James Watson – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 13 Jun 2015 16:35:11 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 ” Gen Etik ” – Belen Yıldırım https://meydan1.org/2015/06/13/gen-etik-belen-yildirim/ https://meydan1.org/2015/06/13/gen-etik-belen-yildirim/#respond Sat, 13 Jun 2015 16:35:11 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/13/gen-etik-belen-yildirim/ Uzun zamandır süren spekülasyonların ardından, Junjiu Huang (Sun Yat-sen Üniversitesi, Guangzhou) ve laboratuvar arkadaşları, insan embriyosunun DNA’sında değişiklikler yaptıkları, böylece doğuştan gelen hastalıkları tedavi edebilme amacı taşıdıkları deneylerin sonuçlarını yayımladılar. Yıllardır vaat edilen ve etik tartışmaları doğuran çalışmalar, genetik alanında dev bir tabu olan insan embriyosuyla çalışma tartışmalarını yeniden canlandırdı. Çığır açan teknik: CRISPR-Cas9 Huang’ın […]

The post ” Gen Etik ” – Belen Yıldırım appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
inv13
Uzun zamandır süren spekülasyonların ardından, Junjiu Huang (Sun Yat-sen Üniversitesi, Guangzhou) ve laboratuvar arkadaşları, insan embriyosunun DNA’sında değişiklikler yaptıkları, böylece doğuştan gelen hastalıkları tedavi edebilme amacı taşıdıkları deneylerin sonuçlarını yayımladılar. Yıllardır vaat edilen ve etik tartışmaları doğuran çalışmalar, genetik alanında dev bir tabu olan insan embriyosuyla çalışma tartışmalarını yeniden canlandırdı.

Çığır açan teknik: CRISPR-Cas9

Huang’ın takımı, 2013’te keşfedilen ve gen mühendisliğinde çığır açtığı söylenen CRISPR-Cas9 yöntemini kullandı. CRISPR teknolojisi ile, embriyo ya da erişkin canlıda hasarlı bir geni tamir etmek ya da hatalı geni devre dışı bırakarak potansiyel ya da mevcut hastalıkları tedavi etmek mümkün olabilecek. Bugüne kadar yöntemi denemek için yapılan araştırmalarda, bakteriler, bitkiler, fareler ve maymunlar gibi bir çok tür kullanılmıştı. İnsan kök hücrelerinde de uygulanan yöntem, ilik kanserine karşı bir tedavi umudu olmuştu.

CRISPR; bakterilerin, bakteriyofaj (bakteri yiyicisi) denen bir grup virüse karşı korunmak için geliştirmiş olduğu mekanizmanın bir parçası olan, tekrarlanan DNA dizilerine verilmiş isimdir. Bakteri, Cas9 diye adlandırılan bir proteini, virüsün genomuna uyan bir RNA dizisine bağlıyor ve oluşan bu karma yapı virüsün DNA’sını keserek etkisizleştiriyor. Dolayısıyla CRISPR, hedef DNA’ya kitlenen RNA’nın yerini aldığı için geçtiğimiz yıllarda geliştirilen gen değiştirme tekniklerine kıyasla çok daha kolay, ucuz bir yöntem haline geliyor.

CRISPR-Cas9 teknolojisinin olanakları neredeyse sonsuzlukla ifade edilebilir. Ama bu sonsuzluk, yöntemin hatasız sonuçlar verdiği anlamına gelmez. Şimdiye kadar, bir hücreli canlı kültürleriyle yapılan araştırmalarda bile, bu yöntemin hem ilgili genlerin üzerinde, hem de ilgisiz başka genlerde mutasyonlara neden olabildiği görülmüştür. Bu gen hataları da aynı derecede sonsuz çeşitlilikte yaşamsal bozukluklara neden olabileceği anlamına geliyor.

