The post ÜKK’li Kadına İstanbul Sözleşmesi Eylemine Katıldığı İçin Ölüm ve Tecavüz Tehdidi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Instagram üzerinden kadıa hakaret ve tehdit mesajları atan erkek, daha sonrasında kadını arayarak “Senin huzurunu kaçıracağım,ben senin nerede olduğunu ne yaptığını biliyorum. Twitter’da yazı yazmak neymiş burnunuzdan fitil fitil getireceğim. BEN SENİN BU SAATTEN SONRA AZRAİLİNİM”, dedi ve ölüm tehdidinde bulundu.
The post ÜKK’li Kadına İstanbul Sözleşmesi Eylemine Katıldığı İçin Ölüm ve Tecavüz Tehdidi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post TC İstanbul Sözleşmesinden Ayrıldı: Mücadele Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle beraber kadınlara “makbul sınırlar” belirleyen, bu sınırlara kendilerini hapsetmedikleri sürece katledilmeyi reva gören bu tavrına karşı ise kadınların mücadelesi sürmeye devam ediyor.
Kadınlar, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere pek çok şehirde, devletin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine karşı eylem gerçekleştirecek.
Eylem Takvimi
The post TC İstanbul Sözleşmesinden Ayrıldı: Mücadele Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadınlar İstanbul Sözleşmesi İçin İstanbul’da Pankart Sallandırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadınlar İstanbul Sözleşmesi İçin İstanbul’da Pankart Sallandırdı
— Meydan Gazetesi (@meydangazetesi) April 15, 2021
video: @KBGuclu#İstanbulSözleşmesiYaşatır #İstanbulSözleşmesiBizimhttps://t.co/Ty0HRG1tvp pic.twitter.com/FWIqRMZLwj
The post Kadınlar İstanbul Sözleşmesi İçin İstanbul’da Pankart Sallandırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Potansiyel Tecavüzcü Erkekler “Mizah” Adı Altında Sosyal Medyada “Etkinlik” Başlattı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Potansiyel Tecavüzcü Erkekler “Mizah” Adı Altında Sosyal Medyada “Etkinlik” Başlattı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İHD: “Sözleşme Herkes içindir Mülteci Kadınlar Serbest Bırakılmalı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Kadın Komisyonu, İstanbul Sözleşmesi eylemine katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınan ve sınır dışı edilme kararıyla karşı karşıya kalan İranlı mültecilere ilişkin yazılı açıklama yaptı.
Türkiye’nin 2011 yılında ilk imzacısı olduğu ve 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede kararname ile yok sayılmasını kabul edilmeyeceğinin vurgulandığı açıklamada, “Gece yarısı çekildik diyen bu karanlık sesler kadına diyor ki; Bizler kadın katliamlarına, çocuk istismarına, nefret suçlarına seyirciyiz. Oysa kadınlar haykırıyor, bir kişi daha eksilmeyeceğiz. İstanbul Sözleşmesi yaşatır. Haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Bu sözleşme sadece taraf devletler vatandaşları olan kadınlar için değil, sığınmacı, mülteci ve hukuki durumları ne olursa olsun göçmen kadınlar içinde hukuki koruma sağlamaktadır” diye belirtildi.
Sınır dışı kararına tepki
Mültecilerin sınır dışı edilme talebine tepki gösterilen açıklamada, Anayasa’nın 34’üncü maddesi hatırlatılarak, “Anayasa herkesin toplantı ve yürüyüş hakkına sahip olduğu açıklanmakta ve mülteci olmaları kanunun tanıdığı bu haklardan yararlanamayacağı ya da kanunun uygulanmayacağı anlamına gelmemektedir. Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. İfade, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü hakkını kullanan mülteciler derhal serbest bırakılmalı, keyfi uygulamalardan vazgeçilmelidir. Can güvenliği olmayan bu insanlara uygulanan hukuksuzluktan derhal vazgeçilmelidir. İstanbul Sözleşmesi herkesindir. Vazgeçmiyoruz” ifadelerine yer verildi.
HABER MERKEZİ
The post İHD: “Sözleşme Herkes içindir Mülteci Kadınlar Serbest Bırakılmalı” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İzmir’deki İstanbul Sözleşmesi Eylemine Katılan İsmail Temel Polis İşkencesini Anlattı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Eşcinsel kimliği ile eylem alanında bulunan Temel, polisler tarafından, özellikle gözaltına alınmak için hedef gösterildiğini belirtti. Eylem sonrasında da takip edilen Temel, taksiye biner binmez polisler tarafından araçtan alındığını ve diğer polisler tarafından sürüklenerek yüz üstü yere yatırıldığını söyledi.
Yerde sürüklenerek polis aracına götürüldüğünü söyleyen Temel, yol boyunca ailesine ve cinsel yönelimi üzerinden kendisine hakaretler edildiğini, arabaya geçince kendisini döveceklerine dair tehditler savurulduğunu yazdı.
Polisin kendisine vurması sebebiyle bayıldığını söyleyen Temel, kaldırımda polisler tarafından bilinçli bir şekilde, nefes alamaması için burnuna su döküldüğünü ve ambulans gelmeden polis aracına bindirilip kaçırıldığını belirtti.
