The post Kürtler Camii oldu Türkler Camii appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kürtler Camii oldu Türkler Camii appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ters Teper appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İki ayı aşkındır süren abluka; sokak ortasında günlerce bekletilen cenazeler; bir binanın bodrumunda mahsur kalan ve durmaksızın bombalanan, tedavisi engellenen yaralılar; gün be gün süren saldırılar; zorla yerinden ettirmeler; özel harekatçılar-özel timler-özel savaş teknikleri… Kürdistan’daki savaş tüm vahşetiyle sürmekteyken; iktidarın, yaşanmakta olan bu savaşı görünmez kılma çabaları da devam ediyor. İşgal ettiği toprakları talan eden, bir halkı aralıksız olarak katleden devlet, işlettiği bu savaş sürecini, daha önce de defalarca yaptığı gibi, kimi zaman manipüle ediyor kimi zamansa gizliyor.
Savaşın tüm yıkıcılığına rağmen var olmayı sürdüren halk ise, bundan önce de defalarca karşı karşıya kaldığı kıyımların, soykırımların ve savaşların deneyimleriyle direniyor. Yüzyıllar öncesinden bugüne, aynı asimilasyonu, aynı katletme politikasını, yöntemleri farklı ama özü her defasında aynı olan bu savaşı birçok kez yaşayan Kürt halkı; her seferinde yaptığı gibi yine yaşamayı, direnmeyi seçiyor.
Manipülasyon Ters Teper
İktidar, bugüne kadar yaratıcısı olduğu tüm savaş süreçlerinde yaptığı gibi, yaşanmakta olan savaşı bugün de manipüle etmeye çalışıyor. Devlet bunu yapabilmek için, en kitlesel şekilde toplumu etkileyebileceği araç olan, medyayı kullanıyor. Ancak bu kez, 90’lı yıllardan çok başka şekilde, bilgiye ve gerçeğe ulaşabilme imkanları bulunan toplumun varlığı, bu manipülasyon sürecini iktidar için daha önce hiç olmadığı kadar zorlu kılıyor.
Bilginin artık yalnızca devlet tekelinde olmaması ve bilgiyi tekelinde tutan başkaca otoritelerin de bulunmasına rağmen; bilgi kontrolsüz alandan açığa çıkıyor. Devlet bu kontrolsüz alana karşı kimi zaman yanlış bilgilendirme ve sansür mekanizmalarını uygulamaya sokarak bir korku politikası işletse de; kimi zaman yaşanmakta olan şiddetin “asıl sorumlusu olduğunu iddia ettiği tarafı” açığa çıkartmak istediği belgeseller devreye soksa da, başaramıyor. Özellikle sosyal medyada yayınlanan fotoğraf ve videoları kontrol edemediği her anda, yaşanan savaşı manipüle etmek konusunda başarısız oluyor. Her sansür, her yasaklama, her manipülasyon ters tepiyor.
Ajitasyonunuz Ters Teper
Yaşanan savaşta ölen her polisin her askerin ardından devlet, savaş propagandasını sistematikleştirip, düşmanlık kültürünü meşrulaştırmaya çalışsa da başaramıyor. Devlet, kendi varlığı için katlettiği her bir askerin ya da polisin ölümünü manipüle ediyor. “Özenle” planladığı her bir cenaze töreni ise, bayrağa sarılmış tabutlar başında yükselen “vatan sağ olmasın” çığlıklarıyla; “Katil kim” sorularıyla ve “o zaman siz savaşın” veryansınlarıyla ters tepiyor. Ana haber bültenlerinde son derece hüzünlü müziklerle servis edilen asker-polis cenazeleri, ekranlarda ağlayan televizyon muhabirleri, cenazelerle arzulanan nefret ve düşmanlık ve faşizm ters tepiyor.
Sığlık Ters Teper
Yaşanan savaşa karşı, “devlet yıkılırsa biz de altında kalırız” diyen her bir kişi için; muhalefetlerini ve siyasetlerini yalnızca Tayyip Erdoğan ve AKP karşısında şekillendirenler; yalnızca iktidarın yaptığı milliyetçilik propagandasına eklemlenmekle kalmazken; aynı zamanda bu propagandanın bir üreticisi ve sürdürücüsü de olarak, savaşı meşrulaştırıyor.
“Barış” diyenlere ya da savaşın mağduriyetini yaşayan her bir kişiye, “düşman”, “terörist” diyenler; yıllar boyu yalnızca AKP’nin karşısında konumlananlar için, bu savaş tam da bir ak-kara meselesine dönüşüyor ve bu sığlıkla istemeyerek de olsa meselenin ak tarafında kalıyorlar. Bu utangaç “ak”lık ters tepiyor.
