette yer alan Alçı da, Barışa Bak projesi içerisindeki çoğu isim gibi, “zaman içerisinde saf değiştiren”lerden.

2009 yılında yazdığı “Bir Delikanlılık Portresi: Tayyip Erdoğan” yazısında Erdoğan’ı çokça eleştiren Nagehan Alçı; özellikle 17 Aralık sonrası, iktidarın hararetli savunucularından biri haline geldi.

Etyen Mahçupyan

Liberalliğiyle bilinen Etyen Mahçupyan, başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanlığını yürütüyor.1996 yılına kadar kendi şirketlerinin yöneticiliğini yapan Mahçupyan, 1997’de Radikal’e, 2001’de ise Zaman’a geçti; siyasal çizgisinin “ne hızla” değiştiğini açıkça gösterdi.

TESEV Demokratikleşme Programı’nın 2012’den beri başkanı konumunda bulunan Etyen Mahçupyan, Hrant Dink’in 2007 yılında öldürülmesinden sonra Agos gazetesine geçmişti. Geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana ise, iktidar yanlısı patron Ethem Sancak’ın gazetesi Akşam’da yazıyor.

Sinan Çetin

“Hiçbir düşünce kutsal değildir, her düşünce değişir ve gelişir, embesillerinki hariç” şeklindeki konuşmalarıyla, bir sosyalistten bir kapitaliste dönüşümünü rasyonalize eden Sinan Çetin; Plato adlı şirketinin patronluğunu yaparken, aynı zamanda emlak sektörüne de el atmış durumda. Cihangir’de sahip olduğu çok sayıda gayrimenkul üzerinden emlak ticaretine girişen Çetin, sektördeki “rant dostları”ndan Ali Ağaoğlu’nun da reklamlarını çekiyor.

Barışa Bak projesinin imzacılarından Atilla Yayla ile birlikte de bir yayınevinin patronluğunu yürüten Sinan Çetin, katıldığı her programda iktidar güzellemesi yapmaktan geri durmuyor.

Markar Esayan

AKP-Cemaat kavgası öncesi Taraf gazetesinde yazarlık ve yayın koordinatörlüğü yapan Markar Esayan, yaşanan ayrışma sonrasında Yeni Şafak’ta yazmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “Affedersiniz benim için de çok çirkin bir şekilde Ermeni dediler” şeklinde konuşan Erdoğan’ı, “Biz Ermeniyiz, tecrübe ile sabit, hakiki ırkçıları gözünden tanırız; merak edilmesin. 12 yıldır AK Parti’ye destek veren bir Türkiyeli olarak, bu pazar da Yeni Türkiye için Erdoğan’a oy vereceğim.” sözleriyle aklamıştı. %10 barajı tartışmalarında AKP’nin yanında yer alarak, barajın kaldırılmasına yönelik tepkisini gösteren Esayan, HDP’den de bağımsız adaylarla seçimlere girmesini istemiş. İstikrar sürsün diye…

Rasim Ozan Kütahyalı

“Havuz medya” grubu gazetelerinden Takvim ve Sabah’ta köşe yazarlığı yapan Rasim Ozan Kütahyalı, Melih Gökçek’in sahibi olduğu Beyaz TV’de de futbol yorumcusu. Nagehan Alçı ile olan evliliğinden doğan çocuklarının “isim babalığı”nı Erdoğan’a yaptıracak kadar iktidarla “içli dışlı” olan Kütahyalı, kendi jenerasyonundan birçok yazar gibi, devrimcilere ve devrimci mücadeleye olan kinini kusmaktan geri durmuyor. “Ben bu devlet için kellemi ortaya koyanlardanım!” diye ifadelerini dillendirmekten geri durmayan Kütahyalı, futboldan siyasete engin bilgi birikimlerini, hükümetin ona sunduğu tüm olanaklardan yararlanarak anlatmaktan geri durmuyor.

