The post Konkordato İlanının İşçiye Temel Etkileri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…
Ekonomik kriz, yoksullar için sofrasındaki yiyeceklerin azalması anlamına gelirken patronlar için fırsat demek. Her ekonomik krizde patronları her türlü ihtimale karşı koruyan, bizim hiç duymadığımız kanun maddeleri açığa çıkar. İçinden geçtiğimiz zamanlarda gündemden düşmeyen fırsatın adıysa “konkordato”.
Konkordatodan önce patronların en çok kullandığı imdat çekici iflasın ertelenmesiydi. İflasın ertelenmesi demek, hakkında iflas erteleme kararı verilen şirketin alacaklılardan korunması anlamına geliyor. İflas erteleme kararıyla birlikte icra takipleri duruyor ve bunun sonucunda alacaklılar iflas erteleme süresince icra dairelerinde haciz yoluyla borçlunun mallarını paraya çevirtip alacaklarını tahsil edemiyorlardı.
OHAL döneminde çıkan 669 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile iflasının ertelenmesi OHAL süresince kaldırılmıştı. Geçtiğimiz Şubat ayı içerisinde meclisten geçen kanunla bu süre sınırı da kaldırılarak iflasın ertelenmesi kurumu kaldırıldı. Buna sebep olarak da 4 yıl gibi sürebilen iflasın ertelenmesi kararıyla şirketlerin haciz yoluyla satılamayan malların el değiştirmelerinin sağlanması yani şirketlerin içinin boşaltılması gösterildi. Yerine 2 yıl sürebilen konkordato hakkındaki düzenlemelerde değişiklikler yapıldı.
İflasın ertelenmesi kaldırılınca patronlar bu sefer yönünü konkordatoya çevirdi. Peki konkordatonun, iflasın ertelenmesinden farkı nedir? Konkordatoda, borçlu şirketlerin alacaklılarıyla anlaşarak borçlarını yapılandırmalarına ilişkin bir anlaşma anlamına gelmektedir. Yani iflasın ertelenmesi kararında sürece pek dahil olamayan alacaklılar konkordato kurumunda sürece daha fazla dahil olabiliyorlar. Konkordatoda borçlu borçlarının en az yarısını ödemek, kalan borçlarını da bir ödeme takvimine bağlamak konusunda alacaklılarının üçte ikisiyle anlaşma yapmaya çalışmaktadır.
Peki bu durumun işçi alacaklarına etkisi ne olacak? Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, konkordato ilanının işçi sözleşmeleri üzerinde doğrudan etkisi bulunmamaktadır. Yani işçilerin sözleşmeleri konkordato ile birlikte bitmemiştir ve patron ya da işçi, konkordato ilanı nedeniyle haklı sebeple iş sözleşmesini feshedemez.
Konkordato öncesi son bir yıl içinde doğan işçi alacakları İcra İflas Kanunu’nun 206. maddesine göre imtiyazlı alacaklardan sayılır. İşçiler ücret, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının tamamı için icra takibi yapabilir veya yapılmış icra takiplerine devam edebilirler. Ama bunun için mahkeme ilgili şirket hakkında konkordato kararı verirken işçilerin alacağının mahkemeye bildirilmiş olması yani konkordatoya yazılmış olması gerekmektedir. Bu nedenle konkordato kararları takip edilmeli, işçi alacakları mutlaka konkordatoya yazdırılmalıdır. Bu durumda işçi, alacağını tam olarak alır.
Konkordatoya yazılmamış işçi alacaklarının imtiyazsız alacaklar gibi konkordato şartlarında ödeneceği kabul edilmiştir. Yani konkordato şartları neyse ona göre alacak alınabilir, sonuç olarak alacağın tamamı alınamayacaktır. Ve sırası da imtiyazlı alacaklara göre daha geride olduğu için işçi, alacağını alamama tehlikesi içinde olacaktır.
