ıslah – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 14 Nov 2017 16:46:04 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4) Hapishaneler ve Suç- Alexander Berkman https://meydan1.org/2017/11/14/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-hapishaneler-ve-suc-alexander-berkman/ https://meydan1.org/2017/11/14/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-hapishaneler-ve-suc-alexander-berkman/#respond Tue, 14 Nov 2017 16:46:04 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/14/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-hapishaneler-ve-suc-alexander-berkman/   Geçtiğimiz sayıda “Suç ve Ceza” başlığı altında Kropotkin’in hapishaneler, suçlu psikolojisi ve intikam üzerine incelemelerini aktardığı yazısını sizlerle paylaşmıştık. Kropotkin, hapishanelerin kendi varoluş iddiasıyla çeliştiği, insanlar arasında gelişmiş anti-sosyal davranışları engellemeye çalışırken yeni suçlar ürettiğini, yeni anti-sosyal davranışlar yarattığını söylüyordu. Anarşizmin ideolojik karakterini oluşturan başlıca çözümlemelerden biri olan bu “kapatılma’nın işlevsizliği” görüşü, birazdan okuyacağınız […]

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4) Hapishaneler ve Suç- Alexander Berkman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Geçtiğimiz sayıda “Suç ve Ceza” başlığı altında Kropotkin’in hapishaneler, suçlu psikolojisi ve intikam üzerine incelemelerini aktardığı yazısını sizlerle paylaşmıştık. Kropotkin, hapishanelerin kendi varoluş iddiasıyla çeliştiği, insanlar arasında gelişmiş anti-sosyal davranışları engellemeye çalışırken yeni suçlar ürettiğini, yeni anti-sosyal davranışlar yarattığını söylüyordu.

Anarşizmin ideolojik karakterini oluşturan başlıca çözümlemelerden biri olan bu “kapatılma’nın işlevsizliği” görüşü, birazdan okuyacağınız metinde paylaşılan bir düşünce. Bunun yanında Alexander Berkman; cezalandırma ve toplumsal tecrit arasındaki ilişki, bir kurum olarak hapishaneye alternatif olarak sunulan ıslahevlerinin, cezalandırma ve koruma işlevlerini sürdürmesi üzerinden söz konusu tartışmayı daha da derinleştiriyor.

Benzer şekilde intikam ruhu ve bunun çeşitli toplumlardaki gelişimini örneklerle zenginleştiren Berkman’ın yazısınının günümüz mücadelelerini anlama ve yorumlama sürecine katkısı olacağını düşünüyoruz.

Emma Goldman’ın editörlüğünü yaptığı Mother Earth dergisinin Ağustos 1906’da yayınlanan 6. sayısından alıntılayarak çevirdiğimiz bu metnin, tartıştığı başlıkları üzerine farklı anarşist düşünürlerin yazılarını yayınlamaya devam edeceğiz.

 


Modern hayırseverlik, ceza infaz kurumları repertuarına yeni bir rol biçti. Önceden hapishanelerin sözde gerekliliği, sadece cezalandırıcı ve koruyucu özelliklerine dayandırılırken, bugün daha da önemli olduğu iddia edilen yeni bir işlev, bu kurumlarda somutlaştı: Islah. Dolayısıyla artık bu üç amaç – ıslah, ceza ve koruma – zorunlu fiziksel kısıtlamayla, kişiyi belirsiz bir süre boyunca, az ya da çok yalnızlaştıran bir kapatılma yoluyla elde edilmeye çalışılıyor.

Toplum, kendi güvenliğini sağlamak için suçlular olarak adlandırılan belirli unsurları hapsederek toplumsal yaşama katılmalarına engel olmaktadır. Suçlunun bu geçici tecridi, hapishanelerin koruyucu rolünü oluşturur. Tamamen olumsuz karakterdeki bu koruma topluma fayda sağlar mı? Koruma sağlar mı?

