The post SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sadece yaşadığımız topraklarda değil dünyada gündem olan virüs salgını nedeniyle Suriye’deki savaş gündemden düşmüş gibi duruyor. Ancak TSK’ye bağlı birliklerin Suriye’de hava saldırısına uğraması sonucu 34 askerin ölmesinden önce de Suriye’deki savaşın pek gündemde olduğundan bahsedemeyiz. Yani Suriye’deki savaş her an gündemdeki yerini tekrar alabilir. Çünkü yıllardan beri belirli olaylar yaşandıkça gündeme gelen ama hep süren savaş, yeni görünümüyle de olsa devam ediyor.
Şu an inisiyatif Suriye -daha doğrusu- Rusya’da. Suriye’de iktidarı almaya çalışan cihatçılar TC sınırları yakınındaki İdlib’e sıkışmış durumda. Suriye’nin birçok bölgesinden kaçmak zorunda kalan cihatçılar Suriye’nin de yönlendirmesiyle İdlib’e gitmişti. İdlib’se savaşın ilk yıllarından beri cihatçıların en rahat ettiği bölgelerin başında geliyor. Suriye merkezli olarak yaşanan en önemli son gelişme, TC’nin İdlib’teki cihatçıları temsilen, Rusya’nın da TC’yi temsilen yer aldıkları masada varılan anlaşma. İktidarın kaynak sağladığı, artık anaakım haline gelmiş olan medya her ne kadar bu anlaşmayı bir ateşkes olarak değerlendirmiş olsa da Suriye’de silahların susturulduğundan bahsedemeyiz. 5 Mart 2020’de imzalanan bu anlaşmaya giden süreçse Şubat’ın sonlarında başladı.
Şubat’ın 27’sini 28’ine bağlayan gece -TC’nin Suriye Ordusu’na İdlip’te aldığı yerlerden çekilmesi konusunda verdiği “ültimatomun” dolmasına az bir süre kala- TSK’ye bağlı birliklerin hava saldırısına uğraması sonucu resmi rakamlara göre 34 asker ölmüştü. Saldırı, TC kaynaklarına göre Suriye tarafından gerçekleştirildi. Ancak durduğumuz yerden anlaşılan, TSK’ye bağlı birliklerin olmaması gereken yerde yani cihatçıların bulunduğu bölgede olmasıydı. Rusya Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada Ankara’ya verilen ince mesajda, TSK unsurlarının Soçi Mutabakatı uyarınca oluşturulmuş gözlem noktalarından çıkmamaları gerektiği belirtiliyordu. Rusya’nın bunun böyle olmadığını bildiğini ve İdlib’te inisiyatifi ele almaya çalışan TC’yi sıkıştırmak için hava saldırısı gerçekleştirilmesine vesile olduğunu anlamak zor değil.
Rusya ısrarla vurguladığı bu açıklamalarıyla aslında TC’nin, tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği El Kaide türevi HTŞ ile sahadaki ortaklığına vurgu yapıyordu. Çünkü TC, ya Rusya’ya verdiği bilgide TSK’ye bağlı birliklerin olmaması gereken yerde olduğunu söyleyecek ya da Rusya’nın kendi askerlerini öldürmeyeceğine güvenerek hareket edecekti. TC, Rusya’nın kendi askerlerini öldürmeyeceğine güvendi ama Rusya -daha doğrusu Putin- pek de öyle hareket etmedi. TC bu güvenin bedelini de kendi açıkladığı sayıya göre 34 askeriyle ödedi. Ve TC, resmi olarak açıklamadığı ama içinde yer aldığı savaşta iyiden iyiye kendini belli etmenin eşiğine geldi. Sonuçsa diplomatik aşağılanmalar eşliğinde 5 Mart’ta istemeye istemeye imzalanan anlaşma oldu. Bu aşağılanmayı katmerleyen bir diğer gelişme de 5 Mart öncesi beliren Rusya tehdidine karşı NATO-ABD ipine sarılıp askeri değil, belli belirsiz bir diplomatik destek sözü alabilmek oldu.
Dış politikada aşağılanan iktidar, bunu iç politikada bir zafer olarak sunma “başarı”sını gösterebildi ve savaş fırsatçılığı yaparak bu durumdan ekonomiden göçmenlere kadar birçok konuda faydalanmaya çalıştı.
Devletin Savaş Fırsatçılığı
Halklar açısından bu kadar büyük yıkımlara yol açan Suriye Savaşı’nın, diğer taraftan TC başta olmak üzere bölgesel ve küresel devletler açısından “kullanışlılığı” son derece aşikar. TC, Suriye’deki savaşı iç politikada milliyetçiliğin yükseltilmesi; OHAL ve benzeri baskı uygulamalarıyla sokak muhalefetinin bastırılması için araçsallaştırdı. Muhalefeti bastırma konusunda “Savaşa Hayır” içerikli eylemlere izin verilmeyeceğini açıklayacak kadar ileri gitti. Muhalefeti ezerken benzer şekilde Afrin, Fırat Kalkanı ve Bahar Kalkanı gibi bölgelerdeki askeri ve idari varlığıyla iktidar, milliyetçi-muhafazakar tabanına yönelik “Neo Osmanlıcı” vaatlerinin altını fiilen doldurdu.
Biliyoruz ki savaşlar, devletler için sınırları dahilindeki muhalefeti bastırmanın, iktidara yönelik sesleri susturmanın, eylemleri durdurmanın, toplumu “olağanüstü hal” uygulamalarına alıştırmanın süreçleridir. Savaş süreciyle beraber devletin “demokratik” uygulamaları rafa kaldırılır. Toplumsal baskı ve pasifizasyon artar.
