The post “Gazete Kupüründen Sinema Filmine Babamın Kanatları” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hemen her gün işçilerin iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken, bu yılın en dikkat çeken filmlerinden biri “Babamın Kanatları”. Gerçek bir haberden yola çıkılarak oluşturulan senaryosu ve özellikle Menderes Samancılar’ın oyunculuğuyla adından söz ettirdiği film üzerine konuşmak içi, filmin senaristi ve yönetmeni Kıvanç Sezer’le bir söyleşi gerçekleştirdik.
Meydan: Merhaba. Babamın Kanatları’nın senaryosunun, “inşaattan düşerek yaşamını yitiren bir üniversite öğrencisi” haberinden esinlenerek yazıldığını biliyoruz. Peki, senaryonun gelişimi sürecinde işin öznesi olan inşaat işçileriyle bir etkileşiminiz oldu mu?
Kıvanç Sezer: O gazete haberini okuduktan sonra, iş cinayetleriyle ilgili araştırmalara başladım. Şantiyelere gittim, pek çok işçiyle tanıştım. Röportajlar gerçekleştirdim, onları dinledim. Bana bazı videolarını izlettiler. Bir işçi, arkadaşlarıyla beraber bir direniş süreci yaşamış. Direniş öncesi koğuşlarda işçilerin diğer işçilerle “mevcut sorunlar” üzerine yaptığı tartışmalar vardı. Dolayısıyla o cep telefonu görüntüsü, bir sahne olarak filmin içerisine girdi.
Bu arada zihnimdeki inşaat işçisi oluşmaya başlamıştı. İnşaat İşçileri Sendikası’nın Başkanı Mustafa Akyol ile de uzun süredir iletişimimiz vardı. Senaryo yazım aşamasında da bir araya geldik, bilgilerinden yararlandım. Hatta bir buluşmamızda, 10 Ekim’de yaşamını yitiren Serdar Ben de vardı. Mustafa Abi işçi karakterini, mücadeleci olmadığı için, beğenmemişti. Serdar ise bunun bir sinema filmi olduğunu, sinema için oldukça uygun bir senaryo olduğunu söylemişti.
Filmin konusu itibariyle, izleyicilerde böylesi bir mücadele beklentisi şaşırtıcı değil. Bu eksik gibi görünse de, “Babamın Kanatları”nı, şantiyelerdeki çalışma koşullarını tüm çıplaklığıyla anlatan bir filme dönüştürmeyi başarmışsınız. Peki, çekim için girdiğiniz şantiyelerde engellemelerle karşılaştınız mı?
Çekim öncesinde araştırma için 10 tane şantiyeye gittiysek, yalnızca 2 tanesinden olumlu sonuç aldık. Bir engelleme denilemez, ama istemediler. Başlarına bela almak istemediler.
Bizim çekim yaptığımız ana mekan boş bir şantiyeydi. Görüştüğümüz yetkililer şantiyenin devredilmekte olduğunu söylediler. Dolayısıyla bir yetki boşluğu vardı. Nihayetinde patronlarla değil de belediyeyle temas kurduk. Belediye izin verince, istediğimiz gibi çekim yaptık.
Gittiğimiz yerlerde karşılaştığımız kişiler, hikayedeki kişilere benziyordu; onlarla konuştuğumuzda da benzer sıkıntılar yaşadıklarını gördük. Kimisi “abi bende de vardır oyunculuk”, “benim hikayem de güzeldir” diyerek bizimle yakınlık kurdu.
Biraz da filmden söz edelim. Şantiye sahnelerinde neredeyse zifiri karanlığa yakın bir aydınlatma kullanmışsınız. Bunun, filmdeki karakterlerin, özellikle İbrahim’in iç dünyasını yansıtabilmek için yapıldığını söyleyebilir miyiz?
Karanlık, ilk olarak, İbrahim’in hikayesinden ve bir şekilde ölüme yazgılı oluşundan kaynaklı. İkincisi de o mekanlar, gerçekten kapkaranlık mekanlar. Küçük ve karanlık konteynerlerde yaşıyorlar. Bu atmosferi İbrahim’in iç dünyasına katmak istediğim için, yer yer siluetimsi yer yer oldukça karanlık sahneleri tercih ettim.
Bir de Yusuf var. İbrahim bedensel ve zihinsel bir düşüşteyken; Yusuf yükselme arzusu içindeydi. Bu, senaryoda nasıl gelişti; zıtlık sonradan mı belirginleşti?
Başından beri vardı. Bu benim açımdan gündüzle gece gibi. Karakterlerden biri geleceğe bakıyor, umut dolu. Diğeri ise geçmişte. Bu tezatlıkların birbirini tamamladığını düşündüm. Oyuncular da bu tezatlığı çok iyi kavrasınlar istedim. Menderes Abi zaten çok iyi bir oyuncu, neredeyse prova yapmadık; daha çok alt metin ve gözlemler üzerine konuştuk; kendinden çok şey kattı. Filme ruhunu kattı bence. Musap’tan da bolca doğaçlama yapmasını istedim, olmadığı sahnelerde bile! O doğaçlamalarda yavaş yavaş karakteri yoklamaya, onla ilgili şeyler keşfetmeye başladı. Oyuncuların bu özverileri, filmin yararına oldu tabi ki.
Biz filmin son sahnesini, kadının imzayı atmamaktaki iradesi olarak düşünmüştük; sanki film orada bitmişti. Ancak film devam etti. Bu durumla Yusuf karakterinin dönüştüğünü mü düşündürmek istediniz?
Evet, Yusuf’un bir duvara çarpmasını istemiştim. Sistemin verdiği sahte yükselme umutlardan sıyrılmasıydı mesele. Evet, bazıları gerçekten yükseliyor; ama bedeller ödeyerek. O bedel, Yusuf’un amcasıydı. Son sahnede Yusuf’un dönüşümünün başlaması görülüyor aslında.
