The post Suriye’de Bütün Yollar İdlip’e Çıkar – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>29 Nisan 2015’te İstanbul Fatih Camii avlusunda bir grubun “kutlama” yapmak için lokum dağıtmasını muhtemelen çoğumuz hatırlamıyordur. Söz konusu “lokumlu kutlama” Suriye’nin kuzeybatısında bulunan İdlip kentinin cihatçı çeteler tarafından ele geçirilmesi, daha ayrıntıda ise kente bağlı Cisr-eş Şuğur beldesinin İştebrak köyünde cihatçıların gerçekleştirdiği Alevi katliamına atfediliyordu.
2015 yılı, Suriye Savaşı’nda müdahaleci devletlerin bazı hesaplarının sarpa sarma emareleriyle başlamıştı. Ocak ayının sonunda Kobanê’nin IŞİD’den özgürleştirilmesi, IŞİD nezdinde cihatçı çeteler ve onlara açık ya da örtük destek veren devletleri, başka “açılımlar” yapmaya zorluyordu. Nisan ayının sonlarında İdlip kentinin, Suudi Arabistan, Katar ve TC’nin desteğinde kurulan, El Kaide kökenli cihatçı çeteler Nusra Cephesi ile Ahrar-uş Şam’ın da bulunduğu çatı oluşum Fetih Ordusu tarafından işgal edilmesi, Suriye’de Esad yönetimini yıkma hedefinden vazgeçmeyen yukarıdaki devletler tarafından, rejim değişikliği fikrini değiştirme eğilimindeki ABD’ye de bu fikrini tekrar gözden geçirme mesajı içeriyordu.
Aynı yılın Eylül ayında Rusya’nın aktif olarak sahaya inmesi ve 2016’da Halep’in cihatçı çetelerden özgürleştirilmesi sonrası ilan edilen çatışmasızlık bölgeleri, bugün İdlip’te karşı karşıya bulunulan durumun kilometre taşlarını döşedi. Astana Görüşmeleri ile ilan edilen 4 çatışmasızlık bölgesinden biri olan İdlip, cihatçıların yenilgiye uğradığı diğer üç bölgeden, ağır silahlarını bırakmaları karşlığında, ileride belki de Suriye Savaşı’na dair anımsayacağımız sembollerden biri olacak o yeşil otobüslerle taşındığı bölgeydi aynı zamanda. Bu yanıyla İdlip, Şam yönetimi ve Rusya’nın işbirliğinde zamanı gelince imha edilecek bir cihatçı çöplüğüne dönüştürülürken Suriye’de 2011’den beri terör estiren bu çeteler, geldikleri Türkiye’nin sınırında oluşan bu rezerv alanına sürülerek onları gönderenlere de “alın cihatçılarınızı” mesajı veriliyordu.
Hazin Bir Çığlık: “Sıkıştık Kaldık İdlip’te”
Devletin yarı-resmi propaganda gazetesi Yeni Şafak’ın muhabirlerinden Yılmaz Bilgen’e ait olan bu sözler bir yanıyla TC’nin Suriye Savaşı’nda yürüttüğü politikalarının “sıkışıp kaldığı” yeri işaret ediyordu. Aynı ifadelerin detayında Bilgen, Erdoğan’ın danışmanı olarak bilinen ve iktidarın para-militer çetelerinden biri olan SADAT kurucusu Adnan Tanrıverdi’yi bizzat verdiği “bilgilerle” durumun vehametine dair uyardığını, ancak “susması konusunda” tehdit edildiğini belirtiyordu.
Suriye Savaşı’nın başından bu yana canlı tuttuğu bir amaç olarak Esad yönetiminin devrilmesi, 2014’te Kobanê’ye yönelik IŞİD işgal tehdidinden beri de Rojava kazanımlarının gerilemesi için birbirinden farklı sayısız cihatçı çeteyi destekleyen TC’nin şu sıralar İdlip’te de aynı çetelere verdiği destek bir sır değil. Ancak Yeni Şafak muhabirinin, devletten “şimdiye kadar ne yaptıysa onu yapması” yönünde gerçekleştirdiği imdat çağrısına aldığı olumsuz yanıtın nedenini, TC’nin İdlip’te yaşadığı sıkışmışlığın devletler arası ölçekteki yansıması olarak da okumak gerek. Astana Görüşmeleri çerçevesinde alınan kararla, bölgedeki varlık nedeni olan “ılımlı cihatçılarla radikalleri” birbirinden ayırma misyonunu hayata geçirmek şöyle dursun; TC, El Kaide kökenli Heyet Tahrir-eş Şam (HTŞ) çetesini terör listesine almayı geçtiğimiz ayın başlarında akıl etti. Bu ağırdan alınmış kararda, devletler arası diplomaside cihatçı çetelere verilen desteğin günden güne aşikar hale gelmesi sonucunda oluşan suçluluk psikolojisinin getirdiği bir acelecilik vardır.
İdlip: El Kaide Emirliğinden Selefi-İhvancı Rekabetine
IŞİD’in Rakka ve Musul’u işgal etmesi sonrası ilan ettiği “hilafetin” bir benzerinin, El Kaide uzantısı çetelerce İdlip’te “emirlik” şeklinde hayata geçirilmesi nedeniyle El Kaide emirliği olarak anılan İdlip’teki cihatçı çeteler, yukarıda tasvir edilen bu sıkışmışlıklarının yanı sıra kendi içlerinde de ideolojik bir rekabet halindeler. 2017’nin başında ve yaz aylarında yaşanan, El Kaide kökenli çatı örgüt HTŞ’nin TC sınırları dahil olmak üzere İdlip’in %60’tan fazlasını kontrolüne aldığı “cihatçı iç savaşı” sonrası, cihatçı çetelerdeki bölünme selefi ve İhvancı olmak üzere ideolojik bir vasıf da kazandı. Bu çatışma ve bölünmelerde ise TC izlerini görmek mümkün. 2016 sonlarındaki Halep kuşatması sırasında, TC’nin -muhtemelen İran ve Rusya’ya verilen tavizler paralelinde- burada bulunan bazı çeteleri Fırat Kalkanı bölgesine kaydırması, şu anda HTŞ olarak anılan çete tarafından ihanet olarak nitelendirilmişti. Cihatçı çeteler arasında yaşanan çatışmaların nedenleri arasında, şimdilerde İdlip’te TC tarafından kurdurulan Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi çatısı altında birleşen Ahrar-uş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi başta olmak üzere bazı çetelerin Ankara ile kurdukları ilişki yatıyordu.
