The post Ekoloji Mücadelesinin Sınırlanamaz Doğası – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ekoloji mücadelesi yaşamın mücadelesiyse, içerisinde canlı-cansız tüm varlıkları barındırıyorsa, bunların birbiriyle uyuma dayalı bir ilişki içerisinde kendilerini var etmelerine odaklanıyorsa ekoloji mücadelesinin sınırlarını çizebilmek zordur. Bu zorluk, ekoloji mücadelesini “çevreciliğin sınırlı sınırları”ndan çıkartabilmiş, dünyanın farklı yerlerinde yansımalarını gerek politik, gerek ekonomik yaşamsallıklar örerek kendini gerçekleyebilmesine olanak vermiştir. Bu sınırların zorlandığı tarihsel deneyimler, bu deneyimlerin ortaya çıkardığı yeni düşünsel çabalar, bu “sınırlanamaz doğayı” görmek açısından çok önemli.
Ekoloji mücadelesindeki bu durum, anarşizm ideolojisinin kökenleri itibariyle ekolojiyle ilişkisine dayanır. Kropotkin’den Reclus’ye “insan merkezcil bakış açısı”na yönelik eleştiriler, anarşist düşüncenin ve toplumsal devrimin en önemli noktasında durur. Yine Kropotkin ve Bakunin’in endüstriyelizm eleştirileri, üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin doğayla uyumlu bir şekilde örgütlenmeleri vurgusu, merkezi planlama eleştirileri, (bir grup radikal ekoloji teorisyeni bu durumu ısrarla görmezden gelmeye, yok saymaya çalışsa da) klasik anarşizm ve radikal ekoloji arasındaki kökensel birlikteliği ortaya koyar.
Yaşamın sadece insanı temel alacak şekilde değil, tüm varlıklarla uyumlu olacak bir şekilde örgütlenmesi gerekliliği, anarşist ideolojinin kökenini oluşturan metinlerden kolaylıkla bulunabilse de anarşistler ekoloji meselesine ilişkin güncel düşünsel ve eylemsel katkılardan geri kalmadılar. Özellikle “yeşil sendikalizm” ya da “sendikal ekoloji” tartışmaları bu katkılardan önemli bir tanesidir.
Yeşil Sendikalizm/Sendikal Ekoloji
Ekoloji ve sendika kavramlarını yan yana getirmek birbiriyle ilgisi olmayan iki kavramı beraber düşünmek gibi görünse de özellikle anarko-sendikalizm ve radikal ekoloji arasındaki benzerlikleri görmeye olanak sağlar. Desantralizasyon ve merkeziyet eleştirileri, yerellik, doğrudan eylem, özyönetim, federalizm vb. meselelere ortak bakış açısının yanı sıra Avrupa ve Kuzey Amerika’daki bazı sendikaların ekoloji hareketleri içerisindeki pozisyonu, ekoloji ve sendikalizm arasındaki bağı kuvvetlendiren etmenlerdir.
Sendikalizm derken kastedilen doğaldır ki mevcut sistem içerisinde ufak kazanımlara odaklanan, uzun erimde toplumsal devrim iddiası olmayan, “iyi kapitalizm olabilir” mantığıyla işletilen sarı sendika, bürokratik sendika gibi isimlerle adlandırılan sendikal mücadele tarzı değildir. Yeni üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin şimdi, şu anda oluşturulmasını esas alan, merkeziyetçi, otoriter, hiyerarşik olmayan; özyönetimi esas alan bir hareketin ideolojisi olan anarko-sendikalizmdir. Yeşil sendikalizmin, IWW (Dünya Endüstri İşçileri Birliği) tarafından 1990’lı yıllarla beraber kavramsallaştırılması bu açıdan önemlidir. Bu, anarko-sendikalist düşüncenin içerisinde, sadece ekoloji meselesine dair bir açılım değildir. Bütüncül bir mücadele hattında düşünmenin, toplumsal devrimin pratiğe nasıl geçirilmesi gerektiğinin bir uzantısıdır. Mevcut süreç içerisinde sanki iki farklı mücadele alanı gibi görünen şeyin aslında kaçınılamaz birlikteliğidir. Toplumsal hareketler arasında böyle birliktelikler kaçınılmaz gerekliliktedir. İktidar mekanizmaları ve iktidarlı ilişki biçimlerini nasıl birbirinden ayıramıyorsak bunlara karşı mücadelelerde de bütüncül bir mücadeleyi hedeflemek rastlantı olamaz.
Anarşist Sendikalar ve Ekoloji Mücadelesi
Yeşil sendikalizm, ilk kez söylemsel düzeyde 1990’larda Fransa CNT’sinde (Confédération Nationale du Travail) belirginleşti. “İnsanın olduğu gibi doğanın da sömürülmediği bir gelecek” için mücadele, ekolojiyi sendikal mücadele içerisinde bir yere konumlandırıyordu. 2001 yılında CGT’nin organize ettiği uluslararası bir toplantı gerçekleşti. Aralarında CNT ve SAC’ın (İsveç İşçi Örgütü) da olduğu onlarca sendika ve örgüt bu toplantıya katıldı. Toplantıda Uluslararası Özgürlükçü Dayanışma (LIS) koordinasyonu kuruldu. “21.Yüzyılda Nasıl Bir Anarşizm?” sorusuna cevap aramak için yola çıkan LIS, ekoloji mücadelesinde ekonomik ve politik dayanışma, kooperatifler vb. birçok alanı kendine konu eden bir koordinasyondu.
90’lı yılların başında, anarşist ekoloji dergisi/hareketi Earth First! ve IWW (Dünya Endüstri İşçileri Birliği) Kuzey California ormanlarının savunulması için bir araya geldi. Bu noktada IWW’nin örgütlenme ve saha deneyimlerinden yararlanıldı. Radikal ekoloji hareketinin anarko-sendikalizmin deneyimleriyle harmanlanmasının nasıl olumlu sonuçlar doğurabileceğine odaklanıldı. Bunu yapmak, özellikle işçi kıyımlarının yoğun olduğu kereste sektöründe çalışan işçiler ile orman katliamlarına karşı olan doğa savunucularını şirketlere karşı bir araya getirebildi. İşçiler ve doğa savunucularını karşı karşıya getirmek, şirketlerin kullandığı en önemli yöntemlerden biriydi. Earth First ve IWW, Kuzey California’daki Headwaters Ormanı’nda gerçekleştirilmesi planlanan katliamı engellemişti.
Judi Bari
IWW ve Earth First! örgütlerinin yakınlaşması, eylem birlikteliği ve yeşil sendikalizm deneyimlerinin arkasındaki önemli isimlerden birisi Judi Bari’dir. IWW ve Earth First!’ün beraber gerçekleştirdikleri eylemlerin ilham verici eylem gücünü örgütleyenlerden birisiydi. Özellikle Kuzey California’da orman katliamı yapan şirketlere karşı gerçekleştirdikleri yaşam mücadelesi ve bu şirketlerin işçilerinin örgütlenme mücadelesi, coğrafyanın farklı bölümlerine mücadelenin yayılmasını sağladı. 1990 Mayısı’nda Judi Bari ve diğer bir yaşam savunucusu Darryl Cherney’nin araçlarında uğradığı bombalı suikast, bir dizi şirket ve FBI yöneticisinin kirli birlikteliğini ortaya koydu.
1991’de IWW, 1908’den beri kullandığı tüzüğü değiştirmeye karar verdi. Tüzük artık şöyle başlıyordu; “İşçi sınıfı ve patronların hiçbir ortak noktası yoktur. Milyonlarca çalışan insanın ihtiyaçları karşılanamıyorken, açlık mevcutken; bunların sebebi olan patronlar her şeyin sahibi iken iki sınıf arasında barış olamaz. Bu iki sınıf arasındaki mücadele, dünyadaki tüm işçiler bir sınıf olarak örgütlendiği, üretim araçları işçiler tarafından kontrol edildiği, ücret sistemi ortadan kaldırıldığı ve dünyayla uyumlu bir şekilde yaşanmaya başlandığı zamana dek sürecektir.”
Ekoloji vurgusu, izlenen politik perspektifin başat noktalarından birinin doğayla uyumlu bir yaşam olduğunu açıkça gösteriyordu. Kapitalizmin sömürdüğü tek şeyin emek olmadığı, doğanın ve insan-dışı türlerin de bu sömürüye maruz kaldığı dile getiriliyordu.
Yeşil Sendikalizm Neyi Savunur?
Yeşil sendikalizm teorisi ve hareketi, hem ekoloji hem de emek düşünce ve hareketinin içerisinde önemli bir yer teşkil eder. İşçilerin politizasyonunun iş tecrübeleri ve çalışmayla değil, aslında buna rağmen gerçekleştiğini savunan yeşil sendikalizm, işçilerin radikal değişimlerinde “üstesinden gelmeleri” gereken şeyin işçi kimlikleri olduğunu varsayar.
Anarko-sendikalizm tarihi, sınıf mücadelesinin fabrika düzeyinde yürütülen talep mücadelesinden fazlası olduğunun tarihidir. İşin bürokratik kontrolüne yönelik düşmanca tavır, yerele özgü olma, kendiliğinden militanlık, doğrudan eylem… Anarko-sendikalizmin bu yöntemleri, radikal ekolojinin de önemsediği yöntemlerdir. Anarko-sendikalizm için karar alma süreçlerinde konsensus, katılım, diyalog, yerellik ve özerklik ne kadar önemliyse radikal ekoloji hareketleri için de durum böyledir.
Anarko-sendikalizmin önemli isimlerinden Fernand Pellutier, fikirlerin, devrimci dönüşümü sağlamadaki etkisinin ekonomik süreçlerden daha fazla olduğunu düşünüyordu: “Kapitalist iktidarın temeli, ideolojik ve kültürel egemenliğe dayanır”. Pellutier, toplumsal ilişkileri yeniden inşa etmenin, işçilerin, kapitalist kültürle mücadele aracı olarak devrimci kimlik ve kültürlerini geliştirmeye başladığında mümkün olacağını savunur.
Böyle bir bakış açısıyla anarko-sendikalist hareket; devrimci dönüşümü, kimlik ve kültür üstünden inşa etme savunusuyla ekonomik olmaktan çok, ekoloji hareketi gibi yeni toplumsal hareketlerle benzerlik gösterir. Ayrıca otonom, hiyerarşi karşıtı ve tabana dayalı olma gibi özellikleriyle de yeni toplumsal hareketlerle benzer noktalara değinir.
IWW’nin işçi mücadelelerinde kullandığı eylem, sabotaj, yavaşlatma, planlı verimsizlik gibi bir dizi taktik, ekoloji hareketi içinde kullanılır bir hal aldı. IWW’nin daha önceki başka toplumsal hareketlerle teması (IWW özellikle ırka dayalı ayrımcılıkların yaşandığı endüstriyel şehirlerde ırkçılık karşıtı mücadele içinde de yer aldı), ekoloji hareketiyle temasında önemli bir fayda sağladı.
İşçilerin “iş”e ilişkin karar alma süreçlerine katılımının engellenmesinin ekolojik örgütlenmeler için önemli bir engel olduğu fark edildi. İşçi kontrolü olmadığı takdirde, işçiler farkında olmadıkları sonuçları olan görevlerin yerine getirilmesi noktasında zorlandılar. Özellikle doğrudan doğa katliamı uygulayan şirketler, işçilere işten çıkarma şantajı uygulayarak işlerini zorla yaptırma teknikleri uyguluyordu. Buradan çıkarılacak sonuç, işçilerin örgütlenmesi gerektiğiydi.
Yeşil sendikalist işçi örgütü anlayışı, ana akım sendikacılığın hiyerarşik, merkezileşmiş, bürokratik yapılarını reddeder; kapitalist “iş”e karşı daha geniş bir mücadeleyi savunur. “Kapitalist iş” ekolojik tahribata yol açıyorsa işçiliğin kaldırılmasını savunmayı paradoks olarak görmez. “İş”in radikal değişimini savunur.
Ekolojiyle uyumlu bir şekilde gıda, ulaşım ya da enerji üretimini savunur. Merkezi olmayan, yerel, doğrudan demokratik çalışmalar düzenler. Yeni bir ekonomik sistemin ve karar alma sürecinin olması gerektiğini savunur.
Yeşil sendikalizm, sanayinin seri üretim tekniklerinin ekoloji ile bağdaşmayacağını düşünür. Sadece anti kapitalist olmanın, ekoloji yanlısı olma anlamına gelmediğini savunur. Kapitalist üretim ilişkilerini sona erdirmek, radikal değişimin önemli bir yönüdür. Ekolojik kaygılar ekonomi sorunundan ayrılmaz. Doğa, üretim, işyeri aynı kapsamın kavramlarıdır.
Marksizme ve sendikalizme, sadece “işçi”ye yükledikleri anlam açısından karşı çıkmaz; büyük ölçekli, merkezi, seri üretimi savundukları için de karşı çıkar. Doğaya dönüş fikrini savunan düşünce akımlarına ve derin ekolojistlerin küçük köy merkezli yaşama dönme fikirlerini reddeder. Endüstrinin toksik kalıntılarının etkisinin görmezden gelinemeyeceğini düşündüğü, endüstriye ilişkin bir hamlenin yapılması gerekliliğini savunduğu için ekoloji içerisindeki bu düşüncelerden ayrılır.
Üretici konumda bulunanların hem kültürel hem de ekoloji olmak üzere çok sayıda değişimde görev alması gerektiğini savunan yeşil sendikalizm, radikal ekolojinin artık işçileri dışlayamayacağını söyler. İşçilerin kapitalist işleyişe direnme, meydan okuma, hatta iş bırakma olanaklarını arttırmayı teşvik eden düşünce, ekolojik sınırlara saygısızlık gösteren devletlere ve onların sınırlarına da karşıdır. Devletlerin yerini biyo-bölgesel toplulukların merkezileşmemiş federasyonunun alması için mücadele eder.
Doğa ile insan ilişkileri, radikal mücadele için çok önemli ve zor sorular doğurmaktadır. Kapitalizm altında bu ilişkiler, doğanın ve emeğin metalaştırıldığı; kaynaklar ve işler şeklini aldığı biçimde sürdürülür. Yeşil sendikalizm düşüncesi ve hareketi bir yandan kapitalizmin bu ilişki biçimlerini yok etmek için uğraşırken; farklı toplumsal hareketlerin iktidar mekanizmaları ve ilişkilerine karşı nasıl dayanışma mecraları oluşturabileceğini ve daha ötesi, bütüncül bir hatta bu mücadelenin nasıl verilebileceğinin en önemli örneklerinden biridir.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.
The post Ekoloji Mücadelesinin Sınırlanamaz Doğası – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (5)- Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Farklı tarihlerde, farklı coğrafyalarda özgürlük için mücadele eden, isyanıyla sokakta olan, bulundukları her alanda kadının özgürleşmesini eyledikleriyle, örgütlülükleriyle, anarşizmle mümkün kılan kadınlar, geçmişten günümüze bir gelenek yaratıyor.
Meydan Gazetesi’nin kadınlar tarafından çıkartılan bu (Mart) sayısında da erkek iktidarlara karşı mücadele eden ve anarşist mücadeleyi yükselten kadınların yaşam hikayelerini paylaşıyoruz.
Faşizme Karşı Anarşist Bir Direnişçi Giovanna Berneri
Anarşist mücadele tarihine kazandırdığı büyük devrimcilerle hatırlanan Berneri ailesinin üyelerinden biri, anne Giovanna Berneri 5 Mayıs 1897 tarihinde İtalya’da dünyaya geldi. Küçük bir köyde yaşayan Giovanna Berneri, 5 çocuklu Giuseppe ve Caterina Simonazzi ailesinin bir çocuğuydu. Gualtieri’de ilkokula gittikten sonra, özgürlükçü öğrenim yöntemlerinin kurucularından Reggio Emilia’nın okullarına devam etti. Burada geçirdiği yıllarda katıldığı seminerler ve çeşitli konferanslarda özgürlükçü fikirlerle tanıştı.
1915 yılında, Santa Vittoria’da anasınıfı öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Bir yıl sonra burada, yaşamı boyunca ona yoldaşlık edecek olan Camillo Berneri ile tanıştı. Camillo, Giovanna’nın öğretmeni Adalgisa Fochi’nin oğluydu. Tanıştıkları yıl Sosyalist Gençlik Federasyonu (FGS) üyesi olan Camillo, Giovanna’yla birlikte anarşizmle tanıştı. Genç yaşta yaşamlarını birleştirdiler.
Giovanna, İtalya’da doğdu ve burada yaşamını yitirdi ancak devrimci yaşamı onun uzun yıllar Fransa’da yaşamasını gerektirdi. 1922 yılına kadar gün geçtikçe gücünü artıran faşizmin saldırılarıyla karşılaşan Berneri’ler göç etmeye karar verdi. Camillo, 1926’nın Nisan ayında gizlice Paris’e geçti, aynı yıl 1 Ağustos’ta Giovanna ve kızı Ventimiglia üzerinden Camillo’nun yanına geçti. Devlet şiddeti burada da peşlerini bırakmadı. İtalyan gizli polisinin baskıları sonucu ihbar edilen Camillo, Fransa’dan kovuldu. Bu yıllarda bir bakkal dükkanı açan Giovanna’nın mekanı, zamanla anarşist hareketin bir buluşma yeri haline geldi.
İspanya’da devrimin başlamasıyla beraber Camillo, CNT’ye katılıp faşizme karşı direnişe katılmak için Katalonya’ya gitti. O sıralarda Giovanna ise bir yandan bakkalı işletirken bir yandan da Camillo’nun yazılarının yayınlanması ve “l’ Adunata dei refrattari” isimli yayının çıkarılmasını organize etti. Faşizmin çöküşü ve antifaşist direniş döneminde, Giovanna anarşist hareketin yeni bir enerjiye ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. 1944’te yoldaşlarıyla beraber Carrara’daki kongreden sonra “La Rivoluzione libertaria” ve “Volontà” isimli yayınları, Ignazio Silone, Albert Camus ve Gaetano Salvemini gibi isimlerle beraber yayınlamaya başladılar.
Giovanna kadın mücadelesi için de özel yayınlar ve çalışmalar yaptı. Yoldaşı Cesare Zaccaria ile birlikte doğum kontrol yöntemleri üzerine çalıştılar ve 1948 yılında “Doğum Kontrolü” isminde bir kitapçığı yayınladılar. Kitapçık daha öncesinde Volontà’da yayınladıkları bazı yazılar ve konuyla ilgili en güncel araştırmaların olduğu yazılardan oluşuyordu. Polisin dikkatini çeken broşür “doğurganlığa karşı mücadele” suçlamasıyla dava edildi. Yıllar içerisinde Giovanna pek çok anarşist dergi ve gazetede yazdı, aralarında “Umanità Nova”, “Il Mondo” , “Il Lavoro nuovo” , “L’ Adunata dei refrattari” ve “Controcorrente” olduğu pek çok yayın bunlara örnek gösterilebilir.
Mücadeleyle dolu yaşamını ve çevresindekilerin yaşamlarını anarşist idealleriyle büyüten Giovanna, 14 Mart 1962’de geçirdiği kalp krizi sonucu Genova’da yaşamını yitirdi.
Üretken Bir Devrimci Etta Federn
20’li yaşlarının başında Berlin’e yerleştiğinde edebiyat eleştirileri, çeviri, roman yazarlığı ve biyografi yazarı olarak kendini eğitmeye başladı. 1932’de Naziler güç kazanmaya başladığında İspanya’ya geçti. 1920’li ve 30’lu yıllar onun anarşist hareket içerisinde en aktif olduğu yıllardı. İspanya’da yaşadığı yıllarda iki kitap yayınlayan Etta çok üretken bir yazardı. Almanya’daki yıllarında Danca, Rusça, Bengalce, Antik Yunanca, Yidişçe ve İngilizce olmak üzere toplamda 23 kitap yayınladı. Bazı kitapları Nazilerden ölüm tehditleri almasına yol açarken, pek çok yazısı ve çalışması anarşist sendikalist FAU’nun yayın organlarında yayınlandı.
