kamuoyu – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 30 Sep 2017 09:03:40 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Erdoğan Medyası’nda Oyuncu Değişikliği – Nedim Ciran https://meydan1.org/2017/09/30/erdogan-medyasinda-oyuncu-degisikligi-nedim-ciran-2/ https://meydan1.org/2017/09/30/erdogan-medyasinda-oyuncu-degisikligi-nedim-ciran-2/#respond Sat, 30 Sep 2017 09:03:40 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/30/erdogan-medyasinda-oyuncu-degisikligi-nedim-ciran-2/ Balzac 1843’te, “Basın var olmasaydı, onu hiç icat etmemek gerekirdi!” der. Bugün medya aracılığıyla neler olup bittiğini takip ediyor, küresel güncelin bilgisini basın ve yayın kuruluşlarından kolaylıkla alıyoruz. Balzac’ın sözü işte bu bilginin niteliğini tartışmaya yöneliktir. Medyanın hem güncelin bilgisinin üretiminde önemli bir araç olması, hem de ekonomik-siyasal-toplumsal önemli bir güç olmasıyla ilişkilidir bu durum. […]

The post Erdoğan Medyası’nda Oyuncu Değişikliği – Nedim Ciran appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Balzac 1843’te, “Basın var olmasaydı, onu hiç icat etmemek gerekirdi!” der. Bugün medya aracılığıyla neler olup bittiğini takip ediyor, küresel güncelin bilgisini basın ve yayın kuruluşlarından kolaylıkla alıyoruz. Balzac’ın sözü işte bu bilginin niteliğini tartışmaya yöneliktir. Medyanın hem güncelin bilgisinin üretiminde önemli bir araç olması, hem de ekonomik-siyasal-toplumsal önemli bir güç olmasıyla ilişkilidir bu durum.

Bu gücün devletle ne kadar ilişkili olduğunu, 1920’lerde gazeteci Walter Lippmann, Kamuoyu isimli kitabında güzel bir şekilde çözümlemiştir. Lipmann, propagandanın çoktan beri “hükümetin düzenli bir organı” haline geldiğini ve gelişmesi ile öneminin düzenli olarak arttığını savunmuştur.

1920’lerden bu yana, ana akım medya ve devlet arasındaki ilişkinin ne boyutlara ulaştığı az çok ortada. Batılı medya kuruluşları bu ilişkiyi gizlemekte başarılı. Bizde son beş yıldır olup biten ise medya tarihinde tersine bir evrim… Medya patronları da onları destekleyen siyasi yapılar da ilişkilerini açık bir şekilde göstermekte beis görmüyor. Özellikle OHAL süreciyle beraber, Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin rızasını alan medya kuruluşu olmak, bu alanda bir statü kabul ediliyor.

Geçtiğimiz ağustos ayında, ana akım medyada gerçekleşen oyuncu değişikliğini buradan okumak gerek.

Savaş sanayisinin önde gelen isimlerinden biri haline gelen Ethem Sancak, ES Medya’yı Hasan Yeşildağ’a bıraktı. ES Medya bünyesinde bulunan Akşam, Star, Güneş gibi gazeteler; 360 ve Kanal 24 gibi TV kanallarına bundan sonra Yeşildağ patronluk edecek.

Kim bu Hasan Yeşildağ?

Hasan Yeşildağ’ın kim olduğunu aramaya başlayan araştırmacı-gazetecilerin ilk karşılaştığı yazı, 2006 yılında Mahmut Övür’ün yazdığı “Kim şu Hasan Yeşildağ?” yazısı. Övür, bu yazıyı, yazdığına yazacağına pişman olmuş olabilir. ES Medya gibi Tayyip Erdoğan ve AKP ile ilişkisini açık bir şekilde ortaya koymaktan çekinmeyen Turkuvaz Medya’ya bağlı Sabah gazetesinde yayınlanan yazı, yaşadığımız coğrafyadaki medya-devlet ilişkilerinin evrimini anlamak açısından önemli. 2006’da açık bir şekilde Erdoğan’ı ve derin ilişkilerini gündem eden ve eleştiren Övür artık, Sabah gazetesinde de, yorumcu olarak konuk edildiği A Haber programlarında da Tayyip Erdoğan’a ve onun siyasi çizgisine övgüler dizmekten geri kalmıyor. Doğal olarak, Hasan Yeşildağ’ı da sevecek!