Cengiz Alğan

“Barışa Bak” projesinin fikir sahibi denilebilecek Cengiz Alğan, eski bir DSİP yöneticisi. 2010 referandumunda “Yetmez Ama Evet” diyenlerden biri olan Alğan, 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu’ndan sonra, iktidar tarafındaki duruşunu iyice belirginleştirmiş; yolsuzluk operasyonun bütününü “seçilmiş hükümete darbe” şeklinde tanımlamıştı. Şimdilerde açıkça sürdürdüğü bu iktidar destekçiliğini Taksim-Gezi Direnişi sürecinde başlatan Cengiz Alğan, ortaya çıkan videolarda polisin sıktığı mermiyle katledildiği açıkça görülse de, Ethem Sarısülük’ün “karanlık güçlerce” öldürüldüğünü söylemişti.

Halil Berktay

“Barışa Bak” projesinin bir başka çağrıcısı, Oral Çalışlar gibi Aydınlık hareketinden olan eski sosyalist Halil Berktay, şimdilerde liberal bir akademisyen olarak tanınıyor. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı, bir dönem Taraf gazetesinde köşe yazıları yazdı, son dönemlerde ise iktidarı destekleyen isimlerin bir araya geldiği serbestiyet.com’da yazmaya başladı. Kendini anti-anti AKP’ci diye tanımlayan Halil Berktay, Taraf gazetesinde yazdığı dönemde 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin ortaya attığı bir iddia ile de gündeme gelmişti. Devlet tarafından gerçekleştirilen ve 36 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin Halil Berktay, “devrimci iki grubun çatışması” yorumunda bulunmuş; dolayısıyla bu katliamda kendince “devleti aklamıştı.”

 

 

Merve Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Savaşı Görmeyip “Barışa Bak”anlar” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/25/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-savasi-gormeyip-barisa-bakanlar-merve-arkun/feed/ 0
“Keenlemyekün” – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/#respond Sun, 21 Dec 2014 19:30:14 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/   Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür. Errico Malatesta, 1924 […]

The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.

Errico Malatesta, 1924

Seçimler siyasal gündemimizden çıkalı bir hayli olmuş. Özlemişiz. Seçim tartışmaları, neyse ki bu sefer biraz erken başladı! 2015 Haziranı’nda yapılması planlanan seçimlerin, Nisan ya da Mayıs gibi yapılması konuşuluyor şimdilerde. Yani en azından hükümetin niyeti bu yönde. Hükümetin son süreçlerde niyetleri ve bu niyetlerini gerçekleştirmesi arasındaki ilişki incelendiğinde, ne kadar başarılı olduğu su götürmez! Erken seçim tartışmaları, özellikle çözüm süreci paralelinde yapıldı. Davutoğlu, çözüm sürecinin “inşallah” seçimlerden önce nihai noktaya getirileceğini vurguladı. Hükümetin çözüm süreci politikalarının olumlu ya da olumsuz sonuçlarının, seçim sonuçlarına etki edeceği bu kadar açıkken, tartışmaların zemini Haşim Kılıç’ın son açıklamalarıyla seyir değiştirdi.

Seçim Dönemlerinin Paket Tartışması: %10’luk Baraj

Aslında seçim barajı tartışmaları, her seçim döneminde tekrar ortaya çıkan “paket tartışmalar”dan biri.

1974’ten darbe dönemine kadarki süre içerisinde, her iki yılda (hatta bazen aynı yılda) bir değişen Bülent Ecevit/Süleyman Demirel hükümetlerinin yarattığı iddia edilen “siyasi istikrarsızlık” ortamının normal bir sonuçlarından biri darbeyse, diğeri seçim barajı.

1980 darbesinin alametifarikalarından biri olan %10’luk seçim barajı, her seçim döneminde bir yanda siyasi istikrar öte yanda demokratik rejim kutupları ekseninde tartışılıyor. Bizzat AKP’nin seçim dönemlerinde dillendirdiği “vesayetçi dönem”le ilişkilendirilen bu uygulamanın kaldırılmasında, iktidar partisinden muhalefet partisine herkes hem fikir! Öyleyse tartışılan ne?

