işçiler – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 07 Apr 2020 16:09:25 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Bakunin Marks Tartışmalarının Tarihsel Kökeni: I. ENTERNASYONAL – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2020/04/07/bakunin-marks-tartismalarinin-tarihsel-kokeni-i-enternasyonal-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2020/04/07/bakunin-marks-tartismalarinin-tarihsel-kokeni-i-enternasyonal-ilyas-seyrek/#respond Tue, 07 Apr 2020 16:07:45 +0000 https://meydan.org/?p=56915 “Marks kendisini dinleyen işçilere, işçi örgütlerinin en önemli görevinin, yasal propaganda ve seçimlerle siyasi iktidarın kazanılması olduğunu söyledi. Böylece ezilenlerin ekonomik kurtuluşunu siyasi bir hareketin arkasında bıraktı. Enternasyonal’in ilkelerini ihlal ederek işçi sınıfıyla burjuvazi arasında var olan cehennem çatlağını doldurarak yok etti. ” M.Bakunin Avrupa’da giderek büyüyen ulus devletler, yıkılmamaya ve güçlerini artırmaya çalışan imparatorluklar […]

The post Bakunin Marks Tartışmalarının Tarihsel Kökeni: I. ENTERNASYONAL – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Marks kendisini dinleyen işçilere, işçi örgütlerinin en önemli görevinin, yasal propaganda ve seçimlerle siyasi iktidarın kazanılması olduğunu söyledi. Böylece ezilenlerin ekonomik kurtuluşunu siyasi bir hareketin arkasında bıraktı. Enternasyonal’in ilkelerini ihlal ederek işçi sınıfıyla burjuvazi arasında var olan cehennem çatlağını doldurarak yok etti. ” M.Bakunin

Avrupa’da giderek büyüyen ulus devletler, yıkılmamaya ve güçlerini artırmaya çalışan imparatorluklar birbirleriyle yarışıyor; ekonomik iktidar sahipleri ve tümden kapitalist sistem, gelişebilmek uğruna vahşiliğini gerek Kıta Avrupası’nda gerek dünyanın pek çok coğrafyasındaki sömürgelerinde işçilerin, halkların üzerinde gösteriyordu. Endüstrinin ve sömürgeciliğin temelini oluşturduğu yeni ekonomik, siyasi ve toplumsal sistem sömürü, açlık, yoksulluk ve her türlü baskıyı ezilenlere reva görüyordu. Siyasi ve ekonomik iktidarların birbirleriyle mücadele ettiği veya çıkarları uğruna bir araya geldiği zamanlarda halklar zarar görüyor, sömürülüyor, katlediliyordu. Tam da böylesi bir ortamda ezilenlerin birlikte mücadelesinin gerekliliği anlaşılmaya başlamıştı.

İşte bu birliğin, Enternasyonal’in kurulması fikri, İngiliz ve Fransız işçilerinin deneyimlerini paylaşma ve birbirleriyle dayanışma amacıyla 1864’te hayata geçti.

Enternasyonal’in amacı öncelikle işçiler arasında dayanışmayı sağlamak ve işçi sınıfını kapitalizme karşı devletlerin sınırlarının ötesinde birleştirmekti. Bakunin’e göre kapitalizme karşı yürütülecek ekonomik bir mücadele için uluslararası dayanışmanın örgütlenmesi gerekliydi.

Bakunin için Enternasyonal, kapitalist girişimlerin ve devlet kurumlarının yerini alacak olan işçi, köylülerin endüstriyel ve tarımsal federasyonlarının embriyosuydu ve Enternasyonal’in yerel seksiyonları, sendika bölümleri kendi içlerinde eski dünyanın yerini alacak yeni toplumun canlı tohumlarını taşıyordu. Enternasyonal sadece fikirleri değil, geleceğin gerçeklerini de kurmaktaydı.

Neden ve Nasıl Kuruldu?

Politik, toplumsal ve ekonomik adaletsizliklerin giderek iç içe geçerek ve büyüyerek yoğunlaştığı 18. ve 19. yüzyıl, toplumsal uyumun giderek bozulduğunu öngören ve bu uyumun tekrar oluşturulmasını isteyen pek çok düşünce biçimini yarattı. Ortaya çıkış kökeni insani, vicdani, bilimsel, dini, ulusal veya politik olan birçok düşünce biçimi kendisini sosyalizm çatısı altında toplayarak ezilenlerin yaşamının ve toplumsal sistemin dönüştürülmesi için harekete geçti. İşte Enternasyonal kendisini demokrat, devrimci veya ulusalcı addeden pek çok kesimi içinde barındırarak, toplumsal uyumu bozan sisteme bir tepki olarak, düzenin değişiminin gerekliliğini dile getirdi.

1862 yılında Londra Uluslararası Fuarı’nı gezmeye gelen Fransız işçilerinin, İngiliz sendikacılarıyla ve onlara katılmış kimi İngiliz radikalleri ile karşılaşmaları sonucu, 1863-1864 yılları arasında Rus çarına karşı ayaklanan Polonyalılara destek olmak istemeleri üzerine ortak bir toplantının düzenlenmesi kararlaştırıldı. 28 Eylül 1864’te Londra’da Saint Martin Salonu’nda yaklaşık iki bin kişinin katılımıyla yapılan toplantıda genellikle Polonya halkıyla dayanışma ve işçilerin birliği konulu pek çok konuşmanın ardından Uluslararası İşçi Birliği’ni kurma kararı alındı. Birliğin kurulması önergesinde dört Fransız’ın etkisi vardı. Üçü -Tolain, Limousin ve Fribourgaz- ortodoks Proudhonculardı; dördüncüsü, otoriter sosyalizmi reddederek Bakunin’ine yakın kolektivist görüşleri savunan Eugene Varlin’di.

Adı seçkin konuklar listesinde olan ve konuşma dahi yapmayan Karl Marks haliyle kuruluşta hiç de aktif bir rol oynamadı. Hatta Marks bir mektubunda, bu toplantı sonrası “dut yemiş bülbül gibi duruyordum orada” yazmıştı.

Enternasyonal’in tüzüğü Marks’ın katılmadığı oturumlarda kaleme alındı. Daha sonraki dönemlerde Marks’ın Enternasyonal’e etkisi, Enternasyonal’in programında yaptığı değişikliklerle açığa çıkmıştı.

Anarşizm İçin Önemi: Saflar Netleşiyor!

Birinci Enternasyonal’in tarihi, sosyalizm denen büyük çatının altında mücadele eden düşünce ve hareketlerin farklılıklarının netleşmesinin de tarihidir. Enternasyonal; işçilerin, ezilenlerin ortak düşmana karşı dayanışmasının ve ortak hareketinin bir aracı olduğu kadar onların gerçek kurtuluşlarının, özgürlüklerinin hangi yol ve yöntemlerle kazanılacağının belirlenmesi; sömürü, baskı, zulüm ve katliamların ilelebet sona ermesinin tam ve gerçek yolunu gösterebilecek tartışmaların ortaya çıktığı bir araç da olmuştur.

Bunun için Enternasyonal’de öyle bir tartışma vardır ki, bu tartışma günümüzde de sürmekte olan dünya devrimci hareketlerinin içerisindeki en canlı ve en büyük ayrışmayı oluşturmaktadır: Anarşizm ve marksizm.

Devletsiz, özgür federasyonlarla toplumu örgütlemeyi savunan bir sosyalist hareketi yani anarşizmi savunanlarla politik köleliğin kaynağını oluşturan merkezi, hiyerarşik bir örgütlenmeyi yani devletli sosyalist hareketi savunanların tartışması anarşizmin bugün ortaya koyduğu ilkelerin doğruluğunu kanıtlayan, bu ilkeleri netleştiren ve sistematikleştiren bir deneyimdi. Sosyalizmin özgürlükçü ve otoriter kavranışları arasındaki uzlaşmaz fark ortaya çıktı, bu mücadelede içlerinden Bakunin’in ön plana çıktığı kesim gitgide kendisini tarihsel devrimci anarşist hareketin çekirdeğine dönüştürdü.

Kongreler ve Tartışmalar

Enternasyonal’in ilk genel toplantısı olan Cenevre Kongresi’nden önce Londra’da bir ara konferans yapıldı; bu konferansta çeşitli ülkelerdeki işçi sınıfı hareketlerine ilişkin raporlar sunuldu; Polonya sorunu ve Rus otokrasisinin Avrupa üzerindeki kötü etkisi gibi konularda birkaç karar alındı.

Cenevre Kongresi

1866 yılında yapılan bu kongrede özgürlükçü sosyalistler ve otoriterler arasındaki karşı karşıya gelişler başlıyordu. Kongrede Fransız işçilerinin, sadece kol işçilerinin Enternasyonel’e ya da en azından Genel Kurul’a üye olması yönündeki önerisi İngiliz sendikacılar ve entelektüeller tarafından reddedildi. Devletin bir araç olarak kullanılabileceği kararlaştırıldı. Proudhoncu karşılıkçılar bunun karşısında olarak işçi kooperatiflerinin geliştirilmesinin işçilerin özgürlük mücadelesinin temel bir parçası olarak kabul edilmesi ve karşılıklı bir kredi bankasının kurulması kararının kabul edilmesi konusunda kongreyi ikna etmeyi başardılar.

Lozan Kongresi

1867’de İsviçre’nin Lozan şehrinde Enternasyonal’in üçüncü kongresi gerçekleştirildi. İşçilerin politikaya dahil olup olmaması, sosyal hayatta kadınların rolü, sürekli orduların kaldırılması, kooperatiflerin nasıl hayat bulacağı kongrede tartışılan konulardandı. Lozan Kongresi Bakunin ve Marks çatışmasına zemin hazırlayan kongrelerden biriydi.

Bu kongrede Proudhoncular etkiliydi ve alınan son kararlarda kendi etkisini tam olarak sağlayamayan Marks bu durumdan rahatsızdı ama aynı zamanda Engels’i Enternasyonal’in yakında ellerine geçeceğine ikna etmeye de çalışıyordu. “Devrim olduğu zaman ki belki de tahmin ettiğimizden önce olacaktır, biz [Marks ve Engels] bu devasa MAKİNE’yi (Enternasyonal’i) ellerimizde tutacağız”.

Brüksel Kongresi

1868’de Brüksel’de gerçekleşen kongrede kooperatiflerden grevlere, çalışma sürelerinin kısaltılması gerekliliğinden toprak mülkiyetine pek çok konu konuşuldu. Alınan en önemli kararlardan biri madenlerin, ulaşımın ve toprağın kolektifleştirilmesi konusunda idi. Maden, ulaşım ve toprakta özel mülkiyet yerine kolektifleştirme ve ortak mülkiyet kabul edilse de, bu kolektifleştirmenin nasıl gerçekleştirileceği konusu netleşmedi.

Kongre’de Proudhocuların tartıştırıp kabul ettirdiği meselelerden biri olan kooperatifler yine gündeme geldi. İşçi sınıfının yaşadığı ekonomik adaletsizliklerle mücadelesinde dayanışmanın en önemli pratik araçlarından biri olan kooperatiflerin kullanılması savunuldu.

Ayrıca Avrupa Devletleri arasında savaş çıktığı takdirde işçilerin takınacağı tutum kongrede en çok konuşulan ve tartışılan konu idi. Kongre çıkacak böylesi bir savaşın halkları boyunduruk altına alacağını ve kardeşi kardeşe düşüreceğini açıklayarak işçileri savaşları çıkaranlara karşı mücadele etmeye çağırdı. Somut olarak da çıkacak bir savaşı etkisiz hale getirmek için genel grev bir yöntem olarak savunuldu. Marks’ın “Belçika salaklığı” olarak tanımladığı bu öneri daha sonra anarşist hareketlerin temel ilkesi haline gelecekti.

Basel Kongresi

Enternasyonal’in dördüncü genel kongresi Basel’de gerçekleşti. Basel Kongresi devrimci sendikal örgütlenmeleri ve kolektif mülkiyeti savunan, kalabalık bir biçimde işçi sınıfı en geniş düzeyde temsil eden kongreydi.

Proudhocuların güçsüzleştiği, Bakunin’in Enternasyonal’e katılmasıyla kolektivist hareketlerin güç kazandığı bir dönemde, Eylül 1869’daki Basel Kongresi’nde marksistler ile Bakuninci kolektivistler ilk kez karşı karşıya geldi. Bu kongre Enternasyonal içindeki güç dengesinde bir değişikliğe işaret ediyordu.