Peki imtiyazlı alacak ne demek? İmtiyazlı alacak, bir borçludan alacağı olan birden fazla kişinin olması durumunda belirlenecek sırada başta yer alan alacaklı anlamına gelir. İşçi alacakları bu durumda tehlikede değil gibi durmaktadır ancak uygulamada durum böyle değildir. Rehinle teminat altına alınmış alacaklar için de icra takibine bir engel yoktur. Ticaret hayatında genelde alacaklarını bankalar rehinle teminat altına aldığı için öncelikle bankalar alacağını alacak, işçiye gelirse sıra daha sonra gelecektir. Sonuç olarak işçinin, kendisinin ve yakınlarının hayatını idame ettirebilmesi için mücadele edeceği “enflasyon canavarı”nın yanına bir de “konkordato canavarı” eklenmiştir.
NOT: Konkordato ilan eden patrondan alacağı bulunan işçilerin İŞKUR’a başvurarak Ücret Garanti Fonu Talep Dilekçesi vererek ödenmeyen en fazla üç aylık ücretini talep edebilmektedir, bunu da bir kenara not etmemiz gerekir. Ana akım medyanın iddia ettiği gibi işçi alacaklarının güvende olması gibi bir durum söz konusu değildir, istenilen şartları taşıması halinde ödenmemiş olan en fazla 3 maaş ödenecektir.
Kullan At
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.
The post Konkordato İlanının İşçiye Temel Etkileri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İşsizliğin Kilis Hali appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ekonomi Bakanı’nın “iyimser ekonomi” yorumları seçimler yaklaşırken tüm haber mecralarında yerini almaya devam ederken, ekonomide içinde bulunulan durum Kilis’te İŞKUR’un önündeki kuyruğa yansıdı.
Kilis’te bir program kapsamında 6 ay süreyle çalıştırılacak 3 bin 250 kişilik iş için, İŞKUR önünde uzun kuyruklar oluştu. 11 Mayıs’a kadar devam edecek başvurularda bugüne kadar binlerce kişi başvurdu.
Neredeyse her ay işsizlik rakamlarının düştüğü açıklamaları yapan iktidarın ekonomi uzmanlarının, bu verilere ve karelere cevap üretmekte sıkıntı yaşamayacağı aşikar! İşsizlik verileriyle de ekonomik büyüme ve enflasyon oranlarıyla da oynamayı kendine ilke edinmiş devletin ekonomi uzmanları yalan atmayı sürdürürken, içinde bulunulan durumun ne olduğunu ezilenler gayet iyi biliyor.
The post İşsizliğin Kilis Hali appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Olağanüstü Sömürü Olağanüstü Kar – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Kredi Derecelendirme Şirketleri Objektif Değil Bunlar Faiz Lobisi
15 Temmuz’da yaşanan darbe ve ardından 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL sonrasında gelişen süreçte, TL’nin dolar karşısında sürekli değer kaybetmesi, “ekonomik kriz” söylemlerini de beraberinde getirdi.
Moody’s, Fitch, S&P gibi uluslararası kredi derecelendirme şirketleri, 2016 yılının son çeyreğinde TC’nin kredi notunu negatife çekti. Yatırım yapılabilir seviyesi negatife düşen TC’ye yabancı yatırım gerçekleşmemesi sonucu büyük oranda bir döviz çıkışı gerçekleşti. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere AKP iktidarı bu kredi derecelendirme şirketlerini objektif olmamakla suçladı, bu tutumun yükselen yeni Türkiye’nin önünü kesme çabaları olduğunu, bunların “faiz lobisinin” oyunu söyledi. Dolar karşısında TL’nin değer kaybının önüne geçebilmek için “Dolarınızı altına çevirin” çağrısı bile yaptı.
Ekonomik kriz söylemlerinin artmasının en büyük etkenlerinden biri FED (Amerikan Merkez Bankası)’in faiz artışı yapmasıydı. FED’in faiz artırımına karşılık TCMB faiz artırımı şart olmasına karşılık bu artışı yapmadı, böylelikle doların sürekli yükselişi biraz yavaşlamış oldu.