İnsanlarda bir eksik kalma duygusu yaratıyor final. Aslında şunu istemiştim: İnsanlar şahit oldukları şeyin katarsisini yaşamadan çıksınlar. Mesela, Yusuf patrona yumruk atsaydı, seyircilerin içi rahatlayacaktı. Ama bu, ne Yusuf’un gerçekliğinde ne de pazarlık masasının gerçekliğinde var. Dolayısıyla ucunu açık bıraktım.
Filmin bir üçlemenin ilk parçası olduğunu biliyoruz. Diğer iki filmden de söz eder misin?
“Babamın Kanatları”, bir konut üçlemesi olarak tasarladığım üç filmden ilki. Üç öykü de İstanbul’un uzak bir semtinde dev blokların olduğu bir semtte, “Billur Köşk Konutları” adını verdiğimiz yerde geçiyor. İlk film buradaki inşatta çalışan işçileri anlatıyor. İkinci filmde, o inşaattaki bir daireyi bankadan kredi çekerek alan bir çiftin; üçüncüsünde ise, en büyük patron olan Şefik Abi’nin hikayesini göreceğiz. Amacım, konutu bir rant alanı ve bunu da bir çark olarak düşünürsek; bu çarkın içinde yer alan alt, orta ve üst sınıfın 2010’lardaki durumlarına bakabilmek.
Son olarak, filmin gösterimleriyle ilgili bilgi verebilir misiniz?
Ne yazık ki kısıtlı sayıda salonda ve belli seanslarda izleyiciyle buluşabiliyoruz. Bu dağıtım koşullarına rağmen izleyici sayımız fena değil. Özel gösterimlerle ve söyleşilerle de filmi yaymaya çalışıyoruz. Bundan sonraki süreçlerde de, fabrikalarda, üniversitelerde vb. yerlerde filmimizi izleyiciyle buluşturmaya çalışacağız.
Kültür Bakanlığı bilet gelirlerinin önemli bir kısmını merkeze aktarıyor; muhtemelen o paralarla yol ya da inşaat yapılıyor. Film gelirlerinin tümü gene film yapımı için kullanılsa, bizler de yeni filmleri daha rahat yapabiliriz.
Söyleşi için teşekkür ederiz.
Gürşat Özdamar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Gazete Kupüründen Sinema Filmine Babamın Kanatları” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İnşaat İşçileri Doğrudan Eylem ile Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
İnşaat işçileri sendikası Nurolpark, Köseler Köyü TOKİ ve Dedekorkut İÖO inşaatları olmak üzere farklı şantiyelerde direnerek patronlara geri adım attırıyor.
Nurolpark Güneşli şantiyesinde çalışan ve hakları gasp edilerek işten çıkarılan İnşaat İşçileri Sendikası üyesi taşeron işçiler sendika ile başlattığı direniş sürecinde patronlara geri adım attırdı. Direnişçi işçilerin talep ettikleri ücret ve tazminatları ödendi. 3 gün süren eylemlere Alınteri, DAF, Mücadele Birliği katılarak, 26A Kolektifi ise öğlen yemeklerinde sandviç getirerek direnişçiler ile dayanışma gösterdi.
Kocaeli Dilovası’nda bulunan Köseler Köyü TOKi inşaatında çalışan İnşaat-İş üyesi işçiler, gaspedilen hakları için iş durdurma eylemi başlatarak şantiyeye giden tüm elektriği kesti. TOKİ patronları geri adım atarak işçilerin tüm alacaklarını ödedi.
Eyüp Dedekorkut İlköğretim Okulu inşaatında çalışan taşeron inşaat işçileri sendika ile beraber şantiyedeki çalışma ve barınma koşullarına karşı işgal eylemi başlatı. Şantiye girişine pankart asarak kimseyi şantiyeye sokmayan direnişçi işçiler İlci Holding patronlarına geri adım attırdı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.
The post İnşaat İşçileri Doğrudan Eylem ile Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Unutulamaz Affedilemez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
10 Ekim
-Ulus güzergâhı üzerinden, katliamın yaşandığı gar önüne yürümek isteyen halka, polis biber gazı ve coplarla saldırdı.
– Ankara’da yaşanan katliama karşı, Batman’da sokağa çıkan halka yönelik polis saldırısı gerçekleşti.
– Antep’te, halk katliama karşı yürüyüş gerçekleştirdi.
– Nurtepe’de halk, Ankara Katliamı’na karşı yürüyüş gerçekleştirdi.
– Almanya’nın Berlin ve Köln şehirlerinde; Londra’da Ankara Katliamı’na karşı yürüyüş gerçekleştirildi.
– Gerçekleşen katliama karşı, aralarında Devrimci Anarşist Faaliyet’in de bulunduğu birçok devrimci kurum ve sendika, Taksim Tünel’de toplanıp Galatasaray Meydanı’na doğru bir yürüyüş gerçekleştirildi.
Devrimci Anarşist Faaliyet 10 Ekim günü Taksim yürüyüşünden.
– Viyana’da ve Finlandiya’da gerçekleştirilen eylemlerle, Ankara’da yaşanan katliam kınandı.
– İstanbul Gazi Mahallesi’nde, katliama karşı sokağa çıkan halka yönelik polis saldırısı gerçekleşti. Saldırının ardından başlayan çatışmalar, Cemevi önünde devam etti.
11 Ekim
– Anarşist Gençlik ve Lise Anarşist Faaliyet, yaşanan katliama karşı okul boykotu çağrısı yaptı.
– DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, iki günlük genel grev çağrısı yaptı.
– Yaşanan katliama karşı Amed’de düzenlenen yürüyüşe polis saldırısı gerçekleşti.
– Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren Eren Akın, Malatya’da; Gazi Güray, Mersin’de toprağa verildi.
– Dersim halkı katliama karşı yürüyüş gerçekleştirdi.
– Muğla Menteşe’de, Ankara Katliamı’na karşı yapılan eyleme polis saldırdı. Gaz bombası ve plastik mermilerin kullanıldığı saldırıda, 17 kişi gözaltına alındı.
– Ankara’da yaşanan katliama karşı, Çorum’da oturma eylemi yapıldı.
– Ankara Katliamı’na karşı, Lefkoşa Barış Platformu’nun çağrısıyla, Kıbrıs’ta da bir eylem gerçekleştirildi.