Bakuninciler Basel Kongresi’ne katılan yetmiş beş delege içinde görece küçük bir grup oluşturuyorlardı. Bakunin kongrede “günümüz toplumundaki bazı bireylerin büyük birikimler elde etmişlerse bunun harcadıkları emekleri değil, ayrıcalıklarıyla, yani yasal hale gelmiş adaletsizlikleriyle” elde edildiğini savundu. Ona göre devlet her türlü sömürü, ayrıcalık ve adaletsizliğin yasal hale getirilip korunabilmesinin bir aracı demekti ve bu sebeple ortadan kaldırılmalıydı.

Bakuninci kolektivistler, Brüksel Kongresi’nde alınan toprağın kolektif mülkiyeti kararının nasıl gerçekleşeceği konusu netleşmediği için miras hakkının kaldırılmasına yönelik bir öneri sundu. Sadece toprakta, madende ve ulaşım araçlarında özel mülkiyetin yasaklandığını bildirmekle sorunun çözülemeyeceğini iddia eden Bakuninciler, miras hakkının bireylerin maddi ve manevi gelişimini engellediğini ve kimileri için imtiyazlar yarattığını düşünerek kaldırılmasını istedi.

Marksistlerin, miras hakkının kolektif mülkiyete geçildiğinde ve üretim biçimi değiştiğinde kendiliğinden ortadan kalkacağı öngörüsüne karşı kolektivistler mirasın sadece mülkiyetle ilişkili olmadığını savundu. Çünkü, kolektivistler kapitalizmin ortadan kaldırılmasının otomatik olarak devletin ve diğer iktidar ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanmayacağına, devletin ve bu ilişkilerin de ayrıca ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyorlardı, çünkü “siyasi devlet ve hukuki aile” bireysel mülkiyetin garantisi ve sürdürücüsüydü.

Bakunin miras hakkının kaldırılmasını, herkesin özgürce erişebileceği bütüncül bir öğrenim/bilgiye erişim ihtiyacına da açıkça bağlayarak, “miras hakkı kaldırılır kaldırılmaz toplum her iki cinsiyetten tüm çocukların fiziksel, ahlaki ve entelektüel gelişimi için sorumluluk sahibi olacaktır” dedi.

Ayrıca marksistler pratikte mülkiyet sahiplerinin mülkiyetlerine el konulamaması durumunda, bu mülkiyet sahiplerinin miras haklarının kaldırılmasına muhalefet edeceklerini iddia ederek -bu hakkı tümden kaldırmak yerine onlardan bir aşama olarak miras/emlak vergisi almayı önerdi. Anarşistler ise miras ya da emlak vergisinin miras hakkını doğrudan kaldırmaktan daha az muhalefet yaratacağı inancına katılmayarak kendi önerilerini savunmaya devam etti.

Sayılardan çok kişiliğinin ve hatipliğinin gücüyle Bakunin tartışmalara ve konferansa ağırılığını koydu ve marksistlerin etkisini azaltmayı başardı.

Enternasyonal’e Paris Komünü Arası

Enternasyonal’in yıllık kongresi Paris Komünü’nün patlak vermesi nedeniyle 1870’te yapılmadı. Çünkü pek çok devrimci, ezilenlerin mücadelesinin nasıl örgütlenmesi gerektiğine dair tartışmaları bir kenara bırakıp başlayan bir toplumsal dönüşümün, komünün savunulmasına ve inşasına ağırlık vermişti. Enternasyonal üyeleri ve toplamında birlik, komünü sahiplendi ve mücadelesini selamladı.

Genel Konsey ve Marks her ne kadar komünü selamlamak zorunda kaldıysa ve marksistler Paris Komünü’ne “tarihteki ilk proleterya diktatörlüğü” yakıştırmasını yapmışsa da Marks’ın komün’den aylar önce yaşanan Fransa ve Prusya Savaşı’na dair Engels’e yazdığı bir mektupta Fransız devrimci hareketine hakaretler yağdırdığı ortaya çıktı: “Fransızların büyük bir yenilgiye, köteğe ihtiyaçları var. Eğer Prusyalılar zafer kazanırlarsa, devlet gücünün merkezileşmesi Alman işçi sınıfının merkezileşmesi açısından yararlı olacaktır; dahası, Alman üstünlüğü Batı Avrupa işçi hareketinin ağırlık merkezini Fransa’dan Almanya’ya kaydıracaktır. Ve Alman işçi sınıfının kuramda ve örgütlenmede Fransızlardan üstün olduğunu görmek için hareketin 1866 ile bugünkü durumunun karşılaştırmasını yapmak yeterli olacaktır. Almanya’nın dünya sahnesinde Fransızlara hâkim olması aynı zamanda bizim kuramımızın Proudhon ve benzerlerininkine hâkim olması anlamına gelecektir”.

İşte böylesi veriler marksistlerin Komün’deki yeri ve önemini tartışmaya açmaktadır. Ayrıca yine marksistler Komün yaşam bulurken de işçi mücadelesi içerisinde entrikalar çevirmeye devam ettiler.

1871’de Genel Konsey tarafından Londra’da özel bir konferans organize edildi. Toplantıya sadece 23 kişi katıldı ve 17’si halihazırda Genel Kurul üyesiydi. Anarşistlerin ancak küçük bir azınlığı toplantıda hazır bulundu ve Genel Konsey’in kararları neredeyse oybirliğiyle kabul edildi. Kararların çoğu açık bir şekilde Bakunin ve taraftarlarına yönelikti. İşçilerin politik partiler kurması kışkırtıcı bir şekilde olumlandı. Böylece işçi sınıfı mücadelesi büyük bir hedef şaşırtmayla devletli politik arenaya sıkıştırılmaya çalışıyordu. İşçilerin kendi güncel ihtiyaçları ve sorunlarını konuşması değil iktidar olmak için çaba sarf etmeleri salık verilmeye başlanmıştı.

Sonvillier Kongresi ve Genelgesi

İsviçreli Bakuninci anarşistler de Londra konferansı kararlarını eleştirmek üzere hemen Jura’da küçük bir kent olan Sonvillier’de özel bir konferans düzenlediler. Bu konferansın esas sonucu, Enternasyonal içinde merkezileşmeye son verilmesini ve Enternasyonal’in “özerk grupların özgür bir federasyonu” olarak yeniden oluşturulmasını talep eden ünlü Sonvillier Genelgesi’ydi. Genelge’de anarşist geleneğin en önemli iktidar çözümlemeleri güncel bir olay üzerinden ele alınıyordu: “Binlerce tecrübeden ortaya çıkan tartışılmaz bir gerçek varsa eğer o da iktidarın, kendisine iktidar verilenler üzerinde baştan çıkarıcı bir etkiye sahip olduğudur. Komşuları üzerinde iktidar sahibi bir kimsenin ahlaki bir kişi olarak kalması kesinlikle imkansızdır. Genel Konsey de bu kaçınılmaz kanuna bir istisna teşkil etmedi… Otoriteryen bir örgütlenmeden eşitlikçi ve özgür bir toplumun çıkmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Bu imkansız. Enternasyonal, gelecekteki insan toplumunun embriyosu olarak, burada ve şimdi özgürlük ve federasyon ilkelerimizi içtenlikle yansıtmalı ve otorite ile diktatörlüğe meyilli bir ilkeden sakınmalıdır”.

Sonvillier’de yayınlanan bu genelgede Enternasyonal içinde otoriterlerle özgürlükçüler arasındaki temel çatışma, örgütsel bir düzeyde açık bir şekilde tanımlandı ve ayrıca genelge yalnızca İtalya ve İspanya’da değil, Belçika’daki özgürlükçü sosyalistler arasında da destek kazandı.

İşçi Sınıfı Mücadelesine Bir İhanet: Lahey Kongresi

Sonvillier Genelgesi’nin etkisi sürüyorken Genel Konsey bir sonraki buluşmanın toplantı yeri olarak başka bir kuzey şehri olan Lahey’i seçerek yine Latin temsilcilere güçlük çıkardı. Bakunin, hakkında yakalama kararı olduğu için Almanya ve Fransa’dan geçemeyerek kongreye katılamadı.

Lahey Kongresi Eylül 1872’de yapıldı. Kongre’ye Marks şahsen katıldı ve toplantıyı tıka basa taraftarlarıyla doldurmak için elinden geleni yaptı. Marksist çoğunluğu oluşturan delegelerin en az beşi var olmayan hareketleri ya da hemen hemen var olmayan hareketleri temsil ediyordu. Ancak Marks yine de yalnızca İsviçreli ve İspanyalı Bakunincilerden, Hollandalı ve Belçikalı liberter sosyalistlerden değil, aynı zamanda Bakunin’i başka hiçbir konuda desteklememekle birlikte Enternasyonal içindeki aşırı merkezileşme eğiliminden rahatsız olan ve Genel Konsey’in yetkilerinin frenlenmesi gerektiğini kabul eden İngiliz sendikacılardan da gelen etkili bir muhalefetle karşı karşıya kaldı.

Genel Konsey’in artan etkisini her fırsatta eleştiren Bakuninci kolektivistler konseyin yetkilerini bu kongrede de dile getirdi. Genel Konsey’in bir haberleşme bürosu ve istatistiki bilgi merkezinden öte bir şey olmamasını öneriyorlardı. Bu önerinin karşısında olarak ve ayrıca tek sesliliği yaratmak için marksistler Genel Konsey’in yetkilerini genişletme önerisinde bulundular. Enternasyonal’in kurucu değerlerine ve ilkelerine ihanet edercesine bölüm, seksiyon, federal konsey, komite ve federasyonlarını bir sonraki kongreye kadar geçici olarak uzaklaştırdılar. Bu karar Enternasyonal içinde apaçık bir darbe idi ve işçi mücadelesine yönelik benzer darbeler iktidar için mücadele edenler tarafından tarih sahnesinde sıkça tekrarlandı.

“Marks’ın Bakuninci İttifak Örgütü’nün gizli bir şekilde etkinliklerini sürdürdüğü şeklindeki iddialarını araştırmak için bir komite görevlendirildi. Komite kanıtlanamamış muğlak raporlarla Bakunin ve İsviçreli taraftarları James Guillaume ve Adhernar Schwitzguebel’in ihraç edilmesini sağladı.

Daha sonra Bakunin, 1872 yılında yazdığı Enternasyonel ve Marks makalesinde Lahey Kongresi’nin ihraç kararıyla ilgili olarak şu sözleri söyledi: “sahte bir kongrede oylama gerçekleştirildi ve böylece temsili sistem ve evrensel oy hakkıyla ilgili o ünlü gerçeklik bir kez daha kanıtlanmış oldu: herkesin özgür seçimi adına herkesin köleliği ilan edildi”.

Bakunin mizaç, kültür ve toplumsal/ekonomik gelişimleri farklı olan toplulukların Marks tarafından tek elden çıkan bir program içine sokulmak istenmesini despotik buldu ve işte bu saldırıların Enternasyonal’i yıktığını ilan etti.

Marks’ın, Genel Konsey’i Londra’dan, en iyi durumda bile tehlikeli müttefikler olarak gördüğü Bakunincilerden ve Blanquistlerden uzak tutulabileceği New York’a taşıma önerisi acele kabul edildi. Ayrıca sonraları Marks’ın başkalarının eline geçmesin diye Enternasyonal’i öldürdüğü anlaşıldı, çünkü New York’ta Genel Konsey zayıfladı ve ardından yok oldu.

Yukarıda da bahsedildiği gibi Enternasyonal, anarşistlerin kendi ideolojilerinin haklılıklarını yaşadıkları ve bu sebeple tek başına “sosyalizm” denen muğlak çatı bir kavram yerine kendilerine ayrıca anarşist demeye başladıkları bir dönemi yarattı.

Bakunin’in de ifade ettiği gibi Enternasyonal’in umut veren büyümesi baltalandı, birlik sonunda koca bir enkaza dönüştü. Fakat buna rağmen Lahey’den dönen anarşistler, işçi sınıfının ortak mücadelesinden alıkonulamayacaklarını ve mücadeleden vazgeçmeyeceklerini gösterdiler. Birkaç gün süren tartışmalardan sonra hepsi Jura’daki Saint-Imier’e gittiler; orada İsviçreli ve Fransız delegelerle birlikte Enternasyonal’in anti merkeziyetçi kanadının bir kongresini yaptılar. Lahey Kongresi’nde alınan kararları reddeden ve Enternasyonal’in özgür bir federasyonlar birliği olduğu ilan eden kongre, işçi sınıfının özgürlük mücadelesinin hız kesmeden süreceğinin işaretini veriyordu.

