The post Kadınlar İstanbul Sözleşmesi İçin Eylemde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TC’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine karşı çıkan feminist kadın örgütleri Kırkyama ve FeminAmfi’den 7 kadın, İstanbul Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü binasına pankart astı.
Kadınlar “Artık Yeter! Kadınlar Yaşam Güvencesi İstiyor!” pankartı asarak “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” ve “Gülistan Doku isyanımızdır” sloganları attı. Kadınlar son dönemde yükselen erkek şiddetini hatırlatarak “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı neyi bekliyor?” diye sordu. Polis kadınları darp ederek gözaltına aldı.
The post Kadınlar İstanbul Sözleşmesi İçin Eylemde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Zehir Solumak İstemiyoruz” Diyen Kadınlar Yol Kapattı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Mardin’in Kızıltepe ilçesindeki İstasyon bölgesinde yaşayan kadınlar, Nuhoğlu Kireç Fabrikası’ndan çıkan toz ve dumandan dolayı kadınlar, yaşadıkları zorluklara dikkat çekmek için yol kapatma eylemi gerçekleştirdi.
Uzun bir süredir nefes almakta zorlandıklarını
Demir Yolu Durağı üzerindeki caddeyi kısa bir süreliğine trafiğe kapatan kadınlar, “Zehirli havaya son” ve ” Zehir solumak istemiyoruz” sloganları attı.
The post “Zehir Solumak İstemiyoruz” Diyen Kadınlar Yol Kapattı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Her Şey Değişebilir Ama Hiçbir Şey Yitirilemez” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Ursula K. Le Guin’in ardından…
Yerdeniz Serisi’ndeki yaşlı ve bilge ejderha Kalessin’in, insanlar tarafından ölüme terk edilmiş yarı insan, yarı ejderha kızı Tehanu’ya benzer biraz Ursula K. Le Guin. Tehanu, büyücülük okulu Roke’un ilk kadın büyücüsüyse Ursula da bilim kurgu-fantastik yazının ilk kadın büyücüsü gibiydi, o dönem edebiyattan bile sayılmayan kitaplarıyla. Kitaplarında yarattığı gezegenlere bakılırsa beğenmiyordu buraları pek; daha adaletlisini, daha özgürünü hayal ediyordu. 22 Ocak günü bedeni dünyadan göçtü. Yarattığı gezegenlerden hangisine gitti, bilinmez. Ama yıllar önce, Yerdeniz Serisi’ndeki Öteki Rüzgar kitabında Tehanu’nun dilinden yazmıştı veda mektubunu:
“Bence” dedi Tehanu yumuşak, garip sesiyle, “öldüğüm zaman ben, beni var eden nefesi geri teneffüs edeceğim. Yapamadığım şeyleri dünyaya iade edebileceğim. Olmuş olabileceğim ve olamadığım şeyleri. Yapamadığım tüm seçimleri. Kaybettiğim, harcadığım, savurduğum her şeyi. Tüm bunları dünyaya geri verebileceğim. Henüz yaşamamış olan yaşamlara. Bu bana yaşadığım hayatı, sevdiğim sevgiyi, aldığım nefesi veren dünyaya armağanım olacak.”
9 yaşındayken ilk öyküsünü yazan Ursula, 88 yıllık yaşamında dünyaya nefesiyle birlikte 30’dan fazla roman, 100’den fazla öykü, deneme, makale, şiir armağan etti.
Mülksüzler’de, Anarres’le Urras ikileminde anarşist bir dünya kurgulamıştı. Kitaptaki “Bir hırsız yaratmak istiyorsanız sahip yaratın. Suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun.” sözleri, Mülksüzler’i klasik bir bilim kurgu kitabından ayıran, mülkiyetten adalet sistemine bir çok meseleyi sorgulatan sözlerden sadece biriydi. William Godwin, Pyotr Kropotkin, Gustav Landauer başta olmak üzere pek çok anarşistten etkilenen Ursula’nın derdi, her anarşist gibi, bütün toplumsal adaletsizliklerleydi.