– Katliamda yaşamını yitirenlerden İnşaat-İş Sendikası üyesi Kemal Tayfun Benol ve Tekin Arslan’ın İstanbul’a getirilen cenazelerini karşılamak için, Kartal Eğitim-Sen’den Kartal Cemevi’ne yürüyüş gerçekleştirildi.
12 Ekim
Yunanistan’ın Selanik şehrinde Devrimci Anarşist Faaliyet’in de “Unutmak Yok, Affetmek Yok” yazılı pankartla katıldığı bir yürüyüş gerçekleştirildi. Atina’nın Sintagma Meydanı’nda, Alfa-Kappa üyelerinin de katılımıyla, Ankara Katliamı’na karşı bir eylem düzenlendi.
– Amed’de Ankara Katliamı’na karşı gerçekleştirilen eylemde yaşanan polis saldırısında, 63 yaşındaki Abdulaziz Taruk yaşamını yitirdi.
İtalya’nın Toronto kentinde de, katliama karşı yürüyüş gerçekleştirildi.
Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren üç çocuk annesi Aycan Kaya Batman’da, Dicle Deli ise İstanbul’daki Silivrikapı Mezarlığı’nda gerçekleşen cenaze töreniyle sonsuzluğa uğurlandı.
Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren anarşist yoldaşımız Ali Kitapçı, Ankara’da gerçekleşen cenaze töreninin ardından, Karşıyaka Mezarlığı’nda sonsuzluğa uğurlandı.
İnşaat-İş Sendikası kurucularından olan ve Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren Kemal Tayfun Benol’un cenaze töreni öncesinde Kadıköy’de bulunan 26A Kafe önünden “Senin Gibi Genç Senin Gibi Güleç Yaşayacağız” pankartı ile başlayan yürüyüş, Kadıköy Haldun Taner Sahnesi önüne kadar sürdü. Ardından Karacaahmet Şakirin Camii’sine gidildi. Benol’un buradan alınan cenazesi, “Unutmak Yok, Affetmek Yok” ve “Tayfun Benol Ölümsüzdür” sloganları ile Başıbüyük Mezarlığı’nda sonsuzluğa uğurlandı.
Katliamda yaşamını yitiren inşaat işçisi ve İnşaat-İş Sendikası üyesi Tekin Arslan’ın cenazesi, Kartal Meydanı’nda yapılan anmanın ardından defnedilmek üzere Tuzla Aydınlı Köyü Mezarlığı’na getirildi. Arslan, binlerce kişinin hep birlikte attığı “Katil Devlet Hesap Verecek” sloganları ile sonsuzluğa uğurlandı.
Birçok devrimci kurumun da katılımıyla, Kadıköy Boğa’da, katliama karşı yürüyüş gerçekleştirildi.
Elazığ Karakoçan’da da, Ankara Katliamı’na karşı bir eylem gerçekleştirildi.
13 Ekim
Lise Anarşist Faaliyet, Ankara’da gerçekleşen katliama karşı, Kadıköy Bahariye Caddesi’ne “Unutulamaz Affedilemez” yazılı pankart astı. Asılan pankartın polisler tarafından sökülmesi üzerine, tekrar pankart asıldı.
İzmir’de bulunan Alsancak Garı önünde katliama karşı basın açıklaması gerçekleştirildi. Yalova Üniversitesi’nde düzenlenen eyleme ise polis saldırdı.
– DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nın yaptığı genel grev çağrısının ardından, birçok kurumun katılımıyla Beyazıt Meydanı’nda eylem gerçekleştirilmek istendi. Cerrahpaşa’dan Beyazıt Meydanı’na yapılmak istenen yürüyüşün polis tarafından engellenmesinin ardından, oturma eylemi yapılarak, eylem sonlandırıldı.
DİSK, KESK, TMOB, TTB’nin çağrısıyla gerçekleşecek anmaya gitmek için Kadıköy’den yola çıkan devrimcilere yönelik polis saldırısı gerçekleşti. Saldırıda 4 kişiyi gözaltına alan polis, anmaya gitmek isteyen başkalarına da engel oldu.
12-13 Ekim’de “Yaşamı Durduruyoruz” şiarıyla, coğrafyanın birçok yerinde grevler ve boykotlar örgütlendi. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde ve İstanbul Üniversitesi’nde de öğrenciler derslere girmeyerek boykot gerçekleştirdiler.
Ankara Katliamı’na karşı Kızılay’da yapılmak istenen anmaya polis engel oldu. Kızılay’a doğru yürümek isteyen halka polis saldırısı gerçekleşti.
Alanya Adliyesi önünde, Ankara’daki katliama ilişkin basın açıklaması yapan avukatlara polis saldırdı.
Kadıköy Rıhtım’da, Ankara’da yaşanan katliama karşı oturma eylemi gerçekleştirildi ve katliamda yaşamını yitirenler anıldı.
14 Ekim
Anarşist Gençlik, Ankara Katliamı’na karşı, İstanbul Üniversitesi’ne “Unutmak Yok, Affetmek Yok” yazılı pankart astı ve katliamda yaşamını yitiren Tayfun Benol anısına, mezunu olduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin koridorunda anma köşesi oluşturdu.
Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren Alınteri okuru ve İnşaat İşçileri Sendikası üyesi Serdar Ben’in cenazesi, Gazi Mahallesi Şair Abay Lisesinin önüne getirildi. Buradan gerçekleşen yürüyüşün ardından cenaze, ertesi gün defnedilmek üzere Cemevi’ne götürüldü.
15 Ekim
Serdar Ben’in cenazesi, Gazi Mahallesi eski karakol önünden yapılan yürüyüşle Gazi Mezarlığı’na getirildi. Aralarında Berkin Elvan ve Ethem Sarısülük’ün ailelerinin de bulunduğu binlerce kişi, “Katil Devlet Hesap Verecek” sloganlarıyla, Ben’i burada son yolculuğuna uğurlandı.
