The post İstanbul Sözleşmesi’nin Tartışıldığı Temmuz Ayında 36 Kadın Erkekler Tarafından Katledildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadına yönelik şiddeti önleme amacı taşıyan, Türkiye’nin de imzacısı olduğu uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin tartışmalar sürerken, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun açıkladığı rapora göre, temmuz ayında 36 kadın cinayeti işlendi, 11 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu.
Öldürülen 36 kadından 18’inin neden öldürüldüğü tespit edilemedi, 5’i ekonomik bahaneyle, 13’ü de boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü.
Platformdan şüpheli ölümlere ilişkin yapılan açıklamada, “18 kadının hangi bahaneyle öldürüldüğünün tespit edilememesi, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin görünmez kılınmasının bir sonucudur. Kadınların kim tarafından, neden öldürüldüğü tespit edilmedikçe; adil yargılama yapılmayıp şüpheli, sanık ve katiller caydırıcı cezalar almadıkça, önleyici tedbirler uygulanmadıkça şiddet boyut değiştirerek sürmeye devam ediyor” denildi.
Kaynak:Sputnik
The post İstanbul Sözleşmesi’nin Tartışıldığı Temmuz Ayında 36 Kadın Erkekler Tarafından Katledildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 2019’da En Az 474 Kadın Öldürüldü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, bu yıl en az 474 kadının öldürüldüğünü açıkladı. Rapora göre, öldürülen 474 kadının 134’ünün katili eşiydi.
Kadınların 114’ü boşanmak istemesi, barışma isteğini reddetmesi ve arkadaşlık isteğini reddetmesi sonucunda erkekler tarafından öldürüldü.
Platform, aralık ayında öldürülen kadın sayısını da 42 olarak açıkladı.
Raporda “Koruma altında ve boşanma davası çıkışında kadınlar öldürüldü. Koruma kararı istediği halde verilmediği için kadınlar erkek şiddetiyle öldürüldü veya yaralandı. Ayrılma veya boşanma isteği bahane gösterilerek kadınlar öldürüldü. Evlenme teklifini kabul etmediği gerekçesiyle kadınlar öldürüldü. Şiddetten kaçarak sığınma evinde yaşayan kadın öldürüldü.Tüm dünyaya dalga dalga yayılan erkek şiddetine karşı ortaya çıkan Las Tesis performansına polis şiddetle müdahale etti, gözaltı yaptı.” ifadelerine yer verildi.
The post 2019’da En Az 474 Kadın Öldürüldü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Erkek Şiddeti Sonucu Katledilen 10 Kadının İsimleri Parklara Verilecek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Son yıllarda erkek şiddeti sonucu yaşamlarını yitiren kadınların sayısı çok fazla arttı. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü’ne sayılı günlerin kaldığı bu günlerde Kadıköy Belediyesi 25 Kasım gününde erkekler tarafından katledilen 10 kadının ismini Kadıköy’ün parklarında yaşatacaklarını açıkladılar.
Erkek şiddeti tarafından katledilen Emine Bulut, Ceren Damar, Mehtap Bülbül, Muhterem Evcil, Özgecan Aslan, Helin Palandöken, Esin Işık, Deniz Aktaş, Fatma Şengül, Müzeyyen Boylu’nun isimleri erkek şiddeti sonucu katledilen kadınların anısına sembolik olarak Kadıköy’ün farklı mahallelerinde bulunan parkların isimlerine verilecek.
25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Koşuyolu Parkı’nda saat 12.00’de düzenlenecek törende Koşuyolu Parkı’nın adı “Emine Bulut Parkı” olarak değiştirilecek. Acıbadem’de Ceren Damar, Mehtap Bülbül; Hasanpaşa’da Muhterem Evcil; Fenerbahçe’de Özgecan Aslan; Kozyatağı’nda Helin Palandöken, Fatma Şengül; Sahrayıcedid’de Esin Işık, Deniz Aktaş ve Müzeyyen Boylu’nun isimleri tüm erkek şiddetine maruz kalan kadınları temsilen ölümsüzleşecek.
The post Erkek Şiddeti Sonucu Katledilen 10 Kadının İsimleri Parklara Verilecek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 2017’nin Kadın Cinayetleri Blançosu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2017 veri raporunu yayınladı. Rapora göre 2017 yılında 409 kadın öldürülürken, 387 çocuk cinsel istismara uğradı, 332 kadına cinsel şiddet uygulandı. Raporda cinayetlerdeki düşüşün mücadele ile doğru orantılı olduğuna dikkat çekildi.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, kadın cinayetlerine ilişkin 2017 veri raporunu yayınladı. Yayınlanan rapora göre geçtiğimiz yıllara göre kadın cinayetlerinin arttığına dikkat çekilirken 2017 yılında 409 kadın öldürülürken, 387 çocuk cinsel istismara uğradı, 332 kadına cinsel şiddet uygulandı. Raporla birlikte yapılan yazılı açıklamada 2017 yılında özellikle 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla kadınların meydanları doldurduğu kasım ayında ise en az kadın cinayetinin yaşandığına dikkat çekildi. Öte yandan Temmuz ayında kadınlar “kıyafetime karışma” dolayısı ile sokağa çıktığı ayda da en az kadın cinayetinin yaşandığı ay oldu.
