The post Irak’ta IŞİD Tarafından Katledilen 123 Kişinin Toplu Mezarı Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Uluslararası kuruluşların yardımıyla çıkarılan cansız beden kalıntılarının büyük bir kısmının, hapishanede katledilen Şii tutsaklara ait olduğu düşünülüyor.
IŞİD, 2014’te Irak’ın üçte birini ele geçirdikten sonra Baduş Hapishanesi’ne saldırmış, Sünni Müslüman tutsakları serbest bıraktıktan sonra çoğu Şii olan 600 tutsağı katletmişti.
Bulunan kemiklerdeki DNA örnekleri, tutsakları aileleriyle karşılaştırılacak.
The post Irak’ta IŞİD Tarafından Katledilen 123 Kişinin Toplu Mezarı Açıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Selefiler-Tarikatlar İktidar Savaşında appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Gündelik yaşamdaki yoğunluğu, devlet iktidarının politikaları paralelinde gün geçtikçe artan muhafazakarlaşma, farklı veçheleriyle gündeme gelerek kendisini bir şekilde tartıştırıyor. Geçtiğimiz temmuz ayında Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi sırasında görünürlüğü artan, 15 Temmuz 2016’da sokaktaki varlığını gördüğümüz, yurtlarında cinsel saldırı haberlerinin eksik olmadığı tarikat ve cemaatler, devletin toplumu muhafazakarlaştırma politikalarında önemli bir zemin oluşturuyor. Devlet iktidarının eski ortağı olan ancak daha sonra “FETÖ” olarak kodlanan Cemaat’in yokluğunun doğurduğu “boşluk” söz konusu yapıları daha görünür kıldı.
1950’lerde iktidarda bulunan Demokrat Parti etrafında kümelenerek güç biriktirmiş olan tarikat ve cemaatler, 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında devletin iç-dış politik tasarrufları paralelinde önemli birer ekonomik ve siyasi güç haline gelmişti. Bu noktada, söz konusu bu yapıların ekonomik güç haline gelmelerinde 12 Eylül sonrası Özal döneminde çıkarılan Özel Finans Kurumları Kanunu’na ayrı bir parantez açmak gerek. Bu yasa ile serbest piyasa hareketliliği içinde kendisine yer bulan “faizsiz bankacılık sistemi” 1980’leri izleyen on yıllar boyunca tarikat ve cemaatlerin ekonomik gücüne zemin oluşturdu.
Tarikat ve cemaat örgütlenmeleri, her ne kadar 28 Şubat 1997 sonrası “irtica ile mücadele” adı altında devletin görece hedefinde yer alsalar da hem kullanışlılıkları her zaman işe yarayacak birer enstrüman olmaları hem on yıllar boyunca devlet içindeki kökleşmiş ilişkileri nedeniyle çok ciddi bir güç yitimine uğramadılar. Kaldı ki 1994’ten beri Milli Görüş gelenekli partilerin yerellerdeki iktidarı ve 2002’de aynı kökenden gelen AKP’nin genel seçimleri kazanması, bu görece ve kontrollü güç yitimini durdurmuştu.
AKP ile Cemaat arasında 2013’e kadar yaşanan ittifak 15 Temmuz sonrası açık bir husumete dönüşürken, bu tarihten sonra başta İsmailağa ve Menzil olmak üzere farklı tarikat ve cemaatlerin adını daha sık duyar olduk.
İsmailağa Cemaati’nden Cübbeli Ahmet Hoca adıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün geçtiğimiz ay içinde yaptığı ancak farklı zamanlarda da dile getirdiği “selefi derneklere” yönelik uyarılar, gözleri bir kez daha devlet iktidarının cemaat, tarikat ve benzeri yapılarla ilişkisine çevirdi.
Cübbeli Ahmet (Ünlü), açıklamasında iki bin civarında selefi derneğinin varlığından ve bu derneklerin silahlandığından söz etti. Bu açıklamanın, son örneği Uşşaki bağlantılı bir tarikatta görülen cinsel saldırı vakaları, arazi kayırmacılığı, devlet bürokrasisindeki görünürlüklerinin artması gibi konular nedeniyle zaten gündemde olan tarikat ve cemaatlerle bağdaştırılması sonrası Ünlü, sadece dernek adı altında örgütlenen selefilerin yarattığı “tehlikeye” dikkat çekmek istediğini söyledi.