Bu sistem oluşturulurken Kenan Evren ve arkadaşlarının mantığı, ordunun ideolojisiyle zıt düşmeyen (belki askeri kökenli) siyasetçinin kuracağı istikrarlı bir tek parti çoğunluğu, parlamentoda bu hükümetin konumunu sarsamayacak sayıda parti olması ve Kürt halkının parlamentoya parti gönderme ihtimalinin engellenmesi üzerine yoğunlaşmıştı.

Mevcut hükümetin, askeri vesayetle hesaplaştığını iddia ederken eleştirdiği seçim barajını, kendi siyasal iktidarını arttırma ve pekiştirme adına kullanmaktan çekinmediğini/ çekinmeyeceğini baraj tartışmaları üzerinden görmekteyiz. Parlamentoda suni bir çoğunluk, kullanabildikleri ölçüde tüm siyasi partilerin kullanmak isteyeceği bir durumdur. Bu siyasal iktidar, meşruiyetini, üzerine kurduğunu iddia ettiği “millet iradesi”ne dayandıramaz. AKP’nin paket tartışmadaki konumu, açık bir şekilde “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!” saçmalığından ibarettir.

Demokratik Rejim Cephesi ve Haşim Kılıç

Avrupa Konseyi tarafından organize edilen bir konferansta Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, %10’luk seçim barajına ilişkin kanun hükmünün değişmesi için yapılan başvuruları değerlendirdikleri açıklamasında bulundu.

BBP ve SP’nin, meselenin gündem olmasından önceki başvurularına, gündemde payına düşeni alma hesapları yapan ana muhalefet, CHP İstanbul milletvekili Umut Oran’ın bireysel başvurusuyla hamle yaptı. Kılıçdaroğlu, söylemlerinin merkezini giderek bu meseleye çekerken, demokratik bir rejimin olmazsa olmazı olarak yeni akıllara gelen mesele, “paket tartışmalar”a uygun bir ortamda ilerletiliyor. Hatta TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer bile, barajın düşürülmesinden yana olduğunu açıklayan bir açıklama yaptı. “Demokratik rejim” yanlısı STK’ların açıklamaları, yine de hükümeti rahatsız edecek bir tonda değildi, ya da artık buna özen gösteriliyor.

Haşim Kılıç’ın, barajın düşürülmesi yönündeki ısrarı, AKP’nin totaliter hamlelerine karşı demokrasi savunuculuğu yapanlar için, bu seçimlerde tutunulacak tek dal konumunda.

Seçim gündeminin bu “usül” sorunu etrafında tartışılmaya başlanması, çok geçmeden AKP kanadından karşılandı. Karşılığın bu kadar sert olması, hükümetin, yapılması tartışılan “usül değişiklikleri”ne çok sıcak bakmadığının en açık ifadesi. Keza, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu, seçim barajına ilişkin yaptığı açıklamayla, AKP’nin asıl tavrının ne olacağını belirtti. Bu tavır, sadece mevzubahis meselenin gündemleşmesiyle oluşan bir tavır değil. Bu, iktidarını giderek arttıran bir partinin, ideolojisinin ne olduğunun açıklamasıydı.

Keenlemyekün

Keenlemyekün, hukukta bir deyimdir. “Baştan itibaren anlam ifade etmez” gibi türkçeleştirilebilir. Yani “yok hükmünde” anlamına gelir. Bir olayın meydana gelmediğini varsayar. Burhan Kuzu’nun %10’luk baraj kaldırılırsa, kararın keenlemyekün olacağını ve uygulamayacaklarını söylemesi; kuvvetler ayrılığı ya da birliği ilkesinin, bir parti için ne kadar kullanışlı olabileceğinin en iyi göstergesi. Tabi manevra yapmayı bilene! Kuzu, partisinin ahkam kesme politikasını devam ettirerek, seçim barajının indirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi’ni ‘kalsın mı, gitsin mi?’ noktasına getireceğini belirtmekten de geri durmuyor.

Seçim barajı üzerinden konuşulmaya başlanan seçim gündemi, altı ay öncesinden halihazırda önümüzde duruyor. Seçim barajının yüzde kaç olacağı ve seçimleri hangi partinin kazanacağı tartışmalarının gölgesinde kalan siyasal gerçeklik, bu gölgeden çıkartılmalı.

