The post Kuzey Yarımküre En Uzun Geceyi Yaşayacak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kuzey Yarımküre’de en uzun gece yaşanacak. 21 Aralık kış gündönümü olmasından kaynaklanarak en uzun geceyi Kuzey’deki Sinop 15 saat 6 dakika olarak yaşayacak. 23 Aralık itibariyle geceler kısalıp gündüzler uzamaya başlayacak. En kısa geceyi ise Güney’deki Hatay yaşayacak.
The post Kuzey Yarımküre En Uzun Geceyi Yaşayacak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kötü Kötüdür – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Düşünce dünyasında, tarihin belki de en eski sorunlarından birini, kötülük üzerine yürütülen ve halihazırda yürütülmekte olan tartışmalar oluşturuyor. Bir kötünün ya da kötülüğün varlığından bahsedebilir miyiz, bahsedebilirsek bu kötü nedir, kötünün ve kötülüğün kaynağı nerededir gibi felsefi sorulara ilişkin; siyaset, sosyoloji, psikoloji ve hatta biyoloji gibi alanlarda tartışmaların yapıldığını görüyor; farklı ideolojileri, eğilimleri benimsemiş insanlar tarafından bu meseleye dair yapılan yorumları bir süredir okuyor, tartışıyoruz.
Etrafımızı sarıp sarmalayan, günden güne etkisini daha da artıran bu “kötülük” sarmalından çıkmanın yöntemini bulmak, bu tartışmaya başlarken temel amaçlarımızdan biriydi. Bunun yanında, kötünün ve kötülüğün adını koyabilmek, tarifini yapabilmek, karşısında mücadele ettiğimiz bu olguyu anlama ve yorumlama sürecinin de önemli bir parçasını oluşturuyor. Metinler, özgürlük, adalet, etik, erdem gibi kötülük konusuyla dolaylı bir etkileşim içerisine girebilecek, yine farklı alanlarda tartışılan kavramlara dair de yorumlarda bulunabileceğimiz bir zemin yaratıyor.
Bu sayıda başlattığımız “Kötülük Tartışmaları”nın ilk bölümünde felsefi, sosyolojik, psikolojik ve biyolojik bakış açılarıyla ele aldığımız, kötülük sorununa anarşist bir yorum geliştirmeye çalıştığımız metinleri
okuyabileceksiniz.
Platon’un Euthyphron diyaloğunda “Tanrıların olmadığı yerde bile birini öldürmüyorsam, bunun nedeni nedir?” diye sorar Sokrates. Sorunun cevabını diyaloğun devamında verir: “Eve gittiğimde bir katille beraber yaşamak istemem.” Bu cevap, bireysel bir vicdanın veya iradenin göstergesi olarak yorumlanır. Diyalog, kötülüğün tercih edilebilir bir şey olup olmadığına dair ilk arayışlardan biridir.
Platon’un bu sorusundan yüzyıllar sonra kötülüğün kaynağına dair bu tartışma psikolojinin de konusu olmuştur. Tartışmanın bir tarafı bireye diğeri topluma dairdir. İlkinde dış faktörler, kültür, eğitim, gelenek vb. sosyal durumlar bireyi şekillendirir. Diğerinde bastırılmış duyguların bilinçaltına yerleşmesiyle bireyin tercihleri sorgulanır.
Başta verilen örneklerden yola çıkacak olursak, toplumda “kötü” olarak tanımlanan düşünceler ve eylemler, toplumdaki bireylerde olduğundan çok iktidarın kurumsallaştığı alanlarda daha belirgin olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mesleki Deformasyon
İktidarın kurumsallaştığı alanlara dair, yazının başlangıcında verilen örneklerdeki mesleklerin hepsi kötüdür. Polis olmanın getirisi, pratik uygulamaları ve ideolojisi ele alındığında, bu mesleği yapan kişinin psikolojisinde büyük tahribata neden olur. Yani, kötü olan bir mesleğe sahip olanın kötü olması kaçınılmazdır. Bu kötülüğün bireyin karakterinde yarattığı deformasyon görmezden gelinemez. Ancak bu örneklerde kötülüğün bireyin karakterinde yarattığı deformasyonun ötesinde, bireyin kötülüğü içselleştirmesi ve ortaya çıkan “kötülüğün” sürdürücüsü olması söz konusudur.