Söz konusu açıklamada tarikat ve cemaatlerin, “devletin-milletin yanında yer alan hayır kurumları” hüviyeti korunarak örgütlenme zemini bulmaları “tehlikesine” karşı dikkat çekilen selefilik, Suriye Savaşı’nda IŞİD ve El Kaide türevi cihatçı çetelerden kamuoyunun tanıdığı ve aşina olduğu bir akım. Kendisi dışındaki birçok İslam yorumunu olduğu gibi tarikat ve cemaatleri de tekfir eden (kafir ilan eden) selefilerle Cübbeli Ahmet’in açıklamasında belirginleşen tarikat ve cemaatler arasındaki iktidar savaşına devletin nasıl bir yaklaşımda bulunacağı ise önemli. Bu yaklaşıma göre ileride selefiliğin yaşadığımız coğrafyadaki örgütlenme zeminine dair fikir sahibi olunabilir.
IŞİD’in öldürülen lideri Ebubekir el Bağdadi’nin 2019’daki bir videosunda “Vilayet Türkiye” adıyla bir grubun, cihatçı çeteye biat ettiği ortaya çıktıktan uzun süre sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, söz konusu “Vilayet” yapılanmasının emirinin yakalandığını duyurmuştu. Ancak aynı günlerde “Türklerin müslüman olmadığını, cihatçı çetelerle yaşanan çatışmalarda ölen TC askerlerinin şehit sayılamayacağını” ve -açık bir şekilde- IŞİD’i desteklediğini söyleyen “selefi lider” Murat Gezenler hakkında herhangi bir soruşturma açılmaması, devletin bu konuda iki farklı yaklaşım içinde olabileceği izlenimi uyandırıyor.
Yaşadığımız coğrafyada 2015-2017 arasındaki 5 Haziran HDP Amed mitingi, Suruç, 10 Ekim, Reina, Sultanahmet, İstiklal Caddesi patlamalarını hatırladığımızda, devletin kontrolü dahilinde ve dışında olmak üzere iki farklı biçimde IŞİD saldırılarının gerçekleştirildiğini görebiliriz. Bu anlamda son günlerde, tarikat ve cemaatlerle selefiler arasında yaşanan bu soğuk savaşta, devlet “Vilayet Türkiye” tarzı kapalı hücreler dışında, kontrolü altında tutabileceğini düşündüğü oranda, “sözlü davete dayalı” selefi örgütlenmenin önünü kapamayabilir.
Bu noktada önümüzdeki süreçte, devlet iktidarının muhafazakar politikalarına “biat etmiş” selefilerle onların, kendileriyle aynı hedef kitleye ve devlet bürokrasisindeki benzer kurumlara oynadığını düşünen tarikat ve cemaatler arasında yaşanacak gerilimi görebiliriz.
Şimdilik medyadaki görünürlükleri ve devlet bürokrasisinin kurumlarındaki varlıkları tarikat ve cemaatlerin bu “savaşta” bir adım önde olduğu izlenimi uyandırsa da devletin 2015-2017 döneminde selefilerle olan “iltisakını” hatırladığımızda bu gerilimde dengelerin değişebileceği unutulmamalı.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayınlanmıştır.
The post Selefiler-Tarikatlar İktidar Savaşında appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post IŞİD Yöneticisi Diye Yargılanan “Ebu Hanzala” Tahliye Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>IŞİD’in TC sorumlusu olduğu ileri sürülen ve yaklaşık 3 yıldır tutuklu yargılanan ‘Ebu Hanzala’ kod adlı Halis Bayancuk tahliye edildi.
Halis Bayancuk, 2017 Mayıs ayında Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla gözaltına alındıktan sonra hakkında açılan soruşturma kapsamında tutuklanmıştı.
Bayancuk’a “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme” suçlamasıyla, Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 12.5 yıl hapis cezası verilmişti. Yapılan istinaf başvurusu üzerine 28 Mayıs 2019 tarihinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştu.
“Ebu Hanzala” 2007 yılından bu yana toplamda 6 yıl 7 aydır tutuklu olarak kaldı.
The post IŞİD Yöneticisi Diye Yargılanan “Ebu Hanzala” Tahliye Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ÖSO Eşittir Işid appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anadolu Ajansı’nın “Ilımlı muhalifler İdlib’in stratejik önemdeki Serakib ilçesini geri aldı” başlığıyla verdiği haber daha sonra yayından çekildi.
The post ÖSO Eşittir Işid appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İdlib’de TSK Askerlerine Hava Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bu haber Türk resmi makamlarınca doğrulanmadan önce yandaş medya kanallarında TSK’nın İdlib’de elde ettiği “başarılar” aynı anda servis edilmeye başlandı.