“Toplumsal cinsel etkileşim kalıplarımızın hiçbiri yok burada. Onlar bu oyunu oynamazlar. Onlar birbirlerini kadın ya da erkek olarak görmezler. Bizler için tahayyül edilemez bir şey bu. Yeni doğmuş bir bebek hakkında ilk sorduğumuz nedir?” sözlerini barındıran kitabı Karanlığın Sol Eli’nde androjen bir toplumu ele alıyordu. En çok yoğunlaştığı mesele olan toplumsal cinsiyet rollerinin ve ataerkinin olmadığı bir dünyayı özlemle keşfederken kitabın sayfalarında, başka şeyler batıyordu gözümüze. Ekonomik ve siyasi iktidarlar olduğu gibi duruyor; toplumu sömürmeyi sürdürüyordu. İktidar topyekun ortadan kaldırılmadan özgürlüğün olamayacağı gerçeği çarpıyordu yüzümüze.
Hep Yuvaya Dönmek’te bambaşka bir toplumsal örgütlenmeye ve yine anarşist değerlere dayanan bir yaşamı tanımanın, bu hayali toplumun özgürleştirici havasını solumanın tadını alıyordu okuyan; içinde boğulduğu yaşam biçimini sorgulamak zorunda hissediyordu.
Bir bilim kurgu romanında ilk kez küresel iklim değişikliğini ele almıştı; Rüyanın Öte Yakası’nda. Dümeni Yaratıcılığa Kırmak’ta daha önce genç hikaye anlatıcılarıyla gerçekleştirdiği atölyeleri kitaplaştırmış, hikaye denizine yelken açmak isteyenlere kılavuz olmuştu.
Diğer kitapları da ezilenlerle, marifetlerinin bedelini ödeyenlerle, kendi başlarına olmayı becerebilen yaban kadınlarla, güçlerini kötüye kullanıp ölümle yaşam (ejderhalarla insanlar) arasına duvar örerek çürümüş bir dünya yaratan büyücülerle, bu karanlık tarafa karşı mücadele eden ve dünyayı bütünleştirmek için duvarı yıkan devrimcilerle doluydu.
Ancak Ursula’nın mücadelesi sadece adaletsizlikle değildi, kendisiyleydi de. Yarattığı dünyalardaki Ged ya da Shevek karakterleri de en büyük savaşlarını kendilerine karşı vermemişler miydi? En zoru kendini dönüştürmek değil miydi? Shevek diyordu ya; “…Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi satın alamazsınız, devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.” Hiç bir karakteri sonuca kolay ulaşmamıştı. Gerçi sonuca ulaştılar mı, bilinmez. Karar hep okuyandaydı.
Ursula, dünyaya armağanı olan son nefesin ardından, yarattığı dünyalardaki Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar’ın arasından bizlere göz kırpmayı sürdürüyor.
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. sayısında yayınlanmıştır.
The post “Her Şey Değişebilir Ama Hiçbir Şey Yitirilemez” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Düşmüş Kadınlar – Devrim Varol appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Viktoryen Dönem’de “şeytana uyan” ya da “günah içinde yaşayan kadın”lar, “düşmüş kadın” olarak tanımlanıyordu. İngiltere’de sanayileşmeye başlayan ekonomiye rağmen ahlak, toplumsal yaşam üzerindeki etkisini sürdürmekteydi. Varolan ahlak normları, aristokrat ya da “alt sınıf” olduğu fark etmeksizin, tüm kadınları etkiliyordu.
Dönemin kadınları yalnızca erkekler tarafından belirlenen alanlar içerisinde sosyalleşiyor; bunun dışındaki vakitlerde “iffetli” bir kadına yaraşır bir şekilde, tüm vakitlerini evde geçiriyor, “evinin meleği” oluyordu. Çünkü evin dışında olmak, “tehlikeli varlık”lar olan kadınların erkek gözetiminden uzak olmasına ve “düşmüş melek” haline gelmesine neden oluyordu.