Islah Ters Teper
“Terörle Mücadelede Master Planı” adı altında, savaşın yaşandığı bölgeye, karakol ve kalekollardan oluşan toplam 600 güvenlik noktası inşa etmek isteyen devletin ıslah planı ters tepiyor.
1990’lı yılların güvenlik kodlarına geri dönen devletin, Cizre’yi Hakkari’nin merkezine taşıyarak, özel savaş güçlerini toplayacağı bir noktaya dönüştürme arzusu, asla gerçekleşemeyecektir. Sadece Osmanlı döneminde değil, 1921’de ilçeyi işgal etmek isteyen Fransız kuvvetlerine karşı da, 90’lı yıllarda yoğun bir şekilde yaşanan köy yakmalara ve zorla göç ettirmelere karşı direnişin merkezi olan Cizre, bugün de direnişini sürdürüyor. İktidarın askerini, polisini, türlü kolluk kuvvetlerini örgütleyerek denetimi altına almak istediği Cizre, Sur, Yüksekova ve birçok merkez için bu göç ettirme ve “ıslah etme” planları yine ters tepiyor.
Asimilasyon Ters Teper
1930’lu-‘40’lı yıllar arasında “Vatandaş Türkçe Konuş” Kampanyası ile caddeleri, sokakları, evlerin kapılarını, milliyetçi söylemlerle dolduran iktidar için; bir halkın dilini ve kültürünü engelleme çabası ters tepiyor. Söz konusu olan dönemde çıkarttığı kanunla Kürtçe olan tüm belde isimlerini zorla Türkçeleştirerek, bölge halkının yaşam alanlarını da Türkleştirmek isteyen; aynı kararname ile Arapça ve Kürtçe konuşulan mahallelerin her birinde açtığı Türk Ocakları ile özellikle Kürt çocuklarını küçük yaşta asimile etmeyi arzulayarak yatılı okullara yerleştiren devlet için, bu asimilasyon politikası ters tepiyor. Kendi benliğinin kavgasını veren bir halkın direnişi, yıllardan bu yana sürüyor.
Tıpkı, 1960 Darbesi’nin ilk gününde Silvan’daki bir evin çatısına TC bayrağı çekip “Biraz daha geç kalsaydık Türk vatanı elden gidecekti” açıklaması yapan ordunun yaptığı gibi; 2015’in Ağustos ayında Silvan’da 700 polisin katıldığı operasyonda tekbir eşliğinde TC bayrağını bir okulun bahçesine diken özel harekatçıların yaptığı da ters tepiyor. Halk, yaşam alanını işgal eden bir devletin “bayrak kavgası”na karşı direniyor.
Soykırım Ters Teper
2015’in yaz ayında başlatılan operasyonların ardından, tüm yıkıcılığıyla halen devam etmekte olan savaş da; bu savaş süreci boyunca bölge halkına yönelik uygulanan baskı politikaları da Kürt halkı için bir ilk değil. 1925’te Şark Islahat Planı, 1927’de Umumi Müfettişçilik uygulaması ve tarihi boyunca devletler tarafından uygulanan nice asimilasyon ve soykırım politikasıyla karşı karşıya kalan hükümetlerin politikaları değişse de, iktidarın asla değişmediğini deneyimleyerek öğrenen Kürt halkı, sistematik şekilde sürdürülen tüm saldırılara karşı var olmaya devam ediyor.
İşgal Ters Teper
Devletin, özel harekat timleriyle, tanklarıyla, toplarıyla ve tüm kuvvetleriyle gerçekleştirdiği işgal, günü geldiğinde, tıpkı Farqin’deki gibi, devletin kaçışıyla ters tepecektir. Bir gün bu savaş elbet bitecek; fakat işgalin, kıyımın ve savaşın yaşattığı tüm acılar; Cizre’de, Silopi’de, Amed’de ve birçok yerde ters tepecektir.
Ters Teper
Bireysel planları ve hükümetsel/devletsel stratejileri gereği varoluşları olan halk düşmanlığını bu süreçte arttıranlar sokaklarda çocukları, gençleri ve yaşlıları yaralayarak, katlederek Kürdistan’ı kana bulayanlar, bu katliamlarla dört bir yana cenazeler taşıyıp o cenazelerle şov yapanlar şunu bilmeliler ki; yaşattıkları tüm üzüntüler birer öfke olarak onlara karşı koyacak ve istedikeri gibi değil bu öfkeyle dolu olan tüm aileler, mahalleler ve halkar devlete düşman olacaktır. Fitne ve fesatla arzuladığınız, halkların birbirine nefret ve kindarlığı oluşmayacak ve planlarınız ve stratejileriniz ters tepecektir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.