Gelin bunun bazı sonuçlarını inceleyelim. İlk olarak hapishanelerin söz konusu cezalandırıcı ve ıslah edici aşamalarını araştıralım.

Toplumsal bir kurum olarak cezanın kökeni iki kaynağa dayanır; Birincisi, insanın ahlaki bir özne olduğu ve bu yüzden, compos mentis (aklı başında) olduğu sürece davranışlarından sorumlu olduğu varsayımı ve ikincisi, intikam ruhuyla istenilen kısasa kısas. Şimdilik, insanın özgür iradesi konusundaki tartışmalı meseleyi bir kenara bırakıp ikinci kaynağı analiz edelim.

İntikam ruhu, tümüyle hayvani bir eğilimdir ve görece fiziksel gelişimin belli bir derece zeka ile birleştiği durumlarda kendini görünür kılar. İlkel insan, yaşadığı çevrenin koşulları gereği, kendi kişiliğini ya da çıkarlarını tehlikeye sokan hayvan ya da insan saldırgana karşı içgüdüsel, kendini dayatma ya da koruma arzusunu yerine getirirken, tabiri caizse yasayı kendi eline almak zorundadır. Kendini koruma içgüdüsünden doğan ve yaşam mücadelesinde gelişen bu eğilim, vahşi insanda neredeyse kökenindeki içgüdüler kadar yaşamsal, ikinci bir içgüdü haline gelmiştir ve hatta kimi zaman onun acımasızlığı kendini koruma sınırlarını geçebiliyor.

Hayvanlar bile, intikam ruhuna sahiptir. Tutsak filler, açıkça gözlendiği gibi onları baskılamaya çalışan izleyicilerden intikam almak için buldukları yaratıcı yöntemler ile bilinir. Aynı şekilde köpekler ve çeşitli diğer hayvanlarda da çoğu zaman intikam ruhu görülür. Ancak intikam ruhu, zihinsel gelişiminin belirli bir aşamasında insanda en belirgin karakterine ulaşmıştır. Vahşi ve yarı uygar ırklar arasında birinin yanlışlarından -gerçekten ya da sembolik bir şekilde- kişisel olarak intikam almak; bireyin yaşamında çok önemli bir rol oynar. Onlarla birlikte intikam, en yaşamsal mesele olarak, çoğunlukla dinsel fanatizm karakterini alır. Özellikle bu kutsal görev babadan oğula, nesilden nesile aktarılır; ta ki hakaret suçlunun ya da onun soyundan birinin kanıyla temizlenene kadar. Çoğu zaman bütün bir kabile birleşerek, akrabasının ölümünün intikamını düşman komşudan almak isteyen üyesine yardım eder ve faile öldürücü darbeyi vurmak her zaman yanlış yapılanın ayrıcalığıdır.

Eski kan-davası ruhu, bazı Avrupa ülkelerinde dahi hala çok güçlüdür. Kafkasya’daki yarı-vahşiler, Güney İtalya, Korsika ve Sicilya köylüleri arasında kişisel intikamın bu biçimi hala uygulanmaktadır; bazılarında, örneğin Çerkezlerde açık bir şekilde; Korsikalılar gibi diğerlerinde ise gizlilik içinde bir güvenlik arayışıyla. Bizim sözde aydınlanmış ülkelerimizde dahi yeminli, sonsuz düşmanlığın kişisel intikam ruhu hala varlığını sürdürüyor. Güney Avrupa ülkelerinde çok yaygın olan Mafya tipi gizli örgütler bu ruhun tezahürü değil de nedir? Ve (yumrukla ya da silahla yapılan) düellonun temeli, bu doğrudan intikam ruhu, gerçek bir hakaret, yaralamaya ya da yeltenmeye karşı kişisel intikam isteği, düşmanın kanını dökmek pahasına olsa bile aynı temizleme isteği değil midir? Öfkeli erkeği, “onurunu ve mutluluğunu çalanın” hayatına kastetmeye iten bu ruhtur. Yaslı ebeveynlerinin intikamını arayan öfkeli ayak takımını, genç bir dul kadını ve sarsılmış bir çocuğu, linç kanunu zulmüne ulaştıran işte bu intikam ruhudur.

