The post 1 Mayıs’ın Tarihi: 1886’da Haymarket’te Alevlenen Kıvılcım appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>George Engel
1836 yılında Almanya’nın Cassel kentinde doğdu. Annesini ve babasını küçük yaşta kaybetti. Önce bir ayakkabıcıda çırak olarak çalıştı. 14 yaşındayken Amerika’ya giden gemileri duyduğunda “Amerikan Rüyası” onun için bir umut olmuştu ama 14 yaşındaki hayalini ancak 37 yaşına geldiğinde gerçekleştirebilecekti. 1873 yılının 8 Ocak günü Philadelphia Limanı’na ayak basmış, sonrasında bir şeker rafinerisinde işe girmişti. Hasta olduğu için 1 yıl çalışamamış ve beş parasız, kalacak bir yeri olmadan sokaklarda kalmıştı. İşte o zaman “Amerikan Rüyası” binlerce göçmen gibi Engel için de bir kabusa dönüşmüştü… Çalışmak için Chicago’ya giden ve burada bir vagon üretim fabrikasında işe giren Engel’in eline “Der Vorbote” (Haberci) gazetesi geçer. Bu gazete ile ilk kez patron-işçi kavgasında taraf olmayı seçen Engel ilk başta seçimler yolu ile işçilerin sözlerini dile getirebileceğini düşünür. Fakat kısa zamanda patronların seçimlere nasıl müdahale ettiğini ve şehrin en küçük kasabasından en büyük eyaletine kadar, seçimlerin hile içinde yapıldığını gören Engel’in fikirleri değişmeye başlar. Böylece IWPA’nın (Uluslararası İşçi Halklarının Birliği) bir toplantısına katılır ve Kara Enternasyonel’in Chicago şubesinde örgütlenme çalışması yapmaya başlar. 1876 yılında bir oyuncakçı dükkanı açarak yaşamını devam ettirir. “Günde 8 Saat Çalışma Süresi” için verilen mücadelede de aktif bir şekilde yer alan Engel, 3 Mayıs günü McCormick Fabrikası önünde gerçekleştirilen grevde, polisin Pinkertonlar ile birlikte işçilere saldırdığı sırada sırtına yediği sopayı unutmayacaktı. Haymarket duruşmalarında yoldaşlarına şöyle seslendi Engel:
“İşçi sınıfına sesleniyorum! Artık bizlere açık bırakılan hiçbir uzun yola ve oy sandıklarına inanmıyorum. Zamanı geldiğinde, halkın yükünü dayanılmaz hale getiren yollar ve araçlar üzerine düşünün. Bizim suçumuz budur. Biz insanların kapitalizme karşı mücadelede kendilerini özgürleştirme yollarını ve araçlarını ortaya koyduk. Anarşizm bu yüzden her devlet tarafından nefret ve zulüm görüyor.”
11 Kasım 1887 yılında asılarak katledilmesinden önce yazdığı son mektubunda Engel, “Onlar işçi örgütlenmelerini yasaklayacak, mitinglerimizi dağıtacaklardır. Hapishaneleri işçi mücadelesi verenlerle doldurup sonra onları asacaklardır. Bu da işçilerin eziyetçilere karşı şiddet eylemlerini açığa çıkaracaktır. Ve hiç şüphem yok ki büyük savaş yakında patlak verecektir. Bu yüzden tüm çalışanlar birleşmeli ve son savaşa hazırlanmalıdırlar” diye yazmıştı. İdam sehpasına çıkmadan son sözleri “Yaşasın Anarşizm!” oldu.
Samuel Fielden
1847 yılında İngiltere’nin Lancashire ile Yorkshire şehirleri arasındaki bir kasabada doğdu. 8 yaşındayken ailesinin de çalıştığı pamuk dokuma fabrikasında çalışmaya başladı. Yıllarca İngiltere’de çalışan Fielden, 21 yaşına geldiğinde Amerika’ya gitme kararı aldı. Fielden 1868’de New York’a ayak bastığında cebinde sadece 3 sterlini vardı. İlk olarak bir şapka fabrikasında işe girmiş ancak ücretler çok düşük olduğu için 2 gün sonra işten ayrılmıştı. Burada da dokuma atölyelerinde, demir yolu ve park yapım işlerinde çalıştıktan sonra Chicago’ya geçen Fielden işçiler arasında sürekli IWPA’yı duyuyordu. Sonrasında IWPA’nın düzenlediği konuşmalara gitmeye başladı. Bu konuşmalarda zaman zaman Fielden’da kürsüye çıkarak konuşma yapıyordu. 2 Mayıs günü Fielden’de McCormick Fabrikası önündeki eylemlerde yer almıştı ancak burada konuşmacı değildi. 4 Mayıs günü önce August Spies, ardından Albert Parsons Haymarket Meydanı’nda işçilere seslendikten sonra kürsüye Samuel Fielden çıkarak konuşmasını gerçekleştirmişti. Konuşmasının sonlarına doğru geldiğinde polislerin işçilere yöneldiğini görmüştü, polis şefi John Bonfield’in işçilere “Dağılın!” diye bağırdığını görmüş, kürsüden yavaşça aşağı inmişti. Bu sırada patlama ve silah sesleri duyulmaya başlamıştı. Samuel Fielden da bir polis tarafından bacağından vurulmuş ve yaralı bir şekilde meydandan uzaklaşmıştı. Samuel Fielden, bir gün sonra yakalanarak Haymarket Mitingi’nden dolayı mahkemeye çıkarıldı.
“Burada anarşizm için yargılananlara, tanık kürsüsünden devrimci olup olmadıkları soruldu. Genellikle entelektüel insanlar arasında devrimci olmak pek suç sayılmaz. Ama bir devrimci fakirse, bu suçtur!”
Samuel Fielden 15 sene hapis cezası aldı. 1893 yılında ise Illinois Valisi tarafından Oscar Neebe ve Michael Schwab ile birlikte haklarındaki suçlamalar düşürülerek serbest bırakıldı. 7 Şubat 1922 Orlando’da yaşamını yitirdi.
Adolph Fischer
1858 yılında Almanya’nın Bremen kentinde doğdu. 8,5 yıl Bremen’de okuduktan sonra 15 yaşında ABD’ye gitti. Yeni kıtaya gelir gelmez matbaalarda çırak olarak çalışan Fischer, sonrasında matbaa makinalarında dizgici olarak çalıştı. 1883’de Chicago’ya gelen Fischer burada Arbeiter Zeitung’un (İşçi Gazetesi) dizgicisi olarak yaşamını sürdürdü. IWPA’nın yanı sıra işçi öz savunma örgütlerinin de içerisinde yer aldı. Haymarket Mitingi sonrasında yazdığı mektupta:
“Kapitalistler 8 saatlik çalışma süresini kabul etmektense milyonlarca dolar kaybetmeyi göze alırlar. Oysaki toplumsal sorunun çözümü barışçıl olsaydı buna en çok sevinen anarşistler olurdu.” diye yazmış ve “Bu kıtada köleliğin kaldırılması için korkunç savaşlar oldu, Avrupa’da reformlar bile hiçbir zaman silah gücü olmadan gerçekleştirilmedi.”, “Uzakta bulutlar görünüyorsa arkadaşıma şemsiye taşımasını tavsiye ederim bu yüzden ıslanmayacaktır. Ama yağmurun sebebi ben miyim? Hayır! Öyleyse açıkça söylemeliyim ki bu ücretli köleler kapitalist esaretten ancak silah gücü ile çıkabilirler.” diye eklemişti. Fischer, Haymarket Mitingi sırasında kürsünün hemen yanında duruyordu. Yağmur başlamıştı, Samuel Fielden’in konuşmasının sonu gelmişti. Fischer kürsünün arkasında bulunan dükkanın içerisine girdiği sırada polis saldırıya geçmiş ve o sırada bomba atılmış, silah sesleri duyulmuştu. Saldırı sonrası dükkandan çıkan Fischer detayları ertesi gün gazetede öğrenmiş ve her zamanki gibi sabah erkenden Arbeiter Zeitung ofisine gittiğinde tutuklanmıştı.
Mahkeme heyetine şöyle seslendi:
“Burada cinayetten yargılandım ama anarşizmden hüküm giydim. Anarşist olduğum için mahkum edildim. Eğer egemen sınıflar bizi asarak, birkaç anarşisti asarak anarşizmi ezebileceklerini düşünürlerse fena yanılırlar. Anarşistler, ilkelerini yaşamlarından daha çok severler. Anarşistler, düşünceleri için ölmeye her zaman hazırdır.”
Fischer 11 Kasım 1887’de, asılmadan önce yazdığı son mektupta “Kapitalist basının kiralanmış editörleri gibi gerçekleri yok etmek için para ödenen profesyonel yalancıları ikna etmenin imkansız olduğunu biliyorum. Ancak emek dergilerinin editörlerine ve tüm dürüst ve zeki emekçilere, kapitalist basının anarşizm doktrinlerine karşı gülünç tutumunu taklit etmemelerini -çünkü bugüne kadar durum böyle oldu- ve anarşizmi kapsamlı bir çalışma nesnesi haline getirmelerini diliyorum” diyecekti. İdam sehpasına çıkmadan son sözleri “Yaşasın Anarşizm!” oldu.
