The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir korku yaratmaya çalışır. Böyle dönemlerde, kendi hukukunu dahi yok sayıp “olağanüstü hal”lerle gündelik yaşamı terörize etmesi, devletin ana politikası olur. Dolayısıyla terörün ne, teröristin kim olduğunu biraz daha ayrıntılı irdelemek gerekiyor.
Devletin Terörist Dedikleri
1793’te yani Fransız Devrimi’nin hemen sonrasında ilan edilen Convention adlı bildiri ile terör kelimesi ilk siyasal anlamına kavuşur: “Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, terörü başlatın.” Aslında bu ilk kullanım, devlet ve terör arasındaki doğrudan ilişkiyi anlamak açısından önemli.
Devletin “terör” iddiasıyla toplumu baskı altına alıp sindirmek istemesinin, kendisine karşı mücadele edenleri terörist ilan edip katletmesinin çokça örneği var.
Sene 1886… 8 saatlik iş günü için, ABD’deki işçiler, greve giderler. Günlerden 1 Mayıstır. Ayın dördünde devletin ve şirketlerin greve giden işçilere yönelik uyguladığı baskıyı ve şiddeti protesto etmek isteyen işçiler bu kez Haymarket Meydanı’na giderler. Günlerden katliamdır. Çünkü Meydanda düzenlenen mitinge polis saldırır, çok sayıda işçi yaşamını yitirir. Olaydan sonra “terörist” yaftalamasıyla birçok işçi tutuklanır ve idam edilir. Devlet aslında emeği için mücadele eden, hizaya sokamadığı işçileri katlederek en çok da ayakta kalanları ve mücadeleye tutunanları korkutarak yıldırmaya çalışmak istemiştir. Ancak yılgınlık değil, direniş örgütlenir. Böylece 1 Mayıs’lar devlet terörüne karşı her yerde direniş olmuştur.
İki İtalyan işçi olan Sacco ve Vanzetti, örgütlü mücadele eden anarşistlerdi. Haymarket işçilerinin yaşadıklarına benzer şekilde, devlet, bu iki işçiyi de, “haklı bir gerekçe sunarak” terörist ilan etti ve ardından katletti.
Devletin bu sıfatı en çok yakıştırdıklarından biri, anarşizmin en ateşli savunucularından, tüm yaşamını devlete karşı mücadeleye adamış Emma Goldman’dı. Sadece Goldman değil Errico Malatesta, Mihail Bakunin ve daha birçok anarşist devlet tarafından terörist olarak yaftalanmış, dört duvar arasına kapatılarak mücadeleden yalıtılmaya çalışılmıştı.
Anarşist hareketin tarihinde terörist diye yaftalananlar sadece bireyler değildi. İşçi örgütlenmelerinden sendikalara, kooperatiflerden federasyonlara kadar farklı birçok anarşist yapı da bu yaftalamadan kurtulamamıştır. Faşist Franco döneminde CNT’den Arjantin’deki anarşist sendika FORA’ya, 19. Yüzyılda ABD’de IWW’den Bakunin’in örgütlediği İşçi Kardeşliklerine kadar öz-örgütlenmelerin büyük çoğunluğu devlet ve kapitalizmin işlerliğinin dışında bir toplumsal işleyişe giriştiklerinden dolayı terörist oldukları iddiasıyla baskılara maruz kalmışlardır.
Devletlerin terör yaftalamalarına maruz kalanlar, muhakkak ki sadece anarşistler olmamıştır. İberya’da Bask halkının özgürlük mücadelesini veren ETA’dan, Kuzey İrlanda halkının özgürlük mücadelesini veren IRA’ya, 1960’larda kadın mücadelesini veren örgütlerden siyahların mücadelesini veren örgütlenmelere kadar, mücadele eden tüm kesimler, devlet tarafından tehdit olarak görülmeye başladığı an terörist diye yaftalamış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş ve katledilmiştir.