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

The post Bakunin Marks Tartışmalarının Tarihsel Kökeni: I. ENTERNASYONAL – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/07/bakunin-marks-tartismalarinin-tarihsel-kokeni-i-enternasyonal-ilyas-seyrek/feed/ 0
“Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Kuvvet Yenemez”: DAMNATION – Furkan Çelik https://meydan1.org/2020/04/07/orgutlu-bir-halki-hicbir-kuvvet-yenemez-damnation-furkan-celik/ https://meydan1.org/2020/04/07/orgutlu-bir-halki-hicbir-kuvvet-yenemez-damnation-furkan-celik/#respond Tue, 07 Apr 2020 15:48:17 +0000 https://meydan.org/?p=56910 Damnation’u hızlıca izleyip bitirdikten sonra kafamda yazı yazma fikri hemen oluşmuştu. Ama biraz çekimser kalmıştım, amansız bir dizi övcülüğümü bitirip “sonuçta netflix çekmiş yahu” demeye başlamıştım. “2. sezon ne zaman çıkar?” diye biraz araştırdıktan sonra dizinin çok izlenmesine rağmen ikinci sezonunun iptal edildiğini öğrenince yazı yazma fikrim daha da netleşti. Çünkü Damnation tarihsel bir gerçeklikle […]

The post “Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Kuvvet Yenemez”: DAMNATION – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Damnation’u hızlıca izleyip bitirdikten sonra kafamda yazı yazma fikri hemen oluşmuştu. Ama biraz çekimser kalmıştım, amansız bir dizi övcülüğümü bitirip “sonuçta netflix çekmiş yahu” demeye başlamıştım. “2. sezon ne zaman çıkar?” diye biraz araştırdıktan sonra dizinin çok izlenmesine rağmen ikinci sezonunun iptal edildiğini öğrenince yazı yazma fikrim daha da netleşti. Çünkü Damnation tarihsel bir gerçeklikle devletin ve patronların çiftçilere karşı zorbalıklarını işlerken bir yandan da demokrasi eleştirisini bir sahneyle içeriğe çok iyi yerleştirmiş. Kısacası nereden tutarsak tutalım izlediğim en politik dizi olduğunu söyleyebilirim…

“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir” der Tolstoy.

1930’larda Amerika’da Büyük Buhran sırasında, Kentucky Ohio kasabasına Seth adında bir vaiz geliyor ve hikayemiz başlıyor. Dizinin ilk sahnesinde evsiz, genç bir kadın çiftlikten yumurta çalmaya çalışırken yakalanıyor. “Hırsızlık” yapan kadını vurmaya çalışan çiftçiye, Vaiz Seth engel oluyor. Arabasıyla genç kadını bırakırken cebinden iki yumurta (kümesten az önce çaldığı) çıkarıp kadına uzatıyor ve ekliyor: “Bir dahakine yumurta almaya çalışma direk tavuğu çal”.

Muhtemelen herkes şaşırıyor bu sahnede, çünkü bir vaizin ağzından çıkamayacak bu sözler, seyirciye aslında Seth’in vaiz değil, vaizlik yaparak kamufle olan bir isyancı olduğunu gösteriyor.

Dizideki vaiz Seth’e aslında aşinayız. Çünkü Latin Amerika’da yapılan keşiflerle beraber birçok bölgeye sömürüyü kolaylaştırmak için rahipler de taşınıyordu. Orduların silahlı birliklerinin giremediği yerlere rahipler kolaylıkla girebiliyordu. Fakat bu rahiplerden bazıları, yerlilerin yaşam alanlarında onlarla dayanışma ilişkisi kurmuş, taraf değiştirerek sömürgecilere karşı devrimlerde yerel halk saflarında yer almıştı.

Dizide de Vaiz Seth geçmişteki yaşantısından (bu kısmı, diziyi izlemek isteyenlere spolier vermemek adına detaylandırmıyorum) büyük bir utanç duyarak tarafını değiştirip halktan yana tavır alıyor.

Şimdi kasabamıza geri dönelim. Ohio’da tüm çiftçiler bankaya borçlanmış, üstüne bir de mısır alım fiyatları 2 dolardan 50 sente düşmüş. Çiftçiler mısırlarını 50 sente satmak zorunda kalınca greve gitmeleri tek seçenekleri olmuş…

Çiftçiler greve gidince, arazi sahipleri ve bankerler bu durumdan memnun kalır çünkü borçlarını ödeyemeyen her çiftçinin çiftliğine el koymak kaçınılmaz olacaktır. El koydukları araziler için bankerlerin planı şudur; çiftlikleri fabrika-çiftliklere dönüştürmek. Dizide bu sahne şöyle işlenir. Çiftlikte yaşayan yoksullardan Martha Riley tedirgin bir şekilde yola bakar. Siyah elbisesi ve siyah şapkasıyla oldukça gergin görünmektedir. Diğer taraftan bankerler birbirleri ile sohbet halindedir. Kasabanın genç gazetecisi bisiklet üstünde, kasketi ve takım elbisesi ile gelir. Martha Riley ve yanında kırmızı elbiseli, güleç kadına “Vaiz Seth ve çiftçiler, nerede geldi mi?” diye sorar. “Ayinde olduğunu, birazdan geleceğini” söyler kadınlar. Ve ekler: “Onlar gelene kadar gözün grev kırıcının(Pinkerton) üzerinde olsun”.

Aslında o anda Vaiz Seth’i sadece çiftçiler değil herkes beklemektedir. Sahne bankerlerin konuşmalarıyla devam eder. Ne olursa olsun bu çiftliği almak gerektiğini konuşurlar ve Vaiz Seth gelir. Ardında onlarca çiftçi ve ellerinde İncil ile. Uzun namlulu bir silahla kasaba şerif yardımcısı tarafından yolu kesilir vaizin. Vaiz Seth, ellerinde sadece İncil olduğunu, yol vermezlerse dini inançları yüksek Hristiyanların tepkisini toplayacaklarını söyler. Sonra silah indirilir, Vaiz Seth ve çiftçilere yol verilir. O an açık arttırma şeklinde çiftliğin satışı gerçekleştirilecektir. Herkes yerini alır ve siyahlar giyinmiş Martha Riley 1 sentle oturumu başlatır. Vaiz Seth, herkesin yüzüne yayılan dalga geçer bir gülümsemenin ve anlamsız bakışların içinden geçerek açık arttırmayı sunan adamın sırtına bir silah dayar ve açık arttırmaya devam etmesini rica eder. O anda, bütün inciller açılır ve içinden bıçaklar, silahlar çıkar ve her bir yoksul her bir zenginin yanına yaklaşarak bıçakları zenginlerin sırtına, koluna, bacağına yaslarlar. Eğer 1 centin üstüne bir rakam söylerlerse öldürüleceklerini bilen zenginler hiç bir şey diyemez ve açık arttırmacı çiftliği 1 cente Martha Riley’ya satar. İlk defa orada Martha’nın yüzüne sıcacık bir gülümseme yayılır ve planları başarılı olduğu için rahat bir nefes alır.

John Steinbenck, “Gece karanlıkta ortalıklarda olacağım. Bakabileceğin her yerde olacağım. Aç insanların karnını, sayesinde doyuracağı bir kavga varsa ben orada olacağım. Nerede polis birini dövse ben orada olacağım. İnsanların çılgına dönüp haykırışında ben olacağım. Bebelerin açken akşam yemeğinin hazır olduğunu bilip gülüşlerinde ben olacağım. Ve insanlar kendi yetiştirdiklerini yiyip, kendi yaptıkları evlerde yaşadığı zaman, ben orada da olacağım.” der Gazap Üzümleri romanında. Damnation’u izlerken sık sık aklımıza gelir gazap üzümleri.

Black Legion Devrede

Klu Klux Klan’ı birçok amerikan yapımı film/dizide görmüşsünüzdür. Siyahi karşıtı, ırkçı bir örgüttür. Black Legion ise Klu Klux Klan’ın bir kolu olarak çıkar. Sonrasında ayrılır ve artık Amerikancılığı savunan bir milis örgütlenmedir. Dizi boyunca sık sık gördüğümüz Black Legion ile çiftleri satın almak isteyen bankerler çiftçilere karşı birleşir. Dizide, bankerlerin, Black Legion’a yaptıkları silah yardımları, grevleri kırmak için yapılan saldırılar tarihsel olarak da gerçeklik barındırır. Black Legion’un en yükselişte olduğu yıllarda 30 bin üyesinin olduğu tarihi bir gerçeklik. Fakat o yıllarda sadece 30 Black Legion üyesinin ABD mahkemelerinde yargılandığı kaydedilmiş. Sebebi tabi ki bu silah kukuletalı örgütün içinde birçok savcı, şerif ve bunları finanse eden patronun bulunduğu gerçeği.

Pinkertonlar Grevleri Kırıyor

Pinkertonlar önce haklarını arayan işçilerin grevlerini izler, sonra grevin önde gelen isimlerinden bazılarını öldürür. Greve giden işçileri korkutmak için birkaç kişiyi daha öldürür ve böylece grevi sonlandırmak için yapılması gereken her şeyi yapmış olur. Eğer işçiler korkmaz da greve devam ederse, direnişe geçen tüm işçileri katleder. 1850’lerde kurulan Pinkerton Dedektif Ajansı yasal olarak bu işi yapar. Abraham Lincoln’un korumalığını yaparak kendilerini devletin en üst kademesinde bir yere yerleştiren Pinkertonlar makineleşmenin çığ gibi büyüdüğü bir dönemde işçilerin karşışına ilk çıkanlar olur. Tarihte Pinkertonların yaptıklarına bakacak olursak: 1892 yılında Homestand Grevi sürerken fabrika patronu Henry Clay Frick, pinkertonları grevi bastırmak için çağırır. Pinkertonlar grevci işçileri kurşun yağmuruna tutarak 9 işçiyi öldürüp onlarca işçinin yaralanmasına neden olurlar. Sonrasında da fabrikadan grevci işçileri çıkartıp grev kırıcı işçilerin fabrikaya girişini organize ederler. Anarşist Alexander Berkman, bu olay sonrasında Henry Clay Frick’i ofisinde silahla vurarak öldürmeye çalışır, başarılı olamaz fakat 14 yıl bu eylemi için hapishanede tutsak olur.

Dizinin çoğu sahnesinde karşılaşıyoruz Pinkertonlarla. Pinkerton, dizide grev kırıcı olarak lanse edilse de grev kırıcı; greve giden işçilerin çağrısına karşı gelerek iş bırakmayan işçiye denir. Pinkertonlar ise patronların tetikçileridir. Dizinin önemli karakterlerinden biri de hapishaneden, Pinkerton ajanı olması karşılığında çıkarılan Creeley Turner. Bu adamın kim olduğunu dizinin ilerleyen bölümlerinde öğrenecek ve çok şaşıracaksınız.

Son olarak belirtmem gerekirse; tarihte yaşanan direnişleri, katliamları hatırlatan Damnation dizisinin olay örgüsünü özellikle işlemedim ki, izlemek isteyenlerin hevesini kırmayayım. Evet şimdi yazıyı bitirdi iseniz Florence Reece ve Natalie Merchant’tan “Which Side Are You On” dinlemenizi ve 10 bölümlük Damnation yolculuğuna çıkmanızı tavsiye ederim.

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

The post “Örgütlü Bir Halkı Hiçbir Kuvvet Yenemez”: DAMNATION – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/04/07/orgutlu-bir-halki-hicbir-kuvvet-yenemez-damnation-furkan-celik/feed/ 0
İnşaat İşçileri Zeytinburnu’da Yol Kapattı https://meydan1.org/2018/04/13/insaat-iscileri-zeytinburnuda-yol-kapatti/ https://meydan1.org/2018/04/13/insaat-iscileri-zeytinburnuda-yol-kapatti/#respond Fri, 13 Apr 2018 13:38:43 +0000 https://seninmedyan.org/?p=35307 İstanbul Zeytinburnu’da Özak, Yenigün ve Ziylan ortaklığıyla yapılan rezidans inşaatında işçiler emekler kötü olduğu için aç kaldıklarını belirterek yemeklerin iyileştirilmesi, ücretlerinin zamanında yatırılması için yol kapattı. Yol kapatan işçiler, “uzun süreden beri yemekler kötü, aç kalıyoruz. Bu da yetmezmiş gibi bugün yemekhanenin kapısı kapalıydı. Yemek saatini 12.30’a ertelediklerini söylediler, biz de isyan ettik”, “Yemekler daha […]

The post İnşaat İşçileri Zeytinburnu’da Yol Kapattı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İstanbul Zeytinburnu’da Özak, Yenigün ve Ziylan ortaklığıyla yapılan rezidans inşaatında işçiler emekler kötü olduğu için aç kaldıklarını belirterek yemeklerin iyileştirilmesi, ücretlerinin zamanında yatırılması için yol kapattı.

