The post “Sudan Çıkmış Balığa Dönmek” – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Kentsel Dönüşümle Sıkıştırılıyoruz!
Kentsel dönüşüm ya da ulaşım projeleriyle birlikte yaşam alanlarına ani gerçekleşen saldırılarda; yaşadığı yerle özdeşleşen, orayla bağ kuran, kolektif bir hafızayı oluşturan toplum hedef alınmaktadır.Mekansal Dönüşümle İradenin Gaspı
Mekan, sadece bireyin yaşamını sürdürdüğü bir yer olmaktan öte, bireyin yaşadığı alanı dönüştürerek iradesini ortaya koyabileceği alanı da tarifler.
Mekanların, yaşam alanlarının iktidar tarafından kontrolü ve bireyin iradesi dışında dönüştürülmesi, bireyi iradesinden koparmak ve özgürlüğünden yoksun bırakmaktır. Çünkü bireyin içinde bulunduğu, kendince anlam verdiği, diğer bireylerle ve toplumla ilişkisini sürdürdüğü ve yaşamını pratiklediği alana iradesi dışında yapılan hızlı değişim ve bu değişimle birlikte o alana dair birey için değişen gerçeklik, bireyin psikolojisini ve gerçeklik algısını tahrip etmektedir.
Kentsel Dönüşüm Kolektif Hafızayı Yıkmayı Amaçlar
İktidarın mekan politikalarının bireye yönelik etkisinin yanında, toplumu dönüştürmeye yönelik amaçları da bulunmaktadır.
Yakın zamanda İstanbul’un farklı ilçelerindeki alanlar için alınan kentsel dönüşüm kararları, her dönem mevcut olan bir kentsel politika gibi görünse de, OHAL sürecindeki KHK’larla oldu bittiye getirilmesi nedeniyle kentsel dönüşümün taşıdığı anlamı genişletmektedir. Ezilenlere yönelik saldırıların yoğunlaştığı bu dönemde ezilenlerin yaşadığı alanlar için yapılacak kentsel dönüşümler, sadece bir kentin yeniden dönüştürülerek soylulaştırılması anlamına gelmez. Bu dönüşümlerle, ezilenlerin birlikte eylediği, paylaşma ve dayanışma kültürüyle kolektif bir hafızayı oluşturduğu ve iktidarlara karşı mücadele ettiği kolektif alanlar hedef alınmaktadır. Bu alanların yok edilmesi ya da dönüştürülmesiyle en nihayetinde oluşturulan birliktelik ve kolektif hafızanın yok edilerek, iktidara karşı durma olanaklarının ortadan kaldırması ve yeni-başkaldır(a)mayan bir toplum yapısı amaçlanmaktır.
Olağanüstü Kentsel Dönüşüm Politikaları
Coğrafyamızdaki iktidar yönetime geldiği dönemden bu yana kentsel politikaları sürekli kullansa da, içinde bulunduğumuz OHAL döneminde yönetmelik değişiklikleri ve KHK’larla daha hızlı ve hoyratça bir politika yürütmektedir.
OHAL’in ilanının ikinci ayında “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunun Uygulama Yönetmeliği”nde yapılan değişiklikle, yaşam alanlarının daha kolay bir şekilde “riskli alan” ilan edilerek dönüştürülmesi için var olan bazı yasal sınırlandırmalar ortadan kaldırılmıştır. Böylece devlet, ekonomik veya sosyal nedenlerle yaşam alanlarına daha kolay saldırabilecektir.
OHAL’deki politikalar, yaşam alanlarının hepsine saldırmaktadır. Bu dönemde yürürlüğe giren ve kamuoyunda “madde 80” olarak bilinen kanun ile hükümet, rant projelerini hızlandırarak doğal yaşam alanlarına ve SİT alanlarına yapılacak projelerini yasal denetim mekanizmalarının dışında tutmayı hedeflemiştir. Ayrıca süreçlerinin hızlandırılması ile de yaşam alanlarında hızlı dönüşümler yapma niyetindedir.
OHAL’in getirdikleriyle, yaşam alanlarının savunulmasına yönelik mücadelelere karşı saldırılar da gerçekleştirilmiştir. Örneğin Cerattepe davasının görüldüğü dönemde, OHAL bahanesiyle, birçok şehirde Cerattepe eylemleri yasaklanmıştı.
İktidarı boyunca ulaşım konusunda gerçekleştirdiği projelerini oya dönüştürmek için söylemler üreten hükümet; içinde bulunduğumuz son dönemde üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, Osmangazi Köprüsü, Avrasya Tüneli gibi projeleri hızlı bir şekilde tamamlayıp onlara geniş anlamlar yüklemiş, “patlayan bombaların bile durduramayacağı” gelişmişlik göstergesi rolü biçmişti. Bu ulaşım politikaları da kentlerin birbirine ve merkeze bağlanması, bu yöntemle de yönetilebilmesi bağlamında, iktidarların kente ve çevresindeki yaşam alanlarına yönelik politikaları arasında yer almaktadır.