Bununla birlikte toplumsal gelişim, doğrudan ve kişisel intikam uygulamasını kontrol etme ve ortadan kaldırma eğilimindedir. Sözde uygar toplumlarda birey, kural olarak, yapılan yanlışlardan kişisel olarak intikam almaz. Bu yöndeki “haklarını” devlete devretmiştir ve devletin “görevlerinden” biri de vatandaşların yaptıkları yanlışlardan intikam almak için onların kabahatli tarafları cezalandırmak olmuştur. Böylece, toplumsal bir kurum olarak cezalandırmanın, intikam almanın başka bir biçimi olduğunu; devletin vatandaş için yegane yasal intikamcı haline geldiğini ve aynı barbarlık ruhunun bu kurumun içinde örtülü halde var olmaya devam ettiğini görüyoruz. Devletin cezalandırma güçlerinin dayanağı (teorik olarak) örgütlü bir toplumda “herhangi birine verilen zararın herkesi ilgilendirmesi” ilkesidir, zarar verilen vatandaşın kişiliğinde, bir bütün olarak topluma saldırılmıştır. Suçlu, öfkelenen toplumun ondan intikam alması için cezalandırılmalı, “yasanın görkemi doğrulanmalıdır”. Öfkelenen toplumun intikamını almak için suçlu cezalandırılmalı, “Yasanın görkemi temize çıkarılmalı”. Cezalandırmanın işlenen suç için yeterli olması ilkesi, cezalandırma kurumunun gerçek karakterini daha da açık bir şekilde göstermektedir: Eski Ahit’in “göze göz, dişe diş” ruhu gözler önüne serilir —neredeyse tüm sözde uygar ülkelerde bu ruhun hala canlı olduğunun ispatı ölüm cezasıdır: kana kan. “Suçlu”, işlediği suç için değil, bunun yerine toplumun gördüğü şekliyle, doğasına, koşullarına ve karakterine göre cezalandırılmaktadır. Başka bir deyişle cezanın niteliği, yerel intikam ruhunun yoğunluğunu dengeleyecek özel bir şekilde hesaplanır.

Öyleyse bu, cezanın doğasıdır. Ancak, söylemesi garip -ya da doğal, belki de- ceza infaz sisteminin ulaştığı sonuçlar, amaçlanan hedeflerin tam tersini ortaya çıkarmaktadır. “Uygar” intikamın modern biçimi, mecazi anlamda, tek bir vatandaşın düşmanını öldürür, ancak onun yerine toplumun düşmanını üretir. Devletin tutsağı, artık zarar verdiği kişiyi düşmanı olarak görmez; tıpkı vahşinin yaptığı gibi, onun gazabından korkar ve haksızlığın hesabını sormaktan korkar. Bunun yerine, doğrudan cezalandırıcısı olarak devleti görür; yasanın temsilcilerinde kendi kişisel düşmanlarını görür. Öfkesini besler ve intikamın yabani düşünceleri aklını doldurur. Yaşadığı talihsizliğin doğrudan sorumlusu olan kişilere karşı nefreti -tutuklayan memur, gardiyan, savcı, hakim ve jüri- git gide genişler ve makus talihine yenilir, toplumun tamamına düşman olur. Bu nedenle, ceza infaz kurumları bir yandan tutsak edildikleri süre boyunca toplumu tutsaklardan korurken, diğer yandan topluma karşı nefret ve düşmanlık tohumları ekerler.