Hastalıklara Deva: CRISPR-Cas9

Huang’ın takımı, çalışmasında 86 insan embriyosu kullandı. Bu embriyolar, tüp bebek kliniğinden alınan ve normal bir gelişim süreci göstermesi mümkün olmayan, triplonüklear zigotlardı. Embriyolara müdahalenin ardından, 48 saat boyunca canlılık gösteren 71 adet 8 hücreli embriyo içinden 54 embriyo analiz edilebildi. Bunların sadece 28’inde genler değiştirilebildi. Bunların arasında 4 embriyo gen onarımı aşamasındaki hatalarla, 7 embriyo verilen genin değil, DNA içindeki başka bir genin kopyalanması nedeniyle bozuldu. Ayrıca ilgisiz genlerde de hatalar gözlemlendi. Bütün genlerin analiz edilmesi tamamlandığında ise başka hataların da çıkması bekleniyor.

Huang’ın takımı, çalışmalarını Dawn, Parkinson ve Akdeniz anemisi gibi embriyonik evrede öngörülebilen hastalıklar üzerinde yapmıştı. Yöntemin şu anda ne kadar hata payı olduğu ve gelecekte nasıl geliştirileceği belirsiz olsa da, bu tarz çalışmalar ve tartışmaların artık sürekli karşımıza çıkacağının habercisi niteliğinde. Arizona Üniversitesi’nden Joel Garreau’da, 2012 yılında ABD savunma bakanlığının desteklediği projelerde, metabolizma genetiğini değiştirerek daha güçlü ve dayanıklı askerler yaratmak peşinde olduğunu açıklamıştı. Yeter ki bir kez insanlar üzerinde kullanılması için önü açılsın; işte o zaman kapitalizmin hayalindeki süper işçileri ya da devletlerin hayalindeki süper askerleri yaratmak için kullanılacak olan milyon dolarlar, hırs ve rekabet tanımayan yeni şirketlerle tanışacağız demektir. Hasta olmayan, metabolizması farklı çalışan, fiziksel anlamda dayanıklı insanlar hayalini devletlere satmak pek de zor olmasa gerek.

Bilimde Etik Hassasiyeti

Birinci Dünya Savaşı boyunca ve ardından gelen süreçte başta Almanya, Japonya, Rusya, Amerika gibi devletler, bir sonraki savaşın hazırlığı adına tıp, genetik ve biyoloji alanlarında dehşet dolu çalışmalara imza atmışlardı. Nazi Almanyası’nın genetik çalışmalarını yöneten Josef Mengele, toplama kamplarında ikizler üzerinde gözlerine kimyasal enjekte etmek, narkoz olmadan ameliyatla bedenlerini birbirine yapıştırmak gibi korkunç deneyler yapmıştı. Mengele, o dönemde yaptığı çalışmalardan dolayı, günümüzde modern genetiğin kurucu isimleri arasında anılıyor. Savaş zamanında insanlar üzerinde yapılan katliamlar bugün, hayvanlar üzerinde yapılıyor. Örneğin, Ludwig-Maximilians Üniversitesi’nden Wolfgang Enard; farelere insan geninde bulunan Foxp2 geni eklediğinde daha hızlı öğrendiklerini gözlemlemiş.

Özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında, meslektaşlarının yaptıkları ve yapabilecekleri karşısında dehşete düşen bilim insanlarının öncülüğünde bilimin sınırları ‘etik’ ile belirlenir oldu. Genetik bilimi tarihindeki bu korkunç deneylerin mucitleri ya da DNA’yı keşfeden James Watson gibi ırkçı bilim insanlarının frenleyicisi olsun diye midir bilinmez, insan merkeziyetçilik etiğin ana unsurlarından biri haline geldi. Böylece Huang’ın çalışmalarını yayımlatmayan ve etik gerekçelerle durdurmalarını isteyenler, aynı etik anlayış içerisinde, hayvanlar üzerinde deneyler yapmayı makul ve kabul edilebilir görebiliyorlar.