Siyasi, ekonomik ve sosyal baskılara maruz bırakılan kesimler, siyasal ifade bulma noktasında keenlemyekün ilan ediliyorken; baraj tartışmaları da, seçim tartışmaları da, ezilen kesimler için anlamsızdır. Bu siyasal iktidardan nemalanacaklar, ana muhalefetiyle iktidarıyla seçim gündemini tüm siyasal gerçekliklerin önüne taşımayı, tüm siyasi-ekonomik-sosyal sorunlara çözüm olarak seçimleri göstermeyi amaçlamaktadır.

Farklı iktidar odaklarının konumlarını korumaları için illa meşruiyet aramadıklarının deneyimlendiği zamanlardayız. İşçi cinayetlerinin geçici ve alışılan gündemler sayıldığı, kadın katliamının her geçen gün büyüdüğü, ekonomik sömürünün ve yolsuzluğun, ekolojik talanın pekiştiği bir zamanda; tüm sorunlara parlamentoda çözüm arayacaklara, hatırlatılması gereken koca bir toplumsal devrimler tarihi var.

Siyasi istikrardan meşruiyetini alan totaliter rejim ve demokratik rejim arasındaki ilişki, birbirinin zıttı olmaktan çok, destekleyicisi konumundadır. Bu, yoldaş Malatesta’nın da vurguladığı gibi, kısır bir döngüdür. Bu kısır döngüyü yıkacak, keenlemyekün ilan edilen ezilenlerin yaşamlarının gerçekliğini var edecek bir öz-örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Devrimci ve anarşist bir hareket, toplumsal devrimler tarihinde her zaman bunun adı olmuştur.

Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/21/keenlemyekun-huseyin-civan/feed/ 0
” Sadıksa Vali Devlet ‘Baki’ ” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2014/01/12/sadiksa-vali-devlet-baki-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2014/01/12/sadiksa-vali-devlet-baki-emrah-tekin/#respond Sun, 12 Jan 2014 18:23:39 +0000 https://test.meydan.org/2014/01/12/sadiksa-vali-devlet-baki-emrah-tekin/ Tek partili dönemden çok partili döneme hükümetler gelip geçer. Hükümet kim olursa olsun devleti temsil eden sadık valiler, hükümetine göre davranışsal değişiklik gösterseler bile her zaman devleti devlet yapan adaletsizliklerin temsilcisi olmuşlardır. Vali demek devlet demektir, bilin ki devletin bir zulmü varsa o zulümün başında bir vali vardır. Geçtiğimiz ay, politik gündeme hakim olan konulardan […]

The post ” Sadıksa Vali Devlet ‘Baki’ ” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Tek partili dönemden çok partili döneme hükümetler gelip geçer. Hükümet kim olursa olsun devleti temsil eden sadık valiler, hükümetine göre davranışsal değişiklik gösterseler bile her zaman devleti devlet yapan adaletsizliklerin temsilcisi olmuşlardır. Vali demek devlet demektir, bilin ki devletin bir zulmü varsa o zulümün başında bir vali vardır.

Geçtiğimiz ay, politik gündeme hakim olan konulardan biri de, Recep Tayyip Erdoğan’ın, partisinin 20. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’ nın son günü söylediği sözlerdi. Erdoğan, Ankara-Kızılcahamam’da düzenlenen toplantının basına kapalı bölümünde, erkek ve kadın öğrencilerin bir arada yaşadığı öğrenci evlerini gündeme getirmişti. Erdoğan konuşmasında, kendisinin temsil ettiği siyasi geleneğin muhafazakar-mutaassıp toplumsal normlarının, bu coğrafyadaki toplumun genelinde var olduğu varsayımıyla, kadın-erkek öğrencilerin aynı evde yaşamalarının “kabul edilemez olduğunu” ve gerekirse adli ve polisiye müdahalelere uygun düzenlemeler yapılabileceğini belirtti. Bu sözlerin kamuoyunda tartışılmaya başlanmasıyla da, önce İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, ardından da Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, Erdoğan’ın bu sözlerini talimat telakki eden ve derhal durumdan vazife çıkaran açıklamalar yaptılar. Bunlardan, özellikle Adana valisinin açıklaması, kamuoyunda yoğun tepki çekti ve bir süre gündem oluşturdu.