Yayınlanan raporda erkekler tarafından 2017 yılında 409 kadın öldürülürken, 387 çocuk cinsel istismara uğradı, 332 kadına cinsel şiddet uygulandığı belirtildi. En fazla kadın cinayetinin yaşandığı iller ise İstanbul’da 57, İzmir’de 32, Antalya’da 25, Bursa’da 18, Adana’da 17, Gaziantep’te 15, Konya’da 12 şeklinde sıralandı. Kadın cinayetlerinde yaşamlarını yitiren kadınların 88’i kendi hayatına dair karar almak, 30’u boşanmak istediği için öldürülürken; 134 şüpheli ölüm ve 110 tespit edilemeyen kadın cinayeti gerçekleştiği şeklinde belirtildi. Öte yandan geçen yıllara göre şüpheli ölümlerde artış olduğuna dikkat çekildi. Belirlenen 332 cinsel şiddette ise 129 kadının kamuya açık yerlerde ve tanımadığı erkekler tarafından cinsel şiddete maruz kalındığına dikkat çekildi. Aylara göre dağılımda ise Kasım ayında 27 ve Temmuz ayında ise 28 kadının yaşamını yitirdiği açıklanırken ölümlerde en az bu aylarda olmasının nedeni olarak 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve Kıyafetime Karışma eylemleri olarak gösterildi.
The post 2017’nin Kadın Cinayetleri Blançosu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Eski Eşinden Kaçarken 17 Yaşındaki Oğlu ve 21 Yaşındaki Kardeşi Tarafından Öldürüldü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Erk’ek iktidarından kurtulmak için eşinden boşandıktan sonra Van’dan İstanbul’a gelip yaşam mücadelesi vermeye çalışan 35 yaşındaki Mercan Karaer, 17 yaşındaki oğlu ve 21 yaşındaki kardeşi tarafından boş bir araziye getirilerek öldürüldü.
Söz konusu erk’ek katliamı, dün yani 8 Aralık 2017’de meydana geldi. İstanbul’a geldikten sonra bir temizlik şirketinde çalışmaya başlayan Karaer, 8 Aralık 2017’de akşam 7 sıralarında boş bir arazide başından, kolundan ve göğsünden vurularak katledildi. Boş araziden yükselen silah seslerini duyan tanıklar, kaçan 2 kişiyi gördüklerini anlattı. Açılan soruşturmayla birlikte tespit edilen kamera görüntülerinden Mercan Karaer’i vuran kişilerin 17 yaşındaki oğlu ve 21 yaşındaki kardeşi olduğu belirlendi. Ancak cinayetten sadece oğlu ve kardeşinin değil onlara emri verenlerin de sorumlu olduğu açık.
Erk’ek iktidarından kurtulmak için eşinden boşanıp İstanbul’da bir hayat kurmaya çalışan Karaer’in kardeşi ve oğlu tarafından boş bir arazide vurulmasından sonra elimizde kalan sadece nüfus cüzdanından elde edildiği açık olan bir fotoğraf oldu.
The post Eski Eşinden Kaçarken 17 Yaşındaki Oğlu ve 21 Yaşındaki Kardeşi Tarafından Öldürüldü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post AKP’li Başkan’dan İtiraf! “Kadınlar Öldürülüyorsa Ne Yapalım” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Çorum İl Genel Meclisi’nin AK Partili başkanı Halil İbrahim Kaya, İl Genel Meclisi toplantısında meclis üyesi CHP’li kadın vekillerin, kadına yönelik şiddeti gündem eden konuşmalarının ardından, konuşmayı keserek, adeta itiraf niteliğinde açıklamalarda bulundu. Kaya’nın kadın düşmanlığını gözler önüne seren açıklamalar şu şekilde:
The post AKP’li Başkan’dan İtiraf! “Kadınlar Öldürülüyorsa Ne Yapalım” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Erkekler Temmuz Ayında da Katletmeyi Sürdürdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Temmuz ayında en az 34 kadın ve 17 çocuk erkekler şiddetine maruz kalarak katledildi. Erkeklerin 32 çocuğa cinsel istismarda bulunurken, 56 kadına da şiddet uyguladığı belirtildi.
Gazete Şûjin’in Temmuz ayı erkek şiddeti raporuna göre, kadınların yüzde 56’sı tanıdığı erkekler tarafından katledilirken, yüzde 35’i ise şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.