Örneklerden yalnız birini ele alacak olursak; gardiyanlık kötüdür. Mesleğin getirisiyle yasal olarak veya olmayarak “mahkumlara kötü davranmak” gardiyanlığın belirlenen kuralı olabilir. Ancak bir gardiyanın, ona yüklenen kötülük tanımının üzerine çıkarak açlık eyleminin 150. gününde olan iki tutsağa “öldünüz mü lan demesi”, bu kötülüğün içselleştirilmesi, mesleğin yarattığı kötülüğün ötesinde bireyin karakterinde bir kötülüğün var olduğu anlamına gelir.
Toplumun yönlendirmeleri ve dayatmaları bireysel sorumluluk duygusunun ortadan kalktığı anlamına gelmez.
Bireyin tercihlerinde, tercihler doğrultusunda şekillendirdiği eylemlerinde şüphesiz ki toplumun payı büyüktür. Toplumun değer yargıları, iyi-kötü, doğru-yanlış anlayışı bireyin düşüncelerine ve eylemlerine etki etmekte ve bireyi toplumsal olarak etkilemektedir. Ancak bireyin tüm eylemleri yalnız toplumsal etki olarak değerlendirilemeyeceği gibi, yalnız iradi olarak da değerlendirilemez. Bireyin tüm davranışlarında, toplumsal olanın etkisinin ve bireyin iradesine bağlı olanın etkisinin bir oranı vardır.
Kötülüğü öğreten ve örgütleyeni toplumsallık olarak ele aldığımızda, burada devreye giren, bireyin kötülük karşısında gösterdiği dirençtir. “Kötülüğü tercih etmeme” işte bu direncin eylemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer, bireyin eylem ve davranışlarının belirleyicisi yalnızca toplum olsaydı, “kötülüğü tercih etmeyen”den söz etmemiz mümkün olamazdı.
Faşist bir toplumda doğmuş/yetişmiş bir bireyin, faşizmin ne olduğunun farkına varması ve bu farkındalıkla “kötü”den yana olmaması, ait olduğu değer ve kültür yargılarının karşısında durması; bu toplumsal kötünün haricinde bireyin tercihlerinin olduğunun büyük bir göstergesidir.
Şayet polis, ona tanımlanan kötülüğün dışında, direnenleri öldüresiye dövüyorsa, karakolda işkence ediyorsa, onlarla dayanışmak için eylem yapanlara hayati zararlarına rağmen yakın mesafeden, üstelik gülerek biber gazı sıkıyorsa ve tüm bunları keyif alarak yapıyorsa bu durum için söylenecek tek şey var:
Kötü, kötüdür!
The post Kötü Kötüdür – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Mutsuzluk Sendromu” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Mutsuzluğa Sıkıştırılıyoruz!
Saat uygulamaları, günışığından daha çok yararlanmak içindir. Uygulama kapsamında saatler periyodik olarak genellikle ilkbahar başlangıcında bir saat ileri, sonbahar aylarında bir saat geri alınır.
Biz 1972 yılından beri aynı yaz-kış saati uygulamasını yaşarken, geçtiğimiz 8 Eylül 2016’da Enerji Bakanı, “Artık saatler geri alınmayacak, enerjiden tasarruf edeceğiz” şeklinde bir açıklamayla uygulamayı sonlandırdı. UTC+3 zaman dilimi kullanılmaya başlandı, yani saatler geri alınmadı, kış uygulamasına geçilmedi. Bu zaman diliminin kullanılmaya başlanması çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi; Avrupa devletleriyle son süreçte yaşanan gerilimli ilişkiler, dış siyasette Batı’dan uzaklaşarak doğuya yönelen eksen kayması ve bir dizi başka yorum. Sosyal medyada imza kampanyaları başladı; her gün karanlıkta işe veya okula gitmenin olumsuz etkilerine dikkat çekmek istendi. Ancak şu ana kadar uygulamada hiçbir değişiklik olmadı.