Yunanistan’ın Rethymno kentinde Ankara Katliamı’nı protesto etmek için, Devrimci Anarşist Faaliyet’in de katılımıyla bir yürüyüş düzenlendi. Kent meydanında başlayan yürüyüş, yaklaşık 200 kişinin katılımıyla gerçekleştirildi.
– İrlanda’nın Dublin kentinde, Ankara Katliamı’na karşı eylem ve katliamda yaşamını yitirenler için anma gerçekleştirildi.
17 Ekim
DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve siyasi kurumların çağrısıyla Kadıköy Rıhtım’da oturma eylemi gerçekleştirildi.
– Antakya’da, Ankara Katliamı’na karşı düzenlenen eyleme polis saldırdı.Polis saldırısında 6 kişi gözaltına alındı.
18 Ekim
Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren İnşaat-İş Sendikası üyeleri Kemal Tayfun Benol, Tekin Arslan, Serdar Ben, Erol Ekici, Gazi Güray ve İsmail Kızılçay için Kadıköy Rıhtım’da taziye çadırı açıldı. Birçok devrimci kurumun katılım gösterdiği taziye çadırında, katliamda yaşamını yitiren Tayfun Benol’un oğlu Deniz Benol da, konuşma yaparak, katliamda yitirilenleri andı.
The post Unutulamaz Affedilemez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Bizimle Yaşayacaksınız ” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Yoldaşların hepsi öldü siperlerin başında! Yüzlerinde uzun sakal, gözlerinde kavga var! Ey işçiler birleşiniz yoksa dünya mahvolur!” Her eylemde, direnişte Tekin abimizin dilindeydi bu sözler. Kimin için söylediğini bilmezdik. Ama artık bizler Tekin abi, Serdar, İsmail Abi, Erol, Gazi Güray ve Tayfun Abi için söyleyeceğiz…
İnşaat işçilerinin örgütlü gücü olmak için yola çıkan İnşaat İşçileri Sendikası’ndan 6 siper yoldaşımızı yitirdik. Herbiri arkadaşımız, dostumuz, ailemizdi. Mesela babamızdı Tayfun Abi. Yıllardır devrimci anarşist mücadelemizle dayanışma içerisinde, iki oğlunun da örgütlü olması sebebiyle anarşizm ile de gönül bağı kuran mücadele dostumuz, yoldaşımızdı. Lise yıllarından yoldaşı olan Mustafa Adnan Akyol’u yalnız bırakmamak başta olmak üzere işçi mücadelesinin büyümesinde yapabileceği ne varsa yapmak için uzun bir süre İnşaat İşçileri Sendika Girişimi olan yapının bir parçası olmuştu. Başta Mustafa Abi olmak üzere Serdar(Serdar Ben) ve Tekin Abi’nin (Tekin Arslan) yoldaşı, omuzdaşı olmuştu. Bir yandan sendikalaşmak için kağıt işlerine yoğunlaşırken, öte yandan fiili mücadelelerin içindeydi. Zorlu Center’ı inşa eden işçilerle eksi dördüncü katlarda, günlerce iş bırakma eylemine katıldı. Aylardan beri ücreti gasp edilen taşeron inşaat işçileri ile Astoria AVM önünü, direniş alanına dönüştürdü. Tabiki tek başına değil yitirdiğimiz yoldaşlarımız omuzdaşlarımız Tekin Abi, Serdar ve Erol ile beraber.
Torunlar Katliamı yaşandığında, kaybettiğimiz inşaat işçileri için, Erol ile yumruklarımızı beraber kaldırmıştık sömürüye karşı “Dünyayı biz inşa ediyoruz. Altında biz kalıyoruz! Artık Yeter” diyebilmek için. Erol, bir inşaat işçisiydi. Kobanê’nin yeniden inşasına, inşaat işçilerinin dahil olması için Kobanê’ye gitmişti. Erol, bir devrimciydi. Tıpkı Serdar gibi.
Dernek sürecinden beri inşaat işçilerinin örgütlenmesi için canını dişine takan Serdar, kısacık yaşamını konfeksiyonlarda, atölyelerde, tersanelerde geçirmişti. Erken başladığı devrimci işçi yaşamının detaylarını Serdar ile çok konuşurduk. “Diğer sektörlerin örgütlenmesinin yanında, inşaatta örgütlenmenin zorluğunu bilmeliyiz” derdi hiçbir yılgınlık belirtisi olmadan. Esenyurt Belediyesi Direnişi’nde polis saldırınca, kol kola omuz omuza direnmiştik düşmana. O gün hiç bırakmayacaktım seni Maviş! Bugün alamayacaklardı kollarımızdan! Tekin Abi orada başlamıştı “Ne istiyoruz? -Hakkımızı- Vermeyecekler! -Alacağız! “ sloganını attırmaya. Her eylemin, her direnişin sloganı olmuştu sonra. Gür sesiyle attığı ajitasyonlar hala kulaklarımızdadır: “Emekçi halkımız, bizler inşaat işçileri olarak…diz çöktüreceğiz burjuvaziye, diz çöktüreceğiz halk düşmanlarına!” Sadece ajitasyonda kalmadı elbette. Onlarca şirket patronunu dize getirdik hep beraber.
Yine öyle yapacağız Tekin abi.
Diz çöktüreceğiz halk düşmanlarına!
Diz çöktüreceğiz eli kanlı katillere!
And olsun! And olsun ki sizler gibi devrim olacağız!
Devrimi yaşayacağız!
Devrimde öleceğiz!
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Bizimle Yaşayacaksınız ” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Kobanê’ye İnsani Yardım Koridoru Açılsın” Eylemine Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kobanê’nin yeniden inşa süreci kapsamında İnşaat İşçileri Sendikası “Kobanê’ye İnsani Yardım Koridoru Açılsın” diyerek Kadıköy’de bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşe İnşaat-İş sendikası üyeleri ve devrimci kurumlar Alınteri, DAF, HDK, Mücadele Birliği katıldı. Kadıköy Altıyol’da başlayan yürüyüşte onlarca sivil ve çevik kuvvet polisi gruba saldırarak yürüyüşü sabote etmek istedi. Devrimciler polis saldırısına taş ve soda şişeleri ile karşılık verirken çıkan çatışmada çok sayıda polis yaralandı. 2 Alınteri okuru ve 2 DAF’lı gözaltına alındı. Tüm engellemelere rağmen Kadıköy İskele’de basın açıklamasını gerçekleştiren İnşaat-İş buradan gözaltına alınan devrimciler için İskele karakolu önünde beklemeye başladı. Çeşitli yerlerinden darp edilerek gözaltına alınan devrimciler için karakol önündeki bekleyiş akşam geç saatlere kadar sürdü.