2008’den Sonra İlk Ekonomik Daralma
2016’nın üçüncü çeyreğinde açıklanan ekonomik büyüme verilerine göre, TC 2008’den beri ilk kez ekonomik daralma yaşadı. Devletin nihai tüketim harcamalarının %23.8 artmasına rağmen gerçekleşen %1.8’lik daralma, oldukça yüksek bir orandı. AKP iktidarında 2008’den beri ilk kez yaşanan bu ekonomik daralma, her ne kadar hissettirmemeye çalışsalar da motivasyon düşüklüğüne neden oldu. Bu motivasyon düşüklüğünü toparlamak uzun sürmedi, TÜİK hesaplamalarda değişiklik yaptı.
Motivasyon Düşüklüğünü Toparlama Çabası: TÜİK Revizyonu
2016 yılının ekonomik olarak en önemli gelişmelerinden biri de TÜİK’in yaptığı hesaplama değişikliği oldu. TÜİK hesaplama değişikliğinden sonra yaptığı açıklamada, milli gelirin şimdiye dek %20 eksik hesaplandığını iddia etti. Yeni hesaplamalara göre TC ekonomisi %5.3 büyüdü. Üstelik tasarruf milli gelire oranla %10 oranında artış gösterdi. Bu sonuçlar, TC’nin Avrupa devletleri kadar tasarruf ettiğini gösterir. Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)’in zorunlu kılınması, tasarruf eksikliğinden kaynaklanıyordu. Bu kadar tasarruf edildiği hale BES zorunluluğunun olması hayli ironik. Yapılan bu hesaplama değişikliğiyle yaratılan “suni büyüme”nin amacı, kredi derecelendirme şirketlerinin TC lehine not artırımı yapmalarıydı, ancak bu sonuçsuz kaldı.
Referandumun Ardından: Siz Kredi Verin, Kefil Benim
16 Nisan’da yapılan referandumun ardından, 2016’nın son çeyreğinden itibaren ekonomide krize doğru uzanan gidişat, beklendiği üzere, durağan pozisyona geçti. Aslında, 6 aylık bir süre zarfında yaşanan kriz; devletin müdahaleleriyle ertelenmiş oldu. Ocak ayında doların TL karşılığındaki rekor değeri 3.94 iken, temmuz ayının ilk haftası itibariyle 3.50-3.60 arasında seyrediyor.
Son süreçte, ekonomik krize dair konuşmalar azalmış olsa da, TC ekonomisinin bir çıkmazda olduğu ortada. Özellikle referanduma hazırlık sürecinde hükümetin kendini teminat göstererek dağıttığı krediler, bankalarda telaş uyandırmakta. Bir oy stratejisi olarak başta devlet bankaları olmak üzere pek çok bankanın bol keseden dağıttığı krediler, şu an başlarına bela olmuş durumda.
Kredi Garanti Fonu: Devlet tarafından kurulan Kredi Garanti Fonu, krizden sıyrılmak için geliştirilen bir diğer model. Küçük ve orta ölçekli işletmelere kefalet sağlayarak banka kredisi kullanmalarını sağlamaktadır.
Küçük ve orta işletmeye verilen krediler bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından teminatlandırılmıştı ve bankalara “Verebildiğiniz kadar kredi verin, kefil benim.” çağrısı yapmıştı. Ancak 2017 yılının haziran ayında gelinen nokta faizin %15 civarında olması. Hükümet ve bankalar arasındaki gerginlik ise devam ediyor. Daha önce “Faiz indirimi yapın” çağrısı yapan Başbakan, geçtiğimiz günlerde ise “Tren kalkıyor. Hareketten önce son çağrıyı yapıyorum. Ya adam gibi bir faiz oranını benimsersiniz, ya da biz bunun da tedbirini alırız. Bunu bankacılarımız tehdit olarak algılamasın. Ellerinden paralarını alacak değiliz. Elimizde araçlarımız var. Nasıl ki tedbirlerimizle sanayicilerimizi rahatlattıysak, bankacılar için de gerekeni yaparız.” diyerek gözdağı vermekten de geri durmadı. Bankaların bu denli yüksek faiz oranları vermesinin nedeni, devlet hazinesinin iç ve dış borcunun çok fazla olması. Hazine piyasaya borçlanmış bir şekilde girince, banka faizleri de iyice arttı. Hükümet ve bankalar arasındaki bu gerginlik, bir süre daha devam edecek gibi görünüyor, ancak hükümet bir atak yapıp verdiği gözdağını hayata geçirebilir.