İspanya’ya yerleştikten sonra ilk işi Mujeres Libres’e katılmak oldu. Hareketin literatürüne pek çok eseri kazandırdı, derginin en üretken yazarlarında biriydi ve eğitim çalışmalarına katıldı. Blanes’deki dört özgür okulun örgütleyicilerindendi. Anarşist bir kadın olarak kadınların okur yazarlığa kazandırılması, doğum kontrolü ve cinsel özgürleşme konularına dair pek çok çalışma yaptı.
1938’de savaşın son yıllarına doğru Barcelona bombalanırken Fransa’ya doğru hareket eden grupla beraberdi. Burada talihsiz bir şekilde, Gestapo’nun eline düştü ancak kurtulmayı başardı. Etta, Yahudi bir ailenin çocuğuydu. İkinci Dünya Savaşı boyunca saklanarak yaşadı ve gizlice Fransız direnişini destekledi. En büyük oğlu Capitaine Jean, direniş yıllarında Fransız askerlerinin işbirlikçileri tarafından katledildi. Son yıllarını Paris’te geçirdi, 9 Mayıs 1951’de burada yaşama gözlerini yumdu.
Göçmenlerin Yoldaşı Hortensia Torres Cuadrado
Göçmenlerin yoldaşı Hortensia Torres Cuadrado, 1924 yılında anarşist bir ailede dünyaya geldi. Babası Josep Torres Tribó, devrimci Francisco Ferrer’in özgür okullarında çalışan, anarşist bir pedagogdu. Böyle bir aile ortamı, Hortensia’nın ideallerine göre örgütlediği bir ev ortamında büyümesini sağladı. O günler hakkında Hortensia şöyle söylüyor: “Babam bir hayalperest, annem ise ondan daha büyük bir hayalperest”. Devrim yıllarından sonra ailecek Almanya’ya sürüldüler. O zamanlar 15 yaşında olan Hortensia, Argelès çalışma kampında şiddet, baskı ve sömürü altında çocuk işçi olarak çalıştı. 1941’de sürgündeyken babasını kaybetti.
Sonrasında Rivesaltes’e yerleşen Hortensia, annesi ve kardeşleri ile yaşarken kaçış planları yapmaya başladı. 1941’in Haziran ayında, Barcelona’ya kaçmayı başardı ve burada demirci olarak çalışmaya başladı. Çocukluğundan itibaren mücadeleyle geçen yaşamı, etrafındaki insanların ideallerini paylaşarak kendisini bir devrimci olarak yetiştirdiği ve mücadeleye dört kolla sarıldığı yıllarla devam etti. 1957’de Toulouse’a yerleşti ve burada Uluslararası Antifaşist Dayanışma’nın (SIA) örgütlenmesine katıldı. Hortensia, örgütlediği SIA çatısı altında özellikle savaş yıllarında İspanya ve Fransa arasında göçmenlerin yolculuklarında inisiyatif aldı. Dünyanın dört bir yanında gittiği her yerde dayanışmayı, mücadeleyi örgütledi.
Franco’nun ölümünün ardından 1 Mayıs 1988 yılında İspanya’ya döndü. Burada CNT’nin yeniden kuruluş çalışmalarına katıldı. O yıllarda oğlu, Uluslararası Devrimci Eylem Grupları’nın (GARI) bir militanı olduğu gerekçesiyle devlet tarafından tutsak edildi.
Hortensia, Lisa Berger ve Carol Mazer’in çektiği “De toda la vida” (1986) isimli belgeselde kavgayla dolu yaşamını anlattı. CNT’nin örgütlediği SIA (Uluslararası Antifaşist Dayanışma) isimli göçmen dayanışma örgütlenmesinin gönüllüsü, Emma Goldman’ın yoldaşı Hortensia Torres, 1989 yılında Toulouse’da yaşamını yitirdi.
Anarşist Devrimin Taşıyıcısı Federica Montseny
İberya Devrimi’nin en önemli figürlerinden, devrimci anarşist Federica Montseny 12 Ocak 1905 yılında Madrid’de dünyaya gözlerini açtı. Kendi sözleriyle İspanya’da “eski anarşistler ailesinin bir evladıydı”. Babası İspanya’da anarşizmin en eski propagandacılarından Joan Montseny, annesi Teresa Mañé Miravet (Soledad Gustavo olarak da bilinir) ise yine anarşist geleneğin yetiştirdiği bir devrimciydi. İkisi de anarşist dergi La Revista Blanca’nın editörlerindendi. Yaşamını birleştirdiği Josep Esgleas Jaume’la birlikte Vida, Germinal ve Blanca adında üç çocuğu oldu.
Ailesinin izinden giderek Federica da genç yaşta CNT’ye katıldı ve mücadeleye atıldı. Solidaridad Obrera, Tierra y Libertad ve Nueva Senda’da yazılar yazdı. 1927’de İberya Anarşist Federasyonu’na (FAI) katıldı. CNT’nin bir stratejisi olarak Sağlık Bakanlığı görevine geçti. Böylelikle İspanya’nın ilk kadın bakanı olarak tarihe geçti. Aynı zamanda Avrupa tarihindeki ilk kadın bakanlardan da biriydi. Stratejik olarak bulunduğu bu pozisyon Emma Goldman, Camillo Berneri gibi bazı anarşistler tarafından tartışmayla karşılandı.
CNT’nin parasız, duyarlı, desantralize ve hastalık önleyici sağlık programlarının altında Montseny’nin imzası vardı. Cinsel sağlıkla ilgili pek çok gelişme yine Montseny’nin emeğiyle gerçekleşti. Kürtajın genelleşmesi ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için çeşitli atılımlar yapıldı.
Federica Montseny, aynı zamanda çok üretken bir edebiyatçıydı. 50’nin üzerinde romanı İspanya’da yayınlandı. Bunun yanında İspanya’da anarşizmin tarihi, biyografiler, tartışma yazıları gibi farklı yazıları yayınlandı ve kitaplaştırıldı.
1977’deki CNT’nin yeniden kuruluşunu ilan ettiği tarihi mitingde yaptığı konuşmayla herkesi tekrardan etkiledi. 14 Ocak 1994 yılında, 88 yaşında yaşamını kaybettiğinde arkasında kavgayla dolu bir yaşam hikayesi bıraktı.
Yorulmak Bilmez Bir Anarşist Britta Gröndahl
Gazetemizi hazırladığımız 8 Mart Dünya Kadınlar günü özel sayısında, Britta Gröndahl’ı anmak bizim için farklı bir anlamda da değerli. 8 Mart 1914’de kadınlar gününün bizlere hediye ettiği bir yoldaş olarak dünyaya geldi. Sağcı bir politikacı olan Hans Maartman ve Dagmar Tideman’ın kızıydı.
Gençliğinde yoğunluklu bir şekilde dil derslerine devam etti. Hayallerinde hep siyaset bilimi hakkında uzmanlaşmak vardı ancak çeşitli sebeplerle bir türlü bu alana devam edemedi. Dil derslerinden sonra bir dökümhane işçisi olan Gustav Gröndahl’la tanıştı. 1936 yılında yaşamlarını birleştirdiler. İyi bir müzisyen ve özel olarak da yetenekli bir çellist olan Britta, enerjisini devrimci mücadelenin gerekliliklerine göre düzenliyordu. O yıllarda ünlü bir müzisyen olabilecekken devrimci mücadele tarihini öğrenmekle geçirdi. Sonrasında bilinen bir Proudhon biyografisi olan “Pierre Joseph Proudhon: Federalist, Sosyalist, Anarşist”i kaleme aldı.
Bir gazeteci olarak IWW’nin yayınlarında yazıları ve haberleri yayınlandı. Britta Gröndahl, John Andersson ve Helmut Rüdiger ile birlikte İsveç’te anarşist hareketin en önemli isimlerinden biriydi. Bir parçası oldukları İsveç Genel İşçi Örgütlenmesi’nin (SAC) kuruluşunda, Britta’nın İspanya ziyareti ve çeşitli anarko sendikalist örgütlerden edindiği deneyimlerin etkileri vardı.
SAC’ın haftalık yayını Arbetaren’de ve anarşist hareketin dergisi Liberter Sosyalist Dergi’de (Frihetlig Socialistisk Tidskrift) yazıları, haberleri yayınladı. Farklı anarşist dergiler, gazeteler ve ortak çalışmalarda yer aldıktan sonra biyografiler, tarihsel anekdotlar ve teorik çalışmalarla İsveç’te anarşist hareketin en önemli yazılı kaynaklarını üretmiş oldu. Yaptığı çeviriler, Michel Foucault’nun İsveç’te tanınmasını ve farklı tartışmalar üretmesini sağladı. “Cinselliğin Tarihi”ni çevirerek pek çok tartışma yaratılmasının ardından Marie Cardinal, Claire Bretecher gibi yazar ve çizerlerden çeviriler yaptı.
SAC’ın uluslararası temsilciliğini yaptığı yıllarda, İtalya ve Fransa gibi ülkelerden gelen göçmenlerin konaklaması için dayanışmalar örgütledi. 1968 Mayıs eylemleri ve Portekiz’deki Karanfil Devrimi sürecinin doğrudan gözlemcisi oldu. Geç yaşına kadar mücadeleyi sırtlayan önemli isimlerden biri oldu. 18 Kasım 2002’de 88 yaşında yaşama gözlerini yumdu.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.
The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (5)- Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post IWW’den CNT’ye Dayanışma Mesajı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İrlanda’da faaliyet gösteren IWW olarak, 2012 yılında gerçekleşen endüstriyel eylemde İspanya Yargısı tarafından,”düzen bozuculuk” ve “saldırganlık” gibi yalan yanlış suçlamalarla hapis cezası verilen CNT üyeleri ile enternasyonel dayanışmamızı genişletmek istiyoruz.
Hapis cezası verilen Jorge ve Pablo, İspanya’nın Logroño şehrinde, anarko-sendikalist CNT üyesi iki kişidir. 14 Kasım 2012’de gerçekleşen genel grevde, polis eylemcilere ve sendika üyelerine saldırmıştı ve özellikle CNT’lileri hedef alıyordu. Jorge ve Pablo, polis tarafından gerçekleştirilen saldırıya bir bahane olarak öne sürülerek günah keçisi ilan edildiler.
Yaklaşık 6 yıl sonra yargıç her iki yoldaşa da toplam 5 yıl hapis cezası verdi. Bütün bir duruşma sadece polisin sahte ifadelerinden ve uydurulmuş bir hikayeden ibaretti.
Bu iki sendikalı işçinin hapis cezası alması çok rahatsız edici. İrlanda IWW olarak endüstriyel eyleme katıldıkları için İspanya’da hapse girmekle karşı karşıya olan yoldaşlarımız için herkesi enternasyonal dayanışmaya davet ediyoruz
#NoCaso14n #PabloYJorgeAbsolución #STOPmordazas
Bugün İspanya yerel saatiyle 18:30’da Logroño ve Valladolid şehirlerinde, devlet tarafından tutsak edilen CNT’liler için yürüyüşler gerçekleşti.
“Baskılarınıza karşı, dayanışmamız!…”
MANIFESTACIÓN #NOCASO14N LOGROÑO
¡CONTRA SU REPRESIÓN, NUESTRA RESISTENCIA!
Gepostet von CNT am Samstag, 8. September 2018
Eylemler çeşitli şehirlerde 2 hafta boyunca devam edecek.
The post IWW’den CNT’ye Dayanışma Mesajı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kavga Edenler Kaybetmez Heather Heyer Yaşayacak – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
IWW (Dünya Endüstri İşçileri Sendikası) üyesi Heather Heyer’in yaşamını yitirdiği, dokuz eylemcinin yaralandığı Charlotsville saldırısının üzerinden bir ay geçti. Heyer’in iş arkadaşı Marissa Blair; olaydan sonra verdiği bir röportajda şöyle söylüyordu: “İnandıkları uğruna kavga etmekten asla çekinmedi ve bu doğrular için kavga ederken öldü.”
Yaşadığımız coğrafyada yıllardır şiddetin hemen her tasvirine tanık olduk. Dünyanın farklı yerlerinde, bizler gibi yaşayan ve bizler gibi mücadele eden birçok devrimci için paylaşılan bu acılar bugün daha çok ortaklaşmaya başladı.
Bu ortaklaşmanın odak noktasında, son dönemde dünya genelinde yükselişe geçen “yeni sağ” ve bunun ABD’ye yansıması olan Donald Trump iktidarı yer alıyor. Yalnızca Trump’un seçildiği gün olan 9 Kasım 2016’da 227, sonraki 10 günde ise toplam 867 nefret saldırısı gerçekleşti. Bu saldırıların 315’i göçmenlere, 221’i siyahlara, 112’si müslümanlara ve 109’u ise LGBTİ bireylere yönelikti.
Trump iktidarıyla yükselişe geçen saldırıların yanında gerçekleştirilen birçok anayasal düzenlemeyle bu saldırıların politik hattı da çizildi. Çocuk ve genç göçmenlere yasal statüler tanıyan ve kamuoyunda “Hayalciler” olarak bilinen DACA programı iptal edildi. Göçmenleri sınır dışı etmeyen şehir yerel yönetimlerinin (New York, Los Angeles ve Chicago, Austin, Oklahoma City vs. gibi) bütçeleri kesintiye uğradı. Kızılderililerin yaşam alanlarını yok etme üzerine kurulacak ve eylemler sonucu durdurulan “Keystone XL” ve “Dakota” boru hattı projeleri tekrar başlatıldı. Trump, devletin bu ırkçı ve göçmen karşıtı uygulamalarını, daha önceki iktidarların ikiyüzlü politik doğruculuğunun aksine, aymaz bir göçmen karşıtlığı ve ırkçı söylemle destekledi ve böylece Charlotsville’deki saldırıya zemin hazırlayan faşist ve ırkçı mobilizasyon tamamlanmış oldu.
Heyer’in ve birçoklarının uğruna yaşamını yitirdiği bu kavganın kökleri ise Amerika kıtasının Avrupalılar tarafından işgal edildiği yıllara dek uzanıyor. Heyer’in sembolize ettiği değerler, bugün çeşitli projelerle işgal edilmeye çalışılan topraklarını savunmak için direnişe geçen Kızılderili yerlilerin değerleridir.
1800’lerin başı, 50 yıl içinde 200.000 insanı zincirlerinden kurtaracak kölecilik karşıtı hareketin temellerinin atıldığı yıllar. 1811 yılında New Orleans yakınlarında, 1822’de Güney Carolina’da ve 1831’de de bugün Heyer’in katledildiği yer olan Virginia’da en büyük köle ayaklanmalarından biri gerçekleşir. Nat Turner isimli siyah bir kölenin etrafında birleşen 70 köle, güneş tutulmasıyla (ya da siyah adamın güneşe oturması sonrasında) ayaklanarak kapı kapı gezip köleleri özgür bırakmaya başlar. Bu isyandan sonra Nat Turner ve 55 köle kadın, erkek, yetişkin, çocuk demeden vahşice katledilir. Katliamın ardından bu eylemlerle kölelerin güvenli bölgelere kaçabilmesi için beyazların da içinde bulunduğu bir ağ kurulmuş olur. Heyer’in değerleri Turner ve binlerce isimsiz köle isyancının değerleridir.
Bu yüzyılın sonu tarih kitaplarında kölelikten kurtuluşun zaferi olarak görülürken, ezilenlerin zihnine köleliğin kabuk değiştirmesi olarak kazındı. Dün beyaz efendinin köleleri, bugün beyaz patronun işçileri haline gelmişti. Bu mücadelenin ateşi de ilk kez Haymarket Meydanı’nda yakıldı. “Günde 8 saat” diyerek fabrikalarda iş bırakan, devlete ve silahlı çetelerine karşı mücadeleyi büyütenler katil McCormick Harvester Şirketi’nin kapısı önünde direnişe geçti. Grev kırıcıları ve polisin saldırısını protesto etmek için ertesi gün Haymarket’te toplanan binlerce işçi “Hep beraber olursak, biz kazanırız.” diyordu. Eylemcilere polisin saldırdığı sıralarda, polislerin arasına atılan bir bomba bahane edilerek 7 anarşist işçi katledildi.
Son günlerde Amerika’nın gündemini işgal eden anti-faşist direniş, dün ile bugünü buluşturan bağları bize gösterir. Heather Heyer ve binlercesinin mücadelesi onların mücadelesidir!
The post Kavga Edenler Kaybetmez Heather Heyer Yaşayacak – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi (11): Almanca Anarşist Yayınlar (2) – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Farklı coğrafyalardaki anarşist mücadeleler tarihinden yayınları incelediğimiz “Anarşist Yayınlar” başlıklı yazı dizimizin 11. bölümünde, 1945’ten günümüze Almanca Anarşist Yayınlar’a yer veriyoruz. Tek bölümde incelenemeyecek kadar geniş bir anarşist yayıncılık geleneğine sahip olan bu topraklara dair incelememizi iki bölüme ayırmıştık. Bu bölümde inceleyeceğimiz yayınlar 19. yüzyılın yoğun siyasi ortamındaki toplumsal mücadelelerde üretilmiş yayınların geleneğini, biçimsel formatta da sürdüren örnekler teşkil etmesi bakımından ayrı bir öneme sahip.
İkinci Dünya Savaşı’ndan ve Nazi İktidarı’nın yükselişinden önce birçok farklı alanda örgütlenen mücadelelerle güç kazanmaya çalışan toplumsal muhalefet, kanlı bir şekilde bastırıldı. Anarşistlere yönelik şiddet dalgası, mücadelenin boyutlarını genişletmiş, Gustav Landauer, Erich Mühsam gibi değerli yoldaşları erkenden aramızdan almıştı. Uzun yıllar faşist diktatörlük altında yaşam fırsatı bulamayan devrimci düşünceler, siyasi sürgünler aracılığıyla dünyanın farklı coğrafyalarına taşındı. Bu sürgünlerden Rudolf Rocker, süreli yayınlarının yanında hacimli eseri “Milliyetçilik ve Kültür” (1937) isimli kitabını yayınladı ve İspanya Devrimi’ni destekledi. Aynı yıl “İspanya Trajedisi” isimli kitabı yayınlandı.
70’li yıllarda anarşizm, yeni muhalefet biçimlerinin tartışıldığı bir ortamda, öğrenci hareketlerince benimsenen bir düşünce oldu. Günümüzde ise gerçekleşen kongrelerle, eylemliklerle ve yayınlarla, özgürlük mücadelelerinde çatlaklar yaratmaya devam ediyor.
Direkte Aktion Direkte Aktion (Doğrudan Eylem) gazetesi, Die Freie Arbeiterinnen und Arbeiter Union (Özgür İşçi Sendikası/ FAU) Sendikası’nın anarko-sendikalist yayın organı olarak 1977 yılında yayına başladı. İki aylık periyotta yayınlanan gazetenin kuruluşu sendikanın çalışmalarına başlamasıyla aynı döneme tekabül ediyordu. Yayın hayatına halen devam eden gazetenin editörlüğü anarşist ilkeler doğrultusunda şekillenir. Sendikanın kongrelerinde belirlenen editörler her an geri çağrılabilir nitelikte olmalıdır ve Direkte Aktion’da sorumluluk alan bireyler hiçbir yazıdan herhangi bir telif hakkı iddia edemezler. Aynı şekilde özellikle bir merkez ofisi yoktur, bunun yerine farklı şehirlerde çalışma grupları kurulur ve söz konusu gruplar koordine bir şekilde hareket ederler. Direkt Aktion’un 2005’te yayınlanan 170. sayısından sonra gazetenin bütün sayıları online olarak PDF halinde internette yerini aldı. Günümüzde Direkte Aktion; FvDG’nin yayını “Einigkeit (Birlik)”, FAUD’un yayını “Der Syndikalist (Sendikalist)” ve FFS’nin yayını “Die Freie Gesellschaft (Özgür Toplum)” gibi sendika yayını geleneğinin devamcılığını yapıyor.