Özgürlüğünden, haklarından ve hayatın zevklerinden yoksun bırakılan; iyi ve kötü tüm doğal dürtüleri bastırılan; hakaretlere maruz kalan, sert ve çoğunlukla insanlık dışı şiddet yöntemleriyle disipline edilen, cezalandırılan; nefret ettiği üniformalı zalimler tarafından kötü muamele gören, iyi niyeti suistimal edilen; tamamen umutsuzluğa düşen genç tutsağın doğmuş olmasına, onu dünyaya getiren kadına ve acılarından sorumlu olan herkese duyduğu öfke, gözlerinden okunur. Gördüğü muamele ve hapishanede tanık olmak zorunda kaldığı iğrenç manzaralar sebebiyle gittikçe acımasızlaşır. O zaman kadar kaybetmediği insanlığı, “disiplin”le ortadan kaldırılır. Güçsüz öfkesi ve karamsarlığı herkese ve her şeye karşı bir nefrete dönüşür. Yoksulluk içindeki yıllar gelip geçtikçe umutsuzluğu daha fazla yoğunlaşır. Dertlerini düşündükçe intikam arzusu yoğunlaşır, belki de o zamana kadar netleşmemiş olan eğilimleri, giderek değişmez bir saplantı haline gelen, güçlü anti-sosyal isteklere evrilir. Onu dışlayan toplum; artık onun doğal düşmanıdır. Kimse ona iyilik ya da merhamet göstermediği için; o da dünyaya karşı acımasız olacaktır.

Sonra serbest bırakılır. Eski arkadaşları onu reddeder; Artık eş dost arasında saygınlığı kalmamıştır. Toplum, eski tutsağı suçlar; ona aşağılama, alay ve tiksintiyle bakılır, ona güvenilmez ve taciz edilir. Hiç parası yoktur, bu “ahlaki cüzzamlıya” kimse yardım etmez. Sosyal bir İsmail’e(1) dönüşmüştür ve herkes ona sırtını dönmektedir, sonra o da herkese sırtını dönmeye başlar.

Hapishanelerin cezalandırıcı ve koruyucu işlevleri böylelikle kendi amaçlarına ulaşmalarını engeller. Yaptıkları yararsız olmaktan da öte kötüdür. Toplumun en acil yararına karşı kesinlikle olumsuz ve tamamen zararlıdır.

Ceza infaz kurumlarının ıslah aşaması da daha iyi değildir. Tüm hapishanelerin cezalandırıcı karakteri, (çalışma kampları, cezaevleri, devlet hapishaneleri) onların ıslah edilebilme olasılığını ortadan kaldırmaktadır. Tutsakların, suçlarının göreceli karakteri göz önünde bulundurulmadan rastgele yerleştirilmesi, hapishaneleri gerçek birer suç ve ahlaksızlık okullarına dönüştürür.

Aynı şey ıslahevleri için de geçerlidir. Özellikle ıslah için tasarlanan bu kurumlar, kural olarak en berbat yozlaşmayı üretirler. Sebebi açıktır. Sıradan hapishanelerden hiçbir farkı olmayan ıslahevleri, fiziksel kısıtlamalar uygular ve sadece cezalandırıcı kurumlardır. Cezalandırma fikrinin kendisi gerçek ıslahı engeller. Gönüllülükle ortaya çıkmayan, olası sonuçlara ve cezalandırmaya duyulan korku ile yaratılan ıslah süreci, gerçek bir ıslah olmaz; onun esaslarından yoksundur ve kişi korkularını yendiğinde ya da kişi geçici olarak onlardan kurtulduğunda, sahte ıslahın etkisi buhar gibi kaybolur. Yalnızca sevecenlik gerçekten reformcudur, ancak bu nitelik hem genç hem de yaşlı tutsaklara yapılan muamelenin hiçbir yerinde yoktur.