Cihatçılar arasında var olan rekabetin ideolojik arka planında ise yine ağırlıkla TC etkisiyle, selefilik/İhvancılık merkezli bir çekişme yatıyor. Savaşın ilk yıllarında El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi iken, terör listesine alınmamak ve devletlerin silah desteğinden mahrum kalmamak için çıktığı isim değişikliği yolculuğunda son olarak Heyet Tahrir-eş Şam adını alan örgüt, selefiler arasında en güçlüsü olarak biliniyor. 2018 başlarında, HTŞ’nin El Kaide’ye olan biatını geri çekmesi ve Eymen-ez Zevahiri’nin selefilere yaptığı birleşme çağrısı sonrası ortaya çıkan Hurras-ed Din (Dinin Koruyucuları) adlı çete ise El Kaide’nin şu andaki Suriye kolu olarak görülüyor. İdlip’teki selefi cephede, çeşitli cihatçı çetelerle IŞİD arasında yaşanan çatışmalarda IŞİD’den yana tavır koyan Cund-ül Aksa da yer alıyor. Söz konusu selefi çetelerin, eninde sonunda gerçekleşecek İdlip savaşında, TC’nin İhvancı vekil örgütlerine karşı ortak hareket etmesi mümkün. Ayrıca Çin’in Uygur bölgesinden gelen cihatçıların kurduğu Türkistan İslam Partisi de daha önce yaptığı gibi El Kaide çizgisindeki çetelerle birlikte hareket edebilir.
İdlip’teki İhvancı cephede ise TC’nin, 17 Eylül’de Soçi’de varılan mutabakat sonrası alacağı tavra göre hareket etme eğilimi ağır basarken bu çetelerde var olan Esad yönetiminin devrilmesi fikri, TC ile kurulan ittifakın temeli olarak belirginleşiyor. TC’nin, İdlip’te Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi çatısında birleştirdiği çetelere dair bir diğer tasarrufu ise, bu yapının Fırat Kalkanı ve Afrin işgal bölgelerinde oluşturulan Suriye Ulusal Ordusu ile birleşmesi. Böylece, diğer çatışmasızlık bölgelerinin aksine İdlip’ten gidecek başka yeri olmayan bu çetelere bu bölgelerde yeni kapılar açarak, “sahadan masaya tutunmak” amaçlanacaktır. Selefi cihatçıların, Rusya ve Çin’in İdlip’e müdahale gerekçelerinden olan yabancı savaşçı profilinin aksine “yerli ve milli” ağırlığa sahip olan İhvan bağlantılı çeteler, devlet propagandisti kimi yorumculara göre, bu kimlikleriyle hamileri TC’nin, masada kendi lehine kullanacağı bir argüman oluşturuyorlar. Ancak sahada var olan “ılımlı ile radikal olanın” geçişkenliğe açık poziyonunun, bu tezi boşa çıkarması muhtemel.
Tahran Zirvesi’ndeki “Davetsiz Misafirler”
Astana Görüşmeleri’nin 3 garantör devleti Rusya, İran ve Türkiye’nin katıldığı toplantıların 7 Eylül’de Tahran’da gerçekleştirilen ayağında, zirvede alınan kararlardan çok, Erdoğan’ın yukarıda bahsi geçen 4 çatışmasızlık bölgesinden 3’ünün, -kendi deyimiyle- “farklı bahanelerle tek tek tasfiyesine” dair yaptığı serzeniş ve başlaması an meselesi olan İdlip’e yönelik kara operasyonunu “cihatçılar adına konuşma ihtamı” pahasına durdurma çabası konuşuldu. Bu durum bir yanıyla, TC’yi -görünmeyen 4. üyesi Suriye olan- Astana Üçlüsü’nden Rusya ve İran önünde truva atı misyonuyla karşı karşıya bırakırken diğer taraftan Putin’in “bu masada IŞİD ya da Nusra yok, onlar adına konuşamayız” şeklindeki yoruma açık sözleri, bu sözlerin muhatabına dair, iki yıl önceye dayanan bir hatırlatmayı da zorunlu kılıyordu. O dönem (2016 Ekim ayı) hazırlığı yapılan Halep’e yönelik operasyon öncesi Erdoğan, Putin’in kendisinden Nusra’nın bölgeden çıkarılması için “ricacı olduğunu” belirtirken bu ifadeler, TC devletinin söz konusu çeteler nezdinde “üçüncü tarafların ricasını” yerine getirme rezervinin bulunduğu şeklinde bir itiraf niteliği de taşıyordu. Bu sözlerden yaklaşık bir yıl sonra ise İdlip’teki çatışmasızlık bölgesine TSK askerlerinin intikali, Putin’in “masada olmadığını” söylediği söz konusu cihatçı çetenin eskortluğunda gerçekleşmişti. TSK’nin bölgedeki -bir yıl boyunca hayata geçirmediği- varlık nedeni Nusra ardılı HTŞ benzeri cihatçı çeteleri tasfiye iken, burada bulunma hali iç politikaya “Askerimiz İdlip’te” şeklinde sunularak, içeride hedeflenen toplumsal katmana yönelik işgalci motivasyon diri tutuldu.
Tahran Zirvesi’nde Türkiye, bu tutumuyla Astana Üçlüsü içinde “yerini yadırgayan” bir özne olduğunu tekrar belirginleştirdi. Savaşın başından bu yana zaten ABD, Suudi Arabistan, Fransa gibi kategorik olarak Rusya-İran bloğunun karşısında konumlanan TC, rejim değişikliği yönünde ABD’nin başını çektiği bloktan Suriye’ye dönük herhangi bir saldırıda ne kadar kaygan bir zeminde durduğunu 2017 yılının Nisan ayında ABD’nin Şayrat Hava Üssü’ne füze saldırısına verdiği destek ve geçtiğimiz Nisan’da Doğu Guta’daki çatışmalar sırasında yaşanan gerilimde yine heveskar bir şekilde ABD saldırılarını onaylamasıyla göstermişti.