Uzun Süreli Karanlık
Güne karanlıkta başlamak, biyolojik ve psikolojik olarak insan bedeninde çeşitli değişikliklere yol açar. Bu değişikliklerden en önemlisi, uyku düzeninin değişmesidir. Çünkü uyku düzeninin değişmesi, bedendeki pek çok değişimin tetikleyicisidir.
Uyku kişinin ses, ışık gibi uyaranlarla uyanabileceği bir bilinçsizlik durumu olarak tanımlanır ve tüm memeli canlılarda enerjinin korunmasını, sinir sisteminin onarımını ve gelişimini sağlayan bir süreçtir. Davranışları, düşünceleri ve hücre içi mekanizmaları kontrol eden sinir sistemi başta olmak üzere, biyolojik yapının birçok bileşeniyle ilişkilidir.
Zihnin ve bedenin dinlenmesi uykuda gerçekleşir. Bedensel olarak bağışıklık sisteminin güçlenmesi, büyüme hormonunun salınımı; zihinsel olarak bilginin depolanması, hafızanın güçlenmesi, yetenek ve yaratıcılığın gelişmesi uyku ile ilişkilidir. Bu hormonların salınımı ise periyodik tekrar eden uyku süreçleriyle gerçekleşir. Yetişkin bir insanın uyku süresi 5 ile 9 saat arası değişir, ancak 7 saat uykunun ideal olduğu savunulur. Uyku yoksunluğu halinde baş dönmesi, baş ağrısı ve kas ağrıları, ellerde titreme gibi bedensel rahatsızlıkların yanı sıra sinirlilik, unutkanlık, dikkat dağınıklığı gibi zihinsel rahatsızlıklarla da karşı karşıya kalınır.
Uyku, beyin sapındaki hipofiz bezinden salgılanan melatonin hormonu ile gerçekleşir. Genellikle 21.00-22.00 arasında salgılanmaya başlayan melatonin, doğrudan ışık ile ilişkilidir. Melatonin, retinanın ışık durumunu -karanlık olup olmadığını- beyne iletmesiyle salgılanmaya başlar. Vücuttaki melatonin salınımı karanlık süresine, yani gecelerin uzunluğuna bağlı olarak artar. Bedenin melatonin salınımıyla çevresel faktörler arasındaki ilişkide uyumsuzluk söz konusuysa, çeşitli biyolojik ve psikolojik hastalıklar oluşmaya başlar.
Melatonin hormonunun uyku sağlaması dışındaki en büyük özelliği biyolojik ritmi ayarlamasıdır. Biyolojik ritim, fizyolojik ve davranışsal tepkilerin belirli periyotlar içinde tekrarlanması olarak özetlenebilir. İnsan bedeni, gün boyunca bir programa ayak uydurur gibi, artan ya da azalan ritmik değişikliklere uğrar. İnsanların kendini uyanık, uykulu, dikkatsiz, yorgun ya da zinde hissettikleri saatler vardır. Uyku ve uyanıklık durumu, vücut ısı dalgalanmaları, yorgunluk ve dinçlik, ruh durumu, kan basıncı, fiziksel ve zihinsel performans biyolojik ritimle düzenlenir. Biyolojik ritmin ani değişimi veya bedenin biyolojik ritme uygun davranmaması, çevresel faktörlere bağlı olarak gelişir.
Uzun aydınlık veya uzun karanlık, vücuttaki melatonin salınımının oranının değişmesine, bu da seratonin salınımının azalmasına ya da engellenmesine neden olmaktadır. Mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin hormonu, canlılık ve zindelik hissi verir. Depresyonun en önemli biyolojik nedeni, serotonin salınımının azalmasıdır.
