The post “İdlip’e Gelenler, Geldikleri Yere Dönsün” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, İdlip’te oluşturulacak silahsızlandırılmış bölgelere dair açıklamalarda bulundu. Konuyla ilgili Russia Today’e demeç veren Muallim, halen İdlip’te bulunan, Nusra Cephesi başta olmak üzere cihatçı terör çetelerinin Türkiye’den giriş yaptığını ve oraya geri dönmeleri gerektiğini ifade ederken, Rusya-TC arasında varılan mutabakat gereği, bu çetelerin silahsızlandırılmasının “Türkiye’nin sorunu” olduğunun altını çizdi. Velid Muallim ayrıca, silah bırakmayı kabul eden ve “yabancı savaşçı” statüsünde olmayanların da aftan yararlanabileceğini belirtti.
Öte yandan İdlip’te silahtan arındırılmış bölgelerin oluşturulmasına dair gelen haberler, halen beklenen düzeyde değil. TC’nin oluşturduğu çatı örgüt Ulusal Kurtuluş Cephesi bileşeni, İhvan bağlantılı Feylak -eş Şam adlı cihatçı çete, ağır silahlarını silahsızlandırılmış bölgeden çekmeye başladı. Ancak asıl silahsızlandırılması hedeflenen Heyet Tahrir -eş Şam (HTŞ) çetesi, söz konusu mutabakata dair tavrını henüz açıklamış değil. İdlip’in özellikle kuzeyindeki ve batısındaki TC sınırlarını kontrol altında bulunduran El Kaide kökenli cihatçı terör çetesi, henüz resmi bir açıklama yayınlamadı. Ancak HTŞ’nin medya organı İba Haber Ajansı, Rusya-TC arasında varılan mutabakatı 1992’deki Bosna Savaşı sırasında Srebrenitsa’da silahların teslimine dair yapılan anlaşmaya benzeterek, TC’yi kendi çıkarları paralelinde hareket etmekle suçladı. HTŞ’nin üst düzey isimlerinden Ebul Feth el Fergali de sosyal medya hesabında konuya dair açıklamalar yaparak “sadık mücahitlerin silahlarını asla bırakmayacaklarını, kendilerinden silahlarını teslim etmelerini isteyenleri de kim olursa olsun düşman olarak göreceklerini” belirtti. Fergali silah bırakmayı “dine, Allah’a ve şehitlerin kanına ihanet” olarak nitelendirdi. HTŞ’nin bir başka üst düzey ismi Mısırlı Ebu Yakzan da, “Önce silahları isteyenlerin boynunu vuralım” dedi.
Cihatçı çetelerin “akil adam” olarak nitelendirdiği ve daha önce TC devletine dair “Türkiye’nin duruşunu, hakkını burada inkâr edemeyiz. Türkiye, kapılarını bize açtı ve yaralılarımızı tedavi etti.” şeklinde övgü dolu sözler sarf eden Abdullah Muheysini de “Silahınız namusunuz gibidir” diyerek mutabakata mesafeli olduğunu ortaya koydu.
El Kaide bağlantılı diğer çetelerden Hurras -ed Din mutabakata uymayacaklarını belirtirken, Uygur kökenli cihatçı teröristlerden oluşan Türkistan İslam Partisi ise, HTŞ’nin tavrına göre, tutum belirleme eğiliminde.
The post “İdlip’e Gelenler, Geldikleri Yere Dönsün” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Suudi Arabistan İhvan Bağlantılı Örgüt ve Kişileri “Terör Listesine” Aldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz haziran ayından bu yana Katar’la Müslüman Kardeşler‘in (İhvan-ı Müslimin) de nedenleri içinde yer aldığı gerilim yaşayan Suudi Arabistan öncülüğündeki ittifak yeni bir terör listesi yayınladı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır tarafından yapılan ortak yazılı açıklamada, Dünya Müslüman Alimler Birliği ve Dünya İslam Konseyi ile 11 kişinin “terör listesi”ne alındığı duyuruldu.
Dünya Müslüman Alimler Birliği, İhvan’la bağlantılı olarak biliniyor. Terör listesinde yer alan söz konusu örgüt ve kişilerin, “bazı terör eylemlerini gerçekleştirdiği, bunları yaparken farklı düzeylerde Katar’ın doğrudan desteğini aldığı, kendilerine pasaport verildiği ve hareketlerinin kolaylaştırılması için hayır kurumu görünümündeki Katarlı kuruluşlara tayin edildiği” iddia edildi.
