The post İberya Devrimi’nin 85. Yılında Uluslararası Dayanışma Açıklaması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ya Toplumsal Devrim; ya Devlet – Kapitalizm Vahşeti
İberya Devrimi’nin 85.Yılında Uluslararası Dayanışma Açıklaması
19 Temmuz 1936’da Barselona’daki fabrikaların sirenleri, yeni vardiyanın başlangıcı için çalmadı. Bu, fabrika komitelerinin konfederasyonun savunma komitelerini uyarmaları için CNT’nin (Ulusal Emek Konfederasyonu) seçtiği sinyalin sesiydi. Daha önce Katalonya hükümetini (CNT’ye silah vermeyi reddeden) etkisiz hale getiren faşist ordu şehri işgal etti. CNT, FAI ve FIJL (Özgürlükçü Gençlik) örgütlü proletaryaya kamulaştırdıkları silahları dağıtarak toplumsal ve sınıfsal savunmayı zaten örgütlemişlerdi. Barikatlar kurulurken CNT-FAI’nin topladığı bilgiler sayesinde faşist ordunun şehre ne zaman saldıracağı devrimciler tarafından biliniyordu. Halkı bizzat silahlandırarak ve devlet kurumlarına olan güveni reddederek CNT ve FAI’yi takip eden İspanya’nın her yerinde, generallerin açıklamaları başarısız oluyordu. Üç yıllık iç savaşta, cumhuriyetin tek bir zaferinin olması (Aragon’un kurtuluşu, Teruel’in kurtuluşu) konfederasyon milislerinin belirleyiciliğini gösteriyor.
İşçi ve tarım komünleri gerçek oldu, CNT ve FAI o andan itibaren akıl almaz olanı başardı. Toplumsal ve sınıfsal kurtuluş, federe topluluklardan oluşan bir toplum, liberter komünist bir dünya sadece güzel fikirler değildi; İspanya’da devrim sırasında silahlı halk tarafından gerçekleştirilmiş olan pratikti.
İberya’daki toplumsal devrimden 85 yıl sonra siyasi, ideolojik, ahlaki ve ekonomik olarak iflas etmiş; savaşlar, dışlama ve yoksullaşmadan başka vaat edecek bir şeyi olmayan sistem, kendisini genele yayılmış toplumsal hoşnutsuzluğun hem yerel hem de küresel çapta dışavurumuna yani toplumsal hareketlenmelere hazırlıyor. Bu, devletlerin ve patronların şiddetle “tarihin sonu” anlatılarını toplumsal çoğunluğa dayatmaya çalıştıkları bir dönem. İnsanları büyük toplumsal çoğunluğun yoksulluk, zorluk, hastalık, savaşlar ve yıkımla dolu bir toplumda yaşamak zorunda kalacağı bir toplumdan başka bir alternatif olmadığına mümkün olan her şekilde ikna etmeye çalışıyorlar. Devlet ve kapitalizm eşitsizliği, baskıyı ve sömürüyü tırmandırırken sistemik krizin hızlandırıcısı olarak işleyen ölümcül Covid-19 salgını, topluma ve onun direnişine yönelik bu genelleştirilmiş saldırıyı yoğunlaştırmak için kullanılıyor.
Otorite, insan toplumlarını kontrol etmek, onlara mutlak iktidarı dayatmak, doğayı ve tüm kaynaklarını yağmalamak amacıyla bu geniş çaplı saldırıyı yürütüyor. Suriye’den ABD’ye, İstanbul’dan Batı Avrupa ve Güney Amerika’ya politik ve ekonomik patronlar, sömürülenleri ve baskı altına alınanları hedef alarak daha fazla baskı, yağma ve ölümün habercisi oluyorlar.
Devlete ve kapitalist saldırılara karşı toplumsal ve sınıfsal direniş ortaya çıkıyor; dünyanın her köşesinde barikatlar kuruyor. Eylemlerden, kendi kendini örgütleyen aracısız mücadele biçimlerinden, grevlerden, işgallerden, politik ve ekonomik patronların baskıcı güçleriyle çatışmalardan sürekli direniş mesajı veren isyanlara ve devam eden devrimlere kadar var olan mücadele bize tarihin sonunun henüz gelmediğini, insanın başka bir insan tarafından sömürülmediği yeni bir toplumun yaratılabileceğini hatırlatıyor.
Direniş mozaiğinden çıkan bu mücadeleler, zaman içinde toplumsal kurtuluş fikrini elinde tutacak ve toplumsal devrim için zemin hazırlayacak.
Zapatistalar ve Chiapas’taki isyancı topluluklarla dayanışma! 1994 İsyanı’ndan sonra özerkliklerini inşa ederken Ulusal Yerli Kongresi (CNI) üyesi ve Acteal’in Sivil Toplumu Las Abejas üyesi Simón Pedro Pérez López’in öldürülmesine de yol açan devletin ve paramiliter saldırıların sürekli hedefindeler.
Şili’de mücadele eden halklarla dayanışma! İsyan esnasında tutuklanan politik tutsaklarla topraklarına el konulmasına karşı savaşan ve Şili devletinin baskıcı şiddetine maruz kalan Mapuche’nin yerli topluluklarıyla dayanışıyoruz. En son yaşadıkları şey, 29 yaşındaki Mapuche Pablo Marchant’ın 10 Temmuz’da La Araucanía Bölgesi’ndeki Carahue komününde Carabineros tarafından öldürülmesiydi.
Devletin kanlı şiddetine, işkencelere, tutuklamalara, kurşuna dizmelere ve eylemlere katılanlara yönelik tecavüzlere rağmen 28 Nisan’dan bu yana sokaklarda savaşan isyancı Kolombiya halklarıyla dayanışma!
Irkçı İsrail devletine ve devletin baskıcı güçlerinin Filistinlilere yönelik şiddetli saldırıları, onları topraklarından çıkarma operasyonları, Gazze’deki ambargo, kapatılan duvar yoluyla dayatılan modern Apartheid’a karşı Filistin mücadelesiyle dayanışma! Filistin topraklarını yöneten aynı otoriteler tarafından uygulanan baskı, temel ihtiyaç maddelerinin ve sağlık hizmetlerinin yokluğu, askeri karakollar, tutuklamalar, işkenceler, keskin nişancı cinayetleri ve bombalamalara karşı Filistin mücadelesiyle dayanışma!
1 Şubat askeri darbesine karşı ayaklanan, yüzlerce ölüme ve yaralıya rağmen grev ve eylemler ile -direniş için oluşturulan, anarşistlerin de toplumsal çatışmalarda ön saflarda yer aldığı ezilenlerin öz savunmasıyla- mücadele eden Myanmar halkıyla dayanışma!
Belarus, Yunanistan, Myanmar, Şili, Kolombiya, Venezuela, Küba ve dünyanın diğer birçok yerindeki mücadele hareketlerine katılımlarından dolayı var olan baskıdan etkilenen anarşistlerle dayanışma!
76 yıl sonra İberya Devrimi’yle aynı günde, önceden var olan baskıyı yenisiyle değiştirmeyen, başka bir ulus-devletin kurulması için değil demokratik konfederalizm için savaşan Rojava ile dayanışma! Temeline ekolojiyi ve kadın özgürleşmesini alarak, çok kültürlü bir kimlik oluşturarak Kürtleri, Arapları, Süryanileri ve diğer halkları bir araya getiriyorlar. Devletin saldırılarına, kapitalist ve faşist saldırılara karşı toplumsal örgütlenme ve öz savunma yapıları inşa ediyorlar. Türk devletinin savaş operasyonlarına ve askeri işgallerine karşı direniyorlar.
Kuzey Amerika ve Kanada’dan Meksika, Brezilya, Arjantin ve Şili’ye kadar sermaye tarafından sömürülmek için topraklarının devletler tarafından ele geçirilmesine karşı tüm zulme, tutuklamalara ve cinayetlere rağmen mücadele eden Amerika yerli halkları ile dayanışma!
Halklarla Savaşan Devletler Kaybedecek!
Toplumsal Devrim İçin Örgütlenmeye ve Mücadeleye
Anarşist Politik Örgütlenme – Kolektifler Federasyonu (APO – Yunanistan)
Devrimci Anarşist Federasyon (DAF)
İtalya Anarşist Federasyonu – Uluslararası İlişkiler Komisyonu (FAI – İtalya)
GLOBAL SOCIAL REVOLUTION OR STATE AND CAPITALIST BRUTALITY
Statement of Internationalist Solidarity for the 85 Years Since the Spanish Revolution
On July 19th 1936, the sirens of the factories in Barcelona do not sound for the beginning of the shift. It is the agreed signal of the Confederacion Nacional del Trabajo – CNT for the action of factory committees towards the confederation’s defense committees. The fascist army, having previously neutralized the government of Catalonia (which refused to provide CNT with arms), invades the city. CNT, FAI and Libertarian Youth have already organized the social and class defense, by expropriating weapons, which are distributed to the organized proletariat. Barricades are built, while thanks to information gathered by CNT-FAI it is known to the revolutionaries as to when the fascist army would attack the city. . Throughout Spain, where the people follow the indications of the CNT and FAI by arming themselves and denying trust in state institutions, the pronouncement of the generals is defeated. In three years of civil war, the only victories of the republic (liberation of Aragon, liberation of Teruel) show the decisive contribution of the confederal militias.
The worker and agrarian communes became a reality, CNT and FAI managed what from that point on is no longer inconceivable. Social and class emancipation, a society of federated communities, the world of libertarian communism is not just the most beautiful idea, it is a fact which was realized in Spain by the people in arms during the Revolution.
Today, 85 years after the Social Revolution in Spain, the politically, ideologically, morally and economically bankrupt system, having nothing else to promise but wars, exclusion and impoverishment, has been preparing itself against the prospect of a dynamic expression of the generalized social discontent, both locally and internationally. This is a period when the states and the bosses are fiercely attempting to impose on the social majority their narrative on the “end of history”. They are striving to convince in every way possible that there is no other alternative for human societies but the one in which the great social majority will be forced to live stigmatized by poverty, hardship, disease, wars and destruction. The state and capitalist machine escalates inequality, repression and exploitation, while the deadly pandemic of covid-19 that operates as an accelerator of the systemic crisis is used for the intensification of this generalized attack against society and its resistance.
The authority is waging this full-scale attack with the aim to control human societies, to impose absolute power on them, to loot nature and all its resources. From Syria to the US, from Istanbul to Western Europe and South America, the political and economic bosses have targeted the exploited and the repressed, foreshadowing even more repression, plunder and death.
Against the state and capitalist attack, social and class resistance from below emerges and raises barricades in every corner of the earth. From the demonstrations, the self-organized and unmediated forms of struggle, the strikes, the occupations and the clashes with the repressive forces of the political and economic bosses to the revolts, which are sending the message of constant resistance and the Revolutions that continue to remind us that history has not ended, that the creation of another society in which there will be no exploitation of one human being by another is possible.
These struggles form the mosaic of resistance, hold the thread of the idea of social emancipation through time and prepare the ground for gobal Social Revolution.
Solidarity with the Zapatistas and the rebelious communities in Chiapas, which after the revolt of 1994 are building their autonomy, while being under constant state and parastatal attacks that led also to the murder ofSimón Pedro Pérez López, member of the National Indigenous Congress (CNI) and member of the Civil Society Las Abejas of Acteal, by paramilitaries connected to drug mafias.
Solidarity with the people who struggle in Chile, with the political prisoners of the revolt and the indigenous communities of Mapuche, who have been fighting against the seizure of their lands and have been facing the repressive violence of the Chilean state, with most recent event the murder of a 29 year old Mapuche Pablo Marchant, by the Carabineros, in the Carahue commune, in the La Araucanía Region on July 10th.
Solidarity with the revolted peoples of Colombia that have been fighting on the streets since the 28th of April till this day, in spite of the murderous state violence, the tortures, the arrests, the shootings and the rapes against demonstrators.
Solidarity with fighting Palestine against the racist state of Israel and the modern apartheid which has been imposed through the violent attacks of the state repressive forces against the Palestinians, the operations of expelling them from their lands, the embargo in Gaza, the wall that has been built around it, repression exercised by the same authorities that govern the Palestinian territories the lack of basic goods and healthcare, the military posts, the arrests, the tortures, the murders by snipers and the bombings.
Solidarity with the people in Myanmar who have revolted against the military coup of February 1st and, in spite of the hundreds who have died and have been wounded, are resisting through strikes and demonstrations,through the combative stand of the militias that have been created for the self-defence of the repressed and with the anarchists being at have been on the frontline of the social clashes.
Solidarity with the anarchists hit by the repression also for their participation in struggle movements, in Belarus, Greece, Myanmar, Chile, Colombia, Venezuela, Cuba and many other countries of the world.
Solidarity with Rojava, where the revolted people are fighting for democratic confederalism and not the formation of another nation-state, replacing the preexisting repression with a new one, on the same day of Spanish Revolution after 76 years. By placing at its core ecology and woman emancipation and creating a multicultural identity, it brings together Kurds, Arabs, Assyrians and other populations. It builds structures of social organization and self-defence against state, capitalist and fascist attacks. It resists to the continuous war operations and the military invasions of the Turkish state.