Temel, kendisine uygulanan işkence baskıya karşı hakkını aramaya devam edeceğini ve mücadelesini sürdüreceğini sözlerine ekledi.
The post İzmir’deki İstanbul Sözleşmesi Eylemine Katılan İsmail Temel Polis İşkencesini Anlattı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ni “Tartışma” Bahanesiyle Erkek Şiddetini Aklayanlara Karşı Eylemdeydi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Çok sayıda kadın örgütünün çağrısıyla pek çok şehirde eş zamanlı gerçekleştirilen eylemlerde, erkekler tarafından çeşitli bahanelerin arkasına saklanılarak katledilen kadınların ve LGBTİ+’ların isimleri haykırıldı. Kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’ni “tartışmaya açarak” kadın ve LGBTİ+ katliamlarını aklamaya çalışan devlete karşı beraber mücadele edeceklerini ve devletin belirlediği “aile bütünlüğü” adı altındaki baskı çabalarına geçit vermeyeceklerini belirtti.
#İstanbulSözleşmesiYaşatır
— Meydan Gazetesi (@meydangazetesi) August 5, 2020
Anarşist Kadınlar’dan Şeyma Çopur eylemde yaptığı konuşmada: “Devlet İstanbul Sözleşmesi’nden çekilse de çekilmese de , tartışsa da tartışmasa da biz kadınlar erkek şiddetini affetmedik affetmiyoruz!” ifadelerini kullandı. pic.twitter.com/lJwVTan3ox
İstanbul’da Rıhtım İskelesi’nde gerçekleşen eylemde açık kürsü gerçekleştirildi. Kürsüde söz alan Şeyma Çopur (Anarşist Kadınlar), “Devlet diyor ki; ‘aile yapısını bozar, eşcinselliği ‘meşrulaştırır, İstanbul Sözleşmesi’nden çekiliyoruz’. Biz kadınlar, devlet sözleşmeden çekilse de çekilmese de erkek şiddetini, kadın katliamlarını, yaşamlarımızı çalan erkekleri affetmeyeceğiz. Dayanışmamızla yaşadık, dayanışmamızla yaşayacağız!”, dedi.
İzmir’de Kadınlara Polis Saldırısı ve Gözaltı
İzmir Alsancak’ta ise valilik eyleme 1 saat kala şehirde eylem yasağı ilan.etti Polis, eylem gerçekleştirmekte kararlı olan kadınlara saldırarak 16 kadını gözaltına aldı.
#İstanbulSözleşmesiYaşatır#İzmir‘de Alsancak’taki eyleme polis saldırdı, ilk bilgilere göre 10 kişi gözaltına alındı. pic.twitter.com/hTXTzTANP0
— Meydan Gazetesi (@meydangazetesi) August 5, 2020
Polisin bir kişiyi de eylemden sonra takip ederek gözaltına aldığı öğrenildi. Gözaltına alınan kadınlar, sabaha karşı serbest bırakıldılar.
Kadınlar Ankara’da da İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı sokaklardaydı. Aralarında Anarşist Kadınlar’ın da olduğu kadın örgütleri Kızılay Sakarya Caddesi’nde eylem gerçekleştirdiler.
Kadınların alanlara çıktığı bir başka kent ise Antakya idi, Antakya’da Kadınlar Birlikte Güçlü çağrısıyla Köprübaşı’nda bir basın açıklaması eylemi gerçekleştirildi.
The post Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ni “Tartışma” Bahanesiyle Erkek Şiddetini Aklayanlara Karşı Eylemdeydi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadınlar Pek Çok Şehirde İstanbul Sözleşmesi İçin Eylem Düzenleyecek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadınlar devletin, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ve 6284 sayılı kanunun yürürlükten kaldırılma tehditine karşı haftalardır çeşitli şehirlerde eylem gerçekleştiriyorlar.
Çok sayıda kadın örgütünün ve bireyin çağrısıyla gerçekleşecek eylemler şu şekilde;
İstanbul: 5 Ağustos Saat 19.00 – Kadıköy Beşiktaş İskelesi
İzmir: 5 Ağustos Saat 18.30 – Alsancak ÖSYM Önü
Samsun: 5 Ağustos Saat 19.30 – Süleymaniye Geçidi
Hatay: 5 Ağustos Saat 19.00 – Antakya/ Köprübaşı
Didim: 5 Ağustos Saat 18.30 –İş Bankası Önü
Antalya: 5 Ağustos Saat 19.00 – Attalos Meydanı
Adana: 5 Ağustos Saat 18.00 – Heykelli Park
Kocaeli: 5 Ağustos Saat 19.00 – Belediye İşhanı Önü
Ankara: 5 Ağustos Saat 19.00 – Sakarya Meydanı
Ayvalık: 5 Ağustos Saat 19.00 – Cumhuriyet Alanı
Antakya: 5 Ağustos Saat 19.00 – Köprübaşı
The post Kadınlar Pek Çok Şehirde İstanbul Sözleşmesi İçin Eylem Düzenleyecek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İstanbul Sözleşmesi Eylemine Katılmak İsteyen Transfobik Murat Övüç Kadınlar Tarafından Alandan Uzaklaştırıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“İstanbul Sözleşmesinden Çıkamazsınız Çıkamayacaksınız Çıkartmayacağız”,” Öldüren Sevgi İstemiyoruz İstanbul Sözleşmesini Uygula” ,”Katledilen Kadınlar İsyanımızdır”,”Erkek Vuruyor Devlet Koruyor” dövizleriyle eylem gerçekleştiren kadınlar, erkekler tarafından katledilen kadınların fotoğraflarıyla Bodrum Belediyesi’nin önünde oturma eylemi gerçekleştirdi.