Bu konuda tek resmi bilgiyi Hatay Valisi yaparken ölen asker sayılarının yavaş yavaş yükseltildiği gözlerden kaçmadı. Son açıklamaya göre bu sayı 33.
Gece geç saatlerde Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bu konuyla ilgili 6 saat süren bir toplantı yapıldı. Toplantıda kuvvet komutanları ve istihbarat mensupları da yer aldı.
Rusya, yayınladığı bir açıklama ile hava saldırısında kendi uçaklarının olmadığını söyledi. Ama, aynı açıklamada saldırının “TSK askerlerinin olmaması gereken bir bölgede” gerçekleştiğini vurguladı.
The post İdlib’de TSK Askerlerine Hava Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post IŞİD, ABD’nin Musul’daki Üssüne Saldırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’nin Musul’daki askeri hava üssüne IŞİD tarafından füze saldırısı yapıldığı belirtildi.
Irak’a bağlı Musul Ortak Operasyonlar Komutanlığınca yapılan yazılı açıklamada, Musul’un güneyindeki Kayyara Askeri Hava Üssü’ne dün akşam 17 katyuşa füzesinin atılması sonrası, IŞİD mensuplarına yönelik bir operasyon başlatıldığı ve operasyonda 3 IŞİD’li öldürüldüğü ifade edildi.
ABD askerleri, Musul’u IŞİD’den kurtarma operasyonu kapsamında, söz konusu hava üssünü kullanıyordu.
The post IŞİD, ABD’nin Musul’daki Üssüne Saldırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post IŞİD, Bağdadi’nin Ölümünü Doğrulayıp Yeni Liderini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>IŞİD geçtiğimiz perşembe günü yapılan açıklama ile liderleri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin öldürüldüğünü doğruladı.
IŞİD, yayın organı Amak Haber Ajansı’nın ses kaydı olarak yayınladığı açıklamada Bağdadi’nin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) operasyonu ile öldürüldüğü ve yerine Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi’nin geçtiği duyruldu. Örgüt ayrıca sözcüleri Ebu el-Hasan el-Muhacir’in de aynı baskında öldürüldüğünü duyurdu.
IŞİD’ineni lideri Ebu İbrahim el Haşimi el Kureyşi hakkında çok az bilgi var. Ancak IŞİD’in yeni lideri El Haşimi’nin aslında bilinen bir kişi olduğu ancak güvenlik nedeniyle farklı bir isimle duyurulduğu belirtiliyor.
The post IŞİD, Bağdadi’nin Ölümünü Doğrulayıp Yeni Liderini Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ebubekir El Bağdadi Öldü İddiası appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Trump’ın “Çok önemli bir şey oldu.” diye tweet atmasından sonra, bir Pentagon yetkilisinin yaptığı açıklamayla gündeme gelen iddianın ardından operasyona ait olduğu öne sürülen görüntüler ortaya çıktı. Görüntülerde Bağdadi’nin içinde olduğu iddia edilen ev defalarca bombalanıyor, evin bulunduğu yerde devasa bir çukur oluşuyor.
İddiayı Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin yaptığı açıklama da destekliyor. SOHR, Barisha bölgesinin batısında aralarında Bağdadi’nin de olabileceği 9 kişinin öldürüldüğünü duyurdu. Barisha bölgesi Türkiye sınırına yaklaşık 7 kilometre mesafede.
The post Ebubekir El Bağdadi Öldü İddiası appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ABD, Suriye’deki Petrol Bölgelerinde Varlığını Güçlendiriyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD, IŞİD’in petrol yataklarına ve gelirlerine ulaşmasını engelleme bahanesiyle Suriye’de askeri varlığını güçlendirme kararı aldı.
ABD Savunma Bakanı, Esper Belçika’nın başkenti Brüksel’deki NATO genel karargahında düzenlediği basın konferansında yaptığı açıklamada “ABD, IŞİD’in petrol gelirlerine ulaşmasını engellemek için Suriye’de kısıtlı bir askeri oluşuma sahip olacak” dedi. Esper, Deyr er-Zor kenti ve çevresinde paralı ordularıyla bu amaçlarına ulaşmayı hedeflediklerini belirtti.
Açıklamaların gölgesinde adı geçen bölgelere ABD askerlerinin sayısının arttırıldığı iddia ediliyor.