Savaş karşıtı eylemlerin yasaklamasıyla net olarak gördük ki savaş vesilesiyle mevcut işleyişe yönelik aykırı söz ve eylem cezalandırılacak, devlet şiddeti en belirgin haline bürünecektir. Devlet bir yandan bu süreçleri istediği gibi şekillendirirken diğer yandan savaşı, bir örneğini Batı’ya salladığı göçmen sopası politikasında gördüğümüz üzere, ekonomik amaçları için kullanacaktır.
Ekonomik Krize Çözüm Olarak Savaş
Ekonomik kriz ezilenlerin yaşamlarını yok ediyor; ekonomik kriz, savaşla hasır altı ediliyor!
Aralık ayında asgari ücret açıklanmıştı: 2.324 TL! Sendikaların açıklamalarına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2 bin 219,45 TL. İşçiye açlık sınırından sadece 105 tl fazlası reva görülmüş. Üstelik Türkiye’de çalışan işçilerin %43’ü asgari ücretle çalışıyor. Aynı yıl TC devletinin TSK için harcadığı bütçe ise 19 milyar dolar.
“Fırat Kalkanı Operasyonu” ile gerçekleştirilen işgal harekatında kullanılan altı adet İHA(İnsansız Hava Aracı) Bayraktar ailesine ait Baykar Makina adlı şirketten alınmıştı. Bayrak Makina’nın başında ise Erdoğan’ın diğer damadı Selçuk Bayraktar bulunuyor. Meclis’e verilen soru önergesi ile dönemin Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın açıklamasına göre altı İHA’ya ödenen para 36 milyon dolar olmuş. Üstelik Baykar Makina bu ihalede vergiden de muaf tutulmuş. Hatırlayacaksanız 2018 Ağustos aylarında yaşanan dolar artışı krizi sırasında Erdoğan doların artışını durdurmak için halka dolar bozdurma çağrıları yapmıştı. Ama damadı görmezden gelmiş ki ihale dolar üzerinden gerçekleştirilmiş!
2019 verilerine göre Türkiye’deki 25 milyarder patronun serveti 43,1 milyar dolar ediyor. Son altı yılda geçinemediği için intihar eden işçi sayısı ise 351!
Patronlar servetlerine servet katarken meclis önünde “Geçinemiyorum!” diyerek kendini yakan inşaat işçisi, oğluna pantolon alamadığı için intihar eden torna işçisi, iş bulamadığı için belediye başkanının önünde kendisini yakan genç işçi, aldığı maaşla ay sonunu getiremediği için sonunda kendisini 1600 derecelik demir eritme kazanına atan sanayi işçisi…
Kimi çalışıyor, elde avuçta olan geçinmesine yetmiyordu; kimi iş arıyor, bulamıyor, bir lokma yemeğe muhtaç bırakılıyordu. Ekonomik kriz ezilenleri yaşamdan koparacak noktaya getirirken zenginler servetlerinden bir şey kaybetmek bir yana dursun krizi fırsata dönüştürüp yeni savaşlar yaratarak paralarına para katıyordu. Yeni savaşlar yeni ihaleler demekti onlar için. Televizyonlarda savaş çığırtkanlığı yapma ve süsleyip püsleyip “şehit asker” haberleri verirken sorgulanamayan ihalelerle pastadan paylarını büyütme dönemleriydi. Suriye Savaşı’nın içeriye ekonomik faturası “şehitler tepesi” gibi süslü sözlerle gizlenmeye çalışıladursun, TC -bir benzerini Rusya’nın başarıyla uyguladığı- savaşı “yerli ve milli” silahlarını pazarlayacağı bir “showroom” olarak araçsallaştırmanın da peşinde. Ancak TC, her açıdan bir Rusya olmadığı için, bu stratejinin tutup tutmayacağı ise koca bir soru işareti.
Savaşın Teferruatları: Göçmenler
Suriye’nin İdlib bölgesinde TSK’ye yapılan hava saldırısı sonrasında, devletin göçmenlerin kara ya da deniz yoluyla Avrupa’ya geçişlerini engellememe kararı aldığı bildirilmişti. AKP Sözcüsü Ömer Çelik “Mülteci politikamız aynıdır ama ortada bir durum var, artık mültecileri tutabilecek durumda değiliz.” dedi. İzmir, Çanakkale ve İstanbul’daki birçok göçmen, sahillere ve Trakya’ya yönlendirildi. Uzun zamandır Avrupa, İdlib’deki durumun kötüleşmesi halinde Türkiye’deki göçmenlerin Batı’ya hareketinin hızlanmasıyla tehdit ediliyordu. Suriye sahasında alınan yara sonrası önce NATO devreye sokulmaya çalışıldı. Ancak NATO, TC’nin arkasında olduklarını açıklasa ve Rusya’yı kınasa da bundan öteye gitmedi. TC’nin İdlib’te eksikliğini en çok hissettiği nokta hava sahası konusu. Hava sahasını kullanamayan TC, kendisine yönelik gerçekleştirilecek olan hava saldırılarını da durduramıyor. TC buna karşı son çare olarak da Rusya’dan geçtiğimiz aylarda S-400 almak uğruna kendisinden vazgeçtiği Patriot sistemini görüyor. Ancak köprünün altından çok sular aktı ve TC umduğunu bulamadı. Askeri anlamda aradığını NATO’dan ve ABD’den bulamayan TC, Avrupa’yı zorlamaya ve buradan kendisine bir yarar sağlama yoluna gitti.