Son Savaş Öncesi “İmkansız Görev”
Nitekim zirvenin akabinde Erdoğan’ın Wall Street Journal’a yazdığı, ABD’nin de kullandığı, olası müdahale karşısında oluşacak insani kriz argümanlarıyla dolu makale, bu zemine ne kadar meyyal olduğunu gösterdi. Elinde koz kalmadığında, oyun bozarak kendisine alan yaratan TC’nin bu hamlesi sonrası Putin’le yapılan Soçi’deki görüşme sonrası mutabakat, İdlip’e yönelik saldırıyı şimdilik durdurmuş görünse de TC’nin kucağına bir alev topu bırakıyordu. Soçi’de üstlenilen “imkansız göreve” göre 15 Ekim’e dek, bir yıldır yapılmayan şey yapılarak ılımlı-radikal gruplar ayrıştırılacak. Uzlaşmayarak sonuna dek savaşmayı göze almış cihatçıların varlığı aşikarken, bu “görevin” nasıl hayata geçeceği herkes için bir soru işareti. Suriye açısından İdlip, eninde sonunda temizlenecek bölge olarak anlam kazanırken, orta vadede bu kazanım, Halep ve İdlip’ten, Şam-Lazkiye hattına uzanan otoyolun açılması olarak somutlaşacak. Rusya ise Soçi’de, ilk kez bir NATO devletiyle askeri anlaşma imzalayarak, hem TC’nin tekrar ABD kampına kaymasının engelledi, hem de İdlip’teki “temizlik işini” gerektiğinde kendisi yapmak üzere TC’ye ihale etti.
Soçi’de İdlip özelinde varılan geçici mutabakat, TC açısından Suriye’deki savaşla yüzleşmeyi şimdilik ertelemiş görünüyor. Ancak aynı gün Suriye hedeflerine yapılan İsrail saldırılarında ve düşürülen rus uçağında görüldüğü gibi, Ortadoğu’da farklı tasarruflara sahip bölgesel ve küresel devletlerin, değişen stratejileri yeni savaşlara kapı aralamaya aday. Bu stratejiler geçerli olduğu oranda ise 2011’de iç isyanlar olarak başlayıp vekalet savaşına evrilen, sonrasında ise devletlerin direkt müdahil olduğu Suriye’de, devletler İdlip üzerinden, savaşta yeni bir aşamaya geçecek.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Suriye’de Bütün Yollar İdlip’e Çıkar – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Suudi Arabistan’dan Katar’a “Çılgın Proje” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suudi Arabistan, bir buçuk yıldır gerilim yaşadığı ve bu gerilimde Körfez devletlerini de yanına alarak yaptırımlar uyguladığı Katar’a, devletler arası diplomaside benzeri görülmemiş bir “yaptırımda” daha bulunmaya hazırlanıyor. AKP iktidarı tarafından İstanbul’a yapılması gündemde olan ve çılgın proje olarak adlandırılan projenin bir benzerini, kendisiyle tek kara bağlantısına sahip olan Katar’ın sınır hattı boyunca uygulamak isteyen Suudi Arabistan, böylelikle Katar’ı yapay bir ada haline getirmeye hazırlanıyor. Katar, coğrafi olarak Arap Yarımadası’nın Güneydoğu ucunda küçük bir yarımada.
Geçtiğimiz Nisan ayında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman tarafından yeni bir turizm projesi olarak duyurulan kanal çalışması için, dünyanın en büyük ekskavatörü Süveyş Kanalı’ndan geçerek Basra Körfezi’ne gitti. 9 şirketli bir Suudi yatırım konsorsiyomunun üstlendiği “çılgın projenin” resmi onay alması halinde sadece 12 ay içinde tamamlanabileceği belirtiliyor.
The post Suudi Arabistan’dan Katar’a “Çılgın Proje” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Antakya’dan Katar’a Göçmen İşçi Hattı mı Kuruluyor? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Katar Havayolları’nın 4 Nisan tarihinden itibaren Antakya’ya doğrudan sefer başlatacağı bildirildi. Antakya seferlerinin, Katar Havayolları’nın Türkiye’deki beşinci uçuş hattı olacağı belirtildi. Halen İstanbul Atatürk, İstanbul Sabiha Gökçen, Adana Şakirpaşa ve Ankara Esenboğa havalimanlarına düzenli seferleri bulunan Katar Havayolları’nın, Arap nüfus ağırlıklı Antakya’ya direkt sefer başlatması, Katar’da çok yaygın olan göçmen işçiliği akıllara getirdi. Katar’ın toplam 2.7 nüfusunun 2.1 milyonunu göçmen işçiler oluşturuyor. Antakya ise Suudi Arabistan başta olmak üzere Katar ve Kuveyt’in de aralarında bulunduğu körfez ülkelerine işçi göçü veren bir şehir.
İlgili yazı:
https://meydan1.org/gundem/2017/07/finansor-katarin-kafala-sistemi-halil-celik/
The post Antakya’dan Katar’a Göçmen İşçi Hattı mı Kuruluyor? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post TRT Muhabirleri Çavuşoğlu’nun Suudi Arabistan Ziyaretinde Gözaltına Alındı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TRT World’ün Pakistan pasaportlu muhabiri Hasan Abdullah ile kameraman Nihat Yayman, TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Suudi Arabistan ziyareti sırasında gözaltına alındı. 10 Saat gözaltında tutulan TRT elemanlarına “Katar ile ilgili” sorular sorulduğu öğrenildi.
The post TRT Muhabirleri Çavuşoğlu’nun Suudi Arabistan Ziyaretinde Gözaltına Alındı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Twitter Al Jazeera’nin Hesabını Askıya Aldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suudi Arabistan’ın başını çektiği bazı Körfez devletleri ile Katar arasındaki gerilimin nedenlerinden olan Katar Merkezli Al Jazeera’nin, Arapça yayın yapan hesabı Twitter tarafından askıya alındı.
Al Jazeera’nin Arapça hesabının neden askıya alındığına yönelik Twitter’dan henüz resmi bir açıklama yapılmadı. Ancak Suudi veliaht prensi Velid bin Telal’ın, Twitter’a yaptığı 300 milyon dolar yatırım ile şirketin en büyük ikinci hissedarı konumuna gelmesinin bu kararda etkili olduğu sanılıyor.
Al Jazeera’den yapılan açıklamada hesabın birkaç saat sonra yeniden erişime açıldığı ve bu geçici kapanmanın sebebinin ‘organize bir kampanyanın sonucu’ gibi gözüktüğü belirtildi.