25 Mayıs Pazartesi günü ise gözaltına alınan devrimciler savcılığa sevk edildi. Sabah erken saatlerden itibaren dayanışmak için adliye önüne gelen Alınteri okurları ve DAF’lılar savcılık sorguları bitene kadar burada bekleyişini sürdürdü. Savcılık sorgusu ardından 4 devrimci serbest bırakılırken İnşaat İşçileri sendikası ise burada bir basın açıklaması gerçekleştirerek “ Baskılara gözaltılara rağmen Kobanê’de yeniden inşayı engelleyemezler ” dedi. Ardından gözaltına alınan devrimciler adına konuşan Merve Demir, polis saldırılarına ve işkencelerine karşı devrimcilerin yılmadan mücadele ettiğini ve bu mücadelenin süreceğini vurguladı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Kobanê’ye İnsani Yardım Koridoru Açılsın” Eylemine Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tarihteki Anarşist Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tarih boyunca, anarşizm fikrinin toplumsallaşmaya ve örgütlenmeye başladığı ilk andan itibaren kadınlar; ezilenlerin mücadelesinde ön saflarda yer almışlardır. Yaktıkları isyan ateşi fabrikalarda, sokaklarda, kadın ezilmişliğinin olduğu her alanda büyümüş, kadın özgürlük mücadelesinin temellerini atmıştır.
Paris Komünü’nde, İspanya Devrimi’nde kadınların tuttukları direnişin meşalesi yaşam olmuş, özgürlük olmuş, devrim olmuştur. Anarşist kadınlar, Emma Goldman’dan Lucy Parsons’a, Voltairine de Cleyre’dan Virgilia D’andre’ya, Lucía Sánchez Saornil’den Mujeres Libres’li kadınlara, anarşizm mücadelesinin tohumlarını coğrafyanın dört bir yanında yeşertmişlerdir.
Anarşizmin iki yüzyılı aşkın örgütlü tarihinde yer alan anarşist kadınların, yaşadığımız coğrafyada pek bilinmeyen yaşamlarının ve mücadelelerine adanmış hikayelerinin tekrar tekrar incelenmesi gerekir.
Kadınlar tarafından çıkarılan gazetemizin bu sayısında, sizlerle, kadın mücadelesine büyük ihtiyaç duyulan şu günlerde, tarih boyunca tüm coğrafyada anarşist mücadeleyi yükselten kadınların hayat hikayelerini paylaşıyoruz.
Virgilia D’Andrea
Malatesta’nın İtalya’da yarattığı geleneğin sürdürücülerinden olan Virgilia D’Andrea Güney İtalya’da, Sulmona’da dünyaya geldi. Genç yaşta ailesini kaybetti ve Katolik bir kurumda öğretmen olmak için eğitim almaya başladı. Ancak kariyerine öğretmen olarak devam etmek istemiyordu. Ve kendine yepyeni bir kariyer yarattı. Toplumsal mücadelede kendini güçlü bir şair, kararlı bir öğretmen ve pes etmez bir savaşçı olarak buldu.
Kapitalizmin köleliğinden sıyrılmak isteyen insanların mücadelesini yazdı şiirlerinde. Devlete, dine, eğitime karşı söyledi sözlerini; alanlarda, meydanlarda.
1910’lu yıllarda, Dünya Savaşının sürdüğü esnada toplumsal muhalefette meydana gelen yükselmeyle birlikte pek çok arazi, tarla işçiler ve köylüler tarafından ele geçirildi. Fabrika ve atölyelerin tamamına halk el koymuştu bile. Herkes toplumsal devrime yürüdüklerini düşünürken İtalya’da faşizm yükselmeye başladı. Virgilia için sonuç ise tecrit, hapis ve sürgün oldu. İtalya ve Almanya devletinin yakınlaştığı dönemde Paris’e gitti ve orada Veglia adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Sacco ve Vanzetti için büyük kampanyalar örgütledi. Ancak Mussolini, burada da Virgilia’dan rahatsızdı. Böylelikle Fransız Hükumetini kışkırttı ve sınırdışı edilmesine yol açtı. Tam da o esnada yoldaşları onu Birleşik Devletlere davet etti. Kalemini kılıç gibi kullanan Virgilia D’Andrea, şiirlerini “Torento” adlı koleksiyonunda topladı. İktidarlara meydan okuyan ve tüm hayatını anarşist mücadeleye adayan D’Andrea yaşamını yitirdiğinde, hem kendi yapıtları hem de ardından yayımlanan onlarca metinle anıldı.
Kate Sharpley
1. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği esnada, savaş karşıtı mücadeleyle ön plana çıkmıştır Kate Sharpley. Deptford’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bir fırıncı ile evlenmiştir. Woolwich mühimmat fabrikasında çalıştığı esnada işyeri temsilcisi hareketinde aktif rol oynadı.
Anarko-sendikalist At Taşıyıcıları Birliği’nde aktif olan kardeşi ve babası, bir eylemde polis tarafından katledildi. Eşi de bu eylemlerde öldürüldü ancak Kate polisin onu kaçırdığını düşünüyordu. 1921’de Kronştand isyanı sırasında Troçkist Parti Sharpley’in yayınlarını sansürledi, grevler düzenlemesini engelledi. Tüm bu yaşadığı baskı ve yasaklara rağmen kararlılığıyla mücadelesine devam etti. Hatta bu yasaklar ona ilham verdi ve büyük bir arşiv oluşturmaya başladı. Bugün Kate Sharpley’in anısına orjinal anarşist belgelerden oluşan büyük bir kütüphane bulunmaktadır.