Yol kapatan işçiler, “uzun süreden beri yemekler kötü, aç kalıyoruz. Bu da yetmezmiş gibi bugün yemekhanenin kapısı kapalıydı. Yemek saatini 12.30’a ertelediklerini söylediler, biz de isyan ettik”, “Yemekler daha iyi olsun, insanca çalışmak istiyoruz. Maaşlarımız zamanında verilsin” dedi.

The post İnşaat İşçileri Zeytinburnu’da Yol Kapattı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/04/13/insaat-iscileri-zeytinburnuda-yol-kapatti/feed/ 0
Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar https://meydan1.org/2015/09/15/anarsist-yayinlar-dizisi-3-fransada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ https://meydan1.org/2015/09/15/anarsist-yayinlar-dizisi-3-fransada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/#respond Tue, 15 Sep 2015 14:59:08 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/15/anarsist-yayinlar-dizisi-3-fransada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/ Bence devrimci bir gazetenin asıl yapması gereken şey, her alanda yeni toplumsal ilişkilerin doğmakta olduğunu, eski kurumlara karşı giderek bir öfkenin büyümekte olduğunu haber veren belirtileri toplamak ve sayfalarında bunlara yer vermektir. (…) İnsanlara, arkalarında tüm insanlığın güm güm atan yüreğinin bulunduğunu, yüzyıllar süren haksızlıklara karşı bir isyan ve yepyeni bir yaşam biçimi oluşturma girişimlerinin […]

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

FransadaAnarşistYayınlar

Bence devrimci bir gazetenin asıl yapması gereken şey, her alanda yeni toplumsal ilişkilerin doğmakta olduğunu, eski kurumlara karşı giderek bir öfkenin büyümekte olduğunu haber veren belirtileri toplamak ve sayfalarında bunlara yer vermektir. (…)

İnsanlara, arkalarında tüm insanlığın güm güm atan yüreğinin bulunduğunu, yüzyıllar süren haksızlıklara karşı bir isyan ve yepyeni bir yaşam biçimi oluşturma girişimlerinin başlatıldığını hissettirmek gerekir; budur devrimci bir gazeteye düşen iş.

Pyotr Kropotkin

Anarşist Yayınlar isimli yazı dizimizin üçüncü bölümünde Paris Komünü’nün beşiği, anarşist devrim mücadelesinde sembol isimlerin mücadele ettiği Fransa topraklarında yayınlanmış anarşist yayınları inceleyeceğiz.

Fransız İhtilali sırasında işçiler arasında yayılmaya başlayan anarşizm, Fransa’daki tarihinde ülkenin hemen her dönemine derin etkileri olan bir düşünce ve hareket haline geldi.

1840’larda yoldaş Pierre Joseph Proudhon’un yazılarıyla ve temelini attığı projelerle kendini yaratan hareket Komün’ün örgütlenmesinden Enternasyonal’e, oradan sendikal harekete dek birçok alanda etkisini artırdı. Sadece bu kadarla sınırlı değildi elbet. Anarşist devrim mücadelesinde adeta sönmeyen birer meşale olmuş sayısız yoldaş geldi geçti Fransa tarihinden. Alevler içinde yanan barikatların ardında bir militan, Yaralıların Bakımı İçin Kadınlar Birliği’ni kurduğunda bir şifacı olan Louise Michel’den, Bakunin’in yoldaşı, Birinci Enternasyonal’in başarılı propagandisti James Guillaume’e, Eylemle Propaganda Kuşağı’nın cesur temsilcileri Emile Henry ve Jules Bonnot Çetesi’nden Fransa zindanlarında beş yıl tutuklu kalan Kropotkin’e kadar sayısız anarşistin mücadelesine ev sahipliği yaptı bu topraklar.

Yazı dizimizin bu ayki bölümünde işte bu devrimci tarihin yazılı belgelerinin üzerine incelemeler yaptık.

L’Anarchie

L'anarchie_(1907)

Bu isimle yayınlanan ilk yayın 1850 yılında Anselme Bellegamigue tarafından yayınlandı. Gazete formatındaki L’Anarchie, “anarşist” adını benimseyen ilk yayın organıydı. Sadece iki sayı çıktı. Daha sonra 1905’in Nisan ayında, bireyci çizgideki Albert Libertad isimli bir anarşist tarafından yeni bir versiyonu yayınlanan Paris merkezli gazetenin destekçileri arasında Emile Armand, Andre Lorulot, Emilie Lamotta, Raymond Callemin ve Victor Serge gibi isimler bulunuyordu. 13 Nisan 1905’ten 22 Temmuz 1914’e kadar 484 sayısı yayınlandı. Sonra 1926 yılında Louis Couvet gazetenin üçüncü neslini yayınlanmaya başladı. Bu versiyonu ise 3 yıl sürdü. İlk kez yayınlandığı 1800’lü yıllardan beri bazen kısa, bazen uzun periyotlarda yayınlanan gazetenin etkisi sınırlı oldu.

Le Revolte

le_revolte

Pyotr Kropotkin’in İsviçre’ye sürüldüğü yıllarda, François Dumartheray ve Georges Herzig ile birlikte çıkardığı anarsişt-komünist çizgideki Le Revolte (İsyan) gazetesinin ilk sayısı, 1879 yılında İsviçre’nin Cenevre kentinde yayınlanmaya başladı. İlk sayısı 2000 adet basılan gazete, Kropotkin’in yoldaşı olan, aynı zamanda yayın ekibine de katılan Élisée Reclus tarafından finanse ediliyordu. Gazetenin çıkarıldığı sıralarda Reclus ve Kropotkin, Cenevre gölü yakınlarındaki Clarens köyünde yaşıyorlardı. Daha sonra, Kropotkin İsviçre’den sınır dışı edilip Fransız Lyon mahkemesince mahkum edildiğinde, Le Revolte gazetesinde yeni bir editöre ihtiyaç duyuldu. Reclus bu iş için başta tereddüt etmesine rağmen yoldaşı Jean Grave’i önerdi. Grave, Reclus’un önerisini kabul etti ve 1883 yılında bu vesileyle Cenevre’ye taşındı. İki yıl sonra Grave gazete için Fransa’ya geri döndü. 1887 yılında gazetenin adı artık La Revolte olmuştu. La Revolte’nin son sayısı 14 Mart 1885 tarihinde yayınlandı. La Revolte Mayıs 1886’ya kadar ayda iki kez, sonrasında ise haftalık 4 sayfa olarak yayınlandı. Gazetenin 1886’da 4000 olan tirajı 1889’da 6000’e kadar yükseldi. İlk çıktığı İsviçre ve yayınlandığı Fransa topraklarında büyük toplumsal etkileri olan La Revolte, işçi hareketlerini doğrudan etkiledi. Paris Komünü’nün ardından büyük bir darbe alan anarşizmi, güçlü bir şekilde ayağa kaldıran sürecin temellerini atan bir yayın organı olarak hafızalara kazındı.

L’En Dehors

VanderLubbe-15oct33-EnDehors-Archyves00

Fransızca yayınlanan gazete, 1891 yılında Zo d’Axa tarafından yayınlanmaya başladı. Yayın ekibinde sayısız anarşist eylemcinin yer aldığı gazeteye Zo d’Axa ile yakın ilişkideki Albert Libertad ve eylemle propaganda kuşağının öne çıkan isimlerinden Emile Henry gibi isimlerin yanı sıra Jean Grave, Bernard Lazare, Octave Mirbaeu, Saint-Pol Roux, Tristan Bernard, Georges Darien, Lucien Descaves, Sebastian Faure, Felux Feneon, Camille Mauclair, Emile Verhaeren, Adolphe Tabarama gibi çok sayıda anarşist katkıda bulundu. Anarşist basını susturmak için açılan Trinity davasında Zo d’Axa ve birçok arkadaşı tutuklandı ve L’En Dehors projesi bir süreliğine sona erdi.

1922 yılında bir başka L’en Dehors, Emile Armand takma ismini kullanan Ernest Juin Armand tarafından yayınlanmaya başlandı. Armand, bireysel özgürleşme, kadın özgürlüğü ve anarşizmin savunulduğu metinler yayınlıyordu. Gazetenin bu versiyonu İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla sona erdi. Ekim 1939’da ise yayını durdu. Bu versiyonundan yıllar sonra 2002 yılında L’en Dehors projesi tekrar başladı. Gazetenin yeni versiyonu Amerika’da yayımlanan Green Anarchy ile yapılan işbirliği ve birkaç destekçinin (Lawrence Jarach, Patrick Mignard, Thierry Lode, Ron Sakolsky, Thomas Slut) katkısıyla yayına tekrar başladı. Kapitalizm, özgür aşk, insan hakları ve sosyal mücadeleler gibi konu başlıklarındaki istikrarını korudu. L’En Dehors şimdilerde internet sitesiyle olarak sanal ortamda yayınına devam ediyor.

L’Unique

lunique1956

Zo d’Axa’nın tutuklanmasına karşı gösterdiği dayanışmayla adı öne çıkan Fransız anarşist Emile Armand’ın gazetesi L’Unique, 1945 ve 1956 yılları arasında toplam 110 sayı yayınlandı. Diğer yazarlar arasında Gerard de Lacaze-Duthiers Manuel Devaldes, Lucy Sterne, Teheresa Gaveher gibi isimler yer alıyordu. Gazetenin illüstrasyonlarını ise Armand’ın yakın dostu Louis Moresu yapıyordu.

Xin Shiji

Çin anarşizminin iki kanadından biri olan Paris grubu tarafından yayınlanan Xin Shiji, Fransa’da yaşayan Çinli anarşistlerin yayın organıydı. İlk sayısı Haziran 1907’de yayınlanmaya başladı. Yazar ve destekçileri arasında Wu Zhihui, Chu Minyi, Li Shizeng, Zhang Renjie yer alıyordu. Kendilerine göre farklı bir çizgide yer alan Tokyo grubu ise, o sıralarda yerli özelliklere ve Asya geleneklerine daha çok vurgu yapıyordu. Xin Shiji’de yapma bir dil olan Esperanto kullanıyordu. Gazetenin yazarları, Mihail Bakunin ve Pyotr Kropotkin’in düşüncelerinden ilham aldılar. 1920 yılının Mayıs ayına kadar yayınlanan Xin Shiji, finansman sorunları nedeniyle dağılana dek 121 sayı yayınlandı ve Avrupa coğrafyasında sürdürülen anarşist mücadeleye farklı bir bakış açısı getirdi. Dergi yayınlandığı onca yıl boyunca Çince’ye çevrilmiş pek çok kaynak bıraktı. Bakunin, Kropotkin, Proudhon ve Malatesta’nın temel eserlerinin Çince’ye kazandırılmasında ve mücadelenin toplumsallaştırılmasında büyük etkileri oldu.

Le Monde Libertaire

Tarama_20150806 (2)

Anarşist Federasyon’un 1858 yılında kurulan yayın organı Le Monde Libertaire’in temelleri, Joseph Dejacque tarafından atıldı. İlk yayınlandığında adı Le Libertaire olan gazetenin yayın ekibinde Louise Michel’den Sebastian Faure’ye birçok yoldaş yer aldı ve 100.000 tiraja kadar ulaştı. 1953 yılında federasyonda yaşanan ayrışma sonucunda, Le Libertaire ismini Liberter Komünist Federasyon kullanmaya başladı.

Le Monde Libertaire, 2004 yılının Ekim ayında ellinci yıldönümünü kutladı ve bunun şerefine 400 sayfalık bir koleksiyon sayısı hazırladı. 2002 yılında gazete formatından dergi formatına geçen Le Monde Libertaire, şimdilerde haftalık periyotta yayınlanmaya devam ediyor.

Ejemplar del periódico anarquista Le Revolté, fundado por Reclús y Kropotkin, que Moises S. Bertoni atesoraba en su casa del Alto Paraná.

…………….

Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşist Yayınlar Dizisi (3) : Fransa’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/15/anarsist-yayinlar-dizisi-3-fransada-anarsist-yayinlar-zeynel-cuhadar/feed/ 0
“Kenan Evren Devlet Devlet Teröristtir” – Gürşat Özdamar https://meydan1.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/#respond Thu, 04 Jun 2015 11:09:34 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/ 12 Eylül 1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin mimarı olan Kenan Evren, Mayıs ayının başlarında öldü. Darbe sonrası başında bulunduğu cunta konseyi ile birlikte, yönetimi ele geçiren ve coğrafyanın ezilenlerine, devrimcilerine işkence ve katliamlar uygulayan katil Evren, bir süredir hastanede tedavi görüyordu. Katilin Layığı Devlet Törenidir Evren’in ölümü sonrası onun şahsında 12 Eylül dönemi uygulamaları tekrar […]

The post “Kenan Evren Devlet Devlet Teröristtir” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Kenan Evren Devlet Devlet Katildir

12 Eylül 1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin mimarı olan Kenan Evren, Mayıs ayının başlarında öldü. Darbe sonrası başında bulunduğu cunta konseyi ile birlikte, yönetimi ele geçiren ve coğrafyanın ezilenlerine, devrimcilerine işkence ve katliamlar uygulayan katil Evren, bir süredir hastanede tedavi görüyordu.

Katilin Layığı Devlet Törenidir

Evren’in ölümü sonrası onun şahsında 12 Eylül dönemi uygulamaları tekrar gündeme geldi. Bu tartışmaların yer yer evrildiği nokta ise katil Evren’i 12 Eylül Darbesi ve sonrasında ortaya çıkan siyasal ve toplumsal denklemde, devletin dışında, “devlete rağmen” bir kötülükler kaynağı ( Evren’in cenazesine devlet töreni yapılmasın kampanyaları) olarak kendini gösterirken, bu tartışmaları açanlar ise son tahlilde devleti aklama pozisyonuna düştüler.

Kimi muhalif unsurlar içinde zaman zaman dillendirilen “derin devlet”, ”devletin içine çöreklenmiş güçler” gibi devleti, gerçekleştirdiği katliamlardan, adaletsizliklerden “azade” bir hale sokmaya çalışan bu algı, 12 Eylül darbecilerine karşı devletten yana “tavır alarak” devlet töreni yapılmamasının istenmesi katil ile devleti, birbirinin karşısına koyarak bu ruh ikizlerinden yapay bir şekilde “düşman kardeşler “ yaratma çabası olarak kendini belirginleştiriyor.

Toplumsal Dizayn Projesi Olarak 12 Eylül

Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyi’nce gerçekleştirilen darbe sonrası verilen ilk tepkilerden biri, bir patron örgütlenmesi olan TİSK(Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) başkanı Halit Narin’e aitti. Narin, “kısa ve net” açıklamasında “Şimdiye dek işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” derken aslında, toplumsal mücadeleler nedeniyle kesintiye uğrayan “kapitalist istikrarın”, söz konusu darbe marifetiyle hayata geçirileceğini “müjdeliyordu.”

12 Eylül öncesinde gelişen mücadele ile birlikte toplumun neredeyse hepsine sirayet eden örgütlenme refleksi, 12 Eylül’ü gerçekleştiren devletin, ortadan kaldırmak istediği şeylerin belki de başında geliyordu. Dönemin patronlarından Halit Narin ve onun gibilerinin “yüzünün gülmesine” vesile olan şey de aslında buydu. Ezilenler 12 Eylül öncesinde olduğu gibi örgütlü olarak çıkmayacaklardı karşılarına ve dolayısıyla kapitalizmin sömürü çarklarını çevirmek daha kolaylaşacaktı. Darbe ile birlikte kurgulanarak hayata geçirilmek istenen örgütsüz, adaletsizlikler karşısında mücadele refleksini yitirmiş bir toplumdu. Kapatılan sendikalar, dernekler ve siyasi partiler, yasaklanan grevler 12 Eylül sonrası devletin, devrimcilere yönelik gerçekleştirdiği katliamların yanı sıra nasıl bir toplum ve sistem için harekete geçtiğini anlatmaya yetiyor.

Devlet 12 Eylül’ün “Mirası”nı Hep Diri Tuttu

12 Eylül dönemiyle özdeşleşen ve yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren gibi semboller, devletin katliam defterinde sürekli güncellendi. Devlet, 90’larda Küçükarmutlu’da okulunun bahçesinde panzer altında yaşamını yitiren 7 yaşındaki Sevcan Yavuz’la, 2000’lerde 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’la, Ceylan Önkol’la, Taksim-Gezi Direnişi’nde Berkin Elvan’la ve son olarak Cizre’de katledilen çocuklarla, 12 Eylül mirasına “sıkı sıkıya” sahip çıktı.

Zaman zaman gündeme gelen 12 Eylül ile yüzleşme, darbeyi mahkum etme vb. söylemlerin ise, bu yaşananlar ışığında asla karşılığını bulamayacağını söylemek daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Devlet gerek 12 Eylül’de uygulamaya koyduğu açık faşizm, gerekse de yakın dönemde Kobané Direnişi sonrası başvurduğu “iç güvenlik yasası” gibi yöntemlere yaslanarak fiili anlamda toplumu örgütsüzleştirme amacı doğrultusunda, 12 Eylül mirasını canlı tutmayı bildi. Pratik anlamda ise 12 Eylül’ün, toplumun tüm hücrelerine dek örgütsüzleştirilmesi hedefini de korudu ve geliştirmek için yoğun çaba gösterdi.

En yakın dönemde akıllara gelen ve çeşitli gerekçelerle yasaklanan metal , THY, Şişe-Cam, Darphane grevleri bu “çabanın” pratik adımları olarak karşımıza çıkıyor. Diğer bir taraftan ise neredeyse her gün medyada çıkan “sendikalı oldukları için işten atılan işçiler” haberleri, o dönemin “yüzü gülen” patronu Narin gibi şimdiki patronların da yüzünü güldürmek için, örgütlenen işçilere ve diğer toplumsal kesimlere saldırmaktan geri durulmayacağını gösteriyor.

Gürşat Özdamar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kenan Evren Devlet Devlet Teröristtir” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/04/kenan-evren-devlet-devlet-teroristtir-gursat-ozdamar/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/ https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/#respond Sun, 15 Mar 2015 20:21:25 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/ Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (2) Ekonominin iki ana alanı vardır: nasıl üretildiği ve nasıl paylaşıldığı. Komünist paylaşımın nasıl işleyebileceği konusunda birkaç farklı alternatif önerildi. İnsanların genelde kabul ettiği yaklaşım, atölyelerden fabrikalara kadar meclis demokrasisi ile, bölgesel ve küresel düzeyde ise meclislerin federasyonu ile örgütlenmektir. Doğrudan demokratik meclisler, kimsenin kimseyi temsil etmediği demokratik organlardır. […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 14

Meydan gazetesinin Anarşist Ekonomi Tartışmaları dizisine, Kuzey Amerika IWW üyesi, Scott Nappalos’un yazısının ikinci bölümüyle devam ediyoruz. Yazının odağında güncelliğini koruyan bir tartışma olan teorinin pratikte somutlaşması ve teorinin pratikten üretilmesi yer alıyor. Yazının bu bölümünde, anarşist komünist ekonomi teorisi içindeki iki ana akım, planlı ve plansız modeller, günümüzde popüler olan Katılımcı Ekonomi ile karşılaştırılarak inceleniyor ve önceki bölümde verilen pratikler, teorik tartışma içinde değerlendiriliyor. Uzunluğu nedeniyle üç bölümde yayınlayacağımız yazı, libcom’un dışında birçok uluslararası anarşist sitede yayınlanmış olma ve daha önceki yazı dizilerimizde içerisinden yazılarına yer verdiğimiz The Accumulation of Freedom: Writings on Anarchist Economics kitabındaki bölümlerden biri olma niteliği taşıyor.

Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (2)

Ekonominin iki ana alanı vardır: nasıl üretildiği ve nasıl paylaşıldığı. Komünist paylaşımın nasıl işleyebileceği konusunda birkaç farklı alternatif önerildi. İnsanların genelde kabul ettiği yaklaşım, atölyelerden fabrikalara kadar meclis demokrasisi ile, bölgesel ve küresel düzeyde ise meclislerin federasyonu ile örgütlenmektir. Doğrudan demokratik meclisler, kimsenin kimseyi temsil etmediği demokratik organlardır. İşçiler ve toplum üyeleri bütün kararlarını doğrudan, açık toplantılarda alırlar. Halk meclislerinin ötesinde, işyerleri ve mahalleler arasındaki koordinasyonu komiteler ve temsilci heyetleri sağlar. Meclis, temsilcilere talimatlar verir ve temsilcinin meclisin iradesini uygulamasını bekler. Benzer şekilde, sınırlarını aşan temsilcilerin yetkileri anında geri alınabilir ve kararları meclisin onayına bağlıdır. Bunun tam olarak nasıl çalışacağı, temsilcilerin görevleri, vb. bence politik kararlardır ve en iyisini pratik belirler.

Neyin ne kadar üretileceğine karar vermek için mahalle meclisleri benzer şekilde yukarı doğru federe edilir. İşçiler nasıl çalışacaklarına karar verirken ilgili topluluklar atık ve kirlilik gibi konuları ele alarak en güvenli ve en adil nasıl üretileceğine karar verirler. Mevcut ekonominin içinde birçok değersiz endüstri ve ürün olmasının yanı sıra bazılarının nükleer silahlar gibi yok edici potansiyelleri olduğu için bu endüstrileri kolektifleştirmek yetmez, tasfiye edilmeleri gerekir. Ani yükselişler ve düşüşlerle örgütlenen, kar etmeye dayalı bir ekonomiyi, toplumun ihtiyaçlarını kullanıma dayalı olarak karşılayan bir ekonomiye dönüştürme süreci zaman alacaktır. İş sınıflarını yok etmek ve kötü işleri yeniden örgütleyerek adil paylaşmak gerekir. Toplumun ürettiklerinden faydalanmak için engeli olmayanlar en azından asgari miktarda emekle katkıda bulunmalıdır.[xi]

Paylaşımı ele alırsak, komünist ekonomik pratik ve düşünce içinde toplumun zenginliklerini paylaşmak için birkaç örgütlenme stratejisi önerilmiştir. Komünist ekonomik gelenek içerisinde iki ana çerçeve vardır: Planlı strateji ve kendiliğinden ortaya çıkan denilebilecek strateji. Teorilerin sayısı, mevcut düşüncedeki kutuplaşmaların sayısından azdır.

Planlı komünist ekonomi, genel olarak, paylaşımın halk meclislerinin federasyonu ile oluşturulan konseylerde yapılan üretim planına göre yapılmasını savunur. Bölgenin halkı düzenli olarak bir araya gelip hazırdaki malzeme ve emek miktarına göre ne üretileceğine karar verirken üretilenlerin paylaşılmasını bireylerin ve ailelerin ihtiyaçlarına göre düzenler (ücrete göre değil). Böyle bir komünist toplumda üretim iki faaliyet üzerine kurulur: insanların neyi ne kadar istediğini ölçmek ve bunları hem kolektif olarak, hem de sorumluluğu belli olacak biçimde üretmek.

Teknolojinin bugün geldiği seviye düşünüldüğünde insanların günlük tüketimini ölçmek çok basittir. Komünist bir toplumda, hem tüketim hem de üretim istatistiklerini otomatik olarak kaydetmek kolay olacaktır. Böylece neyin ne kadar gerektiğini tahmin edebilmek için tüketim örüntüleri (dönemsel ya da belli durumlarda gerçekleşen azalmalar ve çoğalmalar) hakkında anlık veri üretilebilir ve toplum, insanların istekleri için gereken kaynakları tahsis edebilir. Bu yolla kaynaklar durmadan değişen üreticilere demokratik olarak tahsis edilebilir.

Üretimin gelişmesini planlamak amacıyla, bilgi merkezlerinde çalışmalar yapılarak bu veriler bir araya getirilip istatistikler düzenlenebilir. Bu tip bilgi merkezleri yerel, bölgesel ve küresel düzeylerde olabilir. En küçük yerel ölçekte, bilgi merkezleri yerel ihtiyaçları karşılamak için stok durumlarını ve üretim kapasitesini takip edebilir. Bölgesel bilgi merkezleri bu istatistikleri düzenleyerek bölge çapındaki durum tablosunu görebilir. Bunu görmenin bir yolu da bölgesel üretim birimlerinin stok durumlarını, üretim kapasitelerini ve ihtiyaçlarını anında izlemektir. Küresel bir bilgi merkezi benzer şekilde bölgesel istatistikleri düzenler. Bu küresel bilgi sistemi merkezsiz olarak birbirine bağlanabilir ve insanlara gereken her tür raporu sağlayabilir.[xii]

Bu, sadece günlük tüketim için üreteceğimiz anlamına gelmiyor. Komünizm, karı ve ekonomik eşitsizliği kaldırarak kapitalizmin aşırı-tüketici ihtiyaçları için yaratılan yapay ihtiyaçları tasfiye ederken, gelip geçici hevesler için değil, daha iyi bir dünya için arzumuzu yansıtan bir ekonomiyi ve toplumu inşa edebilmek isteriz. O zaman, toplumsal dönüşümle ilgili bu kararları ve güncel eğilimleri birbirine bağlayan bir mekanizmanın olması gerekir.