Eylem alanının yakınlarından geçen, kadın ve LGBTİ+ düşmanı sözleri ve ırkçı söylemleriyle bilinen sosyal medya ünlüsü Murat Övüç eyleme katılmak istedi. Kadınlar tarafından kendisine iki sene önce kadınlar ve LGBTİ+’lar şiddete uğrarken sarf ettiği sözler hatırlatılarak alana alınmadı.
İktidarın sevdiği alanlarda kendisini var ederek ve sosyal medya üzerinden yarattığı gülünç karakteri ile “fenomen” olan Murat Övüç, katledilen LGBTİ+, özellikle trans kadınlar ve yaşam tarzları hakkında yaptığı “her koyun kendi bacağından asılır, sen bunları yaparsan senin de başına bunlar gelir” yorumu yapmıştı. Aynı Murat Övüç, erkekler tarafından şiddete uğrayan kadınlarla ilgili kendisiyle yapılan bir ropörtajda ise kadınlara erkekler tarafından şiddete uğramamaları için “dillerini tutmalarını” tutmazlarsa başlarına bunların gelmesinin “normal” olduğunu söylemişti.
The post İstanbul Sözleşmesi Eylemine Katılmak İsteyen Transfobik Murat Övüç Kadınlar Tarafından Alandan Uzaklaştırıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Abbasağa Parkı’nda Forum Yapmak İsteyen Kadınlar Polis Tarafından Engelleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu devletlere; kadınlara, çocuklara her türden cinsel yönelim ve cinsel kimlikte olan bireylere yönelik şiddetin önlenmesi hususunda devletlere kanuni bağlayıcılık sağlayan “İstanbul Sözleşmesi”nden çekilme isteğine karşı kadınlar İstanbul Beşiktaş’ta bulunan Abbasağa Parkı’nda bir forum gerçekleştirecekti.
Polis, kadınların gerçekleştirmek istediği forumu engellemek istiyor. Saat 17:00’da düzenlenmesi planlanan forum öncesi Abbasağa Parkı’nın eçvresine yığınak yapan polis, parkın içine de çevik polislerini yerleştirdi.
Polis, forumun engellenme çabalarına dair herhangi bir açıklama yapmazken, kadınların Abbasağa Parkı önündeki bekleyişleri sürüyor.
Kadınlar, polisin Abbasağa Parkı’ndaki forumu engelleme girişime karşı Beşiktaş Kartal Heykeli’ne yürüyüş gerçekleştiriyor.
The post Abbasağa Parkı’nda Forum Yapmak İsteyen Kadınlar Polis Tarafından Engelleniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadınlar Kazanacak, Devlet Kaybedecek – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadınların gündemini iki yıldır belirlediğini söylesek de kadınların haklarına yönelik saldırıların ve saldırılara yönelik mücadelenin iki seneden de önceye dayandığını hatırlamakta fayda var.
Yakın geçmişte, 2017’de, çocuklara yönelik cinsel şiddet kapsamında düzenlemeleri içeren TCK madde 103’ün değiştirilmesiyle ilgili öneri gündeme gelmişti. Bu değişim, cinsel şiddete uğrayan çocukların “rıza” yaşının 15’ten 12’ye düşürülmesini beraberinde getiriyordu. Yani önceden 15 yaş ve 15 yaş altında bir çocuğun kendi rızasıyla bir cinsel ilişkide bulunamayacağı; gerçekleşen her cinsel eylemin cinsel şiddet kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ifade edilirken söz konusu maddenin değişimiyle 12- 15 yaş arasındaki çocukların uğradığı cinsel şiddetin aslında şiddet olmadığı, rıza sonucu yaşandığı iddia edilebilecekti. Ancak değişim önerisi, öneri olarak kaldı. Farklı kesimlerden birçok kadının bir araya gelerek verdiği mücadele sonucunda değişiklik kabul edilmedi. Devlet geri adım atmak zorunda kaldı.
Tartışmanın yaşanmasının hemen ardından, 2018’de, aynı yasa farklı şekilde tekrar değiştirilmek istendi. Rıza yaşının düşürülmesi tekrar gündeme geldi. Bununla da kalmadı, gerçekleşen cinsel ilişkinin “cebir ve şiddet” içerip içermediğinin sorgulanması gerektiği söylenmeye başlandı. Ancak meclis kulislerinde yayılan öneriyi kadınların erkenden gündemine alması ve hızlıca tepki örgütlemesiyle devlet yine karşısında kadınları buldu, amacına ulaşamadı.