Övür’ün bir zamanlar, “derin” ilişkilerinin açığa çıkarılması için yetkilileri sorumluluğa davet ettiği Hasan Yeşildağ kimdir?

1970’lerin sonunda, Üsküdar’da Şehir Tiyatrosunun bombalanmasında ismi geçen, katledilenlerin arasında devrimcilerin de olduğu birçok cinayetin faili, azmettiricisi, silah tedarikçileri arasında yer alan, Üsküdar ÜGD örgütünün başı bir ülkücü. İşlediği cinayetlerin birinden idam cezası istenerek tutuklu yargılanan, hapishanede Mehmet Ali Ağca’yla tanışıp devletin “derin” işlerini yapacak kadrosunun içine alınan ve vakit kaybetmeden beraat ettirilip İsviçre’ye kaçırılan kişidir. İsviçre’den dönünce, Tayyip Erdoğan’ın güvenliğini almak üzere bir “suç işleyerek” onunla aynı hapise giren, kaldığı süre boyunca hapishane müdürlüğü yapan şahıstır. 2000 yılında Abdi İpekçi cinayeti de dahil olmak üzere hakkındaki tüm suçlar hakkında takipsizlik kararı verilen, hakkında İGDAŞ ve İstanbul Belediyesi ile ilgili birçok soruşturma bulunan isimdir.

Kardeşi İstanbul Büyükşehir Belediyesi meclis üyesi Zeki Yeşildağ, Tayyip Erdoğan’ın farklı coğrafyalarda protestocularla yaptıkları kavgalarla ünlenen korumalarının başında bulunan; belediyenin ağaç dikme işleri, trafik sinyalizasyon araçlarının satımı, güvenlik kameraları ve gizli kamera tekniklerini belediyelere pazarlaması işi gibi “karlı” işlerini yapan eski ANAP, Refah Partisi yani anlayacağınız her dönemin siyasetçisidir. Aynı zamanda Eski Emlak Bank Genel Müdürü Civangate yolsuzluk skandalının baş ismi Engin Civan’ın kardeşinin eşidir.

Böyle bir CV’ye şimdilerde bir de Tayyip Erdoğan’dan önce İslamcı gençliğin liderlerinden Metin Yüksel’in ülkücüler tarafından katledildiği bilgisi eklendi. Ülkücülerin Tayyip Erdoğan’ın önünü bu cinayetle açtığı iddia ediliyor. O da ülkücülerin önünü açmayı seviyor, her şey karşılıklı! Bu bilgilerin birbiriyle ilgisi ise büyük ve derin planlar!

Ethem Sancak ile kıyaslandığında, daha “vefalı” ve daha “derin” konumda bulunan Yeşildağ’ın medya patronluğunda, kendinden öncekileri aratmayacağı açık. Balzac, medya patronları ve onların iktidarlı ilişkilerini öngörmüş herhalde!

Nedim Ciran

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.

https://seninmedyan.org/category/nedim-ciran-yorumluyor/

The post Erdoğan Medyası’nda Oyuncu Değişikliği – Nedim Ciran appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/30/erdogan-medyasinda-oyuncu-degisikligi-nedim-ciran-2/feed/ 0
Yalınayak: “Dört Duvar Arasında Çocuk Olmak” – Ece Uzun https://meydan1.org/2016/05/07/yalinayak-dort-duvar-arasinda-cocuk-olmak-ece-uzun/ https://meydan1.org/2016/05/07/yalinayak-dort-duvar-arasinda-cocuk-olmak-ece-uzun/#respond Fri, 06 May 2016 21:27:25 +0000 https://test.meydan.org/2016/05/07/yalinayak-dort-duvar-arasinda-cocuk-olmak-ece-uzun/ Hatırlar mısınız “Bu yemek bitmeden sokağa çıkmak yok” diyen annenizin tatlı-sert kızışlarını? Ya da “Ödevlerini bitir, ondan sonra sokağa oyun oynamaya çıkarsın” tembihlerini? Çocukken annelerimizin bu tavırlarına epey sinirlenir, dışarı çıkabilmenin önkoşullarını yerine getirir getirmez, özgürlüğe koşardık evin merdivenlerinden. Ne yazık ki yaşadığımız coğrafyada 0-6 yaş arasındaki yaklaşık 500 çocuk, anneleri izin verse dahi sokağa […]