The post ABD, Suriye’deki Petrol Bölgelerinde Varlığını Güçlendiriyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Irak’ta IŞİD Saldırısı: En Az 7 Ölü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Irak’ta militanların düzenlediği iki ayrı saldırıda en az 7 kolluk kuvveti hayatını kaybetti, 16 kişi de yaralandı. Resmi kaynaklar saldırıyı IŞİD’in yaptığını açıkladı.
Salahuddin bölgesinin Dujail kasabasında, başkent Bağdat’ın 50 km kuzeyinde İran destekli Irak’a bağlı kolluk kuvvetlerine düzenlenen ilk saldırıda 3 askeri güvenlik görevlisiyle 2 polis öldü.
İkinci saldırıda Süleymaniye şehrinin Kola Jawi köyünde havan topuyla düzenlendi. Bu saldırıda da Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı iki kolluk kuvveti hayatını kaybederken 14 kişi de yaralandı.
IŞİD henüz saldırıları resmen üstlenmedi.
The post Irak’ta IŞİD Saldırısı: En Az 7 Ölü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Irak ve Suriye’yi birbirinden ayıran sınır kapısını 2014 Haziranı’nda ele geçiren IŞİD, bu olaya ilişkin yayınladığı videoda dünyaya şöyle meydan okuyordu: “Sykes-Picot Antlaşması burada yırtılmıştır.” Yaklaşık 100 yıl önce devletlerin Ortadoğu’daki haritaları kendi iktisadi ve politik çıkarları çerçevesinde belirlediği Sykes-Picot’yu kendi yöntemleriyle hükümsüz kılan IŞİD, sonraki 4 yılı aşkın süreçte gerçekleştirdiği katliamlarla bu meydan okumaya paralel biçimde dünyaya korku salacaktı. Hilafet ilan ettiği Irak ve Suriye’de, Belçika büyüklüğünde bir toprak parçasına hükmeden, dahası bu bölgelerde, petrol gelirleri başta olmak üzere kendi ekonomisi, yargı sistemi, 8 milyonluk nüfusa ulaşan sosyal yapısı, hatta diplomasisi olan ve tüm bu özellikleri nedeniyle BM’de temsil edilmek dışında bir devlete dair tüm özelliklere sahip olan ve zamanla İslam Devleti (İD) olarak ismini değiştiren IŞİD, 2014 yılı ortalarından itibaren ABD’nin öncülüğündeki koalisyonun hedefindeydi.
Bugünlerde Suriye’nin küçük bir kasabası olan Bağuz’a sıkışan ve gelen bilgilere göre “son kalıntılarının” buradan da çıkarıldığı söylenen IŞİD’in gelecekteki askeri ve siyasi varlığına dair tartışmalar ve soru işaretleri ise geçerliliğini koruyor. Hilafet ilan ettiği topraklardaki hakimiyetinin sona ermesi nedeniyle “bitti” denilen IŞİD, Ortadoğu’da halen canlılığını koruyan mezhepsel kırmızı çizgiler nedeniyle -belki de farklı adlarla- geri dönebilir mi? Mensuplarının, “hilafetin” gücünün doruğunda olduğu dönemde sloganlaştırdıkları gibi “devlet” (İD) “baki” kalacak mı?
ABD’nin 2003’te Irak işgali sonrası bölgede harekete geçen mezhepçi fay hatlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan cihatçı terör çetelerinden biri olan IŞİD’in kuruluşu 2004’te Irak el Kaidesi adını alan Tevhid ve Cihat Cemaati adlı örgüte dayanıyor. Bu örgütün kurucuları arasındaki Ürdünlü cihatçı Ebu Musab ez Zerkavi’nin önceki yıllarda Afganistan’daki SSCB işgaline karşı ABD destekli cihatçı çetelerin safında savaşması, IŞİD ve benzeri örgütlerin, devletlerin “birtakım” politikaları sonucu üretildiği gerçeğini gösteriyor. Bu bağlamda, bölgede cihatçı çetelerin “can suyu” bulmasında tarihsel olarak SSCB ve ABD’nin Afganistan ile Irak’ı işgallerinin belirleyici dönüm noktaları olduğunun altı çizilmeli. Aynı şekilde, selefi cihatçı çeteleri harekete geçiren bir başka dinamik ise Şiilik-Sünnilik ekseninde 600 yılı aşkındır devam eden iktidar çekişmesini daha üst boyuta taşıyan 1979’da İran’da Molla rejiminin iktidara gelmesiydi. Ortadoğu’da devletlerin dahil olduğu tüm bu denklemlerin, aradan geçen on yıllara rağmen üç aşağı beş yukarı güncelliğini koruduğunu belirtmek gerek.