Solidarity with the indigenous peoples of the Americas who are still struggling against the seizure of their lands by the states, in order to be exploited by the capital, from North America and Canada, to Mexico, Brazil, Argentina and Chile, despite of the persecutions, imprisonments and murders against them.
THE STATES THAT FIGHT THE PEOPLES WILL BE DEFEATED!
ORGANIZATION AND STRUGGLE FOR GLOBAL SOCIAL REVOLUTION!
Anarchist Political Organization-Federation of Collectives (APO- Greece)
Revolutionary Anarchist Federation (DAF)
Federazione Anarchica Italiana- Commissione Relazioni Internazionali (FAI – Italy)
The post İberya Devrimi’nin 85. Yılında Uluslararası Dayanışma Açıklaması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İberya Devrimi’nde Stalinistler Tarafından Katledilen İtalyan Anarşist: Luigi Camillo Berneri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bazen bir barikatta faşistlerle çarpışıp devrime omuz vererek, bazen yüzlerce yayında anarşizmi ve mücadeleyi anlatarak, bazen özgürlükçü görünüp özgürlüğe faşistler kadar uzak olanların maskelerini düşürerek… Farklı tarihlerde farklı coğrafyalarda ayak bastığı her alanda özgürlük mücadelesi veren ve anarşizmi örgütleyen Luigi Camillo Berneri 124 yıl önce bugün doğdu. Meydan Gazetesi olarak yayınlarımıza ilham veren yoldaşlarımızdan olan ancak Türkçe kaynaklarda hakkında pek bilgi bulunamayan Berneri’nin yaşamını sizlerle paylaşıyoruz.
Luigi Camillo Berneri, 20 Mayıs* 1897’de Kuzey İtalya’nın Lombardiya bölgesindeki Lodi’de doğdu. Babası kendini yetiştirmiş yerel bir memurdu; annesi Adalgisa Fochi ise ilkokul öğretmeniydi. Eğitim üzerine yazılar yazıp okuryazarlığın teşvikine yönelik konferans ve projelerde yer alırdı. Babası Garibaldi’nin kırmızı gömleklilerinden biriydi, büyükbabası ise ‘Carbonari’ gizli topluluğunun üyesi ve Mazzini takipçisiydi.
Camillo olaylı bir çocukluk geçirdi. Yetersiz beslenme ve açlık yüzünden henüz bir kaç aylıkken neredeyse ölüyordu. Ailesi annesinin bir eğitim dergisi için yazmaya başlayacağı Milan’a taşındı. 1904’te Sicilya’nın Palermo kentinde tifüs hastalığına yakalandı. 1905’te krallığın “en kızıl” ve en cumhuriyetçi bölgesi olan Romagna’nın Cesena ve Forli kasabalarında yaşadı. Varallo Sesia’dayken ise gastroenterit hastalığına yakalandı. Camillo Berneri’nin politik faaliyetlerine başlaması ise Reggio Emilia’ya taşındıktan sonra oldu.
1912’de, İtalya’da solcu bir yönetim tarafından yönetilen ilk yerlerden olan kasabasında bir kongre düzenlendiğinde hâlihazırda İtalyan Sosyalist Gençlik Federasyonu’nun (FGS) üyesiydi. Berneri, “kültürcü” eğilimin bir parçasıydı, yani partiyi haklarının farkında olmalarını sağlamak için insanlara kültürel aydınlanma getirmenin bir aracı olarak görüyordu. 1 Şubat 1914’te, hâlâ bir sosyalist olan genç Mussolini’nin tarzında, “l’Avanguardia” (“Eski Ahit’in Yalanları” başlıklı) için din adamlarına yönelik saldırılarla dolu bir yazı olan ilk makalesini yazdı. “L’Avanguardia”nın editörü Lido Caiani’nin Mussolini’nin ardından “müdahaleci”(Avusturya-Macaristan’a karşı savaş ilan edilmesinin savunulması) bir tutum benimsemesi uzun sürmedi. Berneri ise (1921 Yılında İtalyan Komünist Partisi’nin kurucusu olacak olan) Amadeo Bordiga ile beraber Caiani’yi gazeteden uzaklaştırdı.
Berneri’nin Sosyalist Parti ile çatışması, eski sosyalist Cesare Battisti’nin düzenlediği miting sırasında Reggio Emilia’daki ayaklanmalar ile ayyuka çıktı. Partinin savaş konusundaki resmi pozisyonu belirsizdi, “ne destek ne de sabotaj” diyorlardı. Ancak Berneri kesinlikle savaşa karşıydı. Reggio Emilia Sosyalist Federasyonu Merkez Komitesinden ayrıldı ve yirmi yaşındaki anarşist bir ciltçi olan Torquato Gobbi ile arkadaş oldu. Berneri, on altı yaşındaki zeki ve çalışkan bir anarşist olan Giovanna Caleffi ile tanıştı ve yaşamlarını birleştirdiler. Giovanna “Harem, aşık olduğunuz bir kadına kıyasla çeşitlilikten yoksundur”u yazması için ona ilham verecekti. (Giovanna ve kızları Marie Louise’le Giliana Berneri de anarşizm mücadelesine büyük katkıları olmuş anarşistlerdir. Ayrıntılı bilgiye gazetemizde yayınladığımız “Tarihteki Anarşist Kadınlar” serisinden ulaşılabilir.) Artık bir anarşist olan Berneri, askere alındıktan sonra, Elba Adası yakınlarındaki Pianosa’da -hapse girmek pahasına- subaylar arasında bile antimilitarizm propagandası yapmaya başladı.
Savaş bittikten sonra, sürgünden yeni dönmüş olan Errico Malatesta’ya katıldı ve onunla beraber ‘Umanità Nova’ üzerinde çalıştı. Floransa’da (daha sonra Nazi karşıtı bir Eylem Partisi olan ve İtalyan demokratik anayasasının “babası”) Piero Calamandrei’yi ve Gaetano Salvemini’nin üniversite derslerine katıldığı Nello ve Carlo Rosselli’yi ziyaret etti. Faşist grupların saldırıları karşısında dirayet ve kararlılık politikası üzerinde anlaştılar. Berneri ayrıca Bonaventura’nın psikanaliz derslerine de gitti, bunun faydasını da Benito Mussolini’nin psikolojisi üzerine bir makale yazdığında görecekti.
Faşist baskı nedeniyle Floransa’yı terk etmek zorunda kaldı ve bir öğretmen okulunda çalışmak üzere Umbria’ya göçtü. Devam eden politik propaganda faaliyetleri sebebiyle eşi ve kızlarıyla birlikte Fransa’ya göçmek zorunda kaldı.
“Tehlikeli bir anarşist” olduğu gerekçesiyle Fransa’dan kovuldu ve ardından Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Almanya ve İspanya’dan kovuldu. Artık başka bir ülkeye gönderilemezdi, yasal olarak sadece Fransa’da kalabilirdi.
Paris’te 1930’ların en çok aranan İtalyan sürgünlerini ağırladığı, anti-faşist profesör Salvemini adına kütüphanelerde ve gazetelerde dosyalama çalışmaları yaptığı küçük bir dükkânda geçimini sağladı.
Anti-faşist bir katolik olan Guido Miglioli, onu Ermanno Menapace ile tanıştırdığında ve ona kefil olduğunda sorunlar başladı. Ancak Menapace, anti-faşist bir sürgün değil faşist rejimin gizli siyasi polisi olan OVRA’nın tehlikeli bir ajanıydı. Casus, Berneri ve Giuseppe Donati arasında ortaya çıkan bölünmeleri istismar etti ve Berneri’yi, rejimi Matteotti ve Argentalı papaz Giovanni Minzoni cinayetleri sebebiyle suçlayan Katolik anti-faşist Donati’ye karşı yazılar yayınlamaya teşvik etti. Donati’ye de bir OVRA casusu yanaştı, o da Berneri’ye karşı yazıları fonladı.
Carlo Rosselli ve Emilio Dolci italyan hapishanelerinden kaçıp Paris’e ulaşmayı başardığında durum daha da karmaşık bir hal aldı. Nice’de ve Cannes’da barlarda bombalar patladı. Sorumluluk, anarşistlerin suçlanmasını bekleyen ve Fransız hükümetini onları ülkelerine geri göndermeye zorlayan faşist rejime aitti. Bu arada Camillo Berneri Brüksel ziyareti sırasında, Rocco ortak ceza yasasının arkasındaki adam olan Alfredo Rocco hakkında bir ‘saldırı’ hazırlıyordu. Menapace, Berneri’nin elinde bir tabanca ve Adalet Bakanı Rocco’nun bazı fotoğraflarıyla Belçika’da tutuklanmasını sağlayacak şekilde bu kumpası kurdu. Böylece Berneri yakalandı ve Menapace Roma’ya döndü. 22 Şubat 1930’da mahkemede Berneri’nin arkadaşları beraat etti ancak kendisi altı ay hapis cezasına çarptırılırken Menapace, her şeyi ayarladığı kabul edildiği için ‘gıyaben’ iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. Berneri, Fransa-Belçika sınırının diğer tarafına geçince aynı olaylar nedeniyle ikinci bir duruşmaya gitti ve bir yıl iki ay hapis cezasına çarptırıldı. 14 Temmuz 1931’de affedildi ve ülkeden ihraç edildi, ancak çevre ülkelerde zaten istenmeyen (‘persona non grata’) ilan edildiği için Berneri, yine Paris’te kaldı.
Paris’teki hayatı metinler hazırlamak ve İtalyan sürgünlerini anarşizme örgütlemeye çalışmakla devam etti. Avrupa ve Kuzey Amerika’nın anarşist yayınlarındaki sayısız özgürlükçü makalesi, bir yazar olarak Berneri’nin ne kadar üretken olduğunu gösteriyor. İlk dikkat çeken eserlerinden ‘Duce’ Mussolini’nin psikolojisi üzerine bir çalışmaydı ve onu teatral bir aptal olarak değil insanları boyun eğdirmek için teatral hileleri nasıl kullanılacağını bilen kurnaz bir politikacı olarak yorumluyordu. Gramsci ise Mussolini’yi basit bir politikacı değil de basit bir diktatör olarak görüyordu. Bir diğer önemli konusu da anti-semitizmdi. Bunu sadece ‘El delirio racista’da (Irkçı Deliryum) ve’ Le Juif antisémite’de (Anti-Semitist Yahudi) metinlerinde değil, aynı zamanda arkadaşlarına yazdığı birçok mektupta da görebiliriz. Pek çok Marksist Yahudi tarafından ifade edilen “kendinden nefreti” analiz etti ve Yahudi sorunundaki utanç verici sessizliğinden dolayı Marx’a saldırdı. Holokost’u öngören Berneri, “Anti-semitizm, bir süre sonra insanlığın en büyük aptallık biçimlerinden biri olacak” diye yazdı. Yahudilere sempatisi, vatanı olmayanlara duyduğu hayranlıktan kaynaklanıyordu; “vatansızlar, büyük insan ailesinin temellerini oluşturmak için en uygun olanlardır” diye yazdı. Ancak bir yıl sonra 1938 İtalyan ırk yasalarına maruz kalacak olan- Torino’daki faşist Yahudiler, dergileri ‘La Nostra Bandiera’da’ “Anti-Semitist Yahudi” metnine saldırdılar.
Berneri’nin devlet kavramına teorik saldırısı, bürokrasiyi ister burjuva ister “Sovyet” olsun, merkeziyetçi devletin bir baskı aracı olarak tanımlamasıyla şekillendi. Bu, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, onunla Troçki arasında büyük tartışmalara yol açtı. Troçki, Sovyet bürokrasisi kavramını “tarihsel bir saçmalık” olarak gördü; Berneri için bu bir saçmalık değildi. Sovyet toplumunun “sınıfsız” olmasına çabalanması yerine, proleterlerle otokratik bürokratlar arasında bir bölünmeye yol açan devlet aygıtını sürdürmeye çalışmanın doğal bir sonucuydu.
12 Temmuz 1936’da İspanya’daki ‘darbe’ haberi Paris’e ulaştı. İtalyan anti-faşistler dudaklarında “Bugün İspanya, yarın İtalya!” sloganıyla yola çıkmaya hazırlandı. Berneri 25 Temmuz’da bir koli tüfek ve cephane ile Katalonya’ya geldi. Ona hemen Ekonomi Konseyi’nde bir pozisyon teklif edildi ancak bir hükümet bakanlığı ile muhatap olduğunu anladığı anda bunu reddetti.
Berneri bunun yerine Barselona’daki Plaza de los Toros’ta 100.000 kişinin önünde bir mitingi örgütledi, beraberinde İtalyan anarşistlerin selamlarını ve İberya devrimiyle dayanışmalarını getirdi.