Louis Lingg
1867 yılında Almanya’nın Mannheim kentinde doğdu. Babası gibi ilk önce kereste atölyesinde çalıştıktan sonra Bern’e geçti. İsviçre’de iki farklı şehirde işçi derneklerine katılan Lingg, bu derneklerde sosyal demokratlarla anarşistlerin fikirsel tartışmalarını gördü ve anarşistlerin propagandalarından etkilendi. O sıralar Almanya’da 3 yıl olan zorunlu askerlikten kaçan Lingg, bir şehirde uzun süre kalamıyordu. Bu süreçte birçok farklı örgütlenmeyle temas kurma imkanı bulan Lingg, bu dönemleri ve sosyal demokratlarla yaşanan fikirsel tartışmaları şöyle anlatıyor:
“Örgütlü hayatımın bu döneminde deneyimlerim bana merkezi bir örgütte temsili bir sistemle tüm güç ve faaliyetlerin azınlığın elinde toplandığını ve bu yüzden bu otoriter örgütlenmelerin, işçiler kitlesel bir şekilde örgütlendiğinde bile yetersiz, kayıtsız, yolsuzluğa ve aptal olmaya meyilli olduğunu gösterdi.”
Devrimci faaliyetleri nedeniyle Zürih polisinin dikkatini çeken Lingg, çalıştığı bir iş yerinde patronu tarafından -asker kaçağı olması sebebiyle- polislere şikayet edilmekle de tehdit edilmişti. Lingg anarşist arkadaşlarıyla konuşup Amerika’ya gitmenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdi. 1885’te New York’a gitti ve oradan direk Chicago’ya geçti. Chicago’da marangoz olarak işe başlayan Lingg “Uluslararası Marangozlar ve Doğramacılar Birliği”ne katıldı. Yoğun iş saatlerinin sonunda Birliğe giderek işçilerin örgütlenmesi için konuşmalar yapıyor, fikirlerini savunuyor, diğer işçilerle tartışıyordu. İyi bir ajitasyoncu olarak işçi örgütlenmelerinde öne çıkınca Birlik adına “Merkezi İşçi Sendikası”na delege olarak seçildi. Marangozlar Birliği “günde 8 saat” şiarıyla örgütlenerek eylemlere tüm üyeleriyle kalabalık şekilde katıldı. 3 Mayıs’taki McCormik Fabrikası önündeki saldırıda Lingg, polislere karşı en ön safta çatışmış ve kafasına defalarca polis copu yemişti. Haymarket duruşmalarında mahkemeye açık açık meydan okuyordu Lingg:
“Size açıkça söylüyorum, ben şiddet yanlısıyım. Eğer bizim üstümüze top atarlarsa, biz de onlara karşı dinamit atarız. Ben bu düzenin düşmanıyım, açıkça söylüyorum; bütün gücümle, son nefesime kadar onunla savaşacağım. Daha önce yüzbaşıya da söyledim, sözlerimin arkasındayım. Bize top atarsanız biz de size dinamit atarız.
Gülüyorsunuz! Belki artık dinamit atamayacağımı düşünüyorsunuz. Ama emin olun ki ölüme mutlu gidiyorum. Çünkü biliyorum ki bugüne kadar konuştuğum binlerce insan sözlerimi hatırlayacaktır. Ve bizi astığınız an onlar sizi bombalayacak.
Bu sebeple size sesleniyorum. Sizin düzeninizi tanımıyorum, zorba yasalarınızı, iktidarınızı, otoritenizi, tahakkümünüzü aşağılıyorum. Bu yüzden asın beni!”
Lingg tutsak alındığı süreçte yazdığı son mektubunda şöyle diyordu “Şu anda demir parmaklıklar arasında hapsedildim ve sırf eğlence olsun diye bu “özgürlüğün ülkesi ve cesurların evi” üzerine düşünebilirim. Neyse ki burada hala bu toprakların özgür olduğuna inanan aptal ya da alçaklardan yok. Benim inancım her akıllı ve dürüst insanın, Amerika’nın polis despotizminin evi ve tamamen kapitalist zulüm ülkesi olduğunu kolaylıkla kabul edeceğidir.”
Lingg 10 Kasım 1887’de yoldaşları asılarak katledilmeden bir gün önce, tam olarak belirlenmese de muhtemelen görüş sırasında arkadaşi Miller tarafından içeri sokulan bombayı patlatarak hücresinde intihar etti.
Oscar Neebe
1850 yılında ABD’nin New York kentinde doğdu. Ailesi eğitim için Neebe’yi Almanya’ya gönderdi. Eğitimini tamamladıktan sonra 14 yaşında ABD’ye geri döndü. 16 yaşında çalışmak için Chicago’ya gitti. Burada ilk önce garsonluk, sonra barmenlik yaptı. Barmenlik sırasında McCormick Fabrikası işçileri ve ustabaşları sık sık çalıştığı yere gelirdi. Neebe bu iş yaşantısı döneminde işçileri gözlemleme fırsatı bulmuştu. Bazı işçilerin para karşılığı ustabaşlarına ispiyonculuk yaptığını, ustabaşların patronlara yalakalık yapmak için “huzursuzluk” çıkaran işçilerin adlarını listelediklerine şahit oldu. 1868 yılında New York’a geri döndü. Burada bir kalaycının yanında işe girdi. Daha sonra süt güğümü üreten bir atölyede çalışmaya başladı. Burada işçilere ödenen -süt güğümünün satış fiyatı artmasına rağmen- ücretler düşürülünce işçilerle birlikte grev örgütledi. Fakat patronun tehditleri işçileri korkutmuş, hepsi geri adım atmıştı. Neebe bunu kabullenemeyerek işten ayrıldı. New York’tan önce Philadelphia’ya geçti, burada iş olanakları azdı ve şehir pahalıydı. Bu yüzden buradan tekrar Chicago’ya geçti. Chicago’da iş çoktu ama ücretleri azdı. Burada farklı farklı yerlerde işe girdi, bazı patronlar maaşlarını ödemediğinde ufak direnişlerle tüm işçilerin maaşlarının ödenmesini sağladı. IWPA’nın kuruluşunda yer aldı, Arbeiter Zeitung’da yazılar yazdı. Haymarket Mitingi sonrasında tutuklananlar arasındaydı. Mahkemede şöyle dedi:
“Arbeiter Zeitung’u çıkardım ve Chicago işçilerine dağıttım. İşlediğim suç budur: ‘Bugün hala yaşayacak olan bir işçi gazetesi kurmaya çalışmak’. Bundan gurur duyuyorum.”
Hakkında elle tutulur bir delil yoktu, “bir tanığın” McCormick Fabrikası önündeki saldırıdan sonra dağıtılan “İntikam” bildirisini Neebe’nin dağıttığını söylemesiyle 15 yıl istemiyle hapse atıldı. 1893 yılında Samuel Fielden ve Michael Schwab ile birlikte serbest bırakıldı. 1905’te IWW’nin kurulmasında yer aldı. 1906 1 Mayısı’nda Chicago’da bir konuşma yaptı. 22 Nisan 1916’ta 65 yaşında yaşamını yitirdi.
Albert Parsons
1848 yılında ABD’nin Montgomery şehrinde doğdu. 9 erkek 1 kadın kardeşi olan Parsons 2 yaşında annesini, 5 yaşında da babasını kaybedince çocuk yaşta çalışmaya başladı. İlk olarak Daily News gazetesinin kağıtlarını taşımak için çırak olarak işe girdi. Burada gazetelere aşina olmaya başlamıştı. Birkaç yerel gazetede çalıştıktan sonra 1869’da Houston’da Daily Telegraph muhabiri olarak at sırtında çalışmaya başladı. 1870 yılında Birleşik Devletler İç Gelirler Dairesi’ne denetçi asistanı olarak atandı. Bir sene sonra Teksas Eyalet Senatosu’nda sekreterliğe seçildi.
İyi bir maaşla hızla yükselirken 1873 yılında ise düşüncelerini, para kazanmaya tercih ederek istifa etti. Bu sıralarda Afro-Amerikalılar için eşit hakları savunan “Spectator” dergisini çıkarmaya başladı. Teksas’ta, Meksikalı köle bir ailenin kızı olan, sonraları anarşizm mücadelesi içerisinde adına sık sık rastlayacağımız Lucy del Gather (Lucy Parsons) ile evlendi. Teksas’ta bir köle ile evlendiği için Ku Klux Klan tarafından tehdit edilen Albert Parsons, Lucy Parsons ile birlikte Chicago’ya gitti. Endüstriyelleşmeyle emek sömürüsünün burada hat safhaya ulaştığını gördü ve kendisini emek mücadelesi içerisinde konumlandırma kararı aldı.
İşçi dernekleri içerisinde aktifleşmeye başladı. Burada demokrat çizgideki sosyalistlerle radikal, anarşist düşünen sosyalistler arasındaki fikirsel ayrılmaları görerek tarafını seçmeye başladı. 1877’de 30 bin kişilik büyük demiryolu grevi gerçekleştiğinde, Parsons ilk kez bu kadar büyük bir kalabalığa seslenmişti. Ertesi gün daha yeni işe girdiği Times’in ofisine gittiğinde yaptığı konuşmadan dolayı kovulduğunu gördü. Aynı gün, yaptığı konuşma yüzünden polisler tarafından sorguya çekildi. Polis şefi, sorgudan bırakıldığı sırada Parsons’a “Chicago’dan gitmesinin onun için daha hayırlı olacağını yoksa bir ara sokakta suikaste uğrarsa bundan kimsenin sorumlu olmayacağını” söyleyerek tehditler savurmuştu. Tutuklanmamasına rağmen ertesi gün tüm gazeteler Parsons’tan “Demiryolu işçilerini kışkırtan kişi tutuklandı.” diye bahsediyordu. Üye olduğu sendikaya gittiğinde de bir daha sendikaya gelmemesi için tehdit edilmişti. ABD’de o zamanki sendikaların birçoğu iş bulma bürosu gibi işliyordu. Sendika başkanları, yöneticileri dolgun maaşlar alıyor ve bunun karşılığında işçi grevlerini engelliyorlardı. Bu yüzden işçiler birkaç sendika dışında ya işçi gazeteleri çevresinde ya da işçi birlikleri kurarak örgütleniyorlardı.