Adana valisi Hüseyin Avni Coş’un, mülkiye müfettişliği yaptığı sırada, Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemindeki yolsuzluk soruşturmasından aklanmasını sağlaması nedeniyle; devlet-iktidar-vali ilişkisi bu örnekte kişisel bir menfaatler birliği gibi görünse de, aslında sözünü ettiğimiz bu ilişkide, çok daha derin bir aidiyet algısı söz konusudur. Bu algıyı biraz daha iyi anlayabilmek için, TC devletinin yakın geçmişinden bir örnek verebiliriz. 1986 yılında, dönemin başbakanı Turgut Özal, Malatya’ya bir gezi düzenlemiştir. Seçim otobüsünün üzerine orada toplananları selamlamak için çıktığında, boyu kısa olduğundan, etrafındaki insanlar yüzünden görülemediği için çevresindekileri çömeltmesi istenir. Özal bunun üzerine etrafındaki insanlardan çökmesini ister, herkes çöker, ancak bir kişi hala ayaktadır: Malatya Valisi Naim Cömertoğlu. Turgut Özal valiye dönerek, “Vali Bey siz neden çökmüyorsunuz?” diye sorar. Vali Cömertoğlu’nun cevabı oldukça çarpıcıdır: “Devlet çökmez sayın başbakanım.”

Devletin ceberrut yüzünü, uygulamaları ve söylemleriyle bulundukları idari mevkide belirginleştiren valiler, bu eylemlerini, geçtiğimiz yasaklı 1 Mayıs ve hemen sonrasında gelişen Taksim Direnişi sürecinde yoğunlaştırarak, kentlerin bu en yüksek mülki amirlerinin ellerinde bulundurdukları yetkilerle, aslında nelere kadir oldukları algısının, kamuoyunda daha iyi anlaşılmasını da sağladılar.

Taksim Meydanı’nın eylem ve mitinglere kapatılmasıyla yasaklı hale gelen 1 Mayıs’ta, yasağa rağmen alana ulaşmak isteyen binlerce kişiyi engellemek için, İstanbul’daki toplu ulaşım araçları, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun talimatıyla büyük oranda durduruldu. Taksim Meydanı’na çıkan tüm metro, metrobüs, otobüs, şehir hatları vapurları ve yolcu motorları valilik emriyle seferlerini durdururken; araç trafiğinin yanı sıra, meydana giden tüm yaya trafiği de kapatıldı. Böylelikle valilerin, önceki yasaklı 1 Mayıslardan (2007, 2008, 2009) tanıdığımız, halkın toplu ulaşımını engelleme-yasaklama yetkisini tekrar hatırlamış olduk. Yine Taksim Direnişi sürecinde, Gezi Parkı’nın “valilik emriyle” bir açılıp bir kapatılmasıyla da, valilerin, halkın ortak kullanım alanlarını, insanların kullanımına açma ve kapama yetkisine de sahip olduklarını öğrenecektik.

Valiler, son dönemde AKP iktidarının yaşamın her alanında baskıcı ve otoriter karakterini belirginleştirmesiyle, mevcut iktidarın sözcüleri gibi görünseler de, gerek 1923 sonrası cumhuriyet döneminde, gerekse Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde merkezi devlet yönetimiyle arasında içselleşmiş bir bağ kurmuşlardır. Devletle kurmuş oldukları bu aidiyet bağı dolayısıyla, valilerin nezdinde devletin bireye olan yaklaşımını da görmek mümkün.