Graswurzelrevolution Graswurzelrevolution, İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte izlediği savaş karşıtı politikayla döneminin en etkili anarşist yayın organı oldu. İlk sayısı 1972’nin yaz aylarında Bavyera’da basıldı. Yayınlandığı süre boyunca toplumsal eşitlik, anti-militarizm ve ekoloji başlıklarına odaklanan bir yayın politikası izledi. 1989’dan itibaren her Ekim ayında sekiz sayfalık “Özgürlükçü Kitap Sayfaları” isimli bir ek çıkarılmaya başlandı. Belli bir merkeze bağlı olmayan editör gruplarının farklı şehirlerdeki diğer gruplarla sürekli iletişim halinde olarak hazırladıkları ancak her sayının sorumluluğunu farklı bir grubun aldığı derginin birçok farklı versiyonu bulunuyor. “Graswurzelrevolution için toplumsal devrim, tabandan gelen güçle şiddetin ve otoritenin bütün formlarıyla ortadan kaldırılmasını ifade eder. Amacımız kapitalizmin yarattığı hiyerarşiye karşı özörgütlü, federatif, doğrudan demokrasiyle işletilen, şiddetsiz topluma ulaşmaktır. Mümkün olduğunca örgütlenme anlayışımızı, mücadele yöntemlerimizi hayata geçirmeye çalışmalıyız.”
Barrikada Barrikada, anarko-sendikalizm, devrimci sendikalizm ve konsey komünizmi gibi düşünce akımlarının işçi mücadelelerine dair teorik tartışmalar yürüttüğü teorik bir dergi olarak yayın hayatına başladı. 2008 ve 2011 yılları arasında toplam 5 sayı yayınlanan dergide “Anarko-Sendikalist Yayıncılık”, “Sendikal Hareketin Tarihi”, “Örgütlenme” gibi birçok başlıkta araştırmanın yanında örgütlenme, karşı devrim, ekonomi gibi başlıklarda verimli tartışmalar yürütüldü. Karl Roche internet arşivinden, derginin bütün sayılarına PDF formatında erişilebilir.
Di Schwarzi Chatz Freie Arbeiter Union Berne (FAU-Bern)’in yayın organı olarak, 2009 yılında yayın hayatına başlayan Di Schwarzi Chatz (Kara Kedi), iki haftalık bir periyotta yayınlandı. Her sayısı 12-16 sayfa arasında değişen gazete basılı yayınların tirajının dibe vurduğu bir dönemde 500 ile 1500 arasında değişen bir tiraja sahipti. Konut sorunu, göçmenlerin durumu ve sendikal hareket hakkında gündelik mücadele alanlarının yanında, anarşizmin tarihine dair yazıların da yayınlandığı gazetenin son sayfaları ise okur mesajlarına ayrılmıştı. IWW (Industrial Workers of the World) üyesi Ralph Chaplin tarafından, emeğin özörgütlü mücadelesini sembolize etmesi amacıyla tasarlanan ve sonrasında bütün dünyadaki özgürlükçü sendikalar tarafından benimsenen siyah kedi sembolü, gazetenin logosunda kendine yer buldu. Di Schwarzi Chatz, 2013 yılında 23 sayılık bir külliyatla yayın hayatına son verdi.
Gâi Dào Gâi Dào (Başka Yoldan Git), IFA üyesi Almanca Konuşan Anarşistler Federasyonu’nun (FdA-IFA) yayın organı olarak 2011 yılında yayınlanmaya başladı. İnternet dergisi olarak yayınlanan ve fiziksel formatı bulunmayan Gâi Dào, Almanca konuşulan coğrafyalardaki anarşist mücadelelerle röportajlar, dayanışma mesajları ve haberlerin duyurulduğu bir bülten işlevi görüyor. Yayın amaçlarını birkaç kelimeyle şöyle tanımlıyorlar: “Amacımız; yöneticilerin, sınırların ve sınıfların olmadığı, devletsiz, özgür anlaşmaya ve karşılıklı yardımlaşma ilkelerine dayanan bir topluma ulaşmaktır. Tahakküm ve sömürünün bütün formlarıyla ortadan kaldırılmasını savunuyoruz.”
The post Anarşist Yayınlar Dizisi (11): Almanca Anarşist Yayınlar (2) – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşizmin ideolojik olarak ortaya çıkışı ve dünya çapında yayılışı şüphesiz ki kolonyal dönemde devletlerin farklı kıtalara, farklı coğrafyalara giderek yeni sömürgeler oluşturmasıyla ilintilidir. Anarşizmin ideolojik olarak biçimlenmesi “Batı”da gerçekleşse de anarşizm yayıldığı her coğrafyadaki yerel kültür ve toplum ilişkilerinde kendi yaşamsal karşılığını bulmuştur. Bu sebeple, “Batı” dışında örgütlenen ve gelenek haline gelen anarşist hareketleri incelememiz, bu ilişkiyi görmemiz açısından önemlidir.
Japonya’da anarşizm, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında gelişmeye başlamıştı. Bu topraklarda anarşist fikirleri ilk kez yaygınlaştıranlardan biri, Shûsui Kôtoku olmuştu. Kôtoku, siyasi politik hayatının başlamasıyla beraber, toplum sorunlarını ele alan bir gazete kurdu. Heimin Shinbun (Sıradan İnsanlar Gazetesi) 1903 yılında yayın hayatına başladı, kısa sürede savaş karşıtlarının toplandığı bir zemin haline geldi. Gazetenin yaygınlaşmasıyla beraber İmparator Meiji durumdan rahatsız olmaya başladı ve imparatorluğun direktifleriyle gazetenin editörleri tutuklandı, büroları basıldı, dağıtımı engellenmeye çalışıldı. Gazete 18 Ocak 1905’te son sayısını çıkartarak yayın hayatına veda etti. Ama Heimin Shinbun’un bu sonu aslında birçok gelişimin de başlangıcı olacaktı. Shûsui Kôtoku, 5 ay boyunca kaldığı hapishaneden çıktığında anarşist fikirleri daha da olgunlaşmış olacaktı.
Shûsui Kôtoku Amerika’da
Hapishanede Kropotkin’in kitaplarını okuyan Kôtoku, Meiji hükümetinin baskılarından uzaklaşmak için Amerika’ya giderek, burada teorik olarak kendisini geliştirdi. Kropotkinle mektuplaşan Kôtoku, Kropotkin’in yazılarını ve kitaplarını Japoncaya çevirmeye başladı. IWW (Dünya Endüstri İşçileri)’nin mücadelesinden etkilendi. Japonya’dan göç etmiş ve Amerika’da yaşayan anarşistlerle beraber, Japonca Kakumei (Devrim) isimli bir dergi ve Ansatsushugi (Terörizm) isimli bir broşür çıkarmaya başladı.
1906 yılında Japonya’ya geri dönen Kôtoku, anarşizmi örgütlemek için burada ilk olarak bir miting düzenledi. 28 Haziran 1906’da düzenlediği mitingde, ABD’de etkilendiği işçi mücadelesinden ve Kropotkin’in komünal düşüncelerinden, Marksist parti anlayışının otoriter ve devletçi oluşundan, dünya devrim hareketi geleneğinden bahsetti.
Doğrudan Eylem Ayrışması
1907 yılında Heimin Shinbun Gazetesi tekrar basılmaya başlandı. Ancak kısa sürede gazete içerisindeki sosyal demokratların oy hakkını savunan düşünceleri üzerine bir tartışma süreci başladı ve bu tartışmalar gazetenin yayınının durmasına sebep oldu. Yaşanan tartışmalar sonrasında sosyal demokratlar Heimin Shinbun’dan ayrılırken; doğrudan eylemi savunan anarşistler Osaka Heimin Shinbun’u basmaya devam ettiler.
İmparatorluğun “Özgür Köy”lerden Korkusu
Japonya köylerinde özellikle pirinç üretiminde halk arasında zaten var olan dayanışma ilişkileri, köylerin anarşist komünlere dönüşmesi için zemin hazırlıyordu. Kôtoku, Akaba gibi anarşistler de Kropotkin’in düşüncelerini köylerdeki söz konusu durumla harmanlama niyetindeydiler.
1910 yılında Akaba Hajime, halkın daha önceden yaşadığı gibi köy toplumuna geri dönüş için çağrıda bulunduğu, anarşist-komünizm yoluyla anarşist bir cennet yaratmaktan söz ettiği Nômin no Fukuin (Çiftçinin Kutsal Kitabı) adlı bir broşür yayınladı. Ancak broşürde İmparator’u eleştirmesi ve karşılıklı yardımlaşma düşüncesinden bahsetmesi sebebiyle, İmparatorluk tarafından arananlar listesine eklendi. Belli bir süre gizlenen Akaba, daha sonra yakalandı ve tutuklandı. Akaba, 1 Mart 1912’de Chiba Cezaevi’nde yaşamını yitirdi.
Şirket Sömürüsüne Karşı Doğrudan Eylemle Direnen İşçiler
Meiji İmparatorluğu’nun güçlenme hırsı ve işgalci politikasıyla savaşlara girmesi, sanayi ihtiyacını doğurdu. Köy toplumu olan Japonya’da hızla bir sanayileşme süreci başladı. Bu durum, madenlerin ve fabrikaların artmasıyla, işçi sınıfı üzerinde sömürünün de artmasına neden oldu. Artan sömürüye karşı işçiler örgütlenerek, patronlara karşı doğrudan eylemler gerçekleştirmeye başladılar.
Şubat 1907’de Ashio bakır madeninde işçilerin greve gitmese de, şirket işçilerin taleplerini görmezden geldi. Şirket tarafından yok sayılan işçilerse “doğrudan eylem”e yönelerek, şirket patronunu küreklerle dövdü, madenin elektrik tesisatını çalışamaz hale getirdi ve şirket binasını ateşe verdi. İmparatorluk, işçilerin direnişini bastırabilmek için bölgeye askeri birlik gönderdi, ancak işçiler kolluk kuvvetleriyle silahlı çatışmaya girdi. Bu dönemle, farklı sektörlerde örgütlenen başkaca grevler de ateşli direnişlere dönüşmeye başladı.
Anarşistlere Yönelik Baskı Dönemi: Operasyon, Tutuklama ve İdam
1908 yılında, Shûsui Kôtoku’nun savunduğu gibi, ezilenler arasında doğrudan eylem anlayışı yayılmaya başladı ve işçi grevleri silahlı eylemlere dönüştü. 1910 yılında anarşistler, İmparatora yönelik bir eylem planlamaya başladı. 25 Mayıs 1910’da boş bir alanda yapılan bomba denemesi sonrasında dört anarşist tutuklandı. 1907 Ansatsushugi (Terörizm) broşüründeki yazıların eyleme geçtiğini düşünen polis, bir operasyon furyası başlattı. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. 24 kişi İmparatora suikast hazırlamak suçuyla idama mahkûm edildi; bunlardan 12′sinin cezası ömür boyu hapse çevrildi, fakat Kôtoku ve on bir yoldaşı 24 Ocak 1911′de asılarak idam edildi.
İdamlarla da yetinmeyen Japonya İmparatorluğu, anarşistlere yönelik baskılarını ve yasaklamalarını sürdürdü. Anarşistlere yönelik bu saldırı dönemine “Kış Dönemi” adı verildi. Birçok anarşist tutuklandı; operasyonlardan kurtulabilen anarşistlerin bir kısmıysa dağlarda gizlendi. Birinci Dünya savaşı öncesinde güçlenen Japonya devleti İtilaf Devletleri safında savaşta yerini alacaktı. Japonya’da bir dönem kapanmıştı. Ama devletin tüm baskı politikalarına karşı anarşistler küllerinden doğarak yeniden bir sayfa açacaklardı.
Katledilen Anarşistlerin Ardından Mücadele Büyümeye Devam Etti
Kôtoku ve on bir arkadaşının idamı sırasında hapishanede olan Sakae Ōsugi, 1911 yılında hapishaneden çıktı. Eşi Noe Itō ile beraber Emma Goldman’dan ve Kropotkin’den çeviriler yaparak, Japonya anarşist külliyatına katkıda bulundu. Ōsugi, Kôtoku’nun anti militarist kampanya yürüttüğü sırada “Sıradan İnsanlar” gazetesine katılmıştı. Bu dönemde Ōsugi, askeri kökenli bir aileden geldiği için kendisine “katilin oğlu” diyordu. Ōsugi, anti militarist fikrinin yanı sıra, Fransa’daki CGT’yi örnek alarak anarko-sendikalist bir örgütlenme çalışmasının yararlı olacağını düşünüyordu. 1912 yılında teorik bir yayın olan Kindai Shiso (Çağdaş Düşünce) dergisini çıkartmaya ve anarko-sendikalizmi tartıştırmaya başladı. Ōsugi, derginin yanında yakın arkadaşı anarko-sendikalist Arahata Kanson ile beraber “Sendikalizmi Araştırma Grubu” oluşturdu. Bu grup, 1913-1916 yılları arasında anarko-sendikalist bir anlayışla işçi örgütlenmesi yürüttü.
1917’de Rus Devrimi gerçekleştiği sırada, Japonya’da endüstri hızlı gelişiyordu. İşçi sendikaları ve örgütleri yasal olarak illegal olsa da, gizli örgütlenmeler ile işçiler arasında giderek yayılmaya başlamıştı.
1918 Pirinç İsyanı
Halk, pirinç fiyatındaki yüksek artış nedeniyle köylerde ve şehirlerde en önemli besin maddesini bulamamaya başladı. Bunun en büyük nedeni, Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’ne dahil olan Japonya’nın deniz aşırı bölgelerdeki askerlerine ve müttefiklerine pirinç göndermesi oldu.
İlk tepki, 23 Temmuz 1918’de Toyama’nın Uozu şehrindeki küçük balıkçı kasabasında gerçekleşti. Köylülerin pirinç talepleri dikkate alınmayınca, isyan hareketi hızla yayılmaya başladı. Fabrikalarda grevler örgütleniyor; devletin isyan hareketini bastırmak için şiddete başvurmasıyla karakollar bombalanıyor; kolluk kuvvetleriyle silahlı çatışmalar yaşanıyordu. 1918 yılında 70.000’den fazla işçinin katıldığı 417 grev ve direniş örgütlendi. Japonya genelinde tüm fabrikalarda toplam bir buçuk milyon işçinin çalıştığı düşünüldüğünde, bu işçi hareketi kapitalist çarkın dengesini bozmaya yetmişti.
Pirinç isyanında yaklaşık 25.000 kişi gözaltına alındı, bunlardan 8200’ü tutuklandı. Birçok işçi ve köylü ölüm cezasına çarptırıldı. İmparatorluk isyanı bastırmak için çalışırken başbakan Terauchi ve kabinesi, 29 Eylül 1918’de istifa etmek zorunda kaldı.
Pirinç yokluğunda bir araya gelen işçiler, tüm sorunları için örgütlenmeye başlamıştı. 1912 yılında 15 üyeyle kurulan Yuaikai (Dayanışma Topluluğu), 1918’de üye sayısını 30.000’e çıkartmıştı. Örgütün ismi 1921′de Japon Emek Konfederasyonu olarak değiştirildi. Sendikanın yönetiminde reformist eğilimli sendikacılar bulunsa da sendikayı tabandan hareket ettiren, anarko-sendikalist işçilerdi. İşçiler arasında anarko-sendikalist düşünceler yayan Kindai Shiso (Çağdaş Düşünce) dergisinin teorik olarak savunduklarını pratiğe geçirmek için 1919 yılında Rodo Undo (Emek Hareketi) adlı anarşist bir işçi örgütü kuruldu. Örgüt, aynı adla bir de yayın çıkarıyordu.
1917 Rus Devrimi tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da büyük bir heyecanla karşılandı. Ama Ōsugi, Bolşeviklerin iktidarı alarak Rus Devrimi’ni nasıl paramparça ettiğini çok geçmeden anladı. İlk önce Kronştad’ta Kızıl Ordu’nun anarşistleri katletmesini öğrenmiş; sonrasında Emma Goldman ve Alexender Berkman’ın Bolşevik Parti’yi eleştiren makalelerini çevirerek, Bolşeviklerin Rusya’da neler yaptığını Japonya işçi ve köylülerine aktarmıştı.
İşçi örgütlenmelerinin nasıl olacağı noktasında anarşistler, komünistler ve reformistler arasında ideolojik bir mücadele başladı. Komünistlerin Rusya’da yaptıkları üzerine otoriter örgütlenmeleri ve reformistlerin kapitalizmle uzlaşmacı politikaları, anarşistleri kendi ilkelerine dayalı bir işçi örgütü kurmaya itti. Anarşistler de “Özgürlükçü Sendikalar Federasyonu” (Zenkoku Rôdô Kumiai Jiyû Rengôkai)nu kurdular. Böylece 1925 yılından itibaren anarşistler, komünistler ve reformistler, kendi kurdukları sendikalarda konumlandılar.
1923 Eylül ayında, Japonya anarşist hareketine, Kôtoku’ların idamında olduğu gibi, şiddetli bir devlet saldırısı gerçekleşti. 1 Eylül 1923’te Doğu Japonya’da (Kantô bölgesi) büyük bir deprem meydana geldi. Deprem sonucu yaklaşık 90.000 kişi yaşamını yitirdi. Depremin ardından engellenemeyen birçok yangın, evlerin kül olmasına neden oluyordu. Devlet yangınların, devrimcilerin kundaklamaları sonucu çıktığı söylentisini yaydı. Söylenti çığ gibi büyüdü ve yüzlerce Koreli sokaklarda linç edildi. Kargaşa sırasında polis ekipleri Sakae Ōsugi ile eşi Noe Itō ve 6 yaşındaki yeğenini gözaltına aldı. İşkence yaparak vücutları kurşunlanan anarşistlerin ve 6 yaşındaki yeğenlerinin bedenleri, 4 gün sonra bir kuyuda bulundu. Anarşist bir ailenin katledilerek bedenlerinin kuyulara atılması, anarşist hareket içerisinde doğrudan eylem tarzını tekrar gündeme getirdi.
Ōsugi’nin katledilmesi sonrasında işçi sendikaları içerisinden “Giyotin Derneği” adlı gizli bir örgüt ortaya çıktı. Ōsugi’yu katleden General Fukuda’ya karşı silahlı eylem gerçekleştirildi; Fukuda vurulmasına rağmen ölmedi. Giyotin Derneği sonrasında General Fukuda’nın evini havaya uçurdu.
Ōsugi yaşamını yitirse de ardında büyük bir anarko-sendikalizm mirası bırakmıştı. Aynı dönemde parlementoyu savunan reformistlerle anarşistler arasında politik bir mücadelede sürüyordu. Japonya anarşist hareketi 1925’te genel oy yasası tartışmaları döneminde, işçilerin parlementer sisteme katılımına karşı çıkan Kara Gençlik Birliği(Kokuren)’ni kurdular.
1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, anarşist hareket eski örgütlülüğüne kavuşamadı. Japon devletinin Pearl Harbor’a saldırması sonrasında, ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atom bombası atması sonucu devletlerarası olan bu savaşta asıl kaybedenin ezilen halklar olduğu bir kez daha açığa çıktı.