Ertesi gün demiryolu işçilerinin mitingine saldıran polis, mitingin yapılmasını engelledi. Parsons 1878’de Sosyalist İşçi Partisi’ne delege olarak seçildi, mücadelesinin bu döneminde, yerel meclislerde yasalar geçirerek işçilere mevziler kazandıracağını umuyordu. Fakat kendisinin, meclislerde işçileri şiddetten koruyan değil hakları için direnen işçileri suçlayan yasalara engel olamadığını gördü. Hatta partinin benzer konularda (şiddetsizlik) kapitalistlerle uzlaştığını da görünce bu hareketten 1880 yılında ayrıldı.
Sonrasında “günde 8 saat” şiarıyla başlayan bir mücadele girişimine dahil oldu. Bu mücadele 1883 yılında IWPA olarak Kara Enternasyonel’in ABD seksiyonunun kurulmasıyla devam etti. Parsons da “Amerikan İşçilerine” isimli manifestoyu yazanlar arasındaydı. IWPA örgütlenmesi dışında 1 Ekim 1884 yılında “The Alarm” isimli anarşist gazeteyi çıkarmaya başladı. Chicago’da kısa sürede 15.000 tiraja ulaşan ve “Ekmek için Mücadele, Yaşam İçin Mücadeledir” mottosuyla çıkarılan The Alarm şöyle sesleniyordu Amerika’daki işçilere:
“Erkekleri, kadınları ve binbir zahmetle büyütülen çocukları köleleştiren, onları ezen sisteme ve yardakçılarına ölüm!”
Parsons “Hükümetler kölelik için vardır, özgür insanlar kendilerini yönetebilir.” demiş ve “Anarşistler toplumsal devrimin koruyucularıdır.” diye ekleyerek anarşist ilkelerle ilerleyen bir toplumsal devrimin savunucusu olmuştur. Albert Parsons 1 Mayıs günü Chicago’dan ayrılmıştı, Ohio’da düzenlenen mitingin konuşmacısıydı. 1 Mayıs günü tüm ABD’de “günde 8 saat” şiarıyla mitingler ve toplantılar düzenlenmişti ama mücadelenin en kalabalık noktası Chicago’ydu. 4 Mayıs günü Chicago’ya geri döndüğünde 3 Mayıs’ta McCormick Fabrikası önünde işçilere polisin saldırdığını ve ölen işçilerin olduğunu öğrenince doğrudan Arbeiter Zeitung’un ofisine giderek Haymarket Mitingi’nin planlamalarına katıldı. Haymarket Mitingi’ne eşi ve iki çocuğu ile gelen Parsons, konuşmasını yapıp kürsüden inmişti. Sıra Fielden’daydı ve kürsüye çıkarak konuşmasına başlamıştı. Kürsü dediğimiz de esasen bir tren vagonuydu. Polis saldırıya başladığında daha bomba atılmadan eşinin ve çocuklarının yanına koşup onları Haymarket Meydanı’ndan dışarıya çıkarmak için harekete geçmişti ki tam bu sırada polislere doğru bomba atılmıştı. Parsons ertesi gün Chicago’yu terk etti. 2 ay boyunca Chicago gazeteleri edinerek yazılanları takip etti. Kendisinin de atılan bombanın faili olarak arandığını görünce diğer arkadaşlarıyla beraber davasını savunmak için trenle Chicago’ya geri döndü. Haymarket Mitingi’nden 2 ay sonra hapishanede Fielden, Spies, Engel, Fischer, Lingg, Neebe ve Schwab yoldaşlarının elini sıkarak onların yanındaki yerini almıştı. 1886 yılına kadar onlarca grevin örgütleyicisi olan Albert Parsons, mahkemede açıkça “Vermeyecekler, alacağız!” diyordu:
“Sermaye, ücretli kölelerin ekonomik kurtuluşunu sessizce ve barışçıl bir şekilde vermeyecek. Kapitalistler, dünya işçilerini silahlı devrime zorlayacaklar. Devrimciler bu gerçeğe dikkat çekiyor ve işçileri kaçınılmaz olana hazırlanma konusunda uyarıyor.”
Özür dilemesi karşılığında affedileceği söylenen Albert Parsons şöyle karşıladı bu teklifi:
“Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Cani olduğum için değil, işçi olduğum için asılacağım.”
14 Eylül 1887’de Lucy Parsons’a şöyle yazıyordu:
“Bu sabah idam kararımız, dünyanın tüm tiranları tarafından, Chicago’dan St. Petersburg’a kadar kutlanacak. Bununla birlikte ölümümüz, nefretin, kötülüğün, ikiyüzlülüğün, yasal cinayetin, baskının ve insanın insan üzerindeki hakimiyetinin çöküşünün habercisidir. Dünyanın ezilenleri yasal zincirlerinde kıvranıyorlar. Dev işçi uyanıyor. Sersemlikten kurtulan işçiler, kasırgadaki sazlıklar gibi olan zincirlerini koparıyor. Hiçbirimizin patlamayla ilgisini kanıtlayacak bir delil yoktu ama bunun ne önemi var. Ayrıcalıklı sınıf kurban istiyor. İnsanlara, bir halk kadınını, seni miras bırakıyorum. Senden bir isteğim var. Arkamdan ağlamayın, ben sizi toplumsal devrim davasını büyütmeye mecbur bırakıyorum. Hücremde bağırıyorum. Özgürlük, Adalet, Eşitlik!”
11 Kasım 1887’de asılmadan önce yazdığı mektupta şöyle diyecekti Parsons; “Siz zenginler, şimdi gidin de başınıza gelecek sefaletler için ağlayın ve feryat edin. Zenginlikleriniz (servetiniz) çöktü ve elbiselerinizi güveler yedi. Altınlarınız ve gümüşleriniz bozulmuş(paslanmış); ve onların pası size karşı tanık olacak; ve bedenlerinizi bir ateş gibi yiyecek.”
İdama giderken okuduğu şiirse şöyleydi:
“İster yüksek bir darağacında olsun
İster bir savaş kamyonetinde
İnsanın ölebileceği en asil yer
İnsanlık için öldüğü yer.”
Michael Schwab
1853 yılında Almanya’nın Bad Kissingen Kasabası’nda doğdu. 13 yaşında annesi ve hemen ardından babası ölünce borçlarına karşı evleri satıldı. Kardeşiyle beraber amcasının yanında kalmaya başladılar. 1869 yılında bir mücellitçiye çırak olarak işe girdi. Sonrasında çekirdekten yetişen bir mücellitçi olacaktı. Schwab mücellitçide çalışırken bir hukuk öğrencisi dükkana girdiğinde Schwab’a dönüp “Sen sosyalist mi olacaksın?” diye sormuştu, Schwab ise “Bilmiyorum, tam olarak sosyalist nedir ki?” cevabını vermişti. Ama bu kelime Schwab için bir fikirsel kapıyı aralamış, toplumcu fikirlerle haşır neşir olmaya başlamıştı.
İlk olarak bir işçi derneğine üye olmuştu. Burada demokratlarla, merkezi örgütlenmeyi savunan sosyalist fikirlerdeki kişilerle tanıştı. Fakat merkeziyetçi işçi dernekleri sürekli bölünüyordu ve mücadeleye zarar veren kulislere şahit oldu. Bu yüzden sürece fazla dahil olmadı. Birkaç arkadaşıyla birlikte önce İsviçre’ye, sonra tekrar Almanya’ya döneceği bir yolculuğa çıktı. Bu yolculukta kısa süreli işlere girdi. Yanında taşıdığı sosyalist bildirileri gittikleri köylerdeki insanlara bırakıyor, hatta kendileri elle yazarak çoğaltıyor ve işyerindeki işçilere dağıtıyorlardı. Almanya’da da işçi dernekleri arasında “günde 8 saat” talebi dillerdeydi ama çalışma koşullarının günde 12-14 saati bulduğu iş yerleri vardı. “Günde 8 saat”, işçiler için hayalden bile uzak olarak görünüyordu. Schwab, 1879’da New York’a gitti. İlk olarak Chicago’ya geçti. Burada bir süre işçi hareketinden uzak durup -bir an önce- İngilizce öğrenmeye odaklandı. 2 sene boyunca farklı işlerde çalıştı. Chicago’dan sonra birçok farklı şehri dolaştı ve sonrasında yine Chicago’ya döndüğünde Arbeiter Zeitung’a ilk olarak çevirmenlik yaparak dahil oldu. Sonrasında da Arbeiter Zeitung editör yardımcısı oldu. 1883 yılında IWPA’nın kuruluşunda yer aldı. Haymarket Mitingi sırasında meydanda değildi. Tam o sırada Arbeiter Zeitung ofisine gelen, başka bir atölyede greve çıkan işçilerle görüşmeye gitmişti. Çıkarıldığı mahkemede şöyle demişti:
“Anarşi kelimesini şiddetle eş anlamlı kullanmak tamamen yanlış. Şiddet bir şeydir ve anarşi başka bir şeydir. Günümüz toplumunda şiddet her yerde kullanılmaktadır. Bu nedenle şiddeti, yalnızca şiddete karşı bir savunma aracı olarak savunduk. İdeallerimizin bu yıl veya gelecek yıl gerçekleşmeyeceğini biliyorum. Ama gelecekte, çok yakın bir gelecekte mümkün olacağını, gerçekleşeceğini biliyorum.”