Bunun için de göçmenleri her fırsatta bir koz olarak kullanan devlet, 27 Şubat sonrasında bu kozuna hevesle sarıldı. AB’ye ve Batı’ya vermek istediği mesajı açık olarak veremeyenler, insan yaşamları üzerinden tehditlerle Suriye’de kendisine destekçi aradı. Bu hareket Avrupa tarafından pek hoş karşılanmasa da onlar bu tehdit sonrasında TC ile anlaşma yoluna gittiler. TC ile Yunanistan sınırı arasında sıkıştırılan göçmenlere yaşatılan her şey gözlerimizin önünde gerçekleşti. İçişleri Bakanı açıklamalarıyla onbinlerce kişi sınırı geçmiş gibi lanse edildi. Yaşadığımız topraklardaki faşistler de Suriye’deki savaştan kaçıp bu topraklara sığınmış göçmenlere mahallelerde saldırdı. Faşist saldırılarla birlikte göçmenler, evlerini ve dükkanlarını terk ederek Avrupa’ya gitmeleri için tehdit edildi. AB ile yapılan anlaşmadan sonraysa her şey “normale” döndürüldü.
Göçmenleri kendi stratejik pozisyonu için kullanmaktan çekinmeyen ve bunu medyası aracılığıyla dünyaya servis eden devlet, kendisine alan açmaya ve “üzerinde oyunlar oynanan” devlet değil “oynayan” devlet olmaya çalışmaktadır. Bu uğurda seçimlerde propaganda unsuruna dönüştürülen ne ensarlık kaldı ne de muhacirlik.
Devletlerarası Stratejik Pozisyon
Devletin tezkere sonrası aleni hale gelen savaş stratejisi, sadece mevcut bölgedeki siyasi ve ekonomik kazanıma odaklı değildir. Hedeflenen, aynı zamanda devletlerarası siyasi arenada “sözü geçen devletler”den biri olmaktır. Libya’dan Kıbrıs’a, Mısır’dan Suriye’ye sürmekte olan savaşlarda taraf olmak, taraflardan birini desteklemek, doğrudan savaşa müdahil olmak gibi eylemlerle bu arenada pozisyon almayı hedefleyen devlet, iç politikadaki “başına buyrukluğu” sınırları dışında da işletmeye çalışıyor. Bu başına buyrukluk, “fetih politikalarına” evriltilerek sınırlar dahilindeki milliyetçi muhafazakar zihniyetten her koşulda destek sağlanıyor. Dış politikada sözü geçen devlet imajı çizilerek, saldırgan politikalarla statü elde etmeye uğraşarak meşruluk sağlanmaya çalışılıyor.
Destansı söylemlerle uzun vadeli hedeflerini (2023, 2071 gibi) her fırsatta dile getirenler için ne 27 Şubat’ta yaşananların ne de başka zaman yaşanacak can kayıplarının önemi vardır. Devletçi söylemlere uygun şekilde yoğrulan her megaloman proje, ırkçı niyetler ve kutsallıkla pazarlanırken savaşta kaybedilen canların hesabı sorulamamakta ve devletin şehitlik muğlaklığında eriyip gitmektedir. Devletlerin çıkarları uğruna birer “teferruat” olarak görülenler bir sonraki hafta, ay ya da yıl hatırlanmayacaktır.
İktidarlar, kendi çıkarları uğruna milyonlarca insanın yaşamlarını talan etmekten çekinmemekte ve her savaşta olduğu gibi bu savaşta da ezilenleri daha fazla ezmeye çalışmaktadır. Mevcut iktidar ise “sahada ve masadaki” bozgununu, içeride de ekonomik ve siyasi krizini savaşla gizlemenin peşindedir. Ezilenler olarak yapmamız gereken iktidarların savaşında birer piyon olmak değildir. Bizim yapmamız gereken talan edilmeye çalışılan yaşamlarımızı savunmak, bütün savaş propagandalarına karşı mücadelemizi sürdürmek ve özgür bir dünyayı inşa etmektir.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 52. sayısında yayınlanmıştır.
The post SAVAŞ STRATEJiLERi : Masada Hüsran, Sahada Yenilgi, Sınırda Şantaj – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post PTT, Devletin İşgal Ettiği Êfrin ve Cinderes’te Şube Açacak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Posta ve Telgraf Teşkilatı (PTT) Gaziantep Başmüdürlüğü, devletin “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” adı altında yapmış olduğu işgaller sonrası, bu bölgelerde şube açacak.
Gaziantep Valiliğinden yapılan yazılı açıklamada, 2017’den bu yana işgal edilen bölgelerde banka, kargo ve lojistik alanlarında hizmet veren Gaziantep PTT Başmüdürlüğünün, Cerablus, El Bab, Çobanbey, Azez, Mare şubelerinin ardından Efrin ve Cinderes’te de şube açacağı belirtildi.
The post PTT, Devletin İşgal Ettiği Êfrin ve Cinderes’te Şube Açacak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yunanistan’da Liseliler Bakanın Makam Odasını İşgal Etti! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Yunanistan’da bugün yüzlerce liseli eğitim ve din işleri bakanlığının önünde bir araya geldi. Kısa süre sonra polis barikatlarını aşan liseliler önce bakanlığın bahçesine girdi sonra bakan Kostas Gavroglu’nun odasına girerek işgal eylemlerini başlattılar.
O sırada odada bulunan bakan Gavroglu öğrencilere açıklama yapmak isterken liseliler ve bakan arasında çeşitli tartışmalar yaşandı.
The post Yunanistan’da Liseliler Bakanın Makam Odasını İşgal Etti! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “İşgalin, Katliamın Lokumu Olmaz” Diyen Boğaziçililer’in Mahkemesi Yapıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Afrin’e yönelik ÖSO adı altındaki cihatçı çeteler ve TSK’nin işgali sırasında, bir grup faşistin Boğaziçi Üniversitesi’nde lokum dağıtmak istemesine, devrimciler müdahale etmiş ve düzenledikleri karşı eylemle “İşgalin katliamın lokumu olmaz” şeklinde pankart açmışlardı. Bu eylem sonrası bizzat Erdoğan’ın talimatı ile eylemci öğrenciler gözaltına alınarak tutuklanmıştı.