Geldiğimiz noktada bir başka ve asıl büyük problem ise direndiği son bölge olan Bağuz’dan çıkarılan IŞİD’in bir dönem onbinlerle ifade edilen üyesinin, nereye gittiği ya da gideceğidir.
Küresel cihat ideolojisini benimsemiş bir örgütün varlığının sonlanmasına dair baştan beri yapılan alan hakimiyetinin bitirilmesi yaklaşımı, bu bağlamda IŞİD hakkındaki temel yanlışlardan birini oluşturuyor. Bu gerçeği görmek için IŞİD’in eski gücünden çok uzakta olduğu 2018’de tam 3670 saldırıyı üstlendiği verisi, açıklayıcı bir veridir. Bu saldırıların, IŞİD’in “küresel cihat” ideolojisini destekler nitelikte Irak ve Suriye dışında Mısır, Afganistan, Yemen, Filipinler gibi çok geniş bir coğrafyada gerçekleştiği belirtilmeli. 2018’deki bu rakamlarda yer alan Fransa, Belçika, Kanada ve Avustralya’daki “küçük çaplı” bıçaklı saldırılar, önceki yıllarda Manchester, Barcelona, Nice, Las Vegas gibi batı metropollerinde katliamlar gerçekleştiren IŞİD’in bu potansiyel ve motivasyonunun halen mevcut olduğunu gösteriyor.
11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırıları sonrası dönemin ABD Başkanı George W. Bush “teröre karşı küresel savaş” adlı doktrinini açıklamıştı. Bundan sonra Irak’ı işgal eden ABD’nin, Ortadoğu politikalarındaki “şahin” başkanı, işgal sonrası 1 Mayıs 2003’te ABD Donanması’na bağlı USS Abraham Lincoln uçak gemisinde, arkasında “görev tamamlandı” pankartı dururken bir “zafer konuşması” yapacaktı. Ancak Bush’un tabiriyle “tamamlanan” görevin ne olduğunu anlamak için dünya, IŞİD ve benzerleri gibi birçok cihatçı çete ile “tanışmak” ve bu tanışmanın bedellerini ödemek zorunda kaldı. Aynı şekilde bugünlerde, sığındığı son nokta olan Bağuz’da, ABD tarafından IŞİD’e karşı ilan edilen “zafer” 2003’ten bugüne yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda devletlerin benzer politikaları paralelinde tarihin tekerrür etme olasılığını barındırıyor. Daha da ötesinde ise bir başka olasılığın, IŞİD ve benzeri gibi cihatçı çetelerin kullanışlılığını her zaman değerlendiren kimi bölgesel devletlerin, alan hakimiyeti ortadan kalkan IŞİD’in, küresel cihada hazırlanan bakiyesini Ortadoğu’da bir süre daha “misafir etmeye” istekli olabileceği unutulmamalı.
Emrah Tekin
The post Devletlerin IŞİD Bakiyesi – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Suriye’de Bütün Yollar İdlip’e Çıkar – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>29 Nisan 2015’te İstanbul Fatih Camii avlusunda bir grubun “kutlama” yapmak için lokum dağıtmasını muhtemelen çoğumuz hatırlamıyordur. Söz konusu “lokumlu kutlama” Suriye’nin kuzeybatısında bulunan İdlip kentinin cihatçı çeteler tarafından ele geçirilmesi, daha ayrıntıda ise kente bağlı Cisr-eş Şuğur beldesinin İştebrak köyünde cihatçıların gerçekleştirdiği Alevi katliamına atfediliyordu.
2015 yılı, Suriye Savaşı’nda müdahaleci devletlerin bazı hesaplarının sarpa sarma emareleriyle başlamıştı. Ocak ayının sonunda Kobanê’nin IŞİD’den özgürleştirilmesi, IŞİD nezdinde cihatçı çeteler ve onlara açık ya da örtük destek veren devletleri, başka “açılımlar” yapmaya zorluyordu. Nisan ayının sonlarında İdlip kentinin, Suudi Arabistan, Katar ve TC’nin desteğinde kurulan, El Kaide kökenli cihatçı çeteler Nusra Cephesi ile Ahrar-uş Şam’ın da bulunduğu çatı oluşum Fetih Ordusu tarafından işgal edilmesi, Suriye’de Esad yönetimini yıkma hedefinden vazgeçmeyen yukarıdaki devletler tarafından, rejim değişikliği fikrini değiştirme eğilimindeki ABD’ye de bu fikrini tekrar gözden geçirme mesajı içeriyordu.