The post Twitter Al Jazeera’nin Hesabını Askıya Aldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Müslüman Kardeşler Mısır’da Sokağa Çağrı Yaptı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Son günlerdeki Körfez-Katar arasındaki gerilimin nedenleri arasında yer alan Müslüman Kardeşler örgütü, Mısır’da halkı Sisi yönetimine karşı sokağa çağırdı.
Mısır parlamentosunun, tartışmalı adalar Tiran ve Sanafir’in Suudi Arabistan’a devri sonrası yapılan çağrıda, “Tiran ve Sanafir adalarından vazgeçen Sisi rejimine karşı uzun soluklu gösterilerin hemen başlatılması çağrısında bulunuyoruz” ifadeleri kullanıldı. Müslüman Kardeşler ve eski cumhurbaşkanı adaylarından Hamdin Sabahi, anlaşmannın mecliste onaylanmasını protesto etmek için yapılacak eylemlerin, ‘cuma öfkesi’ sloganı ile yapılacağını duyurdu.
Mısır’da Sisi yönetimi, Kızıldeniz’deki Tiran ve Sanafir adalarının kontrolünü, Mısır’a milyarlarca dolar yardım sağlayan Suudi Arabistan’a bırakan anlaşmayı geçen yıl imzalamıştı.
Katar’ın yanı sıra, AKP ile de yakın ideolojik ilişkiler içindeki Müslüman Kardeşler, 2012 yılındaki tartışmalı seçimlerle iktidara gelmiş, Temmuz 2013’te Suudi Arabistan ve ABD destekli darbe sonucu general Abdülfettah Sisi tarafından iktidardan uzaklaştırılmıştı.
The post Müslüman Kardeşler Mısır’da Sokağa Çağrı Yaptı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Katar: “ABD İstedi, Teröristlerle İlişki Kurduk” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez devletleri ile Katar arasındaki kriz artarak sürerken, Katar’dan önemli bir açıklama geldi. Katar ile ilişkilerin kesilmesinde odak noktasının oluşturan, “terör örgütleri ile ilişkiler” bağlamındaki açıklamada, Katarlı yetkililer, “terör örgütleriyle” ABD’nin isteği doğrultusunda ilişki kurulduğunu söyledi. Katar Dışişleri Bakanlığı kontr-terör danışmanı Mutlak el-Kahtani, El Cezire’ye yaptığı açıklamada, Taliban’ın 2013’te Doha’da siyasi ofis açmasına ABD’nin, “barış görüşmeleri için açık kapı politikası” isteği çerçevesinde izin verdiklerini belirtti.
ABD Başkanı Donald Trump ise geçtiğimiz günlerde sosyal medyadan yayınladığı mesajda, Körfez devletlerinin terörle ilişki konusunda “Katar’ı işaret ettiklerini” söylemişti.
Öte yandan, Libya ve Suriye’de çeşitli cihatçı çeteleri destekleyen Katar, “kendisini temize çıkarmak için” lobi faaliyetlerine hız verdi. Bu çerçevede ise, ABD’nin eski başkanı Bush döneminde 2001-2005 yıllarında ABD Adalet Bakanlığı görevini yürüten John Ashcroft’un hukuk şirketiyle anlaşmaya varıldı. Şirketten yapılan açıklamada, Katar devletinin , “kara para aklama ve terörün finansmanının engellenmesi” konularındaki “çabalarını” raporlayarak, 2.5 milyon dolar ödeme yapılacağı ifade edildi.
The post Katar: “ABD İstedi, Teröristlerle İlişki Kurduk” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Katar’a Asker Gönderme Anlaşması Meclis’te appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suudi Arabistan’ın başını çektiği devletlerin Katar üzerindeki “terörizme destek” gerekçesiyle” yaptırımları artar ve gerilim sürerken Türkiye Devleti’nden, gerilimde “safını belli ettiği” şeklinde yorumlanacak sürpriz bir hamle geliyor. İktidar partisi AKP, Katar’da TSK unsurlarının konuşlandırılması ve jandarma eğitimi konusundaki iki anlaşmanın TBMM Genel Kurulu gündeminde öne çekilerek bugün ele alınmasını önerdi. TBMM Genel Kurulu’nun gündeminde alt sıralarda bulunan söz konusu iki anlaşmanın AKP Grubu’nun TBMM Danışma Kurulu’na yaptığı öneriyle bugün ele alınması bekleniyor.
Genel Kurul gündeminin 101. sırasındaki “Türkiye ile Katar arsında Katar topraklarında Türk Kuvvetlerinin konuşlandırılmasına ilişkin uygulama anlaşması” ile “102. sıradaki “Türkiye ile Katar arasında Jandarma Eğitim ve Öğretimine ilişkin işbirliği protokolü” ön sıralara çekildi. Karar tasarısının Genel Kurul’dan -AKP-MHP oyları göz önünde bulundurularak- geçmesi bekleniyor. Tasarı yasalaşırsa Türkiye Devleti, sınırları dışındaki ilk askeri üssünü Katar’da açacak.
Suudi Arabistan, Mısır, BAE, Bahreyn, Yemen gibi ülkelerin arasında bulunduğu çok sayıda Körfez ülkesi hafta başında “terörizmi desteklediği” gerekçesiyle Katar’la diplomatik ilişkilerini kesmiş ve Katar’a yönelik bazı yaptırımlar açıklamıştı. Konuyla ilgili dün akşam katıldığı iftarda konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Katar’a uygulanan yaptırımları doğru bulmadığını belirtmişti.
The post Katar’a Asker Gönderme Anlaşması Meclis’te appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Trump Katar Krizine Girdi: “Katar’a Bak Dediler” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Katar krizi, bu devletle diplomatik ilişkilerini kesen ülke sayısının 7’ye çıkmasıyla artarak sürüyor. ABD Başkanı Donald Trump da, krizin başından bu yana ilk açıklamasını Twitter hesabından yaptı. Trump sosyal medya hesabından, krize dair şu açıklamayı yaptı: “Kısa süre önceki Ortadoğu ziyaretimde Radikal İdeoloji’ye artık daha fazla mali destek verilemeyeceğini söyledim. Liderler Katar’a işaret ederek ‘Bak’ dediler.”
Suudi Arabistan’ın başını çektiği 7 devletin Katar’a yönelik yaptırım gerekçesini, Trump’ın “radikal ideoloji” olarak kast ettiği “terörizme destek” oluşturuyor.