6 Haziran’da tahliye edilen Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşması öncesi Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi önünde eylem gerçekleştirildi. Eylem sonrası başlayan duruşmada Boğaziçililer’in savunmaları yapıldı. Avukatların söz almasının ardından duruşma sonunda mahkeme heyeti, Boğaziçililer’in yurt dışı yasaklarının kaldırılmasına, bir sonraki duruşmanın 19 Mart 2018’de saat 10.30’da görülmesine karar verildi.
The post “İşgalin, Katliamın Lokumu Olmaz” Diyen Boğaziçililer’in Mahkemesi Yapıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kiralar Artınca Doğrudan Eylem appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Berlin’de son yıllarda artan kira ve mülk fiyatlarına karşı bir süredir bir dizi eylem devam ediyor.
Berlin’in Kreuzberg, Neukölln, Grünau, Steglitz ve Friedrichshain bölgelerinde terk edilmiş dokuz bina işgal edildi. İşgal edilen binaların camlarına afişler asıldı. İşgal edilen binaların büyük çoğunluğu polis tarafından, eylemcilerin zorla dışarı çıkarılmasıyla boşaltıldı.
2012 Krizi’nden bu yana, dünyanın farklı bölgelerinde özellikle artan kiralara yönelik bir direniş biçimi olarak “işgal” ezilenler tarafından kullanılıyor.
The post Kiralar Artınca Doğrudan Eylem appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Boğaziçi Üniversitesi’nde İşgal Provokasyonu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bu sabah, İstanbul-Boğaziçi Üniversitesi’nde bir grup faşist, “Afrin lokumu” dağıtarak Afrin işgalini ve şehirde yaşanan katliamları, yağmaları kutlayan bir masa açtı. Savaş karşıtı öğrenciler “İşgalin Katliamın Lokumu Olmaz” pankartıyla ve savaş karşıtı sloganlarla grubu protesto etti. Tepkiler üzerine masa kaldırıldı ve faşist grup dağıldı.
Eylem sonrasında okul kapısından çıkan 3 savaş karşıtı öğrenci gözaltına alındı. Polis tarafından kampüsteki öğrenciler dağılana kadar gözaltından bırakılmayacakları söylenerek şantaj yapıldı. 3 öğrenci hala gözaltında.
The post Boğaziçi Üniversitesi’nde İşgal Provokasyonu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yunanistan’daki Libertatia İşgal Evine Faşist Saldırı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşist mücadelede karşılaşılan zorlukların pratik bir örneğiydi bu saldırı. Toprak ve Özgürlük Gazetesi’nden yoldaşlarımız yaptıkları aktarımda bunun altını çizdiler. Farklı coğrafyalarda anarşizmin toplumsallaşması, toplumsal devrim düşüncesinin örgütlenmesi için mücadele edenler olarak, bu zorlukların mücadelemizin parçası olduğunun farkındayız. Bu zorluklara karşı geliştirilecek dayanışmanın gerekliliğinin farkında olduğumuz gibi. Anarşist devrim mücadelesini her koşulda veren yoldaşlarımızı selamlıyoruz.
364 Gün
Makedonya tartışmasının yeniden doğuşunun en bağnaz, ırkçı, milliyetçi ve faşist söylemlerin Nazi «inovasyonu” ve askeri-dini destek ile birlikte ifadesi için bir fırsat sunması bekleniyordu. Öte yandan, «Beyaz Kule” toplantısının çekirdeğinin saldırgan eylemi, muhafazakâr Selanik kentinde bile Pazar tiyatrosunun toplam süresi olan 3 saatten fazla desteklenmedi. Bu, yalnızca tek bir siyasi grubun cesur girişimi tarafından önlendi: anarşistler. Bir kez daha devletin, kapitalizmin, devlet destekli çetelerin ve Nazilerin gerçekten karşısında olanların kim olduğu belli oldu. Sol Kanat, ya sersemlik saldırıları sırasında Nazileri ilerleten polis güçlerini yönetiyordu, ya Beyaz Kule topluluğunun faşist kitlesiyle birlikte yaşama fikrine yönelen görkemli milliyetçi konuşmalar yapıyordu (LAE) ya da kışkırtmamak için ortadan kayboldu (KKE, ANTARSYA, NAR). 18 Ocak’taki anarşist eylem, faşist toplantıdan 24 saat önce 20 Ocak’taki motor gösterisi, bütün hafta boyunca Selanik sokaklarındaki antifaşist müdahaleler ve anarşist kolektiflerin devriyeleri, kentin anti-faşistler için güvenli kalmasını sağladı ve sokaktaki tek tip milliyetçi söylemi dağıtmayı başardı. Hiçbirimiz canavara teslim olmadık.
Beyaz Kule
Faşistler Pazar toplantısına katılımı istedikleri kadar kutlasınlar, gerçek şuydu; azdılar. Toplanan kitle az olduğu için değil; milliyetçilik ve faşizmin amacına ve Yunan devlet güçleri tarafından verilen ideolojik ve fiili desteğe rağmen, hala az sayıda oldukları için. Milliyetçiliğin olası «başarısı” bu basit sorunun arkasında gizlidir. “Devletin, her hükümetin, patronların ve güçlülerin sizinle alay edip sizi yüz üstü bıraktıkları ve fakir hale getirdiği bir durumda, birkaç saatliğine yalandan ve güçsüz bile olsa, hapsedilme-dövülme-şantaj-korku bedelini ödemek zorunda kalmadan, güçlülere karşı ayaklanmadan; sizden daha yoksul ve kötü durumda olan ve sınırların diğer tarafında yaşayanlara nefretle şantaj ve baskı yapabileceğinizi hissetmek ister misiniz?” Yunan toplumu yıllardır din tarafından nefretle beslendi. Yüzlerce yıldır devlet tarafından, güçlüleri, «ulus planlarını” ve milliyetçi çeteleri destekleyen ana akım medya tarafından, insanın onurunu hiçe sayan ataerki ve yaratılışından beri korkak birliklerinizi, faşistleri destekleyen polis tarafından itaat etmeye zorlandı. Siz yine de azdınız. Selanik, devlet destekli hareketinizi çok iyi biliyor; ölüler bile yavan toplantınızın yanında parlak kalırdı. Nazilerin yanında durmaya koşanlara gelince, basitçe faşist öncüye yardımcı oldular; tabii ki devletin, hükümetin ve polisin genel gözetimi ve desteği altında toplantıyı, cani eylemleri için bir üs olarak kullandılar. General Fragos, sahnesinden seyirciyi kariyerini inşa etmeye yarayan aptallar olarak kullandı; yerel piskopos Anthimos midesini daha da fazla doldurmak için oradaydı ve Naziler bu kitlede, yapacakları krematoryumların önünde hiçbir fikirleri olmadan itaat ederek rollerini oynayacak olan 3. Reich Alman vatandaşlarını gördüler. Golden Dawn Nazi canilerinin Beyaz Kule’nin önünde yürüdüğü ve «vatanseverler” tarafından alkışlandığı noktaya bu şekilde ulaşmış bulunuyoruz.