Tüm bu olanlara karşı anarşistler eskisi kadar olmasa da örgütlenmeye devam etti. Savaştan hemen sonra Mayıs 1946′da, 200’e yakın üyeyle “Nihon Anakisuto Renmei” adlı Japon Anarşist Federasyonu kuruldu. Federasyon içerisindeki “saf anarşizm”, anarko sendikalizm tartışmaları sonucu federasyon ikiye bölündü. Saf anarşizmi savunan grup Japonya Anarşist Kulübü’nü kurdu; anarko-sendikalist grup ise “Anarşist Federasyon”u. 1955’te Anarşist Federasyon ismini Japonya Anarşist Federasyonu olarak değiştirerek Kuro Hata (kara bayrak) adlı yayını çıkarmaya başladı. 1968’e kadar örgütlenmeye devam eden Federasyon, bu tarihten sonra dağıldı. Daha sonrasında federasyon içerisinden bir grup 1980′e kadar Museifushugi Undo (Anarşist Hareket) isimli bir yayın çıkardı. 1970’lerde Tokya’da başlayan sendikal hareketlilik 1983’te Rodosha Rentai Undo (İşçi Dayanışma Hareketi) olarak kurulan anarko-sendikalist bir örgütlenmeye dönüştü.
Japonya’da anarşist hareket, İmparatorluğun baskı ve katliamlarına, her iki dünya savaşına ve sürekli olan tehdide karşı, yıllar boyunca örgütlendi. Anarşistler, binlerce işçinin ve köylünün örgütlendiği sendikalar, birlikler, örgütler kurdular; sayısız yayın çıkardılar. İmparatorluk anarşistleri yok ettiğini zannetse de, Japonya’da bir gelenek yaratan anarşizm her defasında küllerinden yeniden doğdu. Öyle ki bu topraklarda örgütlenen mücadeleyle anarşizm kavgasına başlayanlar, sadece kendi topraklarında değil, 1936’da İberya Yarımadası’nda faşist Franco’ya karşı mücadeleye katıldılar, enternasyonal bir dayanışma örneği göstermişlerdir.
(Anarşist kadın hareketi içerisindeki önemli isimlerden olan, baskı ve zulme karşı İmparator Meiji’ye suikast planında yer alan, Japonya’da politik tutuklu statüsü ile idam edilen ilk kadın olan anarşist Kanno Sugako ve onun Japonya’daki anarşist mücadele tarihine etkisi hakkında bilgiye, gazetemizin 32. sayısında yayınlanan “Tarihteki Anarşist Kadınlar (2)” başlıklı yazıdan ulaşabilirsiniz.)
Meiji hükümeti döneminde Japonya 1894-1895 yıllarında Çin’i ve 1905 yılında Rusya’yı yenilgiye uğrattı. 1910 yılında Kore’yi işgal ederek kendi topraklarına kattı. Savaş alanındaki gücü nedeniyle 1. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri arasında savaşa katıldı.
The post Yoksulluğa, Baskıya ve İmparatorluğa Karşı Japonya’da Anarşizm – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletin varlığını sürdürmesi için, toplumun geniş kesimlerinde itaati zorlaması ya da bunu yapabileceğine inandırması gerekir. Ancak özgürlük için direnenler ve mücadele edenler, devletin bu çabasını boşa çıkarırlar. Direniş ve özgürlük insanların aklına bir kere düşmeyegörsün; devletin bu direnişi gösterenleri katletmesi bunu unutturmaz. Bir kere toplumsal meşruluğunu yitiren devlet, varlığını sürdürebilmek için çok daha büyük bir korku yaratmaya çalışır. Böyle dönemlerde, kendi hukukunu dahi yok sayıp “olağanüstü hal”lerle gündelik yaşamı terörize etmesi, devletin ana politikası olur. Dolayısıyla terörün ne, teröristin kim olduğunu biraz daha ayrıntılı irdelemek gerekiyor.
Devletin Terörist Dedikleri
1793’te yani Fransız Devrimi’nin hemen sonrasında ilan edilen Convention adlı bildiri ile terör kelimesi ilk siyasal anlamına kavuşur: “Komplo kuran tüm kişileri dehşete düşürmenin zamanı geldi. Kanun adamları, terörü başlatın.” Aslında bu ilk kullanım, devlet ve terör arasındaki doğrudan ilişkiyi anlamak açısından önemli.
Devletin “terör” iddiasıyla toplumu baskı altına alıp sindirmek istemesinin, kendisine karşı mücadele edenleri terörist ilan edip katletmesinin çokça örneği var.
Sene 1886… 8 saatlik iş günü için, ABD’deki işçiler, greve giderler. Günlerden 1 Mayıstır. Ayın dördünde devletin ve şirketlerin greve giden işçilere yönelik uyguladığı baskıyı ve şiddeti protesto etmek isteyen işçiler bu kez Haymarket Meydanı’na giderler. Günlerden katliamdır. Çünkü Meydanda düzenlenen mitinge polis saldırır, çok sayıda işçi yaşamını yitirir. Olaydan sonra “terörist” yaftalamasıyla birçok işçi tutuklanır ve idam edilir. Devlet aslında emeği için mücadele eden, hizaya sokamadığı işçileri katlederek en çok da ayakta kalanları ve mücadeleye tutunanları korkutarak yıldırmaya çalışmak istemiştir. Ancak yılgınlık değil, direniş örgütlenir. Böylece 1 Mayıs’lar devlet terörüne karşı her yerde direniş olmuştur.
İki İtalyan işçi olan Sacco ve Vanzetti, örgütlü mücadele eden anarşistlerdi. Haymarket işçilerinin yaşadıklarına benzer şekilde, devlet, bu iki işçiyi de, “haklı bir gerekçe sunarak” terörist ilan etti ve ardından katletti.
Devletin bu sıfatı en çok yakıştırdıklarından biri, anarşizmin en ateşli savunucularından, tüm yaşamını devlete karşı mücadeleye adamış Emma Goldman’dı. Sadece Goldman değil Errico Malatesta, Mihail Bakunin ve daha birçok anarşist devlet tarafından terörist olarak yaftalanmış, dört duvar arasına kapatılarak mücadeleden yalıtılmaya çalışılmıştı.
Anarşist hareketin tarihinde terörist diye yaftalananlar sadece bireyler değildi. İşçi örgütlenmelerinden sendikalara, kooperatiflerden federasyonlara kadar farklı birçok anarşist yapı da bu yaftalamadan kurtulamamıştır. Faşist Franco döneminde CNT’den Arjantin’deki anarşist sendika FORA’ya, 19. Yüzyılda ABD’de IWW’den Bakunin’in örgütlediği İşçi Kardeşliklerine kadar öz-örgütlenmelerin büyük çoğunluğu devlet ve kapitalizmin işlerliğinin dışında bir toplumsal işleyişe giriştiklerinden dolayı terörist oldukları iddiasıyla baskılara maruz kalmışlardır.
Devletlerin terör yaftalamalarına maruz kalanlar, muhakkak ki sadece anarşistler olmamıştır. İberya’da Bask halkının özgürlük mücadelesini veren ETA’dan, Kuzey İrlanda halkının özgürlük mücadelesini veren IRA’ya, 1960’larda kadın mücadelesini veren örgütlerden siyahların mücadelesini veren örgütlenmelere kadar, mücadele eden tüm kesimler, devlet tarafından tehdit olarak görülmeye başladığı an terörist diye yaftalamış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş ve katledilmiştir.
Birkaç ay öncesinde İspanya‘da anarşistlere yönelik girişilmiş Pandora ve Pinata operasyonlarıyla da aynı senaryo oynanmaya çalışılmıştır. Devlet “terör operasyonları” aracılığıyla sadece anarşistleri tutuklamamıştır. Aynı zamanda mücadele eden insanları kriminalize etmek ve toplumda bir korku havası estirmek istemiştir.
Terör Operasyonları
Özellikle toplumsal mücadelenin yükselişe geçtiği, devlet iktidarının kendini yalnızca şiddet kullanarak yeniden üretebildiği bir atmosferde, devletlerin en çok başvurduğu strateji, terör operasyonlarıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi operasyonların hedefi toplumda bir korku durumu yaratarak, bireyleri devletin belirlediği ve sınırlarını çizdiği siyasal alanın içinde kalmalarını sağlamaktır. Yani basitçe, devlet vatandaşlarından kendisine biat etmesini beklerken, belirlediği alanın dışına çıkanları “ibretlik olsun” diye cezalandırır.
Operasyon süreçlerinde, kolluk güçleriyle diyalog halinde çalışan medyanın da desteğiyle, operasyon gerçekleştirilen organizasyon ve bireyler hedef alınır. Operasyonlarla terör diye yaftalanan, iktidar sahiplerinin çıkarına olmayan eylemlerdir. Terörist dedikleri, aynı iktidar sahiplerinin tahakkümüne karşı direnen ve bu tahakkümü ortadan kaldırmak için mücadele edenlerdir.
Bir yandan Kürt siyasetine yönelik terör operasyonları cadı avı niteliğinde sürerken, diğer yandan Kürdistan’da askeri operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları, 90’ları aratmadı. Sabaha karşı yapılan ev baskınlarının ve gözaltıların, devrimcileri ve halkı yıldırmaya yönelik hamleler olduğu aşikardı. Bu koşullarda sokaklar daha kızgınlaştı ve çatışmalar arttı. Bu eksende devletin koyduğu yasaklara bir de kent giriş-çıkışların kapatılması ve basının çatışma bölgelerine girişlerinin engellenmesi eklendi. 144 toplantı ve gösteriye asker-polis saldırısı yaşandı. Son 40 günde 2 bin 544 kişi gözaltına alınırken, 338 kişi tutuklandı. Yapılan çatışmalarda 24 kişi yaralandı. 7 gün içinde 45 kişi yaşamını yitirdi. Yapılan operasyonlar sonucunda devlet Bağcılar’da Günay Özarslan adında bir devrimciyi infaz etti. Şırnak’ta 7 yaşında Baran Çağlı, Diyarbakır’da 11 yaşındaki Beytullah Aydın, Ağrı Diyadin’de 15 yaşındaki Orhan Aslan, 16 yaşındaki Emrah Aydemir, Mardin’ de 16 yaşındaki Mazlum Turan devlet tarafından katledildi. Asker Silopi’de evleri basıp 3 genci yataklarında infaz etti.
Gözaltına alınanlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, sabaha karşı yapılan ev baskınları, gösteri ve toplantılara saldırı, sokağa çıkma yasağı, kent giriş çıkış yasakları, köy boşaltmalar, kasten başlatılan orman yangınları, askeri operasyonlar, saldırılarda, operasyonlarda yaralananlar, katledilenler, infaz edilenler, infaz edilenlerin cansız bedenlerine yönelik şiddet ve bu şiddetin teşhiri…
Bütün bunlardan sonra tekrar düşünelim terör kelimesinin anlamını. Ve teröristin kim olduğunu…
Merve Demir
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Korku Egemenliği Terör Devleti” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post IWW’nin Sesi: Endüstri İşçisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’deki anarşist hareketin tarihiyle özdeşleşmiş IWW’nin ( Industrial Workers of the World) yayın organı olan Industrial Worker gazetesi editörlerinden Diane Krauthamer’le yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
Meydan: Ezilenlerin özgürlük mücadelesinde IWW’nin, siyahların ve LGBTİ bireylerin ilk örgütlendiği sendika olmak gibi önemli tarihsel özellikleri var. IWW’nin sesi olan Endüstri İşçisi (Industrial Worker) yayın hayatına ne zaman başladı?
IWW: IWW’nin sayısız yayını vardı, ancak IWW’nin resmi yayın organı olan Endüstri İşçisi; ilk olarak 1909’da Spokane, Washington’da yayımlandı ve bugüne kadar gelişerek devam etti. İlk yıllarında haftalık yayımlanan gazete, şimdi yılda 10 sayı yayımlanıyor.
IWW’nin Kuzey Amerika’daki işçi mücadelesini etkilediği bilinen bir gerçek. Mücadelenin geliştirilmesinde Endüstri İşçisi gazetesinin rolü nedir?
Gazetenin hem potansiyel Wobbly*’ler için bir örgütlenme aracı, hem de çalışma yürüttüğümüz çeşitli endüstriler arasında ilk elden bilgi paylaşımını sağlayan bir kaynak olarak kullanıldığını söyleyebilirim. Editörlük yaptığım altı buçuk yılda, birçok Wobbly’den duyduğum şey, bir büfede ya da bir kitapçıda buldukları gazetemizi okuduktan sonra IWW’ye katıldıklarıdır. Çok sık duyduğum bir diğer şey de, işçi arkadaşların bir çoğunun, bir üyemiz ona gazeteyi verdikten sonra sendikaya üye olduğudur. Daha yeni, Boston’daki bir IWW üyesi, Harvard Üniversitesi’nde üç güvenlik görevlisine gazete verdiğini, sonra bu üç kişinin sendikaya üye olduklarını söyledi. Yani gazetenin, daha önce böyle işçi mücadeleleriyle ilgilenmemiş ya da haberi olmayanları, doğrudan ilişkilendirdiğini ve haberdar ettiğini görebiliyoruz.
Endüstri İşçisi aynı zamanda anarşist bir yayın. Endüstri İşçisi’nin diğer anarşist yayınlar arasındaki yeri nedir? Gazetenin en çok insana ulaştığı yıllar ne zamanlardı?
Endüstri İşçisi temelde, anarşizm dahil herhangi bir ideolojiyi desteklemez. Gazeteyi çoğunlukla bütün sendikanın organı olarak, görüşlerimizi savunmak için kullanıyoruz. Maalesef okuyucu sayısını belirleyebileceğimiz kayıtlarımız yok. Ama en çok okuyucunun olduğu zamanlar, tahminen IWW’nin en parlak dönemi olan 1910’larda, sendikanın binlerce ve binlerce üyesi olduğu zamanlardır.
Yazılardan basıma, Endüstri İşçisi’nin her bir sayısını kimler hazırlıyor? İşçi mücadelesinden başka rolleri var mı? Süreç nasıl işliyor?
2009’dan 2014’e kadar tek editör bendim. Şimdi Nicki ile beraber ikimiz, dünyanın birçok yerindeki yoldaşlar ve işçi arkadaşlardan, haber, fotoğraf, değerlendirme, fikir yazıları ve diğer gönderileri teklif edip topluyoruz. Daha sonra yazıları, stil ve imla açısından düzenleyen gönüllü redaksiyon ekibine gönderiyoruz ve bütün bölümlerini dolduracak şekilde bir “bütçe” (ya da taslak sayfa düzeni) oluşturuyoruz. “Uluslararası Haberler”, “Köşe yazıları”, “Eleştiriler”, “Makaleler”, “IWW Haberleri”, vb. bölümler var. Yazılar tamamlanıp düzeltildikten sonra, gazeteyi Indesign kullanarak hazırlıyorum. Gerektikçe Nicki ve redaksiyoncularla çalışarak son düzeltmeleri yapıyorum. Üretim sürecinin tamamı genellikle 2-3 hafta alıyor. Yazarlarımız ve gönüllülerimiz ücret almıyor. Nicki ve ben, yaptığımız iş için sembolik bir ücret alıyoruz. Ve evet, gazeteyle meşgul olan herkes çoğu zaman kendi iş yerlerindeki mücadelelerde, kendi IWW dalları ya da gruplarında faaliyet gösteriyor. Bu faaliyetlerimizin gazetedeki çalışmalarımızı da beslediğini düşünüyorum. Mücadeleye katılmadan mücadele hakkında yazamayız!
Gazete nasıl dağıtılıyor? Okuyucular kimler?
Okuyucuların çoğu IWW üyeleri, ama gazeteyi birçok kitapçıya, akademik kurumlara, kütüphanelere ve örgütlere dağıtıyoruz. Toplumun birçok kesiminden okuyucumuz var ve teknik olarak, gazete aboneliği IWW üyeliği ile beraber geliyor. Bu da demek oluyor ki; Staughton Lynd, Tom Morello and hatta Noam Chomsky gibi bazı ünlü *Wobbly’ler de okuyucularımız arasında! Herkes abone olabilir. Türkiye ve Kürdistan’daki yoldaşlarımızı da abone olmaya davet ediyorum.
Devletlerin, tarih boyunca anarşistlerin seslerini bastırmaya çalıştığı bilinen bir gerçek. Endüstri İşçisi yayıncılık tarihinde ne gibi zorluklarla karşılaştı?
21 Ağustos 1913 ve 1 Nisan 1916 arasında Endüstri İşçisi’nin yayımlandığına dair hiçbir kayıt yok. Washington Üniversitesi’ndeki Emek Yayınları Projesi’nin internet sitesine göre, gazete yayımının neredeyse üç yıl kesilmesinin nedeni; bu dönemde Wobbly’lere uygulanan işkenceler olabilir. Fakat kesin bir bilgi yok. Bu sitede ayrıca, gazetenin yayımlandığı ilk yıllarda editörlerin “tutuklanma ve gazete işlerini yapama” nedenleriyle sık sık değiştiğinden bahsediliyor. Yine kesin olmamakla beraber, 20. yüzyılın başlarında Endüstri İşçisi’nin hükümet baskısından bu şekilde etkilenmiş olması muhtemeldir.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Hareketimizin en güçlü silahlarından biri, uluslararası dayanışmadır. Bilgi, kaynak, araçların paylaşımı ve birbirimizden sürekli haberdar olmanın mücadelelerimize faydalı olacağını düşünüyorum. Bu yüzden Türkiye’de, Kürdistan’da ya da başka yerde bunu okuyan yoldaşları bize birer satır yazmaya, yazı fikirleri ve fotoğraf göndermeye ve iletişimde kalmaya çağırıyorum ki kapitalizme karşı verdiğimiz kavgada beraber çalışmaya devam edelim. Bize [email protected] adresinden yazabilirsiniz. Ve bu röportaja katılma olanağını verdiğiniz için teşekkür ederim!
Wobbly: halk arasında IWW üyeleri için kullanılan isimdir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post IWW’nin Sesi: Endüstri İşçisi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi (1): Kuzey Amerika’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Toplumsal bir hareket olarak anarşizm, ortaya çıktığı ilk günden bu yana meydana çıkardığı yazınsal çabayla da toplumsallaşmaya çalışmış ve bu vesileyle farklı yazınsal deneyimlere girişmiştir. Anarşist hareketin etkili olduğu farklı coğrafyalarda yayınlanan gazeteler ve dergiler aracılığıyla düşünce kendini geliştirmiş, farklı yorumlara kavuşmuştur. Meydan Gazetesi’nin bu sayısıyla beraber giriş yaptığımız anarşizmin yayıncılık tarihini, bölge bölge, yayın yayın inceleyecek, anarşist yayıncılık geleneğini inatla yaşatan yoldaşlarla yaptığımız röportajlara yer vereceğiz.
İlk bölümde, 1 Mayıs’ta Haymarket’te devletin katlettiği yoldaşlarımızın mücadelesinden süzülen metinleri inceleyebilmek adına, bu ay Kuzey Amerika’da çıkan yayınlara öncelik verdik. İlk bölümde Mother Earth’ten The Blast’a, ABD tarihinde ön plana çıkmış süreli yayınlara yer verirken, bir sonraki bölümde yine ABD’deki anarşist hareketin tarihiyle özdeşleşmiş IWW’nin (International Workers of the World) yayın organı olan International Worker gazetesi editörlerinden Diane Krauthamer’le yaptığımız röportajı sizlerle paylaştık.