Viktoryen Dönem’de kadınlar, sahip oldukları güzellikleri nedeniyle “şeytanın ta kendisi” olarak görülüyor; “düşmüş kadın” deyimi de şeytana uyarak Adem’i de kendisiyle beraber cennetten kovduran Havva’ya atıfta bulunuyordu.
Erkeklerin denetiminden uzak kalan kadının kötü yola düşeceği ya da ahlaksız ilişkiler sonucu “günah meyveleri” doğuracağına inanılıyordu. Bu yüzden aile baskısından kaçan, evlilik vaadiyle kandırılan veya evini terk eden kadınlar aileleri tarafından kabul edilmiyordu.
Viktoryen Dönem’deki “düşmüş kadın”, dönemin sanat alanında da belirgin şekilde gözlemlenebilir. Augustus Egg 1858’de yaptığı üç resimlik Past and Presents serisiyle, orta sınıf kadınların nelerden utanması gerekeceğini, yani “düşmüş melek”lerin hayatlarını anlatan sahneleri en belirgin hatlarıyla işler.
Serinin birincisi olan “İhanetin Keşfi”, kadına yazılmış bir aşk mektubunu bulan kocanın ve kadının durumunu resmeder. Kadın ellerini yalvarırcasına birleştirip adamın önünde yere kapanmış, af dilemektedir. Adamsa hayal kırıklığı ve eşinin “düşmesi”nin şaşkınlığı içindendir. Evlilikte bir kadından beklenen her şeyi -sadakati- yitiren kapısına kapının yolu gözüktüğünü arkadakı aynadan akseden kapıdan anlarız. Çocukların geri plandaki iskambil kağıtlarından ev yaparken resmedilmesi ise ailenin koptuğunu, aynı resimde yerle bir olan kağıttan ev gibi dağıldığını sembolize eder.
Serinin ikincisi olan “Terk Edilen Kız Çocukları” ilk resimdeki sahnenin yaklaşık beş yıl sonrasında resmedilmiştir. İhanetin Keşfi’nden sonra babaları evi terk etmiş, annesi ise sokaklara “düşmüş”tür. Terk edilen kızlar hayatta tek başlarına kalmışlardır. Resimde, evdeki eşyalar, babanın terk etmesinden sonra düştükleri sefaleti sembolize eder. Kucağında ağlayan diğer kardeşi uzaklardaki soluk ay ve şehir silüetiyle yas havasının hakim olduğu bir resimdir.
Serinin üçüncüsü olan “Çocuğuyla Aşığı Tarafından Terk Edilen Kadın” ise aynı gecenin başka bir tasviridir. Bu sefer sokağa düşmüş kadını ve kucağında çocuğunu “ahlak dışı” ilişkilerin yaşandığı bir yeraltı sahnesinde görüyoruz. Bu sahnede “düşmüş kadın” yerde oturmaktadır, düştüğü seviyededir.
Thomas Hood’un Ah’lar Köprüsü şiiri de “düşmüş kadın”ın bir başka tasviridir. Egg, evinden ve ailesinden kaçıp sonrasında “düşmüş kadın” olmanın utancından “kurtulabilmek” için köprüden atarak intihar eden kadını anlatmıştır.
“Derinlemesine bakmayın
Onun sorumsuz ve ihtiyatsız isyanının
Bütün onursuzluğu silindi
Ölümün üzerinden geçmesiyle
Ve şimdi sadece güzelliği kaldı”
Kadını kurallarıyla, baskısıyla hapseden ataerki; buna isyan eden kadınları tarihin her döneminde, büyük bir utanca “düşmüş olmakla” yaftalamıştır. Viktoryen Dönem’de de, işte bu kaygıyla, ataerkinin baskısına isyan eden kadının, günahlarından ancak “ölerek” kurtulabileceği anlatılmıştır; resmedilmiştir. Ataerkil ahlak normları, bu dönemde de kadına ancak “ölü olarak yaşamayı” layık görmüştür…
Devrim Varol
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 37. sayısında yayınlanmıştır.