Öte yandan, daha önce de belirttiğimiz gibi, SYRIZA / ANEL hükümeti hareketleri şiddetli biçimde bastırmak, öncekiler gibi -hatta daha da kötüleşen- bir strateji izleyerek mümkün olan en uzun süre iktidarda kalmak için faşist kanadı kullanacak ve küçük siyasi amaçları için onu daha güçlü hale getirecek. Ve bu strateji, «Makedon” meselesinin kirli sularından geçiyor.
Kamara’daki Faşist Saldırılar ve Gösteri
«Bu toplantıda ne istediğini bilen tek taraf faşizmdir. Gençleri nefret çizgisinde örgütlemeyi, onların bağnaz ve ırkçı saçmalıklara saplanmalarını ve fakirlere, zayıf olanlara, mültecilere, göçmenlere, dövüşenlere, anti-faşistlere ve anarşistlere saldırmalarını istemektedir.”
21 Ocak Pazar günü Kamara’daki anti milliyetçi toplantıda bulunma kararı, hafta boyunca şehirdeki varlığımızın sebebiydi. Son yıllarda anarşist hareketin gerçekleştirdiği önemli buluşmalardan biriydi. Kamara’da anarşistlerin korkusuz tavrı, faşist canavara ve devletin terörüne karşı durduğu, bayraklarını indirmediği ve sokakları terk etmediği, halkın algıladığı bir gerçektir.
Bu eylemde yanımızda, faşizme karşı verilen mücadelede en ağır bedeli ödeyen Libertatia işgal evinden yoldaşlarımız vardı. Bu mücadele hiç sona ermedi ve yolu kan, katledilen masumlar, savaşlar, şiddet, toplama ve imha kampları, parçalanmış toplumlar ve sonsuz maddi zararlar ile döşendi. Bir zamanlar Libertatia işgal evinin bulunduğu bina da bu listeye eklendi.
Libertatia sorumsuzluk, eylemsizlik veya ilgisizlik nedeniyle yanmadı. Aksine yoldaşlarımız faşizme karşı mücadelede büyük bir sorumluluk gösterdiler: şehri terk etmemek! «Faşizmin önce benim için, daha sonra herkes için geldiği” gerçeğiyle politik pratiği ürettiler. Böylesi kararları alanlar kaybetmezler, bir binanın yakılmasıyla yenilmezler. Bu basit gerçeği kavrayamayanlar sessiz kalsalar iyi ederler, çünkü bugün ne olursa olsun en güçlü ve en inandırıcı cevabı vermek zorundayız.
Libertatia iki saldırının hedefi oldu. Bunlardan işgal evini ateşe vermeye teşebbüs eden birincisi, «Ideapolis” çevresinin düzenlediği toplanma ve onlara eşlik eden birkaç faşist grup (Ieros Lohos, AME, C18 vb.); ikincisi faşist PAOK taraftarlarının bir kısmıyla benzer kompozisyona sahip bir kalabalık tarafından düzenlendi. Kamara’ya doğru yola çıkmaya çalışanlar aynı 70 kişiydi.
Devlet – Devlet Tarafından Yönlendirilen Gruplar: Nihai Özdeşleşme
Biri Özgür Sosyal Mekan Scholeio’ya ve ikisi Libertatia’ya olmak üzere -polis gözetiminde- üç saldırı gerçekleşti. Libertatia’nın tamamen yakıldığı saldırıda, saldırganların hiçbiri tespit edilemedi. Birileri toy bir şekilde bunların tamamen devlet ve devlet tarafından yönlendirilen grupların koordineli bir planı olmadığına inanırsa, gerçeklik bu inancı çürütür.
Sonraki gün Libertatia’yla dayanışma için gerçekleştirilen eylemdeyse Yunan Polisi, Makedon Birliği’ni koruma bahanesiyle hazır kıta bekliyordu. Çevik kuvvet; eylemin, şehrin doğu tarafındaki ana yollara ilerlemesini engellemek için bu bahaneyi kullandı. Polis araçları ve çevik kuvvet birlikleriyle eyleme şiddetli bir şekilde saldırdılar, beş kişiyi gözaltına aldılar. Aynı gece polis, bölge savcısının sıkı iş birliğiyle iddianameyi hazırladı; ironik bir şekilde “kundaklama” suçlaması, işgal evinin yakılmasına karşı yapılan eylemde gözaltına alınanlara yöneltildi. Gözaltındaki yoldaşlarıyla dayanışmak için sonraki gün Selanik Mahkemesi önünde toplanan insanların binaya girmesine dahi izin verilmedi. Bu beş kişi Pazartesi gününden (22.01) tutuklandıkları Cuma gününe (26.01) kadar gözaltında tutuldu. Olayın gidişatı oldukça manidardı.