Schwab, Fielden ile birlikte ömür boyu hapis cezası aldı. 1893 yılında Samuel Fielden, Oscar Neebe ile birlikte serbest bırakıldılar. 1898 yılında yaşamını yitirdi.
August Spies
1855 yılında Almanya’da Landeckerberg’in bir dağ köyünde doğdu. 1872 yılında babasının ölümü üzerine eğitimini yarıda bırakıp 17 yaşındayken Amerika’ya gitti. İlk önce bir mobilya atölyesinde çalıştı, sonrasında küçük bir çiftlikte işe girdi. Çiftçilerin kazançları işçilerden daha kötü durumdaydı, bu yüzden Chicago’ya geçmek durumunda kaldı. Bu yaşına kadar ideolojik bir kitap eline geçmemişti. Fakat Aristoteles’in bir kitabını okumuş ve etkilenmişti. 1875’te Illinois’te İşçi Partisi’nin bir toplantısına katıldı. Bu yıllarında işçilerin siyasete girmesini olumlu görüyordu, hatta birkaç seçimde yerel mecliste adaylar için çalışma yapmıştı. Fakat hileler, çalınan oy pusulaları, satılan senatörleri gördükçe seçimlerin bir oyalamaca taktiği olarak kullanıldığını anladı ve İşçi Partisi çevresinden uzaklaştı. 1876 yılında Chicago’da kendisi küçük bir mobilya atölyesi açtı ve yaşamını devam ettirmeye çalıştı. 1880’de Arbeiter Zeitung’a katıldı ve burada faaliyet yürütmeye başladı. 1883 yılında IWPA’nın kurulduğu Devrim Kongresi’nin örgütlenmesinde yer aldı. 1884’te Arbeiter Zeitung’un editörü oldu. Bu gazetenin 1 Mayıs 1886’da 8 Saat Grevi’ne çağıran baş yazısının altında onun imzası vardı:
“Cesurca ileri! Çatışma başladı. Kapitalizm kaplan pençelerini düzenin surlarının arkasına saklıyor. İşçiler, parolamız şudur: Uzlaşmak yok! Korkaklar arkaya! Cesurca en öne! Bu, tarihi önemi gelecekte anlaşılacak ve takdir edilecek ilk 1 Mayıs’tır!”
3 Mayıs’ta McCormick fabrikası önündeki arsada öldürülen grevci işlere de seslenmişti Spies. Haymarket Mitingi’nde konuşmacı olduğundaysa bomba patlamadan önce “Bir arada olmalıyız, sendikalarda örgütlenmeliyiz, yoksa asla başaramayız!” diye haykırıyordu kürsüden.
Haymarket duruşmalarında mahkemeye şöyle seslendi:
“Savcı Grinnel jüriye göz kırparak 7 polis öldü dedi. Bizi de buraya 7 kişi getirdiniz. Eğer bu hesapla asılacaksak bunu bize söyleyin. Bütün dünya, tüm dindar Hristiyan alemi, Gould’lar, Vanderbit’ler, Stanford’lar, Field’ler, Armour’lar ve tüm para fareleri bilsin; bunlar benim fikirlerim. Ve adalet ve özgürlük benim vücudumun bir parçasıdır. Ben bu fikirleri vücudumdan atamam. Yapabilseydim de yapmazdım. Ve her geçen gün güçlenen bu fikirleri yok edebileceğinizi düşünüyorsanız, bizi dar ağacına göndererek ezebileceğinizi düşünüyorsanız, eğer bir kez daha insanları doğruları söyledikleri için ölümle cezalandıracaksanız, eğer gerçeği söyleyenlerin cezası ölümse, o zaman gururla meydan okuyarak bu pahalı bedeli ödeyeceğim. Çağırın celladı! Bizden önce bu yolda yürüyen Sokrates’te, Giordano Bruno’da, Huss’ta, Galileo’da çarmıha gerilen hakikat hala yaşıyor. Biz onları takip etmeye hazırız.”
11 Kasım 1887 günü yoldaşlarıyla beraber asılarak katledilmeden hemen önce son sözü “Sessizliğimizin sizin bugün boğduğunuz seslerden çok daha güçlü olduğu bir gün gelecek. Yaşasın Anarşizm!” olacaktı.
“Amerikan Rüyası”
Coğrafi keşifler, dünya ticaret yollarının değişmesi, Avrupa’da başlayan siyasi devrimler ve endüstri devrimi… Hepsi birbirinin peşi sıra dünyayı değiştiriyordu. İmparatorluklar şekil değiştirmiş, yöneticiler farklı şekillere bürünmüştü ama dünya düzeni yine sömürü üzerine kuruluydu. Hatta bu sefer endüstrinin gücünü de arkalarına aldıkları için sömürü hat safhaya ulaşacaktı. Amerika’daki anarşistlerin çoğu 19. yüzyılın ortalarında Avrupa’dan çalışmak için ABD’yi tek seçenek olarak gördüklerinden bu kıtaya ayak basmışlardı. Çünkü toprağı işleyebilmek için artık çiftçilere gerek duyulmuyordu, onlar -zaten toprak sahibi olamadıkları için- endüstrinin biçerdöverlerinin altına atılmıştı. Bir kuşak, tek çalışma olanağını ABD’de bulacakları umuduyla buraya akın etmişti.
Amerika’daki işçi hareketinde I. Enternasyonal’in etkisi çok büyüktü. Bakunin-Marks ayrışması birçok coğrafyada anarşist hareketlerin belirginleşmesiyle sonuçlanmıştı. Başlangıçta Enternasyonal’le yollarını ayıran anarşistler, St. Imier Kongresi’yle yeni bir Enternasyonal örgütlenmesi oluşturmuşlardı. Sonrasında “International Working People’s Association” (IWPA) yani Kara Enternasyonal olarak da bilinen Uluslararası İşçi Halklarının Birliği 1881’de Londra’da kurulmuştu.
Kara Enternasyonal ABD’de
IWPA’nın Chicago’daki şubesi 1883 yılında August Spies ve Albert Parsons’un dahil olduğu anarşistlerce kuruldu. Johann Most birlik kuruluşunda olsa da çıkardığı gazete “Freiheit” (Özgürlük) çevresinden Benjamin Tucker süreçten uzak durmuştu. ABD’de IWPA’ya bağlı olarak Kara Enternasyonal’in sesini duyuran sekiz gazeteden beşi Chicago’da yayınlanıyordu. Bu gazeteler Almanca günlük yayınlanan Arbeiter Zeitung (İşçi Gazetesi), Der Vorbote (Haberci), Der Fackel (Meşale) ayrıca Çekçe yayınlanan Budoucnost (Meşale) idi. Ayrıca 1884’te İngilizce olarak çıkarılan The Alarm da bu gazetelerdendi. 1886 yılında “Anarşist” isimli bir gazete Adolph Fischer ve George Engel tarafından Haymarket Mitingi’ne kadar yayınlanmıştı. Anarşistlerin Kara Enternasyonal çevresinde çıkardıkları gazetelerin günlük tirajları toplamda 30 bin civarındaydı.
IWPA, başta Chicago olmak üzere Denver, Colorado, Boston, Kansas, San Fransisco eyaletlerinde örgütlüydü. İşçi mücadelesinin en güçlü olduğu yer olan Chicago, aynı zamanda ABD anarşizminin de en güçlü olduğu yerdi. Enternasyonal’in Amerika’daki üye sayısı ortalama 6000’ken Chicago’daki anarşistlerin sayısı yaklaşık 3000’di. Çoğu Alman, Avusturyalı göçmenlerden oluşuyordu. Avrupa’da işçi hareketleri içerisinde doğan anarşizm, farklı dillerde çıkarılan onlarca periyodik yayın ve Amerika’nın dört bir yanına yayılmış onlarca örgütlenmeyle Amerika’nın sendikal mücadelesinin ve işçi hareketinin tartışmasız taşıyıcılığını yapıyordu.
Chicago’da anarşistler, örgütlendiği sendikalarda işçi meclislerini ve özyönetimi savunuyorlardı. Bu “Chicago fikri”ne sonraları anarko-sendikalizm dendi ve anarşist hareketin bir parçası oldu. Özellikle Chicago’da anarşistler, iş saatlerinin azaltılması gibi talepleri, kapitalist ekonomik yapının temelden değiştirilmesine kadar vardıran toplumsal devrim algısını yaygınlaştırmıştı.
Günde 8 Saat
ABD’de gerçekleşen en kalabalık işçi eylemlerinden biri 1877’deki Demiryolu Grevi’ydi. Bu grevin kitleselliği patronların gözünü korkutmuştu. Artık ufak tefek işçi toplantılarına bile tahammül edememelerine neden oldu. İşçi hareketi de verdikleri mücadelenin “sıkılmış güçlü bir yumruk gibi” kapitalistlerin suratına patlayabileceğini görmüş olacaktı…
Amerika’ya ayak basan Avrupalı işçiler, patronlar tarafından ilk üç sene yolunacak kaz gibi görülüyordu. Henüz dillerini de konuşamadan fabrika ve atölyelerde düşük ücretle, ağır koşullarda 14 saate kadar çalıştırılıyorlardı, çalışma saati düşük olan bazı iş kollarında ise 3 ay çalışan işçi sakatlanma durumunda kalacak kadar sağlıksız koşullarda çalışıyordu. Bir göçmen işçi için -özellikle kışın donmamak için- kalacak yer bulmak çok önemliydi ancak zordu. Kazandığı para kaldığı odaya ve yediği yemeğe ancak yetiyordu.