The post Düşmüş Kadınlar – Devrim Varol appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kendi Kimliğimizle, Kendi İrademizle MÜCADELEYE appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadınların özgürlük mücadelesi, tarih boyunca, dünyanın dört bir yanında, öznesini “kadın”, söylemini “kadının özgürlüğü, dayanışması ve kadının isyanı” çerçevesinde belirlemiştir. Politikalarını özörgütlü mücadeleleri içinde düşünen ve eyleyen kadınlar, bu mücadelede erkek egemenliğini yıkmak ve kendi özgürlüklerini yaratmak için direnen aktif birer özne olmuştur.
İktidarlar eliyle yaratılan ekonomik-siyasal-sosyal krizlere, yoksulluklara, yoksunluklara ve adaletsizliklere zaten direnen kadınlar, bütün bunların dışında, “kadın mücadelesi”nin asıl öznesinin “kadın” asıl söyleminin de “kadın özgürlüğü” olduğunu asla unutmamıştır. Kadınlar bir yandan erkek bir yandan devlet şiddetine maruz kalır, ekonomik adaletsizliklerle yoksullaştırılır, siyasal gündemlerle baskılanırken; özgürlüklerinin ancak özörgütlü bir mücadeleyle mümkün olduğunu da asla unutmamıştır. Erkek egemenliğine karşı özörgütlü bir şekilde direnen ve mücadele eden kadınlar, bu mücadelenin gün olan 8 Martlarda da, her yerde sokaklara çıkmış; yine kadın dayanışmasından aldıkları güçle, örgütlenmiş ve erkek egemenliğine karşı direnişi yükseltmiştir.
İktidarlar kendilerine karşı gelişen toplumsal muhalefetin tümüne yönelik olduğu gibi, tarih boyunca kadınların mücadelesine yönelik de bir manipülasyon çabasındadır. Kadın mücadelesini kimi zaman kendi politik süreçlerinde yalnızca birer “renk” olarak gören iktidarlar, gerektiğinde kadınların mücadelesini kendi politik süreçlerine sıkıştırmaya çalışmış, mücadelenin öz gündemini manipüle etmeye yönelik algısal saldırılarda bulunmuştur. Kadınlarsa, erkek iktidarların bu gibi algısal saldırılarına ve manipülasyonlarına karşı özörgütlülüklerinden aldıkları güçle her daim direnmiş ve kendi “varoluş mücadelelerini” sürdürmüşlerdir.
Yaşadığımız coğrafyada da erkek iktidarlar bugün varolan politik gündemle kadınların söylemlerini manipüle etme, mücadele alanlarını sıkıştırma gayretine girmiştir. Yaklaşmakta olan “referandum”u coğrafyanın tek ve ana gündemi haline getiren iktidar, bunun dışında bir gündemin tartışılmasını da olanaksızlaştırmıştır.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne yönelik söylem ve eylemler de, iktidarın bu çabalarının bir yansıması olarak, kadın mücadelesinin öz öznesinden ve ana söyleminden uzaklaşmıştır. İstanbul’da mücadele etmekte olan “kadın örgütleri” için yıllardan bu yana ortak bir “kadın zemini” olma özelliğini taşıyan 8 Mart Platformu, iktidarın manipülasyonun yarattığı yanılgının etkisiyle, düzenlenecek kadın mitinginin ana söylemini “referandumda hayır”a sıkıştırma yanılgısına düşmüştür. Bu sıkışma ana söylem tartışmasının hayır – hayır değil darlığından öte daha geniş bir tartışmadır. Yani kadının öz örgütlü mücadelesinin zeminin kaymasıyla alakadır. Bu tarihsel bir yanılgıdır.
Bizler oy kullanmama sorumluluğumuzun varoluşsal bir sorumluluk olduğunu düşünen Anarşist Kadınlar olarak, bu coğrafyada iktidarın seçim sonuçlarını nasıl manipüle ettiğini, seçim sonuçlarında istediğini alamayınca manipülasyonu nasıl arttırdığını son birkaç seçimde de tekrar tekrar deneyimledik. Toplumda öyle ya da böyle çoğunluğu kazanan iktidarın çoğunluğun gücüyle azınlıkları nasıl yok saydığını da deneyimledik.