Kentsel Dönüşümle Dönüştürülüyoruz
Kentsel dönüşüm ya da ulaşım projeleriyle birlikte yaşam alanlarına ani gerçekleşen saldırılarda; yaşadığı yerle özdeşleşen, orayla bağ kuran, kolektif bir hafızayı oluşturan toplum hedef alınmaktadır.
Bu politikalarla insanların yaşam alanları talan edilmekte, dönüşüme uğramakta, bu alanların anlamı ve kullanımı değiştirilmektedir. İnsanlar anlamları ve kullanımları değiştirilen yaşam alanlarında nefes alabilmek ve var olabilmek için çaresizce çırpınmaktadır: Tıpkı yaşam alanından koparılan sudan çıkmış bir balık gibi!
Gizem Şahin
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır.
The post “Sudan Çıkmış Balığa Dönmek” – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Sömürücü Başı Eczacıbaşı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Özenle taranıp hafif sola yatmış saçları, son derece düzgün ve titizlikle ütületilmiş takım elbisesiyle, son derece lüks yani son derece sömürü üzerine kurulu bir mekanda röportaj veriyor büyük kapitalist, karizmatik patron Bülent Eczacıbaşı. Tam o anda elini makineye kaptırıyor bir demir doğramacı, tam o anda direksiyonu şarampole yuvarlıyor bir taksi şoförü saatlerce direksiyon sallamaktan yorgun, tam o anda kalbe giden damarlarından biri tıkanıp yere kapaklanıyor bir plasiyer bedeninin 3-4 katı palet dolusu mal taşımaktan, tam o anda fazla mesaiye kalmadığı için atılıyor işten bir market çalışanı, tam o anda iskeleden düşüyor bir inşaat işçisi. Tokat yiyor tam o an da suratına bir kadın garson, patronundan müşteriyi daha fazla memnun etmediği için, tam o anda hastanede gözlerini yumuyor bir kot taşlama işçisi; fazladan zehirli toz yuttuğu için, tam o anda kalıyor altında lüks bir Jeep’in pisliklerini temizlerken bir temizlik işçisi. Bütün bunlar tam o anda oluyor, tam o konuşurken, tam o pervasızca yanıtlarken bu soruları, halktan kopuk kapitalizmin anlaşılmaz ,anlaşılmamak üzerine oluşturulmuş dilini kullanırken. Fakat aslında gayet anlaşılır bir şey de söylüyor, bu içindeki dona kadar işçilerin ezilenlerin terlerini emen emeğini sömüren kapitalist vampir, belki de ilk defa bu kadar dürüst oluyor.
Söylediklerinin özeti şu ; Sermaye güvende olsun da rejimin adı önemli değil diyor Eczacıbaşı. En yalın ifadesiyle ’mala geleceğine cana gelsin ’diyen bu takım elbiseli büyük burjuvaya eşlik eden ve aynı zamanlara denk düşen bir açıklama geliyor, kendi sınıfından, bir diğer egemenden. Son yaşanan büyük elektrik kesintisinin oluşturduğu kaybı, işçilerin bir cumartesi günü ücretsiz çalışmasıyla kapatılması gerektiğini söylerken İTO (İzmir Ticaret Odası) Başkanı aynı algıyla, aynı pervasızlıkla çıkıyor karşımıza tekrar tekrar.
Görüyoruz ki ezilenlerden biri rejimin sistemin değişmesi gereğinden söz ettiğinde, kendini direk cezaevinde yada toprağın altında bulurken, ezenlerden biri işçilerin ezilenlerin yaşamı pahasına sermayeyi önceliğe alıp rejimi önemsememesi, egemen basın ve devlet tarafından bırakın eleştirilmeyi, ödüllendiriliyor. Elbette ki biz geçmişten ve şu andan biliyoruz ki kapitalizm ve devletler kardeştir, kan kardeşidir, ezilenlerin kanıyla. Dolayısıyla kapitalistlerin sermayenin güvenini önceliğe alıp, Eczacıbaşı konuşurken tüm o olanları hiçe saymaları, devletle ve iktidarlarla olan derin bağlarından geliyor. Evet kapitalizm ve devletler kardeştir, kan kardeşidir, ezilenlerin kanıyla bağlıdırlar. Biz ezilenler işçiler onları doyurmaya, giydirmeye, taşımaya, yaşatmaya devam ettikçe onlar bizi öldürüyor, katlediyor, yok sayıyorlar ve tüm bunları hayasızca dillendiriyorlar.
Biz emeği, bedeni sömürülenler öfkemizi bilemedikçe örgütlenmedikçe, başkaldırmadıkça, kapitalizmle kavgaya girmedikçe, onlar konuştuğu sıralarda, tam o anlarda ölmeye, sermayeden sonra gelmeye devam edeceğiz.