Kullanım tabloları, komün meclislerinde tartışılabilecek verileri sağlar ve meclisler bu verilere dayanarak, mevcut endüstrilere ve gelecekteki üretimi geliştirecek faaliyetle kaynakların nasıl tahsis edileceğine, yeni üretim birimlerinin kurulmasına ya da mevcut olanların büyütülmesine karar verir. Büyük olasılıkla yeni endüstriler ve ürünler yaratmak isteyen işçiler tekliflerini meclise sunarlar ve meclis eski emek ve malzeme kullanımı ile yenisi arasında karar verir. Bu kısmi planlama denebilecek süreçte, kaynaklar kolektif olarak tahsis edilirken düşünüp taşınılır, tartışılır ve kolektifin önceliklerine dayalı bir plan oluşturulur. Bu plan yukarı doğru ilerlerken meclislerin federasyonunda tartışılır ve değiştirilir. Mevcut endüstriler ve ürünlerse günlük kullanıma uyum sağlayacak esnekliğe sahip olurlar. Buna benzeyen bir sosyal bütçeleme biçiminde komünün zenginliği halkın önerilerine göre tahsis edilir. Federasyonlar bu kararları koordine etmek için verileri paylaşır, önerileri gözden geçirir ve etkilenen toplulukların gözden geçirmeleri için gönderir.[xiii]

Üretim çizelgeleri, doğrudan demokratik konseylerde belirlenen ve yukarı doğru federe edilen önceliklere dayanarak hazırlanır. Bu yolla ücretlere, fiyatlara ve sınıf eşitsizliğine dayanmayan birçok endüstrinin planları ve koordinasyonu yapılır. Neyin ne kadar üretileceğini belirleyen şey fiyat değil komünün önceliklerdir. Tüketim, ücrete değil ihtiyaca dayalıdır. Toplumsal üretimle ilgili kararlar kapitalizmin bireyci, ne-olursa-olsun-satılıyorsa-üret mantığıyla değil, bilinçli ve kolektif olacaktır. Kropotkin’in Ekmeğin Fethi ‘de bahsettiği komünist belediyeler muhtemelen böyledir. Katılımcı ekonominin önerdiği entegre, küresel bir ekonomi için planlama konseyleri teoride komünist olacak şekilde değiştirilebilir.[xiv]

Başka bir görüş, kendiliğinden ortaya çıkan ve uyum sağlayan bir ekonomiyi savunur. [xv] Komünist paylaşım hakkındaki bu görüş sezgilere güvenir ve toplumu birbirine bağımlı, yaşayan ve karmaşık bir organizma olarak görür. Bu görüşe teşvik eden iki kök sebep vardır. Birincisi burada bütün bir ekonomiyi başarılı, bilinçli ve net olarak planlama yeteneğimiz şüphelidir; ikincisi, komünist bir toplumda dinamik ve evrilen bir öz-planlama biçiminin hem savunucuları, hem de tarihsel öncülleri vardır. Macar ve İspanya devrimleri sırasında, halk ekonomiyi kendi eline alıp kar amaçlı üretimi kolektifleştirerek ortak kullanım amaçlı bir ekonomiye dönüştürmüş ve bazı durumlarda bunu çok kısa bir zamanda başarmıştır. Bu dönüşüm başlangıçta hiçbir birleşmiş planlama aygıtı olmadan gerçekleşmiştir. Bireylerin ve grupların sayısız inisiyatiflerinden evrilerek ortaya çıkan paylaşım, zamanla birlik olmuş, örgütlenmesi toplulukların ve savaşların yarattığı talepleri karşılamak için evrilmiştir. Burada söylenmek istenen, o dönemde örgütlülüğün olmadığı değil, iki modelin arasındaki farktır: biri yapısal ve tarihsel olarak açık görüşlü bir örgütlenme, yani kendiliğinden ortaya çıkan ve evrilen bir yapıyı ortaya çıkarabilecek bir örgütlenmedir; diğeri geniş çapta planlanmış, öngörülebilir ve oldukça durağan bir örgütlenmedir. Faaliyetlerini böyle programlara bağlı kalarak yönlendiren ve buna uygun koşullarda yaşayanlara sunacak çok az delil vardır. Birçok seviyede ortaya çıkan problemleri çözerken ortaya çıkan bir ekonomik faaliyeti ve dengeye ulaşabildiği anda bu faaliyetin kararlı duruma gelmesini anlayabiliyoruz. Maalesef bu tartışmalarda saklı kalan bir problem var; devrimci bir durumda dengenin nasıl sağlanacağı problemi, birçok açıdan, olası geleceklerin soyut modellerinden daha önemli bir problemdir. Elbette, sadece sağlam ve uyum sağlayan bir ekonomik biçimin ötesinde, (devrimci ve özgürlükçü) prensipler ve pratikler, çözümün bir parçasıdır.

Gelecekte ne isteyeceğimizi öngörme yeteneğimizi sorgulamanın haklı sebepler vardır.[xvi] Kapitalizm altında arzular; yaratılır, değiştirilir ve sömürülür. Kar ortadan kalktığında ihtiyaçlar kolektif ve organik hale gelir. Yine de ihtiyaçlar sabit değildir ve tahmin edilemez. Bilakis, insanların yaşamı dalgalanmalar ve öngörülemez değişimlerle doludur. Üstelik kendi tüketimimiz ve arzularımız hakkındaki algılarımızın hatasız olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz. İnsanlar genellikle kendilerini yanlış nitelerler çünkü nasıl davrandıklarına göre değil, kendilerini nasıl görmek istediklerine göre düşünürler. Durumu politize edin ve milyonlarca insana genişletin ve işte karşınızda ben-yansımalarına dayalı bir ekonomiyi yaratırken görülen ciddi yapısal zayıflıklar. Cornelius Castoriadis 1960’lar ve 1970’lerde benzer itirazlarda bulunmuştur.[xvii] Castoriadis benzer gerekçelerle sıkı planlamayı reddeder.

Bir plan, tüketim mallarının eksiksiz bir listesini ya da bunların hangi oranlarda üretilmesi gerektiğini nihai bir hedef olarak öneremez. Böylesi bir öneri iki nedenle demokratik olmaz: Birincisi bu önerini hiçbir zaman “ilgili gerçeklerin tüm bilgisine”, yani herkesin tercihlerinin tüm bilgisine dayalı olamaz. İkicisi, bu yöntem çoğunluğun azınlık üstünde gereksiz bir tiranlığına eşdeğer olacaktır. Nüfusun %40’ı belli bir maddeyi tüketmek istiyorsa, kalan %60’ın başka bir şeyi tercih etmesi bahanesiyle bundan mahrum bırakılmaları için bir gerekçe yoktur. Hiçbir tercih ya da zevk diğerinden daha mantıklı değildir. Dahası, tüketici istekleri çoğu zaman birbirleriyle uyumlu değildir. Bu konuda çoğunluk oylaması yapmak karne vermeye denk düşer ve bu problemi çözmenin en anlamsız yoludur. Bu yüzden planlama kararları belli maddelere değil, genel yaşam standardına (toplam tüketim hacmi) yöneliktir. Bu tüketimin içeriğine detaylı olarak girilmez.[xviii]

Scott Nappalos

Çeviri : Özlem Arkun

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/feed/ 0
” Demokrasi ve Anarşi ” – Errico Malatesta https://meydan1.org/2014/12/18/demokrasi-ve-anarsi-errico-malatesta/ https://meydan1.org/2014/12/18/demokrasi-ve-anarsi-errico-malatesta/#respond Thu, 18 Dec 2014 19:32:02 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/18/demokrasi-ve-anarsi-errico-malatesta/   İtalya, İspanya ve Rusya’daki azılı diktatörlükler, dünyanın geri kalanında daha gerici ve ürkek partilerde özlem ve gıpta uyandırırken, yoksunlaştıran “demokrasi”ye yeni bir hava getirdi. Bunların sayesinde, işçilere uygulanan baskıların ve katliamların sorumluları, hain politika sanatına alışkın olan bu eski rejimin yaratıkları yeniden ortaya çıkıyor. Bunlar, cesaret edebildikleri yerlerde, kendilerini ilerici takdim ederek, özgürlük adına […]

The post ” Demokrasi ve Anarşi ” – Errico Malatesta appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

İtalya, İspanya ve Rusya’daki azılı diktatörlükler, dünyanın geri kalanında daha gerici ve ürkek partilerde özlem ve gıpta uyandırırken, yoksunlaştıran “demokrasi”ye yeni bir hava getirdi. Bunların sayesinde, işçilere uygulanan baskıların ve katliamların sorumluları, hain politika sanatına alışkın olan bu eski rejimin yaratıkları yeniden ortaya çıkıyor. Bunlar, cesaret edebildikleri yerlerde, kendilerini ilerici takdim ederek, özgürlük adına yakın geleceği ele geçirmeye çalışıyorlar. Ve mevcut duruma bakılırsa başarabilirler.

Diktatör rejimler tarafından yapılan demokrasi eleştirileri ve demokrasinin yalanlarını ve kusurlarını gösteren bu eleştirilerin tarzı üzerine söylenecek birkaç söz var. Ve Cenevre Konferansı sırasında, tatlı-sert bir iletişimimiz olan Bolşevik sempatizanı ve ayrıca kendine anarşist diyen Hermann Sandomirski’yi hatırlıyorum, şu aralar Bakunin ve Lenin’i birleştirmeye çalışıyormuş, bakın hele. Bu zat Rusya rejimini savunmak için, Kropotkin alıntılarıyla demokrasinin düşünülebilecek en iyi toplumsal yapı olmadığını ispatlamaya çalışıyordu. Kullandığı akıl yürütme yöntemi bana yine başka bir Rus’u hatırlattı ve ona, çarın kadınları soyması, kırbaçlaması ve asması karşısında uygar dünyanın öfkelenmesine “erkekler ve kadınların eşit hakları olacaksa, aynı zamanda eşit sorumluluk almalıdırlar” şeklinde cevap veren yurttaşlarının*, benzer şekilde akıl yürüttüklerini söyledim. Bu işkence ve hapishane destekçileri, kadınların haklarını yalnızca yeni zulümlerine bahane ararken hatırlarlar! Aynı şekilde diktatörlükler demokrasilere yalnızca iktidarı ele geçirebilenlerin daha rahat despotluk ve tiranlık yapabileceği bir yönetim biçimi bulduklarında karşı çıkarlar.

Bana sorarsanız, sadece akademik açıdan bile baksak, en kötü demokrasiyi, en iyi diktatörlüğe tercih ederim. Tabi ki demokrasi, sözde halkın egemenliği, bir yalandır; ancak yalanlar her zaman için yalancıları biraz olsun bağlar, rastgele güç kullanmasını engeller ve kullanabileceği gücü sınırlar. Tabi ki bahsedilen “halkın egemenliği”, egemenliğin soytarısıdır, başındaki taç ve elindeki değnek kartondan olan bir köledir.

Ancak özgür olmadığı halde özgür olduğuna inanmak, köle olduğunu bilip ve köleliğini kaçınılmaz ve adil kabul etmekten her zaman daha iyidir.

Demokrasi bir yalandır, zulümdür ve gerçekte oligarşidir: Yani ayrıcalıklı bir sınıfın çıkarlarını gözeten birkaç kişinin yönetmesidir. Ama yine de, onu daha kötüsüyle değiştirmek isteyenlerden farklı olarak, ona karşı özgürlük ve eşitlik adına mücadele edebiliriz.

Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.

Bu yüzden hem demokrasiye hem diktatörlüğe karşı savaşımızı ilan ediyoruz. Fakat onların yerine neyi koyuyoruz?