İktidarların tüm manipülasyonlarına karşı, kadınlar olarak verdiğimiz mücadelemizin öznesinin “biz kadınlar”, ana söyleminin de “kadınların özgürlüğü” olması gerektiğini hiçbir zaman unutmamalıyız. Özörgütlü mücadelemizin, erkek egemenlerin dayattığı gündeme sıkıştırılarak manipüle edilmesine ve kadın mücadelemizin zeminin kaydırılmasına izin vermemeliyiz.
İşte bu yüzden bu 8 Mart’ta da, bizleri yok sayan iktidarların tümüne karşı sokaklarda olmalıyız. Kendi gündemlerimizi baskılayan ve manipüle etmeye çalışan iktidarlara; gerçek mücadelemiz olan kadın mücadelesinin ikincil plana itilmesine; “referanduma hayır” söylemiyle mücadelemizin zemininin kaydırılmasına yönelik itirazlarımızla “kendi irademizi, kendi kimliğimizi ve kendi gündemimizi” savunarak “Yaşasın 8 Mart!, Yaşasın Özgürlük” diye haykırmalıyız.
(Eleştiri metninin tamamı anaristkadinlar.org‘da bulunmaktadır.)
The post Kendi Kimliğimizle, Kendi İrademizle MÜCADELEYE appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Küçük Kadınlar Saklı Yaşamlar – Buhara Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bir akşamüstü bakkaldan dönerken, bilemezsin başına gelecekleri. Bilemezsin, çünkü daha on bir yaşındasındır. Baban yaşında bir adamın üstüne üstüne geleceğini, adın ne dediğinde aslında içinden neler geçirdiğini. Bilemezsin sana dokunduğu an attığın çığlıkta sana savuracağı tokadı ve o an bacaklarının titreyeceğini, çaresizliğinin nefesini keseceğini. Belki toplamda üç beş saniye bile sürmedi insanların sese doğru gelişi, arkasına bakmadan kaçıp gidişi. Ama o üç beş saniyeyi unutmak mümkün mü? Çocukluğun o güçlü inançları, o umutları, o iyimserliği geri gelebilir mi? Kaç yıl geçse de aradan, kapının önünden her geçişinde, adımlarını hızlandırman unutmana izin verir mi?
Anlatamadık kimseye, hatta kendimizden bile saklamaya çalıştık. Sanki suçlu bizmişiz gibi. Bindiğimiz bir minibüste yanımıza oturduktan sonra “bağcıklarını bağlayan” erkeğin eteğimizi kaldırıp dokunma çabalarını kimseye anlatamadık. Öğretmenlerimizin sadece kadın arkadaşlara yaptırdığı masajı, yapmayı reddedenleri kanaat notuyla tehdit ettiğini kimseye anlatamadık. Yedi yaşındaki bir çocuğa marketin deposunda tecavüz edip, eğer birine anlatırsa, ailesini öldüreceğini söyleyip defalarca tecavüz eden erkeği kimseye anlatamadık. Bambaşka yerlerde vücudumuzun herhangi bir yerinde hissettiğimiz o eli kimseye anlatamadık. Babamız artık baba olmaktan çıktığında, defalarca tecavüz ettiğinde, birine anlatırsak öleceğimizden korktuğumuzdan sessiz kaldık. Zaten sessiz kalmak zorunda bırakıldığımız için ölüyorduk her gün…
Yaşanan acılar hep kalır bir yerlerde. Bazen bir köşe başında, bazen bir durakta, bir asansöre binerken, bir akşam marketten dönerken, evde tek başınayken ya da küçük bir kadın görmüşsen çocukluğuna benzeyen…
Bakmadığımız zaman, görmek istemediklerimizin gerçekleşmediğine inanamayız. Hele de yaşadıklarımızı görmezden gelmemiz daha da imkansızdır. Bizim hikayelerimiz var. Bazı geceler rüyalarımıza giren; içimizde çığlık çığlığa bağıran bir çocuk, hiç büyümeyen!