İhvan bağlantılı Dünya Müslüman Alimler Birliği, bu ay başında İstanbul’da bir toplantı gerçekleştirmişti. Birliğin başkanlığını yapan Yusuf el Karadavi, Erdoğan’a verdiği destekle biliniyor.
The post Suudi Arabistan İhvan Bağlantılı Örgüt ve Kişileri “Terör Listesine” Aldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Finansör Katar’ın Kafala Sistemi – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk Ortadoğu gezisi sonrası Körfez devletleri arasında, daha önce de emareleri görülen ancak giderek derinleşen bir kriz açığa çıktı. Göreve geldikten sonra, Ortadoğu’da İran karşıtı politikaları merkezine alacağını açık açık belirten Trump’ın Riyad ziyareti sonrası, Haziran ayı başlarında Suudi Arabistan, Mısır, Emirlikler (BAE) ve Bahreyn, Katar’a bir dizi yaptırım uyguladı. Bu dört devlet, Katar’la hava, kara ve deniz trafiğini kapatırken, bu ülkelerde bulunan Katarlı diplomatlar sınır dışı edildi, gıda ambargosu uygulanmaya başlandı.
Söz konusu devletlerin Katar’a uyguladığı bu yaptırımların odağında ise Katar’ın, cihatçı örgütler üzerinden, terörizme destek iddiaları ve İran ile olan ilişkileri bulunuyordu. Katar’ın Filistin’de, terör listesine yeni alınan Hamas ve Mısır’da İhvan’a verdiği destek ve sahibi olduğu Al Jazeera kanalının, Müslüman ülkelere önerdiği “seçim-sandık demokrasisi” içerikli yayınları aracılığıyla Körfez monarşilerini tehdit eden politikaları ise başını Suud krallığının çektiği, söz konusu yaptırımların görünmeyen nedeniydi.
Peki ne oldu da, daha düne kadar el birliğiyle, destekledikleri cihatçı çeteler aracılığıyla Suriye’yi cehenneme çeviren bu devletler şimdi düşman kesildi? Şu anda kriz yaşayan taraflar aslında aralıklarla şimdiki kadar olmasa da çeşitli gerilimler yaşamıştı. Yine Katar’ın İhvan ile ilişkisi nedeniyle, 2014’te Suud, BAE, Bahreyn ve Mısır ilişkilerini dondurma aşamasına gelmiş, Katar’ın İhvan yöneticilerini sınır dışı etmesiyle sorun “çözülmüştü.” O süreçte yaşanan bu dönemsel krizin aksine, Suriye’nin yanı sıra, 2015’te “ Teröre Karşı İslam İttifakı” adı altında Yemen’e açılan savaş da dahil, başka coğrafyalarda binlerce insanın katledilmesinden sorumlu olan bu devletlerin yaşadıkları şimdiki krizin temelinde ise, Ortadoğu’da yeni nüfuz alanları üzerinden yaşanması beklenen çekişme yatıyor.
1971’de Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını kazanan ve üzerinde oturduğu doğalgaz zenginliğini 1990’larda keşfedene dek, Suudi Arabistan’ın arka bahçesi niteliğinde bir Körfez monarşisi olan Katar, bugün küresel düzeydeki yatırımlarıyla, küçük sınırlarının aksine, ekonomik gücüyle siyasi nüfuzunu artıran bir şirket-devlet. Bu açıdan söz konusu krizin, Suudi Arabistan açısından, Arap yarımadasının ucunda bir küçük yarımada olarak Katar’a “sınır çizme” amacı taşıdığını da belirtmek gerek. Ancak Katar’ın kendisine çizilecek bu sınıra, halihazırdaki ekonomik gücüyle vereceği yanıtın kapasitesi, Maliye Bakanı Ali Şerif el Emadi’nin “Tehdit edilemeyecek kadar zengin bir ülke olduklarını” belirttiği açıklamasında gizli.