1885-1886 arasında “günde 8 saat” söylemi işçiler arasında el altından dillendiriliyordu. Anarşistler, içerisinde oldukları Merkezi İşçi Sendikası (CLU), İşçi Meclisleri, Emek Şövalyeleri (Knights of Labor)’in içerisindeki sendikaları harekete geçirerek 1 Mayıs’ı genel grev ilan etmişlerdi. Sadece Chicago’da 60 bine yakın, tüm ABD’de ise 250-300 bin civarı işçi genel greve katılmıştı. Kereste taşıyıcıları, metal işçileri, yük taşıyıcıları, bira üretim işçileri, paketleyiciler, marangozlar, döşemeciler, terziler, fırıncılar, hatta dükkanlarda çalışan satıcılar ve katipler bile sokaklara dolmuştu. 8 saat eylemlerinin merkez üssü olan Chicago’da IWPA 80 bin kişilik bir yürüyüş düzenlemişti. Anarşistlerin tek talebi günde 8 saat maksimum çalışma süresi değildi, saatlik ücretlerin arttırılmasını da istiyorlardı. Bu, patronlar için kabul edilmesi mümkün görünmeyen bir talepti.
Anarşistler işçi hareketini, toplumsal devrimi amaçlayan bir şekilde “günde 8 saat” şiarı üzerinden ilerletiyorlardı. Albert Parsons Ağustos 1885’te yaptığı bir konuşmada günde 8 saat talebini dillendirmenin boşa vakit kaybı olduğunu söylemişti. Ama bu söylemle başlayan bir işçi hareketi toplumsal devrim için bir ivme yaratabilirdi. Fielden ise bir konuşmasında “8 saat çalışmak da köleliktir, 2 saat çalışmak da. Emeğin özgürleşmesinin tek yolu özel mülkiyeti ortadan kaldırmak, dolayısıyla kapitalizmi ortadan kaldırmaktır.” diyordu. “Günde 8 saat” talebi 1938’de, Haymarket İsyanı’ndan elli iki yıl sonra, ABD’deki iş günleri, Adil Çalışma Standartları Yasası tarafından yasal olarak sekiz saat yapılacaktı. Çünkü toplumsal bir devrime yol açmayacak bir “günde 8 saat”, onlar için de gerekli bir dönemde makul olabilirdi. Ama 1886’da hayır! Patronlar için makul değildi!
McCormick’te Polisler ve Pinkertonlar “Görev” Başında
3 Mayıs günü McCormick Fabrikası’nda işçiler grevlerini sürdürürken polis, grev kırıcıları fabrikaya sokmak ister. McCormick’in mesai saatini bildiren sireni çalmaya başlayınca işçiler fabrikanın çalışmasına izin vermemek için buna engel olmaya çalışır. Polis ve grev kırıcıları getiren Pinkerton ajanları işçilere saldırır. Polisin silahlarla saldırdığı kalabalıkta 4 işçi ölür ve yüzlerce işçi yaralanır. Saldırı sonrası Arbeiter Zeitung ofisine giden anarşistler, burada Almanca ve İngilizce “İntikam” başlıklı ve “Kardeşlerin” imzalı bir bildiri basarlar. Bildiride işçilere şöyle seslendiler:
“İşçiler, Silahlanın! Yoksul işçileri öldürdüler. Çünkü onlar sizin gibi, yüce patronlarının sözlerine itaat etmeme cesaretine sahipti. Onları öldürdüler çünkü size, ‘özgür Amerikan vatandaşlarına’, patronlarınız size her ne lütfederse bundan memnun olmalısınız yoksa siz de öldürülürsünüz demeleri gerekiyordu. Eğer siz, sizleri özgürleştirmek için kanlarını döken büyük atalarınızın çocuklarıysanız kendi gücünüzde yükselir, sizi yok etmeye çalışan bu iğrenç canavarları yok edersiniz. Silah başına, sizi çağırıyoruz, silah başına!”
Bu bildiri aynı gün tüm Chicago’da dolaşmaya başladı ve ertesi sabahsa tüm duvarlarda 4 Mayıs günü Haymarket Meydanı’nda düzenlenecek mitingin çağrısı vardı. McCormick saldırısı sonrasında yayınlanan “İntikam” bildirisi çok beklenmedik bir tonda sert değildi. Çünkü The Alarm gazetesi 1 Mayıs günü yayınladığı sayısında da aynı başlıkla bir çağrı dile getirmişti;
“İşçiler Silahlanın!
Saraya Savaş, İşçi Evlerine Barış ve Lüks Aylaklığa Ölüm.
Dünyadaki ıstırabın tek sorumlusu maaş sistemidir. Zengin sınıflar tarafından destekleniyor, onlar ya çalışmaya zorlanmalıdır ya da ölüme!
Birazcık dinamit bir sürü oy pusulasından iyidir.
Ellerinizde kapitalizmin av tazılarını -polis ve asker- gerektiği gibi karşılamak için silahınızla 8 saat çalışma talebinizi haykırın.”
Haymarket Mitingi
McCormick Fabrikası’nda işçilere saldırılması üzerine Haymarket Meydanı’nda düzenlenen mitinge yaklaşık 3 bin işçi katılmıştı. Hava kapalı ve yağmurlu olduğundan beklenenden az bir kalabalık gelmişti. Konuşmacılardan ilk önce August Spies gelmiş, bir vagonun -kürsü olarak kullanmak üzere- üstüne çıkarak İngilizce olarak konuşmasına başlamıştı. Konuşmasına McCormik’teki saldırıyı lanetleyerek başladıktan sonra “Günde 8 Saat” şiarıyla süren grevlerin gidişatından bahsetmişti. Konuşması uzun sürmüştü, o gün Chicago’ya ancak yetişebilen Albert Parsons mitinge geldiğinde hemen sözü ona bırakarak kürsüden indi. Chicago belediye başkanı gergin havayı yumuşatmak için işçilerin mitingine katılarak onları selamlamış, ortamda sakin bir miting havası olduğunu görünce August Spies’in konuşmasının ardından mitingden ayrılmıştı.
Albert Parsons yaklaşık bir saat konuşmuştu. Ohio’dan geldiği için oradaki işçilerin grevi hakkında bilgilendirmeler yaptı. Konuşmasında “8 saatlik iş süresini güvence altına almalı, bununla yetinmemeli, üretim ve tüketim amacıyla halkın özgür birlikteliklerini kurmalıyız.” diyordu. Ardından “Sendikanın olduğu yerde birleşmek için, birleştirmek için güç vardır.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Parsons’un ardından konuşmak için Samuel Fielden kürsüye çıktı. Fielden’in konuşması kalabalığın tonunu biraz yükseltmişti: “Bizler kimseye savaş ilan etmedik ama dün gördük ki yapılan saldırı bize karşı bir savaş ilanıdır! Bu düşmanlara karşı direnmek için elimizden geleni yapacağız!” Fielden’in konuşması sürerken polis şefi Bonfield kalabalığa dağılma çağrısı yaparak polisleri harekete geçirdi. Polisler, zaten öfkeli olan kalabalığı itip kakmaya başladı ve onlara sopalarla saldırdı. Tam bu sırada eylemcilerin arasından portakal şeklinde bir bomba tam polis öbeğinin ortasına doğru atıldı. Ve büyük bir patlama yaşandı, etraftaki dükkanların camlarını indirecek kadar şiddetliydi. Fielden kürsüden o sırada inmiş ve bir polis tarafından bacağından vurulmuştu. Yoldaşları onu Haymarket’ten omuzlarına alarak çıkarmışlardı. Polisler kalabalığa ateş açarken birçok işçi de belindeki silahla karşılık veriyordu. Bombanın patlamasıyla 7 polis orada ölürken 70’e yakın polis de yaralanmıştı. Polislerin işçilere silahlarıyla saldırması sonrasında da 8 işçinin öldüğü, 50 kadar işçinin de yaralandığı tahmin ediliyor. Ama isimleri bile gazeteden gazeteye farklılık göstermekteydi. Yaşamını yitiren işçilerin yakınları tarafından gömüldüğü, bu yüzden kayıt altına alınamadığını söyleniyordu.
Haymarket Sonrası Sıkıyönetim
Haymarket Mitingi’nin ardından Chicago’da sıkıyönetim ilan edildi. Yaklaşık 4000 anarşist gözaltına alındı. Arama kararları olmadan evler basıldı. Anarşist gazete ve dergiler yasaklandı, bürolara baskınlar yapıldı. Sokakta 2 kişiden daha kalabalık yan yana gelmek yasaklandı. Haymarket Mitingi sonrası Chicago’dan çıkan Albert Parsons ise ABD’nin tüm anarşistlere karşı cadı avı başlattığını görünce Chicago’ya geri dönerek mahkemede savunma yapma kararı aldı.
Anarşistlerin mahkeme sürecinde birçok işçi tutuklu anarşistler için tanıklık yapmıştır. Polis lehine tanıklık yapan birkaç tanık ise Rudolph Schnaubelt isimli bir anarşistin bombayı attığını söylemiştir. Bu isim anarşistler arasında bilinen bir isimdir fakat hiçbir zaman bulunamamıştır.