The post Yalınayak: “Dört Duvar Arasında Çocuk Olmak” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetes,- Yalınayak Dört Duvar Arasında Çocuk Olmak

Hatırlar mısınız “Bu yemek bitmeden sokağa çıkmak yok” diyen annenizin tatlı-sert kızışlarını? Ya da “Ödevlerini bitir, ondan sonra sokağa oyun oynamaya çıkarsın” tembihlerini? Çocukken annelerimizin bu tavırlarına epey sinirlenir, dışarı çıkabilmenin önkoşullarını yerine getirir getirmez, özgürlüğe koşardık evin merdivenlerinden.

Ne yazık ki yaşadığımız coğrafyada 0-6 yaş arasındaki yaklaşık 500 çocuk, anneleri izin verse dahi sokağa çıkamıyor. Anneleriyle birlikte beton duvarlar arasında tutsak olan bu çocuklar, sokağı ancak düşleyebiliyorlar.

Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde anneleriyle birlikte hücrelerde kalan yaklaşık 40 çocuk, her sabah gardiyanlar tarafından alınarak, hapishane içerisinde bulunan “Adalet Anaokulu”na götürülüyor. Oyun parkının olduğu, çeşitli aktivitelerin yapıldığı ve “renkli duvarları” olan bu kreşe, çocuklar anneleriyle değil, ancak gardiyanlarla girebiliyor; onlar için tutsaklık sürüyor.

Poyraz Ali’nin Mücadelesi

Bakırköy Hapishanesi’ndeki çocuk tutsaklardan Poyraz Ali’nin annesi Zeynep Bakır, ortada yasal olarak “suç” teşkil eden hiçbir şey olmadığı halde, sekiz arkadaşıyla birlikte örgüt üyeliğinden ceza almıştı. Ceza Yargıtay’da da onaylanmış ve Poyraz Ali’yle Zeynep kendilerini hapishanede bulmuşlardı. Anne Zeynep Bakır, oğlunu hastaneye götürürken tutuklanmıştı. Şartlı tahliye talebi, Bakır, siyasi suç ile tutuklandığı için reddedilmişti.

Poyraz Ali henüz 4 yaşında, üstelik Atipik Otizm teşhisi konulmuş. Ama şimdiden mücadele ruhuna bürünmüş bile…

Hapishanenin içindeki kreş, Poyraz Ali’nin durumunda pek uygun değil. Kendisini kreşe annesinin değil de gardiyanların götüreceğini duyunca direnmiş; Adalet Anaokulu’na gitmeyi reddetmiş. Hücrede kalması da onun hastalığını tetiklediği için dışarıda bir eğitim kurumuna gitmesi sonunda kabul edilmiş.

Hafta içi her gün, annesi ve silahlı askerler eşliğinde X-Ray cihazlarından geçerek hapishaneden çıkan Poyraz Ali, Bakırköy’de bulunan bir okula gitmek için ring aracına biniyor. Hapishane idaresi, özel eğitim kurumunun talebi üzerine, annesinin onu okula götürmesine izin vermiş olsa da; her gün karşı karşıya kaldığı silahlı askerlerin varlığı, Poyraz Ali için süreklilik gösteren bir eziyete dönüşüyor.

Çiğ Yumurta Hakkı Bile Gasp Edildi

Poyraz Ali, küçük yaşta maruz kaldığı adaletsizliklerle kamuoyunda gündem olunca, hapishanede yasak olmasına rağmen, pişirmesi için annesine çiğ yumurta verilmeye başlandı. Bununla birlikte sadece Poyraz Ali değil, aynı hapishanede kalan diğer çocuklar da taze yumurta yiyebilmeye başladı.