Dünyada doğalgaz üretiminde üçüncü sırada Katar’ın, doğalgaz gelirleriyle kurulan 2.8 trilyon dolar hacimli Ulusal Refah Fonu, Katar Yatırım Otoritesi (KYO) adlı, küresel yatırım ağının bir parçası. KYO aracılığıyla Volkswagen’den Deutsche Bank’a, British Airways’den, Londra Heathrow Havalimanı’na, Rusya’da Rosneft’in yanı sıra, Çin, Japonya, Hollanda ve “elbette” Türkiye, Katar’ın küresel bazda yatırımlarının olduğu yerlerden sadece bazıları. Bu örnekler de Katar Maliye Bakanı’nın “zenginlik” merkezli özgüven dolu bu sözlerini anlaşılır kılarken, nihayetinde Körfez monarşileri arasındaki bu gerilimin neden küresel bazda bu kadar endişe yarattığını da açıklıyor.
Söz konusu açıklama nezdinde cisimleşen ve tüm yaptırımlara karşın geri adım atmayan Katar’ın “zenginliğini” anlaşılır kılan diğer veçheyi ise, aslında tüm Ortadoğu monarşilerindeki kapitalizmi ayakta tutan bir emek sömürüsü oluşturuyor.
“Kafala Sistemi” adı verilen ve “kefillik” adı altında, ülkeye giren göçmen işçilerin ülkeye giriş çıkışı ve Katar’da bulundukları sürede çalışma ve ikamet koşullarını düzenleyen modern bir kölelik sistemi olan Kafala, 2.5 milyonluk nüfusunun 2 milyondan fazlasını Malezya, Pakistan, Hindistan, Filipinler.. gibi ülkelerden gelen göçmen işçilerin oluşturduğu Katar’da yoğun bir şekilde uygulanıyor. Bu sisteme göre, çalışmak için Katar’a gelen göçmen işçi, Katar’lı herhangi bir kişinin “kefilliği” adı altında bir anlamda onun kölesi oluyor. Öyle ki, bu işçi “kefilinin” izni olmaksızın ülkeye giriş yapamıyor, iş değiştiremiyor, Katar’ı terk edemiyor. Sistem, kağıt üzerinde görünen bu uygulamaların dışında ise “görünmeyen” tarafında, “sahip, kölesine” cinsel istismarda bulunma, dayak, pasaportuna el koyma, ayak ilerine koşma gibi “haklar” tanıyor.
Katar dışında, şu anda kriz yaşanılan “düşman kardeşler” BAE ve Suudi Arabistan’da da uygulanan Kafala , enerji zengini bu monarşilerin kurduğu enerji satıp silah alma, cihatçı terörizm aracılığıyla savaşlar çıkarıp, ideolojilerini sınırları dışına yayma paralelindeki sistemin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bir aydan fazladır süren ve devam etmesi beklenen Katar-Körfez krizinde, krizin her iki tarafının sahip olduğu “büyük pastaya hürmeten” devletler tarafından görmezden gelinen bu modern kölelik sistemi, taraflar için bu ve benzeri krizlerden güçlenerek çıkmanın, dizginsiz emek sömürüsüne dayalı garantisini oluşturuyor.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.
The post Finansör Katar’ın Kafala Sistemi – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hamas Yeni Siyaset Belgesiyle İhvan’la Bağını Koparıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Filistinli Hamas örgütünün siyasi büro şefi Halid Meşal, Katar’ın Doha kentinde hareketin yeni vizyonunu ve siyaset belgesini açıkladı.
Hamas lideri Halid Meşal, “Siyaset belgesi, Hamas’ın tüm liderlerinin içerideki ve dışarıdaki kurumlarının ortak görüşünü yansıtmaktadır” dedi.
1967 Sınırlarına Evet
Meşal’in açıkladığı belgede Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devletinin kurulmasını kabul ediyor; “Siyonist mevcudiyetini reddetmekle ve Filistinlilerin haklarından vazgeçmemekle beraber Hamas, yerinden edilen Filistinlilerin geri dönmesinin ulusal bir uzlaşma gereği, 4 Haziran 1967 sınırlarına uygun olarak, başkenti Kudüs olan tam bağımsız bir Filistin devletinin kuruluşunu hedefliyor.” denildi.Hamas’ın 1988’deki kuruluş belgesi, günümüz İsrail’ini de kapsayan Filistin topraklarının tamamının ele geçirilmesini içeriyordu.