The post Erkekler Temmuz Ayında da Katletmeyi Sürdürdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Türkiye, Kadınlar için En Tehlikeli 9. Ülke appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ekonomi dergisi Forbes, kadınlar için seyahat sırasında en tehlikeli 10 ülkeyi sıraladı. Türkiye listede 9. sırada yer aldı. Türkiye’nin listede yer alma nedenleri arasında, “Geçtiğimiz yıl çok sayıda siyasi istikrarsızlık yaşandı; gazeteciler ve muhalifler ortadan kayboldu” gibi etkenler sıralandı. Tüm bu etkenlere karşı Türkiye’ye yalnı seyahat edecek kadınlara, dergide yer alan makalede, “Sık sık saldırılar yaşanır. Dikkatli olun, özellikle camilerde başınızı örtün. Hamam ziyaretlerini kadınlar gününde yapın, taksiye aydınlık ve kalabalık yerlerde binin, ve ‘saldırgan’ esnaf ile restoran sahiplerini görmezden gelin.” tavsiyelerinde bulunuldu.
Kaynak: Gazete Duvar
The post Türkiye, Kadınlar için En Tehlikeli 9. Ülke appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Amed’de Kadın Cinayeti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amed’in Kayapınar ilçesi Dünya Kavşağı’nda saat 11.00 sıralarında Abdullah Kavut, kendisini aldattığı gerekçesiyle Şemsihan Kavut’un gögüs bölgesine 10, baş ve eline birer olmak üzere 12 el tabanca ile ateş ederek katletti.
Cinayetin ardından kaçan saldırgan erkek Abdullah Kavut, Diyarbakır D Tipi Hapishanesi Bölgesi’nde yakalanarak gözaltına alındı.
The post Amed’de Kadın Cinayeti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Erkeğin Mirası Erkeğe Adaletsizliği Kadına” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın kızı aynı zamanda da KADEM’in (Kadın ve Demokrasi Derneği) Başkan Yardımcısı Sümeyye Erdoğan Ak Parti Brüksel Siyaset Akademisi’nde, “Dünyada Müslüman kadın algısı ve eşitlik mücadelesi” konulu bir ders verdi. Konuşmasında cinsiyet eşitliğini değil, cinsiyet adaletini savunduğunu belirten Erdoğan, miras konusuna da değindi. Erkeğin evi geçindirme sorumluluğundan bahsederek, aynı sorumluluğun kadında olmadığını, böylelikle de erkeğe daha çok miras düşmesinin adaletli olduğunu söyledi. Adaletsizliğin merkezinde konum tutanların adaletten bahsederek adaleti savunmaları başlı başına bir ironi olsa gerek!
Pekâlâ, Sümeyye Erdoğan’ın söylediği gibi mirasın, erkeğe kadına oranla daha fazla düşmesi gerçekten adaletli midir? Ya da İslam’da bahsedildiği üzere, kadın hem babasından, hem de evleneceği erkekten pay alacağından; kadının geçimini sağlamakla yükümlü erkek, kadına oranla mirasta daha fazla pay sahibi olmalı mıdır?
Bu sorular ya da bu “sorunlar” farklı mecralarda tartışıladursun bu yazıda bizim üzerinde duracağımız mirasın, kime daha az ya da fazla düşeceği değil. Tam tersine bu tartışmalar kadının gerçek konumunu göz ardı ederek, erkeğin sahip oldukları üzerinden kadına konum biçen tartışmalar. Biz yazımızda kadın-erkek arasındaki ezeli mülkiyet ilişkisinden ve gerçek adaletten bahsedeceğiz, ataerkil sistemde her konuda olduğu gibi miras tartışmalarında da kaybedilmiş kadın kimliğinden bahsedeceğiz.
Ahlak Mirası: Evlilik
Mirasın anlamı mülk, evlilikte mülk paylaşımı demektir. Geçmişten günümüze tüm yasal evlilikler aslında kadının toplumsal ahlakını garantilemek için yapılır. Böylece kadının ahlakı, çekirdek ailede babaya, evlilik yoluyla da evlendiği erkeğe emanet edilir. Evlilikte her anlamda “sadık” kadınlar ise devletin sözde kanunları ile ödüllendirilirler.