Ancak Poyraz Ali’nin hapishanede yaşadıkları kamuoyunun gündeminden düştüğündeyse, hapishane yönetimi aynı uygulamalara geri döndü; bayatlamış ve kokuşmuş yumurtalar, hapishane dışından alınması engellenen oyuncaklar ve mamalar da…

Poyraz Ali, henüz 4 yaşında ve Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde annesiyle birlikte mücadele veriyor. Kar yağdığında da havalandırmaya çıkıp kışın soğuğunu hissedebilmek, taze yumurta yiyebilmek, güneşi hissedebilmek için ve toprağa basabilmek için…

Ece Uzun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post Yalınayak: “Dört Duvar Arasında Çocuk Olmak” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/05/07/yalinayak-dort-duvar-arasinda-cocuk-olmak-ece-uzun/feed/ 0
YALINAYAK: “Cezaevilerine Faşizm Paketi” – Av. Gülizar Tuncer https://meydan1.org/2015/05/03/yalinayak-cezaevilerine-fasizm-paketi-av-gulizar-tuncer/ https://meydan1.org/2015/05/03/yalinayak-cezaevilerine-fasizm-paketi-av-gulizar-tuncer/#respond Sun, 03 May 2015 15:30:12 +0000 https://test.meydan.org/2015/05/03/yalinayak-cezaevilerine-fasizm-paketi-av-gulizar-tuncer/ Hapishanelere yönelik güvenlik yasalarıyla şiddetin artırılması yeni direnişler, ölümler ve katliamlar anlamına gelecektir. Her geçen gün biraz daha sertleşen, ülke içinde ve dışarıya yönelik saldırgan politikalarında başarısızlığa uğradıkça şiddeti artıran siyasi iktidar, giderek daha faşizan bir rejimi hedeflemekte ve buna uygun biçimde güvenlikçi yasaları devreye sokmaktadır. Nitekim kamuoyunda uzunca bir süre tartışılan ve artık yürürlüğe […]

The post YALINAYAK: “Cezaevilerine Faşizm Paketi” – Av. Gülizar Tuncer appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Yalınayak

Hapishanelere yönelik güvenlik yasalarıyla şiddetin artırılması yeni direnişler, ölümler ve katliamlar anlamına gelecektir.

Her geçen gün biraz daha sertleşen, ülke içinde ve dışarıya yönelik saldırgan politikalarında başarısızlığa uğradıkça şiddeti artıran siyasi iktidar, giderek daha faşizan bir rejimi hedeflemekte ve buna uygun biçimde güvenlikçi yasaları devreye sokmaktadır.

Nitekim kamuoyunda uzunca bir süre tartışılan ve artık yürürlüğe giren “İç Güvenlik Yasası”na paralel biçimde, hapishanelerle ilgili “Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı” adı altında hazırlanan ve diğerinden daha tehlikeli hükümler içeren bir yasal düzenleme alt komisyonda kabul edilip TBMM Genel Kurulu’na getirildi. Dışarıya yönelik olan güvenlik yasası nasıl ki her türlü baskıya, haksızlığa, sömürüye karşı sokağa çıkacak olanlara yönelik bir savaş yasası niteliği taşıyorsa, aynı şekilde bu yasanın hapishanelere uyarlanmış hali de, içerideki mahpuslara yönelik bir saldırı yasasıdır ve yıllardır tecride karşı mücadele eden, direnen mahpusların imhasını hedeflemektedir.

Tasarının genel gerekçesinde, mahpusların “iç dünyalarına nüfuz ederek iyileştirilmeleri”nin hedeflendiği ifade edilerek, hapishanelerde bundan sonraki dönemde tümüyle şiddete dayalı bir düzen öngörülmektedir. Cezaevlerinde mahpuslara karşı güvenlik amacıyla eğitimli köpeklerin, kapalı alanda kullanımı yasak olan biber gazının yanı sıra basınçlı su ve daha da önemlisi ateşli silahın temel müdahale aracı olarak kullanılacağının belirtildiği tasarıda yer alan “zor kullanma” hükümleri ise dehşet vericidir. Buna göre, güvenlik görevlileri, kanunlarla verilen görevleri yaparken; isyan, direniş, firar, firara teşebbüs veya asayişi bozan benzeri olayların ortaya çıkması halinde, bu olayların önlenmesi, saldırının veya saldırıda bulunanların etkisiz hale getirilmesi, direnişin sona erdirilmesi amacıyla veya kanuna uygun bir emrin ifası sırasında aktif veya pasif direniş gösterilmesi halinde zor kullanmaya yetkili olacaklardır.

Zor kullanma yetkisi kapsamında asayişi bozan olaylar veya direnmenin kapsamı ve derecesine göre, asayişi bozanları veya direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli ve artan oranda bedeni kuvvet veya maddi güç kullanacağı ifade edilen görevliler, direnmenin niteliği, kapsam ve derecesine göre uyarı yapmadan da zor kullanabileceği gibi acil hallerde kullanacakları araç ve gereç ile zor kullanmanın derecesini kendileri takdir edecekler.