Yahudi-Siyonist “Ayrımı”
Hamas,yeni siyaset belgesi metninde Yahudilerle ‘Siyonist proje’ arasında bir ayrıma dikkat çekti: “Hamas, çekişmenin dinleri sebebiyle Yahudilerle değil, Siyonist projeyle olduğunu vurgular ve Hamas, Yahudi oldukları için onlarla bir çekişme yürütmemektedir, saldırgan işgalci Siyonistlerle mücadele etmektedir.” ifadeleri kullanıldı.
İhvan’la Araya Mesafe mi
Hamas’ın yeni siyaset belgesi metninin dikkat çekici noktalarından biri de İhvan’a (Müslüman Kardeşler) dair,metinden çıkarılan bir ibareydi.Yeni metinde, eskisinde İhvan hareketiyle (Müslüman Kardeşler) ilişkiye dair yer alan sözler kaldırıldı.
1967 Sınırları Nedir?
İsrail’in 1967 yılında yılında Altı Gün savaşları diye de bilinen savaş sonrası çizilen sınırlardır.İsrail bu savaşta 6 Arap devletinin desteğindeki Mısır,Ürdün ve Suriye ordularını 6 gün içinde bozguna uğratarak sınırlarını 4 katına çıkarmıştır. Suriye’de Golan Tepeleri,Mısır’da Sina Yarımadasını ve Filistin’de Gazze şeridi ile Batı Şeria’yı ilhak ettiğini ve BM kararlarını tanımadığını açıklayan İsrail ilerleyen yıllarda,politikalarına tavizler vermesi karşılığında Mısır’a Sina’yı “iade etmiştir.”
The post Hamas Yeni Siyaset Belgesiyle İhvan’la Bağını Koparıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletin Gülen ve Gülmeyen Yüzleri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşanan gerilimin sinyalleri, aslında Oslo Görüşmeleri’nin sızdırılması ve MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın 7 Şubat 2012’de KCK kapsamıyla ifadeye çağırılmasıyla fark edilmişti. 11 yıldır TC iktidarında bulunan AKP ile onun yakın bir zamana dek, iktidarındaki paydaşlarından olan Gülen Cemaati ile aralarında var olan, ”dershanelerin kapatılması tartışması” üzerinden hissedilmeye başlanan gerilim, 17 Aralık sabahı gerçekleşen polis operasyonlarıyla iyice açığa çıktı ve gündemin en önemli konusunu oluşturdu.
Kamuoyunda cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu olarak adlandırılan bu operasyonda açığa çıkanlarsa bakan oğulları, belediye başkanı oğulları, inşaat şirketleri patronları, banka genel müdürleri, kara para ticareti yapanlar, rüşvet, ihalelerde yolsuzluk, uluslararası altın ticareti, para sayma makineleri, ayakkabı kutusuna saklanan milyon dolarlar oldu.
Hükümet ve Hizmet Hareket’i arasındaki bu gerilim sonucunda, 11 yıllık “istikrarın” nasıl sağlandığı kısmen ortaya çıkmış oldu. 11 yıllık aklık, pürü paklık yalanlarına sığdırılanlar para çeşmelerinin başını tutmuş olanlardı. Emlak sektörü ile ilgili bir bakanlık, finans sektörü ile ilgili bir bakanlık ve tüm bunlar arasındaki güvenliği sağlayacak bürokratik merkez konumunda bulunan İçişleri Bakanlığı…
Hükümetin ağzından eksik etmediği ancak işçilerin, emekçilerin bir türlü farkına varamadığı istikrarlı büyümenin, aslında kimlerin cebini büyüttüğü, kimler için istikrar olduğu ortaya çıktı. Halkın maruz kaldığı ekonomik sömürünün, kimleri zengin ettiği ayan beyan ortaya çıkmış oldu. Madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda yaşamlarını üç kuruş için riske atanların emekleri üzerine konan bu zat-ı muhteremlerin bulunduğu konumlar aslında birer rastlantıdan mı ibaretti?