The post Trump Katar Krizine Girdi: “Katar’a Bak Dediler” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sünni-Arap İttifakında Çatlak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suudi Arabistan’la birlikte, Katar’la diplomatik ilişkisini kesen Mısır’ın, yönelttiği suçlamalardan biri de Katar’ın ‘Müslüman Kardeşler hareketine hem siyasi hem de finansal destek vermesi. Mısır’daki Sisi yönetimi, 2013 yılındaki darbeyle, Müslüman Kardeşleri iktidardan uzaklaştırmıştı. Mısır ve Suudi Arabistan Müslüman Kardeşler hareketini “terör örgütü” olarak kabul ediyor.
Ülkedeki Şii çoğunluğu, Suud destekli hükümetle baskı altında tutmaya çalışan Bahreyn ise, ilişkisini kesme gerekçesi olarak Katar’ı, Bahreyn’deki İran menşeli silahlı grupları desteklemekle suçluyor.
Gerilim Nasıl Başladı?
Kriz, devletlerin, kontrolleri altında bulundurdukları medya organları üzerinden tetiklendi. Suudi Arabistan’ın el-Arabiya ve BAE’nin Sky News Arabiya televizyon kanalları, geçtiğimiz günlerde Katar Emiri Temim bin Hammad al-Sani’ye ait olduğu söylenen konuşmada al-Sani, İran ile anlaşmazlığın tırmandırılmasına karşı çıkarak İran’a karşı düşmanca politika izlemenin akıllıca olmadığını vurguluyor. Ayrıca Hizbullah ile Hamas’ın terör listesine alınmaları eleştirilen konuşmada, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn, Katar’ı kışkırtmak ve terör örgütlerine sponsor olmakla suçlanıyor. Suudi kanalı, Katar emirinin, “Terörle mücadele iddiasında bulunan devletler, dini en katı şekilde uygulayan devletlerdir, ancak bu ülkeler aynı zamanda teröristler için bahaneler sunmaktadır.” dediğini aktarıyor.
Söz konusu bu yayınların ardından ise, el-Arabiya ve Sky News Arabiya kanalları Katar Emiri’nin babası Şeyh Hammad bin Halife ile Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi arasında geçen bir diyaloğa ait olduğu iddia edilen ses kaydını yayınladı. Suudi Arabistan’a karşı eleştirilerin olduğu kayıtta, eski emir, Kaddafi’den Suudi Arabistan’ın yıkımını sağlayacak bir kampanya konusunda yardım talebinde bulunuyor.
Kriz Tırmanıyor
Yine el-Arabiya kanalında geçen, daha sonra Katar tarafından yalanlanan bir haber, gerilimi bir adım ileri taşıdı. Habere göre, Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Mısır, Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE elçiliklerine 24 saat içinde Doha’yı terk etmelerini söyledi. Suudi Arabistan, Bahreyn ve BAE, Katar’a ait el-Cezire haber sitesini ve internet sitesi üzerinden yayın yapan tüm Katarlı gazeteleri kapattılar. Katar’ın Temim’e ithaf edilen sözleri tekzip etmesi ve Katarlı haber ajanslarına siber saldırı olduğuna dair açıklamalar, Suudi Arabistan’dan karşılık bulmadı.
Trump Ziyareti, ABD Faktörü
ABD Başkanı Donald Trump’ın son Suudi Arabistan ziyaretine, İran karşıtı söylemler damgasını vurdu. Burada, Körfez ve Arap İslam zirvelerine katılan Trump bu toplantılarda terör ile savaşa odaklandı, İran’ı bölge istikrarının bozulmasında büyük rol oynamakla suçladı. Trump ile Katar Emiri arasındaki görüşmede ise gerilim vardı.
Öte yandan ise ABD medyasında Foreign Policy başta olmak üzere, bu gelişmelere paralel olarak Katar’ı hedefe koyan yazılar yayınlandı. Irak ve Suriye’deki cihatçı terörizmin beslenme kaynakları açısından, -elbette Batılı devletler ve diğer Körfez monarşileri dışta tutularak- “malumun ilamı” olan bu yayınlarda Katar’a bir dizi suçlamada bulunuluyordu. Bu suçlamalar arasında Katar’ın, Arap Baharı’nı cihatçı terörizmin kontrolüne sokmak için el-Cezire‘yi aktif bir şekilde kullanması, cihatçı çetelere silah ve finansman sağlanması, 11 Eylül saldırısının planlayıcılarından Halid Şeyh Muhammed’i Katar’da saklayarak Afganistan’a kaçışını kolaylaştırmak yer aldı.
Darbe Söylentileri
Özellikle Mısır medyasında, Katarlı muhalifler ekranlara çıkarılarak, Katar’da iktidar değişikliği gündeme getirildi. Katar Emiri Şeyh Temim’in amcasının oğlu ve muhalif Şeyh Suud bin Nasr El Sani, Mısır’da bir televizyon kanalına bağlanarak mevcut yönetimi sert şekilde eleştirdi. Suudi medyasının da katıldığı darbe söylentileri paralelindeki haberlere göre, emirlik hanedanından bazı kişilerin yönetimi devralmaya hazırlandığını iddia edildi.
Darbe söylentilerinin yayılmasında ise, Katar’da var olan darbe geleneğinin etkisi olduğu düşünülüyor. Şimdiki emirin babası, 1995 yılında, emir olan babasının Katar dışına çıkması sonrası sarayda bir davet vermiş, canlı yayınlanan bu davette devlet erkanına elini öptürerek, kendisine “biat edildiğini” ve yönetimi devraldığını ilan etmişti.
Ayrıca Katar’da, 1996 yılında Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin örtülü desteğinde bir darbe girişimi başarısız olmuştu.
Katar’ın Geri Adımı İşe Yarayacak mı?
ABD’nin Ortadoğu’da sahip olduğu en büyük askeri üs olan El Ubeyd’e ev sahipliği yapan Katar, tüm suçlamaları reddederek, bir anlamda geri adım atmıştı.Ancak Katar’ın bu geri adımı ve krizi yatıştırma politikasının, İran, Müslüman Kardeşler, Hamas gibi konularda diğer Körfez ülkeleri, Mısır ve ABD ile yüzde yüz aynı politikaya geldiği oranda başarılı olabileceği sanılıyor.