Buna göre, genel anlamda “kurumlarda mevzuat hükümlerine göre uyulması gerekli davranış kuralarına karşı koyma” olarak anlaşılan “direniş” veya “asayişi bozan benzeri olaylar” yaşandığında, örneğin onur kırıcı ve aşağılayıcı çıplak arama uygulamasına karşı çıkmak bile görevlinin takdirine göre silah kullanılmasına neden olacaktır.

Hapishanelere yönelik olarak uygulamaya konulmak istenilen imha politikalarına temel teşkil edecek bu tasarının en önemli hükümlerinden biri de bundan sonraki dönemde hapishanelerde mahpuslara karşı güvenlik amacıyla eğitimli köpeklerin kullanılabilecek olmasıdır. Şüphesiz 12 Eylül faşizminin mahpuslara yönelik en vahşi politikalarının uygulandığı Diyarbakır Cezaevi’ndeki köpekli işkencelere dönüş yapılması tesadüf değildir ve buna karşı cezaevlerinde yeni direnişlerin ve katliamların yaşanacağını göstermektedir.

Görevlilere keyfi biçimde silah kullanma yetkisi verilmesinin dışında, ceza infaz kurumlarında iç ve dış güvenliği bozacak durumların yaşanması veya görevlilere direnilmesi halinde, bedeni kuvvetin yanında kullanılacak maddi güce kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar da eklenmiştir. Özellikle F Tipi Cezaevleri’nde, hücrelerde birbirlerinden tecrit edilmiş halde yaşayan mahpusların kalmakta olduğu daracık mekanlara yönelik basınçlı su veya biber gazı ile tasarıda ne olduğu açıkça ifade edilmeyen “tozlar”ın da kullanılacak olması, dışarıdan ve hatta birbirlerinden habersizce zehirlenerek, boğularak öldürülmelerinin önünü açmaktadır.

Tasarıda yer alan hükümler içinde en tehlikeli olanı, ”asayiş ve düzeni önemli ölçüde bozan yaygın direniş ve şiddet hareketleri” örneğin açlık grevlerinin cezaevinde asayişi bozacak derecede yaygın hale gelmesi gibi hallerde kurum iç ve dış güvenlik görevlilerinin yetersiz kalması durumunda mülki amirin talimatıyla kolluk güçlerinin de müdahalede bulunacağıdır. Bu demektir ki bundan sonraki süreçte devlet cezaevlerine yönelik saldırı politikalarında sınır tanımayarak, yeni “hayata dönüş” operasyonlarını mevzuata uygun kurallar çerçevesinde aleni biçimde ve “yasal” olarak gerçekleştirecek.

Yine tasarıya göre cezaevinde çıkan isyan, direniş, silahlı çatışmalara müdahale eden güvenlik görevlileri ile kolluk kuvvetlerinin kimlik bilgileri gizli tutulacak, yasadaki zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın “meşru savunma” ve “zorunluluk halleri”ne ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunacak görevliler hakkında 4483 sayılı memurların yargılanması hakkındaki kanun hükümleri uygulanmayacak. Üstelik dokunulmazlık zırhına bürünerek hapishanede rahatça adam öldürebilecek bu görevliler, jandarmanın dış güvenlikteki görevine son verilmesiyle birlikte onların yerine geçmek üzere infaz ve koruma memuru kadrolarına atanacak polisler olacak.

Bu kadar geniş yetkilerle donatılan kolluk güçlerinin göstermelik de olsa hesap verme yükümlülüğünden kurtularak cezasızlık zırhına bürünmelerinin yol açacağı tehlike yalnızca hapishanelerle sınırlı değildir. Bu nedenle, bütün bu yasal düzenlemelerle içeride, dışarıda başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlüklerimize daha azgınca saldıracak bir güvenlik devleti oluşturmaya çalışan siyasi iktidara karşı direnmekten başka yol yoktur!