The Alarm
Haymarket’te devlet tarafından katledilene kadar, editörlüğünü Albert Parsons’un yaptığı gazetenin ilk sayısı, 1884’ün Ekim ayında, Amerika’nın Chicago kentinde yayınlandı. Gazete “Kara Enternasyonal” olarak bilinen, Haymarket’te katledilen yoldaşların da bir parçası olduğu The International Working People’s Association (IWPA) isimli örgütlenmenin sözcülüğünü yapıyordu. Dört sayfa yayınlanan ve sürekli devlet baskısıyla mücadele eden gazete, 15.000 tiraja kadar ulaştı. The Alarm, yayında kaldığı süre boyunca kendini zor finanse ediyordu. Albert Parsons ve üç yoldaşı idam edildikten bir sene sonra, gazetenin yazarlarından Dyer D. Lum, Nisan 1888’e kadar ara vermeden gazeteyi yayınlamaya devam etti.
Amerika’nın emekçileri!
Ekmek için mücadele, yaşam için mücadele etmektir. Erkekleri, kadınları ve bin bir zahmetle büyütülen çocukları köleleştiren, onları ezen sisteme ve yardakçılarına ölüm!
The Alarm’dan
Freiheit İngiltere’de sürgündeyken anarşist olan Johann Most ve yoldaşı Wilhelm Hasselmann tarafından yayınlanan Freiheit (Özgürlük), 1879 yılında yayın hayatına başladı. The Alarm gibi Freiheit’da da eylemle propagandanın koyu savunuculuğunu yapıyordu. Gazete ajitatif diliyle, yayınlandığı her yerde, işçileri en çok etkileyen yayınların başında yer aldı. Özgürlük şiarını yükselten her yayında olduğu gibi, Freiheit’ın da sesi sürekli kısılmaya çalışılıyordu. Büroları basılıyor, gazete sürekli kapatılıyordu. Çar II. Alexander’a karşı gerçekleştirilen suikastı öven başyazı nedeniyle, Johann Most on altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Most, Amerika’ya sürgün edildiğinde de Freiheit’ı çıkarmaktan vazgeçmedi. 1882 yılından itibaren New York’ta yayınlanmaya başlanan gazete, daha çok Almanya ve Avusturya’dan göç eden işçiler üzerinde etkili oldu. Freiheit, Emma Goldman’ın anarşist olmasında oynadığı rol ile de ABD’deki önemli anarşist yayınlardan biridir. Goldman’ın yoldaşı ve hayat arkadaşı Alexander Berkman’ın işadamı Henry Clay Frick’e düzenlediği suikast girişiminin ardından, Most ve Goldman fikir ayrılığına düşene dek Freiheit gazetesinin yayınlanması için en çok çaba sarf eden isimlerden olmuşlardır. Adeta kendisiyle özdeşleşen gazetenin en büyük emektarı Johann Most öldükten sonra Freiheit’ın da enerjisi tükenmiş, Most’un ölümünden 4 sene sonra, yani 1910 yılında son sayısını yayınlamıştır.
Liberty
Josiah Warren ve Pierre Joseph Proudhon’un fikirlerinden etkilenip kendi anarşizm düşüncesini oluşturan Benjamin Tucker’ın, Ağustos 1881’de yayınlamaya başladığı Liberty, o yıllarda bireyci anarşizmin temel yayın organıydı. Proudhon’un “Özgürlük düzenin anası değil, kızıdır” sözünü logosunun altında barındırmış, kadın özgürlük mücadelesinin önemli isimlerinden Voltairine de Cleyre’i derinden etkileyerek, onun anarşist olmasını sağlamıştır. Liberty gazetesinin eylemle propagandayı eleştiren yönü, onu The Alarm ve Freiheit’dan ayırıyordu. 1907’de Tucker’ın matbaası yanana kadar yayında kalan Liberty, Laurence Labadie’nin 1974’te diriltme çabasıyla “The Revival of Liberty” ismiyle devam ettirilmeye çalışılsa da başarılı olamadı.
Free Society
Henry Addis ve Isaak ailesi tarafından çıkarılan gazete, 1895-97 yılları arasında Free Society, 1897-1904 yılları arasında ise The Firebrand ismiyle yayınlandı. Yoğunluklu olarak anarşist-komünist bir çizgide duran gazetede kadın hakları, özgür aşk gibi meselelerin üzerinde durulan yazılar da yayınlandı. Amerikalı şair Walt Whitman’ın “A Woman Waits For Me” (Bir Kadın Bekliyor Beni) isimli şiirinin gazetede yayınlanması sonucunda Firebrand yasaklandı. Gazetenin emekçilerinden A.J. Pope, Abe Isaak ve Henry Addis tutuklandı. Gazetenin destekçileri arasında Emma Goldman, Voltairine de Cleyre gibi isimler de yer almaktaydı.
Mother Earth
İlk sayısı 1906’nın Mart ayında yayınlanan Mother Earth dergisi, ABD’nin en ünlü anarşist yayınlarından birisiydi. Sıklıkla cinsiyet özgürlüğü, doğum kontrolü konuları üzerine propagandanın yürütüldüğü dergide, anarşist fikirler ve tartışmaların yanı sıra Ibsen, Strinberg, Hauptmann, Thoreau, Nietszche ve Oscar Wilde gibi yazarların tanıtıldığı yazılar da bulunuyordu. Editörlüğünü Alexander Berkman’ın yaptığı Mother Earth; Emma Goldman ve yoldaşları için sadece bir dergiden ibaret değildi. 9 Mayıs 1916’da askere gitmeyi vicdanen reddedenleri bir araya getirmeyi amaçlayan “Zorunlu Askerliğe Karşı Birlik”in temelleri, Mother Earth dergisinin bürosunda atılmıştı. Mother Earth, doyurucu içeriğiyle geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştı. Bunun sebebi Gorki, Tolstoy gibi edebiyatçıların eserlerinin yanında Magon kardeşlerden Malatesta’ya, Elisée Reclus’tan Rudolf Rocker’a kadar anarşist devrim mücadelesine katkıda bulunmuş birçok yoldaşın dergiye katkıda bulunması olmuştu belki de.
Mother Earth, dergiye emek veren herkes için büyük anlamlar ifade ediyordu kuşkusuz ama Emma Goldman’ın fırtınalı yaşamında yelken oluşuyla, kalbinde ayrı bir yer edinmişti. Ondan “hiçbir anne çocuğunu benim onu emzirdiğim gibi emzirmemiştir” diye bahsediyordu. Mother Earth projesi, Alexander Berkman ve Emma Goldman sınır dışı edilene dek sürdü.
The Blast
Köklerini Mother Earth’ten alan The Blast’ın ilk sayısı, 1916’nın Ocak ayında yayınlandı. Önceden Berkman tarafından “devrimci işçi gazetesi” olarak tasarlanan The Blast, sonradan tamamen anarşist bir karaktere büründü. Haftalık olarak çıkan dergi, belirli bir süre sonra aynı düzenlilikte çıkamadı. Bunda The Blast’ın (her anarşist yayında olduğu gibi) büro baskınlarıyla, yasaklamalarla, yazarlarının tutuklanmasıyla geçen bir serüveni olmasının payı olduğu aşikar. The Blast’ın anarşist teorisinin yanında güncel politikanın önemli konularına dair bilgilendirici içeriği de epey güçlüydü. Derginin kapak çizimlerini çoğunlukla Goldman ve Berkman’ın arkadaşı, karikatürist Robert Minor üstlendi. Alexander Berkman mücadeleci ruhunu ve yetenekli kalemini özellikle doğrudan eylem çağrısı yaptığı metinlerde hissettiriyordu. Bir senede 29 sayı çıkan The Blast, az zamanda çok yol kat etti. Dergi, Haziran 1917’de yayınlanan son sayısıyla okurlarına veda etti.
Harekete geçmenin zamanı geldi. Şimdi bu zaman. Memnuniyetsizliğin soluğu bu geniş ülkenin üzerine ağır ağır çökmüştür. İmalathane ile madene, tarla ile fabrikaya sinmiş bu soluk. Kör bir başkaldırı cadde ve sokaklarda sezdirmeden ilerliyor. Onu umudun kıvılcımı ile ateşlemek, görüşün ışığında tutuşturmak ve soluk bir memnuniyetsizliği bilinçli bir toplumsal eyleme dönüştürmek; işte günümüzün haykıran sorunu budur. Tamamlanması için çağıran yüce görev budur. Çalışalım o zaman; yeniden doğmanın önündeki bütün engeller infilak etsin!
The Blast‘tan
Cronaca Sovversiva
Luigi Galleani’nin Haziran 1903’te ilk sayısını çıkardığı Cronaca Sovversiva, sekiz sayfadan az olmasına rağmen, militan üslubuyla 5000 aboneye kadar ulaşmıştı. Genellikle göçmen İtalyan işçileri arasında etkili olan Cronaca Sovversiva’da, halkın düşmanları olarak nitelendirilen patronlar, grev kırıcılar gibi kişilerin ayrıntılı adresleri yayınlanıyordu.
Cronaca Sovversiva, Galleani ve diğer editör yoldaşlarının tutuklanması sonucunda, Temmuz 1918’de yayın hayatını noktaladı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar Dizisi (1): Kuzey Amerika’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (6) : Pratikte Anarşist Ekonomi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Meydan Gazetesi’nin Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisinin bu sayıdaki yazısını, yine anarşist ekonomi üzerine yakın zamanda yapılan bir derleme kitap çalışmasından aldık. “Özgürlüğün Birikimi-Anarşist Ekonomi” adıyla AK Yayınları’ndan 2012 yılında çıkan bu kitap, küresel kapitalizmin derinleşen krizinin analizi ile yetinmeyip, anarşizmin tarihini ve günümüzdeki pratiklerini de göz önüne alıyor ve kapsamlı anarşist ekonomik bir vizyon oluşturuyor. Kitap aynı zamanda, anarşist geleneğe uygun olarak, ekonomi teorisyenlerini, farklı uzmanlıkları olan yazarlarla, tarihçilerle ve eylemcilerle buluşturuyor. Özellikle ekonomi deneyimleri barındıran bölümden çevirdiğimiz Uri Gordon’un yazısının, Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizimizle benzer kaygıları taşıyor oluşu bu sayıda yer vermemizin temel nedenleri arasında. Kitapla ilgili devam etmekte olan başka bir çalışmamızı, yakın bir zamanda sizlerle paylaşmayı hedefliyoruz.
Kapitalizmi eleştirmek, açıkça anarşist bakış açısıyla bile olsa yeterli olamaz. Sadece özgür ve eşit ekonomik düzenlemelerin modellerini kurmak da, ne kadar ilham verici ve gerçekçi olsa da yeterli olamaz. Bunlara ek olarak, anarşist ekonomi tartışması buradan oraya gitmenin yollarına bir bakışı da içermelidir. Diğer bir deyişle, anarşist ekonomiyi günümüzdeki pratikler açısından incelemek ve bunların daha genel bir devrimci anarşist strateji bağlamındaki rollerini değerlendirmek gerekir.
Bu bölümde anarşistlerin ve sempatizanlarının bugün uyguladıkları mevcut ekonomik pratikleri tarayıp değerlendirerek böyle bir tartışmayı başlatmaya çalışıyorum. Anarşistler, geleneksel, kar-odaklı kapitalist ekonomiden ayrılan ekonomik pratikleri faaliyete geçirmek için nasıl örgütleniyorlar? Toplumsal mücadelenin güncel durumunda anarşist ekonomilerin karşısına çıkan zorluklar ve fırsatlar nelerdir? Ve toplumun devrimci dönüşümüne ve kapitalizm yerine hiyerarşik olmayan, yabancılaşmamış üretim ve paylaşım biçimlerinin konmasına ne derece anlamlı bir katkı sunuyorlar?
Ardından, kapitalizme direnmenin bir biçimi olarak anlamlı olan, anarşistlerin günlük işlerin örgütlenmesinde sergiledikleri çeşitli ekonomik pratikleri incelemeye başlıyorum. Daha sonra bu pratikleri devrimci anarşist düşünce içindeki birkaç önemli güncel kavram çerçevesine yerleştirmeye çalışacağım: doğrudan eylem, faaliyetle propaganda ve yıkıcı politika. Kuşkusuz çoğu anarşist geleneksel ekonomiye de katılır—ücretli çalışır, satın alır, hizmet ücreti öder. Fakat burada bizi ilgilendiren şey anarşistlerin bu yaygın üretim, tüketim ve değişim biçimlerine karşı giriştikleri pratiklerdir.
Anarşistlerin uyguladıkları çeşitli ekonomik pratiklerin bir taramasına dönmeden önce seçilen örneklerin geniş yelpazesine dikkat çekmek gerekir. Bazı okurlar buradaki bazı örneklerin aslında anarşist olmadıklarını öne sürerek dahil edilmesine itiraz edebilirler. Örneğin alternatif para birimleri sembolik değişim aracı olduğu için ve işçi kooperatifleri ücret ödendiği için, anarko-komünistler tarafından eleştirilecektir. Bu yüzden bahsedilenler kapitalizmin içinde birer ada olmakla kalmayıp, ücretlerin olmadığı ve ürünlerin değişimle değil ihtiyaca göre paylaşıldığı, bir anarşist-komünist toplum öngörüsü olmak için de yeterli değildir. Benzer şekilde, uygarlığın primitivist eleştirisini kuvvetle savunan anarşistler burada verilen çoğu örneğe, evcilleşme ve akılcılık temelinde devam ettikleri için kesinlikle itiraz edecektir.
Bunlar kesinlikle temelli itirazlardır. Yine de yelpazeyi olabildiğince geniş tutmayı seçtim, çünkü en azından anarşizmle yeni tanışan ve iç tartışmalarına aşina olmayan okurlar bu alandaki pratiklerin tüm çeşitlerinin tanıtılmasını ve kararın kendilerine bırakılmasını hak ederler. Fakat daha genel olarak pratikteki anarşist ekonomi tartışmasının tamamının mükemmelliğe uzak ve deneyselliğe yakın bir mercek altında gerçekleşmek zorunda olduğunu vurgulamak isterim. Bu, Terry Leahy’nin tasfiyeci ve karma stratejiler arasında yaptığı ayırımdır, yani anarşist idealleri tümüyle içeren stratejiler ve bazı yönlerden kapitalizme dayanmaya devam edenler arasındaki ayırım.[1] Karma stratejiler her zaman toplumsal direnişin anarşist repertuarının bir parçası olmuşlardır. Ama önemli olan karma stratejilerin, arzulanan toplumsal değişimin amacını (yani kapitalist sistemin bir reformunu) zaten içeren bir strateji olarak mı, yoksa kapitalist toplumsal ilişkilerin her yere nüfuz etmiş olması karşısında zorunlu ama geçici bir ödün, daha kapsamlı toplumsal değişime doğru bir sıçrama tahtası olarak mı görüldüğüdür. Leahy’nin savunduğu gibi,
Karma stratejiler bir ölçüde kapitalizmle ortakyaşar. Kapitalizmin bazı aşırılıklarını iyileştirdiği için kapitalist sınıfın işine yarıyor gibi görülebilir. Fakat aynı zamanda bir sistem olarak kapitalizmin kültürüne ve ekonomisine karşıttırlar. Yeterli zaman ve yaygınlık sağlandığında kapitalizm yerine tamamen farklı bir şey getirirler… Anarşist ütopyanın sunduklarının en iyisinden başka bir şey istemeyenler için yapılacak şey, seyyar olmak ve karma fırsatları çıktıkça yakalamak ve tükendiklerinde tekrar yola devam etmektir.[2]
Aşağıdaki örnekleri bu kapsayıcı ve deneysel ruhla sunuyorum. Yer sınırlı olduğu için tartışma yüzeysel kalsa da, bu sergileme boyunca ilgili kaynaklara referans verdim ve okuyucuyu daha fazla bilgi ve analiz için buralara yönlendiriyorum.
Anarşist Ekonomik Pratiğin Çeşitleri
Çekilme
Belki de bir pratikten ziyade bir “pratik etmeme” olarak daha iyi tanımlanabilecek olan, “çekilme” terimi anarşistlerin çeşitli şekillerde kapitalist ekonominin merkezi kurumlarına —öncelikle de ücret sistemine ve satılan malların tüketimine— katılmaktan imtina etmesini belirtir. Böyle bir stratejinin amacı, kapitalizmin girdileri olan insan emeği ve kültürel meşruiyeti azaltmak ve enerjisini bitirerek kapitalizmi zayıflatmaktır. Kuşkusuz kapitalizm ilişkilerin yaygınlığı yüzünden çekilme seçenekleri en iyi halde bile kısmi kalıyor. Çoğumuz hayatta kalmak ve başka bir şekilde elde edilemeyen ihtiyaçları satın almak için başka birine çalışmak zorundayız. Yine de kapitalizme katılımı önemli ölçüde azaltılabileceği ya da kapitalizmin farklı nitelikteki boşluklarını bulmanın yolları vardır. Anarşistler tam zamanlı iş aramak ve hayat boyu bir kariyer peşinde olmaktansa yarı zamanlı ya da gezici işleri tercih edebilirler. Belki de zorunlu olarak ve yabancılaşmış üretimde çalışmanın kaldırılması yolunda, temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar kazanırlar ama çok gerekli olmadıkça ücretli işlere fazla zaman ayırmazlar.[3] Barınma konusunda, bir yaşam alanını kiralamak yerine işgal etmek de kapitalizme katılmaktan imtina etmektir. Gerçi bu seçenek çoğu ülkede daha kısa sürdürülebilir çünkü neredeyse kesin olarak boşaltma ile son bulur. Anarşistler ayrıca dayanıklı malları tekrar kullanarak ve geri dönüşüme sokarak, yiyecekleri marketten satın almak yerine atıkları değerlendirerek ya da kendi yetiştirerek metaların parayla dolaşımını azaltabilirler.[4] Böyle pratikler tek başlarına hiçbir zaman kapitalizmi yok edemezler çünkü son tahlilde kişisel yaşam şekli seviyesinde kalırlar ve kapitalizmin boşluklarında var olmak ve artıklarını tüketmek için onu varlığının devam etmesine bağlıdırlar. Yine de çekilme stratejileri, kapitalizmden ayrı bir alan yaratmanın yanı sıra mutluluğun yolunu işyerine ve tüketime adanmak olarak gösteren kapitalizm ideolojilerin reddini ifade ettikleri için diğer pratiklerle iyi bir bütün oluştururlar.
Anarşist sendikalar
Çoğumuz ücretli emekten kaçamıyoruz ama haklarımızı korumak ve kapitalist işyerindeki koşulların iyileştirilmesi için mücadele etmek için anarşist bir sendikaya katılmak yaralı olur. Bugün en büyük anarşist sendikalar İspanya’da (CNT, CGT) ve Fransa’dadır (CNT-AIT). İngilizce konuşulan ülkelerdekilerin en önemlisi Dünyanın Endüstri İşçileri (IWW) dir. 2000 üyesinin çoğu ABD’dedir ama Kanada, İngiltere ve Avustralya’da üyeleri vardır.[5] Yüzyıl önceki şatafatlı günlerine kıyasla çok küçülmüş olsa da IWW —çoğunlukla matbaa, geri-dönüşüm, perakende ve sosyal hizmetler sektörlerindeki— birçok küçük ve orta ölçekli firmada çok aktiftir. Son on yılda, New York şehrindeki göçmen antrepo işçilerini örgütlemenin yanı sıra örgütlü Starbucks kahve zincirinde çalışan baristaların mücadelesi ile öne çıktı. Anarşist sendikalar üyelerinin gözünde sadece kapitalist sistemde işçilerin adına mücadele eden örgütler değil, daha çok, sistemi ortadan kaldırmayı amaçlayan radikal toplumsal hareketin parçasıdır. IWW’nin anayasasının girişinde belirttiği gibi, işçi sınıfı ve işveren sınıfı arasındaki mücadele “dünyanın tüm işçileri sınıf olarak örgütlenip üretim araçlarını alıp ücret sistemini kaldırarak dünya ile uyumlu yaşayana dek sürmelidir.”[6] Bu anarko-sendikalizmin stratejisidir.[7] Bütün sektörlerde işçilerin çoğunluğunun militan işyeri örgütlerine katılmaları, örgütlü güçleriyle kapitalizmi zayıflatıp genel grev yapmaları. Bu noktada işçiler üretimi sadece daha iyi şartlarla pazarlık etmek için durdurmayacaklar, aynı işçi sendikalarının ekonomiyi komünlerle birlikte demokratik planlama ile çalıştıracakları, anarşist bir toplum kurmak için fabrikaları ve arazileri işgal edecektir.