1944 yılında, o dönemlerde Avrupa’da yükselen ırkçılık yanlısı hareketlerin bu coğrafyaya da sıçraması nedeniyle düzenlenen ırkçılık yanlısı eylemlere katılmaktan dolayı tutuklanan Osman Yüksel Serdengeçti’ye dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın sözleri şöyledir: “Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa onu biz yaparız. Bu ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek, ikincisi çağırdığımızda askere gelmek.” Dönemin Ankara valisinin bu sözlerinde cisimleşen bu durum, valiler nezdinde devletin bireye olan bakışının bir özetidir aslında. Günümüzde, Adana valisinin “Gavat” hitabında ya da İstanbul valisinin, geçtiğimiz 1 Mayıs’ta başından biber gazı kapsülüyle yaralanan Dilan Alp’e yönelik “Marjinal örgüt üyesi” sözleriyle de tanıdığımız bu durum, devletin hiçbir zaman değişmeyecek algısıdır. Devletlerin karakteristik yapıları farklılaşsa da valilerin devletle kurduğu ilişki, devlete derinden bir bağlılık ve sadakat içerir.

Muktedirin Sadık Temsilcileri: Sömürge Valileri

 

Britanya İmparatorluğu’nda kraliçe tarafından, sömürgeleştirilen bölgelere, “Genel Vali” adı verilen sömürge valileri atanmaktaydı. Birleşik Krallık’ın devlet literatüründe, “sadık, sadakatle bağlı” olarak çevrilebilecek “loyal” sıfatıyla tanımlanan sömürge valileri söz konusu sömürgede imparatorluğun ve kraliçenin gücünü temsil eden figürlerdir. Benzer bir biçimde Osmanlı İmparatorluğu’nda da bir sömürge valiliği sistemi uygulanmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu işgal ederek sömürgeleştirdiği bölgeleri eyalet olarak adlandırılarak, buralara beylerbeyi adı verilen valiler atıyordu. Beylerbeyi adı verilen bu sömürge valilerinde de belirleyici temel kriter “payitahttaki sultanın sadık kulu” olması idi. Söz konusu eyalette, padişahın otoritesini temsil eden bu valilerin emrinde ayrıca, ”Tımarlı Sipahi Ordusu” adı verilen, sayıca merkezi yönetimdekinden fazla sayıda askere sahip bir silahlı güç de bulunmaktaydı. Merkezi yönetimdeki padişaha her yıl salyane, yani yıllık adı verilen, söz konusu sömürgeleştirilmiş bölgenin halkından zorla toplanan vergiler bu valiler aracılığıyla yollanmaktaydı. Gerek Osmanlı, gerekse Britanya İmparatorluğu sömürge valilerinden merkezi yönetimin asıl beklentisi ise, sömürgeleştirilen bölgeden azami sermaye akışının istikrarlı bir biçimde sağlanmasıydı. Sözünü ettiğimiz bu sömürge valilerinin merkezi yönetimle olan bu “akçeli ilişkisi” de göz önünde bulundurulduğunda, kendilerinden istenen “sadakatin” anlamı da daha çok belirginleşiyor. TC devletinin yakın tarihinde de benzer bir sömürge valiliği sistemi uygulandığını söyleyebiliriz. Devletin “derin varlığını” askeri operasyonlarla belirginleştiren bu sömürge valileri de elbette devletle olan ilişkilerinde sarsılmaz bir sadakat içerisindeydiler.