1907 yılında İsviçre’den yola çıkan 1926’da Batı hayranı Cumhuriyet durağında inen, kadına belirli haklar veren kanunlar, medeniyetin mirası olarak gelmişlerdir. Devlet bu kanunları yıllarca pratikte uygulamasa da, 2001 yılına gelindiğinde batının gözünden çıkmaya ramak kala alelacele yeniden düzenlenirler. Birçok kez değiştirilen-yenilenen “pek medeni” kanunlarda en çok da “eşitlik” kavramı yüceltilir. Mülk paylaşımı yani miras tartışmalarında da aynı eşitliğin gözetilmesi, sözde kadın ve erkeği eşitlemiş olacaktır. 2002 yılında yapılan değişikler “aile hukuku” adı altında “evde erkek kadar kadının da sözü geçer”, “karar yetkisi ve bakım yükümlülüğü kadın kadar erkektedir”, “evlilik birliğini ortak temsil” gibi maddelerle “eşitlikçi” gibi görünse de kadının ezilen konumunu değiştirmekte hiçbir işe yaramamıştır.
2011’de devlet açısından bir milat olarak görülen Avrupa Konseyi ülkelerince İstanbul’da imzaya açılan böylece adını İstanbul Sözleşmesi olarak hafızalarımıza kazıyan kadına yönelik şiddetin önlenmesini amaçlayan sözleşmenin maddeleri hatırlanırsa kadın cinayetlerinin son 4 yılda yüzde 1400 arttığını da kimilerine hatırlatmak gerekir.
Kanunun devreden çıktığı durumlarda örneğin, “yasal olmayan” bir evlilikte kadının konumu “ahlaksızlık” olarak görülür. Erkek kadını ya da kadın erkeği herhangi bir gerekçeyle terk ettiğinde kimse kimseden yasal yollarla “hesap soramaz”. Kadın toplum tarafından “ahlaksızlıkla” yaftalanır, dahası birlikte olduğu erkek tarafından “kanunsuzca” cezalandırılabilir. Yani öldüresiye dövülebilir, sokağa atılabilir, çocuklarından men edilebilir vs. Erkek ise konumundan herhangi bir şey kaybetmez, tam tersine ahlaksız ilişkinin bir parçası değildir artık. Toplumda evliliğin kadına bir ahlak mirası olduğu düşünülürse ortada gayri resmi evlilikten doğan çocuklar varsa örneğin, kanun bu ahlaksızlığı temizlemek adına çocuğa bir tek soyadı borçludur, çocuklar henüz doğmamışlarsa noter imzasıyla erkeğin kabulü beklenir, toplum nezdinde ise anneleri ile aynı kaderi paylaştıklarından maalesef aşağılayıcı sıfatlarla yaftalanırlar.
Evlilik kadını taçlandırır derler! Özellikle de annelik sıfatıyla kutsallaştırılıp toplumda “özel” hissettirildiğimizde evliliği çoğu kez terk edemez hale geliriz. Diğer yandan manevi duygular göz ardı edilerek sadece ekonomik bir kurtuluş olarak görülen evliliklerse, patron-işçi ilişkisine benzer, tahammül sınırlarımızı zorlayana dek sürer. Günümüzdeyse sıkça tanık olduğumuz evlilik sözleşmesi denilen kadın ve erkeğin mülkünün paylaşımını önceden garanti altına alan “iktisadi çaba” ise tek bir şeyle açıklanabilir; “tamamen ekonomik”. Anlaşılan şu ki evlilik başımızda taç değil adeta ayaklarımızda bir zincir gibidir.
Televizyon kanallarında yayınlanan evlilik programlarında bile çoğu kadın evi, arabası, bankada parası olan ve çocuksuz erkeği eşi olarak seçmeyi tercih ediyor. Bu mülk arayışı, sadece yoksul kadının zenginliğe imrenişi mi yoksa yoksun kadının bir nebzecik rahatlama isteği mi? Günümüzde evliliğin tüm bu sorulara bir yanıt olarak sunulması bile kadının toplumdaki konumunu bize çok net özetliyor aslında.
Kadın evlilikle her açıdan hem sosyal hem de ekonomik mülkiyete dayalı bir ilişkinin ezileni olarak karşımıza çıkıyor. Başlık parası adıyla zorla evlendirilen, karşılığında 3 öküz, bilmem kaç dönüm arsa eden kadından zenginleşen erkek, yıllarca eve kapatılan kadından bedavaya hizmet alarak zenginleşen erkek toplumda kadının üzerine basa basa yükseliyor. Diğer yandan ataerkil sistem, doğurduğumuz küçük erkeklerin zihinlerine ilmek ilmek işleniyor ve onlar büyüdüklerinde “ahlaksız” kadının erkek adaleti olmak üzere miras bırakıyorlar adaletsizliği.
Emeğin Mirası: Yoksulluk
Evlilikle eve kapatılan kadın tüm yaşamsal ihtiyaçlarını da erkeğin ekonomik kazancına göre sağlamak zorunda. Bu kadına sadece yoksul bir yaşamı değil, beraberinde dış dünyadan yoksun bir yaşamı da getiriyor. Kadının yoksulluğu evlenmeden önce, evlendikten sonra, boşandıktan sonra gibi evrelerle sürüyor. Evlenmeden önce ailede kadın için düşünülen tek ekonomik birikim “çeyiz”, evlendiği gün düğün töreninde elde ettiği “takı” evlendikten sonra bir miktar “nafaka” oluyor.