Uri Gordon:
Loughborough Üniversitesi’nde Politik Teori konusunda öğretim üyesidir ve anarşist hareketin güncel tartışmaları üzerine araştırmaları vardır. “Anarşi Yaşıyor! Pratikten teoriye Anti-otoriter politika” (Pluto yayınları, 2007) kitabının yazarı ve “Duvara Karşı Anarşistler: Doğrudan Eylem ve Filistin Halk Mücadelesiyle Dayanışma” (AK, 2013) nın editörlerindendir. İngiltere ve İsrail başta olmak üzere Avrupa’daki birçok mücadeleye aktif katılmıştır.
İşyeri ve üniversite işgalleri
Eylemin “üretim noktasında” gerçekleştirilmesi açısından sendikalizmle ilişkili başka bir taktik de işyeri işgalidir. Bu tip eylemlerde, işçiler —işten atılmalara direniş aracı olarak, grev sırasında grev kırıcıların işe alınmasını engellemek için, daha yaygın ekonomik kriz ve toplumsal ayaklanma koşullarında üretimi kendi eline alıp yönetmek için—kendilerini fabrikaya kapatırlar. Geçen yüzyıl boyunca işyeri işgaller dalga dalga gerçekleşti. En önemlileri İtalya’da 1920 “sıcak yazı”,[8] Fransa’da 1968 Mayıs olayları,[9] ve 2002 Arjantin ayaklanmasıdır.[10] Yakın zamanda, son finansal krizin ardından gelen işten çıkarmalar ve fabrika kapatmalarına tepki olarak —İngiltere’de ve Kuzey İrlanda’da Visteon otomobil fabrikaları (önceden Ford) Kanada’da yedek parça üreticisi Aradco, ve Şikago’da Republic Pencere ve Kapı fabrikası dahil olmak üzere— daha şimdiden birkaç fabrika işgali oldu. Bu işgaller sonunda yönetimle anlaşarak işçilere daha iyi tazminatlar sağlasa da, aynı zamanda dayanışmanın güçlü bir örneğini gösterdiler ve işçilerin militanlığının yükseldiğine ve bunun genişlemesinin mümkün olduğuna işaret etti.
İşyeri işgalinin mantığını “bilgi fabrikasına” genişleterek,[11] üniversite işgalleri de yüksek öğretimin şirketler tarafından işgaline karşı direnmeleri ve öz-yönetim uygulamaları ile birer anarşist ekonomik pratiği olarak görülebilir. Üniversite işgalleri, Fransa 1968 Mayısı ve 2008 kışındaki Yunan isyanlarında olduğu gibi geniş çaplı protesto dönemlerinin özelliklerindendir. 2008’de New York şehrindeki New School, yöneticisinin yeniden yapılanma politikalarını protesto etmek için işgal edildi ve İngiltere’de otuzu aşkın üniversite, İsrail ordusunun Gazze saldırısını protesto etmek için işgal edildi. En son, İngiliz öğrenciler harçlardaki artış ve eğitim bütçesindeki kesintilere tepki olarak ülke çapında işgaller gerçekleştirdiler.
Kooperatifler ve komünler
Kooperatifler üretim, tüketim ya da barınma için kurulabilen, demokratik olarak çalıştırılabilen birliklerdir. Bu şekilde işçilerin kooperatifleri, işçilerin sahip olduğu ve yönettiği işletmelerdir. Üretim, harcama ve ücret hakkındaki kararları yöneticilerin otoriter olarak verdiği ve işçilere zorla kabul ettirildiği, normal özel firmalardan farklı olarak kooperatiflerde bu kararlar demokratik olarak, her bir işçinin eşit söz hakkı olan toplantılarda alınır. Tüketici kooperatifi ise düzenli olarak toptan mal almak (çoğunlukla gıda) ve düşük fiyatla üyelerine dağıtmak için bir araya gelen bir grup insandır. Barınma kooperatifleri genellikle üyelerinin odalarda kaldığı ve komünal kaynaklarını paylaştıkları bir binaya sahiptir. Kooperatifler genellikle İngiltere’deki ilk tüketici kooperatiflerinden Rochdale Eşitlikçi Öncüler Cemiyeti’nin 1944’te kabul ettiği yedi “Rochdale Prensibi”ne benzer prensiplere bağlı kalırlar. Güncel örneklerinden birinde şöyledir: Açık ve gönüllü üyelik; üyeler arasında eşit kontrol; faiz ya da temettü olarak sınırlı yatırım getirisi; karın üyeler arasında adaletli dağılımı; ticari amaçlara ek olarak eğitim ve toplumsal amaçlar; diğer kooperatiflerle işbirliği ve toplumsallık.[13] Komünler, üç tipteki kooperatifleri tek düzende birleştiren, amaca yönelik topluluklar olarak görülebilir. Üyeler tek bir evde ya da köydeki ayrı hanelerde birlikte yaşarlar, üretken kaynakları (tarım arazisi ve atölyelerin yanı sıra kolektif işletilen hizmet ya da turistik birimleri) ortaklaşa sahiplenirler ve tüketimlerini kolektif olarak yönetirler. Komünler belki de anarşist ekonominin en iddialı çeşididir çünkü anarşist ekonominin özel bir eylem olarak değil geniş çapta, günlük hayatın her alanında uygulanabileceği ortamlardır.
Yerel para birimleri
Katılanların kar etmeden ya da standart ulusal para birimini kullanmadan mal ve hizmet değişimi yapabileceği gönüllü, öz-yönetimli ağlar, son iki onyılda dünya çapında hızla çoğaldılar. Otuz iki ülkeden böyle 152 sistem, Bütünleyici Para Birimi Bilgi Merkezi’ne kayıtlı gözüküyor ve bunların toplamda yaklaşık 338.000 üyesi ve yıllık 56 milyon doları aşan işlem hacmi bulunuyor.[14] Bu sistemler, yasal ulusal para yerine bağımsız değişim aracı olarak yerel para birimi ve kredilerin değişik biçimlerini kullanırlar. Bu krediler, kupon ya da notlar ulusal paraya denk olabilirler ya da çalışma saati gibi farklı bir standarda dayalı olabilirler. İngilizce konuşulan ülkelerde en yaygın çeşidi Yerel Takas Ticaret Sistemi’dir (LETS). Bir LETS üyelerine her yıl, her birinin becerilerini, sundukları hizmetleri ve iletişim bilgilerini bildirdiği bir rehber gönderir. Her yeni üye, normalde bir saat çalışmaya karşılık gelen “kredi”lerden bir miktar alır ve diğer üyelerden hizmet alarak bunları harcayabilir ya da hizmet vererek kazanabilir. Yerel para birimleri, yerel üretimin tüketimini teşvik eder ve zenginliğin büyük şirketler tarafından kaçırılması yerine topluluk içinde dolaşmasını sağlar. Yaratılan değişim ağı aynı zamanda topluluktaki dayanışmayı ve karşılıklı yardımlaşmayı artırmaya yarayabilir. Böyle sistemler genelde açıkça anti-kapitalist değildir ve standart ekonomin tamamen yerini almaktan ziyade tamamlayıcı olarak tanıtılırlar, ama anarşistler bir karma strateji olarak böyle sistemleri başlatıp katılırlar.
Bomba Değil Gıda
ABD’de yaygın olarak düzenlenen Bomba Değil Gıda etkinliklerinde, anarşistler besleyici vegan yemekler pişirip kamusal alanlarda parasız dağıtırlar. İlk BDG grubu, 1980’de Cambridge, Massachusetts’te nükleer ve diğer silahlara karşı kampanyaya eşlik etmek için kuruldu. Bu pratik hızla yaygınlaştı ve bugün dünyada faal 400’den fazla gruba ulaştı. BDG etkinlikleri açıkça yardımseverlikten ziyade bir protesto eylemi olarak sunulur. BDG, bir yandan ödeme gücünden bağımsız temel insan hakkı olarak gıda fikrini desteklerken, diğer yandan toplumsal ihtiyaçlar yerine ordu ve silah endüstrisine akıtılan devasa yatırımlara karşı toplumsal muhalefet yaratır. Hareketin elkitabına göre, “Bombaları durdurmaya en çok katkı sağlayan şey bizim ölüm kültürünün ekonomik ve politik yapılarından çekilmemizdir. Bireyler olarak çoğumuz savaş-vergisi direnişine katıldık; örgütlü olarak, yaygın ekonomik paradigmanın dışında çalışıyoruz. Kar için çalışmıyoruz; aslında dağıttığımız gıdanın değeriyle karşılaştırıldığında çok az parayla faaliyet gösteriyoruz.” Tümüyle şiddetsiz doğasına rağmen BDG etkinlikleri çoğu zaman, çoğu yerel yönetimin yoksullara ve evsizlere karşı düşmanlığını yansıtan, engellemelere ve gözaltılara maruz kalır. BDG grupları düzenli etkinliklere ek olarak aktivist toplaşmaları ve protesto kampları için de yiyecek sağlarlar ve San Francisco depremi ve Katrina Kasırgası gibi büyük afet bölgelerine ilk gidenlerden olmuşlar ve felaketzedelere yemek sağlamışlardır. Bu ağ aynı zamanda, aktivist gruplarda oybirliği ile karar-alma pratiğinin yaygınlaşmasına büyük katkılar sunmuştur.
Bedava dükkanlar ve “gerçekten, gerçekten bedava pazarlar”
Bunlar giysi, kitap, alet ve ev gereçleri gibi malların —yanı sıra bisiklet tamirinden tarot falına kadar servislerin— para kullanmadan alınıp verilebildiği geçici ya da sabit mekanlardır. Bedava dükkanlar genelde işgal edilmiş mekanlarda ve kültür merkezlerinde sabit bir yerde kurulurken, “gerçekten, gerçekten bedava pazarlar” genelde her ayın son haftasonu yapılan düzenli etkinliklerdir. Bu iki inisiyatif de —Bomba Değil Gıda gibi— bir hediye ekonomisini ortaya koyar ve yayarlar. Hediye ekonomisi, antropolojide kabile ve geleneksel toplumlar bağlamında geniş olarak araştırılmıştır, ama herhangi bir aile ya da arkadaşlık ağı içerisinde de kolayca görülebilir.[16] Hediye ekonomilerinde bireyler diğerlerine bedava mal ve hizmet verirler ve karşılığında anında hiçbir şey almazlar. Fakat davranışlarında hediye verme pratiğini sürdürürken yaygın karşılıklılık kültürünün bir parçası olarak onlar da hediye alacaklarını bilirler. Bir anarşist pratik olarak hediye ekonomisi, tümüyle farklı bir değişim kültürünü başlatarak kapitalizme en uzak yerde duruyor ve onun yapılarına katılımı en aza indiriyor.
Kendin-Yap kültürüyle üretim
Anarşizmin, Dada ve soyut dışavurumculuktan beat şiiri ve bilim-kurguya kadar, sanatsal ve karşıt-kültür hareketler ile ilişkili uzun bir tarihi vardır. Daha yakın zamanlarda, anarşistlerin görsel sanatlar, tiyatro ve müzik alanlarında öne çıkan bir etkisi, kültür üretiminde kendin-yap ruhunun yükselmesi olmuştur. Bu yaklaşımda, sanat ve kültür üretimi, halka ait ve profesyonel olmayan, şirket çıkarlarından ve kapitalist kültür endüstrisinin baskılarından bağımsız bir etkinliktir. Ekonomik bir pratik olarak KY etiği, kültürel üretimde ulaşılabilirlik, kamu, özerklik ve kendine-yeterlik gibi anarşist değerleri sergiler. Politik pratik olarak çoğu zaman anarşist mesajlar ve toplumsal eleştiriye eşlik eder ve güncel anarşist aktivizmin yükselişinde başlıca ilham kaynaklarından biri olmuştur.[18] Bu yaklaşımın geliştirildiği belki de en önemli alan punk hareketiydi. Çoğu punk grubu kendi müziklerini kendi kaydedip bağımsız etiketle üreterek yola çıkar, gösterilerini ticari yerler yerine evler ve garajlarda yaparlar. KY kültürü, punk hayranları arasında albüm ve konser yorumları yanı sıra şiir, çizgi roman, makale ve tarifler içeren, fotokopi ve kolajla oluşturulan resimler, elle çiziktirilmiş ve baskı harflerin karışımı ile üretilen amatör fan dergi (fanzin ya da zin olarak bilinir) akımını yarattı. Punk müzikten bağımsız olarak KY etiği, kamusal alanlarda gösteri yapan sokak tiyatrosu topluluklarının çalışmalarında, işgal mekanlarında sergi açan anarşist sanat kolektiflerinde ve internette ortaklaşa web tasarımı yapılan projelerde açıkça görülür.
Elektronik Kolektifler
Kendi başına bir anarşist inisiyatif olmasa da, yorumcuların dikkati çektiği üzere, internetin özgürlükçü ve komüniter özellikleri vardır: “hiyerarşik olmayan bir yapı, düşük işlem giderleri, küresel arama, ölçeklenebilirlik, hızlı cevap süresi ve müdahale-atlatmaya yarayan (dolayısıyla sansürü engelleyen) alternatif bağlantılar.”[20] Madalyonun diğer bir yüzü (e-tüketimcilik, gözetleme ve sosyal yalıtım) olsa da, internetin merkezsizleşmiş yapısı “kolektife dayalı, denklerle ortak üretim” ve “gruba genelleştirilmiş değişim”e dayalı özgür bilgi ekonomisine önayak olmuştur.[21] GNU/Linux işletim sistemi ve Wikipedia projelerine katkıda bulunanlar parasal karşılık almadan bilgiyi üretip dönüştürürler. Motivasyonları “hacker etiği” ile ifade edilen itibar ve yaptığı işten aldığı keyiftir.[22] Birçok anarşist elektronik kolektifin gelişmesinde aktif katılımcıdır ve Avrupa’da ayrıca gelişmiş bir HackLab —toplama bilgisayarlar ile bedava internet erişimi ve programlama eğitimi sağlayan kamusal alanlar— ağı vardır.
Anarşist Ekonomi ve Devrimci Strateji
Günümüzde uygulandığı şekliyle anarşist ekonominin somut örneklerine baktığımıza göre, tartışmanın ikinci aşamasına geçebiliriz: Böyle örnekler daha geniş devrimci anarşist hedeflere nasıl bağlanabilir ve bu bağlamda karşılaşılabilecek fırsatlar ve zorluklar nelerdir? Bu soruları netleştirmek için bu pratikleri yorumlayabileceğimiz üç farklı stratejik bakış açısı önermek istiyorum: yapıcı doğrudan eylem, faaliyetle propaganda ve yıkıcı politika.
Anarşist politikanın ana unsurlarından doğrudan eylem ruhu çoğu zaman sadece yıkıcı ve önleyici biçimiyle tanınır. Örneğin eski bir ormanın kesilip tarla yapılmasına karşı çıkan anarşistler kendilerini ağaçlara zincirleyip buldozerleri engelleyerek ya da çalışmalarına sabotaj yaparak doğrudan eylemde bulunurlar. Bu anlamda doğrudan eylem çoğu zaman, imza toplayan politikacılar ya da mahkemeler aracılığıyla hukuki engelleme oluşturmak —adaletsizliği düzeltmeleri için anarşistlerin karşı çıktığı kurumlara başvurarak sembolik meşruiyeti aynı kurumlara genişleten bir “talep politikası”—gibi başka eylem yollarına karşı yapılır. Yine de doğrudan eylemin, anarşist ekonominin şimdiki zamanda yapılan pratiğinde görülen, yaratıcı ve yapıcı bir yönü de vardır. Yapıcı doğrudan eylem demek, farklı toplumsal ilişkilere dayalı bir dünya arayışında olan anarşistlerin bu dünyayı kendilerinin inşa etmesi demektir. Bu bağlamda, toplumsal değişimin başarılı olması için mevcut kurumlara saldırmanın yanı sıra (yerine değil) kapitalizmin, devletin, ataerkilliğin vb. yerine gelecek örgütlenme biçimlerini hazırlayıp geliştirmek gerekir. Bu yüzden, bugün anarşistlerin uyguladığı kooperatifler, Kendin-Yap kültürü ve hediye ekonomileri kapitalizmin yerine geçecek gerçekliklerin alt yapısı olarak görülebilir. Tanıdık Wobbly sloganını kullanırsak, “yeni toplumun yapısını eskisinin kabuğunda oluşturulması.”[23]
Bu bağlamda, anarşist ekonomik pratiklerin sonuçta kapitalizmin dışında değil içinde işlediği anlayışı önemlidir. Yukarıdaki taramada görüldüğü gibi, anarşist ekonomi pratik biçimlerinin çoğu hiçbir şekilde kapitalist ekonomiden tamamen kopmuş değildir. Aslında çoğu, kapitalizmin içinde olsa da farklı bir iç mantık ile işleyen ve insanlar arasında alternatif toplumsal ilişkileri yayıp çoğaltarak egemen sistemi sürekli içeriden çökertmeye çalışan adalar olarak görülebilir. Oyunun adı bulaşmadır, ama kapitalizme bulaşma girişimi, aynı zamanda karşılığında bulaşılma, dahil olma süreci, ya da Situasyonist terimi kullanmak gerekirse geri-entegrasyon tehlikesini taşır. Anarşist ekonomik pratikler, projenin finansal sürdürülebilirliği zamanla politik öneminden daha öncelikli hale geldiği ve sadece başka bir tür işletme olduğu durumu engelleyebilir mi? Bu cevaplaması kolay bir soru değil. Ama Andy Robinson’un yorumunda dediği gibi, anarşist kalmak için, anarşist işletme bir araç olarak çalışır, sistemden dışarı doğru bir akışın aracı olarak, hiçbir zaman kendinde bir amaç olarak değil. Bir anlamda sistemin içinde çalışıyor, egemen biçimleri ve araçları kullanıyor olabilir; ama niyet ve arzu seviyesinde dışarıda kalmalıdır ve hiçbir zaman bu biçimlere ve araçlara indirgenememelidir. Bunlar her zaman, bir amaç için kullanılıp amaca hizmet etmediğinde atılacak stratejik tercihler saymalıdır. Şüphesiz, geri-entegrasyon tehlikesinin gergin ipi, onu böyle ifade ederek yok olmaz… Ama bu riski az çok yaratıcı yollarla, dışarıya olan isyankar arzuyu sürdürmek konusunda az çok etkili yollarla aşmak mümkündür.[24]
Geri-entegrasyon konusundaki yapılan bu yorumlar, iki yoruma daha yol açıyor. İlk olarak; anarşist ekonomik pratikler, stratejik boyutunun yanı sıra anarşistler arasındaki daha geniş, “öncü politikaya” etik bağlı olmalıdır—yani kullanılan araçların kendileri, anarşist toplumsal geleceğin embriyo halindeki temsilleri olmalıdır. Böylelikle anarşist değerler günlük eylem ve pratikte ifade bulurlar ve eşitlikçi toplumsal ilişkilerin sadece “devrimden sonra” geçerli olmasını beklemek yerine hareketin kendi evinde gerçekleştirilmesi vurgulanır.[25] İkinci olarak; yapıcı doğrudan eylem içinde, stratejik ve etik boyutlarından çok ayrı, bireyci anarşist bir motivasyonun işbaşında olduğu görülebilir. Bireyci bakış açısıyla aktivistler anarşist pratiklere, sadece toplumu değiştirmek için değil, basitçe böyle farklı toplumsal ilişkiler içinde yaşamak ve kapitalist toplumun beklentilerine uyum sağlamaktansa yoldaşları ile eşitçe yaşamak arzusu ile katılırlar.