Hükümet açığa çıkan durumdan sadece yargı süreciyle işleyen ve bakanların istifalarıyla sonuçlanan hukuksal bir kayıp yaşamadı. Aynı zamanda hükümetin siyasi karizması, özellikle partiden istifa eden milletvekilleriyle sarsıldı. Sayıca fazla mitinglerle, başbakana destek eylemleriyle durum düzeltilmeye girişildiyse de bu siyasi karizma yitimi engellenemedi. Ölçüt olarak özellikle uluslararası medya kuruluşlarının sürecin hemen başından itibaren AKP politikalarının otoriterliğine vurgu yapan yazılarını (AKP tarafından her ne kadar faiz lobileri ile ilintili gösterilse gösterilsin) düşünmek gerek. Son süreçte varılan nokta, ortaya çıkan yolsuzluğun, bu siyasi karizma yitiminde etkili olacağıdır. Hem de batının İhvan’dan vazgeçtiği bir süreçte buna benzer bir durumun yaşanmasının rastlantısallığı da özellikle tartışmalı.
AKP, süreci belli kurumların başında bulunan ve operasyonu yürüten kişileri bulundukları konumdan alarak karşıladı. Tayyip Erdoğan’ın söylemi, gittikçe artan bir şekilde sertleşti. Partisinin yolsuzluğunu aklamaya çabasıyla, ayrılanlar için “biz ayıkladık” ifadesini kullandı. Hükümetin çevresindeki medya kuruluşları da aynı sertliğe geçmekte sıkıntı yaşamadı. Cemaatle ilişkili olduğu bilinilen kanallar ve gazeteler topa tutuldu. Çıkarılan yönetmeliklerle yargıya müdahale edildi. AKP’nin süreci yönetmekte uyguladığı politikalar “darbe” olarak nitelendirildi.
Yolsuzluk ve rüşvetin bu kadar ayan beyan ortada olmasına rağmen, hükümetin otoriterliği kullanarak durumu saklama gayretleri, gözlerden birkaç şeyi ya uzak tuttu ya da bu birkaç şeyin normalleşmesine izin verdi.
AKP hükümeti karşısında güç odağı olarak beliren yargı-yürütme-yasama etkisi, tüm kabineyi değiştirtecek olan cemaatti. Cemaatin bu etkisi, AKP iktidarının en başından bu yana biliniyordu. Ancak işin şaşırtıcı kısmı bu etkiye sahip olan cemaatin siyasi bir yapı olarak meşruiyetidir. Cemaatin siyasi meşruiyeti sorgulanmadan, gazetelerden, televizyon kanallarından, internet sitelerinden bu iktidar çatışması gündemleştirildi. Cemaat herhangi bir siyasi kurum değildi. Gülen ve cemaatinin, ta Pensilvanya’dan buraya bu kadar etki edebileceği, en azından ilgili okullar, dershaneler ya da STK’lar üzerinden tahmin edilemezdi. Hükümet için Gülen’in her bedduasında, bu bedduayı emir telaki eden ne kadar çok bürokrat varmış meğer!
Devletin içinde kurumsallaşmış bu yapının hangi seçimde, bu konumu kazandığı, hangi yetkililer tarafından atandığı meçhul! Cemaat tüm bu yolsuzluk bilgilerine sahipken, gerilimin tırmanması sonucunda bir koz gibi oynadığı 17 Aralık operasyonu, cemaatin niyetinin ne denli “saf” olduğunu göstermek açısından önem taşıyor. Cemaat, operasyonu artan gerilim sonucunda siyasi bir manevra olarak kullanmıştır; AKP’nin yolsuzluklarını ortaya çıkarmak için değil, onun üzerinde bir baskı unsuru oluşturabilmek için kullanmıştır.
Hükümetin ortaya çıkan yolsuzluğunda, bu ayrıntının kaybolmaması önemlidir. Keza ezenler arasındaki savaşta bize düşen, ezenlerden birini desteklemek değil, yaşamlarımızı çalanlara karşı mücadele etmektir.
Yaşanılan tüm bu süreçler için hem hükümetin hem de muhaliflerin (hatta cemaatin de), çözüm olarak gösterdiği seçimlerin neye denk düştüğünü bu açıdan tekrar düşünmek gerek. Siyasi iradelerimizi sandıklarla teslim alanların “paralel evrendeki” izdüşümlerini düşünmek gerek. Mücadele de en etkili çözüm, bu kriz anlarında siyasi irademizi sokaklarda, meydanlarda KAZANARAK, seçim aldatmacasının tuzağına ve oyalamasına düşmeden Taksim İsyanı’nda olduğu gibi devrimi şimdi şu anda yaşayabilmektir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. saysında yayımlanmıştır.
The post Devletin Gülen ve Gülmeyen Yüzleri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>