Birkaç ay öncesinde İspanya‘da anarşistlere yönelik girişilmiş Pandora ve Pinata operasyonlarıyla da aynı senaryo oynanmaya çalışılmıştır. Devlet “terör operasyonları” aracılığıyla sadece anarşistleri tutuklamamıştır. Aynı zamanda mücadele eden insanları kriminalize etmek ve toplumda bir korku havası estirmek istemiştir.
Terör Operasyonları
Özellikle toplumsal mücadelenin yükselişe geçtiği, devlet iktidarının kendini yalnızca şiddet kullanarak yeniden üretebildiği bir atmosferde, devletlerin en çok başvurduğu strateji, terör operasyonlarıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi operasyonların hedefi toplumda bir korku durumu yaratarak, bireyleri devletin belirlediği ve sınırlarını çizdiği siyasal alanın içinde kalmalarını sağlamaktır. Yani basitçe, devlet vatandaşlarından kendisine biat etmesini beklerken, belirlediği alanın dışına çıkanları “ibretlik olsun” diye cezalandırır.
Operasyon süreçlerinde, kolluk güçleriyle diyalog halinde çalışan medyanın da desteğiyle, operasyon gerçekleştirilen organizasyon ve bireyler hedef alınır. Operasyonlarla terör diye yaftalanan, iktidar sahiplerinin çıkarına olmayan eylemlerdir. Terörist dedikleri, aynı iktidar sahiplerinin tahakkümüne karşı direnen ve bu tahakkümü ortadan kaldırmak için mücadele edenlerdir.
Bir yandan Kürt siyasetine yönelik terör operasyonları cadı avı niteliğinde sürerken, diğer yandan Kürdistan’da askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları, 90’ları aratmadı. Sabaha karşı yapılan ev baskınlarının ve gözaltıların, devrimcileri ve halkı yıldırmaya yönelik hamleler olduğu aşikardı. Bu koşullarda sokaklar daha kızgınlaştı ve çatışmalar arttı. Bu eksende devletin koyduğu yasaklara bir de kent giriş-çıkışların kapatılması ve basının çatışma bölgelerine girişlerinin engellenmesi eklendi. 144 toplantı ve gösteriye asker-polis saldırısı yaşandı. Son 40 günde 2 bin 544 kişi gözaltına alınırken, 338 kişi tutuklandı. Yapılan çatışmalarda 24 kişi yaralandı. 7 gün içinde 45 kişi yaşamını yitirdi. Yapılan operasyonlar sonucunda devlet Bağcılar’da Günay Özarslan adında bir devrimciyi infaz etti. Şırnak’ta 7 yaşında Baran Çağlı, Diyarbakır’da 11 yaşındaki Beytullah Aydın, Ağrı Diyadin’de 15 yaşındaki Orhan Aslan, 16 yaşındaki Emrah Aydemir, Mardin’ de 16 yaşındaki Mazlum Turan devlet tarafından katledildi. Asker Silopi’de evleri basıp 3 genci yataklarında infaz etti.
Gözaltına alınanlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, sabaha karşı yapılan ev baskınları, gösteri ve toplantılara saldırı, sokağa çıkma yasağı, kent giriş çıkış yasakları, köy boşaltmalar, kasten başlatılan orman yangınları, askeri operasyonlar, saldırılarda, operasyonlarda yaralananlar, katledilenler, infaz edilenler, infaz edilenlerin cansız bedenlerine yönelik şiddet ve bu şiddetin teşhiri…
Bütün bunlardan sonra tekrar düşünelim terör kelimesinin anlamını. Ve teröristin kim olduğunu…
Merve Demir
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Korku Devlete Duvar Ördürür appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Duvarlar, insanlık tarihinin başından beri ayırmış insanları birbirinden. “Düşman tehlikesi” var diyerek devlet önce teller çekmiş, tellerin yırtıldığı yerde de duvarlar çekmiş sınırlara. Milattan sonra 2. yüzyılda değerli sınırını dev surlar inşa ederek korumayı akıl eden Roma İmparatorluğu’ndan bugüne kadar gelmiş duvarların tarihi. Ancak ne Roma’nın dev surları ne “dünyanın en uzun savunma duvarı” olan Çin Seddi durdurabilmiş savaşları, yıkımları. Duvar var olduğu her yerde, devletin iktidarının anıtsal simgesi olmaktan başka bir şey olmamış.