The post Sünni-Arap İttifakında Çatlak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Kilis “Düştü Düşecek” ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Savaşın 5. yılını geride bırakan Suriye’nin sınırındaki Kilis, geçtiğimiz aylarda, kente “düşen” roket mermileriyle anıldı. Devlet eksenli medyanın, “atılma” fiilinden ziyade “düşmesiyle” ilgilendiği Katyuşa tipi roketler, 20’yi aşkın insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın, roketleri ateşleyen IŞİD çetesi adına özür diler tarzda “yanlışlıkla atılmış olabilir” sözü ve Kilis valisinin, roketlerin “düşmesini” yer çekimine bağlayan dahiyane açıklamasının yanı sıra önlem olarak da abdestli dolaşılmasını salık vermesi; devlet cenahının, insanların yaşamına mal olan IŞİD roketlerine dair yaptığı yegane açıklamaydı neredeyse.
Kilis’e Roketleri “Düşüren” Süreç
TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz Nisan ayındaki ABD ziyareti, Obama’nın ikili görüşme için kendisine randevu verip vermeyeceğine dair tartışmalara odaklanmıştı. Merak edilen görüşme, Erdoğan’ın Obama’ya “IŞİD ile mücadelede YPG ile işbirliğini bitirin, biz desteklediğimiz güçlerle IŞİD’i bölgeden çıkaralım” önerisiyle gerçekleşebilmişti. Bu görüşme sonrası TC’nin desteklediği irili ufaklı Sultan Murad Tugayları, Feylak eş-Şam, Muhammed Fatih Tugayı gibi grupların yanı sıra, devletlerin son dönemdeki gözde “ılımlı muhalifi” Ahrar-uş Şam gibi örgütler, Kilis’in hemen karşısındaki Ar-Rai kasabasını ele geçirdi. Kasaba, “bölgede bizden habersiz kuş uçmaz” kibrinin sıkıştığı 98 km’lik Azez-Cerablus hattında oluşturulması istenen tampon bölge için de kilit bir nokta idi. Ancak söz konusu bölge, aynı zamanda IŞİD için de dünyaya açılan nefes borusu anlamı taşıyordu. Nitekim TC destekli grupların Ar-Rai zaferi 4 gün sürebildi. IŞİD, gerçekleştirdiği saldırılarla kasabayı geri aldı ve sınırın TC tarafına çekilen gruplara saldırılarını sürdürdü. Dahası, kaybettiği yerleri geri alarak buralardaki TC ve ABD menşeli gelişmiş silahlara el koydu. TC, Suudi Arabistan, Katar, ABD başta olmak üzere, devletlerin bölgeye dair hakimiyet planlarının sonucu olarak, roketleri “ateşleyen” ve “düşüren” süreç gelişmiş oldu.
Ensar Kilis’ten Enkaz Kilis’e
Suriye’deki savaş nedeniyle göçmen hareketinin yoğunlaştığı kentin 140 binlik nüfusunun iki katı göçmen bulunması nedeniyle devlet iktidarına yakın kimselerce, İslami saiklerle muhacir(göçmen)-ensar(yardım eden) ilişkisi kurularak, Kilis’e “ensar kenti” denmesini önerenler, aynı zamanda şehrin bu özelliği ile Nobel’e de aday gösterilmesini istiyorlardı. IŞİD roketlerinin kenti henüz enkaza dönüştürmediği o dönemde Kilis, ilginç ancak “gözden kaçan” bir ekonomik veriye sahipti. İhracat rakamlarının coğrafya genelinde ekside seyrettiği bir süreçte, kentten gelen “ihracat” rakamları artı yöndeydi. TC açısından “yakın bir gelecekte” lehine bitecek Suriye Savaşı’nın en karlısı olunacak bir süreçte, “ihraç edilenin” ne olduğu ve kimlere “ihraç edildiğinin” elbette bir önemi yoktu. Aynı faydacı emellerle, savaşın başından beri uygulanan “göçmenlere açık kapı” uygulaması gibi, bu politikanın da bir getirisi olacaktı. İç politikada yapılan “Büyük Türkiye” hamaseti ve dış politikada AB’ye para karşılığı şantaj kartı olan Suriyeli göçmenler propagandasıyla amaçlanan bu “getiriydi.”
Kilis-Antep için IŞİD Planları
Geçtiğimiz günlerde medyaya düşen bir haberde ise TC’nin tüm bu politikalarının nasıl yerle bir olduğu okunabiliyordu. Yayınlanan istihbarat raporuna göre, IŞİD Kilis’in karşısında kontrolü altındaki bölgeden “sızma” yaparak, sınırın TC tarafında bölgesel emirlikler kurmaya hazırlanıyor. Geçtiğimiz sayımızda “Suriyeleşme-Pakistanlaşma” şeklinde değerlendirdiğimiz konjonktürün pratiklenmesi anlamına gelen bu istihbarat, bölgede oyun kurucu olma emellerinin iflas ettiğinin bizzat devletçe itirafı olarak yorumlanabilir. Benzer bir itiraf da Kilis Valisi’nden geldi. Vali, IŞİD’in roket saldırılarına ilişkin yaptığı açıklamada, kentin roket menzilinden çıktığını belirterek “müjdeli haberi” veriyordu.
Suruç’ta, 10 Ekim’de Ankara’da, Sultanahmet’te ve İstiklal’de… İzlediği politikalarla tüm coğrafyamızı “atış menziline” sokan devlet, içinden geçtiğimiz dönemde de yalanlarla destekli hamaset söylemleriyle iflas etmiş Suriye politikasında belki de son demleri yaşıyor. Bölgesel ve giderek de küresel bir devlet gücü olma heveslisi gözü kara bir kibirden, Azez-Cerablus arasında 98 km’lik ve TOKİ sponsorluğunda bir tampon bölgeyi ilan ettirebilmek için çalınmadık kapı bırakmamaları ve her defasında reddedilmeleri, kaçınılmaz “hazin sonun” işaretlerinden belki de sadece biri.
The post ” Kilis “Düştü Düşecek” ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Mısır’da Katliam Sürüyor” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Aynı siyasi ekolün Türkiye temsilcisi Tayyip Erdoğan ve AKP, Mısır meselesinin arkasında İsrail olduğu iddiasıyla söylemsel bir benzerliği de yakalamış oluyor. Tayyip Erdoğan’ın “Yahudi” karşıtlığı üzerinden meşrulaştırmaya çalıştığı politikasının Ortadoğu’da şimdilik çok tuttuğu da söylenemez.