Ev dışında çalışan her kadın için de durum benzerdir. Kadın emeği denilince akla ilk gelen “görünmeyen emek”tir. Hem evde hem iş yerinde, erkeğe göre vasıfsız, kolay görülen tüm işler kadını ezilen konuma hapseder. Çalışan kadın işinden eve döndüğünde ev işleri, çocuk bakımı gibi işlerle ezilmişliğini sürdürür. Kadın böylece ataerkil toplumun getirisi olarak yoksul ve yoksun bir yaşam sürmek zorunda bırakılır.
Ölümcül Miras: Kadınlık
Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet birbirinden farklıdır. Cinsiyet, kadın ve erkeğin doğuştan biyolojik farklılıklara sahip olmaları, toplumsal cinsiyet ise bir kültür ürünü olarak, kadın-erkek arasındaki sosyal sınıflaşmadan kaynaklanan rollerle toplumsal olarak inşa edilir. Toplumsal cinsiyet, kişilerin davranış şekillerini belirleyerek, onlara nasıl ideal bir erkek ya da ideal bir kadın olacaklarını belirli normlarla ve kalıplarla öğretir. Kadın ve erkek kimliklerini oluşturarak tek tipleşmeye sebep olur.
Toplumsal cinsiyet rolleri kişiye çeşitli sorumluluklar verir. Kişinin karakteri, duyguları, hisleri, hırsları, motivasyonları, toplumun öğrettiği söylemler ve yaşam deneyimleri doğrultusunda şekillenir. Dolayısıyla başka bir karaktere sahip insanlar toplum tarafından bambaşka insanlara dönüştürülürler. Bu süreç, toplumun değer yargılarıyla ve dinle daha da meşrulaştırılır.
Toplumsal cinsiyet statüleri kadın ve erkeğin tanımını belirler. Bu tanımlar çerçevesinde kadın ve erkeğin hangi kıyafetleri giymeleri, vücutlarını nasıl şekillendirmeleri ve hangi isimlere sahip olmaları gerektiği de bellidir. Bu iki cinsiyetin üzerinde de kurulan baskı kadınların omuzlarına ağır bir yük olarak biner. Toplumda erkek, etken özne durumundadır. Bunun sonucu olarak da para kazanma, aile ekonomisini kalkındırma, güçlü olma gibi sorumluluklar erkek olmakla özdeştirilir. Kadın ise toplumda itilen karakterdir. Edilgen konumuna getirilen kadının sorumluluğu çocuğuna bakmak, ev işleri yapmak, toplumsal rolleri ise, pasif, anaç, şefkatli, hassas ve itaatkâr olmaktır. Bu sorumluluklar, kadının üzerinde erkeğe oranla daha çok baskı kurar. Çünkü kadının rolleri erkeğe göre yaşamın her alanında daha pasiftir ve kadın erkeğe hizmet etmek için tasarlanmıştır. Bu durum gerek ev alanında gerek iş hayatında birbirinden farksız değildir.
Kadın, tüm bu toplumsal sorumluluk ve rollerle adeta kimliksizleştirilir. Kadının kimliğini yitirmesi ve toplumun şekillendirdiği karaktere dönüşmesiyle kadına ölümcül bir miras kalmaktadır; “kadınlık”.
Ataerkilliğin Mirası: Adaletsizlik
“Erkek” olmak, “kadınlık” içerisinde tanımlanan her türlü gerçekliğin, duygunun ve davranışın toptan reddine dayanır. “Kadınsı” olarak tanımlanan hiçbir özelliğe izin vermemelidir. Toplumda beklenen “erkeklik” biçimlerini sergilemeyen ya da kabullenmeyen kişilerse üçüncü, muğlak ve hastalıklı cinsler olarak yaftalanırlar. Çünkü ideal olan “erkek” toplumda olunması istenen “erkek” ya da “kadın”dır.
Biyolojik erkekliğin dışında hegomonik olan erkeklik, toplumdaki erkeklerin buna göre şekillendiği, bunun için rekabet edeceği bir söylemdir. Bu anlamda özelliklerini koruyamayan, koruyamadığı düşünülen her erkeğin erkekliğinden şüphe edilir. Toplumda erkeklik “dölleyici, koruyucu ve geçindirici” özelliklerin sürdürülmesiyle her defasında yeniden üretilir. Bir “erkeklik sertifikası” olarak görülen sünnet, yine erkeklik ölçütlerinden biri olarak kabul edilen askerlik ile erkeğin kendi rolüne hazırlanması yani “adam” edilmesi gerekir. Örneğin, sünnet küçük erkeğin kendini çevresindekilere ispatlaması, asker ve padişah kıyafetleri altında “erkek” yani adam olmasıdır. Bir erkeğin tüm bunları deneyim edinmesi, iyi ve kötüyle tanışmış olması, bunlar hakkında yorum yapması beklenir. Çünkü daha sonra kendi kümesinin horozu, askeri ve koruyucusu olacaktır. Tüm bu erkeklik ritüellerini bilmeyenin ve yaşamayanın adamdan sayılmadığı toplumda, namus cinayetlerini, aile katliamlarını neden hep erkeklerin işlediğini sormamıza da gerek yoktur.