Fakat stratejik boyuta dönersek, hemen bir soru ortaya çıkar: Eğer yeni toplumun inşası anarşistlerin kendi işi olacaksa, katılanların sayıca az olması bunun ümitsiz bir beklenti olduğunu gösterir. Güncel anarşist ekonomik pratikler kitle hareketine dönüşmedikçe, ilham verici fakat önemiz çabalar olarak kalacaklardır. Bu aşılabilir mi?
Bu bizi, anarşist ekonomi pratiklerine bakabileceğimiz ikinci prizmaya getiriyor—faaliyetle propaganda. Bu terimin on dokuzuncu yüzyıl sonunda bombalamalar ve suikastlar ile dar açıdan ilişkilendirilmesi ile kazandığı kötü şöhretine rağmen, faaliyetle propaganda, daha geniş anlamda, anarşist eylemin olası örnek niteliğindeki doğasına işaret eder. Bu bağlamda, en etkili anarşist propaganda, anarşist toplumsal ilişkilerin gerçekten uygulanması ve sergilenmesidir. Halka görünür şekilde anarşist ekonomi pratiği, geniş bir izleyiciye alternatif ekonomik düzenlemelerin ne kadar mümkün ve arzulanır olduğunu göstermeye yarar. Kaynak ve gelir paylaşımının yaşayan pratikleri, hediye ekonomileri, vb. insanlara örnek yoluyla doğrudan ilham verebilir ve onları bu pratikleri uygulamaya teşvik edebilir. Sınırlı ölçekte de olsa, insanların patronsuz ya da lidersiz yaşayabileceğini güncel pratikte göstermek, insanları kağıt üzerinde ikna etmekten daha kolaydır. Gandi’nin de savunduğu gibi, “reformcunun işi, kendi davranışıyla imkanlı olanı açıkça göstererek, imkansızı imkanlı yapmaktır.”[26] Ya da, “gerçekten, gerçekten bedava pazarlar” pratiği konusunda yorum yapanlardan birinin sözleriyle: Bedava Dükkanlara uzun süre katılmak, insanların işe yaramaz şeylere erişimi kısıtlandığında onu şiddetle arzulamasına neden olan materyalist şartlanmayı ortadan kalkıyor, ve anarşist alternatifin ne kadar mümkün ve doyurucu olduğunu gösteriyor. Bu aynı zamanda ilerideki mücadeleler için bir başlangıç noktası sunuyor: Eğer ulaşabildiğimiz kıt kaynaklarla bunu yapabiliyorsak, toplumun tüm zenginliği ile neler yapabiliriz?[27]
Aynı zamanda, bütün bu stratejilerin doğalarından gelen bazı sınırları var gibi gözüküyor. Sonuçta bu bölümde tartışılan çeşitli anarşist ekonomik pratikler son kırk yılda Batı toplumlarında sürekli vardı. Yine de, amaçladıkları geniş çapta toplumsal dönüşümün yakınına bile yaklaşamadıkları görülüyor. Bir yandan, anarşist hareket o kadar küçük ki en kararlı ve görünür çabaları bile okyanusta bir damla gibi. Diğer yandan politik elit, gerek aktivistleri doğrudan engelleme ve öcü gibi gösterme olsun, gerek kamunun dikkatini güvenlik ve ulusalcı gündemlere kaydırmak ya da en iyi durumda bile, sistemin bütününde direncini artırırken kapitalizmin en sömürücü yanlarını düzelten ufak ödünlerle, toplumsal değişim hareketlerinin tekerine çomak sokmakta çok becerikli olduğunu kanıtladı. Görünüşe göre toplumsal adalet ve insan özgürlüğünün artırılması için etik sorumluluk, görece az sayıda insan için motivasyon sağlıyor ve nüfusun geniş kesimlerinin gerçek maddi çıkarları olmaksızın, mevcut toplumsal, ekonomik ve politik yapılardan ayrılışı müjdeleyen bir kitle hareketinin ortaya çıkması için bir umut yok.
Ve son noktaya geliyoruz: Neyse ki ya da maalesef, böyle motivasyonların koşulları hızla oluşuyor. 21. yüzyılın bileşik krizleri—iklim değişikliği, finansal erime ve petrol üretiminde yaklaşan zirve—geniş-çaplı toplumsal dönüşüm için tek umut olabilir. Kapitalizm, gittikçe azalan enerji rezervleri ve iklim dengesizliği ile gerçekten sürdürülemez hale gelirken, Batıdaki anarşist azınlığın çağırdığı halklar belki de sistemden kopmanın kendi maddi çıkarları olduğuna karar verebilirler. O zaman anarşistlerin ve destekçilerinin görevi, kademeli ve yavaş yavaş bir toplumsal değişim değil, halkların endüstriyel çöküş sürecini devrime dönüştürmesini sağlayacak inisiyatifleri yaratmasıdır. Böyle girişimlerin başarılı sonuçları, ne (belki de kapitalizmden çok feodalizmi andıran) hiyerarşik toplumsal ilişkilerin daha yerel kendine-yeterli biçimlerde devamı, ne de barbarlık ve çete savaşları ile bir Mad Max senaryosuna doğru çürümedir; bilakis, hem önemli ölçüde özerklik oluşturan, hem de bunu yaşama şeklini değiştirmek için kullanabilen insanların olduğu yerlerde farklı nitelikte toplumların ortaya çıkmasıdır. Fakat bunların hiç birinin garantisi yok. Kristal küre hala bulanık görülüyor.
Dipnotlar
1 T. Leahy, Anarchist and Hybrid Strategies, The Gift Economy, Anarchism and Strategies for Change http://www.gifteconomy.org.au/page25.html (24 Eylül, 2011’de bakıldı).
2 Aynı yerde.
3 Karşılaştırma B. Black, The Abolition of Work and Other Essays (Port Townsend, WA: Loompanics, 1986).
4 See J. Shantz, “One Person’s Garbage…Another Person’s Treasure: Dumpster Diving, Freeganism and Anarchy,” Verb 3, no. 1 (2005).
5 F. S. Lee and J. Bekken, introduction to Radical Economics and Labor, ed. F. S. Lee and J. Bekken (London: Routledge, 2009).
6 Bkz. Industrial Workers of the World, Preamble & Constitution of the Industrial Workers of the World (Cincinnati, OH: IWW, 2009).
7 Bkz. R. Rocker, Anarcho-Syndicalism (London: Pluto, 1989).
8 Bkz. P. Spriano, The Occupation of the Factories (London: Pluto, 1975).
9 Bkz. R. Gregorie and F. Perlman, Worker-Student Action Committees: France, May ’68 (Detroit: Black & Red, 1970).
10 Bkz. J. A. Gutiérrez, “Workers Without Bosses,” Red and Black Revolution 8 (2004) http://www.struggle.ws/wsm/rbr/rbr8/argentina.html (accessed September 24, 2011).
11 Bkz. S. Aronowitz, The Knowledge Factory: Dismantling the Corporate University and Creating True Higher Learning (Boston: Beacon, 2001).
12 Inoperative Committee, ed., University Occupations: France, Greece, NYC (2009) http://zinelibrary.info/files/university%20occupations.pdf. (24 Eylül, 2011’de bakıldı).
13 Radical Routes, How to Set Up a Workers’ Co-op (2008), http://www.radicalroutes.org.uk/publicdownloads/wc.pdf. (24 Eylül, 2011’de bakıldı).
14 CCRC, Online Database of Complementary Currencies Worldwide (2009) http://www.complementarycurrency.org/ccDatabase/ (accessed September 24, 2011).
15 C. T. Butler and K. McHenry, Food Not Bombs: How to Feed the Hungry and Build Community (Tucson, AZ: See Sharp Press, 2000), http://www.foodnotbombs.net/bookindex.html (accessed September 24, 2011).
16 Bkz. M. Maus, The Gift (London: Routledge, 1969), and J. Carrier, “Gifts, Commodities, and Social Relations: A Maussian View of Exchange,” Sociological Forum 6 (1991): 119–136.
17 Bkz. A. Antliff, Anarchy and Art: From the Paris Commune to the Fall of the Berlin Wall (Vancouver: Arsenal Pulp Press, 2007); and J. MacPhee and E. Reuland, Realizing the Impossible: Art against Authority (Oakland: AK Press, 2007).
18 Bkz. G. McKay, DiY Culture: Party & Protest in Nineties Britain (London: Verso, 1998).
19 Bkz. T. Triggs, “Scissors and Glue: Punk Fanzines and the Creation of a DIY Aesthetic,” Journal of Design History 19 (2006):69–83; and S. Duncombe, Notes from Underground: Zines and the Politics of Alternative Culture (London: Verso, 2008).
20 Bkz. R. Hurwitz, “Who Needs Politics? Who Needs People? The Ironies of Democracy in Cyberspace,” Contemporary Sociology 28 (1999): 655–661.
21 Bkz. Y. Benkler, “Coase’s Penguin, or, Linux and The Nature of the Firm,” Yale Law Journal 112 (2002):369–446; and T. Yamagishi and K. Cook, “Generalized Exchange and Social Dilemmas,” Social Psychology Quarterly 56 (1993): 235–248.
22 Bkz. P. Himanen, The Hacker Ethic and the Spirit of the Information Age (New York: Random House, 2001).
23 Industrial Workers of the World, Preamble.
24 A. Robinson, “Thinking from the Outside: Avoiding Recuperation,” Anarchy: A Journal of Desire Armed 64 (2007): 37–49.
25 Karşılatırma E. Goldman, afterword to My Disillusionment in Russia (New York: Doubleday, 1923).
26 M. K. Gandhi, “On Another’s Land,” Young India, February 5, 1925, 68.
27 Bkz. CrimethInc, “The Really Really Free Market: Instituting the Gift Economy,” Rolling Thunder 4 (2009): 34–42.
Uri Gordon
Çeviri: Özgür Oktay
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (6) : Pratikte Anarşist Ekonomi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşizmin Tarihi, Anarşizmin Örgütlü Tarihidir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
“Şimdi düşüncelerden bahsetmenin vakti değil, şimdi eylem vakti. Bugün her şeyden önce, proleter güçlerin örgütlenmesi gerek. Ancak bu örgütlenmeyi, proletaryanın kendisinin gerçekleştirmesi gerekiyor.”
Mikhail Bakunin,
Jura Federasyonu’ndaki Yoldaşlara Mektuplar, 1873
1860’ların sonu, 70’lerin başı… Bakunin’in yazınsal anlamda en verimli olduğu dönem. Birinci Enternasyonal’deki tartışmalardan yola çıkıp yazdığı yazıların büyük bir çoğunluğu iyi bir öngörü, iyi bir analiz ve anarşizmi olgunlaştıracağı düşünsel bir süreçten çıkmıştır. Tam da böyle bir dönemde, Bakunin’in düşünceleri, teori vs.ye ilişkin kaygısını bu kadar açık dile getirmesinin altında yatan nedeni iyi anlamak, anarşist felsefenin, hareketin, ideolojinin iyi anlaşılmasında önem taşır. Bakunin’in önem sırasında ilk yere örgütlenmenin verilmesinin nedenini kavramak, anarşizmin örgüt ve örgütlenmeyle ilişkisinin açık bir şekilde ortaya konmasında önem taşımaktadır. Bu kaygıyı iyi görmek gerek. Farklı coğrafyalarda anarşizm denildiğinde, o coğrafyada yaşayan insanların akıllarından oluşan şeyler, hatta sözcüğün kullanılabilir olması, kendine “anarşistim” diyenlerin çıkması, her şeyden önce düşünsel bir çabanın ürünü olmaktan önce, anarşizmin bir hareket olma özelliği ile açıklanabilir. Anarşizm, elde teorik bir kılavuzla çıkmaz yola. Yaşamsal pratiklerden geliştirdiği deneyimlerini sonrasında kullanmayı bilse de, eyler; eylediğini örgütler. Hareket olabilme toplumsallığının yakalanması, birbirinden bağımsız, kısmen ilgisiz kimselerin kendiliğinden, rastlantı eseri bir araya gelmesiyle ilintili değildir. Yeni bir toplumsallıkta oluşmuş bir hareket, birbirleriyle iktidarsız bir ilişki içerisinde olan bireylerin bir aradalıklarıyla oluşur. Bu bir aradalığın ismi ne kadar çok öyle ifade edilmekten kaçınılırsa kaçınılsın, bu örgüttür, örgütlülüktür. Bireyler, belli bir duygudaşlıkla yani yoldaşlıkla belli niyetleri gerçekleştirmek için beraberce eylemeye niyetlendikleri andan itibaren, örgütlü hareket ediyorlar demektir. Örgütlü hareket, topluluk halinde yaşayan canlıların doğasında vardır. İhtiyaçların karşılanması, bireylerin yaşamlarını devam ettirebilmelerindeki bu dayanışma hali, sadece insana has bir durum değildir. Topluluk halinde yaşayan bireyler, birbirleriyle ilişki kurmaktan imtina edemezlerse eğer, birbirleriyle kurdukları ilişki biçimini her halükarda tanımlamaları gerekecektir. Bu tanımın iktidarsız bir temelde yapılması, anarşizm için kaçınılmazdır; özgür bir insanın düşündüklerini eyleyebilmesi için kaçınılmazdır. Öyleyse, örgüt ve örgütlülüğün durduğu yer, bireyin toplumsal ilişkiler içerisinde özgür olabilmesiyle yakından ilişkilidir. Bu özgürleşme çabasına, anarşist hareketin vuku bulduğu tüm coğrafyalarda rastlanır. İktidar ilişkilerinden kurtulma mücadelesi veren bireyler, devlet gibi, din gibi, şirketler gibi varoluşsal olarak iktidarlı olan kurumlara karşı güçlü olabilmek adına bir araya gelmemişlerdir sadece. Aynı zamanda bu dayanışma hali, iktidarsız bir toplumun var olabilmesindeki koşuldur. Bireyler arasındaki ilişkilerin iktidarsız bir şekilde örgütlenmesiyse anarşist bir toplumda olması gereken bu dayanışma hali, bireylerin birbirleriyle aynı anda varlıklarını gerçekleştirebilmelerinin gereğidir. Anarşizm tarihi her şeyden önce, iktidara karşı verilen mücadelenin ve dayanışmayla bir arada yaşayabilmenin tarihidir. Farklı coğrafyalarda eşzamanlı bir şekilde yeşeren anarşizmin, o coğrafyalarda taşıdığı özgünlüğün kaynağı da budur. Farklı bireylerin oluşturdukları örgütlü çabalar, o yerelliğin özelliklerini de barındıracaktır. Bugün anarşizmden bahsedenler fark edeceklerdir ki, anarşizmin farklı coğrafyalarda deneyimlenen tarihi, anarşizmi o coğrafyalarda örgütlemişlerin tarihidir. Bir düşüncenin, hareketin ayakta kalmasının tek koşulu, o düşünceyi yaşatacak, o hareketi devam ettirecek bir örgütlülüğün olmasıdır.
Küba
Anarşizmin Avrupa dışında örgütlendiği yerler önemlidir. Çünkü anarşizm, farklı coğrafyalarda deneyimlenenlerle beraber olgunlaşabilmiştir. Bu coğrafyalardan biri Güney Amerika’dır.
Anarşizmin Küba ile tanışması, özellikle anarko-kolektivizmin ve anarko-sendikalizmin bu coğrafyada ezilen köylü ve işçileri etkilemesiyle oldu. Küba’nın İspanya Krallığı’nın bir kolonisi olmasının ve İspanya’dan göçen işçilerin burada diğer işçilerle beraber örgütlenmesinin, Küba’da anarşizmin ortaya çıkmasından etkisi vardır.1865’te bu ortak çabayla yayınlanan La Aurora, bunun en önemli örneğidir.
Tütün fabrikasında çalışan işçilerin, özellikle Barselona’dan göç eden işçilerle örgütlenmeye başlaması, 1885’te Circulo de Trabajadores’i ortaya çıkardı. Bu işçilerin ilk eylemi, Chicagolu anarşist işçiler için Havana’da yaptıkları destek mitingiydi. Çıkardıkları El Productor gazetesiyle, bu mitingi Küba çapında büyük bir kampanyaya dönüştürdüler. 1887’de Alianza Obrera’ya dönüşen bu işçi örgütü, Küba’da ilk 1 Mayıs’ı kutladı.
Küba halkının karşılaştığı ekonomik sorun kapitalizmin dayattığı koşullarsa, siyasi anlamda da en büyük problem İspanya Krallığı’na karşı verilen özgürlük mücadelesiydi. İspanyol yoldaşları, Kübalıların bu özgürlük mücadelesine en çok destek verenlerdi. Var olan sorunlara karşı verilecek en büyük cevap, toplumun örgütlü hareketiydi. Küba halkının bu örgütlü hareketle tanışmasında anarşizmin rolü büyüktür. 1900’lerin başına gelindiğinde tütün işçileri, şeker işçileri, fırıncılar ve şoförler, örgütlü bir şekilde anarşist işçi sendikalarındaydı. Aynı tarihlerde kendisi için tehlikenin farkına varan devlet, İspanyol anarşistleri sınır dışı etmeye başladı. 1915’e kadar anarşistlerin baskın olduğu işçi hareketi, devletin yoğun baskısıyla bu baskınlığı yitirmeye başladı. Küba Komünist Partisi kurulduğunda, sene 1925’ti. 1930’lara gelindiğinde sosyalistler Ulusal İşçi Konfederasyon’unda daha etkinleşti. Ancak 1936’da kurulan “Özgürlükçü Gençlik”anarşizmin Küba’da tekrar güçlenmesini sağladı. Sonrasında Solidaridad Internacional Antifascista’yı (SIA) kuran gençlik, CNT-FAI’ye yardıma gitti.
1940’larda anarşizmin toplumda yine belirginleşmesiyle, baskı furyası devam eder. Kurulan Küba Anarşist Grupları Federasyonu örgütü ve sonraki adıyla Küba Özgürlükçü Birliği (ALC), Castro kapatana dek mücadelesine devam edecektir. 1950’de Batista hükümetine karşı sosyalistlerle beraber gerilla gruplarında geliştirilen birliktelik, Castro hükümetinin 1960’larda ALC’yi kapatmasıyla sona erdi. Bu tarihten sonra anarşistlerin büyük bir çoğunluğu, ülke dışına sürgün edildi.
Arjantin
Güney Amerika’da anarşizmin toplumsallaşabildiği bir başka yer de Arjantin. 1870’lerle beraber ilk anarşist örgütler oluşmaya başlamıştı. Hatta 1871’de Birinci Enternasyonel’de Buenos Aires’ten temsilciler göndermişti.
1876 yılında Bakunin’in düşüncelerinin etkisiyle İşçilerin Propaganda Merkezi isimli bir örgüt kuruldu. 1885’te Errico Malatesta, kısa bir süreliğine Arjantin’de yaşar. Malatesta’nın da etkisiyle, ilk anarşist işçi sendikası kuruldu. El Perseguido da aynı tarihlerde yayınlanan ilk anarşist gazeteydi.