General Sisi, Mursi iktidarına karşı oluşan eylemlerin altını boşaltıp, darbe taraftarlarının ama çoğunlukla ordusunun desteği ile başkanlık koltuğuna oturmuştu. Müslüman Kardeşler Hareketi taraftarlarının Sisi iktidarının ilk gününden bu yana sokakta olması, Sisi yönetiminin bu protestolara karşı sert tutumuyla karşılaştı.
Mısır’da bin kişinin üzerinde insanın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına neden olan olaylarda, darbenin başındaki isim Genaral Sisi ve yönetiminin izlediği politika, dünya kamuoyunu şu an meşgul eden en önemli mesele. Temmuz ayının sonunda başlayan ve Ağustos ayında şiddetlenen protestolar ve polis saldırılarından dünya medyasına yansıyanlar hepimizin hafızasında yer edecek cinsten. Rabiatul Adevviye ve Nahda meydanlarındaki protestolarda açılan ateş sonucu ölen yüzlerce kişi, El Fetih camisine saklanmak zorunda kalan protestocuları saran darbe yanlıları ve ordunun saatler süren eziyeti, Kanlı Cuma, eylemler nedeniyle tutuklananların cezaevine sevki sırasında gazla öldürülmesi, sokakta devlet eliyle yaratılan kaos… Mısır’da kesin olan tek şey şiddetin farklı kesimlerin bir ifade aracı haline gelmesi.
Bu durumun en somut örneği, sokakta öldürülen insanların ya da sokakta öldürmenin “normalleşiyor” oluşu. Video paylaşım siteleri, darbe karşıtı protestolar gerçekleşirken başından vurulan insanların olduğu, Mursi karşıtı ve Mursi yanlılarının birbirlerini öldürdüğü videolarla dolu. Durumun vahametini görmek açısından önemli olan bu videolar, bizi bu bilgilendirmenin “masumluğuna” sığınan video paylaşım ve haber sitelerinin “gizli şiddet çağırıcılığı”na maruz bırakıyor.
Müslüman Kardeşler’in tüm bu süreçte takındığı tavır da, dünya kamuoyu tarafından eleştirilen meselelerin başında geliyor. Şiddetin bu kadar tırmanmasında, iktidarını kaybeden Müslüman Kardeşler’in siyasal iktidarı tekrar kazanma arzusu yatıyor. Orduya karşı sokaklara çıkan bu kadar fazla insanın ölmesinin yarattığı “mazlum”luk, İhvan liderlerinin siyasi amaçlarını karşılamakta kullanılıyor. Ortaya konulan söylemler bunun en büyük göstergesi.
Siyasi Kutuplaşma
Türkiye, Katar ve Bahreyn hariç, Arap devletlerinin tamamı Sisi’ye destek veriyor. Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın terörizme karşı Mısır halkının her zaman yanındayız mesajı, bu desteğin aynı zamanda maddi anlamda da gerçekleşeceğinin kanıtı.
ABD, durumu en başında olumsuz gibi nitelemekten kaçınmıştı. Duruma “darbe” dememesinin altında yatan temel neden, ABD yasalarına göre, bu niteleme kullanılırsa demokratik hükümet kurulana kadar maddi destek yapamayacak olması. ABD, bunun yerine, son yaşananlardan sonra, yapacağı 1,5 milyar dolarlık yardımdan 250 milyon dolarlık bir kesinti yapmayı uygun gördü.
Mısır’daki siyasetin iç işleyişine müdahale olmayacaklarını açıklayan Hamas’ın bu tutumu, özellikle Müslüman Kardeş yanlısı çevrelerde şaşkınlıkla karşılanıyor. Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olan Hamas’ın bu politikasında, son dönem ılımlı bir hal alan İsrail denklemlerinin etkisi var mıdır bilinmez, ancak son iki senede Filistin’de ulaştığı gücü, Mısır’daki Kardeşleri’ne benzer bir şekilde kaybetmek istmemesinin önemli bir payı var gibi görünüyor.
AB’nin bu süreçteki tutumu da şimdilik seyirci kalmak gibi okunuyor. AB Özel Temsilcisi Bernardino Leon, Mısır’daki şiddetten tüm AB üyesi devletlerin rahatsızlığını dile getirmişti. Ancak, bu şiddetin açığa çıkmasında sadece bir tarafı görmemek lazım diyerek Müslüman Kardeşler’e ilişkin destek noktasındaki düşüncelerini ortaya koymuş oldu.
TC’nin “Değerli Yalnızlık”ı
Recep Tayyip Erdoğan, 25 Ocak 2011’den bu yana, Muhammed Mursi liderliğindeki, Müslüman Kardeşler’in siyasal yüzü olan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin iktidarını çok büyük hoşnutlukla karşılamıştı. Hatta aynı siyasi ekolün 3 ayrı devlette iktidarı konumunda bulunan liderleri, Halid Meşal, Tayyip Erdoğan ve Muhammed Mursi zaman zaman bir araya gelerek özellikle Ortadoğu coğrafyasındaki politikaları doğrultusunda değerlendirmelerde bulunuyorlardı.
Mısır’da Muhammed Mursi’nin ordu darbesiyle görevine son verilmesinden bu yana oluşan süreçte rahatsızlığını en açık dile getiren siyasi lider Tayyip Erdoğan olmuştu. Bu rahatsızlık, sadece Mısır’da siyasi iktidarın değişmesiyle açığa çıkan durumda kendini belirginleştirmiyordu. Tayyip Erdoğan, Batılı devletlerin duruma seyirci kalmasını da büyük bir kızgınlıkla eleştiriyordu. Bu eleştirilerin muhatabı sadece Taksim Gezi Direnişi süresince tutumlarından dolayı eleştirilen AB değildi. Ebedi müttefik ABD’de bu eleştirilerden kendi payına düşeni alıyordu. Arap devletlerin Mısır politikaları, kendi Suriye politikalarıyla uyumluydu! Ortadoğu’da “Arap Baharı” sonrası oluşan dönemde, iktidar çatışmalarında Tayyip Erdoğan ve partisinin yanında durduğu taraf bir türlü istediği konuma ulaşabilen taraf değildi. Bu durum, Erdoğan’ın dış politikadaki başdanışmanı, başbakanlık müsteşar yardımcısı İbrahim Kalın tarafından “değerli yalnızlık” dönemi diye kavramsallaştırılmıştı bile.