Aynı yılın Eylül ayında Rusya’nın aktif olarak sahaya inmesi ve 2016’da Halep’in cihatçı çetelerden özgürleştirilmesi sonrası ilan edilen çatışmasızlık bölgeleri, bugün İdlip’te karşı karşıya bulunulan durumun kilometre taşlarını döşedi. Astana Görüşmeleri ile ilan edilen 4 çatışmasızlık bölgesinden biri olan İdlip, cihatçıların yenilgiye uğradığı diğer üç bölgeden, ağır silahlarını bırakmaları karşlığında, ileride belki de Suriye Savaşı’na dair anımsayacağımız sembollerden biri olacak o yeşil otobüslerle taşındığı bölgeydi aynı zamanda. Bu yanıyla İdlip, Şam yönetimi ve Rusya’nın işbirliğinde zamanı gelince imha edilecek bir cihatçı çöplüğüne dönüştürülürken Suriye’de 2011’den beri terör estiren bu çeteler, geldikleri Türkiye’nin sınırında oluşan bu rezerv alanına sürülerek onları gönderenlere de “alın cihatçılarınızı” mesajı veriliyordu.
Hazin Bir Çığlık: “Sıkıştık Kaldık İdlip’te”
Devletin yarı-resmi propaganda gazetesi Yeni Şafak’ın muhabirlerinden Yılmaz Bilgen’e ait olan bu sözler bir yanıyla TC’nin Suriye Savaşı’nda yürüttüğü politikalarının “sıkışıp kaldığı” yeri işaret ediyordu. Aynı ifadelerin detayında Bilgen, Erdoğan’ın danışmanı olarak bilinen ve iktidarın para-militer çetelerinden biri olan SADAT kurucusu Adnan Tanrıverdi’yi bizzat verdiği “bilgilerle” durumun vehametine dair uyardığını, ancak “susması konusunda” tehdit edildiğini belirtiyordu.
Suriye Savaşı’nın başından bu yana canlı tuttuğu bir amaç olarak Esad yönetiminin devrilmesi, 2014’te Kobanê’ye yönelik IŞİD işgal tehdidinden beri de Rojava kazanımlarının gerilemesi için birbirinden farklı sayısız cihatçı çeteyi destekleyen TC’nin şu sıralar İdlip’te de aynı çetelere verdiği destek bir sır değil. Ancak Yeni Şafak muhabirinin, devletten “şimdiye kadar ne yaptıysa onu yapması” yönünde gerçekleştirdiği imdat çağrısına aldığı olumsuz yanıtın nedenini, TC’nin İdlip’te yaşadığı sıkışmışlığın devletler arası ölçekteki yansıması olarak da okumak gerek. Astana Görüşmeleri çerçevesinde alınan kararla, bölgedeki varlık nedeni olan “ılımlı cihatçılarla radikalleri” birbirinden ayırma misyonunu hayata geçirmek şöyle dursun; TC, El Kaide kökenli Heyet Tahrir-eş Şam (HTŞ) çetesini terör listesine almayı geçtiğimiz ayın başlarında akıl etti. Bu ağırdan alınmış kararda, devletler arası diplomaside cihatçı çetelere verilen desteğin günden güne aşikar hale gelmesi sonucunda oluşan suçluluk psikolojisinin getirdiği bir acelecilik vardır.
İdlip: El Kaide Emirliğinden Selefi-İhvancı Rekabetine
IŞİD’in Rakka ve Musul’u işgal etmesi sonrası ilan ettiği “hilafetin” bir benzerinin, El Kaide uzantısı çetelerce İdlip’te “emirlik” şeklinde hayata geçirilmesi nedeniyle El Kaide emirliği olarak anılan İdlip’teki cihatçı çeteler, yukarıda tasvir edilen bu sıkışmışlıklarının yanı sıra kendi içlerinde de ideolojik bir rekabet halindeler. 2017’nin başında ve yaz aylarında yaşanan, El Kaide kökenli çatı örgüt HTŞ’nin TC sınırları dahil olmak üzere İdlip’in %60’tan fazlasını kontrolüne aldığı “cihatçı iç savaşı” sonrası, cihatçı çetelerdeki bölünme selefi ve İhvancı olmak üzere ideolojik bir vasıf da kazandı. Bu çatışma ve bölünmelerde ise TC izlerini görmek mümkün. 2016 sonlarındaki Halep kuşatması sırasında, TC’nin -muhtemelen İran ve Rusya’ya verilen tavizler paralelinde- burada bulunan bazı çeteleri Fırat Kalkanı bölgesine kaydırması, şu anda HTŞ olarak anılan çete tarafından ihanet olarak nitelendirilmişti. Cihatçı çeteler arasında yaşanan çatışmaların nedenleri arasında, şimdilerde İdlip’te TC tarafından kurdurulan Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi çatısı altında birleşen Ahrar-uş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi başta olmak üzere bazı çetelerin Ankara ile kurdukları ilişki yatıyordu.