Devletin planı toplumsal hareketlere saldırmak, mücadele eden anarşistleri tamamen yalıtılmış bir durumuna sokmak ve sokak eylemlerini engellemek amacıyla halka terör saçmaktır. Çünkü faşistlerin yükselişi sonlanabilir, ama toplumsal devrim için mücadelemiz asla durdurulamaz. Bu mücadelede, müttefiklerimiz Pazartesi günü yanımızda duran 2500 kişi ve dayanışma çağrımıza sonraki günlerde yanıt veren herkesle, Libertatia’yla gerçek dayanışmamızı en iyi şekilde ortaya koyabiliriz. Hep birlikte milliyetçi galeyana, faşist tehdide ve devlet terörizmine karşı bir barikat inşa edebiliriz.
Faşizme Geçit Yok!
Devlet Otoriteryanizmi ve Şiddetine Karşı Koyulacak!
Toplumsal Anarşizm için Kolektif “Kara&Kızıl” – Anarşist Politik Organizasyon Üyesi – Kolektifler Federasyonu (Yunanistan)
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.
The post Yunanistan’daki Libertatia İşgal Evine Faşist Saldırı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İşgalin 525. Yılında Direniş Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Katliamların ve talanların başlangıcı olan gün “12 Ekim Kolombus günü” olarak geçiyor. 12 Ekim, Amerika kıtasında yerli halklara karşı süren katliamlar ve bu katliamlara, işgale karşı verilen direnişin başladığı gün olarak biliniyor.
525 yıldır yerli halklara, doğaya ve yaşama karşı süren işgal ve katliamlara inat, yine 525 yıldır özgürlük mücadelesi veren yerli halklar ve onların yanında olanlar birkaç gündür tüm Amerika’da ve Avrupa’da eylemler gerçekleştiriyor.
The post İşgalin 525. Yılında Direniş Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post TSK Kobané’nin Batısındaki İki Köye Girdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ANHA’nın vermiş olduğu bilgiye göre TSK, saat 21.30’da Kobane’nin 10 km kadar batısındaki Bobenê ve Siftekê köyleri yakınlarında sınırı geçti ve askeri güçlerini alana konuşlandırdı. Köylerde yaşayanlar TSK askerlerinin bölgede mayınlama yaptığını bildirdi. Bölgede fiili bir işgal başlatan TC askerlerinin beraberlerinde iş makineleri de getirdiği öğrenildi.
The post TSK Kobané’nin Batısındaki İki Köye Girdi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Fransa’da İşçilerden İşgal Eylemi (Video) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Fransa’nın La Souterraine bölgesinde, GM&S otomotiv fabrikasında çalışan işçiler patronların 6 aydır işçilerin taleplerini yerine getirmemesine, Peugot ve Renault’nun olası işten çıkarmalarına karşı bulundukları fabrikayı işgal etti. 3 gündür direnişte olan işçiler her gün binlerce Euro değerindeki iş makinelerini parçalıyor. Fabrika çevresine gaz tankları yerleştiren 280 işçi eğer talepleri karşılanmazsa fabrikayı havaya uçuracaklarını söyledi.
The post Fransa’da İşçilerden İşgal Eylemi (Video) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Savaş Bölgelerinin Mekansal Dönüşümü ; ASKERi iŞGAL” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yeni baştan inşa et ya da yık; bir mekanı dönüştürmek, çoğu zaman politik bir eylem niteliği de taşır. Bir mekan herhangi bir şekilde dönüştürüldüğü anda, o mekanda ortaya çıkacak ilişkiler de dönüştürülür. Bazen mekansal dönüşüm, söz konusu mekandaki ilişkileri şekillendirmek için gerçekleştirilir.
Bir mekanın dönüşümü kimi zaman ekonomik, sosyal, politik, kültürel; kimi zamansa askeri amaçlar doğrultusunda kurgulanır. “Tehdit” her zaman sınırın ötesinden ya da dağlardan değil, hakimiyet için baskıladığın topraklardan gelir. Böyle olduğunda çözüm, yalnızca “savaşmak”ta değil; baskıladığın o toprakları yıkmakta, dönüştürmekte ya da işgal etmektedir.
Askeri İşgal Örneği Olarak Varosia, Bağdat ve Filistin
İkinci Kıbrıs Harekatı’nın ardından Mağusa’nın Varosia ilçesi işgal edilmiş, yerleşime ve iskana kapatılmış, ordu eliyle “insansız bölgeye” dönüştürülmüştü. Savaş sonrasında Girne’nin batısından doğusuna uzanan sahil şeridindeki çoğu arazi, ordu tarafından işgal edilmiş; işgale karşı taşınmazını talep eden bölge halkı ise “kamulaştırma” ile tehdit edilmişti.
Artık şiddetin başkenti olan Bağdat, savaşın, uluslararası müdahalenin ve onlarca yıl süren ambargonun ardından kimliksizleştirilmiş; şehri üs edinen askerlerle, gökyüzünde aralıksız dolaşan askeri helikopterlerle, kentin ortasında yükselen gözlem zepliniyle işgal edilmişti.
İsrail’in işgali altındaki Filistin toprakları da, bitmeyen savaşın ardından bir garnizona dönüşmüştü. Kontrol noktaları, sınır ötesi İsrail yerleşimleri ve Gazze’nin etrafını kuşatan duvar, tel örgüler, kontrol kameraları, ısı sensörleri, askeri araçlar için geçiş yolları…
Filistin’de olağanüstü halin cisimleşmiş sembolü olan kimlik kontrol noktaları, akrep ya da panzer gibi savaş araçlarının varlığı ve onların yarattığı “sürekli savaş” psikolojisi, Filistinlileri bir savaş çıkmazına mahkum ediyor. Gazze Şeridi’nin doğusundaki sınır bölgesine kurulan “taşınabilir gözetleme kuleleri” ve söz konusu kulelerden İsrail askerleri tarafından Filistinlilere açılan ateşler, kalekollardan Kürt halkına açılan ateşe oldukça benziyor.