Dün Kadın Dostu, Bugün Kadın Düşmanı?
Kadınlara yönelik saldırılar devletin ataerkilliğinin bir yansıması, bir sonucuyken kadın haklarına yönelik saldırıların patlak vermesinin bir başka önemli sebebi de iktidarda bulunan partinin başından beri benimsediği kadın düşmanı politikalar. Kadınları eve kapatmanın, evlendirmenin, susturmanın türlü yollarına başvuran iktidar her fırsatta niyetini belli etti: Kadınları susturmak, itaatkarlaştırmak ve aileye hapsetmek. Yani kadınları, tam da kendi terimleriyle, “muhafaza etmek”.
Bunu yaparken ise plansız/ programsız bir düşmanlıkla değil; aksine stratejik ve ardışık hamleler ile hareket etti. Kadınlara yönelik her saldırının arka planını aylar öncesinden başlayan algı operasyonlarıyla destekledi. Böylece kadınları bölmenin, politikalarına taraftar toplamanın, oluşacak tepkiyi kontrol edebilmenin fırsatını yaratabilirdi.
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik başlayan saldırılar, yaşananların birebir örneği olarak görülebilir:
2014’te, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini konu alan ve hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge sayılıyor. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu dönemde imzalanan bu sözleşme, yıllarca devletin gurur kaynağı olarak savunuldu. Sözleşmenin farklı ülkelerdeki uygulamalarının denetlenmesi için denetleme işleviyle GREVIO adında bir komisyon kuruldu. Kadın mücadelesinin içinde yer alan birçok avukat, akademisyen, milletvekili bu süreci yakından takip etti; meclisle görüşmeler gerçekleştirildi. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi devletin dış politikada yarattığı bir imaj, iç politikada ise başlattığı bir açılım stratejisi olmasının ötesine geçti, kadın mücadelesinin temel meselelerinden biri haline geldi. Öyle ki İstanbul Sözleşmesi’nin ardından kadınlara yönelik şiddeti esas alarak hazırlanan 6284 sayılı kanun 5 maddeden oluşacakken kadınların çabasıyla 20 madde daha eklenerek 25 maddeyle yürürlüğe girdi.
Kanun yürürlüğe girdi girmesine ama İstanbul Sözleşmesi de 6284 sayılı kanun da kadınların yaşadığı şiddeti engelleyemedi. Devlet sözleşmeyi imzaladı imzalamasına ama hiç uygulamadı. GREVIO, denetleme sonucunda yayınladığı raporda, “Türkiye’de uygulama eksikliği olduğunu” ortaya koydu ve devleti kadın hakları için göreve çağırdı. Ancak TC açısından hiçbir değişim söz konusu olmadı.
Bütün sürecin bir özeti olarak 2018’e gelindiğinde ise adeta öküz öldü ortaklık bozuldu. Ortaklığı bozan ise dış ve iç politikası değişen devlet oldu.
Yukarıda bahsettiğimiz üzere öncelikle algı operasyonu başlatıldı. Devletin İstanbul Sözleşmesi üzerinden kadınların kazanımlarına yönelik başlattığı saldırının ilk adımıydı bu. İstanbul Sözleşmesi’nin aile birlikteliğini bozduğu, aile kurumunu yıktığı söylendi. Hatta “kadınları kocasız bıraktığı”, mağdur ettiği savunuldu. İstanbul Sözleşmesi’ni savunanların ise asıl kadın düşmanı olduğu iddiası ortaya atıldı. Algı operasyonunu gerçekleştiren Yeni Şafak, Yeni Akit gibi gazetelerin yanı sıra bu konuda söz sahibi olarak görülen Sema Maraşlı gibi yazarlar ve eğitimciler de televizyon programlarına katılarak İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284 sayılı kanunun “zararlarını” anlattı.
Akit Tv’nin yayınında, ”İstanbul Sözleşmesini İmzalayarak Aslında Neyi İmzalıyoruz?” başlığında konuşan Sema Maraşlı 6284 sayılı kanun ve bu kanunun dayanağını oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nin kadınları öldürdüğünü savundu. Birçok erkeğin çocuklara cinsel şiddet uygulamadığı halde bu kanundan dolayı cinsel şiddet uygulayanlarla aynı hapishanede tutulduğunu, kadınların beyanını esas alan bu kanun yüzünden erkeklerin cinsel şiddet uygulamasa bile küçücük taciz olaylarından dolayı cezalandırıldığını ve evli olduğu erkek hapishanedeyken kadınların kanlı gözyaşları içinde ağladığını söyleyen Maraşlı, aynı yayında “küçük yaşta evlendi diye hapishaneye tıkıyorlar” diyerek erkeklerin gerçekleştirdiği onca tacizi, cinsel şiddeti, katliamı meşrulaştırmaya çalıştı. Maraşlı sözlerine İstanbul Sözleşmesi’nin Batı’nın müslümanlar üzerinde bir oyunu olduğunu, müslüman ülkelerini kötü göstermek için bu sözleşmenin imzalatıldığını da ekledi.
İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan saldırıyı aynı zamanda kadın mücadelesine yapılan bir saldırı olarak gören kadınlarsa “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyerek sözleşmeyi savunmayı sürdürdü. Kimi zaman polis tarafından kimi zaman Sema Maraşlı gibi kişiler tarafından hedef alınan kadınlar, seslerini daha çok kadına ulaştırmak için “hukuki kazanım”larını korumak için yola koyuldu.
Devletin Söz’üne Güven Olmaz!
Bu bölüme kadar devletin kadınlara yönelik saldırılarının bir bölümüne yer verdik. Saldırının sayısı ve boyutları yazılandan çok daha fazlası elbette. Ancak verilen örnekler iki sene içinde bardağı taşıran son damlalar olarak görüldüğünden önemliydi.
Peki bu bardak nasıl doldu?
Bu bardak, kadınların hayatında şiddetin münferit olarak yaşanmadığını, aslında her gün yüzlerce kadının erkek şiddetiyle yaşamak zorunda bırakıldığını görmemizle doldu.
Bu bardak, katledilen kadınların sayısının her gün artmasıyla doldu. Ve katillerin devlet tarafından ödüllendirilmesiyle.
Bu bardak, iş yerinde kadınların kadın oldukları için gördükleri baskı ve tacizle doldu.
Güvensiz sokaklarla, ulaşım araçlarıyla, ev içi şiddetle… Doldu, doldu bardak.
Kadınlar sabrettikçe, geçmesini bekledikçe, yaşadıklarına katlandıkça kadını daha da çok ezdi erk’ler. Hem erkekler hem de erk sahibi olan devletler.
Sonunda taştı bardak. Taştı taşmasına, yetti yetmesine… Ancak bitmedi, bu şekilde bitmez de.
Kadınların yaşamındaki şiddet, devletin imzalayacağı hiçbir sözleşmeyle sona ermez.
Yazıda da söylediğimiz gibi devlet, kadınlara verdiği sözü hiç tutmadı. İyi de madem tutmayacaktı bu sözü, İstanbul Sözleşmesi’ni kim için imzaladı? Kendisi için. Yani, kendi erk’ini korumak için. Sözleşmenin imzalandığı günden bugüne katledilen kadınların sayısı hiç azalmadı, üstelik arttı. Çünkü kadınlara sözde “söz” veren devlet, mahkeme salonlarında katil erkekleri korudu, yaşamını savunan kadınları ise cezalandırdı.
Tabii ki kadınlar mücadeleyi, sokağa çıkmayı, isyanı hep sürdürdü. Ancak bazen öfkeyle çıkılan sokaklarda kadınların sesi yükselirken bazen de devletin kadınları korumasını talep eden sesler yükseldi.
İşte sıkıntı da tam burada. Böylesi kadın düşmanı, böylesi ataerkil bir mekanizma olan devlete “Bizi koru”, “Bize verdiğin sözü tut” demekte.
Kadınlar Kazanacak, Devlet Kaybedecek!
Kadın mücadelesi veren her birey ve her yapının kadını toplumun neresinde konumlandırdığı çok önemli. “Kadınlar korunsun” demek, devletten kadınların korunması için talepte bulunmak, kadını korunması gereken bir özne haline getirir ve edilgenleştirir.
Diğer yandan, olmaz ama, devlet her ne kadar “kadın dostu” politika da uygulasa erkekleri cezalandırsa da hatta idam da etse toplumdaki ataerki yok olmadıkça kadınların yaşadığı şiddet son bulmaz. “Gerekirse içeri girer, paşa paşa yatarım” diyerek katliam yapan erkekleri hatırlayalım. Devletin “koruma” kararına rağmen katledilen kadınları hatırlayalım. Hatırlayalım ki kadına yönelik şiddet devletlerin hüküm sürdüğü yüzyıllar içerisinde asla azalmadı ve artarak sürüyor.
Öyleyse, şimdilik bir kenara bırakalım “kazanılmış” hakları. Çünkü yazının bu kısmına kadar gördük ki devletin bize sunduğu “kazanımlar” birer illüzyondan ibaret. Kazanımların ardında bir “kayıp” var. Kadınların kaybettiği özgürlük var.
Her bir kadın birbirini bulduğunda, iki kadının birbiriyle kurduğu dayanışma ilişkisi büyüyüp başka kadınlara ulaştığında, kadınlar kendi yaşamlarından başlayarak ataerkiye karşı koyduğunda… Kazanacağız. Birken iki, ikiyken beş, onlarca, yüzlerce kadın, örgütleneceğiz… Bizi gelip şiddetten kurtaracak birisini beklemeden, kanunlara ve devlete sığınmadan, kadın dayanışmasına sarılarak kazanacağız. Ve biz kazanırsak devlet kaybedecek!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.