İktidar hırsı bitmek bilmeyen devletlerin, inşa ettiği duvarlar da bitmemiştir. Yüzyıllar öncesinden bugüne; Zimbabwe’den Kore’ye, Yunanistan’dan Hindistan’a, Kuveyt’ten Suudi Arabistan’a kadar dört bir yana örmüştür devlet duvarlarını, hala da örmektedir. “Göçmen tehlikesi” var diyerek, “uyuşturucu ticareti” olduğunu iddia ederek…
Bugünlerde ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yeni duvarlar çekiyor sınırlarına. Mardin’in Nusaybin ilçesiyle Rojava’nın Qamişlo kenti arasındaki sınır hattına ördüğü Utanç Duvarı’yla, bir halkı bölmek istiyor. Rojava’da inşa edilen özgür yaşamları, duvarlar ardına gizlemeye çalışıyor.
Brezilya: Yoksul Mahallelelere Duvarlar
Brezilya’nın en büyük kenti Rio de Janerio’da gecekondu mahallelerinin etrafına örülen duvarlarla, mahalleler şehirlerden yalıtılıyor. Brezilya hükümeti “eco-bariyer” denilen bu duvarlarla amaçlananın ormanları korumak olduğunu iddia etse de, gerçek aslında bu değil. Bu duvarlar, gecekondu mahallelerinde yaşayanların, şehrin zengin semtlerine geçişini engellemeyi amaçlıyor.
Gecekondu mahallelerinde polisin “uyuşturucu” bahanesiyle yaptığı operasyonlar, genellikle mahalle sakinlerinin ölümüne sebep oluyor. 2007’den bu yana 35 bin kişinin kaybolduğu Rio de Janerio’da yakın zamanda yaşanan bir örnek ise, bize tanıdık geliyor. Brezilya hükümetinin mahallelere uyuşturucu bahanesiyle düzenlediği operasyonlarda gözaltına alınan duvar işçisi Amarildo de Souza “kaybolduğunda” baş şüpheli polis oluyor. Rio de Janerio’nun yoksul mahallelerine örülen duvarlar, uyuşturucu diyerek-orman bahane edilerek, yapılmak istenen kentsel dönüşümün getirdiği yıkımın kendisi oluyor.
Mısır Sınırında Yer Üstünde Çelik Duvar, Yeraltında Su Tüneli
Mısır devleti 2010 yılında Gazze Şeridi’ne çelikten bir duvar örerek, Filistinlileri Mısır topraklarından yalıtmayı amaçladı. Bu duvar, İsrail ablukası nedeniyle tüm yaşamsal ihtiyaçlarını Mısır ve Gazze arasında açılan yeraltı tünellerinden sağlayan Filistin halkı için yaşamı gittikçe zorlaştırıyor.
1979’da yapılan “İsrail Barışı” kapsamında yapılan duvar, sınır hattı boyunca Mısır-Filistin arasındaki alış verişi engelleyerek, Filistin halkını çaresiz kılmayı amaçlıyor. Sayıları 800’e varan ve 25 bin Filistinlinin yaşamlarını devam ettirmesini sağlayan tünellere karşı İsrail zaman zaman hava saldırısı düzenlerken Mısır hükümeti de “tünel ekonomisi”ni engellemek için çelik duvarları toprak altına çekiyor. Gazze sınırı boyunca 11 kilometre uzunluğunda inşa edilen duvarları yerin 20 metre altına indiren Mısır devleti bununla da yetinmeyerek duvar boyuna bir de tünel hattı ilave ediyor. Akdeniz’den çektiği suyu bu tünellere vererek tünel ekonomisini olanaksız hale getirenlere karşı ise Filistinliler direnmeye devam ediyor. Sınırdaki bariyerleri ölmek pahasına da olsa yıkan Filistinliler, Mısır tarafına geçerek yaşamsal ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Filistinlilere bir dayatma olarak Refah sınırına örülen bu duvar, Filistinlilerin direnişine engel olamıyor.