Katledilen Yoldaşlar
İşçi hareketinin örgütleyicilerini Haymarket Meydanı’nda düzenlenen işçi mitinginde polislere doğru atılan bombadan sorumlu tutan mahkeme Oscar Neebe, Samuel Fielden, Michael Schwab için 15 yıl hapis kararı verirken Albert Parsons, August Spies, George Engel, Adolph Fischer ve Louis Lingg’i katletmek için idam kararı alır. Mahkeme yargıcı idam kararını şu cümlelerle açıklar: “Sanıklardan herhangi birinin doğrudan Haymarket’te bomba atılmasıyla bağlantılı olduğu kanıtlanmadı. Ancak sanıklar yıllardır şiddeti savundular, bu ajitasyonları failin Haymarket’teki eylemi gerçekleştirmesine neden oldu.” Yargıç kendi ağzıyla itiraf ediyordu. Tutuklanan anarşistlerin katledilmesi, bomba olayı ile alakalı değil işçi mücadelesini örgütleyen anarşistlere verilen bir karşılıktı.
Haymarket eyleminden 18 ay sonra tüm itirazlara ve delil yetersizliklerine rağmen idamlar gerçekleştirilmek üzereydi. 10 Kasım 1887 günü Louis Lingg cellatların eline ipi bırakmak yerine kendi ölümüne kendi elleriyle gitmeyi seçmiş, açık görüşte arkadaşının içeri soktuğu patlayıcıyı patlatarak hücrede yaşamına son vermişti.
Ertesi gün 4 anarşist idam düzeneğine götürüldüklerinde ilk önce August Spies şöyle haykırır: “O gün, sessizliğimizin sizin bugün boğduğunuz seslerden daha güçlü olduğu zaman gelecek. Yaşasın Anarşizm!” Ardından Fischer haykırır: “Yaşasın Anarşizm”, Engel daha yüksek sesle karşılık verir: “Yaşasın Anarşizm”. Sonrasında Parsons haykırır “Yaşasın Anarşizm” diye, ardından konuşmaya devam edecekken sözü kesilir.
Parsons’un sözü kesilmişti çünkü ölmek üzereyken bile mücadelelerinden vazgeçmeyen insanları görmek ne bu kapitalist sistemi savunanların, ne cellatların, ne de idam kararı verenlerin tahammül edebileceği bir şey değildi. Parsons son sözlerini söylemek isterken işaret verildi ve 4 anarşist katledildi. Katledilen anarşistlerin cenazeleri 200 bin ile 400 bin arasında kişinin olduğu belirtilen kalabalık bir geçit töreni ile “Forest Home Cemetery” mezarlığına götürülür. Bu mezarlığın girişine de katledilen anarşistler için 1903 yılında bir anıt heykel yapılır. Devlet ise 30 Mayıs 1889 Haymarket Meydanı’na bir tane polis heykeli dikse de polis heykeli tepkiler üzerine kaldırılır. Heykel götürüldüğü 7 noktadan da tepkiler üzerine kaldırılmıştır. 2 kez heykele bomba atılır. Birkaç kez tekrar tamir edilse de en sonunda güvenlik tedbiri ile 1972 yılında Chicago Polis Bahçesi’ne taşınır. 2004 yılında ise Haymarket Mitingi’nin gerçekleştiği noktaya vagon üstünde konuşma yapan insanları tasvir eden bir heykel yapılmıştı.
Tüm Dünyada 1 Mayıs İşçi Mücadele Günü
II. Enternasyonel’in 1889’daki ilk kongresinde Raymond Lavigne’in önerisiyle 1890’da tüm dünyada Haymarket’in yıldönümünde miting çağrısında bulunuldu. 1891 yılındaki ikinci kongre ile birlikte 1 Mayıs “İşçi Dayanışma ve Mücadele Günü” olarak belirlendi. Günümüze kadar tüm dünyada 1 Mayıs günü işçi mücadelesinin gösteriş ve sokaklara inme günü olarak belirginleşmiştir. Çoğu ülkede resmi tatil olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de de 1 Mayıs’ın tarihi yasaklamalar ve katliamlarla dolu olduğu için bu toprakların mücadele tarihi açısından ayrıca önem arz etmektedir.
Kaynaklar:
*Spartacus-educational.com
*Historymatters.gmu.edu
*Lucy Parsons, Life of Albert R. Parsons (Chicago: 1889)
*Max Nettlau, Die Geschichte der Anarchie (1925)
*Jon Bekken: The First Anarchist Daily Newspaper: The Chicagoer Arbeiter-Zeitung. In: Anarchist Studies, Nummer 1, Band 3, 2003
*Bernard R. Kogan, The Chicago Haymarket Riot: Anarchy on Trial (1959)
*The Haymarket Affair, Chicago, 1886: The “Great Anarchist” Riot and Trial (1968)
*Paul Avrich, Anarchist Voices: An Oral History of Anarchism in America. (2005)
*Paul Avrich, The Haymarket Tragedy (1984)
Furkan Çelik & Şamil Parlak
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 53. sayısında yayınlanmıştır.
The post 1 Mayıs’ın Tarihi: 1886’da Haymarket’te Alevlenen Kıvılcım appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 1 Mayıs appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Aylardır her mitingi, yürüyüşü, eylemi yasaklayan; yasaklamadıklarında saldırıp gözaltına alarak tutuklayan; tutuklayamadığını operasyonlarla alıp yargılayan; yaşam için mücadele etmeyi suç sayan iktidarın baskısıyla karşı karşıyayız.
Öyle ki, bu alçak ve acımasız düşmanın da korktuğu günlerin yakınındayız. Çünkü 1 Mayıslar her iktidar için korkutucu olmuştur. Etkisizleştirmek istedikleri 1 Mayısları bazen izinli ilan edip izole alanlara sıkıştırmış; bazen de izinsiz ilan ederek, yapacağı saldırılarını meşrulaştırmıştır. Taksim ezilenler için, ezenlere karşı senelerdir süren bir kavganın 1 Mayıs meydanıdır. Bugün bu meydan yine yasaklanmakta ve bu büyük baskının yaşandığı günlerde, 1 Mayıs’ın ve 1 Mayıs meydanı olan Taksim’in umut olması istenmemektedir. Umudumuz tahakümünüzü sarsacak ve biz kazanacağız.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da yasaklara karşı meydanlarda olacağız. 1 Mayıs’ta Taksim’de, ezilenlerin sesini haykıracağız. Devrimci Anarşist Faaliyet’in Taksim çağrısıyla, meydanlara yasak koyanlara meydan okuyacağız.
Meydan Gazetesi’nde 1 Mayıs’ın az bilinen yönleriyle anarşist tarihini ve ezilenlerin mücadelesini anımsatmayı sorumluluk biliyoruz. Çünkü 1 Mayıs, 1800’lü yıllarda Haymarket Meydanı’nda “Günde 8 saat için” sokakları dolduranların ardından bugün her yerde, ezilenlerin kavgasının ve özgürlük mücadelesinin simgesi haline gelmiştir. ABD’de 1860’lara kadar giden süreçte ücret kesintisi olmadan günde 8 saat çalışma talebi ve mücadelesi, Haymarket 1886’da bir kıvılcıma dönüştü. Patronların sömürüsü ile beraber devletin yoğun baskısına karşı ABD’de, özellikle de Chicago’da, yükselen ve anarşistlerin etkin olduğu sınıf mücadelesi sürecinde yaşananları, yine devletin baskısının çok yoğun olduğu bu dönemde yükselen sınıf mücadelesini, sendikaları ve örgütlerde yaşanan tartışmaları incelemek önemlidir.
1870’lerde anarşizm, dünyanın birçok yerinde toplumsal bir hareket olarak ortaya çıktı. Anarşizmin halkların özgürlük mücadelesindeki ısrarı, Afrika, Asya, Karayipler, Avrupa ve Amerika kıtalarındaki ezilenlerin, öz örgütlü mücadelesini yaratmış; ideolojik olarak beslemiştir. Anarşist IWPA (Uluslararası Emekçiler Birliği), 1881’de ABD çapında örgütlenmişti ve IWPA’nın örgütleyicileri arasında Haymarket 1 Mayıs’ı sonrası idam edilerek katledilen Albert Parsons’un yoldaşları, Lucy Parsons gibi eski köleler ve August Spies gibi göçmenler de vardı. 1 Mayıs, kökeninden itibaren tüm ezilenlerin enternasyonal mücadelesiydi.
* * *
“Devrimci ve enternasyonel eylemle sınıf hakimiyetini yok etme” çağrısı yapan IWPA, 14 gazete yayınlıyor; bir yanda silahlı öz-savunma birimlerini, diğer yandan kültürel çeşitliliği içerisinde çeşitli toplumsal eylemler örgütlüyordu. Doğrudan eylemi savunarak, en iyi radikalleri bile çürüten bir adaletsizlik sistemi olarak nitelediği seçimleri reddediyordu.
* * *
1884 yılında anarşistlerin ilk günlük gazetesi Chicagoer Arbeiter-Zeitung, haftalık Fackel ve Pazar gazetesi Vorbote ile birlikte yayınlanıyordu. 1886’ya gelindiğinde Alman göçmeni işçi nüfus tarafından okunan bu gazetelerin dağıtımı 26.000’in üzerindeydi. Anarşistlerin, İngilizce’nin yanı sıra Roman ve İskandinav dillerinde gazeteleri de vardı. Böylece anarşist propaganda 1886’da Haymarket Meydanı’nı dolduranlarca tüm kıtaya yayılıyordu.