Kapitalizmde Para Hassasiyeti

Bu zamana kadar bilim insanları, çalışanı oldukları şirketlere, yöntemin insan geninde de kullanılabileceğinden bahsederken, Huang ve takımının çalışmasıyla, milyon dolarlık vaatleri boşa çıkmış oldu. Üstelik tüm bu araştırmalar, yüklü savaş yatırımları olan devletlerin himayesi ve desteğinde gerçekleştiriliyorken… Kapitalizmin müdahalesi ile etik eleştiriler de, Huang ve takımının gelecekte korkunç sonuçları doğurabileceği tahmin edilen çalışması gibi iyice bulanıklaşıyor.


Belen Yıldırım

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Gen Etik ” – Belen Yıldırım appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/13/gen-etik-belen-yildirim/feed/ 0
“Archoscientia” – Merve Demir https://meydan1.org/2015/05/03/archoscientia-merve-demir/ https://meydan1.org/2015/05/03/archoscientia-merve-demir/#respond Sun, 03 May 2015 15:08:53 +0000 https://test.meydan.org/2015/05/03/archoscientia-merve-demir/ 1800’lerde Almanya Baden’de nöroanatomist Franz Joseph Gall, kafatasının şeklinden bireyin karakterinin ve bu karakterin düzen dışı olup olmadığının tespit edilebileceğini iddia etti. Bu saçma sapan iddia, bilim dünyası tarafından önce frenoloji adıyla bir bilim dalı olarak kabul edildi; 1850’lere gelindiğinde ise bir bilim dalı olmaktan çıkarıldı. 1900’lerde İngiltere Birmingham’da Francis Galton, İngiliz halkının dünyadaki diğer […]

The post “Archoscientia” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Aufnahmedatum: 1937Systematik: Geschichte / Deutschland / 20. Jh. / NS-Zeit / Rassenpolitik / Rassenkunde

1800’lerde Almanya Baden’de nöroanatomist Franz Joseph Gall, kafatasının şeklinden bireyin karakterinin ve bu karakterin düzen dışı olup olmadığının tespit edilebileceğini iddia etti. Bu saçma sapan iddia, bilim dünyası tarafından önce frenoloji adıyla bir bilim dalı olarak kabul edildi; 1850’lere gelindiğinde ise bir bilim dalı olmaktan çıkarıldı.

1900’lerde İngiltere Birmingham’da Francis Galton, İngiliz halkının dünyadaki diğer halklardan daha başarılı ve akıllı olduğunu iddia etti. Galton, İngiliz halkının çoğalmasının insanlık için önemli olduğunu savundu. Bu saçma sapan iddia da Birleşik Krallıkça kabul edildi. 1954’de ABD’li James Watson, İngiliz Galton’u da aşarak farklı coğrafyalarda yaşayan insanların beyinleri arasında farklılıklar olduğunu iddia etti. İddiası, beyaz ırktan olan insanların, diğer insanardan akıllı olduğu savına dayanıyordu. James Watson, DNA’da ikili sarmalı bulan bilimci olarak Nobel ödülü aldı. Nobel ödülü almasıyla beraber Harvard Üniversitesi’nde biyoloji profesörlüğüne getirildi. Irkçı iddiaları eleştirilmedi.

2010’larda, yani günümüzde, ABD Kaliforniya’da Elizabeth Sowell, zenginlerin beyinlerinin, fakirlerin beyninden büyük olduğunu iddia etti. Bu iddia da büyüklük akıllıkla eş değerli tanımlandı. Bu iddiayı bilimsel bir teoriye dönüştürmek için, 2000’e yakın denek üzerinde senelerce araştırmalar yapıldı. Araştırmaya farklı üniversitelerden katılan nörologlar, psikiyatristler ve psikologlar, iddiayı yani “fakirliğin beyin gelişimini olumsuz etkilediği” savını onayladılar. Perinatologlar biraz daha geriye giderek, zenginin ve fakirin beyinleri arasında gebelikten itibaren fark görüldüğünü; fakir annenin zengin anneye göre yaşadığı beslenme bozuklukları ve sürekli stresin, bebeğin beyin gelişimini yavaşlattığını açıkladılar. Genetikçiler daha da geriye giderek, fakirlerin beyninin küçüklüğünün, kuşaktan kuşağa aktarılan genlerle sürebileceğini araştırmaya kalkıştılar.