TÜİK’in Gayri Safi Milli Hasıla hesaplamalarında yaptığı değişiklikle, büyümede gösterilen TC ekonomisinin aslında ne durumda olduğu iktidarın bankalarla süren gerginliğinden belli. Hesaplama değişikliğiyle -ne kadar gerçek olduğu tartışılır olan- veriler manipüle edildi, suni bir ekonomik büyüme yaratıldı. Hiç istihdam artışı olmadan gerçekleşmiş olan bir büyümenin ne denli “gerçek” olduğu ortada. Varlık Fonu ve Kredi Garanti Fonu gibi devlet müdahaleleri, krizin istatistiksel olarak etkilerini azaltmış olsa da, gündelik yaşama yansımaları hala sürüyor.
Varlık Fonu: Başbakanlığa bağlı, ana faaliyet konusu fonların kurulması ve yönetimi olan, sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek için kurulduğu söylenen Varlık Fonu, kriz çıkmazında olan TC’nin ilan ettiği büyük altyapı projelerine finansman sağlamak amacıyla kurulmuştur. Ziraat Bankası, PTT, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklıkları ve Türk Hava Yolları gibi kuruluşlar Varlık Fonu’na devredilmiş, böylelikle Kanal İstanbul, İstanbul’a 3. Havalimanı gibi projelere kaynak sağlanmış oldu. Son günlerde ise Varlık Fonu’na devredilen PTT’nin satılacağı konuşuluyor.
Patronlar Korunuyor, Halk Sömürülüyor
Yaşanan bir yıllık süreçte ekonomik kriz ister “teğet geçmiş” olsun, ister sürüyor olsun; krizin faturasının kimden çıktığı belli. Devlet Varlık Fonu ve Kredi Garanti Fonuyla sanayi, inşaat ve enerji sektörlerinde yaşadığı büyük kayıpları ve borçlanmaları aşmakla meşgul. Patronlara verdiği sözler nedeniyle de her tür yatırım maliyetini hazineden karşılıyor. Halktan alınan vergilerle, el konulan arazilerle hazineye “teminat” sağlayan Varlık Fonu, geleceğe teminat sağladığı yalanıyla işçilerin maaşından kesilen BES payıyla kazancına kazanç katıyor. Varlık Fonu’nu, BES’i yürürlüğe sokan KHK’lar patronları korumaya, halkı sömürmeye devam ediyor.
Geçirdiğimiz bir yıla göz gezdirecek olursak; yüksek enflasyon oranları en çok çarşı pazarı etkiledi. 2016’nın aralık ayında 1 adet yumurtanın fiyatı neredeyse 1 liraydı. Patlıcandan domatese, nohuttan pirince kadar pek çok gıda ürününde rekor zamlara ulaşıldı. 3 yıldan sonra benzin fiyatları ilk kez 5 tl’yi aştı.
BES (Bireysel Emeklilik Sistemi): 1 Ocak 2017’den itibaren zorunlu hale getirilen BES, aktif çalışanların, çalışma hayatları süresince kazançlarının bir kısmını biriktirerek emekli olmalarının ardından mevcut refah seviyesinin korunmasının amaçlandığı bir sistem olarak sunulmaktadır.
İşsizlik rekor seviyelere ulaştı. Resmi işsizlik oranı % 11.8 olarak açıklanırken, DİSK’in verdiği gerçek oran %18.9. İŞKUR’un önündeki kuyruklar her geçen gün büyüyor.