Tüm demokratlar yukarıda bahsettiğim gibi –halk adına halka baskı kurmak, istismar etmek ve ezmek isteyen, bunun farkında olan ya da olmayan ikiyüzlüler– olmayabilir. Özellikle genç cumhuriyetçilerin arasında, demokrasiye ciddi şekilde inananlar ve demokrasiyle herkes için tam ve eksiksiz gelişme özgürlüğünün elde edilebileceğini düşünenler var. Bu insanları uyandırmamız ve “halk” soyutlamasının, yaşayan gerçeği, farklı ihtiyaçları, tutkuları ve bazen tutarsız arzuları olan erkekler ve kadınları karşılamadığını göstermemiz gerekir.

Buradaki maksadımız parlamenter sisteme ve milletvekillerinin “halkın iradesini” gerçekten temsil etmesi için öne sürülen fikirlere karşı kritiğimizi tekrar etmek değildir ki bu elli yıllık anarşist propaganda sonucunda kabul gören ve fikirlerimizi yadsıyan bazı yazarlar tarafından bile tekrarlanan bir kritiktir (örn: Siyasal Bilimler Senatörü Gaeteno Mosca).

Bizler, bahsedilenleri parçalara ayırıp incelediklerinde, bu sözlerin ne kadar boş olduklarını kendilerinin göreceği inancıyla, genç arkadaşlarımızı daha kesin bir dil kullanmaya davet etmek için kendimizi zorlayacağız.

“Halkın Hükümeti / Egemenliği” hayır, çünkü burada öngörülen şeyin, –halkı oluşturan tüm bireylerin oybirliğinin- asla olamayacağını öngörüyoruz.

Eğer bunu “çoğunlukta olanın iktidarı” diye adlandırırsak gerçeğe çok daha yakın olurdu. Bu durumda, diğerlerinin iradesine boyun eğmek ya da isyan etmek zorunda olan bir azınlıktan bahsetmeliyiz.

Ancak çoğunluğun temsilcileri bile asla bütün sorunlarda birden hemfikir olamamışlardır ve bu yüzden çoğunluk ilkesine tekrar başvurmak gerekir (ç.n.: meclisteki oylama). Böylece, sistemin “seçmenlerin çoğunluğu tarafından seçilmiş bir çoğunluk hükümeti” olduğu gerçeğine daha da yaklaşırız.

Sistem, daha şimdiden, azınlık iktidarına güçlü bir benzerlik göstermeye başlamıştır.

Ve seçimlerin hangi yollarla yapıldığını, partilerin ve parlamenter grupların nasıl kurulduğunu, yasaların nasıl önerilip, oylanarak kabul edilip, nasıl uygulandığını düşünürsek, tarih boyunca sürekli deneyimlenen gerçeği anlamak kolaylaşır: demokrasilerin en demokratik olanlarında bile, her zaman, iradesini ve çıkarlarını güç yoluyla dayatan ve yöneten bir azınlık vardır.

Bu nedenle, her bireyin iradesini, fikirlerini ve ihtiyaçlarını özgürce ortaya koyabilmesi anlamında “halkın iktidarını” gerçekten isteyenler, hiç kimsenin –azınlığın ya da çoğunluğun- başkalarına kendi iradesini dayatamayacağına emin olmalıdırlar. Başka bir deyişle, iktidarları ve her otoriter örgütü yok etmeli, çıkarları ve amaçları ortak olanların özgür örgütlülüğünü oluşturmalıdırlar.

Eğer her grup kendi başına ve her birey yalıtılmış, diğerlerinden bağımsız şekilde kendi maddi-manevi ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde yaşayabilseydi her şey çok daha kolay olurdu.

Ancak bu mümkün değil ve mümkün olsaydı bile, istenebilir bir şey olmazdı çünkü insanlığın çöküşüne ve vahşete sürüklenmesine yol açardı.

Her grup ya da birey, eğer kendi özerkliklerini, kendi özgürlüklerini korumaya kararlılarsa, diğer tüm insanlarla aralarında kurulan dayanışma bağlarının önemini anlamalıdır. Ve mümkün olanların en iyisini sağlayan, böylesi bir toplumda yaşamanın gerektirdiği özverileri her fırsatta gönüllü olarak yapmayı bilecek kadar yoldaş sevgisiyle dolu olmalıdırlar.

Ama her şeyden önce, bazılarının fiziksel güçle büyük çoğunluğa kendini dayatması ve sırtından geçinmesi imkânsız hale getirilmelidir.

Jandarmayı, despot için çalışan silahlı adamları yok edelim! Ve bir şekilde özgürce anlaşmaya varalım. Çünkü herhangi bir anlaşma olmadan –özgür ya da zorla- yaşamak imkânsızdır.

Ancak özgür anlaşma bile, entelektüel ve teknik olarak hazır olanlara daha büyük yarar sağlayacaktır. Bu nedenle yoldaşlarımıza ve herkesin iyiliğini gerçekten isteyenlere en acil ve önemli sorunlar üzerinde çalışmalarını tavsiye ediyoruz. Halkın zincirlerini kırdığı gün bu sorunlara pratik çözümler gerekecektir.

 Errico Malatesta (1924)

Çeviri: Berkay Tartıcı

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Demokrasi ve Anarşi ” – Errico Malatesta appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/18/demokrasi-ve-anarsi-errico-malatesta/feed/ 0
Yunanistan’da Tersane İşçileri Savunma Bakanlığı’na Yürüdüler https://meydan1.org/2012/10/25/yunanistanda-tersane-iscileri-savunma-bakanligina-yuruduler/ https://meydan1.org/2012/10/25/yunanistanda-tersane-iscileri-savunma-bakanligina-yuruduler/#respond Thu, 25 Oct 2012 18:29:19 +0000 https://test.meydan.org/2012/10/25/yunanistanda-tersane-iscileri-savunma-bakanligina-yuruduler/ Çiftçiler Traktörleriyle Havaalanını İşgal Ettiler Atina’da tersane işçileri ödenmeyen maaşları ve hükümetin uyguladığı kemer sıkma politikalarına karşı Yunanistan Savunma Bakanlığı’na girmeye çalıştılar. Bakanlık binası önünde toplanan yaklaşık 500 işçi polis barikatına karşı direndi. Polisin gazlı ve coplu müdahalesi sonucunda bir işçi kafasından yaralandı. Aynı saatlerde Girit Adası’nda da çiftçiler traktör ve motosikletleriyle, kent meydanında toplandı. […]

The post Yunanistan’da Tersane İşçileri Savunma Bakanlığı’na Yürüdüler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Çiftçiler Traktörleriyle Havaalanını İşgal Ettiler

Atina’da tersane işçileri ödenmeyen maaşları ve hükümetin uyguladığı kemer sıkma politikalarına karşı Yunanistan Savunma Bakanlığı’na girmeye çalıştılar. Bakanlık binası önünde toplanan yaklaşık 500 işçi polis barikatına karşı direndi. Polisin gazlı ve coplu müdahalesi sonucunda bir işçi kafasından yaralandı.

Aynı saatlerde Girit Adası’nda da çiftçiler traktör ve motosikletleriyle, kent meydanında toplandı. Ardından kara bayraklarıyla yürüyüşe geçen çiftçiler havaalanı girişini kapatarak alana girişleri engellediler. Çiftçiler havaalanında bulunan turistlerin şaşkın bakışları altında, traktörleriyle havaalanı içerisine girmeye çalıştı. Piste girip uçuşları durdurmak isteyen çiftçilere polis barikat kurarak engel oldu. Polisin işçilere biber gazlı saldırısına karşı çiftçiler polise taş ve sopalarla karşılık verdiler.

Şehir merkezine geri dönen işçiler, kapitalizmin krizinin kendilerine ödetilmesine izin vermeyeceklerini ve eylemlerine devam edeceklerini bildirdiler.

The post Yunanistan’da Tersane İşçileri Savunma Bakanlığı’na Yürüdüler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/10/25/yunanistanda-tersane-iscileri-savunma-bakanligina-yuruduler/feed/ 0
Çürük ve Zehirli Elma Apple https://meydan1.org/2012/10/25/curuk-ve-zehirli-elma-apple/ https://meydan1.org/2012/10/25/curuk-ve-zehirli-elma-apple/#respond Thu, 25 Oct 2012 12:18:33 +0000 https://test.meydan.org/2012/10/25/curuk-ve-zehirli-elma-apple/ “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” masalını duymayan yoktur. Ürettiği iPhone ve iPad gibi ürünleriyle dünya devi haline gelen Apple şirketini incelediğimizde, masalın en azından ilk yarısının, günümüze uyarlanmış piyesini görüyoruz. Pamuk prensese zehirli elmayı uzatan cadıyı “kapitalizm”, elmayı “Apple ve taşeronları” oynarken, elmayı yiyen pamuk prenses rolünü apple’ın üretici ve tüketicileri paylaşıyor. Piyesin sonu, merak […]

The post Çürük ve Zehirli Elma Apple appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
“Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” masalını duymayan yoktur. Ürettiği iPhone ve iPad gibi ürünleriyle dünya devi haline gelen Apple şirketini incelediğimizde, masalın en azından ilk yarısının, günümüze uyarlanmış piyesini görüyoruz. Pamuk prensese zehirli elmayı uzatan cadıyı “kapitalizm”, elmayı “Apple ve taşeronları” oynarken, elmayı yiyen pamuk prenses rolünü apple’ın üretici ve tüketicileri paylaşıyor. Piyesin sonu, merak konusu.

Yeni akıllı telefonunu bu ay piyasaya çıkaran Apple, dünyanın en önemli şirketi. İki hafta önce tek bir hissesi 670 $ olan şirketin tamamı 620 Milyar $ değerinde. Bu miktarla; Volkswagen, Siemens gibi şirketlerin de içinde olduğu Alman Borsası’nın Top10’u satın alınabiliyor. Bu yılın ilk yarısında 20 Milyar $ kar eden şirket, geçen iş yılında 26 Milyar $ kar elde etti. En çok rağbet gören ürünü iPhone, dünya genelinde 47 Milyon adet satıldı. Herhangi bir Apple ürünü alıp cihazın içinde neler olduğunu ya da hangi koşullarda üretildiğini merak edenler şirketin yardımına pek güvenmesin; Apple, sır saklamayı pek sever.

Cihazın içini açmaya kalkma!

Çünkü karşılaşacakların hoşuna gitmeyecek.

iPhone 4S’e bakalım; arkasında, cihazın içini açmak için sökmen gereken iki küçük vida var. Vidalar beş çentikli. Yani düz veya yıldız değil; beş çentikli bir tornavidayla açılması gerekir -ki böyle bir tornavida piyasada yok. Uygun tornavida, sadece yabancı bir internet sitesinde 9,95 $ + kargo fiyatıyla “iPhone Özgürleştirme Kiti” adı altında satışa sunulmuştur. Satın alırsan açarsın, içindeki parçaları görürsün. Fiyatlarını merak edersin. İnternet sitesinde bulabileceğini düşünürsün, bulamazsın. Sadece tedarikçilerin, yani parçaları üretip Apple’a satanların listesi vardır, o da işine yaramaz.

iSuppli diye bir firma var, o bu konuda sana yardımcı olur. Elektronik sektöründe uzmanlaşan bir pazar araştırma firması olan iSuppli’nin araştırmacıları, yeni geliştirilen cihazları parçalarına ayırıp, Apple gibi şirketlerin bu parçalara ne kadar ödemiş olabileceklerini tahmin ediyor. Araştırmaya göre Apple’ın parçalara ödediği toplam ücret 355 lira iken, perakende fiyatı 3000 lirayı buluyor.

Kurulduğu yıllarda Amerika’da istihdam sağlamasıyla övünen Apple, üretiminin büyük kısmını Çin’e taşıdı.

Sebep “tamamen duygusal”.

Apple’ın ABD’de 43 bin, diğer ülkelerde 20 bin çalışanı var. Apple’a iş yapan taşeron şirketlerde, iPad, iPhone ve diğer Apple ürünlerinin yapım, tasarım ve montajında 700 bin kişi daha çalışıyor. Bu şirketler Asya ve Avrupa’ya yayılmış görünse de üretimin en büyük bölümü Çin’de gerçekleşiyor.