Filistin topraklarına yerleştirilen Yahudi yerleşimcilerse, bu savaşın başka bir boyutu. İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında 1967’den beri sürdürdüğü yerleşim politikası, sürekli olarak artış gösteriyor. 2015’in verilerine göre, Tel Aviv yönetiminin -yarısından fazlası Batı Şeria’da olmak üzere- Doğu Kudüs’te, Golan Tepeleri’nde, Gazze Şeridi’nde 600 bine yakın yerleşimcisi bulunuyor. Yerleşimciler, Filistin halkına yönelik savaşta, savaşı gündelik yaşama ve tüm Filistin’e yaymakta son derece etkili oluyor.
İsrail’in yerleşim politikası dışında sürdürdüğü “ev yıkım politikası” da, Filistin toprakları üzerindeki militarizasyonu sürekli olarak artırıyor. Ev yıkımları, Filistin halkını yerinden etme ya da İsrail devletinin “mekanı istediğince dönüştürme” politikasının en somut hallerinden biri oluyor.
Tüm bu örneklerin yanında, iktidarların kendi çıkarları uğruna önce savaştığı, sonra da “dönüştürdüğü” bu mekanları görebilmek için çok da uzağa gitmeye gerek yok.
Yık ya da İşgal Et: Devletin “Kürdistan Dönüşümü”
2008 yılında hükümet ve TOKİ arasında yapılan anlaşmayla birlikte inşasına başlanan kalekollar, birçok kez tartışma konusu oldu. “Barış süreci” henüz sürerken gündeme gelen bu yüksek güvenlikli karakollar, aslında yaklaşmakta olan savaşın ayak sesleri gibiydi. Gözetleme kulesi, mevzisi, cephaneliği bulunan kalekollar; inşa edildikleri her yerde bölge halkının yaşam alanına yönelik fiili bir saldırıyı da beraberinde getirdi.
Amed Licê’ye bağlı Hezan Köyü’ne yapılmak istenen kalekol inşaatına karşı, bölge halkının “Savaş Değil Barış İstiyoruz” pankartıyla, Haziran 2013’te gerçekleştirdiği eyleme askerin ateş açması sonucu 18 yaşındaki Medeni Yıldırım yaşamını yitirmiş; kalekolun beraberinde getirdiği “tehdit” doğrudan bir saldırıya dönüşmüştü. 2014 yılında Dersim dağlarına ve tepelerine inşa edilmeye başlanan sayısız karakol ve kalekol inşaatının yanı sıra kent merkezine inşa edilen helikopter pistiyle, Dersim de adeta askeri bir işgal altına alınmıştı.
Geçtiğimiz yazdan bu yana süren savaşla birlikte ise, şehirlerin askeri işgal bölgelerine dönüştürülmesine dair örnekler artıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, yakın zamanda, Amed’de bulunan ve birinci derece arkeolojik sit alanı olan Dakyanus Antik Kenti’ne karakol inşasına onay verdi. Kentin su kaynaklarının da üzerinde bulunan Amed Tahir Elçi Kent Ormanı’nın 290 hektarlık alanı, “atış alanı, mühimmat deposu ve lojman” yapılmak üzere Jandarma Komutanlığı’na devredildi. Bölge halkı, Tahir Elçi Kent Ormanı’nın devriyle birlikte devletin, Amed çevresindeki stratejik bir tepeyi işgal ederek şehirdeki askeri işgali daha da derinleştirdiğine dikkat çekti.
Özyönetim ilanlarını bahane ederek sokağa çıkma yasakları ilan eden devlet, Kürdistan’ın farklı yerlerindeki çeşitli ilçelerde bulunan okullara korucular yerleştirdi. Bu korucuların İçişleri Bakanlığı tarafından görevlendirildiği ise, bakanlığın “gizli” bir genelgesi ile ortaya çıktı. Sûr’da bulunan 1 No’lu Aile Sağlık Merkezi karakola dönüştürüldü, binasına askerler ve özel harekat polisleri konumlandırıldı; aynı durum Bağlar için de gündeme geldi. Farqin’da bulunan Tarihi Azizoğlu Konağı karakola dönüştürüldü. Şemzinan’de bulunan 34. Hudut Jandarma Tugayı Komutanlığı yakınında inşa edilen ve bitme aşamasında olan TOKİ konutlarının askere tesis edileceği belirtildi; İlçe Emniyet Müdürlüğü yakınında bulunan Şemdinli Orman İşletme Şefliği’ne ise özel harekat timlerinin yerleştirilmesi için emniyet tarafından el konulacağı belirtildi.
Kürdistan’da artan işgale ilişkin yakın zamanda açıklanan bir veri ise, bölgedeki militarizasyonun boyutlarını açıkça gösterdi. Geçtiğimiz Nisan ayında Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla “Amed, Şîrnex, Colemerg ve Mêrdîn’in farklı ilçe ve mahallelerinde, toplam 115.510 metrekarelik alanın, karakol ve kalekol inşaatları için acele kamulaştırılacağı” açıklandı.
İşgale Karşı Direnmek
Her bir militer yapılanma, bulunduğu ya da “bulunmak istediği” mekanı, kendi amacı doğrultusunda dönüştürür. Herhangi bir ordu ya da onun bağlı bulunduğu devlet içinse, özellikle savaşlarda, önemli olan tek şey savaşın yürütüldüğü bölge değildir. Savaş süresince bölgede kurulacak, yıkılacak ya da başka bir forma dönüştürülecek yapıların varlığı da savaş stratejilerinin bir parçası olur çoğu zaman.