The post Ters Teper appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yangının Anlattıkları – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Özellikle son iki ay içerisinde, Kürdistan coğrafyasında ardı ardına yangınlar patlak veriyor. Yangınların bilhassa Kürt Özgürlük Hareketi’nin ağırlıklı olarak faaliyet yürüttüğü Amed, Dersim ve Şirnex’te yoğunlaşması ise, akıllara 90’lı yılları getiriyor. Her ne kadar “yakıp yıkma”, dünya üzerindeki devletlerin “imha” politikalarından biri olsa da, bu yıllarda T.C devleti belirgin bir strateji olarak, köy boşaltmalarla bu yönteme sık sık başvurmuş, bu coğrafyada yaşamını sürdüren tüm canlı hayatını hedefleyen birçok kundaklamaya imza atmıştır.
Tarihin Not Düştükleri
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, devletlerin “imha” ve “koşulsuz itaat” için ormanları ve köyleri yakması bir strateji olarak görülür. T.C devleti, kurulduğu ilk günden bu yana bu savaş taktiğini özellikle Kürtler üzerinde defalarca kullanmıştır. T.C tarihinde, böylesi bir “politik orman yangını vakası” ilk olarak 1925’de Şeyh Sait İsyanı sırasında yaşanmıştır. Aynı yıl onaylanan Şark Islahat Planı çerçevesinde isyanı bastırmaya çalışan devlet, birçok saldırı gerçekleştirmiş, bununla kalmayıp ormanlık alanlara ve dağ köylerine sığınan isyancıları “temizlemek” için ormanları ve köyleri ateşe vermiştir. Birçok mağara tahrip edilmiş, tarlalar kullanılamaz hale getirilmiş ve evcil hayvanlara ya askerin “et” ihtiyacını karşılamak için el konulmuş ya da keyfi olarak öldürülmüştür. Tabii ki “yangın”, isyanın bastırılması ve isyancıların katledilmesi ile durmamıştır. 20’li yıllardan 30’lu yılların sonuna kadar devam etmiştir bu katliamlar. 1938 yılına gelindiğinde, tüm Kürdistan’ı saran ateş, Dersim Katliamı’nın kolaylaştırıcılarından biri haline gelmiştir. Katliam sırasında birçok orman bombalanarak ya da doğrudan ateşe verilerek yakılmış, yine birçok mağara ateş çemberine alınarak buraya gizlenen isyancılar, dışarıya çıkmaya zorlanmıştır. Yine tarlalar yakılmış, hayvanlara el konulmuş ya da öldürülmüştür. Bu süreçte kaç ağaç yandı, kaç köy boşaltıldı, kaç dönüm toprak küle döndü bilmiyoruz ama 17 günlük süre içerisinde 7594 kişinin ölü ya da diri ele geçirildiğini düşünürsek, yaşamın bütünü için ne denli dehşet verici bir katliamla karşı karşıya kaldığımızı anlayabiliriz.
Benzeri yangınlar, irili ufaklı da olsa 80’li yıllara kadar devam etti. 1987 yılında çıkarılan ve Şark Islahat Planı’nın bir çeşit devamı olan Olağanüstü Hal (OHAL) yasası ile beraber yangınlar, daha sistematik ve daha kıyıcı olarak devam etmiştir. Köy boşaltmalar, orman yangınları, bombalamalar; dönemin karanlık atmosferinde yaşanan infazlara, askeri operasyonlara, işkencelere eşlik etmiştir. Devlet 94 – 99 yılları arasında 1102 bombalama ve kundaklama vakasının altına imza atmış, 1 ayda 33 ormanı yakmış ve toplamda 20 yıl boyunca 9.000 hektarlık ormanı “yaşamdan” temizlemiştir. Üstelik bu gelenek 2000’li yıllarda da devam etmiş, bu süre zarfında ise son iki üç ay içerisinde yaşanan orman yangınları ile adeta zirve noktasına ulaşmıştır.
Bu yazı yazılmaya devam edilirken, halen devam etmekte olan ve her gün bir yenisi patlak veren bu yangınlarla devlet ya da geniş ölçekte düşünürsek devletler ve iktidarlar neyi hedefliyorlar?