The post Kadınlar Kazanacak, Devlet Kaybedecek – Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Erkeğin Mirası Erkeğe Adaletsizliği Kadına” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın kızı aynı zamanda da KADEM’in (Kadın ve Demokrasi Derneği) Başkan Yardımcısı Sümeyye Erdoğan Ak Parti Brüksel Siyaset Akademisi’nde, “Dünyada Müslüman kadın algısı ve eşitlik mücadelesi” konulu bir ders verdi. Konuşmasında cinsiyet eşitliğini değil, cinsiyet adaletini savunduğunu belirten Erdoğan, miras konusuna da değindi. Erkeğin evi geçindirme sorumluluğundan bahsederek, aynı sorumluluğun kadında olmadığını, böylelikle de erkeğe daha çok miras düşmesinin adaletli olduğunu söyledi. Adaletsizliğin merkezinde konum tutanların adaletten bahsederek adaleti savunmaları başlı başına bir ironi olsa gerek!
Pekâlâ, Sümeyye Erdoğan’ın söylediği gibi mirasın, erkeğe kadına oranla daha fazla düşmesi gerçekten adaletli midir? Ya da İslam’da bahsedildiği üzere, kadın hem babasından, hem de evleneceği erkekten pay alacağından; kadının geçimini sağlamakla yükümlü erkek, kadına oranla mirasta daha fazla pay sahibi olmalı mıdır?
Bu sorular ya da bu “sorunlar” farklı mecralarda tartışıladursun bu yazıda bizim üzerinde duracağımız mirasın, kime daha az ya da fazla düşeceği değil. Tam tersine bu tartışmalar kadının gerçek konumunu göz ardı ederek, erkeğin sahip oldukları üzerinden kadına konum biçen tartışmalar. Biz yazımızda kadın-erkek arasındaki ezeli mülkiyet ilişkisinden ve gerçek adaletten bahsedeceğiz, ataerkil sistemde her konuda olduğu gibi miras tartışmalarında da kaybedilmiş kadın kimliğinden bahsedeceğiz.
Ahlak Mirası: Evlilik
Mirasın anlamı mülk, evlilikte mülk paylaşımı demektir. Geçmişten günümüze tüm yasal evlilikler aslında kadının toplumsal ahlakını garantilemek için yapılır. Böylece kadının ahlakı, çekirdek ailede babaya, evlilik yoluyla da evlendiği erkeğe emanet edilir. Evlilikte her anlamda “sadık” kadınlar ise devletin sözde kanunları ile ödüllendirilirler.
1907 yılında İsviçre’den yola çıkan 1926’da Batı hayranı Cumhuriyet durağında inen, kadına belirli haklar veren kanunlar, medeniyetin mirası olarak gelmişlerdir. Devlet bu kanunları yıllarca pratikte uygulamasa da, 2001 yılına gelindiğinde batının gözünden çıkmaya ramak kala alelacele yeniden düzenlenirler. Birçok kez değiştirilen-yenilenen “pek medeni” kanunlarda en çok da “eşitlik” kavramı yüceltilir. Mülk paylaşımı yani miras tartışmalarında da aynı eşitliğin gözetilmesi, sözde kadın ve erkeği eşitlemiş olacaktır. 2002 yılında yapılan değişikler “aile hukuku” adı altında “evde erkek kadar kadının da sözü geçer”, “karar yetkisi ve bakım yükümlülüğü kadın kadar erkektedir”, “evlilik birliğini ortak temsil” gibi maddelerle “eşitlikçi” gibi görünse de kadının ezilen konumunu değiştirmekte hiçbir işe yaramamıştır.
2011’de devlet açısından bir milat olarak görülen Avrupa Konseyi ülkelerince İstanbul’da imzaya açılan böylece adını İstanbul Sözleşmesi olarak hafızalarımıza kazıyan kadına yönelik şiddetin önlenmesini amaçlayan sözleşmenin maddeleri hatırlanırsa kadın cinayetlerinin son 4 yılda yüzde 1400 arttığını da kimilerine hatırlatmak gerekir.
Kanunun devreden çıktığı durumlarda örneğin, “yasal olmayan” bir evlilikte kadının konumu “ahlaksızlık” olarak görülür. Erkek kadını ya da kadın erkeği herhangi bir gerekçeyle terk ettiğinde kimse kimseden yasal yollarla “hesap soramaz”. Kadın toplum tarafından “ahlaksızlıkla” yaftalanır, dahası birlikte olduğu erkek tarafından “kanunsuzca” cezalandırılabilir. Yani öldüresiye dövülebilir, sokağa atılabilir, çocuklarından men edilebilir vs. Erkek ise konumundan herhangi bir şey kaybetmez, tam tersine ahlaksız ilişkinin bir parçası değildir artık. Toplumda evliliğin kadına bir ahlak mirası olduğu düşünülürse ortada gayri resmi evlilikten doğan çocuklar varsa örneğin, kanun bu ahlaksızlığı temizlemek adına çocuğa bir tek soyadı borçludur, çocuklar henüz doğmamışlarsa noter imzasıyla erkeğin kabulü beklenir, toplum nezdinde ise anneleri ile aynı kaderi paylaştıklarından maalesef aşağılayıcı sıfatlarla yaftalanırlar.