Erkeklik, sonsuz rekabet ve kişisel bir savaş halidir. Kadınlar içinse yaşam, bir savaş değil, bir savunma, kendini kanıtlama süreci değil, bir koruma sürecidir. Bir kadın eğer toplumun kendisinden beklediği kadınlık biçimini koruyamazsa aşağılanan ve olumsuzlanan bir kadınlığa hapsedilir. Erkek ise erkekliğini koruyamazsa toplum tarafından “hadım” edilir. Ataerkilliğin hem kadın hem de erkek açısından reddedilmesi zorunludur. Ancak bir kez “hadım” edilmekten korkan erkekler, her defasında kadını yok ederek yaşamayı sürdürdüklerinde bu düzen asla değişmeyecektir. Ataerkilliğin bıraktığı miras kadına şiddet kültürü ve katliamlar olarak dönecektir.
Reddi Miras
Yaşadığımız dünyada erkeğin kadına bıraktığı miras sadece mülkü değil, aynı zamanda çalınan bir yaşamdır. Bugüne kadar kadına sözde eşitlik ve adalet sağlamak adına çıkartılan tüm kanunlar da erkeğe hizmet etmiştir. Devlet içinse kadının konumunu iyileştirmek yani “hastalığı” tedavi etmek “hastalığı” ortadan kaldırmaktan çok daha kolaydır. Bu yüzden her alanda ortadan kaldırılması gereken, toplumda “hastalık” olarak görülen hep kadın olmuştur. Bugün farklı mecralarda cinsiyet eşitliğini ya da cinsiyet adaletini tartışanlar, kadının kaybedilen kimliğini, yoksulluğunu ve adaletsizlikleri dillendirmekten ısrarla kaçınırlar. Çünkü onlar erkekleşmişlerdir.
Yaşadığımız dünyada biz kadınlar için görülecek tek bir dava var; özgürlük davamız. Bu davayı devletin adliye saraylarının kapılarında değil erkek-kadın arasındaki mülkiyetli ilişkiyi reddederek, adaletsizliklere karşı koyarak, ataerkil düzene reddi miras diyerek kazanabiliriz. Erkek öldüğünde ortaklık biter, bir miktar mülk kalır geriye ancak erkeklik öldüğünde özgür bir yaşama sahip olabiliriz. Ve geriye onlardan bırakılacak bir şey kalmadığında ancak özgürlüğümüze kavuşabiliriz.
The post “Erkeğin Mirası Erkeğe Adaletsizliği Kadına” – Zeynep Kocaman appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Erk”ek Şiddeti Tedavi Edilemez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin, tecavüzlerin ve tacizlerin sebebini arayıp, neden sorusunun cevabını da, suçun faili kendisi olmasına rağmen, tıp biliminde arayan devlet; erkek güdülü uygulamalarıyla kadına şiddeti ve cinsel şiddeti önemsizleştirilerek, tecavüzü ve şiddeti gerçekleştiren erkekleri patolojik ya da psikiyatrik vaka olarak incelemenin üzerinde durmaktadır. Devlet; kendi eliyle şiddet eğilimli erkek yetiştiriciliğini göz ardı ederek, tecavüz eden ve şiddet uygulayan erkeklerin tümünü, çoğunlukla psikiyatrik vakalara uyarlayarak “hastalık” algısı içine sıkıştırılmaktadır.
Araştırmalarını tutuklu tecavüzcü ve şiddet uygulayan erkekler arasında yapan devlet uygulamaları, yalnızca %2’lik bir kısmı oluşturan tutukluları dikkate alarak bir algı oluşturmaya çalışmaktadır. Hiçbir dayanağı olmayan bu uygulama ve çıkarsamaların; tecavüzcünün kendisinden intikam alacağı, kendisine inanılmayacağı, duruşmada rezil olacağı korkusu, kendini suçlama ya da arkadaşlarını ve ailesini koruma isteği, ya da onların da öğrendiklerinde uygulayacakları şiddetten korunmak istemesi gibi çeşitli sebeplerden dolayı tecavüz ve şiddeti bildirmeyen kadını gittikçe önemsizleştirmektedir. Şikayette bulunan kadınlar ise yine tanıdıkları ya da tanımadıkları kişiler tarafından uygulanan şiddetin aynıyla veyahut ailesinin ve toplumun eliyle yeniden şiddete uğramış, yargılama esnası ve sonrasında ise yaptırımların gereği gibi olmaması sebebiyle aynı cinsel saldırı ve şiddeti yeniden yaşamıştır.