İktidarlar, sürdürdükleri savaşlar boyunca, gerçeği yıkmak ve ortaya “yeni bir gerçek” çıkarmak için mekana yönelik saldırıları kullanır. Var olan ve aslında yok etmek istediği kültürü yıkıp yerine “egemen kültürü” inşa etmek için, zor ve şiddet mekanizmasıyla -yani ordusuyla- bu mekansal saldırıları gerçekleştirir.
Savaş kapısının önüne gelip, evinin içine girenlerse; bir yandan savaşın yıkıcılığına karşı direnirken bir yandan da mekanın yıkımına karşı direnmek zorunda kalır. Yıkılan şehir surlarına, bombalanan köprülere, karakola çevrilen okullara, kalekola çevrilen sağlık binalarına, yakılıp yıkılan bir bütün şehre; kimliksizleştirmeye, yok etme politikalarına ve “mekansal tüm dönüşümlere” direnir. Kendi gerçekliğini yaratmak üzere…
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ”Savaş Bölgelerinin Mekansal Dönüşümü ; ASKERi iŞGAL” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Mart ayının sonlarına doğru Pakistan’ın Lahor kentindeki bir lunaparka düzenlenen bombalı saldırıda, çoğunluğu çocuk ve kadın olan toplam 70 kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı Pakistan Talibanı’na bağlı Cemaat-ul Ahrar üstlendi. Selefi-cihatçı grupların düzenlediği bu ve buna benzer katliamların, artık Pakistan coğrafyasının rutini haline geldiği söylenebilir. Bunda da en büyük neden, Pakistan devletinin izlediği politikalar.
Çoğunluğu yoksul yaklaşık 200 milyonluk nüfusu ve elinde bulundurduğu nükleer silahlarla Pakistan devleti, bölgesel çapta bir süper güç. Pakistan, işte tam da bu “özgüvenle”, özellikle 1980’lerin başlarında, etnik ve siyasal anlamda zaten fazlasıyla karmaşık olan coğrafyasında, bir takım dengeleri değiştirmeye soyundu. Afganistan’ın SSCB tarafından işgal edilmesiyle ABD tarafından devreye sokulan ve komünizm tehdidine karşı İslami akımları desteklemek şeklinde özetlenebilecek “Yeşil Kuşak” doktrininde Pakistan kilit bir devletti. Pakistan bu süreçte Afganistan’daki SSCB karşıtı mücahitleri (yazının girişinde bahsi geçen katliamın faili Taliban başta olmak üzere) desteklerken, nihai amacı ise burada kendi himayesinde İslami bir yönetim kurmaktı. Bu anlamda Afganistan’da savaşacak selefi cihatçılar için sınırında “açık kapı politikası” uyguladı. İstihbarat servisi aracılığıyla, cihatçılara eğitim verdi. Tüm bunları yaparken en büyük destekçileri ise ABD ve Suudi Arabistan idi. Pakistan’da Lahor’daki katliam benzeri saldırıları adeta yaşamın normal seyrinde bir sıradanlığa çeviren süreç, bizzat devlet tarafından, işte böyle adım adım örüldü.
Benzer devlet politikalarıyla, coğrafyamızda Pakistanlaşma sürecini de bizler yaşıyoruz. Sultanahmet, İstiklal Caddesi bombalamaları ve sonrasında devlet yetkililerinden gelen açıklamalar, toplumu benzer saldırılara hazırlama yönünde adeta. Ancak işin trajikomik yanı ise olası saldırıların toplum olarak ön bilgisini, Alman ve ABD konsolosluklarından alıyor oluşumuz. Devlet erkanı tutturduğu “güvenlik zafiyeti yok” teranesinden milim sapmamışken; durum, burnundan kıl aldırmayan devlet kibrine takdirlik(!) bir örnek.
Oysa hayaller büyüktü TC için, özgüven de bir o kadar yüksekti. Cihatçı örgütler eliyle Suriye’de rejim değişecek, Neo-Osmanlıcı politikalar tıkır tıkır işleyecekti. Olmadı. Suriye’de rejimin -en azından kısa vadede değişmeyecek biçimde- kalıcı olduğunun anlaşılması, TC’nin elini bir kademe düşürdü. Bu kez, henüz hala “kullanışlı olan” cihatçı örgütler, Kürtler ve muhaliflerin üzerine salındı. Pirsus ve 10 Ekim Ankara katliamları ile hayata geçirilen plan buydu. Bu planın da süresi doldu, bizzat kendileri yapıyorlar şimdi daha büyüklerini. Şimdilerde de, küresel devletlere dönük değerli yalnızlık böbürlenmelerinden, “Suriye’de bizi niye yalnız bıraktınız” sızlanmalarına geçildi.
Devletin kolluk güçlerinin “eskort”luğunda sınırlardan geçirilen cihatçılar… Onlara eskortluk yapan, aynı devlet birimlerinin mühimmat geçişlerindeki rolleri… Olan bitenin adı da baştan konmuş “Şii rejimlere öfkeli gençlere” destek…
Desteğin ulaşılabileceği boyutun bir evresinde ise, devletin en tepesinden gelen, IŞİD’in bir ton açığı An-Nusra’nın neden desteklenmediği serzenişi…
Tüm bu içi boş ve bedeli bizlere katliamlarla ödetilen politikalarının somut sonuçları ise Pakistan benzeri bir bumerang etkisi. Şimdilik Pakistan coğrafyasındaki kadar sıradanlık arz etmese de Sultanahmet ve İstiklal Caddesi’nde patlayan bombalar, IŞİD başta olmak üzere cihatçı örgütlerin “kullanım süresinin” dolmaya başladığını gösteriyor. Pakistan-Afganistan-Suriye-TC hattında yaşanan bumerang etkisi ise İstiklal Caddesi patlamasıyla devlete yakın medya kalemşorlarınca “bombalara alışmalıyız” diye sıradanlaştırılmak isteniyor.
The post “Suriyeleşme Pakistanlaşma” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>