“Orta Asya’nın Kürdistan’ı” Belucistan’a Duvar
Bir kısmı İran’da bir kısmı ise Pakistan’da yaşayan Beluciler de, aralarına inşa edilen bir duvarla bölünmek istenen bir halk. 2007 yılında İran-Pakistan sınırına inşa edilen 700 kilometrelik duvar, “Orta Asya’nın Kürdistan’ı” olan Belucistan’ı bölmeyi amaçlıyor. Göçmen kaçakçılığını, terörizmi ve uyuşturucu ticaretini engellemek için inşa edildiği öne sürülen duvarla asıl amaçlananın ise, iki farklı ülkenin sınırlarında yaşamakta olan Beluci halkını bölmek olduğu açık.
Yaşamları Yok Eden “Utanç Duvarı”
İsrail’in bundan tam 11 yıl önce yapımına başladığı ve inşaatı hala devam eden “Utanç Duvarı”, Filistin halkının varlığına yönelik saldırı tehdidini hala sürdürüyor. Bittiğinde toplam 708 kilometrelik bir beton yığına dönüşecek duvar, Filistin halkını dünyadan tamamen izole ederken ardında ise sömürüye karşı bilenen öfkeyi büyütüyor.
Bazı aileleri ikiye bölen duvar bazılarınınsa ekip diktiği toprağa ulaşmasını engelliyor. Duvar, yanından geçtiği yerleşim yerlerini kimsesiz bırakıyor, yaşamı yok ediyor. Her iki yüz metrede bir gözlem kulesiyle, elektrikli tel örgülerle, derin hendeklerle çevrili duvarın yakınlarında kimsenin dolaşmaması için uzaktan kumandalı silahlar kullanan İsrail devleti, bazı bölgeleri ise duvarı geçmek isteyenlerin ayak izlerini takip etmek için kumla kaplıyor.
İnşa edildiği her bölgede ailelerin parçalanmasına, yaşamların yok olmasına sebep olan bu Utanç Duvarı’na karşı ise hem İsrail hem de Filistin topraklarında bir direniş örgütleniyor. Yaşamları için direnen Filistinliler sömürüye karşı direnen İsraillilerle bir araya geliyor ve yok edilmek istenen bir halk için birlikte direniyor.
Yüzyıllardır Süren Bir İşgal: Barış Duvarları
İngiltere devleti Protestanların Kuzey İrlanda’daki nüfusunu arttırarak çatışmalara neden olup, kontrgerillayı silahlandırırken, Katolik halkının emeğine ve üretimine el koymak, bir halkı yok saymak istedi. Ve bunun için yaşanmış bir savaş sürecinin ardından, 1969 yılında Kuzey İrlanda’da, Belfast’ta bir duvar ördü. Uzun yıllar boyunca İrlanda’nın özgürlüğü için mücadele eden İrlanda Cumhuriyet Ordusu IRA’nın 1922 yılındaki ilk ayaklanmasından bu yana yaşanan çatışmalı sürecin ardından duvarı inşa eden İngiltere devleti, bize çok tanıdık gelecek bir şekilde bir “barış süreci”ne girişti.
Avrupa’nın en yoksul iki mahallesini birbirinden ayıran duvarın kaldırılması için 2012 yılında Uluslararası Barış Fonu oluşturulurken Belfast’taki bir halkın önüne çekilen duvar, son yüzyıl siyasetinin dönüm noktalarından oldu.