Anarşistler bu dönemde yoğunluklu olarak işçi örgütlenmelerindeydi. 1891’de İspanya’dan ve İtalya’dan gelen göçmen işçiler arasında Pellicer Paraire ve Pietro Gori de vardı. Paraire’nin öncülüğünde La Protesta Humana gazetesi çıktı. Gazetenin savunduğu çizgi, ekonomi için militan işçi federasyonu, siyaset için de anarşist örgüttü.
1901’de kurulan ilk ulusal emek konfederasyonu “Arjantin İşçi Federasyonu”ydu (FOA). Örgütün temel prensiplerinin belirlenmesinde Paraire ve Gori’nin etkisi olsa da, örgüt sosyalistlerin de dahil olduğu ortak bir projeydi.
1902 tarihinde genel grev ilan eden ve Arjantin’in büyük bir kesiminde başarılı da olan FOA’ydı. Küba örneğinde olduğu gibi hemen “yabancılar yasası” çıktı. Hedeflenen etkili olan federasyon üyelerini ülkeden göndermekti. Ancak birçoğu Arjantin’e geri dönmek üzere Uruguay’a geçti.
1903’te La Protesta Humana isim değiştirdi, La Protesta oldu. FOA’daki anarşistlerin daha da güç kazanmasıyla, örgütün anarşist çizgisi daha belirgin hale geldi ve o da isim değiştirdi; FOAArjantin Bölgesi İşçi Federasyonu oldu (FORA). Zaten bunu izleyen süreçteki kongrede FORA, anarşist-komünizme bağlı olduğunu açıkladı.
1 Mayıs 1904’te, 70.000 işçinin Buenos Aires sokaklarında yürümesiyle anarşizmin etkisi yoğunlaştı. Ve dolayısıyla anarşistlere yönelik baskı da. 1920’li yıllarda gerçekleşen birçok isyanda FORA’nın etkisi büyüktü. 1935’te kurulan Arjantin Anarşist-Komünist Federasyonu, İspanya Devrimi’ne katıldı. 1940’ların ortalarında, Peron başkan olduğunda sadece iktidarı değil toplumun önemli bir kısmını da etkiledi. İşçi sendikalarının büyük bir bölümü Peronizmin etkisinde kalınca 1955’e kadar ( Arjantin Özgürlükçü Federasyonu-FLA kuruluncaya kadar) anarşist bir örgüt topluma etki edemedi. FLA ve FORA şu an hareket halindeki iki anarşist örgüt.
Güney Afrika
Anarşizmin farklı coğrafyalarda köklü bir geçmişi olduğunun bilinmesi, hareketin köklerini ve etkilediği mücadele biçimlerini anlamak açısından çok önemli. Güney Afrika’da son dönemde oluşan anarşizan toplumsal hareketlenmelerinin kökenini burada aramak gerek.
1904’te Cape Town’da Sosyal Demokrasi Federasyonu’ndaki etkin anarşist kanattan önce, 1880’lerde Henry Glasse’nin çıkardığı gazeteler ve Kropotkin çevirileri, Güney Afrika’da anarşizmin kısmen bilinmesine yol açmıştı.
1915’te bu anarşist kanat Uluslararası Sosyalist Birlik’i (ISL) kursa da, süreç içerisinde etkisini yitirip 1921’de ISL, Güney Afrika Komünist Partisi’ne dönüşüyordu. Ancak, Dünya Sanayi İşçileri’nden (IWW) etkilenen bir kanat Afrika Sanayi İşçileri’ni (IWA) kurdu.
Güney Afrika’daki toplumsal hareketler, Afrika özgürlük mücadelesiyle çok ilişkili olduğundan; neredeyse tüm örgütlenmeler bu mücadelenin içinde yer almışlardır. Anarşistler de bu örgütlerin içinde yer alarak 1980’lere kadar anti-apartheid mücadelesi vermişlerdir. 1990’larla beraber Durban ve Johannesburg’da Anarşist Devrimci Hareket (ARM) kuruldu. ARM’ı kuranların çoğunluğunu öğrenciler ve anti-apartheid mücadelesi veren militanlar oluşturuyordu.
1995’te ARM, İşçi Dayanışma Federasyonu’na (WSF) dönüştü ve platformizmi benimsedi. Siyah işçi hareketi ve öğrenci hareketini birleştiren WSF, anarşizmi Zimbabwe, Tanzanya, Zambiya’da da örgütlemeye başladı. 1999’da WSF kapandı ve Bikisha Medya Kolektifi ve Zabalaza Kitap Kolektifi’ne dönüştü. İki grubun çıkardığı ve 2000’lere damgasını vuran Zabalazagazetesi, özelleştirmeye ve evlerden tahliyelere karşı toplumsal bir hareket örgütledi.
2003’te Zabalaza Anarşist Komünist Federasyonu ve 2007’de Zabalaza Anarşist Komünist Cephesi (ZACF) kuruldu. ZACF, sonraki süreçlerde yeni toplumsal hareketlere odaklandı, topraksız halk hareketini destekledi. Bunun bir parçası olan Abahlali baseMjondolo hareketi ile dayanışma halindeler.
ABD
ABD, anarşizmin birçok farklı ekolünün oluştuğu bir coğrafya. Bunda anarşizmin bu kadar çok toplumsallaşmasının rolü çok büyük. Öte yandan, halkın içinde bulunduğu olumsuz durumlardan kurtulmak için giriştikleri mücadelede de anarşizmin etkisi ve rolü büyük.
1800’lerin ortalarında ekonomisi ağırlıklı olarak köylü üretimine dayanan ABD’nin Proudhon’un fikirlerinden etkilenmesi bu yüzden kaçınılmazdı. Yüzyılın sonuna doğru gelindiğinde anarşist-komünizmin etkisi Freedom gibi aylık Devrimci Anarşist-Komünist gazetelerle iyice belirginleşir. Bunda toplumu da aynı ideallerle örgütleme faaliyetinin içerisinde olan Lucy Parsons ve Lizzy Holmes gibi isimlerin etkisi vardır. Bu örgütlenme faaliyetinin nereye gittiğini The Alarm’ın etkisiyle büyüyen işçi sınıfı mücadelesinde, 8 saatlik iş günü eylemlerinde ve Haymarket’te katledilen anarşist işçilerde görmek mümkün.
ABD’de işçi mücadelesi tarihi, örgütlü anarşizmin tarihiyle kol kola gider. Johann Most’ların, Emma Goldman’ların, Alexander Berkman’ların işçi hareketindeki önemli isimler olması bu biraradalıkla açıklanabilir. 8 saatlik iş günü eylemleriyle yükselen işçi hareketine ruhunu veren işçi grevlerini yaratanlar yoğunluklu olarak anarşistlerdi.
1 Mayıs 1886’da 340.000 işçiyi sokağa döken, genel greve iten aynı örgütlü anarşist çabaydı. Sacco ve Vanzetti gibi işçi mücadelesiyle özdeşleşmiş isimlerin anarşist olması bu yüzden rastlantı değildi. 1905’te Dünya Sanayi İşçileri (IWW) kurulduğunda bu kol kola giden mücadele bütünleşmiş oldu.
Örgütlü anarşizm, ABD’de sadece işçi hareketinin güçlenmesine değil, toplumsallaşmasına bağlı olarak toplumda rahatsızlık hissedilen Dünya Savaşı gibi konulara da söz üretebildi. Savaş karşıtlığını örgütleyebildi.
1960’larda Goodman, Bookchin, Dolgoff, Chomsky, Perlman gibi isimlerin ABD’den çıkması da, anarşizmin bu kadar farklı ekolleri yaratabilmesi de buradan bakıldığında şaşırtıcı değildir. ABD’de bu kadar toplumsallaşabilmiş bir hareket, ebetteki kendi özgün deneyimlerini oluşturacaktır. Anarşizmin örgütlü gücüne buradan bakabilmek önemlidir. Keza hareketin toplumsallaşması, düşünsel zenginliğe yol açacaktır; anarşizmin toplumdaki bireylerin algısındaki yansımaları bu şekilde açığa çıkacaktır.
1980’lerle beraber hareketsizleşen anarşizm, 1990’larla beraber önemli bir örgütlenme oluşturacaktır. Kuzeydoğu Anarşist Komünistlerin Federasyonu (NEFAC), platformist eğilimiyle anarşizmi, bu coğrafyada örgütlemeye devam etmektedir.
İspanya
Anarşizm tarihinde İberya’nın rolü büyüktür. Bu topraklar, anarşist düşüncenin gerçekle buluştuğu, gerçeğin anarşist düşünceyi şekillendirdiği topraklardır. Yaratılan deneyimler, anarşizmin ne olduğunu, nasıl yaşanıldığını gösteren deneyimler olması açısından; neden anarşizmin örgütlü bir şekilde yaratılması gerekliliğinin anlaşılması için tekrar tekrar düşünülmesi gereken deneyimlerdir.
Buradan düşünüldüğünde ilk anarşist yayın El Porvenir’in, Ramon de la Sagna tarafından burada çıkartılması çok da şaşırtıcı değildir. Anarşizm örgütlenmeye ve toplumsallaşmaya erken tarihlerde başlar. 1868’de Fanelli öncülüğünde Birinci Enternasyonal’deki İspanya delegelerinin savundukları anarşizm bunun en büyük örneğidir.
Zengin ve fakir arasındaki ayrım açıldıkça, din ve devlet baskısı insanlar üzerinde arttıkça anarşizm de toplumsallaştı. İşçiler isyan etti, Luddist eylemler başladı, sendikalar ortaya çıktı. Anarşist düşünceler, konuşmalarla, tartışmalarla ve La Solidaridas gazetesiyle yayıldı.
20. yüzyılda sendikalizm fikri toplumda iyice yerleşiyor. Çünkü istenilen bir yaşamın somutlaşması için sendikanın önemli bir araç olduğu fark ediliyor. Patronsuz, devletsiz ve ruhban sınıfından uzak bir yaşamın gerçekleştirilmesinde önemli bir araç.
1900’lerde İspanya Bölgesi İşçi Toplulukları Federasyonu kuruldu. Ülke genelinde grev ilan edilmesi, kapitalizmin ne olduğunun anlaşılmasına olanak verdi. Federasyon sonrasında, İspanya Bölgesi Anarşist Örgütü’ne dönüştü. 1907’de Solidarida Obrera çıktı ve Solidaridad Obrera gazetesi, aynı zamanda CNT’nin kurulmasını sağlayacak ekip oldu. 1910’da CNT (Ulusal İşçi Konfederasyonu) kuruldu. 1917’ye gelindiğinde CNT’nin üye sayısı bir milyonu aşmıştı, devlet anarşistler üzerindeki baskısını arttırdı. CNT ise her seferinde genel grevle karşılık verdi.
1927’ye gelindiğinde, halk toplumsal işleyişin kontrolündeki devlet etkisini olabildiğince azaltmış ve CNT ile üretim ve tüketim süreçlerindeki kontrolü eline aldı. Böyle bir ortamda beliren siyasal bir ihtiyaçtan dolayı İberya Anarşist Federasyonu (FAI) oluşturuldu. FAI, bu yaşamsal örgütlenmenin sürekliliği için bir teminattır. Siyasal farkındalıklar FAI aracılığıyla arttırılıp, henüz yok olmayan devlet ve diğer iktidar mekanizmalarına karşı bir öz örgütlülük yaratılmıştır.
1930’ların ortalarında başlayan devrim sürecinde FAI üye sayısını, 5000’den 30000’e çıkarmıştır. Toplumsal devrimin ne demek olduğu, ’36 ile başlayan süreçte anlaşılmıştır. Franco’nun ordularına karşı bir yanda cephede olan halk, diğer yanda yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayacakları üretim-tüketim-dağıtım problemini CNT aracılığı ile çözmüştü. Bu süreç Juan Garcia Oliver’ların, Buenaventura Durruti’lerin ortaya çıktığı bir süreç olmuştur.
Yeni nesillerin, yeni değerlerle yetişmesi sorununa çözüm de bu toplumsal örgütlülükten gelmiş, Francesc Ferrer’in geliştirdiği tarzda özgürlükçü eğitim modelleri denenmiştir.
Anarşizmin, yarattığı örgütlenme algısı sadece toplumda ekonomik anlamda ezilen kesimlerde değil, erkek egemenliğinden kaynaklı ezilmişliğe karşı kadınların örgütlenmesinde de yer bulmuştur. Mujeres Libres, yarattığı bu örgütlülükle 38000 üyeye ulaşmıştır. Tabi ki etkisi, anarşist bir dünyanın deneyimlendiği tüm İberya toprakları olmuştur.
1939’da Franco faşizminin hedef aldığı şey de bu yüzden bu toplumsal örgütlenme olmuş, bu örgütlenmeyi kırmaya çalışmıştır. Dünya üzerindeki diğer faşist devletlerin desteğiyle, Katalonya’ya kadar anarşistlerin geri çekilmesine neden olsa da, mücadeleye devam eden Maqui’ler Katalonya’nın özgürlük mücadelesine yardımcı olmakla kalmamışlar, anarşizmin bu coğrafyadan kopartılamayacağının kanıtı olmuşlardır.
Ukrayna
Anarşizmin yaşandığı, toplumsallaştığı bir başka coğrafya da güneydoğu Ukrayna’dır. “Özgür Topraklar”, anarşist komünist ilkelerle yaşamın örgütlendiği bir coğrafyadır.
Bunda, 19 yüzyıldan itibaren başlayan anarşist örgütlenme çalışmalarının rolü çok büyük. Mykhailo Drahomanov’un Proudhon ve Bakunin etkisiyle yazdığı ve yaşama geçirmeye çalıştığı fikirler önemli yer tutuyor.
Özgür Topraklar’ın inşasında Nestor Makhno ve Devrimci İsyan Ordusu’nun rolü ne kadar önemliyse, bu topraklarda anarşizmin yaşamasında Nabat’ın (Anarşist Örgütlerin Konfederasyonu)rolü o kadar büyüktür. Nabat sadece Özgür Topraklar’da üretim, tüketim ve federalizm ilkesinin işlemesini sağlamaya çalışmıyor, aynı zamanda Güney Ukrayna’nın tüm şehirlerinde anarşizmi toplumsallaştırmaya çalışıyordu.
1920 ve 21’de önce Menşeviklere sonra Bolşeviklere karşı girişilen bir dizi savaş, Özgür Topraklar’ın korunmasına yardımcı olsa da; sonrasında Kızıl Ordu’nun buraya girmesi ve birçok anarşisti katletmesiyle son buldu.
Çin
19. yüzyılda Rusya’daki örgütlü anarşizm, Çin’i de etkiledi. Ancak bu etkilenme Çin anarşizminin doğmasına yol açmadı. Özellikle Paris ve Tokyo’daki öğrencilerin, anarşist düşüncelerle uğraşmaya başlamasıyla anarşizm, Çin’de daha görünü bir hal aldı.
1906’da Li Shih-tsen gibi, Çin felsefesiyle anarşizmi ilişkilendiren düşünceler ortaya çıktı. Taoism ve Budizm’le karşılıkçılık ve federalizm fikrini birleştiren Çin düşünürleri ortaya çıktı. Bu süreçte, anarşizmin sadece Çin’deki düşünceleri etkilediği değil; aynı zamanda Çin felsefesinin de anarşizmin üzerinde etkisi olduğu sık konuşulanlar arasındadır. Özellikle anarşizmin birey vurgusuyla, Çin felsefesindeki birey vurgusu arasındaki ilişkinin bu etkilenme sonucu ortaya çıktığı söylenir.
Anarşizm’in Çin’de toplumsal bir hareket haline gelmesinde ABD’deki anarşistlerin etkisi var. 1911’de anarşizmin Çin’de geldiği konum, ABD’ye çalışmaya giden Çinli işçilerin etkisiyle oluşuyor. O dönem, Meksikalı ve Çinli işçilerin oluşturdukları işçi birlikleri anarşisttir. Bunda anarşistlerin, o dönemde siyah, Latin ya da Asyalı tüm işçileri kapsayan söylemlerinin etkisi var. 1890’larda Emma Goldman’ın, San Francisco’da yaptığı konuşmaya binlerce Çinli işçi katılır.
1908’de Çinli işçiler, IWW’de örgütlenir. IWW, aynı zamanda beyazların üstünlüğüne karşı çıkan, farklı ırklardan işçilerin örgütlendiği tek işçi birliğidir. Burada IWW’de örgütlenen işçiler, Çine geri döndüğünde, anarşizmin gelişmesine katkıda bulunurlar. 1914’te birçok işçi ve köylü anarşizme örgütlenir.
1919’dan sonra başlayan süreçte, özellikle 4 Mayıs Hareketi ile başlayan süreçte, Bolşeviklerle yakınlaşan anarşistler, Çin Komünist Partisi’yle etkilerini kısmen yitirseler de; Guangzhougrubu örgütlenme ve propaganda ilkelerini benimser ve anarşizmi ayakta tutar. Halkın Sesi isimli gazete çıkarırlar.
Komünist Parti’nin iktidarı sırasında etkilerini büyük ölçüde yitirirler. Çünkü örgütlenmenin önünde büyük bir engel vardır.
Anarşizmin Örgütlü Olduğu Coğrafyaları Düşünmek
Anarşizmin 19.yüzyıl itibarıyla, birçok farklı coğrafyada toplumsallaştığı bilinen bir gerçektir. Elbette anarşizmin örgütlenme alanı, farklı kıtalarda yer alan bu coğrafyalarla sınırlı değildir. Avustralya’dan Kanada’ya, Vietnam’dan Yunanistan’a kadar uzanmıştır anarşizmin örgütlenme alanı.
Anarşizmin örgütlenme tarihi, Birinci Enternasyonalleri, Paris Komünleri’ni, Haymarketleri, Özgür Toprakları, ’36 Devrimini, Kronştadları oluşturmamıştır sadece. Endonezya’da bir ulusal kurtuluş mücadelesinde çıkmıştır bu örgütlü tarih kimi zaman karşımıza, kimi zaman Meksika’da 1911’de Magonların özgürlük mücadelesinde. Kore’nin Japonya tarafından istilasına karşı giriştikleri bir çaba olmuştur anarşizm, kimi zaman Filistin’e saldırının bir parçası olmak istemeyen İsraillilerin vicdani retlerinde belirginleşmiştir.
Yazıda geçen örgüt isimleri, örgütlerdeki insan sayıları, çıkan gazeteler ve dergiler bir şeyi ispatlama çabasından çok, anarşizmin etkisini ve bu etkinin örgütlü olma nedenselliğini açıklamaya yöneliktir. Toplumsal bir düşünce ve hareket olarak anarşizm, toplumsallaşma kaygısı ve çabasının dışında düşünülemez. Bu durum anarşizmin, örgütlenme karşıtı, toplumsallaşma karşıtı, sistemin bireyci anlayışının bir uzantısı olarak göstermek isteyen tüm düşüncelere karşı verilmiş bir yanıttır.
Düşünceler toplumsallaştığı bir ortamda, hareket halindeyken özgünlük kazanır. Farklı anarşist ekollerin doğmasına yol açan da bu örgütlülük halidir. Anarşizmin iktidarsız bir ilişki bütünü olarak tanımlandığı düşüncelerin, tarihte deneyimlenebildiği coğrafyalar, yani toplumsal devrimlerin yaşandığı coğrafyalar, bu örgütlülük halinin ortaya çıktığı durumlardır. Örgüt ve örgütlenmenin farklı şeyler olduğunu söyleyecek olanlara verilecek en güzel cevap da, ezene karşı ezilenlerin oluşturduğu bu örgütlenmelerin birden çok anarşist örgütün varlığıyla oluştuğu gerçeğidir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşizmin Tarihi, Anarşizmin Örgütlü Tarihidir appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>