1840’larda bilimin ilkeleri yeni yeni oluşmaktaydı. İlkelerin içinde kullanılan yeni kavramlar da birer birer açığa çıkıyordu. Pseudoscience kavramı da böyle bir kavramdı. Kelime anlamı “sahtebilgi” olan bu kavram, bilim dünyasınca sahtebilim olarak kullanıldı. Bilim dünyası saçma sapan önermelerle oluşan her tezi, bilimsel kabul etmeyeceğini böylece gösteriyordu. Ama Alman Franz Joseph Gall, İngiliz Francis Galton’un ırkçı tezleri oldukça uzun zaman sonra Pseudoscience olarak kabul edildi. Daha da beteri, ABD’li James Watson’un aşırı ırkçı tezleri, DNA sarmalını bulması ve Nobel ödülü alması sayesinde asla Pseudoscience kabul edilmedi. Çünkü bilim, beyazların uydurma tezlerine “bunlar uydurma” diyemeyecek kadar beyazdı. Bu, ırkçılığın yanı sıra, sınıfsal çelişkinin de bir etkisiydi.

Dünyanın zengin ve fakir ülkeleri arasındaki renk farkı, aynı anlayış için sınıfsal bir farkı da belirginleştiriyordu. Bu, ırkçı ve burjuva bilimcilerle benzer yaklaşımını sürdüren Elizabeth Sowell ve arkadaşlarının yaptığı araştırmadan şunu çıkarabiliriz: “Zenginler akıllıdır fakirler aptal. Ama fakirler de zenginleşirse akıllanabilirler.” Tam da böyle söylüyor Elizabeth Sowell. Fakirlikten tiksinip zenginliğe imrenen her fakir, zengin olmak için daha çok ve daha çok çalışacaktır. Fakirler çalıştıkça zenginler de daha rahat yaşayacaklardır. Bu araştırma, doğuştan eşit olmadığımızı, zenginleşmek için her şeyin mübah olduğu bir dünyayı meşrulaştıran bir araştırmadır. Ve diğerleri gibi bu araştırma da bilim dünyası tarafından bilimsel kabul edilecektir. Bilimsel araştırmalar karmaşıktır ve karmaşalarının arkasında ırkçılık, faşistlik ve sömürgecilik gibi iktidar kavramları saklıdır. Bu araştırmayı anlamamız için bilim dünyasının uydurma bilgilerine ihtiyacımız yok. İhtiyacımız olan iktidarın bencil, rekabetçi, sömürücü davranışlarını yaşayarak bilmektir. Bunu anlamak için de ezerek bolluğuna bolluk katan zenginlerin “aklı” değil; fakirlerin “aptalca” yaptığı paylaşma ve dayanışma ve ezilmişliğiyle artan öfkesini yaşamak gerekir. Elizabeth Sowell ve arkadaşlarının bilimsel araştırmalarla anlayamayacağı – yaşayamayacağı- da budur.

Bilim dünyasının yeni iddialara ve tanımlara ihtiyacı varsa; ben de bilim dünyası için bu makalemle yeni bir kavram tanımlıyorum. İddiam şudur ki; bilim tüm canlılara yani yaşama anlam katamayacak kadar *archoscientik’tir.

Archoscientia: İktidarcıbilim.

Merve Demir

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Archoscientia” – Merve Demir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/05/03/archoscientia-merve-demir/feed/ 0