Sonrasında Angeloni ve de Santillán (CNT-FAI’den) ile Pedralbes kışlasındaki Francisco Ascaso Taburu’nda (daha sonra Bakunin Taburu olarak yeniden adlandırıldı) İtalyan anarşistlerinden oluşan bir birlik kurdu. 19 Ağustos’ta Barselona’nın sevinçli kalabalıklarını Aragon cephesine gitmek için arkasında bıraktı. 21’inde Vicien’e vardılar ve Huesca ile Zaragoza arasındaki yola hâkim olan Galocha ovasını aldılar. 23 Ağustos’ta Angeloni, Perrone ve Centrone isimli anarşistlerin yaşamlarını yitirdiği ve Angeloni’nin Enternasyonel’i söylediği “çıplak dağ”daki sert çatışmalara katıldı. Saldıran faşist birlikler tamamen geri püskürtüldü. Görme ve işitme sorunlarından dolayı Berneri cepheden gerisine gönderildi, Barselona’ya döndü.
Barselona’da, Balear Adaları’na yaklaşan faşist çıkarmaların önemli sonuçları konusunda insanları uyarmaya çalıştı, propaganda çalışması yaptı, Katalan özerkliğine zarar veren uzlaşma siyaseti nedeniyle Madrid hükümetine saldırdı. Fransız ve İngiliz hükümetlerinin belirsiz davranışlarını eleştirdi, “Guerra di Classe” için yazdı ve sık sık Durruti’nin Dostları grubunu ziyaret etti.
Komünist Parti ile çatışmalar patlak verdiğinde, diğer anarşistlerle yaşadığı evi 4 Mayıs 1937’de saldırıya uğradı. Hepsi “karşı devrimci” olarak fişlendi, silahsızlandırıldı, kimliklerinden mahrum bırakıldı ve sokağa çıkmaları yasaklandı. 5 Mayıs 1937’de İtalya’dan Antonio Gramsci’nin faşist bir hapishanede öldüğüne dair haberler geldiğinde sokaklarda hâlâ ateş ediliyordu. Sonra Berneri, kızına son mektubunu, son duygusal vasiyetini yazdıktan sonra dışarı çıktı ve ‘Ordine Nuovo’da yazan Gramsci’nin ölümünü anmak için Barselona Radyosu’na doğru yürüdü: “Anarşistlerin düşmanı yapılmamıza asla izin vermemeliyiz; düşmanların birbirinden çok az farklılıkları olan değil birbiriyle çelişen fikirleri vardır.”
Berneri, Barselona Radyosu’ndan ayrılarak Plaça de la Generalitat’a doğru yöneldiğinde bazı Stalinistlerin arkasından seslendiğini duydu. Henüz arkasına dönüp bakamamışken makineli tüfeklerle ateş açılarak infaz edildi ve cansız bedenini sokakta bıraktılar.
Kaynak: Libcom.org
(*Doğum tarihi farklı kaynaklarda 20 Mayıs, 28 Mayıs, 20 Temmuz olarak değişkenlik gösteriyor. İtalyanca ve İspanyolca kaynaklarda daha sık geçen 20 Mayıs’ı esas aldık.)
The post İberya Devrimi’nde Stalinistler Tarafından Katledilen İtalyan Anarşist: Luigi Camillo Berneri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Barselona, Bavyera, Pireneler Faşizmle Mücadelede Anarşistler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>1930’ların ortasında Avrupa’nın orta yerindeki iki ülkede gittikçe güçlenen faşist iktidarlar tüm dünya için açık bir tehditken İberya Yarımadası’nda gerçekleştirilen devrim de “faşizme karşı direniş” temeliyle 18 Temmuz 1936’da doğmuş oldu. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Franco’nun piyadeleri, Mussolini’nin kara gömleklileri ve Hitler’in savaş uçaklarına karşı verilen mücadele, faşizme karşı direnişin de ipuçlarını verecekti. Bir yandan on yıllardır ilmek ilmek ördükleri yeni dünyayı yaratırken bir yandan da bütün dünya halklarına yol gösterircesine faşizme karşı mücadele edenler, kuşkusuz dünya savaşında da yerlerini aldılar.
On yıllar boyunca İberya Yarımadası’nın dört bir yanında özgürlük için dövüşen anarşistlerin kavgası, 1936’da Barselona barikatlarından Aragon siperlerine ulaştıktan sonra sınırın ötesinde de durmayacaktı. İberya Devrimi’nin hiçbir zaman unutulmayan militanı Durruti’nin adını taşıyan taburun anarşist milisleri; Zaragoza kıyılarından, Madrid savunmasından sonra Pireneler’e tırmanacak, Nazi ordularına karşı Norveç’ten Kuzey Afrika’ya kadar çarpışıp faşizme karşı Hitler’in Bavyera’daki Kartal Yuvası’na kadar mücadele edecekti.
Doğu Pireneler
İspanya’da faşistlerin ilerleyişi, onbinlerce göçmenin yanı sıra bir o kadar antifaşist direnişçinin Fransa sınırına dayanmasına neden oldu. Fransa’daki bazı gazeteler “İsyan Ordusu Fransa’da Yeniden mi Örgütlenecek?”, “Sınırlarımızı FAI ve POUM’un Silahlı Gruplarına Kapatın!” diye yazmaya başlamıştı bile. Göçmen akını nedeniyle Doğu Pireneler Bölgesi’nin nüfusu iki katından fazla arttı. O tarihlerde Fransa’da bulunan Durruti Taburu’nun bir üyesi olan Antonio Herrero yaşananları “Göçmenlerin en tehlikelileri olarak görüldük.” diye anlatırken Fransa’da düzenin savunucuları, anarşistlerin Fransa’ya toplumsal devrim getireceğinden açıkça korkuyordu. Bu Doğu Pireneler, 1965 yılına kadar varlığını sürdürecek olan Maki gerillalarının da konumlandığı bölge olacaktı.
Göçmenler Argeles-Sur-Mer, St. Cyprien ve Barcares sahillerinde kazıklar ve dikenli tellerle kapatılmış toplama kamplarında tutuldular. Bunların içinde “suçlu” veya “radikal” olarak tanımlananlar, Collioure Kalesi ve Le Vernet’teki hapishane kamplarına götürüldü. Burada göçmen anarşistler ağır çalışma şartları altında kamplarda tutuluyorlardı.
Hitler’in Yıldırım Savaşı ve Vichy Hükümeti
2. Dünya Savaşı başladığında, tamamına yakını endüstri işçilerinden veya köylülerden oluşan onbinlerce göçmen Fransa’da kamplarda tutuluyordu. Üstüne üstlük bu göçmenler faşizme karşı mücadelede de oldukça deneyimliydiler. Dolayısıyla Fransa, Nisan 1939’dan itibaren göçmenlere kampı terk etme hakkı tanıdı. Ancak kamptan ayrılmak isteyenler ya işçi şirketlerine girip çalışacak ya da Fransız Ordusu’na bağlı Yabancı Lejyonu’na katılacaktı. Durruti Taburu’nun da içinde bulunduğu 15000 kişi faşizme karşı direnişe cephede devam etmeyi seçti.
İspanyollar Hitler’in Yıldırım Savaşı’nın en sert cephelerine gönderildiler. Paris’in işgal edilmesinden sonra şehirdeki direniş hareketini örgütlemenin yanı sıra anarşistler Norveç buzullarından Kuzey Afrika çöllerine kadar her cephede çarpıştılar. Binlercesi yaşamını yitirdi veya Nazi toplama kamplarına esir düştüler.
14 Haziran 1940’ta Nazi ordularının Paris’e girmesinin ardından Fransa bölgelere ayrıldı. Fransa’nın kuzeyi Naziler tarafından işgal edildi. Orta-Güney Fransa ile Akdeniz kıyılarını içine alan ve İspanyolların da ağırlıklı olarak bulunduğu bölge General Petain’a bağlı Vichy hükümeti tarafından yönetiliyordu. Vichy hükümetinin Nazilerle bir arada uyum içinde yaşama temelinde başlayan politikaları, işgalcilerle iş birliğine kadar vardı.
Ağustos 1940’ta tüm sendikalar kapatıldı. Vichy hükümeti çoğunlukla üst ve orta sınıf, küçük sanayiciler ve finansörler, yerel patronlar ve toprak sahipleri ve yüksek statülü meslekler tarafından desteklendi. Bu tür destekçiler, yönetimin her kademesine hızlıca yerleştirildi. Köylülerin ve işçilerin gündelik yaşamı ve aile ilişkileri, ahlaki yaşam ve toplumsal değerler tümüyle katolik kilisesinin itaatkar modeliyle idealize edildi. Gençlik kampları ve kolorduları kuruldu. Ve elbette anarşistlerin fişlendiği listeler hazırlanarak bir kısmı hızlıca tutuklandı.
Vichy rejimi Naziler için zorunlu çalıştırma, direnişçilerin tutuklanması ve Yahudilerin sınır dışı edilmesinde aktif olarak çalıştı. SS ve Gestapo, Fransız Yahudi karşıtları ve faşistlerle hızlı bir şekilde temas kurarak Yahudiler ve devrimciler hakkında bilgi topladılar. Hitler Fransız milliyetçiliğine neden olacak herhangi bir şey istemediği için, faşizm hiçbir zaman tek bir faşist parti modeli ortaya çıkarmadan yerleştirilmeye çalışıldı.
Faşizme Karşı Kentlerde Direniş
Fransa’da direniş hareketi, aşağıdan yukarıya köklerinden büyüdü. İlk olarak neredeyse bireylerin ve küçük grupların gizli girişimleriyle başladı. İşgal altındaki Paris’te, Nazilerin “Öldürülen Her Alman Askeri İçin 10 Fransız Öldürülecek!” şeklindeki sloganının tersi sokaklara yazılıyor, Nazi askerlerini yanıltmak için sokak tabelaları tersine çevriliyordu. Gizli kitapçıklar ve gazeteler çıkaracak gizli gruplar oluşturuluyor, bu yayınlar el altından direnişçiler arasında dolaştırılıyordu. Bu propaganda, bireysel direniş eylemlerini örgütlü bir direniş hareketine dönüştürecek bir dayanışmayı yaratacaktı.
Bu küçük gruplar, yavaş yavaş daha geniş sabotaj ve silahlı mücadele hareketlerine ve Nazilere ilişkin istihbarat toplayan daha yaygın ağlara dönüştü. Kuzey’de Gestapo’dan şiddetli bir baskı görülürken Güney’de direniş daha hızlı büyüdü. Bu kısmen coğrafi faktörlerden ve kısmen de bölgenin Kasım 1942’den önce doğrudan Nazi kontrolü altında olmamasından kaynaklanıyordu. Ancak bir başka hayati faktör daha vardı: Anarşistler. İşgalin yaygınlık kazanamadığı ve direnişin en aktif olduğu bu bölgeler İspanya’dan gelen göç dalgasıyla anarşistlerin en yaygın olarak bulunduğu yerlerdi.
Daha çok Fransa’nın güneyinde aktif olan anarşistler, bazıları Fransız birliklerinde var olsalar da daha çok yerel direniş gruplarıyla kendi örgütlenmelerini yarattılar. Fransa’daki direniş grupları 1943 yılında Ulusal Direniş Konseyi (CNR) adı altında birleşti. Bu koordinasyon örgütü içerisinde CNT/FAI’li anarşistler, POUM ve UGT ile birlikte Alianza Democratica Espanola’yı (AGE) kurdular.
Birçoğu ileri derecede tecrübeli antifaşistler olan bu geniş göçmen grubunun varlığı direniş hareketinin ana eksenini belirleyecek, Fransız direniş gruplarını silahlı mücadeleye iten bu grup olacaktı. Direniş, Fransa’daki İspanyol göçmenlerin doğal haliydi. Onların, Fransız ordusuna sadakat gibi bir dertleri yoktu. Barselona’daki barikatların arkasında başlayan faşizme karşı direnişte Hitler’in ve Mussolini’nin birliklerine karşı zaten mücadele etmişlerdi, şimdi aynısını Fransa’da da yapacaklardı.
Toulouse bölgesindeki Fransız Direnişi’nden Serge Ravanel’in de kabul ettiği gibi: “İspanya Devrimi sırasında yoldaşlarımız bizim sahip olmadığımız bilgileri edindiler; bombaları nasıl yapacaklarını biliyorlardı. Nasıl pusu kuracaklarını biliyorlardı; gerilla savaşı hakkında derin bir bilgiye sahiptiler.” Bu uzmanlığa ek olarak anarşistlerin cesaretleri savaşta emsalsizdi ve mücadeleden asla kaçmadılar.
Göçmenlerin zorla çalıştırıldığı bazı fabrikalarda, Nazi ordularının kullanacağı silahlar üretiliyordu. İspanyolların çalıştırılmaya başlandığı her fabrikada bozuk araç sayısı hızlıca artmaya başladı. Bu “ufak arıza”lar gün geçtikçe yerini daha büyük sabotaj eylemlerine bıraktı. Hızla ilerleyen hareket, endüstriyel tesislerin dinamitlenmesine, Nazilerin askeri geçit törenlerine, kışlalara el bombası saldırılarına ve bireysel suikastlere dönüşüyordu. İspanyol anarşistler yapımına daha önceden başlanmışsa da bir Nazi kolordusu tarafından kullanılan Kartal Barajı’na (Barage de l’Aigle) sabotaj eylemi düzenledi. Yolları ve tünelleri havaya uçuran grup, sonunda barajın adını taşıyan 150-200 kişilik bir silahlı direniş taburuna dönüştü.