Anna Mendleson
1948’de Stockport’ta doğan Anna Mendelson anarşizmle oldukça genç yaşlarda tanıştı. İspanya Devriminde aktif rol almış ve hayatını kaybetmiş babasının izinden yürümüş, 19. yüzyılın ikinci yarısına eylemlikleri ile damga vurmuştu. 1967-69 yılları arasında Essex Üniversitesinde okuduğu esnada radikal öğrenci hareketlerinde büyük rol oynamasıyla tanındı.1971’de İçişleri Bakanına karşı yürüttükleri kampanyadan dolayı devlet tarafından terörist ilan edildi. 1972’de gerçekleşen büyük Stoke Newington Eight patlamasında ismi geçti. Sonrasında, silah ve patlayıcı bulundurmaktan devlet Mendelson’u ve beraberindeki üç yoldaşını suçlu ilan etti.
Şairliğiyle tanınan ve mücadelesini kalemiyle de yükselten Mendleson, 2009’da beyninde bulunan tümor nedeniyle yaşamını yitirdi. Ardında onlarca yazı, makale ve mücadelesine dair anılar bıraktı. Implacable Art (Bastırılamaz Sanat) adlı şiir kitabı, bugün halen raflarda yerini korumaktadır.
Luce Fabbri
2000 yılında, 92 yaşında yaşamını yitirdiğinde 20. yüzyıl anarşizmine büyük harflerle kazımıştı ismini. Hem militanlığı hem de ahlaki ve siyasi düşünce ve kavrayış tekniğiyle La Protesta’ya yazdığı yazılarla, Rivoluziona Libertoria dergisindeki makaleleriyle anarşist külliyata büyük bir miras bıraktı.
Yaşamı çoğunlukla 20li yaşlarında terk ettiği İtalya’nın dışında geçti. Ailesiyle birlikte faşizmden kaçtığı bir sürgündü bu. Uruguay kendi toprakları gibi olmuştu. Ve bunu yazdıklarında ve yürüttüğü siyasi faaliyetlerde hissettirdi çoğunlukla.
Ünlü anarşist militan ve teorisyen Luigi Fabbri ve Bianca Sbriccoli’nin ilk çocuğu olarak 1908’de dünyaya geldi. Ailesinden dolayı kültürel ve sosyal anlamda oldukça özgürlükçü bir ortamda yetişti. Öyleki evlerinde düzenlenen toplantılara Errico Malatesta da geliyordu ve onu büyükbabası gibi görüyordu- anılarında bu şekilde anlatıyor-. Büyüdükçe fikirleri gelişmeye başladı. Dayanışma, insancıllık, özgür aşk ve toplumsal ilişkilerde adalet üzerinden şekillendirdiği fikirleriyle doğal bir şekilde, kendiliğinde anarşist oldu. Böylelikle annesinin, babasının ve büyükbabasının -Errico Malatesta- izinden gitmiş oldu.
Soledad Estorach
15inde CNT’nin gece okullarında ders almaya başlamasıyla tanışır anarşizmle. Böylelikle 1931 yılında üniversiteyi kazandı ve üniversitede bir gençlik hareketine katıldı. 1934’te Pilar Grangel, Aurea Coudrado ve Conchiata Liano’nun da içerisinde bulunduğu İnşaat İşçileri sendikasında bir kadın grubuyla tanıştı ve CNT’nin GCF(Kadınların Kültürel Kulübü)’ye katıldı. 1936 yılında, İspanya Devrimi sırasında, anarşizmi toplumsallaştırma amacıyla kardeşiyle birlikte örgütlü mücadeleye başladı. 1936 temmuzunda, FIJL’nin ön saflarda mücadele eden delegelerinden biri oldu.
18 Temmuz’da Casa Cambo’da isyan ateşini yakan, barikatları kuran ve tüm gücüyle, inancıyla iktidarlara meydan okuyan anarşistlerden biriydi. Kadın özgürlük mücadelesinde Pilar Grangel’le, Conchista Liano’yla birlikte en ön saflarda savaştı Mujeres Libres için.
Hem Mujeres Libres’in yayınlarına hem de FAI’nın yayınlarına büyük katkılarda bulunan Soledad Estorach, Franco’nun işgaliyle İspanya’yı terk etmek zorunda kaldı. 26 Ocak 1939’da, Fransa’ya gitmeye hazırlandığı sırada Mujeres Libres’li iki yoldaşının -biri Pepita Carpena- faşistler tarafından köşeye sıkıştırıldığını öğrendi. Kendi canı pahasına geri döndü ve yoldaşlarını kurtardı.
1945’te gizlice Fransa’dan İspanya’ya geldi. Fakat devletin baskısından dolayı uzun süre İspanya’da gizlenemedi, Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldı.
Mujeres Libres’in ortak yazdığı Liberter Savaşçılar (Luchadoras Libertarias) kitabının yazarlarından biri oldu.
14 Mart 1993’te yaşamını yitirdi. Ancak ardında büyük bir mücadele ve tarih kitaplarına eklenen güçlü bir anarşist kadın bıraktı.
Rose Pesotta
Ukraynalı yoksul bir çiftçi ailesinin sekiz çocuğundan ikinci olarak dünyaya gelen Pesotta, henüz 17 yaşındayken Yahudi ve Latin Amerikalı kadınların yoğunlukta olduğu kadın giysi işçilerini temsil eden ILGWU (Uluslararası Kadın Konfeksiyon İşçileri Birliği) sendikasına dahil oldu. 1920’lerde yayımlanan Der Yunyon Arbeter’de önemli yazarlardan biri haline geldi. 1933 yılında, örgütlenme yapmak için Los Angelas’a gitti. 1934’te örgütlenmenin neredeyse mümkün olmadığı zamanlarda büyük grevler örgütledi. Freedom Road gazetesinde yayımlanan makaleleri anarşistler arasında tartışmalara yol açsa da mücadelesi her daim takdir edildi ve saygı uyandırdı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post Tarihteki Anarşist Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İnşaat sahasına intikal eden İnşaat İşçileri Sendikası inşaatın içerisine girerek incelemelerde bulundu. Sendikanın incelemeleri devam ederken şantiye alanı işçiler de dahil olmak üzere polis zoruyla boşaltıldı. Katliama tepki göstermek üzere oraya gelenlerin karşısına polis barikatı kuruldu. İçerde arkadaşlarının cesedi olan işçiler dahi alana alınmadılar. Bu arada içerden teker teker ambulanslar cansız bedenleri çıkarıyordu. İlerleyen saatlerde gelen HDP milletvekilleri içeri girerek incelemelerde bulundu ve ölü sayısının basında verildiği gibi 4 veya 6 değil 10 olduğunu, asansörün 32. kattan düştüğünü açıkladılar.