OHAL’de ekonominin gidişatı bu şekilde seyrediyor. Her geçen gün olabilecek yeni zamlar, yeni bir KHK ile kurulabilecek olan fonlar, satılabilecek şirketler, toplu işten çıkarılmalar, haftalık iznin kaldırılması… OHAL’de devletin ekonomik stratejisi hep bildiğimiz gibi: Patronları koruyacak yeni yöntemler geliştirmek, patronların kazancını da halktan çıkarmak!
Yüksek enflasyon oranları, ürünlere gelen zamlar, işsizlikte rekor oranlar, vergi indirimleri, devlet teminatlı krediler… OHAL ilan edildiğinden bugüne her alanda yaşanan “değişiklikler” ekonomiyi de kapsadı. OHAL’in birinci yılını doldurmak üzere olduğu şu günlerde, ekonominin de hali kriz oldu.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.
The post Olağanüstü Sömürü Olağanüstü Kar – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “İŞ-SİZLİK!” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Türkiye İstatistik Kurumu, her yıl olduğu gibi, bu yıl da işsizlik verilerini açıkladı. TÜİK’in Ocak ayında açıkladığı verilere göre, Ekim 2016’da işsizlik oranı yüzde 11,8 oldu. Bu oran Mart 2010’dan bu yana kaydedilen en yüksek işsizlik oranı.
Bu işsizlik oranının içerisinde en yüksek artış “genç işsizlerde” kaydedildi. 15-24 yaş arası genç nüfusta işsizlik oranı 1.7 puanlık artış ile yüzde 19.4 olurken; 15-64 yaş grubunda bu oran 0.7 puanlık artış ile yüzde 10.4 olarak gerçekleşti. 2007’den 2017’ye genç işsizliklik oranlarında sürekli bir artış görülmekte. Özellikle, daha çok genç işçilerin tercih edildiği hizmet ve turizm sektörünün daralmakta olduğu bu süreçte, ekonomik kriz hiç kimseyi teğet geçmediği gibi genç işçileri de geçmiyor.
Yakın bir zamanda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile İŞKUR arasında gerçekleşen İstihdam Seferberliği protokolü de yukarıda bahsedilen sebeplerden dolayı, “genç işsizleri” hedef alıyor. Çalışma Bakanı ve TOBB başkanının beraber yaptığı açıklamada, “özellikle genç işsizlikle mücadele için” kampanyanın başlatıldığı vurgulanıyor; Şubat ayında gerçekleşen bir başka TOBB etkinliğindeyse Tayyip Erdoğan, “istihdam seferberliği ile işsizliğin ve özellikle genç işsizliğin yenileceğini” söylüyor ve patronlara çağrı yapıyor; “sigorta primleri ve vergiler bizden, istihdam sizden!”
OHAL bahanesiyle işsizlik maaşına el koyan İŞKUR aracılığıyla çıkılan bu yolda, işçilerin maaşlarından gasp edilecek vergilerle ve türlü bahanelerle el konulacak ücretlerle işletilecek yeni bir protokol oluşturuluyor. Şirketler ekonomik krize karşı “az ücret çok iş” mottosuyla ekonomik programlar hazırlarken; bu fonla birlikte devlet ise grev yasaklarının, işçi haklarını askıya almanın yanında işçinin sözde lehine kararlar verecek!
Devlet ve şirketler ekonomik krize hazırlanırken; söz konusu fon için her ay maaşlarımızdan kesintiler yapılacak ve vergi bahanesiyle ücretlerimiz gasp edilecek. Anlayacağımız ekonomik krizden yağma, çalma, çırpma yoluyla çıkılacak!
Şirketler ve devlet, gün be gün hissetmeye başladığımız krize karşı “önlemler”ini alırken; bu önlemlerin yine biz işçilere karşı olacağı da, krize karşı uygulamaya konan fonların aslında kimlerin “varlık”larına varlık katacağı da oldukça açık. Genç işsizliğin özellikle içinde bulunduğumuz kriz sürecinde bu kadar yüksek olmasının anlattığı şeyse; ekonomik krizden en çok etkilenecek kesimin genç işçiler olacağı.