Faşizme Karşı Gerilla Savaşı: Makiler
Savaşın başından beri Pireneler’de bulunan anarşistlerin oluşturduğu gerilla grubu Makiler, direniş hareketinin en önemli parçalarından biriydi.
1942’ye gelindiğinde direniş daha geniş bir örgütlülük alanı kazanmıştı. SS’in Paris’te kontrolü giderek arttırmasıyla Nazi fabrikaları için işçi talep eden kararnameler yayınlanmaya başlamıştı. Fransa’daki Yahudiler toplama kamplarına götürülüyor, Vichy hükümetinin kontrolündeki alanlar da parça parça işgal ediliyordu. Nazi işgalinin yayılması direnişi de büyütecekti.
Haziran 1942’de Nazi fabrikalarında Fransız işçilerin zorla çalıştırılmasını içeren bir kararname yayımlandı. Zorla çalıştırılmaya karşı çıkarak şehirde kaçak konumuna düşen binlerce Fransız için tek sığınak dağlardı. Bu şekilde binlerce kaçak işçi Makilere katıldı.
Makilerin gittikçe güçlenmesiyle birlikte şehirdeki direniş hareketiyle aralarında görüş ayrılıkları başladı. Şehirdeki milis grupları çeşitli sabotaj eylemlerinin yanı sıra müttefik ordularının Nazilere yönelik gerçekleştireceği çıkarmalara paralel olarak bölgesel ayaklanmalar çıkarmayı savunurken, Makiler 20-30 kişilik gerilla gruplarıyla Nazilere doğrudan zarar vermek için planlanmış saldırılar yapıyordu.
Güneydeki direniş hareketi birkaç bölgede halkı harekete geçirerek topyekün ayaklanma girişiminde bulundu. Ancak halk o bölgelerde Nazilere karşı silah ve sayı olarak güçsüzdü. Anarşistler, hafif silahlı birliklerin topçu, zırhlı ve hava desteği olmadan topyekün savaşa giremeyeceği konusunda tecrübeli oldukları için onları uyardılar ancak bu eylemlere katıldılar.
Normandiya Çıkarması öncesindeki 18 ayda, Makiler Nazilerin altyapısına büyük zarar verdi ve Nazi birliklerini Fransa topraklarında sıkıştırdı. Gerillalar demiryollarını, sanayi bölgelerini, güç istasyonlarını müttefiklerin hava gücünden çok daha kolay etkisiz hale getiriyordu ve istihbarat ağları belirleyici öneme sahipti. Haziran 1943 ile Mayıs 1944 arasında yaklaşık 2.000 lokomotif imha edildi. Yalnızca Ekim 1943’te demiryollarında 3.000’den fazla saldırı kaydedildi, 427’si ağır hasara yol açtı ve 132 tren raydan çıktı.
Kuzey’de gerillaların sayısı daha azken Nisan ve Eylül 1943 arasında, 278’i demiryollarına ve diğer altyapılara karşı gerçekleşen saldırılarda 950 Nazi öldürüldü ve 1.890’ı yaralandı. Normandiya’da anarşistler elektrik trafolarını, bir tren istasyonunu, şalt sahasını ve bir hava sahasının bir kısmını havaya uçurdu. Paris’teki anarşistler, Hitler’in “Büyük Parisi”nin komutanı General von Schaumberg’e ve zorla çalıştırmadan sorumlu General von Ritter’e suikast düzenledi.
Direnişin Zaferi
Müttefikler Fransa’nın güneyine hiçbir zaman girmedi. Fransa’nın güneyi tümüyle direnişçiler tarafından özgürleştirildi. Rhone’un batısındaki ve Loire nehirlerinin güneyindeki tüm alan Makilerin direnişiyle Nazilerden arındırıldı. Makiler, Haziran ve Ağustos 1944 arasında, bölgedeki Nazi karargahını ele geçirmeden önce defalarca Nazi konvoylarına saldırdılar ve birçok köyü kurtardılar.
Anarşist Libertad Taburu güneyde Cahors ve birçok kasabayı günler süren çatışmalar sonucunda özgürleştirdi. Şehirdeki direniş hareketiyle birlikte gerçekleştirilen -Toulouse’un özgürleştirildiği- saldırılara Makiler de katıldı.
Naziler, Marsilya’nın düşüşünün ardından Gardarea’dan çekilmeye çalışırlarken 32 İspanyol ve 4 Fransız’dan oluşan bir Maki grubu, 22 Ağustos 1944’te La Madeiline’de 60 kamyon, 6 tank, onlarca ağır silah ve 1300 askerden oluşan bir Nazi taburunu pusuya düşürdü. Makinalı tüfeklerle çevredeki tepelere konumlanan Maki gerillaları ilk saldırıdan sonra çevredeki tüm bağlantı yolu ve köprüleri havaya uçurarak bütün taburu sıkıştırdı. Bir tabura karşı 36 anarşist gerillanın savaşı 2 gün sürdü, 3 Maki yaralandı, 110 Nazi öldürüldü. Taburun komutanı Nazi subayı intihar ederken 200’ü yaralı halde bütün tabur teslim oldu.
21 Ağustos 1944’te Paris’te başlayan ayaklanmaya 4000’i aşkın Maki gerillası katıldı. Paris sokaklarına kurulan barikatların ardındaki silahlı anarşist gerillaların fotoğrafları, tıpkı 1936 Barselonası’nı andırıyordu. Sokak çatışmaları sürerken Normandiya sahillerine çıkan müttefik birlikleri de kente girmeye başladı. İlk gelen grupların önünde yürüyen tankların isimleri dikkat çekiyordu: “Guadalajara”, “Teruel”, “Madrid” ve “Ebro”. 3200 İspanyol’dan oluşan bu grubun çoğu, 1939’da esir kamplarından Fransız ordusuna giren ve Kuzey Afrika’da savaşmaya giden Durruti Taburu savaşçılarından başkası değildi.
Durruti Taburu’nun Barselona’da başlayan faşizme karşı direnişi Norveç’ten Kuzey Afrika’ya kadar uzanmış, şimdiyse Paris’teydi ve Paris’te de durmadılar. Paris’ten sonra Strasbourg’un Nazilerden temizlenmesine de katılan grup, Hitler’in Kartal Yuvası Berchtesgaden’in ele geçirildiği operasyona katılacak, Nazilerin Bavyera kayaklıklarının ardında kurduğu kaleyi de ayaklarının altına alacaktı.
Sonuç
Tıpkı Barselona’da olduğu gibi Doğu Pireneler’de de anarşistlerin direnişten anladığı yalnızca silahlı mücadele değildi. Tıpkı Barselona’da olduğu gibi Doğu Pireneler’de de gündelik yaşamı örgütlemek ve toplumsal yaşamı yeniden yaratmak için yerel örgütlenmeler kurdular. Fakat anarşistleri tehdit olarak görenler sadece Falanjistler olmadığı gibi sadece Naziler de değildi. Savaştan sonra De Gaulle ve müttefiklerinin Fransa’nın güneyini devrimci güçlerin kontrol ettiğini görmeye niyetleri yoktu. Makiler her zaman için bir tehdit oluşturuyordu çünkü bir gerilla ordusu her zaman için devrimci bir orduydu.
De Gaulle, 6.000 anarşist gerillanın “Pireneler’in ötesinden getirdikleri devrimci ruhla aşılanmış” olan Toulouse’da “devrim”den korkuyordu. Amerika’ya Fransa’nın düzenli bir ulusal ordusunun bulunduğunu, Müttefik işgaline gerek olmadığını göstermek ve iktidarını sorunsuz bir şekilde yeniden tesis etmek için bu silahlı grupları ortadan kaldırmak zorundaydı. Bu korkuyla başa çıkmak için Makilere, Atlantik limanlarındaki Nazi garnizonlarına saldırı için normal Fransız kuvvetlerine katılma veya silahsızlanma seçeneği sunuldu.
Binlerce İspanyol, faşizme karşı mücadelede yaşamını yitirmişti. Nazilerin 1945’te teslim olmasıyla İspanyollar, anlaşılabilir bir şekilde, Müttefiklerin dikkatlerini Franco’ya çevireceğine, Hitler ve Mussolini desteği olmadan onun hızla ezileceğine inanıyorlardı. Aslında birçoğu başından beri, on yıllardır uğruna savaştıkları devrim için tekrar İspanya’ya dönme beklentisiyle mücadele ediyordu. İspanya’da antifaşist gerilla faaliyeti savaş boyunca devam etti. Bu arada Cezayir ve Fransa’daki sürgünler Amerikan depolarından “ödünç alınan” silahları stoklamış, İspanya’ya dönüş için hazırlanıyorlardı. Aynı şekilde, Fransız 2. Zırhlı Tümeni ile birlikte Bavyera’ya kadar mücadeleye devam eden Durruti Taburu’nun üyeleri de cepheden kaçırdıkları silahları İspanya’ya götürmenin yollarını arıyordu.
1945’te Franco yalnız kalmıştı. İngiltere, Rusya ve ABD tarafından kınandı; Birleşmiş Milletler’den dışlandı. İngiliz İşçi Partisi hükümeti 1945’teki seçimlerinden önce, “Franco sorununa” hızlı bir çözüm sözü vermişti. Ancak ne yazık ki tarih, devletlere güvenilmeyeceğini bir kez daha kanıtladı. İşçi Partisi hükümeti verdiği sözlere rağmen bunun tamamen İspanya halkının iç meselesi olduğunu ve “o ülkede iç savaşa izin vermek veya bunu teşvik etmek” istemediklerini savundu. Ekonomik abluka ve uluslararası izolasyon, Franco’yu aylar içinde bitirirdi ancak devlet devleti korudu. Resmi tarih anlatısına göre Franco’ya dokunulmamasını 2. Dünya Savaşı’na resmi olarak girmemiş olmasına bağlayanlar olsa da dünyanın yeni demokrat Nazileri için asıl sorun Franco değil 1936’nın İberyası’ydı. Franco’yu buna tabii ki tercih ettiler. İlerleyen yıllarda Franco’nun kademeli meşrulaşması gerçekleşti ve Franco’nun Falanjist İspanyası 1955’te Birleşmiş Milletler tarafından tam olarak tanınarak pek de yeni olmayan dünya düzeninin masasında yerini aldı.
Makiler mi? Makiler son gerillaya kadar faşizmle mücadeleye devam ettiler. 1944 ve 1950 yılları arasında Franco’nun İspanyası’nda yaklaşık 15.000 gerilla ülkenin yarısını mücadele alanına çevirdi. Birçok falanjiste yönelik gerçekleştirilen saldırılar, yer altında devrimci mücadeleyi sürdüren gruplarla kurulan irtibat ve bir gerilla grubu için şaşırtıcı şekilde güçlü olan istihbarat faaliyetleri Franco’ya yönelik havadan bombalayarak suikast girişimine kadar ilerledi. Faşizme karşı direniş Barselona ve Bask bölgelerinde 250 bin kişiye varan grevlerle devam etti. Gerillalar, Franco’nun etkileyici polis ve askeri aygıtına karşı tek başlarına direnmek zorunda kaldılar. 1950’li yıllarda kırdaki gerilla mücadelesi seyrelmeye başlarken Barselona, Madrid, Valencia ve diğer şehirlerde şehir gerillası mücadelesi on yıllarca devam etti. Makiler, son gerilla Jose Castro Veiga Mart 1965’te Galiçya’da çarpışarak ölene kadar mücadeleyi sürdürdüler.
Şamil Parlak
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.
The post Barselona, Bavyera, Pireneler Faşizmle Mücadelede Anarşistler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Durruti Öldü, Yine de Yaşıyor – Emma Goldman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Durruti Öldü, Yine de Yaşıyor!
Bir ay önce Madrid sokaklarında mücadelede gördüğüm Durruti yaşamını yitirdi.
İspanya’daki devrimci ve anarşist hareketin bu fırtınalı kuşağına dair önceki bilgilerim sadece yaptığım okumalara dayanıyordu. Barselona’ya vardığımda Durruti ve onun birliği hakkında birçok büyüleyici hikaye öğrendim. Bu hikayeler beni Durruti’nin faşizme karşı cesur ve yürekli milislerle birlikte mücadele ettiği Aragon cephesine gitmeye teşvik etti.
Uzun ve zorlu bir yol aşarak Durruti’nin bulunduğu karargaha akşama doğru tükenmiş bir halde geldim. Durruti ile birkaç dakika geçirmek canlandırıcı ve dinçleştirici bir iksir gibiydi. Montserrat kayalarından yontulmuş gibi güçlü vücuduyla Durruti, İspanya’ya geldiğimden beri gördüğüm anarşistler arasında en dikkat çekici figürlerden biriydi. Beni heyecanlandıran olağanüstü enerjisi, yakınındaki herkesi etkiliyor gibi görünüyordu.