* * *
Chicago’da anarşistler, örgütlendiği sendikalarda işçi meclislerini ve özyönetimi savunuyorlardı. Bu “Chicago Fikri”ne sonradan anarko-sendikalizm denildi ve anarşist hareketin bir parçası oldu. Bu fikir IWPA Pittsburgh 1883 Kongresi’nde yayınlanan manifestoda görülebilir:
“Bir — Tüm imkanlarımızla, yani enerjijk, sürekli, devrimci ve enternasyonel eylemle mevcut sınıf hakimiyetini yok etmek.
İki — Üretimin kooperatif örgütlenmesine dayalı özgür bir toplumun inşası.
Üç — Üreten örgütlerin ticaret ve kar tacirleri olmadan aralarında denk ürünleri serbestçe takas etmesi.
Dört — Her cinsiyet için laik, bilimsel ve eşitliğe dayalı eğitimin örgütlenmesi.
Beş — Cinsiyet ve ırk ayrımı olmadan herkese eşit haklar.
Altı — Bütün toplumsal meselelerin bağımsız komünler ve birlikler arasında federal temelde yapılan serbest anlaşmalar yoluyla düzenlenmesi.”
* * *
1884’de Chicago’da toplanan ve anarşistlerin baskın olduğu FOTLU (Örgütlü Sendikalar Federasyonu) genel kongresi, bildirgesinde “1 Mayıs 1886’dan başlayarak yasal çalışma günü sekiz saat olacaktır” açıklamasını yapmıştır. 1885’te, Knights of Labor (Emek Kardeşliği) yerelinin desteğini alan FOTLU, talebin grevlerle ve eylemlerle destekleneceğini bildiriyordu. Haymarket 1 Mayıs’ından tam bir yıl önce anarşist gazete The Alarm’da “Günde 8 saat çalışmak da, 10 saat çalışmak da köleliktir” diyen Samuel Fielden Haymarket’te idama çarptırıldı. Daha sonra müebbet hapse çevrilen tutsaklığın ardından 1893’de serbest bırakıldı.
* * *
Anarşistler, Trades and Labor Assembly (Esnaflar ve Emekçiler Meclisi) and Knights of Labor yerelleri dahil, Chicago bölgesindeki çeyrek milyon işçiyle birlikte sekiz saatlik iş günü mücadelesine doğrudan katıldı. Anarşistlerin etkisiyle, sendikalarda 8 saatlik çalışma gününden daha büyük meseleler de tartışmaya başlandı. İş saatlerinin azaltılması gibi taleplerden kapitalist ekonomik yapının temelden değiştirilmesini içeren daha büyük bir toplumsal devrim algısı yaygınlaştı.
* * *
20 Eylül 1885’te Dad Street ve Burdett Road’da işsizlerin mitingi adı verilen eylemde konuşmacıları arasında Charles Wilfred Mowbay’ın da bulunduğu topluluğa polis “işlek bir caddeyi engellemek” gerekçesiyle saldırdi. Polis o gün, Charles Wilfred Mowbay’i ve yoldaşlarını tutuklamıştı. Bu tutuklama sonrasında yaşananlar, 1886’da Haymarket Meydan’ndaki toplanmanın da aralarında bulunduğu özgürlük kavgasının başlangıcı oldu.
***
Albert Parsons’un editörlüğünü yaptığı anarşist gazete The Alarm 23 Ocak 1886’da Bakunin’in “Bir Devrimcinin El Kitabı” adlı yazısını çevirerek yayınlamıştı ve aynı dönemde Bakunin’in Tanrı ve Devlet kitabının dağıtımı da yine Parsons ve yoldaşarı tarafından gerçekleştiriliyordu.
***
Chicago’da bütün şehir, on yıl önce, polis ve askerin yüzlerce işçiyi kurşunladığı demiryolu grevinde olduğu gibi bir kitlesel katilam karşısında hazırlanıyordu. 1 Mayıs 1886’da, ABD çapında 300,000’den fazla işçi 13,000 işyerini terk ederek, tarihteki ilk 1 Mayıs eylemine gidiyordu. 8 saatlik işgünü eylemcilerinin merkez üssü olan Chicago’da, anarşist IWPA, grevcilerden ve grevcilerin ailelerinden oluşan 80,000 kişinin katıldığı bir yürüyüş örgütledi.
* * *
İşçilerin büyüyen mücadelesine patronlar ve polis iş birliği şiddetli bir saldırıyı zaten planlıyorlardı. Chicago’da 1 Mayıs öncesinde asker ve polis güçlerine yeni silahlar sağlandı. Chicago Commercial Club (Ticaret Klübü) makinalı tüfekler alarak, bu silahları grevcilere karşı kullanılmak üzere, Illinois Ulusal Muhafızları’na verdi.
* * *
Sayıları giderek artan ve 100.000’e yaklaşan grevdeki işçilere yönelik saldırılar planlanıyordu. Bunlardan biri 3 Mayıs 1886’da, McCormick Reaper Works fabrikasındaki greve saldıran polisler ile işçiler arasında çatışma çıktı. Altı ay boyunca Pinkerton’ın silahlı ajanları ve polis, grev gözcülüğü yapan çelik işçilerini tehdit ve taciz etti. Bu işçilerin çoğu anarşistlerin örgütlediği Metal İşçileri Sendikası’ndandı. McCormick fabrikasının yakınlarındaki bir konuşma sonrasında 200 eylemci , grev saflarındaki çelik işçilerine katıldı. Polis, grevcilere saldırdığında işçiler de bu saldırıya karşılık verdi; yaşanan saldırıda grevdeki işçilerden dördü katledildi, birçoğu yaralandı.
* * *
Saldırının ardından öfkeyle dolan anarşistler, yaşanan polis şiddetine karşı; saldırının ertesi gününe Haymarket Meydanı’na bir eylem çağrısı yaptı. Çağrının ardından 3000 kişi Haymarket’te buluştu.
Konuşmalar devam ederken, konuşmaların “tahrik edici” olduğu bahanesiyle polis işçilere saldırdı. Polis saldırısına başlamışken, polise doğru bir bomba atıldı. Polisler, bombanın yarattığı korkuyla kalabalığa ateş açarak, sekiz kişiyi katletti ve kırk kişiyi yaraladı. Atılan bomba ile 69 polis yaralanmış 7 polis de ölmüştü.
* * *
Anarşistlerin idam edilmesinin ardından Peter Kropotkin 22 Ekim 1887’de Freedom’da yayınlanan yazısında anarşist işçilerin idam edilmesinin 1 Mayıs gibi bir gelenek yaratacağını şu sözlerle ifade ediyordu : “Chicago’da yitirdiklerimizin yıldönümlerini anmak, Paris Komünü’nün yıldönümünü anmak ile aynı önemi kazanmıştır.” Yine 1891 yılında Londra’da, Haymarket’te yaşamını yitiren anarşistleri anmak için düzenlenlenen bir etkinliğe katılan Kropotkin, “anarşizm halkın içinde doğdu; ve halkın olarak kaldığı sürece yaşam ve yaratıcı güçle dolu olmaya devam edecek” demişti.
* * *
Nestor Makhno, 1886’da Haymarket’te yaşananlara dair şöyle söylüyordu :
“O gün Amerikalı işçiler, devlet ve kapitalizmin adaletsiz düzenine karşı isyanlarını, kendilerini örgütleyerek ifade ettiler. Chicago’daki işçiler, yaşamlarının ve mücadelelerinin ortak sorunlarını çözmek için bir araya geldiler. Bugün de emekçiler 1 Mayıs’ı, kendi meselelerini ve kurtuluşlarını ele almak için bir araya gelme günü olarak görüyorlar.”
* * *
1886’da Haymarket’te yaşananların ardından idam edilerek katledilen August Spies yoldaşın son sözleri sorulduğunda “Bizi asarak işçi hareketini, milyonları, yoksulluk içinde çalışan milyonlarca işçiyi kendisine çeken bir hareketi yok edeceğinize inanıyorsanız, durmayın bizi asın! Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda her yerde başka kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi söndüremezsiniz. Gün gelecek, sessizliğimiz, boğduğunuz sesslerden daha güçlü olacak” demişti. Bugün August Spies yoldaş ile beraber idam edilen, kurşunlanan, tutuklanan tüm işçilerin, tüm yoldaşların mücadelesini büyütmenin günüdür. Tıpkı Nestor Makhno yoldaşın da vurguladığı gibi devlete ve kapitalizme karşı örgütlenmenin günüdür 1 Mayıs.
Abdulmelik Yalçın
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.
The post 1 Mayıs appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi (1): Kuzey Amerika’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Toplumsal bir hareket olarak anarşizm, ortaya çıktığı ilk günden bu yana meydana çıkardığı yazınsal çabayla da toplumsallaşmaya çalışmış ve bu vesileyle farklı yazınsal deneyimlere girişmiştir. Anarşist hareketin etkili olduğu farklı coğrafyalarda yayınlanan gazeteler ve dergiler aracılığıyla düşünce kendini geliştirmiş, farklı yorumlara kavuşmuştur. Meydan Gazetesi’nin bu sayısıyla beraber giriş yaptığımız anarşizmin yayıncılık tarihini, bölge bölge, yayın yayın inceleyecek, anarşist yayıncılık geleneğini inatla yaşatan yoldaşlarla yaptığımız röportajlara yer vereceğiz.
İlk bölümde, 1 Mayıs’ta Haymarket’te devletin katlettiği yoldaşlarımızın mücadelesinden süzülen metinleri inceleyebilmek adına, bu ay Kuzey Amerika’da çıkan yayınlara öncelik verdik. İlk bölümde Mother Earth’ten The Blast’a, ABD tarihinde ön plana çıkmış süreli yayınlara yer verirken, bir sonraki bölümde yine ABD’deki anarşist hareketin tarihiyle özdeşleşmiş IWW’nin (International Workers of the World) yayın organı olan International Worker gazetesi editörlerinden Diane Krauthamer’le yaptığımız röportajı sizlerle paylaştık.