Bir süre önce on üç yaşında bir çocuğun hikayesini okudum. Aralıksız üç hafta boyunca, gece gündüz zincirlenen çocuğun işlediği korkunç suç, Yoksul Çocuklar Evi’nden kaçmaya çalışmaktan ibaretti (Home for Indigent Children, Westchester, N.Y., Weeks davası, Müdür Pierce, 1895 Noeli). Bu olayın o kurum için ne olağanüstü bir yanı vardı ne de cezalandırıcı bir özelliği. Amerika Birleşik Devletleri’nde talihsiz tutuklulara; kaba dayak ya da işkencenin yapılmadığı, deli gömleği giydirilmeyen, hücre hapsi ve “azaltılmış” diyetin (yarı açlık) uygulanmadığı tek bir hapishane ya da ıslahevi yoktur. Islahevleri, kural olarak, ünlü Brockway (Elmira, N.Y.) “ikna araçlarını” kullanmazlar, ancak bazılarında dayak uygulanmaktadır ve açlık ile zindan hepsine ait kalıcı bir özelliktir.

Islahevlerinin ceza niteliği ve küçümseyici etkisinin, gençleri zihinlerindeki özgürlük ve eğlenceden yoksun bırakması bir yana, bu kurumlarda kurulan ilişkiler çoğunlukla herhangi bir ıslahı engellemektedir. Tutsakları suçlarının ağırlığına göre sınıflandırmayı ve buna göre farklı yaklaşımlar ve uygun refakat gerektiren Islahevlerinde dahi bu sınıflandırmaya yönelik herhangi bir girişimde bulunulmaz. Çünkü bu da farklı yaklaşım şekilleri ve yoldaşlığa elverişli koşullar gerektirir. Sözde ıslah okullarında ve yatakhanelerinde -5 ila 25 yaş arasındaki- her yaştan çocuk aynı ıslahevinde tutulur, çeşitli işlerde çalıştırılmak, eğitim ve dini tören amaçlarıyla bir araya toplanırlar, oyun alanlarında karışırlar ve yurtlarda ilişki kurarlar. Tutsaklar çoğunlukla yaşlarına ya da itibarlarına göre sınıflandırılır, ancak göreceli yetersizliklerine hiç dikkat edilmemektedir. Bu yöntemlerin absürtlüğü adeta akıllara ziyandır. Dur ve düşün. Muhtemelen kötü ilişkilerinin bir sonucunda genç suçlu, seçkin bir ahlaksızlık çeşitliliği içerisine konur ve ıslah olması beklenir! Ve ülkenin anne babaları bu çılgınlık türünü sakince izler, ya doğrudan destekler, ya da sessizlikleriyle devletin yeni suçlular yaratma çalışmasını onaylar ve teşvik ederler. Ancak insan doğası böyledir, zifiri karanlık olmasına rağmen gündüz olduğuna yemin ederiz; eski credo quia absurdum est (saçma olduğu için inanıyorum) ruhu.

Ancak yine de suça batanların masum yoldaşları üzerindeki etkileri üzerinde durmak, bunu büyütmek gereksizdir. Ayrıca, ıslahevlerinin iyileştirici olduğu iddiası üzerine de daha fazla tartışmaya gerek yoktur. ABD’deki erkek tutsak nüfusunun %60’ının “Islahevleri”nden çıkma olduğu gerçeği, bize bu iddiaların geçersiz olduğunu kesin olarak kanıtlamaktadır. Nadir de olsa, genç tutsakların gerçekten ıslah olduğu durumlar ise hiçbir şekilde hapis cezasının ya da cezalandırıcı kısıtlamaların “yararlı” etkisi nedeniyle değil, bireyin doğuştan gelen gücüyle alakalıdır.