Kaçakçılığın Devamı İçin 1000 Kilometrelik Çelik Duvarlar
2009 yılında Amerika Birleşik Devletleri ve Meksika sınırı arasındaki 3124 kilometrelik sınır boyunca ABD’nin kayıt dışı ekonomisini işlettiği stratejik noktalara inşa edilen 1000 kilometrelik çelik duvarların da diğer birçok duvar gibi “insan, mal ve uyuşturucu kaçakçılığını engellemek” amacıyla yapılacağı yalanını atmıştı dönemin ABD Başkanı George Bush. Meksika sınırı üzerinden her yıl beş yüz bin Meksikalının ve Güney Amerikalının kaçak yollarla ABD’ye girdiği ve ABD’de kaçak yaşayanların sayısının 11 milyonu bulduğu bir zamanda inşa edilen bu duvar, elbette ki kaçak çalışmak için göç etmek isteyenleri engellemek için yapılmıyordu.
Kaçak çalıştıkları için her türlü ücrete razı olmak zorunda bırakılan göçmenler, ABD ekonomisi için bir sorun teşkil etmiyordu. Çünkü kaçak işçi demek, ucuz(ve hatta neredeyse bedava) ve güvencesiz çalışmaya razı işçi demekti. Amerika-Meksika sınırına inşa edilen yüzlerce kilometrelik yol ise, ABD topraklarına gelecek yeni kaçakları engellemek için yapılıyordu evet. Çünkü inşa edilecek bu duvar, ardına hapsedilmiş her kaçak işçinin daha ucuz, daha güvencesiz ve en kötü koşullara bile razı olmasını sağlıyordu.
Yaşam Duvarların Ardına Sığmaz
Bugün devlet, Nusaybin’de yapımına başladığı duvarla Rojava’daki devrime perde çekmek istiyor. Çünkü Rojava’daki halk, yaşadığı coğrafyadaki devletlerin sınırına sığmıyor. Toplumsal devrimlere ne hudut çekilebilir ne de duvar örülebilir. Devletin duvarla yapmaya çalıştığı, anlamsızlaşan devlet sınırlarını, devlet iktidarını somut bir şekilde var etme çabası. Gri betonun sertliğiyle hissettirmeye çalıştığı, kaybolan devlet varlığı.
Rojava’daki toplumsal devrim, TC’yi de Suriye Devleti’ni de korkutmaya devam ediyor. İki devlet de devrimi yok etmek, kendi siyasi sınırları içerisindeki halklara göstermemek için ellerinden geleni yapıyor. Bu durumun bir parçası olarak “güvenlik” için diktikleri duvarları biliyoruz.
Batılı devletlerin sömürdükleri coğrafyalardan göç etmek zorunda bırakılan göçmenlerin önüne dikilen, özel güvenlikli AB duvarlarından biliyoruz. Filistinlilerin yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaçlarını kaçak bir şekilde geçirdikleri tünellerin üstündeki Mısır duvarlarından biliyoruz. İrlanda›da özgürlüğü için mücadele eden bir halkı yıldırmak için, Belfast’ın ortasına dikilen duvardan biliyoruz. Daha ucuz ve kötü koşullarda işçi çalıştırmak için ABD-Meksika sınırına kurulan duvardan biliyoruz. Ama en çok da yaşamları yok edilen, yaşam alanları yok edilen Filistin halkının karşısına dikilen duvarlardan biliyoruz.
Ama bildiğimiz sadece bu duvarlar değil, bu duvarların karşısına dikilenlerin mücadeleleri de. Mısır’da kazılan tüneller, Brezilya’da yıkılan bariyerler, Meksika’da kesilen çitler, İrlanda’da duvarda patlayan yumruk ve Filistin’de duvarı yıkan direniş.
Biliyoruz, çit çekse de, yol geçirse de, duvarlar örse de devlet, ne duvarın iki tarafına bölünüp dağılırız, ne özgürlüğü haykırmaktan cayarız. Biz, Rojava ve Rojavalardaki devrimlerle duvarları yıkarız.
Merve Arkun
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.
The post Korku Devlete Duvar Ördürür appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>