The Alarm
Haymarket’te devlet tarafından katledilene kadar, editörlüğünü Albert Parsons’un yaptığı gazetenin ilk sayısı, 1884’ün Ekim ayında, Amerika’nın Chicago kentinde yayınlandı. Gazete “Kara Enternasyonal” olarak bilinen, Haymarket’te katledilen yoldaşların da bir parçası olduğu The International Working People’s Association (IWPA) isimli örgütlenmenin sözcülüğünü yapıyordu. Dört sayfa yayınlanan ve sürekli devlet baskısıyla mücadele eden gazete, 15.000 tiraja kadar ulaştı. The Alarm, yayında kaldığı süre boyunca kendini zor finanse ediyordu. Albert Parsons ve üç yoldaşı idam edildikten bir sene sonra, gazetenin yazarlarından Dyer D. Lum, Nisan 1888’e kadar ara vermeden gazeteyi yayınlamaya devam etti.
Amerika’nın emekçileri!
Ekmek için mücadele, yaşam için mücadele etmektir. Erkekleri, kadınları ve bin bir zahmetle büyütülen çocukları köleleştiren, onları ezen sisteme ve yardakçılarına ölüm!
The Alarm’dan
Freiheit İngiltere’de sürgündeyken anarşist olan Johann Most ve yoldaşı Wilhelm Hasselmann tarafından yayınlanan Freiheit (Özgürlük), 1879 yılında yayın hayatına başladı. The Alarm gibi Freiheit’da da eylemle propagandanın koyu savunuculuğunu yapıyordu. Gazete ajitatif diliyle, yayınlandığı her yerde, işçileri en çok etkileyen yayınların başında yer aldı. Özgürlük şiarını yükselten her yayında olduğu gibi, Freiheit’ın da sesi sürekli kısılmaya çalışılıyordu. Büroları basılıyor, gazete sürekli kapatılıyordu. Çar II. Alexander’a karşı gerçekleştirilen suikastı öven başyazı nedeniyle, Johann Most on altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Most, Amerika’ya sürgün edildiğinde de Freiheit’ı çıkarmaktan vazgeçmedi. 1882 yılından itibaren New York’ta yayınlanmaya başlanan gazete, daha çok Almanya ve Avusturya’dan göç eden işçiler üzerinde etkili oldu. Freiheit, Emma Goldman’ın anarşist olmasında oynadığı rol ile de ABD’deki önemli anarşist yayınlardan biridir. Goldman’ın yoldaşı ve hayat arkadaşı Alexander Berkman’ın işadamı Henry Clay Frick’e düzenlediği suikast girişiminin ardından, Most ve Goldman fikir ayrılığına düşene dek Freiheit gazetesinin yayınlanması için en çok çaba sarf eden isimlerden olmuşlardır. Adeta kendisiyle özdeşleşen gazetenin en büyük emektarı Johann Most öldükten sonra Freiheit’ın da enerjisi tükenmiş, Most’un ölümünden 4 sene sonra, yani 1910 yılında son sayısını yayınlamıştır.
Liberty
Josiah Warren ve Pierre Joseph Proudhon’un fikirlerinden etkilenip kendi anarşizm düşüncesini oluşturan Benjamin Tucker’ın, Ağustos 1881’de yayınlamaya başladığı Liberty, o yıllarda bireyci anarşizmin temel yayın organıydı. Proudhon’un “Özgürlük düzenin anası değil, kızıdır” sözünü logosunun altında barındırmış, kadın özgürlük mücadelesinin önemli isimlerinden Voltairine de Cleyre’i derinden etkileyerek, onun anarşist olmasını sağlamıştır. Liberty gazetesinin eylemle propagandayı eleştiren yönü, onu The Alarm ve Freiheit’dan ayırıyordu. 1907’de Tucker’ın matbaası yanana kadar yayında kalan Liberty, Laurence Labadie’nin 1974’te diriltme çabasıyla “The Revival of Liberty” ismiyle devam ettirilmeye çalışılsa da başarılı olamadı.
Free Society
Henry Addis ve Isaak ailesi tarafından çıkarılan gazete, 1895-97 yılları arasında Free Society, 1897-1904 yılları arasında ise The Firebrand ismiyle yayınlandı. Yoğunluklu olarak anarşist-komünist bir çizgide duran gazetede kadın hakları, özgür aşk gibi meselelerin üzerinde durulan yazılar da yayınlandı. Amerikalı şair Walt Whitman’ın “A Woman Waits For Me” (Bir Kadın Bekliyor Beni) isimli şiirinin gazetede yayınlanması sonucunda Firebrand yasaklandı. Gazetenin emekçilerinden A.J. Pope, Abe Isaak ve Henry Addis tutuklandı. Gazetenin destekçileri arasında Emma Goldman, Voltairine de Cleyre gibi isimler de yer almaktaydı.
Mother Earth
İlk sayısı 1906’nın Mart ayında yayınlanan Mother Earth dergisi, ABD’nin en ünlü anarşist yayınlarından birisiydi. Sıklıkla cinsiyet özgürlüğü, doğum kontrolü konuları üzerine propagandanın yürütüldüğü dergide, anarşist fikirler ve tartışmaların yanı sıra Ibsen, Strinberg, Hauptmann, Thoreau, Nietszche ve Oscar Wilde gibi yazarların tanıtıldığı yazılar da bulunuyordu. Editörlüğünü Alexander Berkman’ın yaptığı Mother Earth; Emma Goldman ve yoldaşları için sadece bir dergiden ibaret değildi. 9 Mayıs 1916’da askere gitmeyi vicdanen reddedenleri bir araya getirmeyi amaçlayan “Zorunlu Askerliğe Karşı Birlik”in temelleri, Mother Earth dergisinin bürosunda atılmıştı. Mother Earth, doyurucu içeriğiyle geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştı. Bunun sebebi Gorki, Tolstoy gibi edebiyatçıların eserlerinin yanında Magon kardeşlerden Malatesta’ya, Elisée Reclus’tan Rudolf Rocker’a kadar anarşist devrim mücadelesine katkıda bulunmuş birçok yoldaşın dergiye katkıda bulunması olmuştu belki de.
Mother Earth, dergiye emek veren herkes için büyük anlamlar ifade ediyordu kuşkusuz ama Emma Goldman’ın fırtınalı yaşamında yelken oluşuyla, kalbinde ayrı bir yer edinmişti. Ondan “hiçbir anne çocuğunu benim onu emzirdiğim gibi emzirmemiştir” diye bahsediyordu. Mother Earth projesi, Alexander Berkman ve Emma Goldman sınır dışı edilene dek sürdü.
The Blast
Köklerini Mother Earth’ten alan The Blast’ın ilk sayısı, 1916’nın Ocak ayında yayınlandı. Önceden Berkman tarafından “devrimci işçi gazetesi” olarak tasarlanan The Blast, sonradan tamamen anarşist bir karaktere büründü. Haftalık olarak çıkan dergi, belirli bir süre sonra aynı düzenlilikte çıkamadı. Bunda The Blast’ın (her anarşist yayında olduğu gibi) büro baskınlarıyla, yasaklamalarla, yazarlarının tutuklanmasıyla geçen bir serüveni olmasının payı olduğu aşikar. The Blast’ın anarşist teorisinin yanında güncel politikanın önemli konularına dair bilgilendirici içeriği de epey güçlüydü. Derginin kapak çizimlerini çoğunlukla Goldman ve Berkman’ın arkadaşı, karikatürist Robert Minor üstlendi. Alexander Berkman mücadeleci ruhunu ve yetenekli kalemini özellikle doğrudan eylem çağrısı yaptığı metinlerde hissettiriyordu. Bir senede 29 sayı çıkan The Blast, az zamanda çok yol kat etti. Dergi, Haziran 1917’de yayınlanan son sayısıyla okurlarına veda etti.
Harekete geçmenin zamanı geldi. Şimdi bu zaman. Memnuniyetsizliğin soluğu bu geniş ülkenin üzerine ağır ağır çökmüştür. İmalathane ile madene, tarla ile fabrikaya sinmiş bu soluk. Kör bir başkaldırı cadde ve sokaklarda sezdirmeden ilerliyor. Onu umudun kıvılcımı ile ateşlemek, görüşün ışığında tutuşturmak ve soluk bir memnuniyetsizliği bilinçli bir toplumsal eyleme dönüştürmek; işte günümüzün haykıran sorunu budur. Tamamlanması için çağıran yüce görev budur. Çalışalım o zaman; yeniden doğmanın önündeki bütün engeller infilak etsin!
The Blast‘tan
Cronaca Sovversiva
Luigi Galleani’nin Haziran 1903’te ilk sayısını çıkardığı Cronaca Sovversiva, sekiz sayfadan az olmasına rağmen, militan üslubuyla 5000 aboneye kadar ulaşmıştı. Genellikle göçmen İtalyan işçileri arasında etkili olan Cronaca Sovversiva’da, halkın düşmanları olarak nitelendirilen patronlar, grev kırıcılar gibi kişilerin ayrıntılı adresleri yayınlanıyordu.
Cronaca Sovversiva, Galleani ve diğer editör yoldaşlarının tutuklanması sonucunda, Temmuz 1918’de yayın hayatını noktaladı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar Dizisi (1): Kuzey Amerika’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>