Sömürge Valiliği: OHAL’in Sadık Valileri

TC devletinin, Kürdistan’a ve Kürt halkına yönelik olarak yürüttüğü inkar ve imha politikalarının sonucu olarak sürdürdüğü savaşla birlikte, 1987 yılından itibaren bölgede “Olağanüstü Hal” uygulaması başlatıldı. Bölge de “Olağanüstü Hal Bölgesi (OHAL)” olarak tanımlanmaya başlandı ve Ankara yönetimi tarafından buraya bir bölge valisi atandı.Böylelikle Kuzey Kürdistan’ın önemli bir bölümü TC Devleti literatüründe “Olağanüstü Hal Bölgesi” olarak tanımlanıyordu. Olağanüstü hale uygun olarak, kendilerine olağanüstü yetkiler verilen bu bölge valileri, kamuoyunda da “Süper Vali” olarak adlandırılıyordu. OHAL valileri, asıl olarak,devletin bölgede yürüttüğü savaşı koordine etmekle görevliydiler. Olağanüstü Hal’in etkin olarak uygulandığı 1987-2002 yılları arasında 17 bin insanın fail-i devlet cinayetleriyle katledildiği gerçeği ortadayken, bu “Süper Valilerin” söz konusu “görevlerini” başarıyla yürüttüklerini söyleyebiliriz. Şimdilerde zaman zaman, insan hakları örgütlerinin çalışmaları sonucu kamuoyu gündemine gelen; köy yakmalar, boşaltmalar, insanları helikopterlerden ya da asit kuyularına atmalar, JİTEM cinayetleri ve gözaltında kayıplar vb. fail-i devlet cinayetleri, bir sömürge valiliği sistemi olan OHAL valiliği uygulamalarının sonuçlarıdır. Devletin bölgeye yönelik askeri ve psikolojik saldırılarını yoğunlaştırdığı bu dönemde bölgede valilik yapan Hayri Kozakçıoğlu ve Ünal Erkan gibi isimler, yukarıda sözünü ettiğimiz devlet katliamlarında daha öne çıkan isimlerdi. Daha önce görev yaptıkları il valilikleri ve emniyet müdürlükleri dönemlerinde adları devrimcilere yönelik ev ve sokak infazları ve işkencelerle gündeme gelmiş bu isimler, devletin Kürdistan’da sürdürdüğü savaşın koordine edilmesi açısından oldukça uygundu. Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişinin de etkisi sonucu, bir sömürge valisinden beklenen sermaye akışını sağlama ve kapitalizmin sömürgedeki istikrarını inşa etme, koruma “görevi” konusunda, OHAL valilerinin Ankara’yı tatmin edebildiğini söylemek ise oldukça güç. Bu yüzden devlet şimdilerde,neoliberal-kapitalist politikalara sahip AKP aracılığıyla “çözüm süreci” adı altında Kuzey Kürdistan bölgesinde istikrarlı bir kapitalist inşa sürecini hayata geçirmek istiyor.

Tek Partileşen AKP’nin Sadık Valileri

2011 Haziran seçimleri sonrası AKP iktidarının yöntemlerini daha da sertleştirmesi ile birlikte, zaten TC’nin geleneğinde var olan devlete derinden bağlı valiler algısı, bu mevcut bağın yanı sıra iktidara olan bağlılığı da belirginleştirdi. Bazı muhalif çevrelerce “AKP Valisi” olarak da adlandırılan bu durum, AKP’nin iktidarında giderek tek partileşme gerçeğini de ortaya koyuyor. CHP’nin tek parti döneminde olduğu gibi “şimdilik” ilgili ilin vali ve belediye başkanının, CHP il başkanı olması gibi bir durum belki söz konusu değil. Ancak,bugün, tek parti ya da tek bir kişinin yönetimine dayalı rejimlerde örneklerine rastlanabilecek şekilde, Erdoğan’ın herhangi bir konuya dair sözünü ya da demecini acilen uygulanması gereken bir talimat olarak algılayan valilerle karşı karşıyayız. Valilik kurumu TC devleti anayasasının 127. Maddesinin 4. ve 5. fıkraları gereği yerellerin vasileri, yani illere vesayet eden kurumlar, olarak tanımlanmaktadır. Askeri vesayeti tasfiye ettiğini söylerken, neo-liberal politikalara dayalı kendi vesayetini inşa ederek, gitgide tek partileşen AKP iktidarında valilerin konumları, anayasanın bu maddesiyle de güvence altına alınarak önemini arttırıyor. İşte bu yüzden de tek partileşen AKP iktidarının bu söz konusu vesayeti istikrarlı bir şekilde hayata geçirmede Adana Valisi Hüseyin Avni Coş gibi, muktedirin herhangi bir konuya dair bir sözünü “emir telakki eden”, iktidarının bekası için meydanları ve parkları ezilenlere yasaklayan, polis-sivil faşist işbirliği şiddeti sonucunda öldürülen Ali İsmail Korkmaz için “arkadaşları öldürmüştür” diyerek gerektiğinde halka aleni yalan söyleyecek “sadık kapı-kullarına” daha çok ihtiyacı olacak.

Emrah Tekin

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır. 

 

 

 

The post ” Sadıksa Vali Devlet ‘Baki’ ” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/01/12/sadiksa-vali-devlet-baki-emrah-tekin/feed/ 0