Şantiye önündeki bekleyiş sabah saatlerine kadar sürdü. Aynı şekilde polis barikatı nedeniyle işçiler, destek için oraya gelenler ve polis arasındaki gerginlik de devam etti. Sabah saatlerine doğru polis bekleyenlerin sayısının düşmesini fırsat bilip biber gazı ile saldırdı.Sonraki gün saat 14:00’de yeniden şantiye önünde toplanıldı. Saat 14:00’de İnşaat İşçileri Sendikası, saat 16:00’da ise DİSK, KESK, TMMOB ve TTB basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasından sonra bekleyişi sürdürenlere yine biber gazlı polis saldırısı vardı sahnede.
Yakın zamanda çok sayıda işçinin yaşamını yitirdiği Davutpaşa, Ostim-İvedik, Marmara Forum AVM gibi iş cinayetlerinde dökülen kan henüz kurumamışken, Soma’da katledilen 301 madencinin ailelerinin gözyaşı daha kurumamışken bu kez Torunlar grubunun inşaatında kardeşlerimizi yitirdik. Kapitalist sömürü düzeni, yerin yüzlerce metre altında ekmek kazanmaya çalışan maden işçilerine de, ekmeğini yerin yüzlerce metre üstünde inşaatlarda arayan inşaat işçilerine de ölümden başka bir şey sunmuyor.
İnşaat sektörü, can kaybından sakatlanmalara oldukça tehlikeli bir iş kolu olmasına karşın işçi güvenliğinin en az sağlandığı sektörlerden biri. Bu topraklardaki iş cinayetlerinin dörtte biri inşaat sektöründe yaşanıyor. Resmi rakamlara göre son 5 sene içerisinde 35.846 “iş kazası” yaşandı ve 1754 inşaat işçisi iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken 1940 işçi sakat kaldı. Bu sayı neredeyse her gün 1 inşaat işçisinin hayatını kaybettiği anlamına geliyor. Sigortasız çalışmanın en yoğun olduğu sektörün inşaat sektörü olduğu göz önüne alındığında bu rakamların çok daha yüksek olduğunu söylemek hiç de zor değil.
İş cinayetleri, inşaat sektörünün neredeyse “normali” haline geldi, Erdoğan’ın deyimiyle ölüm artık bu işin fıtratı haline geldi. O kadar ki artık her gün yaşanan 1-2 işçinin ölümüyle sonuçlanan iş cinayetleri basın için haber değeri dahi taşımıyor.
Sektörünüz Batsın
Kazadan sonraki gün açıklama yapan Torunlar gayrimenkul yönetim kurulu başkanı Aziz TORUN asansörün bakımının yapılmadığı ve bu nedenle asansörün çöktüğü yönündeki iddiaları sert bir dille reddetti. “Bu olayda sorumsuzluğu ya da kazayı meydana getiren nedeni şirketimize mal etmelerine ya da şirketimizin bu anlamda bir leke almasına asla müsaade etmeyeceğiz” dedi. Aynen, insanlar radyasyonlu çaydan kanser olurken kameraların karşısına geçip çay içen bakan gibi “Bu asansörü biz de kullanıyoruz” dedi.
Peki asansörün bakımları yapılıyor, iş güvenliği tedbirleri sonuna kadar alınıyorsa ne oldu da bu asansör düştü ve 10 işçi öldü. Torun’un elbette buna da bir cevabı vardı. 301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği Soma katliamından sonra Erdoğan’ın söylediği “Bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında bu var” cümlesini farklı kelimelerle tekrar etti: “Bu önlemlere rağmen bu tür kazaların yaşandığı sektörel bir vakı’a.”
Cinayetle ilgili 9 kişi gözaltına alındı. Her cinayette olduğu gibi şirketin patronlarından hiçbiri gözaltına alınmadı, sorgulanmadılar. Hatta kameraların karşısına geçip pişkin pişkin açıklamalar yaptılar ve neredeyse ölen işçileri suçladılar. Her iş cinayetinde olduğu gibi blok sorumlusu, asansör teknikerleri gibi birkaç çalışan veya şantiye şefi, proje sorumlusu gibi alt düzey yöneticilerin dahil olduğu birkaç kişi gözaltına alınıp ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Anlaşılan savcı ve hakimler de, 10 işçinin ölümünde sorguladıkları kimsenin “kusurunu” bulamamışlardı, onlara göre de bu “sektörel bir vakıa”ydı.
Örgütsüzlük
Elbette her sektörde olduğu gibi inşaat sektöründe de en önemli sorun örgütsüzlük. İnşaat sektöründe bu sorun diğer sektörlere nazaran daha büyük. Ocak 2014 verilerine göre inşaat iş kolunda çalışan işçi sayısı 1 milyon 562 bin. Buna karşın sendika üyesi işçi sayısı toplamda 42 bin civarında. Bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili olması için tüm iş kolundaki işçilerin en az %10’unu üye kaydetmiş olması gerekiyor. Ancak bu sektörde sendikalı işçi oranı %3’ün bile altında. Bu nedenle tüm inşaat sektöründe toplu iş sözleşmesi yok. Örgütsüzlüğün nedenleri arasında taşeron çalışma şeklinin ve sigortasız işçi çalıştırmanın yaygın olması, inşaat işlerinin dönemsel olması ve bu nedenle işçilerin sık sık iş değiştirmesi.