Meskeni Dağlar ve Ormanlar Olanlar
Öncelikle, ormanların ve dağların, gerillalar için bir sığınak olması, devleti bu bölgeleri sığınak olmaktan çıkartacak hamlelere yöneltiyor. Kaldı ki, ormanlar ve sarp kayalıklarla çevrilmiş dağlar her zaman için efendilerle, yasayla ve devletle derdi olanlar için bir sığınak olagelmiştir. Eşkıyalara, isyancılara ve ötekilere mesken olan bu yerler, efendiler ve iktidarlar için her zaman “tekinsiz” birer alan, kendi otoritesinin ulaşmadığı, halen içerisinde yaşamın kurallarının geçerli olduğu yerler olarak, “tedirgin edici” olarak anılıyor. Bu yüzden her zaman, içerisine büyük tesisler yapılıp sterilize edilmedikçe ya da kalekollarla çevrelenip güvenlikli hale getirilmedikçe içindeki tüm canlılarla beraber yakılıp yıkılması talan edilmesi vacip olarak görülüyor.
Bir Tahakküm ve Kar Aracı Olarak Grileştirme
Bir diğer neden ise, yakılıp yıkılan, düzleştirilen, griye boyanan her şeyin, daha net izlenebiliyor olması sayesinde daha rahat kontrol edilebilmesi. Üstelik ileride burada kurulmak istenen sanayi tesisleri için alan açılmış oluyor. Artık madenler daha rahat kurulabiliyor, HES’ler, güvenlik barajları ya da kaya gazı arama çalışmaları daha rahat yapılabiliyor. Yani yaşamdan temizlenmiş coğrafyalar, devlet denetiminin kat-i suretle uygulandığı alanlara dönüşüyorken yine aynı devlet tarafından, bu alanlar kapitalistlere altın bir tepsi içinde servis ediliyor!
Devlet Uyumu, Uyum Devleti Öldürür
Daha da ötesi, bir toprak parçasında yaşamın, “sağlıklı bir yaşamın” oluşabilmesinin olmazsa olmazını, yani uyumu, Ekolojik Uyumu bozuyor. Ekolojik Uyum sadece ağaçlarla ya da nesli tükenen hayvanlarla ilgilenmez, rengi yeşile çalsa da, aslında tüm renklerin uyumuyla süregelen bir yaşamdan bahseder. Bu uyumun kendisi, bir bölgede yaşayan insanlar, hayvanlar, bitkiler ve onlar arasındaki ilişkinin bütünüyle ilgilidir. Üstelik bu ilişkinin bütünündeki bir parçada yaşanan uyumsuzluk, bütünün uyumsuzluğuna neden olur. Dolayısıyla, Kürdistan’daki orman yangınları da “yazık ağaçlar yanıyor!” gibi bir safdillik ile değerlendirilemez. Kaldı ki, devlet sırf ağaç yakmak için orman yakmaz. Devlet de bu kadar etraflıca düşünür ve bozup yıkmak, dönüştürmek istediği bir “yer” ya da bir “toplum” için, sadece o yeri ya da toplumu hedef almaz. İnsanlarını katlettiği bir coğrafyanın ormanlarını, katırlarını, derelerini es geçmez.
Nihayetinde, bu yangınlardan çıkan şey sadece duman değil, aynı zamanda yığınla katliam, bol bol göç ve yok edilmek istenen bir halk, yani yaşamın ta kendisi oluyor!
Özgür Erdoğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayınlanmıştır.
The post Yangının Anlattıkları – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Enerjide Dengeleri Sarsmak Kaya Gazı “- Emre Bayyiğit appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kapitalizmin tükenmeye yüz tutan fosil yakıtlara bir alternatif olarak sunduğu kaya gazının ilk kuyuları, bu topraklarda yaklaşık 3 yıl önce, Royal Dutch Shell, TPAO (Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı) ortaklığıyla, Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’ne bağlı Sarıbuğday ve Bağdere köylerinde açıldı. Bu bölgede, kaya gazının çıkarılması çalışmaları 3 yıldır sürüyordu. Bölge halkı, yıllardır devletin imha, inkar ve baskı politikaları ile yaşamlarını sürdürmeye çalışırken; yapılan ekolojik yıkımlar, HES’ler ve güvenlik barajları ile tüm su varlıkları büyük bir tehlikeye girmiş durumda. Kürdistan, Trakya, Karadeniz, Tuz Gölü civarı ve Toroslar’da mevcut yakıt tüketim miktarını 40 yıl karşılayacak kaya gazı rezervinin var olduğu söyleniyor.