Çoğu hormon ışıkla ilişkilidir, ancak melatonin doğrudan olarak ışıkla ilişkilidir. Güne karanlıkta başlamak, melatonin hormonu salgılanıyorken uyanmak anlamına gelir. Bu durum, sabah uyanmama isteği, kan basıncının düşük olmasına, uzun süren yorgunluğa ve bitkinlik hissine, gündelik yapılan işlerde zorlanmaya hatta gündüz uyuklamaya neden olur. Aynı zamanda, bu durumun tekrar eden bir hal alması durumunda hormon salınımlarında değişiklikler meydana gelir. Melatonin hormonunun fazlalığı, biyolojik olarak yarattığı bu etkilerin yanı sıra psikolojik olarak da kısa süreli depresyonlara ve SADS (mevsimsel duygudurum bozukluğu sendromu)’a neden olur.
EMO’nun verilerine göre, yeni saat uygulamasıyla beraber kasım ayı elektrik kullanım olanı, %6.5 arttı. Bu daha önce kaydedilmemiş, rekor bir artış.
Uzun süreli aydınlık ya da uzun süreli karanlık yaşamanın yarattığı duygudurum bozukluklarına, 6 ay gece 6 ay gündüzün ve bu orana yakın yaz ve kış sürelerinin yaşandığı kuzey ülkelerinde sıkça rastlanır. Yorgunluk, sürekli uyku isteği, evden dışarı çıkmama, ani gülme veya ağlama atakları, hayattan keyif alamama gibi spesifik davranışların yanı sıra ani duygu değişiklikleri en sık rastlanan belirti olarak karşımıza çıkar. Bu sendromda kişi, herhangi bir sebep olmaksızın gülmeye başlayabilir, ağlamaya başlayabilir veya intihar düşüncesine kapılabilir. Finlandiya, Belarus gibi ülkelerde, karanlık ve aydınlık oranlarıyla ilgili olarak gelişen bedensel ve zihinsel değişimlere bağlı olarak oluşan duygudurum bozuklukları paralelinde intihar oranları oldukça yüksektir. 2015 yılında açıklanan dünya intihar oranlarına göre Finlandiya’da her 100.000 kişiden 26’sı intihar etmektedir. Modern tıp her ne kadar ışık tedavisi veya serotonin yüklemesi gibi çözüm önerileri sunsa da, olumlu sonuç verdiği az görülür; daha da önemlisi duygudurum bozukluğunu yaşamayı önlemez.
Mutsuzlaştırma Yeni bir Yöntem mi?
Devlet yasal yöntemlerin haricinde de birey ve toplum üzerinde kontrol stratejileri uygular. Değişen saat uygulaması, yeni bir yöntem olarak devletin kontrol etme stratejisi olarak yorumlanabilir. Uyku düzeni değiştirilerek, biyolojik ritmine, dolayısıyla bedenine, zihnine saldırılan birey, içerisinde bulunduğu biyolojik ve psikolojik durumdan dolayı mutsuzlaşmaktadır. Mutsuzlaştıkça yalnızlık hissiyatı güçlenir, bireyin toplumla olan ilişkisi seyrelir ve birey toplumsal olma davranışını kaybederek acizleşmeye başlar. Böylece gelişen siyasal, ekonomik veya yaşamsal olaylara bir etkisinin olmayacağını düşünerek tepkisiz kalmaya başlar. Tepkisizlik; içinde bulunduğumuz OHAL sürecinde bireylerin toplumsal olaylara yaklaşımını çok net özetliyor. Devletin mevcut iktidarı, yaz-kış saati değişikliğini uygulamayarak daha itaatkar bireyler ve toplum yaratmayı amaçlamakta, bizler ise “Mutsuzluk sendromu” etkisiyle görmez, duymaz, bilmez bireyler olarak mutsuzluğa hapsedilmekteyiz.
The post “Mutsuzluk Sendromu” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>