Evlilik kadını taçlandırır derler! Özellikle de annelik sıfatıyla kutsallaştırılıp toplumda “özel” hissettirildiğimizde evliliği çoğu kez terk edemez hale geliriz. Diğer yandan manevi duygular göz ardı edilerek sadece ekonomik bir kurtuluş olarak görülen evliliklerse, patron-işçi ilişkisine benzer, tahammül sınırlarımızı zorlayana dek sürer. Günümüzdeyse sıkça tanık olduğumuz evlilik sözleşmesi denilen kadın ve erkeğin mülkünün paylaşımını önceden garanti altına alan “iktisadi çaba” ise tek bir şeyle açıklanabilir; “tamamen ekonomik”. Anlaşılan şu ki evlilik başımızda taç değil adeta ayaklarımızda bir zincir gibidir.
Televizyon kanallarında yayınlanan evlilik programlarında bile çoğu kadın evi, arabası, bankada parası olan ve çocuksuz erkeği eşi olarak seçmeyi tercih ediyor. Bu mülk arayışı, sadece yoksul kadının zenginliğe imrenişi mi yoksa yoksun kadının bir nebzecik rahatlama isteği mi? Günümüzde evliliğin tüm bu sorulara bir yanıt olarak sunulması bile kadının toplumdaki konumunu bize çok net özetliyor aslında.
Kadın evlilikle her açıdan hem sosyal hem de ekonomik mülkiyete dayalı bir ilişkinin ezileni olarak karşımıza çıkıyor. Başlık parası adıyla zorla evlendirilen, karşılığında 3 öküz, bilmem kaç dönüm arsa eden kadından zenginleşen erkek, yıllarca eve kapatılan kadından bedavaya hizmet alarak zenginleşen erkek toplumda kadının üzerine basa basa yükseliyor. Diğer yandan ataerkil sistem, doğurduğumuz küçük erkeklerin zihinlerine ilmek ilmek işleniyor ve onlar büyüdüklerinde “ahlaksız” kadının erkek adaleti olmak üzere miras bırakıyorlar adaletsizliği.
Emeğin Mirası: Yoksulluk
Evlilikle eve kapatılan kadın tüm yaşamsal ihtiyaçlarını da erkeğin ekonomik kazancına göre sağlamak zorunda. Bu kadına sadece yoksul bir yaşamı değil, beraberinde dış dünyadan yoksun bir yaşamı da getiriyor. Kadının yoksulluğu evlenmeden önce, evlendikten sonra, boşandıktan sonra gibi evrelerle sürüyor. Evlenmeden önce ailede kadın için düşünülen tek ekonomik birikim “çeyiz”, evlendiği gün düğün töreninde elde ettiği “takı” evlendikten sonra bir miktar “nafaka” oluyor.
Ev dışında çalışan her kadın için de durum benzerdir. Kadın emeği denilince akla ilk gelen “görünmeyen emek”tir. Hem evde hem iş yerinde, erkeğe göre vasıfsız, kolay görülen tüm işler kadını ezilen konuma hapseder. Çalışan kadın işinden eve döndüğünde ev işleri, çocuk bakımı gibi işlerle ezilmişliğini sürdürür. Kadın böylece ataerkil toplumun getirisi olarak yoksul ve yoksun bir yaşam sürmek zorunda bırakılır.
Ölümcül Miras: Kadınlık
Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet birbirinden farklıdır. Cinsiyet, kadın ve erkeğin doğuştan biyolojik farklılıklara sahip olmaları, toplumsal cinsiyet ise bir kültür ürünü olarak, kadın-erkek arasındaki sosyal sınıflaşmadan kaynaklanan rollerle toplumsal olarak inşa edilir. Toplumsal cinsiyet, kişilerin davranış şekillerini belirleyerek, onlara nasıl ideal bir erkek ya da ideal bir kadın olacaklarını belirli normlarla ve kalıplarla öğretir. Kadın ve erkek kimliklerini oluşturarak tek tipleşmeye sebep olur.
Toplumsal cinsiyet rolleri kişiye çeşitli sorumluluklar verir. Kişinin karakteri, duyguları, hisleri, hırsları, motivasyonları, toplumun öğrettiği söylemler ve yaşam deneyimleri doğrultusunda şekillenir. Dolayısıyla başka bir karaktere sahip insanlar toplum tarafından bambaşka insanlara dönüştürülürler. Bu süreç, toplumun değer yargılarıyla ve dinle daha da meşrulaştırılır.
Toplumsal cinsiyet statüleri kadın ve erkeğin tanımını belirler. Bu tanımlar çerçevesinde kadın ve erkeğin hangi kıyafetleri giymeleri, vücutlarını nasıl şekillendirmeleri ve hangi isimlere sahip olmaları gerektiği de bellidir. Bu iki cinsiyetin üzerinde de kurulan baskı kadınların omuzlarına ağır bir yük olarak biner. Toplumda erkek, etken özne durumundadır. Bunun sonucu olarak da para kazanma, aile ekonomisini kalkındırma, güçlü olma gibi sorumluluklar erkek olmakla özdeştirilir. Kadın ise toplumda itilen karakterdir. Edilgen konumuna getirilen kadının sorumluluğu çocuğuna bakmak, ev işleri yapmak, toplumsal rolleri ise, pasif, anaç, şefkatli, hassas ve itaatkâr olmaktır. Bu sorumluluklar, kadının üzerinde erkeğe oranla daha çok baskı kurar. Çünkü kadının rolleri erkeğe göre yaşamın her alanında daha pasiftir ve kadın erkeğe hizmet etmek için tasarlanmıştır. Bu durum gerek ev alanında gerek iş hayatında birbirinden farksız değildir.