Meydan Gazetesi’nin Mart sayısını gönderdiğimiz tutsaklardan haber var. Şakran Aliağa Kadın Cezaevi’nden Güneş Arduç Eliuygun ve Hacılar F Tipi Cezaevi’nden Resul Kocatürk, gazetemize gönderdiği mektuplarla hem tüm kadınların 8 Mart’ını hem de bütün halkların Newroz’unu kutladılar.

Meydan Gazetesi- Yalınayak1 Şakran Aliağa Kadın Hapishanesi’nden Güneş Arduç Eliuygun’un gazetemize gönderdiği mektup Meydan Gazetesi- Yalınayak3 Hacılar F Tipi Hapishanesi’nden Resul Kocatürk’ün gazetemize gönderdiği mektup

 

 

Av. Gülizar Tuncer

Bu sayı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post YALINAYAK: “Cezaevilerine Faşizm Paketi” – Av. Gülizar Tuncer appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/05/03/yalinayak-cezaevilerine-fasizm-paketi-av-gulizar-tuncer/feed/ 0
Kamusal Alana Karşı Kolektif Alan https://meydan1.org/2013/09/07/kamusal-alana-karsi-kolektif-alan/ https://meydan1.org/2013/09/07/kamusal-alana-karsi-kolektif-alan/#respond Fri, 06 Sep 2013 21:04:57 +0000 https://test.meydan.org/2013/09/07/kamusal-alana-karsi-kolektif-alan/ Kapitalizmin Gölgesinde Az Devlet Müdahaleciliği Gezi Parkı, Central Park olsun diye manşet atan gazeteler bile olmuştu Taksim Direnişi süresince. Dünya üzerinde sayısız metropolün merkezinde ağaçlarla dolu büyük bir park vardı ne de olsa. Parkı, Maçka’dan Gümüşsuyu’na uzatırsak bizim de bir Central Park’ımız olur, bu kadar büyük “tantana” da kopmamış olurdu! Muhtemeldir ki mimari bir proje […]

The post Kamusal Alana Karşı Kolektif Alan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kapitalizmin Gölgesinde Az Devlet Müdahaleciliği

Gezi Parkı, Central Park olsun diye manşet atan gazeteler bile olmuştu Taksim Direnişi süresince. Dünya üzerinde sayısız metropolün merkezinde ağaçlarla dolu büyük bir park vardı ne de olsa. Parkı, Maçka’dan Gümüşsuyu’na uzatırsak bizim de bir Central Park’ımız olur, bu kadar büyük “tantana” da kopmamış olurdu!

Muhtemeldir ki mimari bir proje önerelim diye manşet attırmadı bu plan. Gerçi, projenin hayata geçme potansiyeli birkaç mühendise tescil bile ettirildi. Yine de manşetin atıldığı tarihlerde aynı gazetede, Taksim Direnişi’ne giden süreçte direnişçilere, “tamam arkadaşlar haklısınız, ama biraz makul olun, sakin olun” yazıları kaleme alınmadı değil. Direnişin kararlılığı karşısında ana akım medyanın geri adım attığı süreçte dilde bir değişme oldu elbet. Ancak, bu seferde “Gezi Parkı, Central Park olsaydı, bütün bunlar yaşanmazdı; halkı anlamak gerekir.” tonuna dönüştü genel söylem.

Kamusal Alan ve Sınırları

Kamusal Alan meselesi, kamuoyu gündeminde daha önce de yer etmişti. Uzun yıllar gündemden düşmeyen türban tartışmasıyla. Bu alanın “sınırları”nın ne olduğu üzerinden konuşulması Kamusal Alan’ın ne olduğunu anlayabilmek açısından önemliydi.

Kamusal Alanlara türbanla girmek yasaktı. Tartışmanın bir boyutu buydu. Örneğin üniversite, hastane, devlet dairleri “sınırları”nda bu şekilde hizmet alınamazdı. Diğer boyut, kavramın içeriğini düşünmemiz açısından oldukça büyük bir soru işareti oluşturuyordu. Otobüs beklenilen durak, otobüs, sokaklar vb. bu mekanlar kamusal alan değil miydi? Eğer öyleyse, türban takan herhangi bir bireyin sokağa çıkma ihtimali yoktu.