İşçilere en büyük moral, eski model teknolojileri indirimli alabildikleri elektronik dükkanı, “10.000 At Koşturuyor”. İşçiler eğer yeterince çalışkan olurlarsa, bir gün “10.000 At Koşturuyor”un şubesini alıp kendi kasabalarında küçük bir elektronik dükkanı açabilirler. Özellikle girişimci ruhlar için umut dolu bir hayal bu. Pek çok işçi, bir gün yeterince para biriktirip yuvasına geri döndüğünde, eski püskü elektronikleri satabileceği, kendi işinin patronu olabileceği hayaliyle yaşıyor. Foxconn, her yıl en iyi 60 işçisine şube vermeyi garanti ediyor. Köhne bir Çin kasabasında tozlu bir elektronik dükkanı açma hayali, belki de intihar sayısının daha da fazla artmamasının nedenlerinden biridir. Kim bilir…

Çin’de üretilen ve 600 $’a satılan bir iPhone’un işçi maliyeti 8 $, ABD’de üretilseydi 73 $ olacaktı. Bu 65 $’ın dışında bir etken daha var, Apple’ın eski bir yöneticisi bir ropörtajda anlatıyor:

“Apple, iPhone satışa çıkmadan sadece birkaç hafta önce cihazın imalatında bir değişiklik yapmaya karar verdi. iPhone’un ekranında yapılacak bir değişiklik sebebiyle, son anda fabrikayı üretim hattını değiştirmeye zorladı. Yeni ekranlar gece yarısına doğru fabrikaya gelmeye başladı. Bir ustabaşı fabrikanın yatakhanelerinde kalan 8 bin işçiyi uyandırdı. İşçilere birer bardak çay ve bisküvi verildi. Bir saat sonra başlayan 12 saatlik vardiyada işçiler, eğim verilmiş çerçevelere yeni cam ekranları taktı. ABD’deki hiçbir fabrika bunu yapamaz.”

Röportajın tamamını okuduğumuzda anlıyoruz, bu eski yöneticinin amacı Apple’ı deşifre etmek, çalışma koşullarını eleştirmek değil; zengin olmasını sağlayan, yıllarca bünyesinde çalıştığı Apple’ın Çin’deki üretimhaneleri ve işçileriyle övünmek.

Apple’ın “Yasak Bölge”lerine Girmeye Çalışma!

Girmeye çalışsan da pek şansın yok.

Volkswagen, Bosch hatta Lamborghini gibi büyük şirketler, merak eden kullanıcıları için fabrika turları düzenler, Apple bunu yapmaz. Cihazların parçalarının üretildiği, bir araya getirildiği, son halini aldığı yerleri “yasak bölge” ilan eder. Bu yasak bölgelerinden bahsedilmesinden de hoşlanmaz. İnternette “Think Secret” adıyla sadece Apple’a dair haber yapan web sitesine dava açarak kapattırmıştır. Yasak bölgelerin en önemlisinin, Foxconn şirketinin üretimhaneleri olduğunu söyleyebiliriz.

Foxconn, merkezi Tayvan’da, atölyeleri Çin’de olan, 1.2 Milyon işçisiyle Çin’in en büyük şirketidir. Direk rakip de olsa isteyen ve parası olan her şirketin işini yapar. Direk rakip derken; Sony için Playstation’la aynı anda Microsoft için XBox 360 üretir. HP ve Dell için aynı anda bilgisayarları; Nokia, Motorola, Blackberry, LG, Sony, Lenova, Orange için telefonları son haline getirir. Şirketi 1974 yılında 7500 $ ile kuran ve şu anda dünyanın en zengin 184. insanı olan Terry Gou, şeffaf olmama durumunu; çalışırken rahatsız edilmekten hoşlanmaması ve işçilerine de aynı imkanı sağlamak istemesi şeklinde açıklar. Elbette içeride neler olup bittiğini göstermemektir amacı. Terry Gou’nun sevdiği özlü sözler, bizleri içeride neler yaşandığına dair fikir sahibi yapar: “Aç olan daha iyi düşünür.”, “Bin kişilik bir ordu kurmak kolaydır, buna karşın; tek bir general bulmak zordur.”

Foxconn’un Şenzen’deki atölyesinde 90.000 kişi çalışmaktadır. Yasal kayıtlara göre Foxconn’un Şenzen’deki üretimhanesinde günler şöyle geçer: “Haftanın altı günü işçiler saat 8:00 olmadan kapıda kimliklerini tarayıcıya okuturlar. Ustabaşı öne çıkıp rutin sabah konuşmasını yapar; dünün verilerini, bugünün beklentilerini aktarır. Ardından herkes üretim bandındaki yerini alır, çalışmaya başlar. İki saat sonra 20 dakikalık bir mola, saat 13:00’te bir saatlik öğle arası verilir, öğleden sonra 20 dakikalık bir mola daha. Saat 17:00’de mesai sona erer.” Ancak işler pek öyle kayıtlardaki gibi yürümez.

Foxconn’da işçilerin çalışma süresi haftada -normal şartlar altında- 65 saatken, bu rakamın 100’den fazla olduğu da sık görülür. İşçilerin büyük bölümü Foxconn arazisinde yaşar. Dış dünyaya kapalı kamplarda çalışan, 15 yataklı, ranzaları ve demir parmaklıklı camları olan yatakhanelerinde yatıp-kalkarak vardiya saatlerini bekleyen, yemekhanelerinde yiyen-içen ve yılda sadece bir kez ailelerini görmelerine izin verilen bu işçilerin çalıştıkları fabrikaların üçte biri, kimyasalın yoğun olduğu zararlı bileşenler kullanmaktan çekinmez. İş cinayetleri umursanmaz, nasıl olsa binlerce işsiz kapıda beklemektedir.

Yatakhanelerdeki Parmaklıklar da Neyin Nesi?

Beş kuruşu olmayan işçileri hırsızlardan korumak için olmadığı kesin.

Yukarıda anlatılanlar, Foxconn’da işçilerin yaşamaya devam etmek için sebep bulamamalarına yol açabiliyor. 2005-2009 yılları arasında, fabrikalardaki kötü koşullara dayanamayan 50 Foxconn işçisi intihar etti. 2010 yılında yatakhanelerinin çatısından atlayarak hayata veda eden 14 işçinin ardından, 4 işçi daha aynı yöntemi deneyip başarısız oldu.

Bu 4 işçiden biri, 17 yaşındaki Tian Yu. Yaşamdan çiftçi bir ailenin kızı olmaktan fazlasını umduğu için evini terkederek büyük şehir Şenzen’e gelir ve Foxconn’da bant işçisi olur. İşi, günde 10 saat boyunca yaklaşık 5 saniyede bir iPhone ekranını kontrol etmek, çalışmadığı saatlerini de yatakhanede geçirir. Ailesinin evinden tek kuruş almadan çıkan Tian, acil ihtiyacı olan ilk maaşını almaya gittiğinde, şube muhasebesinde bir sorun olduğu gerekçesiyle başka bir Foxconn şubesine gönderilir. Otobüs parasını aynı bantta çalıştığı birinden borç alarak ulaştığı ikinci şubenin de ödeme yapamamasının ardından yatakhanesine döner. Akşam yatakhanede cebinde beş kuruş, yanında bir tek arkadaş olmadan otururken kararını verir ve uyur. Sabah vardiyasının başlangıcı olan saat 8’den önce uyanır, üniformasını giyer. Odasından çıkarak koridora ulaştığında merdivenlerden aşağı inmek yerine yukarı çıkarak çatıya tırmanır. Ve aşağı atlar. Kaburgasındaki ve vücudunun diğer bölgelerindeki kırık ve yaralara rağmen hayatta kalır.

Şenzen, 30 yıldan kısa bir sürede dünyanın imalathanesine dönüşen şehirdir. İşçilerin %10’unun bile iş sözleşmesi yoktur. Genç, göçmen ve harap durumdaki bu işçilerin sorunları yerel yönetim tarafından haliyle umursanmaz, mühim olan bölge ekonomisinin gelişmesidir. Çin’deki tek sendika olan “Tüm-Çin Sendikalar Federasyonu” da bir devlet sendikası olduğundan, yerel yönetimden farklı olduğu söylenemez. Bağımsız sendika kurmaya teşebbüsün cezası, yaklaşık 12 yıl hapis olarak belirlenmiştir. Bunun dışında, 1989 yılındaki Tiananmen Katliamı’ndan sonra işçilerin her direnişinin “toplumsal düzeni tehdit” olarak damgalayıp şiddetle bastırabileceklerini kanıtladıklarından, kölelik şartlarını daha da ağırlaştırmakta beis görmezler.

 

Bu dönemde çalışanlar, yasal olarak bağlayıcılığı olan bir sözleşme ile “ani ölüm, kendini yaralama veya intihar” sebeplerinden kendilerinin ve mirasçılarının dava açmayacaklarını garanti etmek zorunda kaldılar.2011’de 150 işçinin toplu intihar girişiminin ardından, 2012 yılının Ocak ayında da 300 Foxconn işçisi binanın tepesine çıkarak, taleplerinin kabul görmemesi halinde toplu halde aşağı atlayacaklarını bildirdi. Fabrikada, ödemeler için yaşanan tartışma sonucu çatıya çıkan işçiler, iki gün boyunca eylem yaptı. Ödeme tartışması 2 Ocak günü, 600 işçinin yeni bir üretim sahasına gönderilmesiyle ortaya çıktı. Yeni sahada bir gün çalıştıktan sonra vücutlarında yaralar çıkan ve nefes almakta zorlanan işçiler, koşulların düzeltilmesini ve yevmiyelerin artırılmasını istedi. Yöneticiler bu talebe, ayrılanlara tazminatlarının ödeneceğini söyleyerek karşılık verdi. Ayrıldıkları halde tazminatları ödenmeyen işçiler ise son çareyi çatıya çıkmakta buldu. Daha sonra yerel polis devreye girdi ve çalışanlar çatıdan indirildi.Yatakhaneye parmaklıkların ardından, Foxconn bazı fabrikalarının camlarının altına intihar önleme ağları kurdu. Şüphesiz ki dertleri işçi kaybı değil, ortaya çıkınca zor durumda kalan Apple’ın halkla ilişkiler departmanıdır.

İntiharlar Ayyuka Çıkınca Apple Ne Yaptı?

Ya da yapar gibi yaptı?

Apple’ın kar hırsı ile ölümlere ve ağır koşullara göz yumduğunu anlatan haberlerin bütün dünyada yazılmasının ardından, Apple CEO’su Tim Cook çalışanlarına bir e-posta gönderdi. Dünyanın neresinde olursa olsun sadece Apple fabrikalarında çalışanlar değil, taşeronların fabrikalarında çalışanların da umrunda olduğunu ve onlar için daha fazla girişimde bulunacaklarını belirtti.

17 yaşında Zheng adındaki bir Çinli çocuk, iPad alabilmek için böbreğini sattı. Organ bağışı yapan bir sitenin ilanını gördükten sonra harekete geçen Zheng, pazarlıklardan sonra Chenzou şehrinde yer alan merkeze gidip böbreğini 20000 yuan (yaklaşık 3100 dolar) karşılığında sattı. “İpad 2 almak istiyordum, ancak param yoktu.” diyen Zheng, böbreğini sattığını annesine itiraf etti.

Bireylerin tükettikleri, sahip oldukları kadar var oldukları öğretisini beynimize nakşeden kapitalizm içerisinde; 17 yaşında bir gencin “iPad’siz çocuk” olmak yerine “böbreksiz çocuk” olmayı tercih etmesi, pek de şaşırtıcı değildir.

Ardından, ABD Adil Emek Derneği’ne (FLA) başvurarak kendisi için üretimde bulunan Foxconn adlı şirketin çalışma koşullarını incelemesini istedi. FLA çalışma saatlerinin azaltılması, ücretlerin korunması ve çalışanların temsiliyet olanaklarının geliştirilmesini güvenceye alan anlaşmalara varıldığını duyurdu. Apple ve Foxconn, FLA raporlarındaki önerileri “bütünüyle” kabul ettiklerini, Temmuz 2013’e kadar derneğin standartlarına uyum sağlanacağını bildirdi. Ancak bu vaatler işçiler için pek de yeni sayılmaz.

Masalda başına gelen belalardan ders çıkarmayan, ev işleri dışında sorumluluk almayan, herkese safça inanan pamuk prensesin başına gelenler anlatılmıştı. Geri planda “Sen sesini çıkarma, yapman gerekeni yapmaya devam et. Biri gelir seni kurtarır.” öğretisi vardı. Piyeste, kurtarıcı prensin gelmeyeceği aşikar. Piyesin sonunun belirleyicisi, sadece iPhone üreticisi, tüketicisi, patronları değil; tüm ezilenlerin bütünlüklü mücadelesi olacak.

 

The post Çürük ve Zehirli Elma Apple appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/10/25/curuk-ve-zehirli-elma-apple/feed/ 0