Durruti’yi faaliyetin gerçek arı kovanında buldum. İnsanlar geldiler ve gittiler, telefonlar sürekli Durruti için çalıyordu. O sırada yeni, ahşap bir kulübe inşa eden işçilerin çekiç sesleri sağır ediciydi. Bütün bu gürültünün ve sürekli çalan telefonların arasında Durruti sakin ve sabırlıydı. Faşizme karşı ölüm kalım mücadelesi veren birinden zerafet ve sıcakkanlılık beklemiyordum ama beni sanki hayatı boyunca tanıyormuş gibi karşıladı.
Durruti’nin adıyla anılan birliğin ustalığı hakkında çok şey duymuştum. Daha önce en ufak askeri eğitimi ya da deneyimi olmayan 10,000 gönüllüyü askeri disiplin olmaksızın nasıl bir arada tutmayı başardığını öğrenmek konusunda oldukça meraklıydım. Durruti benim gibi yaşlı bir anarşistin bu soruyu sormasına şaşırmış görünüyordu.
“Bütün hayatım boyunca anarşisttim.” diye cevapladı. “Öyle de kaldığımı umuyorum. Doğrusu iyice düşünmem gerekiyor, askeri sopasıyla milislerini yöneten bir generale mi dönüştüm? Bize gönüllü olarak katıldılar, antifaşist mücadelemizde yaşamlarını ortaya koymaya hazırlar. Özgürlüğe -her zaman olduğu gibi- inanıyorum. Sorumluluk duygusuna dayanan bir özgürlük. Disiplinin zaruri olduğunu düşünüyorum ama ortak bir amaç ve güçlü bir yoldaşlık duygusuyla motive edilen bir ‘iç disiplin’in.” İnsanların güvenini ve bağlılığını kazanmıştı çünkü hiç kimseyle ast-üst ilişkisi kurmamıştı. O, onlardan biriydi. Onlar gibi yemek yiyor, onlar gibi uyuyordu. Kendi payına düşen yemeği, genellikle zayıf ve hasta olanlar için reddediyor; onların daha fazla ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Her savaşta onlarla aynı tehlikeleri paylaşıyordu. Durruti’nin başarısının sırrı kesinlikle birliğiydi. İnsanlar ona hayrandı. Sadece talimatlarını yerine getirmiyorlardı, faşizmi geri püskürtmek için en tehlikeli girişimlerde bile onu takip etmeye hazırlardı.
Oraya vardığım akşam, ertesi sabah gerçekleştirecekleri atağa hazırlanıyorlardı. Şafakla beraber bütün milisler gibi Durruti de omzunda tüfeğiyle yola koyuldu. Birliği ile birlikte faşistleri dört kilometre geri püskürttüler. Ayrıca düşmanın kaçarken arkasında bıraktığı kayda değer miktardaki cephaneliği de ele geçirmeyi başardılar.
Durruti’nin insanlar üzerindeki etkisinin tek açıklaması eşitliğe dayanan ahlak anlayışı değildi. Bir tane daha vardı; milislerde antifaşist mücadelenin derin anlamına dair farkındalık yaratabilme kapasitesi. Bu derin anlamı kendi yaşamında içselleştirmiş ve bunu yoksullara, ezilenlere aktarmayı öğrenmişti.
Durruti bana, cephede en çok ihtiyaç duyulduğu sırada izin isteyen milislere nasıl bir yaklaşım sergilediğini anlattı. İnsanlar belli ki onu iyi tanıyordu. Kararlılığını, çelikten iradesini biliyorlardı. Ama sert görünüşünün altında gizli olan duygudaşlığını ve nezaketini de biliyorlardı. İnsanlar ona evde hasta çocukları, eşleri olduğunu söylediğinde Durruti onlara nasıl karşı koyabilirdi ki?
Durruti, Temmuz 1936’nın şanlı günlerinden önce vahşi bir canavar gibi ülkeden ülkeye izi sürülen. Bir suçlu gibi hapishaneye kapatılan. Hatta idama mahkum edilen. Nefret edilen anarşist; uğursuz tiranlığın, burjuvazinin, kilisenin ve devletin nefret ettiği. Bütün kapitalist şeytanların “hissedebilme yetisinden uzak evsiz berduş” ilan ettiği Durruti. Onu ne kadar az tanımışlar. Onun sevgi dolu kalbini ne kadar az anlamışlar.
Hiçbir zaman yoldaşlarının ihtiyaçlarına kayıtsız kalmamıştı. Şimdi ise faşizme karşı devrimi savunan mücadelede herkesin yanında olmasına ihtiyacı vardı. Kesinlikle zor bir durumdu bu. Ancak Durruti’nin yaratıcılığı bütün zorlukların üstesinden geldi. Bütün kederli hikayeleri sabırla dinledi ve yoksullar arasındaki hastalığın sebeplerini ortaya koydu; fazla çalışma, yetersiz beslenme, havasızlık, neşesizlik…
“Görmüyor musun yoldaş? Seninle benim verdiğimiz mücadele devrimimizi savunmak için, devrimimizse yoksulların acılarını ortadan kaldırmak için. Faşist düşmanlarımızı yenmeliyiz. Kazanmalıyız. Sen bunun önemli bir parçasısın. Görmüyor musun, yoldaş?” Durruti’nin yoldaşları ‘gördü’ ve mücadeleyi sürdürdü.
Anarşist Durruti, bilgisini kendisine saklamayan, düşünceli ve hassasiyet sahibi bir yoldaş, hepsi bir arada. Ve şimdi Durruti öldü Kalbi artık atmıyor. Güçlü vücudu kocaman bir çınar gibi devrildi. Ama hayır, Durruti henüz ölmedi. 22 Kasım 1936 Pazar günü Durruti’ye karşı son görevini yerine getiren yüzbinlerce kişi buna tanıklık etti.
Hayır Durruti ölmedi. O’nun alevli ruhunun ateşi kendisini tanıyan herkesi heyecanlandırmıştır. Ve içimizdeki bu ateş asla söndürülemez. Yoldaşları, Durruti’nin elinden düşen ateşi kaldırdılar bile. Durruti’nin yıllar boyunca aydınlattığı yolda şimdi onlar taşıyor meşaleyi, coşkuyla. Durruti’nin idealinin zirvesine giden yolda. Bu ideal, Durruti’nin yaşamının tutkusu olan anarşizmdi. Son anına kadar anarşizm için yapması gerekeni yaptı, son nefesine kadar bu ideale sadık kaldı.
Onları ziyaretim sırasında güvenliğim için duyduğu endişe, Durruti’nin hassasiyetini apaçık gösteriyordu. Birliğin bulunduğu yerde geceyi geçirebileceğim bir yer yoktu. En yakın köy Pina’ydı. Ama Pina defalarca faşistler tarafından bombalanmıştı. Durruti beni oraya gönderme fikrinden tiksindi. Ben orada kalabileceğim konusunda ısrar ettim. Herkes bir gün ölür. Yüzünden okunuyordu, yaşlı yoldaşının korkmaması sebebiyle gururlandığı. Koruma altında gitmeme yol verdi.
Ona minnettardım çünkü Pina’ya gitmek bana az rastlanır bir şans -onun birlikteki diğer yoldaşlarla ve köylülerle tanışma şansı- verdi. Faşizmin birçok kez kurban etmeyi denediği bu insanların ruhu en etkileyici olandı.
Düşman Pina’nın yakınında, hemen derenin karşı tarafındaydı. Ama o insanlar arasında korkudan ya da acizlikten eser yoktu. Korkusuzca dövüştüler. “Faşizmle yönetilmektense ölürüz.” dediler “Tek birimiz kalana dek Durruti ile birlikte antifaşist saflarda mücadele ederiz.”
Pina’da sekiz yaşlarında bir çocukla tanıştım, faşist bir ailenin ayak işlerinde koşturulmuş yetim bir çocukla. Küçük elleri kıpkırmızıydı ve şişmişti. Gözleri dehşet doluydu, Franco’nun paralı askerleri tarafından yaşatılan korkunç travmalarla dolu. Pina halkı oldukça yoksuldu. Herkes bu kötü muameleye maruz kalmış çocuğa daha önce görmediği ilgiyi ve şefkati gösteriyordu.
Avrupa basını, antifaşist mücadelenin başından beri, İspanyol özgürlük savaşçılarına çamur ve iftira atmak konusunda birbiriyle yarışıyor. Avrupa faşizmi, geçtiğimiz dört ay boyunca devrimci güçlerin yayınladığı, detayları vahşete varan raporları yazmadı elbette. Bu “sarı” sayfaların okurları her gün (faşist saldırılardan hiç bahsedilmeden!) Barselona ve diğer kentlerdeki isyanlara ve bozulan düzene dair haberlerle kandırıldı.
Katalonya, Aragon ve Levante’nin tamamını dolaşmış; yoldaki bütün kentlere ve köylere uğramış biri olarak tanıklık edebilirim ki İngiliz ve Avrupa basınından okuduğum şeyin insanın kanını donduran gerçeklikle en ufak bir alakası yok. Bunun son örneği, antifaşist mücadelenin cesur anarşisti Buenaventura Durruti’nin ölümünün ardından yayınlanan haberdir. Bu son derece saçma açıklamaya göre Durruti’nin ölümü ile birlikte Barselona’daki yoldaşları arasında son derece şiddetli bir ihtilaf ortaya çıkmış.
Bu absürd haberi kim yazdıysa Barselona’da hiç bulunmamış demektir. Buenaventura Durruti’nin CNT ve FAI üyelerinin yüreklerindeki yeri hakkında hiçbir fikri yok demektir. Aslında yüreklerindeki yeri ve -fikir farklılıklarına bakılmasızın- onun politik ve sosyal alandaki düşüncelerinin nasıl değerlendirildiği hakkında.
Gerçekte olan şuydu; Durruti’nin ölüm haberinin alındığı andan defnedildiği ana kadar Katalonya cepheleri -daha önce hiç olmadığı kadar- yekvücut oldu.
İspanyol faşizmine karşı mücadele eden her politik eğilimden her bir örgüt Buenaventura Durruti’ye olan saygısını göstermek için çağrıda bulundu. Yalnızca Durruti’nin yoldaşları ya da antifaşist mücadelenin yüzbinlerce müttefiki değil Barselona nüfusunun neredeyse tamamı, ardı arkası kesilmeyen bir insan seli oluşturmuştu.
Hepsi uzun ve zahmetli defin sürecinde rol almaya geldi. Barselona asla bu kadar sessiz, kederli ama tam anlamıyla ahenk içinde bir insan akınına sahne olmamıştı.
Durruti’nin yoldaşlarına gelince; onunla aynı idealleri paylaşan, onunla birlikte mücadele eden cesur yoldaşlarına. Onların sevgisi, özverisi ve saygısı herhangi bir ihtilafa ya da uyumsuzluğa yer bırakmıyordu. Onlar da Durruti’nin uğruna yaşadığı ve son nefesini verdiği faşizme karşı mücadelenin farkındalığıyla, devrimi gerçekleştirme kararlılığıyla yas tuttular.
Hayır, Durrutti ölmedi. Hayatta olduğundan daha çok yaşıyor. Onun deneyimi Katalan işçileri ve köylüleri tarafından, ezilenler tarafından sahiplenildi. Durruti’nin cesareti ve dayanıklılığı, faşizm yok edilene dek onlara eşlik edecek. Sonra asıl iş başlayacak. Yeni sosyal yapıyı insani değerler üzerine, adalet ve özgürlük üzerine kurma işi.
Hayır, hayır Durruti ölmedi! Daima bizimle birlikte.
The post Durruti Öldü, Yine de Yaşıyor – Emma Goldman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 1932’den Bugüne Anarşist Gençlik Mücadelesi: “FIJL” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“İşçi, köylü, memur ya da asker, erkek veya kadın samimi genç insanlar, gerçek eşitlik ve özgürlüğü, gelecek devrimi hazırlamak amacıyla kardeşlerinizle beraber çalışmaya! Acı çeken, hakaret edilen bizler, hepimiz kocaman bir tufan gibiyiz. Gerçekleştirmeyi istediğimiz andan itibaren, adaleti örgütlemek için kısa bir zaman yeter bize.”
Peter Kropotkin, “Gençliğe Sesleniş”
Anarşizm tarihinin en heyecan verici deneyimlerinden olan, yalnızca faaliyet yürüttüğü yarımadanın değil, bütün dünya gençliğinin kapitalizme ve devletlere karşı mücadelesinde barikatların başında, kavgada olan bir örgütlenmeyi anlatacağız sayfalarımızda. İberya Devrimi’nin fabrikalardan tarlalara, tarlalardan atölyelere, atölyelerden dersliklere uzanan adalet ve özgürlük sloganlarını atan, örgütlü anarşizm tarihinden aldığı mücadeleyi bütün gücüyle taşıyan anarşist gençlik örgütlemesi olan FIJL’nin (İberya Özgürlükçü Gençlik Federasyonu) tarihi 1930’lu yılların başına dek uzanıyor.