“Biz daha sabah 6’ya kadar çalışacağız” diyen bir işçi bir taraftan “sendikalar nerde, neden bizim haklarımızı savunmuyorlar” derken bir taraftan da polislere karşı barikatı açmaları için “ben işçiyim, ben sendikalı da değilim partili de değilim” diyordu. Elbette çalışma arkadaşlarını kaybetmiş bir işçinin tepkili olması normaldi. Ancak burada on yıllardır bizzat sendikalar tarafından oluşturulan sendikacılık algısının da rolü büyük. İşçilerin bazılarında sanki sendika, ancak işçilerin varlığıyla var olabilecek birşey değilmiş gibi, sanki işçinin kendisi olmadan işçi sendikası var olabilirmiş gibi bir algı hakimdi. Yine sanki işçilerin kurtuluşu, işçilerin bizzat kendilerinin değil de onların dışında var olan bir örgüt olarak “sendika yöneticilerinin” mücadelesiyle olabilirmiş gibi…
Sendikalar elbette işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin önemli araçlarından biridir. Ancak tüm ezilenlerin olduğu gibi işçi sınıfının da en önemli silahı örgütlülüktür. İster sendika altında ister sendikasız… Biz işçiler, ezilenler üzüntümüzü öfkemizin tohumu eyleyerek örgütlenmeli, katil patronlardan ve sömürü düzeni kapitalizmden yitirdiğimiz bütün kardeşlerimizin hesabını sormalıyız. Biz işçiler, ezilenler olarak bir daha yaşanan katliamların, cinayetlerin tekrarlanmaması için mücadele etmeliyiz. İşçilerin, ezilenlerin kurtuluşu ne bir partinin ne bir sendikanın eliyle gelecektir. Kurtuluş, ezilenlerin özörgütlü mücadelesindedir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.
The post Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Kavga Direniş Zafer” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz Ağustos ayı başında resmi anlamda kuruluşu tamamlanan İnşaat İşçileri Sendikası, patronlara karşı kullandığı yöntemler ile son yıllarda unutulmaya yüz tutmuş bir şeyi tekrar tekrar hatırlatıyor. Bunlardan ilki şirket önü eylemlerinden yol kapatmaya, şantiye işgaline varan doğrudan ve radikal eylem. Bir diğeri ise patronların ve kolluk güçlerinin beklediği arabuluculuk görevinden ziyade, işçilerin talepleri dışında hiçbir ara formda anlaşmayan uzlaşmaz tavır; böylece İş Mahkemelerinde değil sokakta, kavga ederek direnerek zafere ulaşmak.
Yönetim kurulunun tamamının farklı alanlardaki inşaat işçilerinden oluştuğu İnşaat İşçileri Sendikası(İnşaat-İş), resmi anlamda sendika olmadan önce sendika girişimi, ondan da önce dernek olarak faaliyet yürütüyordu. Tüm bu süreçler boyunca tüzel kişiliğin gerektirdiği faaliyetlerden ziyade inşaat işçilerinin mücadelesinin ihtiyaçlarına göre hareket eden İnşaat-İş, son zamanlarda örgütlediği direnişlerle oldukça önemli ve değerli bir noktada duruyor. Çünkü zaman zaman benzer yöntem ve işleyişler farklı sendikalar tarafından kullanılıyor olsa da işçi mücadelesinde önemli bir tarihe sahip olan sendikal faaliyet, son yıllarda daha da katı hale gelen bürokrasi sorunundan, işçi direnişlerinde yaşanan atıllık ve devamı getirilemeyen eylem sürecine varana dek, yöntemsel ve yapısal bir takım sorunlarla karşı karşıya.
Çoğu sektörde yürütülen sendikal faaliyet bu sorunlar ve daha fazlasıyla karşı karşıya iken inşaat sektöründe ise böylesi bir faaliyet dahi yok. Çünkü inşaat işçilerinin durumu, çoğunlukta sigortasız, geçici, taşeron işçileri olarak örgütlenme çalışması şöyle dursun işçi olarak bile kabul edilmemeye kadar varıyor. Bu alandaki sendika ve farklı derneklerin ise deyim yerindeyse sadece adı var. Hatta bu sendika ve dernekler İnşaat-İş’in bilinirliğiyle beraber gün yüzüne çıkmaya başladı denebilir. Evet, İnşaat-İş bugün tüm bu olumsuzlukların en çok kendini hissettirdiği bir süreçte faaliyet yürütüyor.
Dernek sürecinden bu yana Sakarya’dan Kayseri’ye, Adana’dan Ankara’ya coğrafyanın dört bir yanından inşaat işçilerinin ücret gaspları, çalışma ve yaşam koşulları gibi tüm sorunları çözüm kaynağı oluyor. Çözüm kaynağı olan yöntemler İnşaat-İş için geçtiğimiz Nisan ayında TOKİ’ye ait Emlak Konut’ta şantiye işgalinde, Mayıs ayında Zorlu Center’de iş bırakma eyleminde, Ağustos’ta Astoria AVM önündeki geceli gündüzlü oturma eyleminde, yine Ağustos ayının sonunda Esenyurt Belediyesi önünde tüm baskılara ve polis saldırısına karşı direnişte, her seferinde daha da kuvvetlenerek belirginleşti.
İnşaat-İş ayrıca inşaat sektöründeki cinayetlere, katliamlara karşı da mücadele ediyor. En son Torunlar İnşaat’ta 10 inşaat işçisi katledildiğini duyar duymaz şantiyeye koşan İnşaat-İş, burada katliama tanıklık eden inşaat işçileriyle kurduğu ilişkide daha iyi ücret için değil inşaat işçilerinin tüm yaşamı için mücadele edildiğini bir kez daha gösterdi. İnşaat sektöründeki cinayetler ne devletin şirketlere uygulayacağı yaptırımlarla ne de şirketin alacağı güvenlik önlemleriyle önlenebilir; katliamların karşısında duracak tek güç, devletin yaptırımındansa kendi yaptırımını uygulayabilen, şirketin alacağı önlemlerdense şirkete karşı kendi önlemlerini alabilen işçilerin örgütlü gücüdür.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Kavga Direniş Zafer” – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>