Kuşkusuz, insanlığın kaderinde en önemli rolü üstlenmekle birlikte, modern toplumun çeşitli “kazanımları” arasında başka hiçbir kurum yoktur ki, ceza kurumlarından daha erişilemez bir başarısızlık sergilediğini kanıtlamış olsun. Bu kurumların ayakta tutulması için “uygar” dünya her yıl milyonlarca dolar harcıyor ve bir sonraki yıl her seferinde iyileştirmeler için ek ödenekler alınmasına rağmen ortaya çıkan sonuç, kuruluş amaçlarını ilerletmek yerine geriye çekme eğilimi gösteriyor.

Hapishanelerin bakımı için harcanan yıllık para, Mars gezegeninin devlet tahvillerine yatırılsa ya da Atlantik Okyanusu’nun derinliklerine gömülse, aynı miktarda kazanç ve az zarar getirir. Cezalandırmanın hiçbir miktarı, hapishanenin içindeki ve dışındaki koşullar insanları suça yönlendirmeye devam ettiği sürece, suçun önüne geçemez.


1) İbrahimi dinlerce tanınmış bir peygamber olan İsmail, babası İbrahim tarafından tanrıya kurban olarak sunulmuştur. Sonrasında annesi Hacer’in etkisiyle sürgüne gönderilmiş, bütün dünya sürgünlerini temsil eden sembolik bir figür haline gelmiştir.

 

Metnin orjinali:

www.theanarchistlibrary.org/library/alexander-berkman-prisons-and-crime


Alexander Berkman

Çeviri: Zeynel Çuhadar

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4) Hapishaneler ve Suç- Alexander Berkman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/14/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-hapishaneler-ve-suc-alexander-berkman/feed/ 0
Ters Teper https://meydan1.org/2016/02/08/ters-teper/ https://meydan1.org/2016/02/08/ters-teper/#respond Mon, 08 Feb 2016 11:07:46 +0000 https://test.meydan.org/2016/02/08/ters-teper/ İki ayı aşkındır süren abluka; sokak ortasında günlerce bekletilen cenazeler; bir binanın bodrumunda mahsur kalan ve durmaksızın bombalanan, tedavisi engellenen yaralılar; gün be gün süren saldırılar; zorla yerinden ettirmeler; özel harekatçılar-özel timler-özel savaş teknikleri… Kürdistan’daki savaş tüm vahşetiyle sürmekteyken; iktidarın, yaşanmakta olan bu savaşı görünmez kılma çabaları da devam ediyor. İşgal ettiği toprakları talan eden, […]

The post Ters Teper appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

tersteper2

İki ayı aşkındır süren abluka; sokak ortasında günlerce bekletilen cenazeler; bir binanın bodrumunda mahsur kalan ve durmaksızın bombalanan, tedavisi engellenen yaralılar; gün be gün süren saldırılar; zorla yerinden ettirmeler; özel harekatçılar-özel timler-özel savaş teknikleri… Kürdistan’daki savaş tüm vahşetiyle sürmekteyken; iktidarın, yaşanmakta olan bu savaşı görünmez kılma çabaları da devam ediyor. İşgal ettiği toprakları talan eden, bir halkı aralıksız olarak katleden devlet, işlettiği bu savaş sürecini, daha önce de defalarca yaptığı gibi, kimi zaman manipüle ediyor kimi zamansa gizliyor.

Savaşın tüm yıkıcılığına rağmen var olmayı sürdüren halk ise, bundan önce de defalarca karşı karşıya kaldığı kıyımların, soykırımların ve savaşların deneyimleriyle direniyor. Yüzyıllar öncesinden bugüne, aynı asimilasyonu, aynı katletme politikasını, yöntemleri farklı ama özü her defasında aynı olan bu savaşı birçok kez yaşayan Kürt halkı; her seferinde yaptığı gibi yine yaşamayı, direnmeyi seçiyor.