Devrim yıllarında yalnızca Madrid’de 11 tane grubu bulunan FIJL, Barselona’da ise Özgürlükçü Gençlik Komitesi adıyla hareket ediyordu. Valensiya ve diğer grupların çabalarıyla yarımadaya yayılan örgütlenmenin bu sayede propaganda alanı da genişletilmiş oldu. Örneğin yalnızca Asturias’ta, 1934 yılında FIJL’de örgütlü 600 gencin olduğu bilinmektedir.
FIJL’nin ilk kongrede belirlediği ve özellikle Madrid, Barselona, Valensiya ve Granada’dan gelen grupların sözcüleri tarafından gerçekleşen görüşmeler sonucu ortaklaşılan “İlkeler, Taktikler ve Amaçlar” bildirisi bugün hala geçerliliğini korumaktadır. Onca yıllar mücadele ve sürgün yıllarının ardından yeniden canlandırılan örgütlenmenin omuriliği öylesine basit ve etkili bir şekilde oluşturulmuştur ki üzerinde çok az değişiklik yapılarak olduğu gibi kullanılmaya devam etmektedir.
Yayınlanan deklarasyonda kendilerini “Mülkiyete, otoriteye, devlete, politikaya ve dine karşı kavga” eden, her cinsiyetten ve cinsel yönelimden genç insanların ayrım gözetilmeden dahil olabileceği, adaletsizliklere karşı özgürlük ve eşitlik ilkelerini savunmak için çalışmalar yürüten bir gençlik örgütlenmesi olarak tanımladılar.
“Anarşistlerin karşılıklı destek ve dayanışması dışında hiçbir organizasyondan bağış/ödenek almıyoruz.”
FIJL’nin örgütsel şablonu ise federalizm temelinde şekillenmiştir. FIJL çeşitli örgütler tarafından oluşturulmuş bir federasyondur. İdeolojik bir yakınlık temelinde bağımsızlığını koruyan bir örgütlenme yapısını savunur. Federatif, yatay örgütlenme biçimini benimseyen FIJL’de genel sekreter ya da benzeri bir statü bulunmamaktadır. Yazışma, propaganda vb. işler için inisiyatifler belirlenir ancak bu inisiyatifler oybirliğiyle seçilme ve her zaman değiştirilebilme özelliğine sahiptir.
“Anarşist komünizm için mücadele ediyoruz!”
FIJL’nin neden özellikle anarşist bir gençlik örgütlenmesi olarak örgütlendiğine ilişkin de iki cevap verilmektedir. İlk olarak “Kendimizi anarşistler olarak örgütlememizin sebebi, bütünlüklü bir felsefe ve yaşam biçimi olan anarşizmi benimsiyor olmamızdır. Anarşistler arasındaki birlik ve dayanışma, toplumun örgütlenmesindeki temel mücadele hattını oluşturmalıdır. Devletten ve kapitalizmden özgürleşebilmemizin yegane yolu budur.” İkinci olarak ise “Gençlik olarak örgütleniyoruz çünkü ortak sorunlarımız var (henüz olgunlaşmamış zihinlerimiz ideolojik bir bombardımana maruz kalıyor, yaşamla kurduğumuz ilişkide kişisel tatminlerimizi henüz yaşamadan tercihler yapmaya zorlanıyoruz vb.) ve bunun yanında tabii ki görmezden gelinemez bir enerjimiz var; genciz!”
FIJL’ye Bağlı Yayınlar ve Kültürel Çalışmalar
“Konuşma, konferans, gazete, broşür ve işe yarar her türlü araç medyamız olarak kullanılacaktır.”
FIJL’nin ilk yayın organı, birinci kongrenin ardından hemen yayın hayatına başlayan “Anarşi” isimli gazeteydi. 1932’de yayınlanmaya başlanan gazete Granada’daki anarşist gençlik grubu tarafından hazırlanıyordu ve editörlüğünü Mateo Rodríguez üstleniyordu.
1936 yılında FIJL günlük bir yayına ihtiyaç duyuyordu. Anarşizmin idealleri toplumsallaştıkça, coğrafyanın dört bir yanı sayısız anarşist yayınla dolup taşıyordu. “Juventud Libre” ve “Ruta” isimli yayınlar bu dönemde ortaya çıktı. Günlük gazete Juventud Libre; Juan Cazorla, Raul Carballeira ve diğer genç anarşistler tarafından yayınlanıyor ve dağıtılıyordu. Ruta ise Katalonya bölgesine özel bir yayındı. Savaş sona erene kadar Ruta’nın editörlüğünü sırasıyla Fidel Miro, Jose Peirats, Manuel Peres, Santana Calero, Benito Milla ve Benjamin Cano Ruiz üstlendi. Ruta’nın yetenekli yazarları, gençlik hareketinin meselelere yaklaşımında asla geri adım atmayan ve anarşizmin ilkelerinden taviz vermeyen bir duruş benimsenmesini sağlamıştır.
FIJL tarihinde Ruta’nın diğer yayınlardan ayrı bir değeri olmuştur. Gazetenin orta sayfalarında bir sütun bulunuyordu. Savaşın haftalık raporu burada tutuluyordu. Doktor Diego Ruiz yazılarıyla sağlık konularında gençlere tavsiyelerde bulunuyordu, kömür madenlerinden gelen ve işçi sınıfının sesini duyuran Higinio Noja Ruiz, şair Elias Garcia ve Fontaura edebi tonlarda yazıyordu. Fransa’da sürgündeki “Ruta” ve New York’taki “Cultura Proletaria” sayfalarında da yazdıktan sonra sürgünde yaşamını yitiren Cristobal Garcia yazarlardan bir diğeriydi. Ruta içinde kadın hareketinin de sesi duyuluyordu. Mujeres Libres’in kurucusu Lucia Sanchez Saornil’i ve hareketin öne çıkan diğer üyelerinden Soledad Estorach’ı ve Carmen Quintana’yı da Ruta’dan okuyabilirdiniz. Vicente Rodriguez Garcia (Viroga olarak da bilinir), Ivar Chevik, Liberto Sarrau, Amador Franco ve sayısız yazar Ruta sayfalarında yazıyordu. Bütün bunların yanında özellikle Sebastian Faure’dan yapılan çevirilere de rastlayabilirdiniz.
Ruta asla ölmeyen bir anka kuşu gibi, sürgün yıllarında Marsilya’da yeniden ortaya çıkmıştı. Bu kentin Özgürlükçü Gençlik’i, İspanya’da, savaş sırasında olduğu gibi, faşizme karşı direniş yıllarında devrimci anarşizm çizgisinde bir yayın olarak Ruta’yı yayınlamaya devam etti. Ruta’nın bu versiyonunun ilk yayın yönetmeni, Maresma’dan gelen Katalan anarşist Francisco Botey’di. Toulouse’da yayınlanan “Impulso” ve Paris’te yayınlanan “Solidaridad Obrera”, “El Rebelde” gibi yayınlarla dayanışma içindeydi. Ruta, sürgündeki anarşist hareketin, 1919’da CNT’nin “La Comedia” adını verdiği kongresinden ilham alıyor, kongrede kararlaşılan ilkelerle hareket ediyordu.
Yayınlandığı yıllar boyunca çok okunan ve ilgi gören Ruta; İngiltere, Meksika, Arjantin, Afrika, Belçika, Venezüella ve Fransa’da dağıtılıyordu. Felipe Alaiz, Jose Peirats, Benjamin Cano Ruiz, Liberto Sarrau, Cristobal Garcia ve Amador Franco gibi eskiler destek veriyor, Raul Carballeira, Cristobal Parra, Moises Martin, Jose gibi diğerleri de yayının yeni yüzlerini oluşturuyordu.
CNT ve FAI ile ilişkili gençlik hareketi “Juventudes” adını verdikleri her türlü yaratıcı faaliyetin gerçekleşebildiği kültür dernekleri çevresinde ise örgütlenme çalışmalarını yürütüyorlardı. Anarşist mücadelenin ruhunu tiyatro, konferans ve şiir dinletileri ile teşvik ediyorlardı.
Savaş Süreci ve Avrupa’da Antifaşist Mücadele
FIJL kurulup önemli bir faaliyet gösterdiği İspanya’daki savaş sürecinin ardından hareketin yeniden yapılandırılıp ülkeye geri döndürülmeye çalışıldığı sürgün yıllarında da varlığını ve çalışmalarını durmaksızın sürdürdü.
Devrim yılları öncesi FIJL’nin örgütsel yapısına ilişkin üç ayrı eğilim ağır basmaktaydı. İlk ortaya çıktığı şekliyle “FAI’nin Kültür ve Propaganda Birimi” olarak FAI içinde aktif örgütlenme yapmak, işçilerin bulunduğu alanlarda CNT’nin gençlik örgütlenmesi olarak hareket etmek ya da (Madrid FIJL’nin savunucusu olduğu gibi) CNT ve FAI’den fiziksel olarak bağımsız ideolojik olarak yakınlıklar temelinde bir dayanışma kuran gençlik örgütlenmesi olmak. Savaşın başlamasıyla ve anti-faşist dayanışmanın yükselmesiyle FIJL içi bu tartışmalar da rafa kalkmış olacaktı.
FIJL gibi diğer gençlik örgütlenmeleri (Juventudes Socialistas Unificadas -JSU- ve POUM Gençliği) ilk zamanlarda FIJL’nin kurucusu olduğu Anti Faşist Gençlik Birliği’ne güç verdi. Hep beraber 50.000 kişilik bir yürüyüş örgütlediler. Sosyalistler tarafından devrime ihanetin başladığı ve hareket içerisinde çatışmaların yaratıldığı Mayıs olaylarına kadarki süreçte bu dayanışma sürdü. Sosyalistlerin halk milislerinin savaşıyla devam eden mücadeleye karşı düzenli ordudaki ısrarı ile başlayan çatışmalarla bu birlik de dağılmış oldu. Anti faşist mücadelede barikatları bir saniye bile bırakmayan FIJL militanları, özellikle Barcelona’da son ana kadar direnişi sürdürdü. Zaman zaman -CNT-FAI’nin kararlarına aykırı olacak bir şekilde- milisler halinde çatışmaya devam ettikleri yerler de bulunuyordu.
Franco’nun iktidarı ele geçirmesi sonrası ülke genelinde anti-anarşist/sosyalist bir şiddet dalgası başladı. 1940-1946 yılları arasında FIJL, CNT-FAI ve onlara bağlı gazeteler vb. kurumlar teker teker kapatıldı. Sadece bu yayın baskınlarında 5.600 militanın tutuklandığı tahmin edilmektedir. Sonrasında ise faşizme karşı mücadele Avrupa’nın genelinde misilleme eylemleri ve Maquis gerillalarının faaliyetleriyle devam etti.
Sürgünde geçen onlarca yıllık mücadelenin ardından faşizmin yenilgisi, antifaşist örgütlenmelerin direnişi sayesinde tamamlanıyordu. 1945’te Toulouse Kongresi’nde sayıları yaklaşık 25.000’i bulan anarşistler, kavgaya hiç durmadan devam ettiklerini haykırıyordu. Bu süreçte örgütlenme için José Peirats, Liberto Sarrau, Germinal Gracia, Abel Paz, Raul Carballeira, Juanito Pintado, Eduardo Vivancos ve diğerleri inisiyatif aldı. 1946’da Ruta gazetesi sürgünde yeniden yayınlandı. CNT, FAI ve FIJL, José Luis Facerías’ın sekreter olduğu bir savunma komitesi belirledi. Projeleri arasında, ismini “Özgürlükçü Direniş Hareketi” olarak değiştirecek olan “İber Direniş Hareketi” (MIR) örgütünün kurulması yer alıyordu.
Yakın Tarihte Anarşist Gençlik
60’lı yıllarda Fransa, Hollanda (Provolar), İtalya, Büyük Britanya ve Almanya’dan gençlerin katıldığı kongrelerle, Avrupa’da anarşizmin tekrar canlandırılması amaçlandı. Bu, 60’ların yeni anarşist gençliğini Avrupa’da yıllardır mücadele eden ve İberya anarşist hareketini temsil eden eski anarşist işçilerle tanıştırmanın bir yolu olarak görülüyordu.
Franco’nun ölümünün ardından 1982’de büyük bir kongre düzenlendi. Coğrafyanın farklı yerlerinden pek çok genç coşkuyla FIJL’yi doğduğu topraklara geri getirdi. 1993’te tekrar bir kongre yapıldı. Bu süreçte Jake Libertario dergisi yayın hayatına başladı. Binlerce genç anarşist, özgürlük için yeniden FIJL çatısı altında birleşmeye başlıyordu.
Sonrasındaki süreçte seçimlere karşı alınan tutumda değişmeler yaşayan CNT içinden bazı anarşistler bir tartışma sürecine girdi. Sonunda CGT’nin ortaya çıktığı bu süreçte FIJL içerisinde de ideolojik farklılıklar yaşandı. Bir süre FIJL ismini terk ederek farklı isimler altında örgütlenmeye devam eden gruplardan bazıları klasik anarşist çizgiden kopuşlar yaşadı. Birkaç yıl sonra FIJL; örgütlü, devrimci anarşizm düşüncesiyle yeniden örgütlendi.