Kısaca Kaya Gazı
Kaya gazı çıkarmak için “hidrolik kırılma” adı verilen bir yöntem kullanılıyor. Bu yöntem, sondaj kuyularıyla yerin ortalama 2400-3600 metre altına açılan kuyulardan, kayanın içine patlamalara yol açan 600’e yakın kimyasal madde karışımının yollanmasıyla uygulanıyor. Bu patlamalar kaya kütlesinde çatlamalara yol açıyor ve serbest kalan gaz, çatlaklardan yeryüzüne çıkıyor. Böylece kuyularda toplanan gazla birlikte, onu elde etmek için kullanılan kimyasallar da yeryüzüne çıkmış oluyor. Ayrıca; %3 ila %7 arasında kaya gazının, çıkartılırken havaya salındığı da ortaya çıkıyor.
ABD ve Kaya Gazı
ABD’de 1972 yılından beri fosil yakıt kaynaklarında büyük sorunlar olduğundan bahsediliyor. Su kaynaklarının korunması için petrol şirketlerine çeşitli ‘yükümlülükler’ getiren 1972 tarihli “Temiz Su Yasası”nda 2005 yılında yapılan düzenlemeyle, yalnızca Hidrolik Patlama yöntemiyle doğalgaz çıkaran şirketler bu yasadan muaf bırakıldı. Bu düzenlemeyle beraber ABD, 2009’a kadar doğalgaz üretimini ikiye katladı. Aynı oranda su havzalarındaki zehirlerini de!
Kaya gazı ilk olarak, ‘doğalgaz okyanusu’ olarak adlandırılan Kuzey Amerika’nın Texas eyaletinde, 1981 yılında çıkarılmaya başlanmış. Patlamayla açığa çıkan kimyasallar, yeraltı suları ve akarsulara karışıp bölgedeki bütün yaşamı yok ediyor. Halkın içme suyu olarak kullandığı su kaynakları zehirleniyor ve şebeke suyu alev almaya başlıyor. Bölgedeki bütün hayvanlar bu yolla katlediliyor. Sondaj kuyularının yanına kazılan dev çukurlarda biriktirilen sondaj atık maddeleri, havayı solunamaz hale getiriyor. Kaya gazı çalışmalarında Halliburton, Williams, Cabot Oil and Gas gibi şirketler başı çekiyor. Burada biraz daha dikkat çekmek gereken şirket, Halliburton! Büyük petrol firmalarının inşaat, güvenlik, lojistik, yangın söndürme işlerini yapmakta olan katil şirket, Amerikan ordusunun yiyecek, içecek, temizlik gibi tüm malzemelerinin özelleştirilmesi kararı alındığında ihaleyi kazanan oluyor. Amerikan ordusuna limanlar, üsler ve yollar inşa etmekte de, yine bu şirket tüm görevi üstleniyor, üstlendiriliyor!*
ABD tarihinde Başkan’ın en genç Yazı İşleri Müdürü, Panama Müdahalesi ve 1. Körfez Savaşı sırasında Savunma Bakanı, 2001-2009 tarihleri arasında da 46. Başkan Yardımcısı olan Dick Cheney; yüzünü özel sektöre döndüğü 1995-2000 yılları arasında katil şirket Halliburton firmasının Genel Müdürlüğü’nü yapıyor! Böylece meselenin sadece ‘enerji’ olmadığı açığa çıkıyor.
Su Savaşları ve Kaya Gazı
Gaz şirketleri ile çiftçilerin yeryüzünde verdiği su savaşları gün geçtikçe sertleşmekteyken, kaya gazı aramalarının hız kazanmasıyla beraber bu savaşın daha da sertleşeceği aşikar. Kapitalist şirketler kaynakları tükettikçe, biz tükeniyoruz. Shell, ExxonMobil, Halliburton ve diğer küresel kapitalist şirketlerin tüm yeraltı varlıklarını tüketmek üzere harekete geçmelerinin nedeni, artık sadece piyasa rekabeti ve bu piyasadan kazanılacak olan milyar dolarlar değil, devasa boyutlara ulaşan projelerle elde edilecek olan ranttır. Sondaj maliyetlerinin yüksek olmasından ötürü tam hayallerindeki verimi alamamalarından yakınan şirketler, teknoloji çalışmalarını geliştirdikçe son sürat sömürmeyi sürdürecekler.
*https://www.globalpolicy.org/component/content/article/168/34798.html
Emre Bayyiğit
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Enerjide Dengeleri Sarsmak Kaya Gazı “- Emre Bayyiğit appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>