Manipülasyon Ters Teper

İktidar, bugüne kadar yaratıcısı olduğu tüm savaş süreçlerinde yaptığı gibi, yaşanmakta olan savaşı bugün de manipüle etmeye çalışıyor. Devlet bunu yapabilmek için, en kitlesel şekilde toplumu etkileyebileceği araç olan, medyayı kullanıyor. Ancak bu kez, 90’lı yıllardan çok başka şekilde, bilgiye ve gerçeğe ulaşabilme imkanları bulunan toplumun varlığı, bu manipülasyon sürecini iktidar için daha önce hiç olmadığı kadar zorlu kılıyor.

Bilginin artık yalnızca devlet tekelinde olmaması ve bilgiyi tekelinde tutan başkaca otoritelerin de bulunmasına rağmen; bilgi kontrolsüz alandan açığa çıkıyor. Devlet bu kontrolsüz alana karşı kimi zaman yanlış bilgilendirme ve sansür mekanizmalarını uygulamaya sokarak bir korku politikası işletse de; kimi zaman yaşanmakta olan şiddetin “asıl sorumlusu olduğunu iddia ettiği tarafı” açığa çıkartmak istediği belgeseller devreye soksa da, başaramıyor. Özellikle sosyal medyada yayınlanan fotoğraf ve videoları kontrol edemediği her anda, yaşanan savaşı manipüle etmek konusunda başarısız oluyor. Her sansür, her yasaklama, her manipülasyon ters tepiyor.

Ajitasyonunuz Ters Teper

Yaşanan savaşta ölen her polisin her askerin ardından devlet, savaş propagandasını sistematikleştirip, düşmanlık kültürünü meşrulaştırmaya çalışsa da başaramıyor. Devlet, kendi varlığı için katlettiği her bir askerin ya da polisin ölümünü manipüle ediyor. “Özenle” planladığı her bir cenaze töreni ise, bayrağa sarılmış tabutlar başında yükselen “vatan sağ olmasın” çığlıklarıyla; “Katil kim” sorularıyla ve “o zaman siz savaşın” veryansınlarıyla ters tepiyor. Ana haber bültenlerinde son derece hüzünlü müziklerle servis edilen asker-polis cenazeleri, ekranlarda ağlayan televizyon muhabirleri, cenazelerle arzulanan nefret ve düşmanlık ve faşizm ters tepiyor.

Sığlık Ters Teper

Yaşanan savaşa karşı, “devlet yıkılırsa biz de altında kalırız” diyen her bir kişi için; muhalefetlerini ve siyasetlerini yalnızca Tayyip Erdoğan ve AKP karşısında şekillendirenler; yalnızca iktidarın yaptığı milliyetçilik propagandasına eklemlenmekle kalmazken; aynı zamanda bu propagandanın bir üreticisi ve sürdürücüsü de olarak, savaşı meşrulaştırıyor.

“Barış” diyenlere ya da savaşın mağduriyetini yaşayan her bir kişiye, “düşman”, “terörist” diyenler; yıllar boyu yalnızca AKP’nin karşısında konumlananlar için, bu savaş tam da bir ak-kara meselesine dönüşüyor ve bu sığlıkla istemeyerek de olsa meselenin ak tarafında kalıyorlar. Bu utangaç “ak”lık ters tepiyor.

Islah Ters Teper

“Terörle Mücadelede Master Planı” adı altında, savaşın yaşandığı bölgeye, karakol ve kalekollardan oluşan toplam 600 güvenlik noktası inşa etmek isteyen devletin ıslah planı ters tepiyor.

1990’lı yılların güvenlik kodlarına geri dönen devletin, Cizre’yi Hakkari’nin merkezine taşıyarak, özel savaş güçlerini toplayacağı bir noktaya dönüştürme arzusu, asla gerçekleşemeyecektir. Sadece Osmanlı döneminde değil, 1921’de ilçeyi işgal etmek isteyen Fransız kuvvetlerine karşı da, 90’lı yıllarda yoğun bir şekilde yaşanan köy yakmalara ve zorla göç ettirmelere karşı direnişin merkezi olan Cizre, bugün de direnişini sürdürüyor. İktidarın askerini, polisini, türlü kolluk kuvvetlerini örgütleyerek denetimi altına almak istediği Cizre, Sur, Yüksekova ve birçok merkez için bu göç ettirme ve “ıslah etme” planları yine ters tepiyor.