Devletlerin genel olarak benimsedikleri yaklaşımda; psikopatoloji ya da hastalık üzerinde yoğunlaşmanın cinsel şiddeti kültürel faktörlere bağlayan zengin kanıtları ve tecavüzün de tüm davranışlar gibi öğrenilmiş, aktörü belli bir amaca hizmet eden bir davranış olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. Hastalık modeli yaklaşımlar, şiddete ve cinsel saldırıya genel bir açıklama getirme çabalarını geciktirmiş ve sonunda şu anda genel algıda yaratıldığı gibi şiddeti ve cinsel saldırıları “erkek sorunu” olarak görülmesi gerekirken, kaçınılması gereken bir “kadın sorunu” olarak görülmesine yol açmıştır.
Fail Devlet, Tecavüzcüyü Nasıl Korur?
Tecavüz gibi davranışlara hastalığın yol açtığı, yani kökenlerinin biogenetik faktörlerde aranması gerektiği kabul edilince; tıp, giderek meşru toplumsal denetim ajanı olarak görülmeye başlanmıştır. Böylece tıp mesleği uygun olmayan tedavi ve müdahale yöntemleri uygulama yetisi de doğrudan hekimlere bırakılmıştır. Hekimlerin kontrolünde sözde tedavi gördükleri ileri sürülen %2’lik tecavüzcü ve kadına şiddet uygulayan erkeklerin tutuklu olanları ile yapılan terapilerle bu sonuca varıldığı iddia edilmekte ve toplumun algısı buna göre şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Oysa ki; tutuklulardan psikiyatride terapi yolunu seçenlerin bunu iyi hal indirimlerinden faydalanmak, yargıyı yanıltmak maksadıyla kabul ettikleri aşikardır. Üstelik tutuklu; karşısındakinin bir devlet memuru olduğu fikrinden kendini asla soyutlamadan, menfaati doğrultusunda hareket edecektir. Tüm bunlara rağmen bu faydasız psikopatolojik yaklaşımlara devam edilmektedir.
Devletin, suçun faili olduğu kadına şiddet ve tecavüz olaylarında üzerinden atılı suçu yok etmeye çalışması sebebiyle uydurduğu bu yaklaşım faydasızdır. Toplumun köklerinde, kültür, yaşayış, inançlar ve yönetimde aranması gereken kusur, tecavüzcünün ve şiddet gösterenin hastalığına sıkıştırılmıştır.
“Tedavi Edilebilir Hastalıklar” Olarak Taciz, Tecavüz ve Kadına Yönelik Şiddet
Kurban bilim olarak anılan viktimoloji de suçluyu över nitelikte yaklaşımların içinde bırakılmış, yönetenler bundan yine fayda sağlamıştır. Geleneksel olarak tecavüzü kadınların davet ettikleri yollu iddia; desteğini, kriminolojinin bu alt dalından almaktadır. Kurban bilimciler; yalnızca kurbanın harekete geçirdiği ısmarlama olaylarla, ihmal sonucu meydana gelen tecavüz olaylarını birbirinden ayırmaktadır. “Ismarlama” tecavüz davranışı “cinsel ilişkiden son anda cayma” ya da “bir yabancıyla kendi isteği ile bir içki içme ya da arabasına binmeyi kabul etme” gibi örnekleri içermektedir. “İhmal” davranışı ise önleyici önlemleri alamama, örneğin cinsel davete gerekli cevabı vermekte başarısız kalma, ya da “tecavüze ve şiddete uğrayan kadının dış görünümünün saldırgana adeta davetiye çıkardığı” durumlar için söz konusudur. Dolayısıyla kurban bilimcilerin birçoğuna göre; üzerinde asıl durulması gereken konular kurban-saldırgan ilişkisidir.
Kurban bilimcilerin bu saldırgan yanlısı yaklaşımı ile psikoanalitik teorinin kadını kötülemekte kullanabileceği teorik dayanağı da sağlamaktadır. Bu apaçık yanlı erkek yaklaşımı, erkeğin cinsel yönden saldırgan davranışını haklı kılmak için uğraşmaktadır. Yaşadığımız coğrafyada da sıklıkla görülen inanılması imkânsız, kot pantolonu, mini etek indirimi, eş indirimi, gönül ilişkisi olduğundan beraat, kadının ağır hakaretler ile tahrik ettiğine dair cezai indirimlerin tek sebebi yukarıda anlatmış olduğumuz gibi bilimin üzerinde dahi etkili olan devlettir. Devletin yönetim anlayışının baskı ve güç oluşturarak orantısız hükmetmesi, erkeklerin de kadınlar üzerinde yine kendi uydurmaları olan, cinslerin güç dengesizliğinden faydalanıp kadını şiddete maruz bırakması sonucunu doğurmaktadır.