Cihatçılar arasında var olan rekabetin ideolojik arka planında ise yine ağırlıkla TC etkisiyle, selefilik/İhvancılık merkezli bir çekişme yatıyor. Savaşın ilk yıllarında El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi iken, terör listesine alınmamak ve devletlerin silah desteğinden mahrum kalmamak için çıktığı isim değişikliği yolculuğunda son olarak Heyet Tahrir-eş Şam adını alan örgüt, selefiler arasında en güçlüsü olarak biliniyor. 2018 başlarında, HTŞ’nin El Kaide’ye olan biatını geri çekmesi ve Eymen-ez Zevahiri’nin selefilere yaptığı birleşme çağrısı sonrası ortaya çıkan Hurras-ed Din (Dinin Koruyucuları) adlı çete ise El Kaide’nin şu andaki Suriye kolu olarak görülüyor. İdlip’teki selefi cephede, çeşitli cihatçı çetelerle IŞİD arasında yaşanan çatışmalarda IŞİD’den yana tavır koyan Cund-ül Aksa da yer alıyor. Söz konusu selefi çetelerin, eninde sonunda gerçekleşecek İdlip savaşında, TC’nin İhvancı vekil örgütlerine karşı ortak hareket etmesi mümkün. Ayrıca Çin’in Uygur bölgesinden gelen cihatçıların kurduğu Türkistan İslam Partisi de daha önce yaptığı gibi El Kaide çizgisindeki çetelerle birlikte hareket edebilir.
İdlip’teki İhvancı cephede ise TC’nin, 17 Eylül’de Soçi’de varılan mutabakat sonrası alacağı tavra göre hareket etme eğilimi ağır basarken bu çetelerde var olan Esad yönetiminin devrilmesi fikri, TC ile kurulan ittifakın temeli olarak belirginleşiyor. TC’nin, İdlip’te Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi çatısında birleştirdiği çetelere dair bir diğer tasarrufu ise, bu yapının Fırat Kalkanı ve Afrin işgal bölgelerinde oluşturulan Suriye Ulusal Ordusu ile birleşmesi. Böylece, diğer çatışmasızlık bölgelerinin aksine İdlip’ten gidecek başka yeri olmayan bu çetelere bu bölgelerde yeni kapılar açarak, “sahadan masaya tutunmak” amaçlanacaktır. Selefi cihatçıların, Rusya ve Çin’in İdlip’e müdahale gerekçelerinden olan yabancı savaşçı profilinin aksine “yerli ve milli” ağırlığa sahip olan İhvan bağlantılı çeteler, devlet propagandisti kimi yorumculara göre, bu kimlikleriyle hamileri TC’nin, masada kendi lehine kullanacağı bir argüman oluşturuyorlar. Ancak sahada var olan “ılımlı ile radikal olanın” geçişkenliğe açık poziyonunun, bu tezi boşa çıkarması muhtemel.