Ekonomik Kutuplaşma
Sokaktaki şiddet sadece, Mısır siyasetini değil ekonomisini de etkiliyor. Batı menşeili küresel şirketlerin, mevcut siyasal dengesizliğin ekonomik beklentilerin karşılanmasını engelleyeceğini düşünmüş olacaklar ki, teker teker Mısır’daki merkezlerinin kepenklerini indirmeye başladılar.
General Motors ve Royal Dutch Shell üretimlerini durdurdu. Toyota, Suzuki ve Sumitomo Electric gibi küresel şirketler, çalışanlarını tahliye edip ofislerini kapattı.
Ekonomide Mısır için bu tarz olumsuz durumlar yaşanırken, Suudi Kral Abdullah yine imdada yetişti ve Batılı devletlerin Mısır’ı harcamasına izin vermeyeceğini söyleyip Arap devletleri olarak gerekli ekonomik yardımlarda bulunacaklarını açıkladı.
Batılı küresel şirketlerin özellikle Mübarek dönemi sonrasındaki hareketliliği, Mısır coğrafyasında yerini küreselleşen Arap sermayesiyle mi ikame ediyor, sorusunu akıllara getiriyor.
Sivri Söylemler
Sisi yönetimini rahatsız eden, bu durum karşısında karşılaşacağı küresel bir baskıdan ziyade, bu durumun oluşmasına mahal verecek Batı medyasının yaptığı bilgilendirme. “Batılı casuslar” propagandası, devlet televizyonlarının yayınlarına çoktan oturtulmuş bile. “Vatan hainlerinin komploları boşa çıkacak!” sloganı üzerinden iktidarını meşrulaştıran bir ordu yönetimi… Bu milliyetçi söylem İhvan taraftarlarına karşı da geliştiriliyor. Batılı ajanların kuklası olmakla suçlanan Mursi yandaşları, Mısır ulusunun başka devletler tarafından yönetilmesinde bir maşa rolü oynadığı ile suçlanıyor.
Diğer yandan, bu söylemin daha dinsel ve daha İslami bir versiyonu da Müslüman Kardeşler için geçerli. Sisi yönetiminin “milliyet” üzerinden gerçekleştirilen dışlayıcı söylemleri yerini farklı dinden olanların ötelenmesine bırakıyor. Nüfusun azımsanmayacak bir kesimini oluşturan Kıpti Hristiyanlara yönelik girişilen şiddet eylemleri, Batılı medyanın en çok önem verdiği mesele. Bizim ekranlara çok yansımayan kiliselerin yakılması, Hristiyan mahallelerine yönelik saldırılar; Batı’nın Mısır meselesine bakış açısında önemli bir yere sahip. Kıpti Patrik Tawadros’un, olayların yoğunlaşmadan hemen önce öldürülmesi, Batılı devletlerin bu meseleyi ele alırken önemsediği ölçütler arasında olabilir. Müslüman Kardeşler’le ilişkili kanalların, Tahrir Meydanı’nda Mursi’yi protesto etmeye gidenlerin büyük bir çoğunluğunun Hristiyan olduğuna ilişkin iddiası, toplumun farklı kesimleri arasındaki gerilimleri arttırmaya yönelik bir hamle. Zaman zaman “Hristiyanlar camileri yakıyor” diye haber yapan aynı medya, Tahrir eylemlerinin finansörlüğünü yapan Hristiyan zenginlerin haberlerini yaparak bu ateşi sürekli beslemeyi kendine amaç ediniyor.
Aynı siyasi ekolün Türkiye temsilcisi Tayyip Erdoğan ve AKP, Mısır meselesinin arkasında İsrail olduğu iddiasıyla söylemsel bir benzerliği de yakalamış oluyor. Tayyip Erdoğan’ın “Yahudi” karşıtlığı üzerinden meşrulaştırmaya çalıştığı politikasının Ortadoğu’da şimdilik çok tuttuğu da söylenemez. Zira mevzubahis coğrafya üzerinden geliştirilecek bu tarz bir söylemin, stratejik ortaklığın okyanus ötesi muhatabı konumunda bulunan ABD açısından da çok olumlu bir tarafı yok.
Bir yanda “dini”, öte yanda “vatanseverlik”e dayalı dışlayıcı söylemler, Mısır’daki gerilimi sürekli kılmaya yarıyor. Farklı dini, etnik, ideolojik tarafların birbirine yönelik tek hitap biçimi bu yüzden şiddet oluyor.
Kutuplaşmış ve Şiddete Dolanmış Bir Ortadoğu
İki kutup arasından tercih yapmak, dünya siyasetinde yeni bir trend haline geliyor. İki kutuplu kılınmaya çalışılan siyasi mecralarda siyasal söylem ve hareket de onun karşısındaki söylem ve hareket de bu ikili mekanizmaya göre belirleniyor. Siyaseten düşünmenin sınırları, bu çift kutuplu alan içinde iktidarların çıkarına göre belirleniyor.
Bu trende uyma çabası içinde, kendine Mısır’daki kutuplaşmada taraf arayanlar, ordu karşısında demokrasiden yanayız diyerek İhvan’ın yanında; demokrasiyi yok edecek gericiliğe karşı demokrasinin garanti altına alınmasından yanayız diyerek Sisi iktidarının yanında olduklarını beyan ediyorlar.
Mısır solu da, Wallerstein’ın belirttiği gibi bu çift kutuplu ve gergin siyasi arenada yanında olacakları tarafı belirliyor. Yeni siyasetin yeniden yapılandırıcı bir söyleminin yerine, içinde bulunulan durumun aciliyetiyle zorunlu bir kararda buluyorlar. Ne kadar tanıdık bir senaryo değil mi?
Ortadoğu’nun “bahar” sonrası yeni konjonktüründe, siyasi, sosyal, ekonomik kutuplaşmalarla sadece herhangi bir siyasal temsiliyetin güçlü bir şekilde var olması değil, toplumsal hareketin kendisinin oluşması engelleniyor. Ne Mübarek, Ne Mursi, Ne de Sisi sloganıyla, kendi siyasal gerçekliğini oluşturmaya çalışan kesimlerin yaşamı yeniden yapılandırma girişimleri bu kutuplaştırmalar ve toplumsal gerilimlerle engellenmeye çalışılıyor. Eski küresel iktidarların oluşmasını engellemeye çalıştığı bu çaba, aynı iktidarların kaotik kıldığı Ortadoğu coğrafyasında yeşerecek toprağı bulacaktır.
Hüseyin Civan
The post “Mısır’da Katliam Sürüyor” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>