Tecavüz ve kadına şiddet bir hastalık olarak görüldüğünde, saldırganın hasta olduğu kabul edilir. Saldırgan davranış, bireyin kontrolü dışında gerçekleştiğinden, hasta olduğu sonucuna varılan saldırgana tıbbi yardımda bulunulması gerektiği ortaya çıkar. Kadınların bilinçli ya da bilinçsiz olarak kendi kendilerini kurban konumuna sokmalarıyla ilgili açıklamalar da benzer sonuçlar doğurur. Çünkü bu durumda da dikkatler saldırgandan çok kadın üzerine yoğunlaşır. Böylece sorumluluk da; saldırgandan kadına aktarılır. Tecavüzün ya da cinsel şiddetin kadının kendisi tarafından kışkırtıldığı yollu açıklamalarda öne sürülen gerekçeler, ideolojinin toplum üzerinde ne denli etkili olduğuna en iyi örnektir. Bu sözde bilimsel- tarafsız “hastalık” önermelerinin kimin çıkarına hizmet ettiği konusunda en ufak bir şüphe yoktur.
Sonuç olarak; mahkemelerde yargılanan tecavüzcü, şiddet gösteren erkek değil, kadındır. Tecavüzün, kadına şiddetin, bilim kisvesi altında normal dünyanın dışına itilerek özel bir davranış türüymüş gibi nitelendirilmesi; tecavüzcü, öldüren, şiddet uygulayan erkeği “istisna” sayarak; “normal” erkeklerle herhangi bir ortak yanları ya da benzerlikleri olması ihtimali saf dışı bırakılmaktadır. Cinsel şiddet ve kadına şiddet bir hastalık değildir. Kadın suçun faili, azmettirici değildir, ancak bu politikaların kurbanı da asla olmayacaktır. Direnen kadınlarla, hasta Devletlerin erkeklikleri ellerinden alınacaktır.
Duygu Üyetürk
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Erk”ek Şiddeti Tedavi Edilemez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Hikayelerle Değil Dayanışmayla Direnmek Gerek”- Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ana akım medya yaşananları, “Türk vatandaşı” Tuğçe’nin, “Alman genç kız”ları kurtarırken, “Sırp bir grup” tarafından öldürülmesi şeklinde yansıtırken, katledilenin “yalnızca bir kadın olduğu” gerçeği milliyetçi propagandaların ardında gizlenmeye çalışıldı. Ne erkeği “tacizci ve katil” eden onun “milleti”ydi, ne de Tuğçe’nin ölüme sebep olan onun “Türklüğü”ydü. Tuğçe’yi katledilmesinin sebebi, bir kadın olarak erkek şiddetinin karşısında “artık yeter” diyerek direnmesiydi.
Katledilişinin ardından Tuğçe’nin adına ödüller verildi, kampanyalar düzenlendi, yapılan her anmada Tuğçe “kahraman” ilan edildi. Tanık olduğu şiddete sessiz kalmayıp direnen Tuğçe’nin yaptıkları, her defasında onun “ilahlaştırılmasına” sebep olurken, Tuğçe “kadın dayanışması”nın ne olduğunu yeniden düşünmemizi sağlayarak ayrıldı aramızdan.
O, Ayşe gibi, Ceylan gibi, Özge gibi, Esra gibi, Güldünya gibi katledilen nicelerimizden biri oldu şimdi. Tacize susmadığı, erkek şiddetine direndiği, öfkesini isyan eyleyip dayanışmasını büyüttüğü için katledildi.
Şimdi Tuğçe’nin ardından “kahramanlık hikâyeleri” anlatılmaya başlanmışken, onun yaşamı gazetelerde yayınlanan yazı dizileri haline gelmişken unutmamak gerek Tuğçe’nin öfkesini, dayanışmaya olan inancını. Yanı başımızdaki evde, arka sokağımızda, tanıdık bir şehirde ve bilmediğimiz birçok yerde kadınlar tacize-tecavüze uğrarken; babaları, abileri, sevgilileri veya hiç tanımadıkları erkekler tarafından katledilirken Tuğçe’nin öfkesine bürünüp, dayanışmaya olan inancımızı büyütmek gerek. Tuğçe’yi “kahramanlaştırarak” onu anmak değil, Tuğçe olmak gerek!
Pelin Derici
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23.sayısında yayımlanmıştır.
The post “Hikayelerle Değil Dayanışmayla Direnmek Gerek”- Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>