Bizler küçük kadınlardık, yaşadık, anlatamadık, unutamadık. Çocukluğumuzu bizden çalanların yaşamlarımızı da çalmasına izin veremezdik. Bu hikayelerle gözlerimizi karartıp dişlerimizi sıkıyor ve bambaşka umutlarla bambaşka dünyalarda bir araya geliyoruz. Öyle çok benziyor ki hikayelerimiz, senin benim olmuyor artık, bizim hikayelerimiz oluyor. Bizim çocukluğumuz, bizim umutlarımız, bizim öfkemiz, bizim kavgamız, bizim yarınlarımız…
Benlerden biz olduğumuz vakit, yumruğumuzdaki güç, yüreğimizdeki isyan bambaşka oluyor, daha gür çıkıyor meydanlarda sesimiz, gözlerimizdeki öfkede birbirimizi görüyoruz ve öyle sıkı tutuyoruz ki bir diğerimizin elimizden kopması güç, ayrılmak güç! İşte böyle olduğunda, onlar bizden korkuyorlar. Bizi hayallerimizden, umutlarımızdan vuran; bizi susturan ve korkuyu daha küçücük yaşlarda bize tattıran erkekler korkuyorlar; korksunlar da!
Çünkü biz her ne kadar büyümüş olsak da, biliyoruz ki çocuklukları çalınan küçük kadınlar ve anlatamadıkları saklı hayatları var her yerde. Bu saklı hayatlar, şimdi yeni yaşamlar yaratacaklar. El ele veren kadınlarla…
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.
The post Küçük Kadınlar Saklı Yaşamlar – Buhara Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadınlar Katliama Sessiz Kalmadı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Barış İçin Kadın Girişimi’nin yaptığı çağrıyla 20 Ekim günü Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen kadınlar, Ankara Katliamı’nı ve katliamda yaşamını yitirenleri unutturmamak için ses çıkarma ve oturma eylemi gerçekleştirdi.
Eylemde, katliamda yaşamını yitirenlerin resimleri kurulan ekranda gösterilirken tek tek yaşam öyküleri okundu. Kürtçe ve Türkçe yapılan basın açıklamasının ardından eylem ses çıkararak sonlandırıldı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kadınlar Katliama Sessiz Kalmadı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Erkek Şiddetine Karşı Bir İhtimal Daha Var…” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Nevin, erkek baskısıyla susturulan; tehditle korkutulmak istenen; hapsedildiği küçük dünyasında “huzuru bozulmasın” diye susan kadınlardan yalnızca biriydi.
Ta ki canına tak edene kadar.
Nevin Yıldırım, Isparta Yalvaç’ta, kendisine silah zoruyla tecavüz eden Nurettin Gider’i öldürmüş; yıllardır mahkum bırakıldığı suskunluğun hesabını sormuştu. “Eşini de, çocuklarını da öldürürüm”, “Adını çıkarırım” diyerek kendisini tehdit eden, silah zoruyla tecavüz eden Nurettin Gider’in baskısına dayanamayan Nevin, 2012 yılının Ağustos’unda, yaşadıklarının hesabını sormuştu; tecavüzcüsünü önce öldürmüş, ardından kafasını kesmiş ve çuval içinde getirdiği başı “Arkamdan konuşmayın. Namusumla oynamayın. İşte namusumla oynayanın kellesi” diyerek köy meydanına atmıştı. Bizse onun adını televizyonlarda servis edilen “Kesikbaş cinayeti” ile gazetelerde yazılan “vahşet” ile duymuştuk.
Tabi ki hikayenin gerisinde kalanlar gizlenmiş, anlatılmamış ya da ısrarlıca yok sayılmıştı.