Rıfat Güven
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Sömürücü Başı Eczacıbaşı” – Rıfat Güven appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Bu Cama Kartopu Atabilirsiniz” – Saliha Gündüz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Faşizm ideolojisinin temelinde tek tipleştirme, tüm ötekileri yok ederek yeknesak bir kitle yaratmak vardır. Bu yok etme, her zaman toplu katliamlarla yapılmaz. Toplu kıyımlara benzer başka bir yok etme yöntemi de iktidarın eğitim-ordu gibi kurumlarıyla, basın ve kitlesel propaganda yöntemleriyle toplumu militarize etmesidir. Faşizm, sadece toplumsal alanda hakim olmayı değil; kendi normlarını toplumsal alanın her tarafına ve her bireyin beynine kadar işlemeyi amaç edinir. Militarizmin ana kodları olan disiplin, itaat ve yok etme de, her bir bireye ve toplumun tamamına egemen kılınmaya çalışılır.
İtaat, sadece bireyin kendisinin bir otoriteye boyun eğmesini ifade etmez. Herhangi bir otorite altında baskılanan birey, itaatin, toplumsal yaşamın devam etmesinde en temel kod olduğuna inandırılır ve toplumdaki tüm diğer bireylerin de itaat etmesi gerektiğini düşünür. Kişinin, ne düşüneceğinden kendisini ne kadar ifade edeceğine; sokakta nasıl hareket edeceğinden nasıl giyineceğine kadar, yaşamın her alanında hakim kültüre biat etmesi istenir.
İktidarlarsa faşizmi bir yöntem olarak belirler ve kendisine biat etmesini istediği her bireyi de faşist saldırılarıyla tehdit eder. Varlığını sağlamlaştırmak ve kalıcılaştırmak için her defasında başvurduğu yöntemlerle iktidar, toplumun her alanında baskısını ve şiddetini arttırır. Karşısında yükselecek her muhalefeti ya da yükselmeye meyledecek her sesi de, daha en başından, görünmez kılmak ve yok etmek için çalışır.
Bu çabanın yansıması farklı biçimlerde topluma nüfus ederken, faşizm de kendisini farklı birçok biçimde belirginleştirir. Kimi zaman asker-yargı işbirliği, kimi zaman polise tanınan sınırsız yetki, toplumsal alanının tamamında baskının artmasına sebep olurken, iktidar da yaratmayı amaçladığı korku politikasıyla varlığını kalıcılaştırmak ister.
Devlet, bazen övgü yağdırdığı polisiyle; bazen asker-polis-hakim ilan ettiği esnafıyla sürdürür faşist saldırılarını. Bu saldırılar kimi zaman “Irkçı Türkiye” pankartlarıyla sokaklarda yürüyenlerle ve onları koruyan devletin polisleriyle; kimi zaman da “gerektiğinde asayişi tesis etme yetkisi verilen” ve “raporum var, bana bir şey olmaz” diyen esnafın Nuh Köklü’yü katletmesiyle yaşanır. İktidar polisini övdükçe, polis hedef alarak ateş açabilme yetkisine güvenir; iktidar tecavüzcüyü akladıkça nice erkek tecavüze yeltenir.
Gündelik yaşamın her alanında karşımıza çıkabilecek saldırılar, iktidarın baskısıyla giderek sistematikleşir; en küçük yaşamsal reflekslere indirgenir. Kadın katili erkekler, kendi iktidarlarını devlet garantörlüğünde pekiştirdikçe ortaya çıkan tablo sayısız erkek için yeni bir güvenceye dönüşür. Taciz cezalarının ertelendiğini, tecavüzcülerin iyi halden aklandığı, katillerin haksız tahrik indiriminden yararlandığı her bir yargı sürecinin ardından; daha nice kadın tacize ve tecavüze uğrar, erkekliğinin ve devletinin iktidarına güvenen erkekler sayısız kadını katleder. İktidarla olan aynılığına (“Türk”lüğüne, “Sünni”liğine ve ideolojik birliğine) güvenen her bir kimse, gündelik yaşam içinde, devletin devamını sağlayacak kimse misyonuna bürünür; üstlendiği bu görevle saldırıları sürdürür. Siyasal iktidara yakın duranlar ya da hali hazırda bu iktidarın sürdürücüsü olanlar kendilerine verilen yetkinin güveniyle daha da cürretkarlaşır ve cesaretle faşist saldırılarını arttırır.
İktidarlar, kendisine biat etmeyenleri ötekileştirdikçe; kendi bekası için toplumsal alanda yaşanacak her bir çatışmanın “garantör”ü rolünü üstlendikçe, toplum içerisinde yaşanan faşist saldırılar ve ayrılıklar artıyor. Devlet yeni kimyasalları, mermileri ve son model TOMA’larıyla toplumsal alandaki baskısını ve militarizasyonunu yükseltiyor. Ama, bir yöntem olarak faşizmi kullananların bu hazırlıklarının altında da, artan baskıya karşın patlak vermesi mümkün olan bir isyanın korkusu yatıyor.
The post “Bu Cama Kartopu Atabilirsiniz” – Saliha Gündüz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>