1937 yılında 100.000 üyeye ulaşan FIJL’nin faaliyetleri bugün de aynı inançla sürdürülmektedir. Halen Asturias, Cadiz, Donosti, Granada, Lorca’da (Murcia) ve Madrid’de varlığını sürdüren; son yıllarda Alicante’de ve aynı ile bağlı Villena’da; Valencia’da, Aveiro’da (Portekiz), aynı zamanda Barselona’da, Mataró, Baza ve Motril’de, Granada’da, León, Salamanca ve Zamora’da kısacası İspanya’nın dört bir yanında örgütlenmeye, bütün otoriteleri ortadan kaldırana dek kara bayrakları dalgalandırmaya tüm hızıyla devam etmektedir. Tıpkı 1936’da, İberya’nın bir ucundan diğer ucuna özgürlüğü örgütleyen, yaşamı yeniden yaratan kavganın başardığı gibi… Yine yeniden!
*İspanyolca’nın dil kuralları gereği kısaltmalar tekrarla yazıldığından Juventudes Libertaries’in kısaltması JJLL’dir.
Kaynakça:
“Halk Silahlanınca”, Abel Paz, Nisan 1996
“Anarşizmin Tarihi, Anarşizmin Örgütlü Tarihidir”, Meydan Gazetesi, Sayı 13
https://fijl.noblogs.org/que-son-las-juventudes-libertarias/
https://fijl.noblogs.org/principiostacticas-y-finalidades-de-la-fijl/
http://www.estelnegre.org/fotos/
https://libcom.org/forums/history/fijl-spanish-revolution-21062006
https://libcom.org/history/1936-1967-history-spanish-anarchist-youth-paper-ruta
http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lcy53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvRmVkZXJhY2nDs25fSWLDqXJpY2FfZGVfSnV2ZW50dWRlc19MaWJlcnRhcmlhcw
Zeynel Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.
The post 1932’den Bugüne Anarşist Gençlik Mücadelesi: “FIJL” – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (5)- Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Farklı tarihlerde, farklı coğrafyalarda özgürlük için mücadele eden, isyanıyla sokakta olan, bulundukları her alanda kadının özgürleşmesini eyledikleriyle, örgütlülükleriyle, anarşizmle mümkün kılan kadınlar, geçmişten günümüze bir gelenek yaratıyor.
Meydan Gazetesi’nin kadınlar tarafından çıkartılan bu (Mart) sayısında da erkek iktidarlara karşı mücadele eden ve anarşist mücadeleyi yükselten kadınların yaşam hikayelerini paylaşıyoruz.
Faşizme Karşı Anarşist Bir Direnişçi Giovanna Berneri
Anarşist mücadele tarihine kazandırdığı büyük devrimcilerle hatırlanan Berneri ailesinin üyelerinden biri, anne Giovanna Berneri 5 Mayıs 1897 tarihinde İtalya’da dünyaya geldi. Küçük bir köyde yaşayan Giovanna Berneri, 5 çocuklu Giuseppe ve Caterina Simonazzi ailesinin bir çocuğuydu. Gualtieri’de ilkokula gittikten sonra, özgürlükçü öğrenim yöntemlerinin kurucularından Reggio Emilia’nın okullarına devam etti. Burada geçirdiği yıllarda katıldığı seminerler ve çeşitli konferanslarda özgürlükçü fikirlerle tanıştı.
1915 yılında, Santa Vittoria’da anasınıfı öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Bir yıl sonra burada, yaşamı boyunca ona yoldaşlık edecek olan Camillo Berneri ile tanıştı. Camillo, Giovanna’nın öğretmeni Adalgisa Fochi’nin oğluydu. Tanıştıkları yıl Sosyalist Gençlik Federasyonu (FGS) üyesi olan Camillo, Giovanna’yla birlikte anarşizmle tanıştı. Genç yaşta yaşamlarını birleştirdiler.
Giovanna, İtalya’da doğdu ve burada yaşamını yitirdi ancak devrimci yaşamı onun uzun yıllar Fransa’da yaşamasını gerektirdi. 1922 yılına kadar gün geçtikçe gücünü artıran faşizmin saldırılarıyla karşılaşan Berneri’ler göç etmeye karar verdi. Camillo, 1926’nın Nisan ayında gizlice Paris’e geçti, aynı yıl 1 Ağustos’ta Giovanna ve kızı Ventimiglia üzerinden Camillo’nun yanına geçti. Devlet şiddeti burada da peşlerini bırakmadı. İtalyan gizli polisinin baskıları sonucu ihbar edilen Camillo, Fransa’dan kovuldu. Bu yıllarda bir bakkal dükkanı açan Giovanna’nın mekanı, zamanla anarşist hareketin bir buluşma yeri haline geldi.
İspanya’da devrimin başlamasıyla beraber Camillo, CNT’ye katılıp faşizme karşı direnişe katılmak için Katalonya’ya gitti. O sıralarda Giovanna ise bir yandan bakkalı işletirken bir yandan da Camillo’nun yazılarının yayınlanması ve “l’ Adunata dei refrattari” isimli yayının çıkarılmasını organize etti. Faşizmin çöküşü ve antifaşist direniş döneminde, Giovanna anarşist hareketin yeni bir enerjiye ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. 1944’te yoldaşlarıyla beraber Carrara’daki kongreden sonra “La Rivoluzione libertaria” ve “Volontà” isimli yayınları, Ignazio Silone, Albert Camus ve Gaetano Salvemini gibi isimlerle beraber yayınlamaya başladılar.
Giovanna kadın mücadelesi için de özel yayınlar ve çalışmalar yaptı. Yoldaşı Cesare Zaccaria ile birlikte doğum kontrol yöntemleri üzerine çalıştılar ve 1948 yılında “Doğum Kontrolü” isminde bir kitapçığı yayınladılar. Kitapçık daha öncesinde Volontà’da yayınladıkları bazı yazılar ve konuyla ilgili en güncel araştırmaların olduğu yazılardan oluşuyordu. Polisin dikkatini çeken broşür “doğurganlığa karşı mücadele” suçlamasıyla dava edildi. Yıllar içerisinde Giovanna pek çok anarşist dergi ve gazetede yazdı, aralarında “Umanità Nova”, “Il Mondo” , “Il Lavoro nuovo” , “L’ Adunata dei refrattari” ve “Controcorrente” olduğu pek çok yayın bunlara örnek gösterilebilir.
Mücadeleyle dolu yaşamını ve çevresindekilerin yaşamlarını anarşist idealleriyle büyüten Giovanna, 14 Mart 1962’de geçirdiği kalp krizi sonucu Genova’da yaşamını yitirdi.
Üretken Bir Devrimci Etta Federn
20’li yaşlarının başında Berlin’e yerleştiğinde edebiyat eleştirileri, çeviri, roman yazarlığı ve biyografi yazarı olarak kendini eğitmeye başladı. 1932’de Naziler güç kazanmaya başladığında İspanya’ya geçti. 1920’li ve 30’lu yıllar onun anarşist hareket içerisinde en aktif olduğu yıllardı. İspanya’da yaşadığı yıllarda iki kitap yayınlayan Etta çok üretken bir yazardı. Almanya’daki yıllarında Danca, Rusça, Bengalce, Antik Yunanca, Yidişçe ve İngilizce olmak üzere toplamda 23 kitap yayınladı. Bazı kitapları Nazilerden ölüm tehditleri almasına yol açarken, pek çok yazısı ve çalışması anarşist sendikalist FAU’nun yayın organlarında yayınlandı.
İspanya’ya yerleştikten sonra ilk işi Mujeres Libres’e katılmak oldu. Hareketin literatürüne pek çok eseri kazandırdı, derginin en üretken yazarlarında biriydi ve eğitim çalışmalarına katıldı. Blanes’deki dört özgür okulun örgütleyicilerindendi. Anarşist bir kadın olarak kadınların okur yazarlığa kazandırılması, doğum kontrolü ve cinsel özgürleşme konularına dair pek çok çalışma yaptı.
1938’de savaşın son yıllarına doğru Barcelona bombalanırken Fransa’ya doğru hareket eden grupla beraberdi. Burada talihsiz bir şekilde, Gestapo’nun eline düştü ancak kurtulmayı başardı. Etta, Yahudi bir ailenin çocuğuydu. İkinci Dünya Savaşı boyunca saklanarak yaşadı ve gizlice Fransız direnişini destekledi. En büyük oğlu Capitaine Jean, direniş yıllarında Fransız askerlerinin işbirlikçileri tarafından katledildi. Son yıllarını Paris’te geçirdi, 9 Mayıs 1951’de burada yaşama gözlerini yumdu.
Göçmenlerin Yoldaşı Hortensia Torres Cuadrado
Göçmenlerin yoldaşı Hortensia Torres Cuadrado, 1924 yılında anarşist bir ailede dünyaya geldi. Babası Josep Torres Tribó, devrimci Francisco Ferrer’in özgür okullarında çalışan, anarşist bir pedagogdu. Böyle bir aile ortamı, Hortensia’nın ideallerine göre örgütlediği bir ev ortamında büyümesini sağladı. O günler hakkında Hortensia şöyle söylüyor: “Babam bir hayalperest, annem ise ondan daha büyük bir hayalperest”. Devrim yıllarından sonra ailecek Almanya’ya sürüldüler. O zamanlar 15 yaşında olan Hortensia, Argelès çalışma kampında şiddet, baskı ve sömürü altında çocuk işçi olarak çalıştı. 1941’de sürgündeyken babasını kaybetti.
Sonrasında Rivesaltes’e yerleşen Hortensia, annesi ve kardeşleri ile yaşarken kaçış planları yapmaya başladı. 1941’in Haziran ayında, Barcelona’ya kaçmayı başardı ve burada demirci olarak çalışmaya başladı. Çocukluğundan itibaren mücadeleyle geçen yaşamı, etrafındaki insanların ideallerini paylaşarak kendisini bir devrimci olarak yetiştirdiği ve mücadeleye dört kolla sarıldığı yıllarla devam etti. 1957’de Toulouse’a yerleşti ve burada Uluslararası Antifaşist Dayanışma’nın (SIA) örgütlenmesine katıldı. Hortensia, örgütlediği SIA çatısı altında özellikle savaş yıllarında İspanya ve Fransa arasında göçmenlerin yolculuklarında inisiyatif aldı. Dünyanın dört bir yanında gittiği her yerde dayanışmayı, mücadeleyi örgütledi.
Franco’nun ölümünün ardından 1 Mayıs 1988 yılında İspanya’ya döndü. Burada CNT’nin yeniden kuruluş çalışmalarına katıldı. O yıllarda oğlu, Uluslararası Devrimci Eylem Grupları’nın (GARI) bir militanı olduğu gerekçesiyle devlet tarafından tutsak edildi.
Hortensia, Lisa Berger ve Carol Mazer’in çektiği “De toda la vida” (1986) isimli belgeselde kavgayla dolu yaşamını anlattı. CNT’nin örgütlediği SIA (Uluslararası Antifaşist Dayanışma) isimli göçmen dayanışma örgütlenmesinin gönüllüsü, Emma Goldman’ın yoldaşı Hortensia Torres, 1989 yılında Toulouse’da yaşamını yitirdi.
Anarşist Devrimin Taşıyıcısı Federica Montseny
İberya Devrimi’nin en önemli figürlerinden, devrimci anarşist Federica Montseny 12 Ocak 1905 yılında Madrid’de dünyaya gözlerini açtı. Kendi sözleriyle İspanya’da “eski anarşistler ailesinin bir evladıydı”. Babası İspanya’da anarşizmin en eski propagandacılarından Joan Montseny, annesi Teresa Mañé Miravet (Soledad Gustavo olarak da bilinir) ise yine anarşist geleneğin yetiştirdiği bir devrimciydi. İkisi de anarşist dergi La Revista Blanca’nın editörlerindendi. Yaşamını birleştirdiği Josep Esgleas Jaume’la birlikte Vida, Germinal ve Blanca adında üç çocuğu oldu.
Ailesinin izinden giderek Federica da genç yaşta CNT’ye katıldı ve mücadeleye atıldı. Solidaridad Obrera, Tierra y Libertad ve Nueva Senda’da yazılar yazdı. 1927’de İberya Anarşist Federasyonu’na (FAI) katıldı. CNT’nin bir stratejisi olarak Sağlık Bakanlığı görevine geçti. Böylelikle İspanya’nın ilk kadın bakanı olarak tarihe geçti. Aynı zamanda Avrupa tarihindeki ilk kadın bakanlardan da biriydi. Stratejik olarak bulunduğu bu pozisyon Emma Goldman, Camillo Berneri gibi bazı anarşistler tarafından tartışmayla karşılandı.