Asimilasyon Ters Teper

1930’lu-‘40’lı yıllar arasında “Vatandaş Türkçe Konuş” Kampanyası ile caddeleri, sokakları, evlerin kapılarını, milliyetçi söylemlerle dolduran iktidar için; bir halkın dilini ve kültürünü engelleme çabası ters tepiyor. Söz konusu olan dönemde çıkarttığı kanunla Kürtçe olan tüm belde isimlerini zorla Türkçeleştirerek, bölge halkının yaşam alanlarını da Türkleştirmek isteyen; aynı kararname ile Arapça ve Kürtçe konuşulan mahallelerin her birinde açtığı Türk Ocakları ile özellikle Kürt çocuklarını küçük yaşta asimile etmeyi arzulayarak yatılı okullara yerleştiren devlet için, bu asimilasyon politikası ters tepiyor. Kendi benliğinin kavgasını veren bir halkın direnişi, yıllardan bu yana sürüyor.

Tıpkı, 1960 Darbesi’nin ilk gününde Silvan’daki bir evin çatısına TC bayrağı çekip “Biraz daha geç kalsaydık Türk vatanı elden gidecekti” açıklaması yapan ordunun yaptığı gibi; 2015’in Ağustos ayında Silvan’da 700 polisin katıldığı operasyonda tekbir eşliğinde TC bayrağını bir okulun bahçesine diken özel harekatçıların yaptığı da ters tepiyor. Halk, yaşam alanını işgal eden bir devletin “bayrak kavgası”na karşı direniyor.

Soykırım Ters Teper

2015’in yaz ayında başlatılan operasyonların ardından, tüm yıkıcılığıyla halen devam etmekte olan savaş da; bu savaş süreci boyunca bölge halkına yönelik uygulanan baskı politikaları da Kürt halkı için bir ilk değil. 1925’te Şark Islahat Planı, 1927’de Umumi Müfettişçilik uygulaması ve tarihi boyunca devletler tarafından uygulanan nice asimilasyon ve soykırım politikasıyla karşı karşıya kalan hükümetlerin politikaları değişse de, iktidarın asla değişmediğini deneyimleyerek öğrenen Kürt halkı, sistematik şekilde sürdürülen tüm saldırılara karşı var olmaya devam ediyor.

İşgal Ters Teper

Devletin, özel harekat timleriyle, tanklarıyla, toplarıyla ve tüm kuvvetleriyle gerçekleştirdiği işgal, günü geldiğinde, tıpkı Farqin’deki gibi, devletin kaçışıyla ters tepecektir. Bir gün bu savaş elbet bitecek; fakat işgalin, kıyımın ve savaşın yaşattığı tüm acılar; Cizre’de, Silopi’de, Amed’de ve birçok yerde ters tepecektir.

Ters Teper

Bireysel planları ve hükümetsel/devletsel stratejileri gereği varoluşları olan halk düşmanlığını bu süreçte arttıranlar sokaklarda çocukları, gençleri ve yaşlıları yaralayarak, katlederek Kürdistan’ı kana bulayanlar, bu katliamlarla dört bir yana cenazeler taşıyıp o cenazelerle şov yapanlar şunu bilmeliler ki; yaşattıkları tüm üzüntüler birer öfke olarak onlara karşı koyacak ve istedikeri gibi değil bu öfkeyle dolu olan tüm aileler, mahalleler ve halkar devlete düşman olacaktır. Fitne ve fesatla arzuladığınız, halkların birbirine nefret ve kindarlığı oluşmayacak ve planlarınız ve stratejileriniz ters tepecektir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.

The post Ters Teper appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/02/08/ters-teper/feed/ 0