TC’nin kurucu unsuru olan elit kesim, devletin modernleşme sürecinde aktif rol oynadıklarından dolayı, Kamusal Alan’ı ve kavramın anlattığı bir sürü şeyi manipüle etme şansına sahipti. Türban tartışmalarında bu bürokrat-elitler, kamusal alanın sınırlarını kendi ideolojik eğilimleri doğrultusunda belirlemişlerdi. Ancak gerçek, kamusal alan kavramının anayasada kullanılmamış olmasıydı. Öyleyse ortada bir sorun vardı.

Var olan sorun, bu kez daha güncel bir haliyle önümüze çıkıverdi birden. Toplumsal muhalefetin dilinden düşmeyen bu kavramla ilgili akıl yürütmelerimizi yapmadan önce kavramın Batı’da nasıl kullanıldığına bakmak önem taşıyor.

Habermas’ın Kamusal Alanı

Jürgen Habermas, modern anlamda “kamusal alan” tartışmalarının başlatıcısı konumunda. 1962’de Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü adlı çalışmasında, kavrama bizim “kamu” sözcüğünden anladığımızdan çok daha farklı bir anlam yüklüyor. Bizdeki “kamu” kavramı devletle ne kadar ilintiliyse, Habermas tam tersi bir ilişki üzerinden kamuyu tasarlıyor. Toplumsal yaşamın bir parçası olarak gördüğü Kamusal Alan, kamuoyuna benzer bir alan. Buradaki “alan” illaki mekansal bir tanımlama olmak zorunda değil. Bu nokta, Kamusal Alan tartışmalarında önemli rol oynuyor.

Vatandaşlara açık, herkesi ilgilendiren sorunlar hakkında herkesin birbiriyle etkileşim halinde bulunduğu alan. Toplum ve devlet arasında bir araç. Bu bakımdan Kamusal Alan ve devletin kesiştiği bir alan yoktur. En basit ifadesiyle, “özel alan” dışında kalan tüm alanı ifade eder. Yani bizim sıklıkla anlamaya alışkın olduğumuz biçimiyle, devletin hakim bulunduğu bir alanı ifade etmez Kamusal Alan.

Yaşadığımız coğrafyadaki kamusal alan tartışmalarında, Kamusal Alan’ın gerekliliğini savunanların en sık eleştirdiği noktalardan biri TC’de resmi ideolojinin toplumu, devlete eklemlemiş olduğudur.

Bürokrasi öncülüğünde bir modernleşmeden kaynaklı Kamusal Alan’ın, dar bir kutup içerisinde ele alınması da ısrarla belirttikleri nedenler arasındadır.

Bu durum, yani Kamusal Alan’daki unsurların sivil olmasındaki ısrar, sadece yaşadığımız coğrafyadaki değil, küresel Kamusal Alan tartışmalarında Habermas’ın takipçileri tarafından savunulan bir durum.

Habermas, Kamusal Alan ve kamuoyu ile ilgili kavramların 18. yüzyıldan beri oluşan tarihçesini yazar. Bu rastlantı değildir. Çünkü kamusal-özel ayrımı, dolayısıyla burjuva toplumunun gelişmesi bu tarihlerde kendini göstermeye başlamıştır. Entelektüeller, sanatçılar, mülk sahipleri gibi grupların edebiyat çevrelerinde, ders halkalarında, fikir kulüpleri çerçevesinde, cafeler ve kadınların da girebildiği salonlarda siyaset dışı okuma ve tartışma yapabildikleri mecraları sürecin başlangıcına koyar Habermas.

Habermas’ın “Kamusal Alan” kavramını ısrarlı bir şekilde liberal kamusal alan şeklinde kullanmasının altında yatan neden bu tarihsel kökendir. Bu tartışmalar, belli bir süre sonra siyasallaşır. Kamusal topluluk olarak bir araya gelmiş özel şahısların kamu erkini, kamuoyu önünde meşrulaştırmaya, zorlamaya yönelir. Çünkü devlet kararlarını etkilemek isterler, siyasal düşünce üretirler ve kendi çıkarlarını toplumun çıkarları olarak sunarlar.

İşte tam da bu tarz bir siyasal işlev, burjuva toplumunun kendi ihtiyaçlarına uygun düşen bir devlet erki amaçlar. Bu tarz bir kamusallığın şartı, toplumsal alandaki ilişkileri, özel şahısların kendi aralarındaki bir sorun haline getirmektir. Kamusal Alan, devletin yasalarının pazarın yasalarına uyum göstermesi için işlerliktedir. Bu işlerlik kamusal bir akıl yürütme sürecidir. Yasalar, bu sürecin sonunda “meşruluk” kazanır.