Ancak genç işçiler patronların ve devletin vaatlerine kanıp damlalardan göl yapmayacak; o göle de maya çalıp ‘ya tutarsa’ diye niyetlenmeyecekler. Eğer patronlar bunu bekliyorsa daha çok beklerler.
The post “İŞ-SİZLİK!” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Özel İstihdam Büroları Yeni “Amele Pazarları”dır – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bu uygulama yeni bir proje olmamakla beraber 2000’li yılların başından itibaren AB’ye giriş kapsamında mevcut hükümet tarafından yasallaştırılmaya çalışılıyor. Çünkü AB üyesi hemen hemen tüm devletlerde uygulanan bu sistem devlete ve sermayeye taşeron sisteminden bile daha fazla kolaylık sağlıyor. İşçinin, ödünç alınıp verilebilen, kiralanabilen bir ticari mal ile eş değer olarak görüldüğü bu sistemin amacı “işsizlik ile mücadele” ve “istihdamı sürdürme” olarak açıklanıyor. Oysa amaç çok açık ve net olarak patronların ve devletin işçi karşısında sorumluluklarının en aza indirilmesi esasında sömürüyü arttırmaktır. 2003’ten bu yana kısmen ve yasal olmayan bir şekilde de olsa uygulanan bu sistem hali hazırda taşeronluk sistemi ile yoğun bir sömürüye maruz kalan işçi sınıfını daha önce mücadele edilerek, bedel ödenerek patronlardan ve devletten söke söke kazandığı birçok şeyden de yoksunlaştıracak.
Bu sisteme göre istihdam bürosuna bağlı olarak çalışacak olan işçi, büro tarafından isteyen şirkete 6 ayı geçmemek koşuluyla kiralanabilecek. Bu 6 aylık süre, işçinin hali hazırda kıdem tazminatı ve işe iade talebi gibi durumları ortadan kaldırması ile beraber işçinin kadrolu çalışması gibi bir durumu da tamamen yok sayıyor. 2003’ten bu yana faaliyet yürüten İŞKUR’a bağlı 500’den fazla Özel İstihdam Bürosu, önce iş bulma kurumu gibi hareket ederek işçiden buldukları iş için herhangi bir ücret talep etmiyordu. Ancak yeni düzenleme ile beraber kiralanan işçiden de hizmet bedeli adı altında ücret talep edilebilecek. Günlük veya saatlik dahi kiralanabilecek işçinin tüm “mali ve sosyal hakları” tamamen büroya ait olacağı gibi, bu bürolarla işsizliği önlemek bir yana daha çok işsiz yaratılacağından da şüphe yok. Görüldüğü üzere bu bürolar adeta işçi simsarlığı yapacak. Özel İstihdam Büroları’nın var olduğu günden bu yana bu bürolara bir karşı koyuş da elbette mevcuttur. Bu karşı koyuşun öznelerinden olan sendikalar, 2003’ten bu yana büroların sendikal örgütlenmeyi zorlaştırdığı, toplu sözleşmelerde büyük sorunlar yaratacağı üzerinden bir hat izliyor. Zaten aynı anlayışın taşeron sistemine karşı verdiği mücadele sınıfı bugün Özel İstihdam Büroları ile karşı karşıya bırakmadı mı?
Tüm sektörlerde kiralık işçi sistemine geçmek gibi bir misyona sahip Özel İstihdam Büroları’na karşı verilecek mücadeleyi amele pazarlarında dayıbaşılara karşı verilen mücadeleden farklı görmeyerek bu yönde mücadeleyi büyütecek bir öz örgütlenme anlayışıyla hareket etmek sınıf adına oldukça önemli bir noktada duruyor. Nasıl ki amele pazarlarında bekleyen işçilerin, dayıbaşıların yüreğine korku saldığı zamanlar yaşanıyorsa; bugün aynı korkuyu Özel İstihdam Büroları’na, taşeron patronlarının yüreğine de salmak gerekir.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post Özel İstihdam Büroları Yeni “Amele Pazarları”dır – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>