CNT’nin parasız, duyarlı, desantralize ve hastalık önleyici sağlık programlarının altında Montseny’nin imzası vardı. Cinsel sağlıkla ilgili pek çok gelişme yine Montseny’nin emeğiyle gerçekleşti. Kürtajın genelleşmesi ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için çeşitli atılımlar yapıldı.
Federica Montseny, aynı zamanda çok üretken bir edebiyatçıydı. 50’nin üzerinde romanı İspanya’da yayınlandı. Bunun yanında İspanya’da anarşizmin tarihi, biyografiler, tartışma yazıları gibi farklı yazıları yayınlandı ve kitaplaştırıldı.
1977’deki CNT’nin yeniden kuruluşunu ilan ettiği tarihi mitingde yaptığı konuşmayla herkesi tekrardan etkiledi. 14 Ocak 1994 yılında, 88 yaşında yaşamını kaybettiğinde arkasında kavgayla dolu bir yaşam hikayesi bıraktı.
Yorulmak Bilmez Bir Anarşist Britta Gröndahl
Gazetemizi hazırladığımız 8 Mart Dünya Kadınlar günü özel sayısında, Britta Gröndahl’ı anmak bizim için farklı bir anlamda da değerli. 8 Mart 1914’de kadınlar gününün bizlere hediye ettiği bir yoldaş olarak dünyaya geldi. Sağcı bir politikacı olan Hans Maartman ve Dagmar Tideman’ın kızıydı.
Gençliğinde yoğunluklu bir şekilde dil derslerine devam etti. Hayallerinde hep siyaset bilimi hakkında uzmanlaşmak vardı ancak çeşitli sebeplerle bir türlü bu alana devam edemedi. Dil derslerinden sonra bir dökümhane işçisi olan Gustav Gröndahl’la tanıştı. 1936 yılında yaşamlarını birleştirdiler. İyi bir müzisyen ve özel olarak da yetenekli bir çellist olan Britta, enerjisini devrimci mücadelenin gerekliliklerine göre düzenliyordu. O yıllarda ünlü bir müzisyen olabilecekken devrimci mücadele tarihini öğrenmekle geçirdi. Sonrasında bilinen bir Proudhon biyografisi olan “Pierre Joseph Proudhon: Federalist, Sosyalist, Anarşist”i kaleme aldı.
Bir gazeteci olarak IWW’nin yayınlarında yazıları ve haberleri yayınlandı. Britta Gröndahl, John Andersson ve Helmut Rüdiger ile birlikte İsveç’te anarşist hareketin en önemli isimlerinden biriydi. Bir parçası oldukları İsveç Genel İşçi Örgütlenmesi’nin (SAC) kuruluşunda, Britta’nın İspanya ziyareti ve çeşitli anarko sendikalist örgütlerden edindiği deneyimlerin etkileri vardı.
SAC’ın haftalık yayını Arbetaren’de ve anarşist hareketin dergisi Liberter Sosyalist Dergi’de (Frihetlig Socialistisk Tidskrift) yazıları, haberleri yayınladı. Farklı anarşist dergiler, gazeteler ve ortak çalışmalarda yer aldıktan sonra biyografiler, tarihsel anekdotlar ve teorik çalışmalarla İsveç’te anarşist hareketin en önemli yazılı kaynaklarını üretmiş oldu. Yaptığı çeviriler, Michel Foucault’nun İsveç’te tanınmasını ve farklı tartışmalar üretmesini sağladı. “Cinselliğin Tarihi”ni çevirerek pek çok tartışma yaratılmasının ardından Marie Cardinal, Claire Bretecher gibi yazar ve çizerlerden çeviriler yaptı.
SAC’ın uluslararası temsilciliğini yaptığı yıllarda, İtalya ve Fransa gibi ülkelerden gelen göçmenlerin konaklaması için dayanışmalar örgütledi. 1968 Mayıs eylemleri ve Portekiz’deki Karanfil Devrimi sürecinin doğrudan gözlemcisi oldu. Geç yaşına kadar mücadeleyi sırtlayan önemli isimlerden biri oldu. 18 Kasım 2002’de 88 yaşında yaşama gözlerini yumdu.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.
The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (5)- Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 19 Temmuz 1936| İberya Devrimi 82 Yaşında appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Toplumsal devrim sürecine giden 70 yıllık süreçte İberya’daki anarşistler kolektivizm ve komünizm eğilimlerini başarılı bir şekilde birleştirerek anarko-sendikalizmi yükseltmiş, toplumsal devrimci anarşizm adına tarihsel bir iş başarmışlardı. Bununla birlikte toplumsal dönüşüm iddiasını hem endüstriyel ve kırsal alanlardaki işçiler arasında da yaymışlardı. 1936 Temmuz’una gelindiğinde CNT’nin üye sayısı 1 milyonu aşmıştı ve hemen hemen tüm sektörlerde CNT’li işçilerin etkilerinden bahsedebilirdi. Bununla birlikte anarşistler, anarşizmin toplumsallaşması için sadece işçi mücadelesinin yeterli olmadığını biliyorlar ve her alanda toplumun tüm kesimlerine yönelik çalışmalar yürütüyorlardı. Bu çalışmalar, anarşist hareketin tarımdan sanayiye bütün sektörlerde çalışan işçiler, işsizler ve hatta çocuklara kadar birçok kesim tarafından anlaşılmasına ve sahiplenilmesine fırsat verdi. Bir yandan Franco’nun ordularıyla savaşırken diğer yandan yaşamı yeniden inşa ettiler. Ve onlar, anarşizmin örgütlü geleneğinde önemli bir deneyim yarattılar.
Bu gelenek, coğrafyaları ve sınırları aşarak, toplumsal devrimci anarşizm mücadelesi olarak, devletlerin ve kapitalizmin tüm saldırılarına karşı varlığını güçlenerek korumaya devam ediyor. 1936’nın İberya’sından yankılanıyor şimdi, şu anda aynı slogan: “Faşizme Geçit Yok!” Ve yaşam buluyor anarşizm inançla çarpan yüreklerimizde!
“Faşist iktidarlar bizim bulunduğumuz yerden asla geçemeyeceklerdir. Bu, ezilenlerin parolasıdır. Biz onlara şöyle sesleniyoruz: “Geçemeyeceksiniz!”. Yıkıntılardan hiç mi hiç korkmuyoruz. Dünya bizlere kalacak; bundan şüphemiz yok. Burjuvazi tarihten silinmeden önce mülkiyetindeki dünyasını yıkabilir. Biz ezilenler yeni bir dünyayı yine inşa edebiliriz ve daha güzellerini. Yüreğimizde bir dünya taşıyoruz, şimdi şu anda bu dünya büyümekte.”
The post 19 Temmuz 1936| İberya Devrimi 82 Yaşında appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Guernica Katliamı ve Picasso’dan Dünyanın En Büyük Savaş Karşıtı Tablosu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Faşist İspanya, Almanya ve İtalya devletleri Nisan 1937’de Bask coğrafyasındaki Guernica şehrine yönelik bombardıman gerçekleştirmişti.
İberya Devrimi zamanında, Guernica şehrine yönelik gerçekleştirdiği bombardıman sonucunda en az 1654 kişi yaşamını yitirirken 889 kişi de yaralanmıştı. Bombalamaya çoğunluğu Alman hava kuvvetleriyle birlikte İtalyan hava kuvvetleri de katılmış, Guernica 3 gün boyunca yanmıştı.
Katliamın ve ortaya çıkan görüntülerin etkisiyle ressam Pablo Picasso 1937 Paris Dünya Fuarı’nda sergilenmek üzere katliamı ve savaşı eleştiren Guernica Tablosunu çizdi.
Her bir karede farklı olayların resmedildiği savaşın yıkıcılığını ortaya koyan Guernica, geometrik, izlenimci ve kübizmi en iyi anlatan eserlerden biri olarak yorumlanmaktadır.
Dünyanın her yerinde sergilenen resim Franco dönemi İspanya’sında yasaklanmıştır.
Yaklaşık 3.5 metre yüksekliğe, 7.8 metre genişliğe sahip tablo günümüzde de en büyük savaş karşıtı tablo olarak kabul edilmektedir.
Katliamı acı çeken insanlar, hayvanlar ve yıkılan binalarla anlatan resmin ayrıca bir hikayesi de bulunmaktadır.
Tablonun gösterildiği bir sergide bir Alman general Picasso’ya sorar:
-“Bu tabloyu siz mi yaptınız?”
Picasso da: “Hayır, siz yaptınız.” der.
The post Guernica Katliamı ve Picasso’dan Dünyanın En Büyük Savaş Karşıtı Tablosu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 19 Temmuz: İberya’dan Rojava’ya, 1936’dan 2012’ye Devrim appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>19 Temmuz tarihi, farklı coğrafyalardan ezilen halkların, devrimle özgürlüğe adım attıkları gündür.
İberya’da 1868’den itibaren anarşistler, 1936 devrimiyle taçlanacak süreci “eşek üzerinde” köy köy gezerek, adeta iğneyle kuyu kazarcasına örgütlediler. 1936’ye giden bu süreçte anarşistler, anarşizmin örgütlü tarihine bir mücadele geleneği bıraktılar.
Bu gelenek, coğrafyaları ve sınırları aşarak, toplumsal devrimci anarşizm mücadelesi olarak, devletlerin ve kapitalizmin tüm saldırılarına karşı varlığını güçlenerek korumaya devam ediyor.
İberya Anarşist Devrimi Marşı : A Las Barricadas
2012 yılının 19 Temmuz’un ise, halen sürmekte olan Suriye Savaşı’nın içinden bir devrim süreci süzülecekti.
Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesinde oluşturulan kantonal yönetimler, bu bölgelerdeki yerellerin öz örgütlenme öz yönetim deneyimleri bugün savaşın yıkıcı etkileri altında bile olsa varlığını sürdürüyor.
Gerek cihatçı terörizmin, gerekse çevredeki devletlerin saldırılarına karşı, kadınların önemli yer tuttuğu öz savunma stratejisi Rojava Devrimi’nin bu askeri saldırılara, karşı koyuşunu sağlarken, İberya Devrimi’nde olduğu gibi komünlere ve kooperatiflere dayalı oluşturulan ekonomik model, kapitalizmin fiili saldırılarına bir karşı koyuş anlamı taşıyor.
Rojava Devrimi Marşı : Şoreşa Rojava
Tarihsel olarak, İberya Devrimi’yle önemli bir aşama kaydeden bu devrimler süreci, Meksika devletine karşı Magonların ve Zapataların geleneğinin sürdürücüsü EZLN’nin özgürlük mücadelesi sonucu oluşan devletsiz deneyimlerle ve yanı başımızdaki Rojava Devrimi’yle içinden geçtiğimiz savaş, cihatçı terörizm ve devletlerin OHAL baskılarına rağmen güncelliğini koruyor.
The post 19 Temmuz: İberya’dan Rojava’ya, 1936’dan 2012’ye Devrim appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İberyalı Devrimci Anarşist Buenaventura Durruti 121 Yaşında appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>14 Temmuz 1896’da İberya Leon’da bir işçi çocuğu olarak dünyaya gelen Buenaventura Durruti, ilerleyen yıllarda sayısız işçi grevinin örgütleyicileri arasında yer aldı. 1922’de yoldaşları Juan Garcia Oliver ve Francisco Ascaso ile beraber “Los Solidarios” adlı örgütü kurdu. Los Solidarios ile birlikte, özelikle Aragon bölgesinde, grevci işçilere saldıran “pistoleros blancos” çetesine ve onları finanse eden patronlara karşı mücadele etti. Durruti, daha sonra yoldaşları ile birlikte Arjantin ve Şili’ye giderek, İberya’da tutsak olan devrimcilerin özgürleştirilmesi için gerekli koşulların sağlanmasına çalıştı.
1931’de tekrar İberya’ya döndüğünde CNT-FAİ saflarında örgütlü bir devrimci anarşistti. Bu süreçten itibaren İberya Anarşist Devrimi için mücadele etti. Yaşamını yitrdiği 20 Kasım 1936’ya dek mücadelesiyle, bir taraftan Franco faşizmine karşı koyarken, diğer taraftan da İberya’da özgür komünlerin yaratılması sürecinin bizzat içinde yer aldı.
“…Faşist iktidarlar bizim bulunduğumuz yerden asla geçemeyeceklerdir. Bu, ezilenlerin parolasıdır. Biz onlara şöyle sesleniyoruz: “Geçemeyeceksiniz!”. Yıkıntılardan hiç mi hiç korkmuyoruz. Dünya bizlere kalacak; bundan şüphemiz yok. Burjuvazi tarihten silinmeden önce mülkiyetindeki dünyasını yıkabilir. Biz ezilenler yeni bir dünyayı yine inşa edebiliriz ve daha güzellerini. Yüreğimizde bir dünya taşıyoruz, bu dünya şimdi şu anda büyümekte.”
*Durruti’nin 5 Kasım 1936’da Solidaridad Obrera’da yaptığı konuşmadan bir bölüm
The post İberyalı Devrimci Anarşist Buenaventura Durruti 121 Yaşında appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>