Tahran Zirvesi’ndeki “Davetsiz Misafirler”
Astana Görüşmeleri’nin 3 garantör devleti Rusya, İran ve Türkiye’nin katıldığı toplantıların 7 Eylül’de Tahran’da gerçekleştirilen ayağında, zirvede alınan kararlardan çok, Erdoğan’ın yukarıda bahsi geçen 4 çatışmasızlık bölgesinden 3’ünün, -kendi deyimiyle- “farklı bahanelerle tek tek tasfiyesine” dair yaptığı serzeniş ve başlaması an meselesi olan İdlip’e yönelik kara operasyonunu “cihatçılar adına konuşma ihtamı” pahasına durdurma çabası konuşuldu. Bu durum bir yanıyla, TC’yi -görünmeyen 4. üyesi Suriye olan- Astana Üçlüsü’nden Rusya ve İran önünde truva atı misyonuyla karşı karşıya bırakırken diğer taraftan Putin’in “bu masada IŞİD ya da Nusra yok, onlar adına konuşamayız” şeklindeki yoruma açık sözleri, bu sözlerin muhatabına dair, iki yıl önceye dayanan bir hatırlatmayı da zorunlu kılıyordu. O dönem (2016 Ekim ayı) hazırlığı yapılan Halep’e yönelik operasyon öncesi Erdoğan, Putin’in kendisinden Nusra’nın bölgeden çıkarılması için “ricacı olduğunu” belirtirken bu ifadeler, TC devletinin söz konusu çeteler nezdinde “üçüncü tarafların ricasını” yerine getirme rezervinin bulunduğu şeklinde bir itiraf niteliği de taşıyordu. Bu sözlerden yaklaşık bir yıl sonra ise İdlip’teki çatışmasızlık bölgesine TSK askerlerinin intikali, Putin’in “masada olmadığını” söylediği söz konusu cihatçı çetenin eskortluğunda gerçekleşmişti. TSK’nin bölgedeki -bir yıl boyunca hayata geçirmediği- varlık nedeni Nusra ardılı HTŞ benzeri cihatçı çeteleri tasfiye iken, burada bulunma hali iç politikaya “Askerimiz İdlip’te” şeklinde sunularak, içeride hedeflenen toplumsal katmana yönelik işgalci motivasyon diri tutuldu.
Tahran Zirvesi’nde Türkiye, bu tutumuyla Astana Üçlüsü içinde “yerini yadırgayan” bir özne olduğunu tekrar belirginleştirdi. Savaşın başından bu yana zaten ABD, Suudi Arabistan, Fransa gibi kategorik olarak Rusya-İran bloğunun karşısında konumlanan TC, rejim değişikliği yönünde ABD’nin başını çektiği bloktan Suriye’ye dönük herhangi bir saldırıda ne kadar kaygan bir zeminde durduğunu 2017 yılının Nisan ayında ABD’nin Şayrat Hava Üssü’ne füze saldırısına verdiği destek ve geçtiğimiz Nisan’da Doğu Guta’daki çatışmalar sırasında yaşanan gerilimde yine heveskar bir şekilde ABD saldırılarını onaylamasıyla göstermişti.
Son Savaş Öncesi “İmkansız Görev”
Nitekim zirvenin akabinde Erdoğan’ın Wall Street Journal’a yazdığı, ABD’nin de kullandığı, olası müdahale karşısında oluşacak insani kriz argümanlarıyla dolu makale, bu zemine ne kadar meyyal olduğunu gösterdi. Elinde koz kalmadığında, oyun bozarak kendisine alan yaratan TC’nin bu hamlesi sonrası Putin’le yapılan Soçi’deki görüşme sonrası mutabakat, İdlip’e yönelik saldırıyı şimdilik durdurmuş görünse de TC’nin kucağına bir alev topu bırakıyordu. Soçi’de üstlenilen “imkansız göreve” göre 15 Ekim’e dek, bir yıldır yapılmayan şey yapılarak ılımlı-radikal gruplar ayrıştırılacak. Uzlaşmayarak sonuna dek savaşmayı göze almış cihatçıların varlığı aşikarken, bu “görevin” nasıl hayata geçeceği herkes için bir soru işareti. Suriye açısından İdlip, eninde sonunda temizlenecek bölge olarak anlam kazanırken, orta vadede bu kazanım, Halep ve İdlip’ten, Şam-Lazkiye hattına uzanan otoyolun açılması olarak somutlaşacak. Rusya ise Soçi’de, ilk kez bir NATO devletiyle askeri anlaşma imzalayarak, hem TC’nin tekrar ABD kampına kaymasının engelledi, hem de İdlip’teki “temizlik işini” gerektiğinde kendisi yapmak üzere TC’ye ihale etti.
Soçi’de İdlip özelinde varılan geçici mutabakat, TC açısından Suriye’deki savaşla yüzleşmeyi şimdilik ertelemiş görünüyor. Ancak aynı gün Suriye hedeflerine yapılan İsrail saldırılarında ve düşürülen rus uçağında görüldüğü gibi, Ortadoğu’da farklı tasarruflara sahip bölgesel ve küresel devletlerin, değişen stratejileri yeni savaşlara kapı aralamaya aday. Bu stratejiler geçerli olduğu oranda ise 2011’de iç isyanlar olarak başlayıp vekalet savaşına evrilen, sonrasında ise devletlerin direkt müdahil olduğu Suriye’de, devletler İdlip üzerinden, savaşta yeni bir aşamaya geçecek.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Suriye’de Bütün Yollar İdlip’e Çıkar – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>