Kamusal Alan Söylemi ve Toplumsal Muhalefet

Küresel iktidarların mekan politikaları, başka birçok politikanın somutluk kazanabilmesi açısından önemli bir yerde duruyor. İskan politikaları, ev yıkımları, alışveriş merkezi projeleri, köprü projeleri, 2b araziler, HES projeleri, çevre düzenlemesi ve planlamalar… Son dönemde somut anlamıyla yaşadığımız alanlara saldırılar, doğrudan mekan üzerinden gerçekleşiyor. Bu saldırıların artması, toplumsal muhalefetin söylemini belirliyor.

Şirketlerin kapitalist projelerine karşı, halkın kendi yaşam alanlarını savunması ve bunun üzerinden söylem belirliyor olması kadar doğal bir durum yok. Ancak sıkıntı, bu söylemin “Kamusal Alan” üzerine kuruluyor oluşu, bu karşı koyuşu hem içerik olarak hem de yöntemsel açıdan sıkıntıya sokuyor.

Kamusal Alan söylemine sıkıştırılmış bir muhalefet, meşruluğunu Habermas’ın Kamusal Alan’ındaki meşruluk kaynağından alır, yani liberal hukuk devleti. Söylemi Kamusal Alan’a sıkıştırmak, rasyonel bir nedenlendirme ile iktidarların mekan üzerindeki politikalarını eleştirmek, devletin baskısına, şiddetine karşı çıkarken liberal değerleri savunmaya dönüşebilir.

Evrenselleştirilmeye çalışılan Kamusal Alan, yani burjuva kamusu, sanılanın aksine “halkın ortak alanları”nı savunmaz. Çünkü Kamusal Alan dışlayıcıdır, kapalı bir alandır. Toplumun ötekileştirilmiş kesimleri Kamusal Alan’ın aktörleri değildir. Burjuva bireylerle ilişkilendikleri ölçüde Kamusal Alan’a dahil olabilirler. Kaldı ki bu ilişki, burjuva bireyin çıkarlarıyla doğru orantılıdır. Kamusal Alan, oluşma sürecinde önce mutlakiyetçi bir devlete karşı bir özgürlük alanı olarak tasvir edilse de, sonrasında burjuva kültürünün egemenlik alanına dönüşür. Totaliter bir devlete karşı, serbest piyasanın vicdanına sığınmaktır.

Devletsiz-Şirketsiz Kolektif Alanlar

Batılı devletlerdeki liberal değerlerle bütünleşmiş “sivil” hakları, varılması gereken bir radde olarak algılayan zihniyet, iktidar odaklarının mekan politikaları karşısında verilen mücadeleyi “hukuksal” bir sınır içine sokarak, aslında mücadeleyi bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde yıpratır.

ABD’de ve Avrupa’daki parklarla varlığı anlamlandırılmaya çalışılan Gezi Parkı, tüm mücadele süreci sanki bir kenara atılmış gibi, park hakkındaki projenin durdurma kararıyla haklılık kazanmış gibi gösterilmiştir. Bu tarz bir hukuksal bağlayıcılık, tam da Kamusal Alan talepçilerinin yapacağı iştir. Oysa Taksim’in meşruiyeti falanca mahkemenin kararına bağlı değildir.

Bu direniş ve mücadele süreci boyunca, asıl mekansal anlamını yakalayan park, devletten arındırılmış bir şekilde bütün öznelerin kendisini ifade edebileceği bir alan haline gelmiştir. Bu kolektivite içerisinde, mekanın kullanımı farklı ekolojik kaygılar da gözetilerek, oradaki birey ve örgütlerin inisiyatifinde gelişmiştir. Liberal kaygıların, gücünü devlet hukukundan alan bir kamusallığın yerine, gücünü Kolektif Alan haline gelmenin devletsiz ve kapitalizmsiz bir mekan olma durumuna koymuştur.

Gelinen bu durumda, yükseltilmesi gereken Kamusal Alanlar değil, devletten-şirketten arındırılmış, bireylerin kolektifliği üzerinden belirginleşen Kolektif Alanlardır.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kamusal Alana Karşı Kolektif Alan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/09/07/kamusal-alana-karsi-kolektif-alan/feed/ 0