Kadın, tüm bu toplumsal sorumluluk ve rollerle adeta kimliksizleştirilir. Kadının kimliğini yitirmesi ve toplumun şekillendirdiği karaktere dönüşmesiyle kadına ölümcül bir miras kalmaktadır; “kadınlık”.
Ataerkilliğin Mirası: Adaletsizlik
“Erkek” olmak, “kadınlık” içerisinde tanımlanan her türlü gerçekliğin, duygunun ve davranışın toptan reddine dayanır. “Kadınsı” olarak tanımlanan hiçbir özelliğe izin vermemelidir. Toplumda beklenen “erkeklik” biçimlerini sergilemeyen ya da kabullenmeyen kişilerse üçüncü, muğlak ve hastalıklı cinsler olarak yaftalanırlar. Çünkü ideal olan “erkek” toplumda olunması istenen “erkek” ya da “kadın”dır.
Biyolojik erkekliğin dışında hegomonik olan erkeklik, toplumdaki erkeklerin buna göre şekillendiği, bunun için rekabet edeceği bir söylemdir. Bu anlamda özelliklerini koruyamayan, koruyamadığı düşünülen her erkeğin erkekliğinden şüphe edilir. Toplumda erkeklik “dölleyici, koruyucu ve geçindirici” özelliklerin sürdürülmesiyle her defasında yeniden üretilir. Bir “erkeklik sertifikası” olarak görülen sünnet, yine erkeklik ölçütlerinden biri olarak kabul edilen askerlik ile erkeğin kendi rolüne hazırlanması yani “adam” edilmesi gerekir. Örneğin, sünnet küçük erkeğin kendini çevresindekilere ispatlaması, asker ve padişah kıyafetleri altında “erkek” yani adam olmasıdır. Bir erkeğin tüm bunları deneyim edinmesi, iyi ve kötüyle tanışmış olması, bunlar hakkında yorum yapması beklenir. Çünkü daha sonra kendi kümesinin horozu, askeri ve koruyucusu olacaktır. Tüm bu erkeklik ritüellerini bilmeyenin ve yaşamayanın adamdan sayılmadığı toplumda, namus cinayetlerini, aile katliamlarını neden hep erkeklerin işlediğini sormamıza da gerek yoktur.
Erkeklik, sonsuz rekabet ve kişisel bir savaş halidir. Kadınlar içinse yaşam, bir savaş değil, bir savunma, kendini kanıtlama süreci değil, bir koruma sürecidir. Bir kadın eğer toplumun kendisinden beklediği kadınlık biçimini koruyamazsa aşağılanan ve olumsuzlanan bir kadınlığa hapsedilir. Erkek ise erkekliğini koruyamazsa toplum tarafından “hadım” edilir. Ataerkilliğin hem kadın hem de erkek açısından reddedilmesi zorunludur. Ancak bir kez “hadım” edilmekten korkan erkekler, her defasında kadını yok ederek yaşamayı sürdürdüklerinde bu düzen asla değişmeyecektir. Ataerkilliğin bıraktığı miras kadına şiddet kültürü ve katliamlar olarak dönecektir.
Reddi Miras
Yaşadığımız dünyada erkeğin kadına bıraktığı miras sadece mülkü değil, aynı zamanda çalınan bir yaşamdır. Bugüne kadar kadına sözde eşitlik ve adalet sağlamak adına çıkartılan tüm kanunlar da erkeğe hizmet etmiştir. Devlet içinse kadının konumunu iyileştirmek yani “hastalığı” tedavi etmek “hastalığı” ortadan kaldırmaktan çok daha kolaydır. Bu yüzden her alanda ortadan kaldırılması gereken, toplumda “hastalık” olarak görülen hep kadın olmuştur. Bugün farklı mecralarda cinsiyet eşitliğini ya da cinsiyet adaletini tartışanlar, kadının kaybedilen kimliğini, yoksulluğunu ve adaletsizlikleri dillendirmekten ısrarla kaçınırlar. Çünkü onlar erkekleşmişlerdir.
Yaşadığımız dünyada biz kadınlar için görülecek tek bir dava var; özgürlük davamız. Bu davayı devletin adliye saraylarının kapılarında değil erkek-kadın arasındaki mülkiyetli ilişkiyi reddederek, adaletsizliklere karşı koyarak, ataerkil düzene reddi miras diyerek kazanabiliriz. Erkek öldüğünde ortaklık biter, bir miktar mülk kalır geriye ancak erkeklik öldüğünde özgür bir yaşama sahip olabiliriz. Ve geriye onlardan bırakılacak bir şey kalmadığında ancak özgürlüğümüze kavuşabiliriz.
The post “Erkeğin Mirası Erkeğe Adaletsizliği Kadına” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>