Kapatıldığı cezaevinde yaşadıklarını anlatan Nevin, tecavüzcüsünün bebeğini karnında taşırken yeniden duyduk onun adını. O, “doğurmak istemiyorum”, erkek devletin erkek yetkilileri ise “sen doğur, biz bakarız” demiş, Nevin’i tecavüz bebeğini doğurmaya mahkum etmişti.
Nevin’in işlediği cinayet sebebiyle yargılandığı dava yakın zamanda sonuçlandı ve o, “kasten adam öldürmek” suçundan müebbet hapse mahkum edildi. Kesinleşen cezanın ardından kadınlar sokaklara çıksa, “gerçek adalet” diye haykırsa da, erkek devletin erkek adaleti, Nevin için müebbet tutsaklık oldu.
Nevin, şimdi kapatıldığı cezaevinde, “yaptıklarının hesabını ödeyen” bir kadın olarak tutsak ediliyor. Ancak erkek devletin erkek adaletine güvenmeyen kadınlarsa, yaşamak için direnen Nevin’e dışarıdan bir ses oluyor.
Öldürmeseydi de olurdu diyenler, Nevin’i aynı caniliğe hapsetmek istese de; tecavüze uğradığı için aile meclisi tarafından katledilen Hasret Daşlı’yı, tecavüz bebeğini doğurduğu için katledilen Naile Erdaş’ı, namus saikiyle canından edilen Güldünya’yı hatırlamakta fayda var. Öldürmeseydi ne olurdu sorusununsa yalnızca birkaç yanıtı: Nevin, kocası, babası, abisi ya da kardeşi tarafından öldürülebilirdi; intihara mahkum edilebilirdi; aynı köyde yaşayan ve Nurettin Gider’in yaptıklarından haberdar olan başka erkeklerin de tecavüzüne uğrayabilirdi.
Ama olmadı; Nevin yaşam için direnmeyi seçti.
Bir mitolojik tanrı, bir roman kahramanı, bir destan karakteri olsa “intikam hikayesi” dillerden dillere dolaşacak olan Nevin Yıldırım, şimdi erkek adaletin mahkumiyetini çekmek zorunda bırakılsa da, erkek şiddetine direnişin bir örneğini yaşattı her birimize. Şiddete mahkum olmaktan, kaderine boyun eğmekten, sineye çekmekten başka bir ihtimal daha var…
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26.sayısında yayımlanmıştır.
The post “Erkek Şiddetine Karşı Bir İhtimal Daha Var…” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kadınların “Polissiz ve tacizsiz hava sahasında” basın açıklaması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Taksim Gezi Direnişi sırasında polislerin kadınlara saldırılarına ve tacizine karşı kadınlar, Taksim’de eylem gerçekleştirdi. Anarşist Kadınlar, İstanbul Feminist Kolektif, Gökkuşağı Kadın Derneği, Sosyalist Feminist Kolektif, Sosyalist Kadın Meclisi, Yeni Demokrat Kadın, Halkevci Kadınlar, HDK Kadın Meclisi, ÖDP’li Kadınlar’ın da aralarında olduğu kadın örgütlerinin çağrısıyla Galatasaray Lisesi önünde toplanıldıktan sonra Taksim’e yürüyen kadınlar, “AKP’ye ve polis şiddetine direniyoruz. Cinsel tacize karşı sokaklardayız” yazılı pankart taşıdılar.
Kadınlar Taksim Meydanı’na gelince, polis noktasına bir şerit çekti. Bu eylemlerinin gerekçesini “Bütün polis noktalarının suç mahali olması” olarak açıkladılar. Amirleri de dahil polisler şeridin arkasında kalınca, polis amiri “Şov yapıyorsunuz, bu yaptığınız basın açıklaması değil, şov yapmayın” diye anons etti. Bu sırada çevik kuvvet polisi de müdahale hazırlığına başladı. Kadınlar, şerit çektikten sonra “Polissiz ve tacizsiz hava sahasında” basın açıklaması yaparak, eylemlerini sonlandırdılar.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kadınların “Polissiz ve tacizsiz hava sahasında” basın açıklaması appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>